41 ilâ 60. sayfalar

Cevaben:

"--Hayır, velâkin cehennem ateşinden korunacağınız kalkanı alınız! Bu kalkan, (Sübhànallàhi vel-hamdü lillàhi velâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber)'dir; bunu deyiniz. Çünkü kıyâmet gününde bunlar sizin önünüzden ve ardınızdan gelecekler, yâni sizin necâtınıza sebep olacaklardır." buyurdular.

Bunlar bâkî olan, sàlih ve makbul amellerdendir. Binâen aleyh hiç gaflet etmeyip, her halde, her gün en az yüz kere söylemek her mü'min ve muvahhide elzemdir. Çünkü izni, şâri-i din Rasûl-i Ekrem Efendimiz vermiştir. Arkasından, (Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh) denilirse daha a'lâ ve efdal olur. Zîrâ bazı rivayetlerde bu da vardır. (Et-Tergîb, Zikir ve Dua bl.)

61

ÇEŞİTLİ TESBİHLERİN FAZÎLETLERİ

Cüveyriye RA Validemiz buyuruyorlar ki; Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz bir gün onun yanından çıkmışlar ve duhà (kuşluk) vaktinden sonra gelmişlerdi. Cüveyriye Validemiz ise, hâlâ tesbihatıyla meşguldüler. Efendimiz SAS Hazretleri buyurdular ki:

"--Hâlâ sen bıraktığım hal üzere misin?"

"--Evet!" cevabını alması üzerine Efendimiz SAS:

"--Ben sana dört kelime öğreteyim ki, bunları üç kere tekrarlarsan, senin bugün sabahtan beri yapmış olduğun tesbihlerinle tartılsalar, onlardan ağır gelirler. O kelimeler şunlardır:

(Sübhànallàhi ve bihamdihî adede halkıhî,ve rıdà nesihî, ve zinete arşihî, ve midâde kelimâtihî.) (1)

(1) [Yarattıklarının sayısınca, kendisinin razı olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve kelimelerindeki mürekkep sayısınca Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih eder, ona hamd ederim.] (Et-Tergîb, 2/438)

Sa'd ibn-i Ebî Vakkas RA'ın kızı Aişe, babasından nakil ve rivayet eder ki:

Bir gün Rasûlüllah SAS le beraber, önünde 400 kadar çakıl taşı veya çekirdek bulunan bir kadına uğramıştık. Kadın bunlarla zikir yapıyordu. Efendimiz SAS Hazretleri kadına:

62

"--Sana bundan daha kolay ve efdal olanı haber vereyim mi?" dediler ve:

(Sübhànallàhi adede mâ haleka fis-semâ', ve sübhànallàhi adede mâ haleka fil-ard, ve sübhànallàhi adede mâ haleka beyne zâlik, ve sübhànallàhi adede mâ hüve hàlik, vallàhu ekber misle zâlik, vel-hamdü lillâhi misle zâlik, velâ ilâhe illallàhu misle zâlik, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi misle zâlik.) tesbihini beyan buyurdular. (2)

(2) [Göklerde yarattığı yaratıkları sayısınca Allah'ı tesbih ederim. Yerde yarattığı yaratıkları sayısınca Allah'ı tesbih ederim. Yerle gök arasında yarattığı yaratıkları sayısınca Allah'ı tesbih ederim. Allah'ın yarattığı mahlûkat sayısınca Allah'ı tesbih ederim. Allàhu ekber'i de bu kadar, Elhamdü lillâh'ı da bu kadar, Lâ ilâhe illallah'ı da bu kadar, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh'ı da bu kadar söylerim.] (Et-Tergîb, 2/439-441)

Müslim'in bir rivayetinde, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'in Cüveyriye RA'ya tavsiyesi;

(Sübhànallàhi adede halkıhî, ve sübhànallàhi rıdà nefsihî, ve sübhànallàhi zinete arşihî, ve sübhànallàhi midâde kelimâtihî.) olarak kayd edilmiştir. (3)

63

(3) [Yaratıklarının sayısınca Allah'ı tesbih ve tenzih ederim. Allah'ı razı olacağı kadar tesbih ederim. Arşının ağırlığınca Allah'ı tesbih ederim. Kelimelerindeki mürekkep kadar Allah'ı tesbih ederim.]

İmam-ı Neseî'de ise, âhirine (Vel-hamdü lillâhi kezâlik) ziyadesi vardır.

Müslim'in diğer bir rivayetinde de:

(Sübhànallàhi ve bihamdihî velâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber, adede halkıhî, ve rıdà nefsihî, ve zinete arşihî, ve midâde kelimâtihî.) olarak varid olmuştur. (4)

(4) [Yarattıklarının sayısınca, kendisinin razı olacağı kadar, arşının ağırlığınca ve kelimelerindeki mürekkep sayısınca Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih eder, ona hamd ederim; Lâ ilâhe illallah ve Allahu ekber derim.]

Tirmizi'nin rivayetinde ise, Efendimiz SAS Hazretleri Cüveyriye RA validemize mescidde iken uğramışlar, sonra dışarı çıkmışlar. Öğleye yakın bir zamanda yine mescide geldiklerinde, bakmışlar ki yine mesciddeler,

"--Sabahtan beri hep bu hal üzere misin?" diye sormuşlar.

O da "Evet." deyince, Efendimiz SAS Hazretleri:

64

"--Ben sana bazı kelimeler öğreteyim ki, onları üçer kere okumaklığın senin için daha a'lâ ve efdaldır." buyurmuşlardır.

Bu konuda, Müslim her cümleyi üçer kere okumayı, Neseî ise bütün cümleyi ayrı ayrı üçer kere okumayı tavsiye etmişlerdir. Bu rivayetlerin muhtelif oluşu, her halde müteaddid zamanlardaki hadiselere göre olsa gerektir. Allàhu a'lem.

CEVÂMİUL-HAMD VE ZİKRE AİT RİVAYETLER

Her kim Hazret-i İbn-i Ömer RA'dan rivayet olunan:

(Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîne hamden kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi alâ külli hàl, elhamdü lillâhi hamden yüvâfî niamehû ve yükâfî mezîdeh.) (1) duasını üç kere okursa, hafaza melekleri onun ecir ve sevabını ne kadar yazacaklarında aciz kalırlar da, kendilerine gelen vahiyde: "Kulumun söylediği gibi yazın!" diye emir buyurulur.

(1) [Her hâlükârda nimetlerine lâyık ve onların artmasına vesile olacak en güzel şekilde, hamd ü senâlar alemlerin Rabbi olan Allah'a olsun.] (Et-Tergîb, 2/441)

Ebû Saîd el-Hudrî RA'ın rivayetinde, bir kişinin namazda okuyabileceği hayırlı bir dua öğretmesini taleb etmişler; Efendimiz SAS Hazretleri de:

65

"--Cebrail Aleyhis-salâtü ves-selâm Hazretleri geldi, buyurdu ki: Muhakkak namazda en hayırlı dua:

(Allàhümme lekel-hamdü küllüh, ve lekel-mülkü küllüh, ve lekel-halku küllüh, ve ileyke yerciul-emru küllüh, es'elüke minel-hayri küllih, ve ezü bike mineş-şerri küllih.) duasıdır." buyurdu. (2)

(2) [Allahım, her türlü hamd sana mahsustur. Bütün mülk senindir. Halkın tamamı senindir. Bütün işler sana döner. Hayrın hepsinden taleb ediyorum ve şerrin tamamından sana sığınıyorum.] (Et-Tergîb, 2/441)

İmam-ı Beyhakî'ye göre, Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri, Muaz ibn-i Cebel RA Hazretleri'ne buyurmuşlar ki:

"--Her gün ne kadar zikr edersin? On bin kere zikr eder misin? Şimdi ben sana öyle kelimelere delalet edeyim ki, onlar sana gayet ehven ve kolay olmakla beraber, onbin kere zikirden daha efdaldir. Şöyle de:

(Lâ ilâhe illallàhu adede kelimâtih, lâ ilâhe illallàhu adede halkıh, lâ ilâhe illallàhu zinete arşih, lâ ilâhe illallàhu mil'e semâvâtih, lâ ilâhe illallàhu misle zâlike meah, vel-hamdü lillâhi misle zâlike meah.) (3)

66

(3) [Allah'ın kelimeleri adedince Lâ ilâhe illallah, Allah'ın yarattıkları adedince Lâ ilâhe illallah, Arş-ı A'zamının ağırlığı kadar Lâ ilâhe illallah, semâlarının dolusunca Lâ ilâhe illallah, ve bunlar kadar da yine Lâ ilâhe illallah... Bunlar kadar da yine Allàhu ekber... Bunlar kadar da yine Elhamdü lillâh...] (Râmûz, 501/7)

Bunların sevabını yazmağa melek de, başkası da kàdir olamaz.

Bu ve bunun emsâli hadis-i şeriflerle bildirilen ibareler, lafzan çok kısa velâkin mânâ îtibarıyla had ve hududu bulunmasına imkân olmayan enginliktedir ve beşer kudretinin bunları kavramaya kâfî gelmediği cümlece ma'lûmdur. Binaen aleyh, bunların üzerinde durmayıp, emrolunduğumuz vechile zikirle meşgul olmak daha iyi ve daha güzeldir. Çünkü bunlar atom misalidir, atomun cüssesi ufak fakat tahribatı nasıl büyükse, bunların da lafızları, kelimeleri az, mânâları ise ölçü ve hudud tanımaz.

Meselâ, adede kelimâtih'in ihàta ettiği anlamda görüldüğü gibi, Allah-u Teàlâ'nın kelimelerinin ve mahlûklarının aded ve sayısını bilmek hiç mümkün müdür? Onbin diye vaki olan aded kesretten kinâyedir, yoksa tahdid değildir.

67

Amma bir insanın durmadan gönlünü ve dilini zikrullah ile meşgul etmesi ve gönlüne Hak'tan gayri şeyleri sokmamak üzere onu murakabesi altında bulundurması; bununla beraber nefsini bil'umum şehevâni yaramaz şeylerden, arzu ve heveslerden koruması ve her türlü, gerek kebâir ve gerekse sagàir günahlardan, hatta mekruhlardan uzak kalması; farz, vacib, sünnet ve müstehablara da son derece riayetkâr olarak kimseyi incitmemesi, hak ve hukuka ziyadesiyle dikkat edip, mümkün oldukça beş vakit namazın cemaatle kılınmasına önem vererek devam etmesi; ve bahusus sabah namazından sonra işrak vaktine kadar bulunduğu mescidde, mümkün değilse evinde oturup bir Yâsin-i Şerif okuduktan, evrad ve zikrini îfâdan sonra işrak namazını kılıp işine gitmesi ne kadar güzeldir. Bunu yapanın bir de nafile hac ve umre sevabına nâil olacağı hakkında müteaddid hadis-i şerifler vardır.

İlâhî nurun gönle dahil olabilmesi için, o kalbin gayet saf, yumuşak ve ince olması gerektir. Bu da ancak maddî ve mânevî bil-umum iç ve dış günahlarından àrî ve uzak olması ve rikkat-i kalb denilen yumuşaklık --ki bu haslet, sertliğin, gılzatın zıddı olan merhamet, acımak demektir-- sıfatına sahib olmasıyla kàbildir.

68

Maddî günahlar herkesin ma'lûmu olan içki, zinâ, kumar, sirkat, zulüm, yalan, katl, israf ve emsâli günahlardır. Para ve malın israfı ne kadar mezmum ise şüphesiz ki, emsali olmayan ve bir daha ele geçmesi mümkün olmayan ömr-ü azîzini, hevâ-yı nefs ve şehvânî arzular peşinde zâyî etmek de israfın en büyüğü ve en kötüsü olduğu cümleye ma'lûmdur.

Şüphesiz ki, hakîkî müslümanların bunların hepsinden ve bâhusus kibir, gurur, azamet, hased, ücub, hırs, riyâ, kin, gıybet, fahr, gazab, nemîme ve merhametsizlik gibi mânevî günahlardan da âzâde ve uzak olması; bunların yerlerini ahlâk-ı hamîde ve hasene ile tezyin eylemesi, başlıca ve mühim vazifelerinden olduğunu söylemek zâid ve fazla olsa gerektir. Bu iyi hasletler; şecâat, sehàvet, hikmet, adalet, merhamet, muàvenet, sadâkat, sabır, emanete riayet, sözünde durmak, hayâ, ahdine vefa ve benzerleridir ki, bunlar hep şeàir-i İslâmiyyenin ve kemâlât-ı insâniyyenin başlıca alâmetlerindendir. Bunlarsız ruhun terakkîsi mümkün değildir.

Nezâfet ve hüsn-ü ahlâk, kemâlât-ı insâniyye ve imanın en yüksek mertebelerindendir. Nezâfet, iç ve dış temizliğiyle olur. Hüsn-ü ahlâk ise, ancak salih kulların arasına girerek hem din ilmini, hem de tasavvuf ilmini öğrenip amel etmekle mümkündür. Meselâ; soğuk bir demiri harlı bir ateşin içine soktuğumuz vakit, soğuk olan o demirin, bir müddet sonra ateşden aldığı ateşlik sıfatıyla ateş gibi yakmağa başladığı, herkesçe bilinen bir şeydir.

69

Bunun gibi kabiliyeti olan bir insan da, iyi bir insanın hizmetinde bulunduğu zaman, hiç farkına varmadan onun gibi iyi ve güzel sıfatların sahibi olur. Bunun misâli pek çoktur. Bilhassa ashàb-ı kirâmın hali, ma'lûm olanların başında gelir.

Enes ibn-i Mâlik RA rivayetinde der ki:

"Bir gün Übey ibn-i Kâ'b RA, mescid-i şerife giderek Allah-u Teàlâ'nın rızâ-yı şerifi için namaz kılıp, hiç kimsenin yapmadığı bir hamdle Allah-u Teàlâ'ya hamd edeceğini beyan etmiş. Namazını kılıp hamd ü senâ edeceği sırada, arkasından yüksek bir sesle:

(Allàhümme lekel-hamdü küllüh, ve lekel-mülkü küllüh, ve biyedikel-hayru küllüh, ve ileyke yerciul-emru küllüh, alâniyetehû ve sirruh, lekel-hamdü inneke alâ külli şey'in kadîr. İğgirlî mâ medà min zünûbî, va'sımnî fîmâ bakıye min umrî, verzuknî a'mâlen zâkiyeten terdà bihâ annî, ve tüb aleyye.) (4) sedâsını işitir ve gelip Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri'ne kıssayı anlatır. Efendimiz SAS Hazretleri, o duayı okuyanın Cebrâil AS olduğunu bildirmişlerdir.

(4) [Allahım, her türlü hamd sana mahsustur. Bütün mülk senindir. Her türlü hayır senin kudret elindedir. Gizlisi ve açığı ile işlerin hepsi sana döner. Hamd sana mahsustur. Şüphesiz ki, sen her şeye kàdirsin! Geçmiş günahlarımı bağışla, ömrümün kalan kısmında beni koru, razı olacağın güzel ameller yapmamı nasîb eyle ve tevbemi kabul eyle...]

70

Hazret-i Ali'nin (Kerremallàhu vecheh) beyanında ise; Cebrâil AS, Peygamber-i zişan SAS Hazretleri'ne gelerek:

"--Bir gün veya bir gece Cenâb-ı Hak Hazretleri'ne layıkı vechile ibadet etmek ister ve böylece mesrur olmağı kasd edersen:

(Allàhümme lekel-hamdü hamden kesîran hàliden mea hulûdik, ve lekel-hamdü hamden lâ müntehâ lehû dûne ilmik, ve lekel-hamdü hamden lâ müntehâ lehû dûne meşîetik, ve lekel-hamdü hamden lâ âhira likàilihî illâ rıdàk.) hamdine devam et diye tavsiye buyurdukları, mervidir. (5) Onun için bunlara devam edilmesi şâyân-ı tavsiyedir.

(5) [Allahım, senin gibi sonsuz hamd ve senâlar sana olsun! Senden başka kimsenin bilemeyeceği sonsuz hamd sana olsun! Dilediğin kadar sonsuz hamd sana olsun! Söyleyenin sonunda seni razı edeceği kadar hamd sana olsun!] (Et-Tergîb, 2/443)

LÂ HAVLE VE LÂ KUVVETE İLLÂ BİLLÂH'IN FAZİLETLERİ

Ebû Mûsâ RA'ın rivayet ettiğine göre, Rasûl-i Ekrem SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:

"(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'ı çok şöyle! Çünkü bu cennet hazinelerinden bir hazinedir." (1)

71

(1) [Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.]

Ebû Hûreyre RA Hazretleri ise:

"Bana Rasûlüllah SAS Hazretleri buyurdular ki:

(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm)'i çok söyle, çünkü bu cennet hazinelerindendir." diye rivayet etmişlerdir. (2)

(2) [Güç ve kuvvet ancak şânı yüce Allah'tandır.]

Ve yine mümâileyh tarafından, bu (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)' okumanın 99 derde deva olacağı ve en azından hüzün ve kederi gidereceği bildirilmiştir.

Mu'az ibni Cebel RA'ın rivayetinde, Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri;

"--Sana cennet kapılarından bir kapıya delâlet edeyim mi?" buyurmuşlar.

O da:

"--Evet yâ Rasûlallah, nedir o?.." demişler.

Efendimiz SAS de:

"--(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'tır." buyurmuşlardır.

72

Ebu Zer RA Hazretlerinin rivayetlerinde, Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri:

"--Allah-u Teàlâ Hazretleri bir kuluna nîmet verir, o kul da o nîmetlerin elinde kalmasını isterse, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'ı çok söylesin!" buyurmuşlardır.

Binâen aleyh, günde yüzden aşağı yapmamak evlâdır. Çünkü her gün yüz defa okuyan kimsenin, kat'iyyen fakirlik yüzü görmeyeceği beyan buyrulmuştur.

Mâlik el-Eşcaî RA Hazretleri, bir gün Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri'ne gelip, oğlu Avf'ın esir olduğunu haber vermişler. Efendimiz SAS Hazretleri de:

"--Ona haber gönderin, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'ı çok söylesin!" diye emretmişler.

Halbuki, o anda Avf zincirlerle ayaklarından bağlı bulunuyormuş. Allah-u Teàlâ'nın hikmetine bakın ki, bu duaya devamıyla bir gün ayağındaki zincirler kendiliğinden çözülmüş, o da fırsattan istifade ederek, hemen orada bulduğu bir deveye atlayıp kaçmaya başlamış. Yolda rastladığı deve çobanlarına bir nâra atarak onları korkutup kaçırmış, bütün develeri önüne katıp babasının evine gelmiş.

73

Ev halkı son derece sevinmişler ve develer hakkında Rasûl-ü Ekrem'den ne yapacaklarını sormuşlar. Efendimiz SAS Hazretleri de "İstediğiniz gibi hareket edin!" buyurmuşlardır. Bunun üzerine derhal,

ayet-i celilesi sadır olmuş ve bir kimse Allah'tan korkup emirlerine imtisâl ederek ve yasaklarından kaçarak ittikà üzerinde olursa, Cenâb-ı Hakk'ın, onu bütün sıkıntılardan kurtarıp, ummadığı yerlerden rızıklandıracağı beyan buyrulmuştur. (Et-Tergîb, 2/446)

GECE VE GÜNDÜZ OKUNACAK ZİKİRLER

Her kim Sûre-i Bakara'nın sonunda olan iki ayeti (Âmener-rasûlü...) her gece okursa, ona kâfidir. Yâni, ona gerek fazilet cihetinden ve gerekse o gece gelecek afetlere karşı, hattâ zuafâ için gece kılacağı teheccüd namazına da yeter.

Her kim gece yatmadan evvel veya gece vaktinde Yâsin Sûresi'ni Hak rızası için okursa, mağfiret olunur. Çünkü bu sûreye Kur'an'ın kalbi denilmiştir. Zira, kudret-i ilâhiyyeye delâlet eden, ibretle dolu ve insanları intibâha davet eden ayetleri muhtevîdir. Sabah akşam okumayı unutmamalıdır.

74

Efendimiz SAS Hazretleri bir gün ashàb-ı kirama:

"--Sizlerden biriniz bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumadan aciz olur musunuz?" deyince, bu soru ashàb-ı kirama ağır geldi de:

"--Buna kim kàdir olur yâ Rasûlallah?" dediler.

O zaman Efendimiz SAS Hazretleri, İhlâs Sûresi'nin (Kul hüvallàhü ehad) Kur'an'ın üçte birine muadil olduğunu beyan buyurdular.

Her kim her gün ikiyüz defa İhlâs Sûresi'ni okursa, onun kul borcundan gayri elli senelik günahları af ve mahvolur.

Her gece Sûre-i Mülk'ü (Tebârakellezî biyedihil-mülk...) okuyanları Allah-u Azze ve Celle azâb-ı kabirden men eder, yâni korur.

Geceleri Duhan Sûresi'ni okuyanlar için, yetmişbin melek sabaha kadar istiğfar ederler.

Her gece Vâkıa Sûresi'ni (İzâ vakaatil-vâkıah) okuyana katiyyen fakirlik isabet etmez. Belki Cenâb-ı Hak onun rızkını genişletir.

Geceleri Yâsin Sûresi'ni okuyan kimse, mağfur olarak sabaha dahil olur. Duhan Sûresi'ni cuma geceleri okuyan kimse de, mağfur olarak sabaha dahil olur.

Ebül-Münzir el-Cühenî RA, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz SAS Hazretlerine:

75

"--Yâ Rasûlallah, efdal kelâmı bana tâlim buyursanız!" diye rica etmişler.

Efendimiz SAS Hazretleri de:

"--Günde yüz kere,

(Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümîtü biyedikel-hayru ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) (1) de, bu takdirde amel cihetinden insanların efdali olursun; ancak senin gibi günde yüz kere veya fazla söyleyenler müstesna..." buyurmuştur.

(1) [Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur. O diriltir, o öldürür. Her türlü iyilik onun kudret elindedir. O her şeye kàdirdir, gücünün yetmediği hiçbir şey yoktur.]

Diğer bir rivayette ise, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'ı günde yüz kere kim derse, o kimseye kat'iyyen fakirlik isabet etmeyeceği bildirilmiştir. (Et-Tergîb, 2/446)

Ebû Hüreyre RA Hazretleri'nin rivayetinde ise şöyledir: "Her kim günde yüz defa, "Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." derse, on köle azad etmiş gibi olmakla beraber yüz de hasene yazılır, yüz seyyiesi de mahvolunur. Ve o gün için o zat şeytanın şerrinden mahfuz olur, ta akşama kadar; ve ondan efdal hiç kimse gelmez, ondan daha fazla diyenler müstesnâ..."

76

Müslim ve Tirmizî rivayetlerinde ise; "Her kim günde yüz kere 'Sübhanallàhi ve bihamdihî' derse, denizlerin köpükleri kadar çok hataları olsa dahi, dökülür. Yâni günahları kalmaz, af ve mağfirete mazhar olur." buyrulmuştur.

Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah RA'ın rivayetinde de; her kim günde iki yüz kere, "Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." derse, ne evvelki ne de sonraki kimselerden hiç birinin, sevab cihetinden ona yetişemeyeceği ve onu geçemeyeceği, bildirilmiştir. Ancak ondan daha efdal amel işleyenler müstesnâ...

Ebüd-Derdâ RA Hazretleri'nin rivayetinde ise; "Bir kul günde yüz kere 'Lâ ilâhe illallah' derse, kıyamet gününde yüzü ayın ondördüncü bedir gecesi gibi parlak olduğu halde ba's olunur ve onun amelinden efdal hiç bir amel dergâh-ı izzete ref' olunmaz; ancak onun gibi veya daha ziyade söyleyenler müstesnâ..." buyrulmuştur.

Görülüyor ki, Et-Tergîb vet-Terhîb adlı dört ciltten ibaret hadis-i şerif kitabını mütâlâa etmekte iken rast geldiğimiz bu gibi fezailleri, elimizden geldiği kadar bazan Türkçesini, bazan da aynını yazmak sûretiyle kardeşlerime beyan etmeye çalıştım. Râvîlerin müteaddid oluşu sebebiyle, kelimeler arasında ufak tefek farklar varsa da, gaye ve netice hep birdir. Maksad, zikr olunan evradı, zikri ve tesbihi, bildirilen aded kadar okumağa gayret etmek ve va'dolunan mükâfâta nâil olmaktır. Bu, elbette büyük bir bahtiyarlık alâmetidir.

77

Zâten bu sonu olmayan fânî dünyada, ömr-ü azîzini beyhude şeylerle zâyi etmek kadar da kötü bir şey yoktur. İnsan kaybettiği küçük bir dünya metaına bazan ne kadar acınır. Hele bu biraz da kıymetli bir şey olursa, artık onu ömrü boyunca unutamaz. Halbuki, ömrün bir saniyesini ve bir nefesini bile telâfi etmeğe imkân var mıdır?..

Yine herkesin ma'lûmudur ki, bu evradların fezâili ayrı; kemâlat-ı insâniyenin tahsîli ve imanın kemâli, o da ayrı...

Evrad ve zikirden gönüle nurlar iner. İnsan bunlardan çok büyük fayda ve zevklere nâil olur ve va'dedilen çok büyük sevaplara ve mağfiretlere müstehak olur. Lâkin, ahlâken tekemmül etmemiş kimselerin, yalnız evrad ve zikir yoluyla olgunlaşması pek de kolay olmaz. Bu zikir ve evradlara devamla beraber, bir de nefsi ile mücâdele ve mücâhedeye azmi, kararı, sabır ve sebatıyla beraber, ölünceye kadar çalışması da şarttır. Zira nefs ve hevâsı ile mücâhede, cihâd-ı ekberdir.

[Ben ahlâkın asil ve güzel olanlarını tamamlamak için gönderildim.] (Râmûz, 245/7) buyrulduğu gibi;

78

[O gün ne mal fayda verir, ne de evlât... Ancak Allah'a kalb-i selîm ile gelenler o günde fayda bulur.] ayet-i celîlesinde beyan buyrulan kalb-i selîm ise, derin ve geniş mücâhedelerdeki muvaffakıyetlere ve Cenâb-ı Hakk'ın rahmet, tevfik ve inâyetine vâbestedir. İnsanın ahlâken tekemmülü nisbetinde ve kalb-i selîmi derecesinde Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne ve Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri'ne kurbiyyet hasıl edebileceği âşikârdır.

Şiir

Ne devlettir ki, dildârım sen oldun;
Enîs ü munîs ü yârim sen oldun.

Dil-i pür-derdimin dermânı sensin;
Şifâ-yı cân-ı bîmârım sen oldun.

Bana hasm olsa àlem halkı, gam yok...
Ne korku, çün nigehdârım sen oldun.

Safâlar ger cefâlar bulsa cânım,
Refîk-ı cümle etvârım sen oldun.

Sana dil vermişem ey cân-ı àlem,
Ezelden çünkü dildârım sen oldun.

Disem ismi-şerîfin yâdımız bes,
Dilimde cümle güftârım sen oldun.

Sana ta'zim eder dillerde Hakkı...
Der inkârım yok, ikrârım sen oldun.

İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin yukarıdaki manzumeleri, cidden büyük bir teslimiyet, kavî bir iman, derin bir tevekkülün beliğ bir ifadesidir ki, hayran olmamak kàbil değildir. Cenâb-ı Hak cümlemize böyle iman, tevekkül ve teslimiyet nasib buyursun...

79

DEVAMLI ZİKRULLAHIN ÂDÂBI

Ey aziz! Ehlullah demişler ki, zâkir zikrullah ederken, ol halde nice âdâb ile müteeddeb olmalıdır:

1. Evvelâ kalıp ve kalbini, bilcümle meşguliyetten fâriğ ve hâlî kılmalıdır.

2. Tevbe için gusl etmeli veya abdest almalıdır.

3. İki rekat namaz kılıp, dua etmelidir.

4. Hoş kokulu, tenha bir yerde oturmalıdır.

5. Ol mekânın, karanlık bir köşesinde, i'tikâf niyetiyle bir seccâde kadar yer ayırıp, hasır veya kilim üzerine bir seccâde sermelidir.

6. Ol seccâde üzerinde kıbleye karşı aks-i teverrük şeklinde veya bağdaş kurarak, elleri dizleri üzerine koyup, gizlice zikrullaha devam etmelidir.

7. Gözlerini yumup, iç gözlerinin açılmasına gayret etmelidir.

8. Şeyhinin hayalini muhafaza ile, himmet talebiyle ve ona muhabbetle ruhaniyetine yönelmelidir.

9. Gece kàim, gündüzleri sàim olmalıdır.

10. Fazla açlık ve tokluktan sakınmalıdır. Hayvanî yağ olmayan yağlı taamları hadd-i vasat, orta derecede yemelidir.

80
81 ilâ 100. sayfalar