(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümullah) "O iddiacılara, palavracılara söyle, Allah'ı seviyorlarsa, sana tabi olsunlar; o zaman Allah da onları sever."
Kimmiş o palavracılar?.. Ehl-i kitap, hristiyan ve yahudiler... Peygamber Efendimiz'in zamanında Peygamber Efendimiz'e inanmıyorlar, tâbi olmuyorlar;
(Nahnü ebnâullàhi ve ehibbâühû) "Biz Allah'ın oğullarıyız, Allah'ın sevgilileriyiz." diyorlar. Yâni müslüman olmuyorlar. Halbuki dinlerinin devri geçti, Allah yeni peygamber gönderdi. Mûsâ AS'dan sonra, İsâ AS'dan sonra, onların da müjdelediği ahir zaman peygamberi geldi; ona uyacaklar. Diyorlar ki:
"--Biz Allah'ın sevgili kullarıyız, doğru yoldayız; uymayız."
Allah ayet indiriyor onlara:
"--Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, Muhammed-i Mustafâ'ya tabi olun! Allah sizi o zaman sever." diyor.
Biz de burdan dersimizi alıyoruz. Demek ki, Allah'ın sevgisini kazanmanın yolu ne imiş: Rasûlüllah'ın yolunda yürümekmiş. Peki benim bu okuduğum kitap ne?.. Peygamber Efendimiz'in hadis kitabı bu!.. Biz başka bir şey yapıyor muyuz, ne yapıyoruz burda?..
O kadar aptal düşmanlarımız var ki, ezer geçeriz evvelallah... Televizyonlarda seyrediyorum, gülüyorum, üzülüyorum. Yalancı alçak diyor ki:
"--Şeyhlerin ilk işi müridin malını almaktır, ver bakalım malının hepsini der." diyor.
Allah aşkına söyleyin, böyle bir şey var mı, doğru mu bu?.. Yalan!.. Utanmıyor, yayınlıyor bunu; Radyo Televizyon Üst Kurulu da onu kapatmıyor.
Mevlânâ öyle mi yapmış, Yunus öyle mi yapmış?.. Yunus ne diyor, bak:
Ele geleni yersin,
Dile geleni dersin,
Böyle dervişlik dursun,
Sen derviş olamazsın!
Ele geleni, gelse bile kabul etmiyor. Neden?.. Haram mı, helâl mi diye düşündüğü için...
Hocamız'a bir file getirmişler hediye... Biz sizden hediye filân istemiyoruz, ama hediyeleşmek İslâm'da var... İhtiyacımız da yok, Allah beni müstağni kılmış. Ben kendim zekât veriyorum sağa sola, fakir fukarayı kendim arıyorum. Hediyeye de ihtiyacımız yok. Ama müslümanlar arasında hediyeleşme var, Peygamber Efendimiz'in de yaptığı bir şey...
Hocamıza bir file meyva getirmişler, kapıya koymuşlar. Hocamızın hizmetinde bulunmuş Naime Hanım anlatıyor. Hocamız bakıyormuş, başını sallıyormuş. Demiş ki: "Naime kızım, şu torbanın içi yılan çıyan dolu... Evlâdım at bunu dışarı!" Halbuki elma armut var, meyva var... Neden yılan çıyan diyor: Haram paradan alındığı için... Onu görüyor mânevî olarak.
Demiş ki: "Biz gelenlere onların lâyık olduğu muameleyi yapsak, bir daha hiç gelmez. Bu kadına şimdi, 'Senin getirdiğin haramdır.' desek, darılır, gelmez. Halbuki darıltmadan İslâm'ı anlatacaksın."
Şimdi ben İsveç'e gittim. Üç dört gün konuştum. Sonradan hepsi dediler ki: "Yâ biz hep haram işliyormuşuz, günahtaymışız, tevbe edelim!" dediler. İlk başta söylesem hepsi kaçardı. Yavaş yavaş fırını yaktık, ısındı, aşlar pişti, birbirimizi tanıdık; ondan sonra hatasını söyledik, anladı, düzeltecek. İçki satıyorlarmış da, "Biz haram işliyormuşuz, halimiz ne olacak?" dediler. "Tabii, düzeltmek lâzım!" dedim.
Bütün bunları nerden açtık? Bir hadisle bir ders bitti, hasbunallàh... Zaman da rüzgâr gibi geçiyor. Peygamber Efendimiz'in ashabına söğdükleri gibi evliyâullaha da söğenler oluyor. Görüyorsunuz, gördünüz. Vefat etmiş bir insan... Bir kere SAS Efendimiz'in hadis-i şerifi var:
(Üzkürû mevtâküm bil-hayr) "Ölmüşlerinizi rahmetle anın!" Öldü artık, hesabı Allah'a kaldı. Ona da uymuyor.
Sonra, Hocamız'ı neyle itham etmiş? Nasıl tahammül edilir, bilmiyorum. Hocamız röntgenciliği tavsiye ediyormuş(!). Röntgencilik ne demek?.. Röntgen makinasını kullanmak demek değil, bir argo tabir bu... Bir delikten, soyunan çıplakları seyretmek demek. Anahtar deliklerinden, duvar deliklerinden, bir yerlerden haram olan bir şeyi seyretmek demek...
Hocamız böyle tavsiye ediyormuş. Şeyhler hep kötüymüş, tarikatler hep kötüymüş; Mehmed Zâhid Kotku Hocamız da böyle yapıyormuş. Hiç biriniz böyle bir tavsiye duydunuz mu Hocamızdan?..
Bu iftirayı nerden çıkartıyor?.. Bir kitap var, El-İbrîz diye; çok güzel bir kitap, okumanızı tavsiye ederim. Evliyalığın nasıl bir şey olduğunu anlamak isterseniz, okuyun! Çok güzel bir kitap... Tasavvuf tarihinde çok önemli kitaplardan birisi... İzmir müftüsü Celâl Yıldırım diyor ki: "Ben bu kitaba aşık olduğumdan, çok sevdiğimden bu kitabı tercüme ettim." diyor. İki cilt tercüme etmiş. "Tam tercüme bu, ötekisi yarım..." diyor. Bizim arkadaşlar da neşretmişlerdi; o biraz seçilerek tercüme edilmiş, tamamı değilmiş.
Müftü aşık, seviyor; bu sevmiyor... Olabilir, ne yapalım, ağır söz söyleyeceğim ama olmuyor. Müftü seviyor; Diyanet ansiklopedisine baktım, ansiklopedide medhediliyor. Yâni alimlerin, müftülerin genel olarak sevdiği, kabul ettiği bir kitap... Bu herif sevmiyor. Ne yapalım, bilmem ne bilmem neden ne anlar [Eşşek hoşaftan ne anlar?]
Peki bu kitabın içinde ne var?.. Bu kitabın içinde şeyh efendi müridine diyor ki:
"--Dün akşam hanımınla şöyle şöyle konuştun; tamam mı?"
"--Ayy, nerden bildin; evet hocam konuştum." diyor.
Şimdi bu diyor ki:
"--Şeyh efendinin karı ile kocanın olduğu odada ne işi vardı?.."
Keramet anlatıyor. Oraya gitmiş değil, orayı gözetlemiş değil. Allah onların konuşmalarını duyurur da, görüntülerini göstermez. "Şeyh Efendinin orda ne işi var?" diyor.
A dangalak, bu şeyh efendinin orda işi yok; ordakile Allah buna bildiriyor. Hadis-i şerifte geçiyor ki, Allah bir kulu sevdi mi, onun gören gözü, işiten kulağı olur. Onun ne konuştuğunu bildirtir. Buna derler keramet...
O kerameti inkâr ediyor. Evliyâullah Allah bildirirse bilir. Fetva komisyonu başkanı da diyor ki: "Gaybı Allah'tan başkası bilmez!"
A dangalak, gaybı Allah'tan başkası bilmez ama, Allah bazılarına bildiriyor. Gören gözü olurum, işiten kulağı olurum diyor. Hadis sahih, alimsen insafa gel!.. Allah gaybı bildirirse, bilir; bildirmezse bilmez.
Evliyânın kerameti hak mı, değil mi; sen onu söyle!.. Hak; çünkü Kur'an'da var, hadiste var... Hazret-i Ömer'in kerameti var, Hazret-i Ebûbekir'in kerameti var; Kur'an'da Süleyman AS'ın vezirinin kerameti var, Meryem Validemizin kerameti var; inkâr edemezsin! Keramet hak!..
Şimdi bu kerameti, şeyhin orda işi ne diye tersten, kuyruğundan tutuyor. Yâni, "Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı... Yağmur yağdı, sen bana ördek dedin!" diye böyle saçmalıkları anlatırlar. Bu bir...
Peki, o kitabı yazan bunu böyle demiş, Hocamız'a ne oluyor?.. Hocamız bu kitaba önsöz yazdı diye ondan suçlanıyor. Bre insaf!.. Bir kitaba önsöz yazmış, keramet kitabı... Kerametleri anlatan bir kitap, ama çok güzel bir kitap, tavsiye ederim okuyun, kararı siz verin! Ordan böyle sonuç çıkmaz ki...
Bir üçüncü nokta söyleyeyim: Bilmiyordum, geçen gün söylediler. Gökhan Evliyâoğlu var, bizim ihvandandı, Yeni İstanbul gazetesini çıkartan bir kimseydi. Hocamız herhalde rica etmiş ki, o önsözü de yazan Gökhan Evliyâoğlu imiş. Hocamız da yazmamış, insaf!..
Yazmak istese yazardı, yazsa da bir şey değil. Bana o kitap gelse, Celâl Yıldırım dese ki, "Hocam ben şu kitabı tercüme ettim, bir önsöz yazar mısınız?" dese, yazarım. Orası yanlış anlaşılmasın. Ama önsözü de Hocamız yazmamış üstelik; bu kadar insafsızlık olur mu?..
Bu kadar zalimlik olur mu, bu kadar gaddarlık olur mu?.. Bunun İslâm'la ne ilgisi var, radikal İslâm'la ne ilgisi var bunun?.. Bu kadar çirkinlik olmaz.
Bunları nerden açtık? Tabii, dertli olan konuşurmuş. Bizim bu günlerdeki derdimiz, güncel dert bu olduğundan konuştuk.
"İnsanlar çoğalacak, ashabım azalacak; ashabıma söğmeyiniz! Kim onlara söğerse, Allah'ın lâneti söğenlerin üzerine olur." sözünden insanların densizlerinin, edepsizlerinin Peygamber'e söğebildiğini, sahabeye söğebildiğini, evliyâyâ söğebildiğini, hattâ Allah'a söğebildiğini öğrendik. Ne yapacağız, görev ne:
1. Böyle bir edepsizliğe insanın kendisinin bulaşmaması.
Bu devirde bir insanı televizyona çağırırlarsa, bu oyuna gelmek olur. Çünkü, şimdi o cepheden sayılmak olur. Oyuna gelmeğe lüzum yok! Bu işe karışmayacak, bulaşmayacak; varsın o bulaşıklar, o cephe belli olsun.
Şimdi başkana gidiyorlar, müftüye gidiyorlar, vaize gidiyorlar... Bence başkanın da, müftünün de, fetvâ komisyonu başkanının da bu devirde konuşması, onların arasına atar onları... O doğru değil...
2. Böyle birşeyin denilmesine de ortam hazırlamayacağız, çanak tutmayacağız.
3. Haksızlıkları, yanlışlıkları da söyleyeceğiz, susmayacağız.
Diyor ki Peygamber Efendimiz: "Senin yanınızda bir adamın gıybeti yapılıyorsa, o adama yardımcı ol, gıybet yapanları durdur ve orada durma, kalk!" diyor. Gıybet yapanı durdurmayı tavsiye ediyor; o da bir vazife...
"Şeyhlerin hepsi menfaatperesttir. Hepsinin ilk işi müridin malını almaktır." deyince, "Yok böyle bir şey, yıllardır tanıyoruz." diyeceksiniz.
Soruyorlar:
"--Hiç mi iyi tarikat yok?.."
"--Hiç yok!" diyor.
Yalan, yanlış... Zâten Peygamber Efendimiz diyor ki: "Bu devirde artık iyi insan kalmadı diyen, kendisi kötüdür."
Öyle şey olur mu?.. Belli olmaz:
(Evliyâî tahte kıbâbî lâ ya'rifühüm gayrî) Allah'ın evliyası bir kaç çeşittir: Bir kısmı gizlidir, kimse bilmez; hattâ kendisi bilmez bazan... Kendisi evliyâ olduğunu bilmez, Allah'ın evliyâsıdır. Bazan öyle olur.
Onun için hiç iyi insan kalmadı demek yanlıştır, hadise de aykıdırır. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
(Lâ tezâlü tàifetün min ümmetî zâhirîne alel hakkı hattâ tekmes sâah) "Kıyamete kadar daimâ hakkı tutan, hakkı destekleyen, hak için çalışan, hak için çarpışan bir mübarek grup, tâife-i merdıyye mevcut olacak."
Allah bizi onlardan eylesin... Allah bizi o hakkı tutan zümreden etsin... Dâimâ mevcut olacak.
Onun için hiç yoktur sözü yalandır, yanlıştır, hadise aykırıdır, dine aykırıdır. Kötülüktendir, kendisinin kötülüğündendir. Kendisinin sû-i niyetindendir, kendisinin gözlerinin kör olmasındandır. Kendisinin etrafında öyle bir şey olmamasındandır. Kötü insanların arasında olunca insan, görmez.
Onun için ayetlere, hadislere ters düşmemeli insan; Rasulüllah Efendimiz'in bildirdiği lânete mâruz kalır sonra...
Beni affedin, kusurlarımı bağışlayın!
Sübhâneke lâ ilmelenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel-alîmül-hakîm. Sübhâne rabbinâ rabbil-izzeti ammâ yesıfûn. Ve selâmün alel-mürselîn. Vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn.
Sorulara cevap verecek zamanımız yok. Ders almak isteyen kardeşlerimize kabul ettiğimizi söyleyin, Allah razı olsun... Allah-u Teâlâ Hazretleri feyizlerini çok eylesin, iki cihanda aziz olsunlar.
100 Estağfirullah,
100 Lâ ilâhe illallah,
1000 Allah,
100 Salevât-ı şerife,
100 İhlâs Sûresi okuyarak tesbihleri çekmeğe başlasınlar.
Şimdi bu İsveç'e gidince, bir mendeburluk daha duydum. Mendeburlukların haddi hesabı yok... Birisi var; alçak, hasım, düşman bir herif... Gittiği yerlerde zikir dersi veriyormuş. Birisi geldi bana: "Ben filâncadan ders almıştım; şu tesbihi, şu tesbihi çek demişti bana... Aynen sizin söylediğiniz gibi." dedi. Benim söylediğim tesbihleri çekmeyi tavsiye etmiş.
Bu öyle salâhiyetsiz insanların vermesiyle olmaz. Dervişlik sadece tesbih çekmek demek değildir. Dervişlik bir eğitimdir. Eğitecek insanın önemi vardır. Eğitecek insanın belgeli, icazetli olması lâzımdır. Öyle kendi bildiğine bir insan, ordan burdan duyup, görüp; mürşidlere gitmesinler diye zikir dersi veremez. Öyle şey olmaz.
Öyle anlaşılıyor ki, insancıkların yolunu kesmek için yapmadıkları mendeburluk kalmıyor. Allah Allah, sübhânallah!.. Hem tarikata karşı, veryansın ediyor, yazı yazıyor aleyhimize; hem de gitmiş orda şu şu tesbihleri çek diye kendisi tarikatçılık yapıyor. Buna derler samîmiyetsizlik, buna derler mendeburluk...
Mâdem inanmıyorsun, erkekçe inanmıyorum de, kenarda dur. Hiç olmazsa senin mert bir münkir olduğunu anlayalım!..
Mert bir münkirsen, bir zaman gelir, belki yola gelirsin. Ama böyle, bir öyle bir öyle olursan, o zaman şeytan gibisin demek ki... O zaman hiç bir şey olmaz.
Çok fitneli, imtihanlı bir asırdayız, Allah yardımcımız olsun...
Dervişlik sadece tesbih değildir, dervişlik bir bağlılıktır. Bir grubuz biz burda, tâife-i merdıyyeyiz, Allah yolunda yürüyen bir zümreyiz. Sorumlusu ben kardeşinizim, hizmetçinizim, hizmetlinizim; ama bir grubuz. Muhabbetle iş yapmamız lâzım! O kardeşlik, o muhabbet olmadan, o kapılar açılmaz.
O kadar söyleyeyim, anlayan anlasın!
El-fâtihah!..
26. 01. 1997 - İskenderpaşa /İST.
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
TASAVVUF VE TARİKATIN HAKÎKATI
Bu yazımı size Mekke-i Mükerreme'den el-Mescidül-Haram'dan seher vaktinde yazıyorum. Allah-u Teâlâ'nın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun! Rabbim cümlemizi her türlü zulümden, şerden, zarardan, fitne ve fesattan korusun! Hiç şüphe yok ki fitnelerin en kötüsü insanın dinine, imanına, ahiretine zarar verenidir.
Bu Ramazan-ı şerifin ibtilâ ve imtihanı bir hayli tehlikeli boyutlara ulaştı. Bazı kimseler halkın temiz ve hâlis inancı ile oynamağa giriştiler. Bilen bilmeyen her kafadan bir ses çıkıyor, Ehl-i Sünnet akàidi zedelenmeğe çalışılıyor.
Herkes tereddütsüz bilsin ki tasavvuf, en önemli, en değerli İslâmî ilimlerden biridir; çünkü Allah'ı bilmeyi, O'na ermeyi, rızasını kazanmayı öğretir; evliyâ olma yoludur, sonuç olarak cehennemden kurtulup cennete girmeyi sağlar.
Bu ulvî gàyeye ulaşmak için neler yapılması gerektiği, Kur'an-ı Kerim'de, Sünnet-i seniyye-i nebeviyye'de, Şeriat-ı garrâ-yı Ahmediyye'de açıkça bildirilmiştir; tasavvuf bunları bilir ve uygulatır. Şeriat'ın, Kur'an'ın, Sünnet'in dışında tasavvuf olmaz, zındıklık, zıpırlık, sapıklık olur. Çünkü Allah CC Hazretleri'nin sevgisi ve rızası, O'na isyan ederek, günah işleyerek kazanılamaz. Efendimiz, rehberimiz, serverimiz, nümûne-i imtisâlimiz Hazret-i Muhammed AS Allah'ın en sevgili kulu ve en yüce peygamberi olduğundan, bizim de Allah'ın sevgilisi olabilmek için O'na, o mübarek Resûl'e, en güzel şekilde ittibâ ve iktidâ etmemiz, yegâne salâh ve felâh yoludur, başka çıkar yol yoktur.
O çok zâhidâne, çok dervişâne bir hayat sürmüştür, çok fazla ibadet ve tâat kılmıştır, çok takvâlı hareket etmiştir, çok müeddeb ve çok mükemmeldir, çok yüksek ahlâk sahibidir. Ümmeti onu örnek aldığı için mutasavvıf olmuştur. Çünkü o, dervişlerin şâhı, müttakîlerin önderi, zâhidlerin serveri, edeb ve ahlâk menbâı, âriflerin sultanı, âşıkların cânânıdır. Tarîkatlar, onun Tarîkat-ı Muhammediyye'sinin devamı ve dallarıdır. Şeyhler ve mürşid-i kâmiller, onun baktığı gülzârın gülleridir. Ulemâ-i muhakkıkîn o yüce Peygamber'in mânevî vârisleridir. Meşâyih-ı vâsılîn, onun irşad makàmının memurlarıdır.
Nefsi tezkiye ve terbiye, zikr-i kesîr ve halvet, güzel ahlâka teşvik, ulül'emre (ulemâya) itaat, dini tâlim ve taallüm, âlime hürmet, takvâ, ihlâs, ibadet ve tâat, zühd ü kanaat vs. gibi nice tasavvufî hususlar, Kur'an'da, sünnette, asr-ı saâdette, ashâb-ı kirâm'da ve sâlih selefte varken, tarîkat ve tasavvufa çatmak, kerameti inkâr etmek; akla, mantığa, dine, imana, ahlâka, vicdana, basîret ve ferâsete, hiç mi hiç uymaz.
Kul Resûlüllah'a uydu, kullukta ilerledi mi, Mevlâ onu keramete erdirir; onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olur; ona yardım eder, duasını kabul buyurur, işini rast getirir, türlü türlü maddî, mânevî nimetlere, ikramlara, makamlara erdirir. Ondan acâib, hârikulâde haller zuhura gelir, cümle halk bu işlere şaşar kalır. O mübarek şahıs, o asırda zamanın evliyâsı, kutbu, gavsı olur. Resûlüllah SAS'in vâris-i hakîkîsi ve halife-i mânevîsi, ümmetin önderi, mü'minlerin serveri ve rehberi olur. Halkın ona ittibâsı ve itaati lâzım gelir, ittibâ etmeyen câhiliye ölümü ile ölür; bu cihana a'mâ gelip a'mâ gider.
Mânevî terbiyeyi almak, ma'rifetullaha ermek nefsi islah eylemek, kötü huylardan kurtulup ahlâk-ı haseneye sahib olmak için o mürşid-i kâmile teslim olmak, hürriyetlerini yitirmek, şahsiyetini kaybetmek değildir; bil-akis hakîkî hürriyete kavuşmak, nefse esir olmak ve şeytana kulluk etmekten kurtulmak, muazzam ve muhteşem bir şahsiyet kazanmak demektir. Ölmeden önce ölmek, yepyeni, dipdiri, pırıl pırıl bir hayata sahib olmaktır.
Hasta kendisini tedavi eden tabibe elbette tam tamına itaat etmeli, tavsiyelerine harfiyyen riayet eylemelidir. Sahabe-i kiram RA Rasûlüllah'a mutlak olarak bağlanmakla fenâ mı yapmıştır, yoksa Allah'ın rızasını mı kazanmıştır?!.. Tarîkatı, tasavvufu, ilm-i ledünnü bilmeyenler aslında şerîatı da tam bilmiyor demektir. Bu denlü haddini bilmezler, kırık dökük Arapça ve yarım yamalak ilim ile hem kendilerini tehlikeye atıyor, hemde halkı yanıltıp kandırıyorlar. Bazı ayetleri ileri sürüp ayn konudaki diğer ayetleri gözardı etmek, ne büyük gaflet ve cehâlettir! Allah islah etsin!..
Asrın moda olan sapık görüşlerini ve tarihin Ehl-i sünnet dışı yanlış ve bayat fikirlerini ısıtıp ısıtıp halkın önüne sürenler, eğer felâketten kurtulmak istiyorlarsa, biraz da ehl-i basîret ve ehl-i hakîkat ve ehl-i ma'rifetin mübarek kitaplarını okusunlar, kibir ve ücûbu, cidal ve inadı tamâmen terk etsinler ki, bu kötü huylar hicâb-ı tevfîk-ı ilâhîdir.
Din düşmanları İslâm'a saldırabilir ama, müslümanım diyenlerin onların safında yer almaları akıl alır bir iş değil! Allah cümlemizi nevm-i gafletten îkaz eylesih!..
Yâ Rab! Cümle ümmet-i Muhammed'e hakkı hak olarak görüp ona uymayı, bâtılı bâtıl olarak görüp ondan korunmayı nasîb eyle! Bizi sevdiğin, razı olduğun kullar zümresinden ayırma!..
İslâm, Şubat 1997
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
EMPERYALİZM TASAVVUFTAN KORKUYOR
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kesîren kemâ hüve ehlüh... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedinil-mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil-cezâ...
Aziz ve sevgili dostlar, kardeşler!..
Sevgi ve kaynaşma için toplandığımız bu güzel mekânda, tasavvuf tarihi'nde doktora yapan Necdet Yılmaz kardeşimiz, Tasavvuf ve Şahsiyet Eğitimi üzerine sevimli, tatlı, özlü bir konuşma yaptı. Kendisine tebriklerimi, takdirlerimi, teşekkürlerimi huzurunuzda sunarım. Allah razı olsun! Allah feyzini, ilmini, irfanını çok eylesin... Cümlemize ümmet-i Muhammed'e de güzel hizmetler yapmayı nasib eylesin...
Son günlerde ramazan ayında... Tam seçilmiş zaman da ramazan ayı oldu. Bunu anlıyorum, şeytan çok tecrübeli bir mahlûk... İnsanlık tarihi ile beraber şeytanın faaliyetleri başlamış, cedd-i akdemimiz Hazret-i Adem Atamız'dan beri devam ettiği için şeytanlığını çok mükemmel yapıyor. İnsanların en çok feyz alacağı zaman olan ramazanda, en çok kafalarını bulandırmak için, tasavvuf ve tarikatlarla ilgili konuda, çok ters yerden, çok çirkin tertiplerle saldırıya geçtiler. Artık gün gibi kat'î olarak ortaya çıktı, kendileri itiraf ettiler, gazeteler yazdı; aylar önceden hazırlanarak bu işe girişmişler.
Güzel de çalışıyorlar, her şeyden ibret almak lâzım! Büyüklerimizden bir tanesi, murâkabeyi kediden öğrendiğini söylüyor. Kedi böyle fare deliğinin önüne geçmiş, gözlerini o deliğe dikmiş, ordan fare ne zaman çıkacak diye kendi avını avlamak için o kadar pür-dikkat olursa, derviş de murakabede o kadar dikkatli olmalı diye ordan ders çıkarmış.
Bunlar çok güzel çalışıyorlar, takdir ediyorum (!); şeytanlıklarını çok güzel yapıyorlar, çok planlı yapıyorlar, çok önceden hazırlanıyorlar. Müslümanlar ibret almalı, önceden hazırlanmaya alışmalı, planlı çalışmaya alışmalı!..
Böyle çok güzel bir konuyu çok ters bir şekilde, çok mübarek bir mevsimde ortaya koymak, onlar için şeytânî büyük bir başarı... Hakîkaten takdir ediyorum, çok başarılı şeytanlık yapıyorlar!
Tabii, bu kadar hücum ettikleri konu, kendiliğinden ortaya çıkıyor ki çok mühim bir konu... Mühim olmazsa dile bile alınmaz, bahis konusu edilmez. Tasavvufun birilerine çok zararı dokunuyor, birilerine çok büyük bir engel gibi görünüyor ki, bu kadar büyük bir hücum planlamışlar. Dört cihetten, dört yandan saflar halinde, şeytanın çerisinin, askerinin sayısını bilmek mümkün değil, sayısız ordularıyla denizin dalgaları gibi hücum ettiler. Demek ki tasavvuf çok önemli bir konuymuş, bunu herkes ordan da anlayabilir. Önemli olmasaydı, bahis konusu edilmezdi.
Eski şair ariflerden bir tanesi, darb-ı mesel haline gelecek bir söz söylemiş:
Atarlar seng-i ta'rizi,
Dıraht-ı meyvadâr üzre.
Yâni, meyvalı ağaç taşlanır. Meyvası var ki düşürelim diye taş atıyorlar. Düşse de alsak, yesek filân diye...
Tabii, bunlar çok iyi oldu, olumlu ve olumsuz yönden halkın ilgisi doruk noktasına çıktı. Amerikalıların bir tanıtma metodu vardır. Amerika'da bir pankreas güreşi vardır, iki tarafı heyecanlandırmasını çok iyi bilirler. Ama asıl amaç ilgiyi çekip keseyi doldurmaktır. İlgiyi çektikten sonra satış rekorları kırmaktır, müşteri celbini çok fazla yapmaktır. Kesenin dolmasıdır, esas olan odur.
Brijit Bardo'ya Refii Cevat Ulunay aşüfte, bilmem ne gibi birtakım ağır sözlerle bir açık mektup yazmış. Adamcağız tahmin de etmiyor, Türkiye'de bir gazetede yazılmış bir makaleyi Fransa'dan bir artistin takib edeceğini... Brijit Bardo'dan bir cevap gelmiş ona:
"--Siz bana hakaret ediyorsunuz bazı kelimelerle ama, ben Fransa'ya yılda şu kadar döviz kazandırıyorum, milletime hizmet ediyorum." demiş.
Artistin kafasında Fransız milliyetçiliği var... Onların akılları, fikirleri paradır, müşteridir, ilgiyi celbetmektir.
Bazan da böyle meşhur olmak için bazı insanlar bunu yaparlar. Velev ki çok ters yönlerden bile olsa, bu konu da çok meşhur oldu. Bugün artık tasavvuf diye, tarikat diye bir konuyu bilmeyen kalmadı. Kitâbül-İbriz'in de kitapçılarda nüshası kalmadı, herkes Kitâbül-İbriz neymiş diye aldı. Hattâ bizim arkadaşlar da "Yeniden basalım, çünkü çok isteniyor." dediler. Gerçekten de bastırmak lâzım!
Emekli İzmir müftüsü Celâl Yıldırım Hocaefendi, Allah selâmet versin, afiyet versin: "Bu kitabı çok sevdiğim için tam olarak tercüme ettim." diyor. Onun tercümesi tamdır. Ondan önceki Abdullah Arığ Hocaefendi Uşşâkî dervişlerinden bir kıymetli hakim efendi idi; nur içinde yatsın, ahirete irtihal eyledi. O da babasından beri okurmuş Kitâbül-İbriz'i, o da çok sevdiği için bazı bölümlerini neşretmiş.
Tabii, Kitâbül-İbriz'e de Hocamız önsöz filân yazmış değil, önsözü yazan Gökhan Evliyâoğlu... Hocamız yazdı sanıyorlar, o da ayrı bir mesele... Ama Kitâbül-İbriz meşhur oldu, önemli bir kitap olduğu anlaşıldı. Ben de size tavsiye ediyorum, okuyun! Gerçekten çok ilginç bir kitap... "Tasavvuf ne imiş?.. Bir insan mutasavvıf olunca neler olurmuş?.. Bu derûnî, mânevî, tasavvufî hayatın insan hayatındaki tesirleri nelermiş?.." gibi konuları anlatıyor.
Bazı kitaplar benim dikkatimi çeker. Dikkatimi çeken kitaplardan birisi, Aziz Mahmud-u Hüdâî Efendimiz'in Vâkıât'ıdır. Vâkıat-ı Aziz Mahmud-u Hüdâî... Kendi tasavvufî hayatlarının hatıra defteri gibidir. Yâni büyük bir velînin tasavvufî hayatı, halvete girdiği zamanki müşahadeleri nelerdir; bunu bilmek uygun olur. Necmeddîn-i Kübrâ Hazretleri'nin de neşredilen kitabında aynı konular vardır. Vâkıât-ı Üftâde'de vardır, Vâkıat-ı Aziz Mahmud-u Hüdâî'de vardır.
El-İbrîz de bir şeyhin kıymetli alim bir müridi tarafından hallerinin yazıldığı bir kitaptır. Tasavvuf gerçekten ne imiş, onu gösteren önemli bir eserdir. Ansiklopedilere geçmiştir. Müftü efendilerin beğendiği bir eserdir. Ariflerin takdir eylediği önemli bir eserdir.
Tasavvufla ilgili konu çok canlı bir şekilde, ramazan boyunca incelenince, öyle anlaşılıyor ki, bizim de elimize bir kalem alıp, tasavvufla ilgili bir kitap yazmamız gerekecek; anlaşılır bir dil ile, günümüzün insanına ana hatlarıyla tasavvufu anlatmak gerekecek. Böyle bir kitapta sanıyorum satış rekoru kıracak, satışta birinci olacak yâni...