• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tebliğ ve İrşad Çalışmaları
  • /
  • 201 ilâ 220. sayfalar
181 ilâ 200. sayfalar

Peygamber-i Zîşânımız Mekke-i Mükerreme'ye aşık, çok seviyor Mekke'yi... Çünkü, mübarek yer... Çünkü, kendisi mübarek insan... Allah'ın mübarek kıldığı yeri seviyor. Amma, Allah-u Teâlâ Hazretleri emreylemiş o Muhammedünil Emîn'e... O emîn, o tatlı huylu, güzel huylu, güzel yüzlü, adı güzel, kendi güzel Muhammed-i Mustafâ'ya emretmiş: "Ben seni peygamber seçtim, alemlere rahmetimden dolayı, acıdığımdan dolayı seni vazifeli gönderdim."

(Yâ eyyühel müddessir!) "Ey elbisesine bürünüp de titreyip duran peygamberim! Ne o, vahiy geldi diye niye titreyip duruyorsun?.. (Kum feenzir!) Kalk, Rabbinin emrini insanlara bildir!.. İkaz et, ihtar et, uyar onları, uyandır onları!.. Cehaletten, küfürden, şirkten kurtulmaları için başla söze!.. Kalk, Allah'ın dâvetine başla!.." buyurmuş.

Çünkü, Cebrâil AS'ı ilk gördüğü zaman titremeğe başladı, çok heyecanlandı. Eve geldi, "Örtün benim üstümü!" dedi. Hazret-i Hatice Vâlidemiz elini öptü. Vahiy geliyor tekrar, bırakmıyor peşini...

(Yâ eyyühel müddessir!) "Ey elbisesine sarılıp bürünen peygamberim! (Kum feenzir!) Kalk ayağa!.. Yatma, titreme, gevşeme, kalk; Rabbinin emrini insanlara tebliğ et, onları korkut!.. 'Bak, böyle küfürde devam ederseniz, böyle müşriklikte devam ederseniz, cehennemde cayır cayır yanarsınız!' diye korkut!.. Allah'ın azabını haber ver, ihtar et, ihbar eyle, bildir!" diye emir gelince, ne yapsın?.. Mübarek insan, kimseyi üzmek istemeyen insan, tatlı dilli insan, güleç yüzlü insan... Herkesle iyi geçinen insan, herkesin sevdiği, saydığı insan...

201

(Ve enzir aşîretekel akrabîn!) "En yakın aşirelerini, sana yakın kavim kabileni çağır!" dediği zaman, çıktı Safâ tepesine, kendi kavmini isim isim çağırdı:

"--Ey falanca oğulları!.. Ey filânca oğulları!.."

Hepsi geldiler. Çünkü itimadlı bir insan, boşuna konuşacak değil... Ciddî bir insan, gayr-i ciddî bir insan değil... Hepsi toplandılar. O da Sefâ tepesinde, şöyle kayalıklarda... Evi yakın zâten; doğduğu ev, Benî Haşim yurdu yakın... Kâbe-i Müşerrefe de yakın... Orda insanlar topplanınca, dedi ki:

"--Ey kavmim, beni tanıyor musunuz?.."

"--Tanıyoruz."

"--Nasıl bilirsiniz?.."

"--Çok iyisin, çok dürüstsün, çok güvenilen bir insansın... Paramızı, mücevheratımızı gelip sana emanet ediyoruz, her şeyimizi sana emanet bırakıyoruz. Güvenilen bir insansın..."

"'--Şu dağın arkasında düşman ordusu toplanmış, tepeden gördüm, silahlı, bu tarafa doğru geliyorlar; sizi asıp kesecekler, tedbir alın!' desem inanır mısınız bana?.."

"--İnanırız! Sen Muhammed el-Emîn'sin, güvenilen Muhammed'sin, inanınırız sana!.."

202

Dedi ki:

"--Bakın, evet şu dağın arkasından düşman gelmiyor ama, böyle yaşarsanız cehenneme gidersiniz ahirette!.. Cehennem tehlikesi var... Sizin bu yaşamınızdan daha sonraki ahiret hayatında Allah'ın iyi kullarına cennet var... Allah'ın kahrının tecelli ettiği, Allah düşmanlarının cezâlandırıldığı cehennem var... Allah şirki sevmiyor, şirki bırakın; küfrü sevmiyor, küfrü bırakın, imana gelin, müslüman olun!.. Allah'ın varlığını, birliğini anlayın!.. Aklınızı kullanın, Allah'a güzel kulluk edin!" diye ikaz etmeğe başladı.

Güzel, çok güzel bir şey...

Şu taşları ustalar böyle yontmuş, böyle yerleştirmişler. Yukarısını da nakışlı yapmışlar, akıl almaz güzel desenler... Tamam, işte kim yapmış?.. Taşı ustalar yapmış, bak taş taraklarının izleri var... Bunu böyle tak tak, tak tak vurdular, bunları yaptılar. Bu önce ne idi?.. Ocaktan çıkmış taştı. Mihrabımızın kenarı oldu, üstü oldu, süsü oldu, zineti oldu.

Şimdi o taşı buraya mihrab yapmışlar, eve ocak yapmışlar, beri tarafta eşik yapmışlar, şu tarafta kemer yapmışlar... Bu tarafta da put yapmışlar, geçiyorlar karşısına, tapınıyorlar.

203

"--Niye böyle elinizle yaptığınız, konuşamayan, hareket edemeyen, aklı, idraki, hareketi, kabiliyeti olmayan taşa, ağaca, puta niye tapıyorsunuz?.. Tapmayın bunlara!.."

Doğru değil mi bu ikaz?.. Çok doğru... Doğru ama, muhterem kardeşlerim, her inancın temsilcilerinin etrafında böyle bir zümre meydana geliyor, o işi teşvik ediyorlar. Firavun'un öyle avanesi var, Nemrud'un öyle avanesi var etrafında... Herkesin böyle şeyi var.

Tabii, Kureyş'te de o mübarek Kâbe'nin hürmetine, orada hizmet olsun diye hizmet gören insanlar var... Ondan sonra da kendi akıllarından putlar icad etmişler; "Lât" demişler, "Uzzâ" demişler, "Menât" demişler... Arapların bir sürü putu var, her kabilenin başka bir putu var... Hattâ bazen putları hamurdan yaparlarmış kendileri... Hazret-i Ömer gülerek anlatıyor:

"--Hamurdan yapardık, pişirirdik; sonra da yerdik." diyor.

Böyle bu kadar saçma sapan bir inanç düzeni ama, bir düzen ve bir kadro meydana gelmiş. O düzeni bozmak istemeyen insanlar oluyor onlar...

Araplar muhtelif yerlerden kalkıp geliyorlar, bu Kâbe'yi ziyaret etmeğe... Kâbe, Hazret-i İbrâhim AS zamanından beri insanların kıymetini bildiği bir yer... Ondan önce de insanlar gelmişler eski zamanlarda ama, sonra yeniden inşâ etmiş İbrâhim AS...

204

Şimdi onlar bu işe râzı olmadılar. Mâkul söylüyor, doğru söylüyor, iyi söylüyor ama, çeşitli sebepler oldu. Hak sözü kabul etmemek için çeşitli bahaneler; şahsî bahaneler, ailevî bahaneler, menfaat bahaneleri... Çeşitli bahanelerle bu işten hoşnut olmayan insanlar oldu. Alay edenler oldu, hakàret edenler oldu. İtiraz edenler oldu. Peygamber SAS Efendimiz'i getirdiği inanca güya kendi akıllarından itiraz edenler oldu.

Peygamber Efendimiz'e, "Haa, bu şair galiba!" dediler... "Kâhin gàliba!" dediler, "Sihirbaz gàliba!" dediler. Mucizesini görünce, sihirbaz dediler, istikbalden haber verince kâhin dediler... Güzel konuşunca, Kur'an-ı Kerim'den okuyunca, şair dediler. Bir şeyler yakıştırmağa çalıştılar.

Yâni, olayı bir ciddî incelemek lâzım!.. Tabii, ciddî inceleyip kabul edenler de vardı. Hazret-i Hatice Vâlidemiz gibi, Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz gibi, Mekke'nin aklı başında insanlarından kabul edenler de vardı.

Ama muhterem kardeşlerim, her hadiseden ders çıkartmamız gerekirse, şurdan şu günümüze bir ders çıkartalım, duralım:

205

1. İnsan doğru yolda olabilir ama, doğru yolda olmasına rağmen karşısına birtakım itirazcılar çıkabilir. Binâen aleyh, tenkid edilmekten, karşımıza çıkılmaktan, muhalefet edilmekten yılmamamız lâzım!..

Neden?.. Hak yoldayız, Allah'ın yolundayız. Allah'ın sevdiği yoldayız.

(Küntüm hayra ümmetin uhricet lin nâs) Allah'ın seçtiği ümmetiz. Rütbemiz çok yüksek, omuzlarımızı görmüyoruz. Omuzlarımızda generallerin omuzlarından kıymetli yıldızlar var... Alnımızda iman yıldızı var, kalbimizde iman nuru var... Ehl-i tevhidiz, Allah'ın sevdiği zümreyiz. "Lâ ilâhe illallah" diyen insanlarız, Allah'ın birliğini anlayan insanlarız. Küfre girmeyen insanlarız. Kâfir olmamak, mü'min olmak çok büyük rütbedir. Kâfir en aşağı insandır.

Ben fakir olabilirim, yoksul olabilirim, cahil olabilirim, köylü olabilirim, işçi olabilirim, sırtıma kırk tane yamalı hırka giymiş olabilirim... Amma mü'minim, o kâfirin milyarderinden daha kıymetliyim. O kâfir var ya, onun ciğeri beş para etmez, onun kafası beş para etmez!.. Neden?.. Yaradanını bulamamış aptal herif!.. Alçak!.. Yaradanı ona nimet veriyor da, yaradanını tanıyamıyor; haine bak!.. Allah'ın nimetlerini yiyor, Allah'a kâfir, Allah'a karşı!..

206

Kimisi münkir; "Ben Allah'ı kabul etmem!" diyor. Sen kabul etsen ne olacak, etmesen ne olacak?.. Köpek başını kaldırmış da, Ay'a doğru ulumuş. Ay'da ne olacak yâni, köpek aşağıda uludu diye?.. Sen kendi köpekliğinle kalırsın, geberir gidersin, leşini mikroplar çürütür. Belki de başka bir mahlûklar gelir, yer. Yâni ne olacak?..

Allah'ın varlığını kabul edememiş insanlar pistir, necistir. Hani, "Aman ona elleme, necâset var onda!.. Necâset-i galîza var, pislik var!.." deriz ya; çiş gibi, kaka gibi necaset, pislik...

(İnnemel müşrikûne necesün) "Müşrikler pistir." diyor Allah Kur'an-ı Kerim'de... Neden?.. Müşrik, Allah'ın varlığını anlayamamış, imana gelememiş.

Şimdi biz neyiz?.. Biz Allah'ın sevdiği, râzı olduğu yola girmiş mü'minleriz.

İslâm'ı beğenmiyor... Başörtülü insanın barodan ismini siliyor... "Cuma namazı kılınma imkânı olsun!" diyenleri gericilikle suçluyor... "Müslümanlar gerici!" diyor, "Çağ dışı!" diyor... Şu olur mu, bu olur mu diyor. Ne olacak?.. İt ürür, kervan yürür. Kervan durmaz ki, "Hav, hav, hav!.." diye mahallenin köpekleri bağırıyor diye... Havlarsa havlasın, kervan löngüdük löngüdük, löngüdük löngüdük, koca develer adımlarını ata ata, yirmi deve, otuz deve, kırk deve yürür gider işine...

207

Onun için, bir kere Rasûlüllüh SAS Efendimiz'in hayatından kalbinize şu kuvvet gelsin ki: "Elhamdü lillâh müslümanım, cümle cihan halkı karşıma çıksa, İbrâhim AS gibi şöyle tepeden bakarım!.. Bre, karınca gibisiniz benim gözümde, sinek gibisiniz be!.. Hiçbirinizi gözüm bir şey gibi bile görmüyor." diye tepeden bakarız.

Biz mü'miniz yâ!.. Mü'minim ben yâ!.. İbrâhim AS tek kalmış, biz tek değiliz. Bak, elhamdü lillâh çokuz biz!.. Korkuyorlar. Amerika kimden korkuyor?.. Radikal müslümanlardan... Rusya kimden korkuyor?.. Radikal müslümanlardan... AB, Avrupa Birliği kimden korkuyor?.. Radikal müslümanlardan... Hindistan kimden korkuyor?.. Radikal müslümanlardan... İyi vallàhi, mâşâalah, neyimişiz biz be; cümle cihan halkını korkutuyoruz. Neden?.. Mü'miniz, "Lâ ilâhe illallah" diyoruz.

--Yâhu, bu kadar adamlar hepsi senin düşmanın, sana bir zarar verebilirler...

--Mü'mine hiç bir zarar veremez kimse!..

--Neden?..

--Öldürürse, şehid olurum; öldüremez de ben gàlib gelirsem, gàzi olurum! Benim sırtımı kimse yere getiremez!.. Yeter ki, bu iman elden gitmesin, gönülden gitmesin... Allah bizi bu imandan mahrum etmesin... Ölüm nasıl olsa bir gün gelecek.

208

İzz ü nâz ile, kaymakla besliyorsun, kaymaklı kadayıf yediriyorsun, kuş tüyü şiltelerde yatırıyorsun... Bir kanser geliyor, cümle cihanın doktorları başına üşüşüyor; çare yok, ölüyor adam... Otuzyedi yaşında öldü, çok büyük artistti, şöyle şöhretliydi, bu kadar milyarları vardı... Ne oldu?.. Gitti. Neden?.. Amansız bir hastalığa tutuldu. Haaa, işte öyle...

İnsan Allah destekledi mi, yaşattı mı, yaşar; Allah sevmedi mi, desteklemedi mi, korumadı mı, kıymeti yok...

Bak, Adül'aziz Hocamız çok güzel söylemiş: "Lâ ilâhe illallah, tevhid-i zâhirîdir. Allah var, şeriki nazîri yok... Bu tevhid inancı, Allah'ın birliğini söylüyorsun; bu zâhirî tevhid...

(Kul huvallàhu ehad.) Allah tek... Alemlerin rabbi tek... İki tane olsa, kavga ederler. Olamaz iki tane, zâten akıl mantık kabul etmez.

(Lev kâne fîhimâ âlihetün illlallah, lefesedetâ) Kavga ederlerdi, tutuşurlardı birbiriyle... Birisi "Şöyle olsun!" derdi, ötekisi "Hayır öyle olmasın, böyle olsun!" derdi, karışıklık çıkardı.

(Allahus samed.) "Herkesin ihtiyacını karşılayan, herkesin el açıp da kendisinden dua edip istediği merciin, makàmın sahibi..." Tek...

209

Bu tevhid-i zâhirîdir. Biz hepimiz, zâhirî tevhidin ehliyiz. Yâni, Allah'ı bir biliyoruz; iki demiyoruz, üç demiyoruz, çok demiyoruz. Politeizme karşıyız, düalizme karşıyız, teslise, triniteye karşıyız. Dinler tarihindeki ne kadar safsata varsa, roman gibi bile okumuyoruz, acıyarak okuyoruz, üzülerek okuyoruz; "Yâhu, nasıl olmuş da böyle, şu şişman göbekli putlara tapmış bu herifler?" diye...

Mısırlıların tanrılarının resimlerini gördük: Köpek başlı bir herif... Yâhu, bari doğru düzgün bir şey... Hani doğru düzgün de olmaz ya; köpek başlı herifi tanrı edinmişler, kartal başlı herifi tanrı edinmişler. Bu Horus, ötekisi bilmem ne, berikisi timsah başlı bilmem ne... Tüh be, yazıklar olsun size!.. Utanmadınız mı, vicdanınız hiç sızlamadı mı, içinizden bir güzel duygu size bu şeyi söylemedi mi?..

Tabii, biz elhamdü lillâh... Belki öteki şaşıranlar gibi, bizimkiler de şaşırabilirdi. Ama Allah bize İslâm'ı getirdi, öğretti. Biz biliyoruz ki:

(Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh) "Allah var, şeriki nazîri yok!.. Bir Allah..." (Kul hüvallàhu ehad) Bir Allah, tek... Hem öyle bir tek ki, başka bir teke benzemez.

210

Şimdi, Alman'ın birisi müslüman olmuş, Almanya'da geldi bana sordu. Meraklı, diyor ki:

"--Bu kitapta Mehmed Zâhid Hocamız yazmış: Allah birdir ama, başka birlere benzemez! Bu ne demek?.."

Başka birin benzeri, başka birler vardır. O bakımdan, başka benzerleri olmadığından, Allah öteki birlere benzemez!.. Başka biri alırsın, bir elmayı alırsın, ortadan kesersin, yarım olur. Birin altına bölü çizgisi koyarsın, iki koyarsın, bir bölü iki olur, yarım olur. Bir bölü beş olur, bir bölü on olur. Oynarsın yâni, birle; bölersin, toplarsın, çıkartırsın... Bir artı bir dersin, iki olur... Amma Allah öyle değil; bir ama bu senin bildiğin birler gibi değil... Bir, tek, eşi, şeriki, nazîri, misli, benzeri, dengi, küfüvü, zıddı, muhalifi yok...

Bu tamam, anladık. Herkes anlıyor bunu, parmağını kaldırıyor. Bir de, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." diye parmağımızı da kaldırıyoruz, bilinsin diye... Tabii, göze de hitab ediyor bu... Ama, Abdül'azîz Hocamız ne demiş:

(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) "Allah'ın elindeki güç kuvvetten başka güç kuvvet yok, bütün güç kuvvet Allah'ın!" Yâni, ne dilerse olur; neyi dilemezse, olmaz. Ol dediği olur, öl dediği ölür, olma dediği olmaz.

211

(İnnemâ emruhû izâ erâde şey'en en yekle lehû kün feyekûn.) "Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman emreder; ol der, olur." Yâni, bir "Kün!" demesiyle; tabii demek mi, yaratmasının şeklinin nasıl olduğunu da insanların akılları idrak edemez ama, bir şeye "Ol!" der, olur. O kadar kolay olur. Öl der, ölür; o kadar...

"--Eh, gücün kuvvetin sahibi Allah'sa, binâen aleyh, ben Allah'ın dostu olayım da, gelsin de birisi bana zarar versin... Cümle cihan bir tarafa, kâinat bir tarafa; elimin tersiyle iterim, hiç birisinden korkmam!"

Korkmamışlar. Zâten peygamberler, büyüklerimiz korkmamış; korkarsa Allah'tan korkmuş. Bir korkusu olmuş, "Ya Allah'ın sevgisini kaybedersem!" diye...

Meselâ Vedduhâ Sûresi inmiş. Neden?.. Peygamber Efendimiz, vahiy biraz kesilince korkmuş: "Acaba Allah'ın hoşuna gitmeyecek bir şey mi yaptım? Acaba Allah beni sevmedi mi?.."

(Ved duhâ.) "Kuşluk vaktine and olsun ki, (Vel leyli izâ secâ.) çöktüğü zaman geceye and olsun ki; (Mâ veddeake rabbüke) Rabbin seni terketmedi, ayrılmadı senden... (ve mâ kalâ.) Sana darılmadı. Rasûlüm ben seni seviyorum, korkma!.. Biraz vahiy kesildi diye endişelenme!.."

212

Endişeleri o... Endişelenmişlerse, Allah'tan endişelenmişlerdir.

Mûsâ AS'ı düşünün: Firavun arkasından geliyor. Sahneyi gözünüzün önüne getirin!.. Kaçıyor bunlar da... Silahsız, sayıları az... Şehirden kaçmışlar, gizlice yola çıkmışlar. Arkalarından Firavun'un askerleri haber almış; dirlikli düzenlikli, silahlı birlikler tozu dumana katarak arkadan geliyor. Mûsâ AS'ın ashabı şöyle geriye bir baktılar, zavallılar titreşmeğe başladılar. Çoluk var, çocuk var, zayıf var, ihtiyar var... Mü'min bunlar, fukarâ, köle kimisi...

(Kàle ashàbü mûsâ innâ lemüdrekûn) "Eyvah yakalanacağız!" dediler. Mûsâ AS ne diyor:

(Kàle kellâ) Kellâ sözü çok önemli... var ama, bir de kellâ var; yâni aslâ demek... "Aslâ!"

"--Nasıl aslâ yâ Mûsâ?.. Arkadan düşman geliyor, tozu dumana katarak, kılıcını sıyırmış, gözünü kan bürümüş, yakalayınca kesecek hepimizi... Önünde de deniz, sahile gelmişin, güldür güldür sular önünde..."

Nasıl kellâ bu?.. İşte, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh"ı bilen insanın kellâ'sı bu... Buna da tevhîd-i bâtınî derler; içteki tevhid... Yâni, güç kuvvet Allah'ındır. Sen gücün kuvvetin Allah'ın olduğunu biliyorsan, batınî tevhide de ermişsin! "Her şey Allah'ın elinde... Allah dilerse yapar, dilerse korur. Allah koruyunca kimse bana zarar veremez; korumazsa, cümle cihan bana fayda veremez!" Hakîkî tevhid bu...

213

Peygamber SAS tabii söyledi, anlattı. Tatlı tatlı söyledi, güzel güzel söyledi. Hep itiraz ettiler, hep zorbalık yaptılar. Peygamber Efendimiz namaz kılıyor; namazını bozmağa, üstüne pislik dökmeğe çalıştılar. Vahiy geliyor, vahyi karıştırmağa çalıştılar, arkadan fıs fıs laflar karıştırdılar. Kur'an iniyor, Kur'an ayetleriyle alay ettiler. Allah delil gösteriyor, delilin karşısına ukelâlık edip çıktılar.

Alıyorlar, götürüyorlar, işkence ediyorlar. Arabistan'ın sıcağı buranın sıcağına benzemiyor muhterem kardeşlerim! Dayanılmıyor. Arabistan'ın sıcağında götürüyorlar, kumların üstüne yatırıyorlar; ondan sonra işkence ediyorlar. Ateşi yakıyorlar, sırtını ateşe yapıştırıyorlar.

Kadınları şehid ettiler. İlk müslüman şehid kadın kim?.. Sümeyye Hatun... Ammâr ailesinin ızdırabları, işkenceleri... Bilâl-i Habeşî'nin çektiği sıkıntılar... Ne diyorlar?.. "Dininden dön!" diyorlar. "Nereye döneyim be adam?.. Ben 'Lâ ilâhe illallah' demişim, Allah'ın varlığını, birliğini anlamışım. Şu taşa mı döneyim yâni?.. Dönmem!" diyor. "Ehad... Ehad... Ehad..." diyor. İşkence bir taraftan devam ediyor Bilâl-i Habeşî Hazretleri'ne... Dermanı yok, bayılacak hale gelmiş, inliyor; "Ehad... Ehad... Öldürseniz dönmem! Bir tek..." diyor, "Allah'ın şerîki, nazîri yok!" diyor.

214

Bu işkenceyi arttırdılar. Kız vermediler, yiyecek vermediler, içecek vermediler, ibadet ettirmediler... Baş edemediler gene, sonra ne yaptılar?.. "Öldürelim!" dediler. "Öldürelim bu Ebül Kàsım Muhammed'i!.." dediler, öldürmeye kasdettiler, niyet ettiler, tedbir aldılar. İş o raddeye geldi. Baktılar alay etmekle, sataşmakla, omuz vurmakla olmuyor iş; "Şu Ebül Kàsım muhammed el-Emîn'i öldürelim, bu iş bitsin! İşi kökünden halletmiş olalım!" dediler.

Bir taraftan da diyorlar ki, "Tek kişi öldürürse, kan davası olur. Ne yapalım: Her kabileden bir tane insan seçelim, hep birden hücum edelim; hepsi birden vursun, kim vurduya gitsin. Bütün kabilelerle de Benî Haşim baş edemez, diyet veririz." filân diye düşündüler. Neticede öldürmek kasdına kadar vardılar. Artık müslümanların işkencesi de bitti de, yaşama durumu kalmadı. O zaman Allah-u Teâlâ Hazretleri hicreti emretti.

Hicret ne demek?.. (Hecera, yehcüru, hecren, ve hicreten, ve hicrânen) Hicret, ayrılmak demek. Nerden ayrıldı Peygamber Efendimiz?.. Ana baba yurdundan, doğduğu vatan-ı aslîsinden, sevdiği Mekke-i Mükerreme'sinden, aşıkı olduğu Kâbe-i Müşerrefe'sinden ayrı düştü, ayrılmak zorunda kaldı, ayrıldı; Allah'ın emriyle...

215

.............

Nihayet Peygamber Efendimiz, Medine-i Münevvere'den gelmiş olan insanlara Akabe'de, --hani şu Büyük Şeytan'ın taşlandığı yer var ya, Cemretül Akabe diyoruz; orada-- anlattı durumu:

"--Beni destekleyin!" dedi.

Onlar da dediler ki:

"--Haklısın, kabul, destekleriz, tamam; buyur bizim şehrimize gidelim!.. Mâdem seni Mekkeliler kabul etmiyor, buyur bizim şehrimize gel! Biz seni, kendi canımızı koruduğumuz gibi seni koruruz, başımızın tacı ederiz yâ Ebel Kàsım Muhammed!.." dediler.

Peygamber SAS Efendimiz'i Medine-i Münevvere'ye davet ettiler. Böylece Peygamber SAS Efendimiz, Medine-i Münevvere'yi hicret edilecek yer olarak hazırlamış oldu. Oraya gitmeye karar verdi. Tabii, nasıl oluyor bu işler?.. Dikkat edilirse, Allah her şeyi planladığı için, evvelini ahirini bildiği için, her şeyi bildiği için, "Kulum şöyle yap, böyle yap!" diye önceden ayarlıyor.

Yâni, Mekkelilerin azıtmaları üzerine, Medine'ye dâvet de olunca, Peygamber SAS Efendimiz Mekke'den ayrıldı. Kendisi ayrılmadan önce de birçoklarını, "Önden siz gidin!" diye Medine-i Münevvere'ye gönderdi. Mus'ab ibn-i Umeyr RA'ı, Es'ad ibn-i Zürâre Hazretleri'ni gönderdi.

216

Medine-i Münevvere'ye önceden gidenler, orda bir grup teşkil ettiler, cemaat teşkil ettiler. Toplanmağa başladılar, namaz kılmağa başladılar. Hattâ, Cum'a Sûresi inmeden evvel, Medine'de toplanıp cuma namazı kılmağa başladılar. Tatlı tatlı İslâm'ı anlatıyorlardı, güzel güzel, yanık yanık Kur'an-ı Kerim'i okuyorlardı. İnsanları İslâm'a çekiyorlardı, müslümanların sayısı artıyordu. O ilk gidenler hazırlıyorlardı. Sonunda Peygamber SAS Efendimiz de hicret etti.

Bundan çıkacak ders nedir?.. İşte insanı zorlayabiliyorlar, imanını yaşamasına imkân vermeyebiliyorlar. Canına kasd edebiliyorlar. Ne yapacak?.. Burada olmuyorsa, olabilecek yeri arayacak. Bu küfür, bu şirk, bu putperestlik yok edilecek. Ama ordan, ama burdan... İçerden olmadı; o zaman, Peygamber Efendimiz başka bir yere gitti. Neden?.. İslâm'ı yayması gerekiyordu, Allah'ın dinini tebliğ etmesi gerekiyordu. Demek ki, burada olmazsa bir başka yere gitmek lâzım!..

Peygamber Efendimiz'in ashabına, Peygamber Efendimiz'in yanına gitmek, onun etrafında halkalanmak emrolundu. Benim farz namazı kıldırırken okuduğum ayetlerde bildiriliyor ki:

217

(İnnellezîne teveffâhümül melâiketü zalimî enfüsihim) "Böyle bir yerde durup da, dinini yapamayıp da, ibadetlerini yapamayıp da, günahlı bir yaşamdan sonra ölen kimselere melekler der ki; günahkâr olarak, nefislerine zulmedici vaziyette iken ecel gelmiş, ölmek üzere olan kimselere melekler sorarlar:

--(Kàlû fîme küntüm?) Ne haldeydiniz siz, bu ne hal?..

(Kàlû) Onlar derler ki:

--(Künnâ müsted'afîne fil ard) Biz yeryüzünde mağdur, zayıf, güçsüz, kuvvetsiz insanlardık. İşte gidemedik bir yere, dinimizi de yapamadık. Müslümanlığımızı yaşamadık, ibadetlerimizi yapamadık; bu kâfirlerin dediklerini yaptık. Günahı işledik, sevabı işleyemedik, İslâm'ı yaşayamadık.

(Feülâike me'vâhüm cehennem) Onların gidecekleri yer, sokulacakları, tıkılacakları yer, barınakları, sığınakları neresidir?.. (me'vâhüm cehennem) Cehenneme atılacaklar bunlar...

--Neden?..

Melekler onlara diyecek ki:

--(Kàlû elem tekün ardullàhu vâsiaten) Yâhu, yeryüzü geniş değil miydi?.. Sadece sizin oturduğunuz şehir miydi yeryüzü, geniş değil miydi?.. (fetühâcirû fîhâ) Oraya göçseydiniz! Burada müslümanca yaşayamıyorsanız, mü'minlik vazifelerinizi yapamıyorsanız; kâfirler size kâfirliklerini empoze ediyorlarsa, bırakıp da öbür tarafa gitseydiniz, yeryüzü geniş değil miydi?.. Yâni, imanınızı yaşayabileceğiniz yere gitseydiniz.

218

Demek ki, insanın imanını yaşaması, Allah'a ibadet etmesi, müslümanlık yapması, müslümanca yaşaması asıl olduğu için, doğduğu yeri, yaşadığı yeri, kazandığı yeri terkedip, imanını yaşayacağı yere, mü'min olarak yaşayabileceği yere gitmesi vazifedir.

--Gitmezse ne olur?..

--(Fe ülâike me'vâhüm cehennem, ve sâet masîrâ) Cehenneme gider. "Ne kötü yerdir, ne kötü gidilecek yerdir cehennem!.. Yâni, bir insan cehenneme gidecekse vaziyet ne kadar fenâ!.. Ne kadar kötü bir yerdir cehennem!" buyruluyor.

Onun için, hicret etmesi lâzımdı, hicret etmek mecburiyetti. Hakîkaten de müslümanlar --mâzeretleri olanlar müstesnâ-- Peygamber Efendimiz'in etrafında Medine-i Münevvere'de toplandılar, İslâm'a hizmet ettiler. İslâm gelişti, kuvvetlendi. Medine'nin eski adı Yesrib'di, değişti; ismi Medinetür Rasûl oldu, Medine oldu. Peygamberin şehri oldu, İslâm beldesi oldu, İslâm'ın başşehri oldu. Peygamber Efendimiz orada kuvvetlendi.

Orada da öldürmek istediler Peygamber Efendimiz'i... Hücum ettiler, asker gönderdiler, ordu gönderdiler, savaşlar oldu. Peygamber Efendimiz'e Allah galibiyet ihsân etti, yendiler kâfirleri... Sonunda Mekke'yi de fethettiler.

219

Yâni, neyi öğreniyoruz muhterem kerdeşlerim: Mühim olan müslümanca yaşamaktır!.. Nerede müslümanlığı yaşayabilirsek, oraya gideceğiz. Şimdi bugünün insanları geliyorlar, bana soruyorlar:

"--Hocam, benim çalıştığım yerde benim cuma namazı kılmama izin vermiyorlar, namaz kılmama izin vermiyorlar..."

"--Başımı örtmeme izin vermiyorlar..." diyor kadın...

Erkek diyor ki:

"--Sakal bıraktırtmıyor..."

Başka yere git!.. Mendil sat, çorap sat, bir şey yap yâni... Rızkın bir tane kapısı yok ki!.. Rızkı Allah nerden olsa verir sana... Binâen aleyh, bunlar mâzeret değil...

"--Cumaya gidemedim..."

Cumaya gidilecek yerde çalışsaydın!.. Veyahut bastırsaydın, cumaya gitme hakkını alsaydın!.. Fırsat geldiği zaman, fırsatı bulduğun zaman böbürlenip duruyorsun ya; "Türkiye'de %99 müslümanız, altmış milyon müslümanız." diye... Görelim müslümanlığını!.. Müslümansan, müslüman diyarıysa burası, İslâm'ın emirlerini uygularsın. Allah'ın emrettiği şeyleri yapacağım dersin, mâni olanlara da fırsat vermezsin... Rey vermezsin, seçmezsin!

220
221 ilâ 240. sayfalar