241 ilâ 260. sayfalar

Ey aziz! Ehlullah demişler ki:

"--Dünya sevgisi, kulu Mevlâsından ayırıp, ibâdet ve huzûrdan men eder. Dünyayı gönülden çıkarmak, ancak zâhidlikle olur. Bunun için sana lâzımdır ki, seni Mevlândan ayıran ve ona ibâdette huzurdan alıkoyan dünyayı terk edesin. Zira, nefis ve kalb birdir. Bir şeyle meşgul olunca diğerinden mahrum olunur. Halbuki, dünya ve ahiret bir terazi misalidir. Bir tarafı ağır olunca diğer tarafı yukarı kalkar. Dünya, şark ile garb gibi, doğu ile batı gibidir. Birisine meyl eylediğin takdirde, diğerinden uzaklaşırsın."

Hazret-i Ebüd-Derdâ RA der ki:

"--Ticaretle ibâdeti cem etmeğe çalıştım, cem olmadılar. Ticareti bıraktım, ibâdete devam nasib oldu."

Hz. Ömer RA da, şöyle der:

"--İbadetle ticaret cem olsaydı, benim için mümkün olurdu."

Dünyaya muhabbet eden ahiretine zarar verir. Ahiretine muhabbet eden dünyasına zarar eder. Öyleyse, bâkîyi, faniye tercih ediniz. Muhakkak bil ki, zahirin dünya ile, batının onun fikriyle meşgul iken, senin için ne ibadet müyesser olur ne de huzûr. Eğer dünyayı bırakıp, zâhir ve batınınla andan ayrılabilirsen, senin için hem ibâdet, hem de huzûr hasıl olur.

261

Fakat şunu unutmamalı ki, huzur bulamıyorum diye hiç bir ibâdet ve zikir kat'iyyen terk olunmaz. Evet, sular her ne kadar bulanık dahi olsa, elbette bir zaman sonra durulacağı hatırdan çıkarılmamalıdır. Bunun daha acısı, Cenâb-ı Hak kendisine bir çok nîmetler ve imkânlar vermiş olduğu halde, yaşını başını da almış bir kimsenin, ömrünü kahve, gazino ve sinema gibi sıhhati ve ahlâkı ifsad eden, insanı o güzel canım ibâdetlerden alıkoyan yerlerde geçirmesidir. Bu alışkanlık, kötü adet ve arkadaşların verdiği zarar, o ticaret veya işi ile meşgul olub ibadet, taat bilmiyenlerden daha çok acı ve zararlı olduğu inkâr olunmaz bir felâkettir.

Bir kâmil zât demiştir ki:

"--Dünya aslında bir cife-i habis-i kabiha misalidir. Görmez misin ki sonu aynı cife, fesad ve izmihlâldir. Lâkin, bu cifenin dışı gayet güzel kokularla ve altın, gümüş ve çeşitli cevherlerle zînetlenmiş olduğundan, gàfiller dışına aldanmışlardır. Zâhidler ise, bundan uzak kalmışlardır. Halbuki, dünyanın haramından zühd etmek farz-ı aynıdır. Helâlinden zühd ise, nafile ve güzel bir harekettir. Dünyanın haramı ateş, helâli de ölü misalidir. Ancak zaruret indinde hacet miktarı yemek caizdir."

262

Meselâ, bir kimse gayet güzel bir helva pişirse ve lâkin içine biraz zehir katsa ve bunu iki kişiden biri görüp diğeri görmese, sonra o canım helvayı gayet kıymetli tabaklara koyup, o iki kimsenin önüne koysa; tabii zehirin konduğunu gören ondan uzak kalır ve ölüm tehlikesini bildiği için, onun ne süsüne ve ne de tadına önem vermez ve yemez. Öteki arkadaşı ise, onu kemâl-i afiyetle yer ve üstelik arkadaşını da yemeye zorlar, "Sen de yesene!" der ve helâk olub gider.

İşte haram ile helâlın misâli böyledir. Haramlar mutlaka insanı helâk eder. Helâlın da her ne kadar zehiri yoksa da, pis mikroplu sular ve her çeşit pisliklerle yapılmış bozuk gıda gibidir. Gören ve bilen kimsenin onu yemekten kaçındığı ve bilmiyenin de, bilakis hırsla yediği ma'lûmdur. Akıbetinin de o zehirlenip ölen gibi olmasa da, bir çok tehlikeli hastalıklara duçar olacağı şüphesizdir.

İşte dünyanın helâlının àkibeti de böyledir. Buna, körlük ve cehalet derler. Yememek ve ondan kaçmak da, ilim ve basiret sahiplerinin işidir. Gàfil ve cahilde de, eğer bu ilim ve basiret olsaydı, o da yiyib helâk olmazdı.

263

Yüzün tut, bu dirin âyinesinden seyr kıl anı!
Ki bu sûret ki sen tuttun, ne mânâdır anın şanı?

Gönülden iste canı, hüsn-i tenden geç ki hiçtir bu;
Ger olsa şems-i cân, tâbân olun afak-ı mestanı.

Eğer cennet dilersen nefsden geç, gönlüne gel kim;
Cehennem nefstir, bed huylarıdır nâr-ı suzânı.

Huzûz-ı nefsi terk et, ver hukukun hakperest ol kim;
Dü alemdir haram ol cana kim, olmuş o hakkànî.

Muhabbet ehline bî-dost gülşen külhan olmuştur.
Bulan anı, iki alemde olmuş mest ü hayrânı.

264