• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tasavvuf Yolu Nedir?
  • /
  • 141 ilâ 160. sayfalar
121 ilâ 140. sayfalar

Böyle yapalım, birbirimizi sevelim!.. Geceleri Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne âşıkàne niyaz edelim, yalvaralım, dualar edelim!.. Allah'ın evlerini ibadetlerle şenlendirelim, mâmur hale getirelim; camileri dolduralım!.. Allah'ın yolunda yürüyelim!.. Dinimizi öğrenelim ve hayatımızda yaşayalım ki, Allah bizi belâlardan, sıkıntılardan korusun...

Bakın, Türkiye'nin başında bir sürü belâlar var... Kendimiz şahsen mutlu olsak bile, Türkiye namına üzülüyoruz. Nerden geldi bu belâlar diyoruz, bunların kalkması için çareler düşünüyoruz. İşte bunun mânevî çaresi bu... Yâni, sen iyi müslüman olursan, Allah'a güzel ibadet edersen, mümin kardeşlerini seversen; Allah-u Teâlâ Hazretleri belâları, azabları kaldıracak... Bosna'dan, Hersek'ten, Keşmir'den, Kafkasya'dan, Filistin'den, Afrika'dan dünyanın her yerindeki zalimlerin zulmü kalkacak... Yeryüzüne güzellikleri hakim kılacak demek ki... O halde, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin yolunda yürümeye gayret edelim!..

Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemize tevfikını refîk eylesin... Hakkı hak olarak görmeyi ve ona uymayı nasib eylesin... Duyduklarımızdan ibret alıp, anlayıp, dinleyip onları uygulamayı nasib eylesin...

141

Tabii, nasihatten murad nasihati tutmaktır. Ayetlerin inmesinden, peygamber gönderilmesinden murad da, insanların tebliğ edilen hakikatleri öğrenip, onlara uymasıdır. İslâm insana dünya ve ahiret saadetini, uyguladığı takdirde sağlayacak...

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin ahkâmını en güzel tarzda hayatımızda, evimizde ve iş hayatımızda, toplum hayatımızda uygulayalım da bahtiyar eylesin, mutlu eylesin... Hem de ahiretinde sevdiği kullarıyla beraber, cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin, aziz ve sevgili AKRA FM dinleyicileri!..

Allah'ın selâmı, rahmeti üzerinize olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû!..

08. 09. 1995 - AKRA

142

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

SALİH İNSANLARI ANMAK

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîne hamden kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultànih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedinil-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsâhin ilâ yevmid-dîn... Emmâ ba'd:

Çok aziz ve çok değerli mü'minler! Allah-u Teâlâ Hazretleri hepinizi sevdiği kullarından eylesin... Dünyanın ve ahiretin hayırlarına erdirsin... Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...

Allah-u Teâlâ Hazretleri, insanoğlunu eşref-i mahlûkat kılmıştır. Bunun mânâsı şudur: Ne kadar varlık yaratmışsa, yarattığı mahlûkların, canlıların hepsinden daha şerefli, daha kıymetli, daha izzetli, daha itibarlı, daha yüksektir insanoğlu... İnsanoğlunun bu dünyaya gönderilmesi imtihan içindir.

(Ellezî halekal-mevte vel-hayâte liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) İnsanların hangisi daha güzel kulluk edecek, hangisi Rabbine güzel ibadet edecek, hangisi işlediği icraat bakımından daha sevaplı, güzel işler yapacak?" diye, Allah-u Teâla Hazretleri insanoğlunu dünyaya imtihan için göndermiştir. Bu imtihanı kazanacak şekilde, Allah'a mutî olarak, mü'min olarak, müttakî olarak, muhlis olarak, ihlâslı olarak yaşayıp, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emirlerini tutan, yasaklarından kaçınan kullar da benî Ademin eşrefi, en şereflileri olmuşlardır. Mü'minlerin efdali olmuşlardır, imanlıların en faziletlisi olmuşlardır.

143

İnsanoğlu zâten yüksek bir yaratık olarak yaratılmış, ama imanla, İslâm'la çok daha yüksek pâyeler kazanmıştır. Bu imanıyla, müslüman olarak yaşayışını da Allah'ın rızasına uygun yaptığı zaman, meleklerden de üstün bir varlık haline gelir. Melekler de insanoğlundan daha aşağıda kalır.

Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "Benim Allah-u Teâlâ Hazretleri ile öyle anlarım olur ki, benim bulunduğum makama mukarreb melekler bile yaklaşamaz." Meleklerden bile ilerde bir mertebe kazanmış oluyor Peygamber Efendimiz...

Mi'rac'a çıktığı zaman biliyorsunuz, Cebrâil AS bir müddet devam etti de sonra bir yerde durdu.

"--Ne oldu yâ Cebrâil?"

Dedi ki:

"--Benim takâtim buraya kadar... Ben burdan öteye bir adım daha atsam, yanarım. Burdan öteye tahammül edemem!" dedi.

Ama, Peygamber SAS Efendimiz:

(Fekâne kàbe kavseyni ev ednâ) Daha nice nice mertebeleri geçip, yetmişbin hicab ona ref olup;

Aşikâre gördü Rabbül izzeti,
Ahirette öyle görür ümmeti...

Bî-huruf ü lafz u savt ol pâdişâh,
Mustafâya söyledi bî-iştibah...

144

Şeş cihetten ol münezzeh zül-celâl,
Bî-kem ü keyf ona gösterdi cemâl...

diye Süleyman Çelebi (Rh.A)'in anlattığı, hiç bir beşerin ulaşamadığı en yüksek şerefe ulaştı. Eşrefül-mürselîn oldu, Makàm-ı Mahmûd'un sahibi oldu.

Tabii, onun ümmetinin de izzetlileri, kıymetlileri, onun mânevî makamının varisleri olan mübarek, sâlih, abid, zâhid, velî, mahbub, makbul kullar asırlar boyunca yaşadılar. Peygamber SAS Efendimiz'in nasihatlerini, tebligàtını, irşâdâtını insanlara naklettiler. İnsanları Rasûlüllah SAS Efendimiz'in yoluna davet ettiler, irşad ettiler, terbiye eylediler. Gönüllerinin perdelerinin kalkmasına, gözlerinin önündeki perdelerin açılmasına vesîle oldular. Allah'ın sevgili kulu olması durumuna geldiler.

(Elâ inne evliyâallahi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.) [Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de...] İşte böyle mübarek insanları, salih insanları, Allah'ın evliyâullahını, dünyada ahirette hiç mahzunluk çekmeyecek o mübarek insanları, müslümanların bilmesi lâzım, tanıması lâzım, sevmesi lâzım; onların yolunda yürümesi lâzım!

145

Onun için, "Salih kulların anıldığı yerlere rahmet-i ilâhi yağar. Salih insanları anan kimseler rahmet-i ilâhiye garkolurlar, Allah'ın rahmetine mazhar olurlar." diye bildirilmiş. Biz de bugün burada, Allah'ın yarattığı güzellikler arasında, şırıl şırıl akan bir suyun başında, gölgelikler altında, güneşli, temiz, sakin, güzel bir yerde; Allah'ın böyle kerametleri zahir, mübarek olduğu aşikâr sevgili bir kulunu yad etmek için, onu anıp da Allah'ın rahmetine ermek için, ona dua etmek için toplanmış bulunuyoruz.

Salih insanları ananlar, Allah'ın rahmetine erdikleri gibi, salih insanların anılmasında da pek çok faydalar vardır. Feridüddîn-i Attâr Hazretleri Tezkiretül-Evliyâ isimli kitabında, yâni, "evliyâullahı yad eden, hatırlatan, anlatan kitap" mânâsına geliyor ki; Hocamız Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri KS, Tezkiretül-Evliyâ'yı neşretmişti. Siz de evinizde vardır, okumuşsunuzdur. Tatlı bir Türkçe ile o evliyâullahın hayatını anlatıyor. Daha nice nice maddî, mânevî faydalar olduğunu o kitabın başında, Feridüddîn-i Attâr Hazretleri bilidiriyor.

146

Kitaba da ne isim vermiş: Tezkiretül-Evliyâ... Tezkire, hatırlatmak demek, yad etmek demek... Unutanlara hatırlatmak demek... Salih insanları unutmamak lâzım, hatırlamak lâzım!.. Salih insanların, evliyâullah'ın, mübarek insanların gençlere nümûne olarak tanıtılması lâzım!..

"--Bak evlâdım! Burada şöyle bir mübarek insan yaşadı, şöyle ömür sürdü. Mübarek şöyle yapardı, böyle yapardı..." diye...

O da yeni yetişenlere nümûne olur. "Haa, büyüklerimiz bu gibi durumlarda böyle yapmışlar, ben de öyle yapayım!" diye gençler örnek alırlar. Onlar da o büyük, iyi insanlar gibi güzel hareket etmeyi öğrenirler.

Çünkü, insanların yetiştirilmesinde önüne bir örnek insanın çıkması, çok mühim bir terbiye yoludur. Peygamber Efendimiz de ashabını böyle terbiye etmiştir. Allah-u Teâlâ Hazretleri ümmet-i Muhammed'i böyle yetiştirmiştir. Peygamber göndermiştir:

"--Aklınız az olabilir, çok olabilir, ümmî olabilirsiniz, cahil olabilirsiniz, anlayışınız dar olabilir. İşte bak, çok güzel bir insan gönderiyorum. Ona bakın, onun gibi olun!" diye Peygamber Efendimiz'i göndermiştir.

147

Peygamber Efendimiz de ashabını gece gündüz, sabah akşam, hazerde seferde, harbda darpda, camide dışarda, hayatın içinde, çarşıda pazarda her zaman yanlarında bulunarak öyle yetiştirmiştir. "Bak şöyle yapma!" demiştir. Çarşıya gitmiştir. Çarşıda malın çuvalının içine elini sokmuş, çevirmiştir böyle... Altı ıslak, üstü kuru...

"--Böyle yapma, bu aldatmaca olur! Üstüne güzelini koyup altına bozuğunu koyma! Bizi aldatan bizden değildir." demiştir.

Çarşıdakine öyle nasihat etmiştir, camidekine şöyle nasihat etmiştir. Falanca yerdeki insan şöyle yaptığı zaman, ona o zamana, o hale uygun nasihatta bulunmuştur. Yâni, hayatın içinde her an onları takib ederek, hatalarını söyleyerek öyle yetiştirmiştir.

Onun için, Peygamber Efendimiz'in sünneti üçe ayrılır:

1. Kavlî sünnet: Sözleri...

2. Fiilî sünnet: Hareketleri...

3. Takrîrî sünnet: Yanında bir şey yapıldığı zaman, Peygamber Efendimiz ne yapmış?.. Ses çıkartmamış. Demek ki mahzuru yok... Mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz onu yapmayın derdi. Mâdem ki, ses çıkartmamış, susmuş; o da yapılabilecek bir şey ki, uygun görmüş ki ses çıkartmamış. Takrir, yâni onun öylece tasvibi dahi bir sünnet çeşidi olmuştur.

148

Böyle büyük insanları anmakta, anlatmakta çok büyük faydalar olduğundan, kadir bilen milletlerin içinden kadri bilinecek insanlar çıkacağından; bizim de müslümanlar olarak iyi insanları bilmemiz, anlamamız, anlatmamız lâzım!..

İyi insanların en yüksek tabakası kimlerdir, en mübarekleri kimlerdir?.. Peygamberlerdir. O halde çocuklarımıza peygamberleri anlatacağız. (Salevâtullàhi ve selâmühû aleyhim ecmaîn)

--Adem AS ne yapmış evlâdım; anlat bakalım?..

--Nuh AS ne yapmış evlâdım; söyle bakalım?..

--İbrâhim AS nasıl yaşamış, Nemrut'la neler yapmış; anlat bakalım?..

--Mûsâ AS Firavun'un karşısına nasıl çıkmış, nasıl korkmadan hakîkatleri söylemiş? Firavun Mûsâ AS'a karşı çıkmış da, sonu ne olmuş, nasıl denizde boğulmuş?..

--Hârun AS ne yapmış, Yahyâ AS ne yapmış, İsâ AS ne yapmış?..

Önce peygamberleri öğreteceğiz. Neden?.. Peygamberler Allah'ın en sevgili kulları olduğu için...

Ondan sonra evliyâullahı öğreteceğiz. Evliyâullahın, Allah'ın sevgili kullarının en yüksek derecesi kimdir?.. Sahabe-i kirâmdır. Onun için sahabe-i kirâmı öğreteceğiz evlâtlarımıza...

149

--Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz nasıl bir insandı? Malının tamamını nasıl Rasûlüllah'ın emrine verdi?.. Nasıl hicrette yanında gitti?.. Nasıl hayatını fedâ edecek şekilde, "Canım sana fedâ olsun!" diye etrafında Peygamber Efendimiz'e hizmet eyledi?..

--Hazret-i Ömer ne yaptı?.. Hazret-i Osman ne yaptı?..

--Genç yaşında, küçücükken müslüman olan Hazret-i Ali Efendimiz nasıl bir insandı?.. Fatıma anamız nasıl mübarek bir kızcağızdı? Evlenmesi nasıl oldu, hayatı nasıl geçti?..

Sahabe-i kirâmı böyle öğrenmek lâzım!..

Sahabe-i kiramdan sonra tabiîni, tebe-i tabiîni öğrenmek lâzım!.. Ondan sonra mürşid-i kâmilleri, salihleri, evliyâullahı, Allah'ın mübarek kullarını öğrenmemiz lâzım!..

Biz de bugün burada, biraz sonra hayatı hakkında bilgiler verilecek olan bir mübarek büyüğümüzü, Çırpılarlı Ali Hocaefendi'yi anmak için bu toplantıyı tertib ettik. bunu yıllardır düşünüyorduk, bu sene bu zamana nasib oldu.

Çırpılarlı Ali Hoca, Bayramiç müftülüğü yapmıştır, eski Bayramiç müftülerindendir. Amma ondan daha mühimi, İstanbul'da medresede okurken, Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Hazretleri'nden mânevî eğitimini tamamlamış, ondan sonra hilâfet almış ve buraları irşada gelmiştir. Buralardan Edremit'e kadar bu çevrede, Çanakkale çevresinde, bizim mübarek Gümüşhaneli Dergâhımızı temsil etmiştir.

150

Benim anne tarafından dedem ona intisab etmiştir, tasavvufu ondan almıştır. Babam da Çırpılar'a gidip onun medresesinde bir müddet ondan ders görmüştür.

Biz de Çırpılarlı Ali Efendi hakkında çok bilgiler duyup, kendisini sevdiğimizden; buraların ahalisi de kendilerinin içinden nasıl mübarek insanlar gelmiş, geçmiş tanısınlar da ibret alsınlar, bilsinler, ona göre onlar da Allah'ın sevgili kulu olmaya gayret etsinler diye; bu mübarek zatın da kerametleri zahir olduğundan, Allah'ın sevgili kulu kerametlerinden belli olduğundan bu merasimi düzenlemiş bulunuyoruz.

Bizim İlim Kültür ve Sanat Vakfı'mız var, Türkiye'nin pek çok yerinde şubesi olan... Hakyol Vakfı'mız var, Türkiye'nin pek çok yerinde şubesi olan... Bu vakıflarımızın bir gayesi de, her yerdeki Allah'ın mübarek kullarını tanıtmaktır, ahaliye bildirmektir.

Meselâ, geçtiğimiz sene Düzce'de, Muhammed Zâhid-i Kevserî isimli, dünyanın bir çok ülkesinde talebesi olan; Arapların, Malezyalıların, Mısırlıların, bir çok milletin bildiği ama, Düzcelilerin bilmediği bir büyük alimin anma toplantılarını yaptık.

151

Dediler ki:

"--Hocam, biz çok utandık. Meğer memleketimizden, beldemizden ne mübarek insanlar yetişmiş de, şimdi sizden öğreniyoruz." dediler.

Düzceli Muhammed Zâhid-i Kevserî Hazretleri'yle ilgili toplantıların da konuşmalarını bir kitap haline getirdik. O da dünyanın her tarafına yayılacak, okunacak. Bir çok yerde talebesi var, onlar da okumuş olacaklar.

Bir müşterek tarafı var bu Çırpılarlı Ali Hocamız'la; o da Düzce'deki kendi köyünde cami yaptırmış, caminin etrafına medrese yaptırmış. Orada ilim irfan öğretmiş etrafındaki insanlara... Çırpılarlı Ali Hocamız da Çırpılar'da cami yaptırmış, 24 odalı medrese yaptırmış. Talebe toplamış, talebe yetiştirmiş. Durumları aynı...

Düzce'deki o dünya çapındaki mübarek kimsenin camisini ziyarete gittik. Camisi var, medresesi yerle bir edilmiş. Halbuki tarihî bir yer... Çırpılar'daki durumu bilmiyorum; medrese duruyor mu, orası da mı yıkıldı?.. Yıkıldıysa, yapmak sizin ve bizim boynumuzun borcudur.

Ezanların sustuğu yerde ezanlar okuyacağız, medreselerin yıkıldığı, camilerin bombalandığı yerlere camiler yapacağız, minareler yapacağız; ezan okuyacağız. Medreselerin yıkıldığı yerlere ilmi, irfanı götüreceğiz; o ilmi irfanı tekrar insanlara öğreteceğiz. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin razı olduğu nesilleri yetiştirmeğe çalışacağız. Herkes bunu böylece bilsin, herkes elinden gelen gayreti göstersin; kolunu sıvasın, gayrete gelsin diye bu toplantılar birer vesîledir.

152

Allah razı olsun, hepiniz büyük teveccüh göstermişsiniz, gelmişsiniz. Allah-u teâlâ Hazretleri sizi Peygamber Efendimiz'in şefaatine erdirsin... Evliyâullah'ın himmetlerine, teveccühlerine mazhar eylesin... Sizleri de, evlâtlarınızı da sevdiği mübarek kullar eylesin...

Evlâtlarınızın güzel hallerini, büyük adamlar olduğunu, Allah'ın sevgili kulları olduğunu göstersin... Onlar vasıtasıyla nice nice sevaplar kazanmanızı nasib eylesin...

Cennette hepinizi, hepimizi Peygamber Efendimiz'in yanında eylesin, komşu eylesin... Peygamber Efendimiz'in zamanından nice asırlar sonra dünyaya geldik ama, rüyalarımızda gül cemâlini görmek nasib eylesin... Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

29. 8. 1996 - Bayramiç / ÇANAKKALE

153

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

GÜNÜMÜZDE MURÂBITLIK

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîne hamden kesîren tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidil-evvelîne vel-âhirîne ve tâci ruûsinâ ve tabîbi kulûbinâ muhammedinil mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil-cezâ...

Emma ba'dü fa'lemû eyyühel ihvân... Feinne efdalel-hadîsü kitâbullàh... Ve efdalel-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin sallallàhu aleyhi ve sellem... Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesetün bid'ah, ve külle bid'atin dalâleh, ve külle dalâletin ve sàhibehâ fin-nâr... Ve bis-senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:

(İnnel murâbıta fî sebîlilâh, a'zamü ecran min racülin cemea kâ'beyhi yertâdü şehran sàmehû ve kàmehû) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Okuduğumuz hadis-i şerif, Râmûzül-Ehâdîs'in 107. sayfasının 11. hadisidir. Ebû Ümâme el-Bâhilî RA'den rivayet olunmuştur. Murâbıt'tan bansediyor. Murâbıt; ribatlarda, hudut kalelerinde düşman gelmesin diye nöbet tutup, gözcülük yapıp, bekleyen kimseye derler.

154

Müslümanlar hudutlarını korumak için kaleler yaparlar, oraya askerleri koyarlar. Bekler, düşman gelirse onlar ilk karşılamayı yaparlar, çarpışırlar, huduttan içeriye düşmanı sokmazlar. Ondan sonra da asıl büyük orduya haber iletilir. O da gelir savaş olur, cihad olur, çarpışılır.

Şimdi, daha savaş yokken bile hudutları beklemek icab eder. Murâbıt, işte bu hudutlarda beklemeyi yapan, gözcülük yapan, bekçilik yapan, gerekirse çarpışan kimse demek oluyor. Bunun sevabı çok büyüktür. Bunu eskiden dervişler yaparlardı. Allah'ın rızasını kazanmak isteyen, Allah yolunda sevap kazanayım, canım fedâ olsun, zamanım öyle geçsin diye düşünen insanlar yaparlardı.

Silahlarını alırlardı, giderlerdi, hudutta bir yer inşâ ederlerdi. Müstahkem bir yer; hemen şöyle itilip kakılınca yıkılıp yakılmayacak bir yer, sağlamca bir yer... Ribat derlerdi buna. Ribat bir çeşit kale gibi bir şey oluyor; kale de olur, kaleden küçük de olur. Kale biraz daha anlı şanlıdır, ribat küçük bir bina da olabilir.

Bu ribatlarda kalan kimselere de murâbıt derlerdi. Yâni mücahid gibi ama, bekçilik yapıyor. Savaş yok, savaş olmadan bekçilik yapıyor, olursa savaşacak. Düşman gelirse çarpışır da, düşman yok. Düşman gelmesin diye bekliyor.

155

Tabiî bu, mühim bir vazife. Çünkü hudutlar beklenmezse, gözcüler olmasa, nöbetçiler olmasa düşman içeriye sızar, evleri köyleri basar, insanları öldürür, malları yağmalar, zarar verebilir. Bekçi olursa, bekçi olan yere herkes kolay kolay giremez. Gelirse de bir çarpışma olur, ondan sonra imdat istenir, sağdan soldan yardım istenir. Yardım da gelince düşman püskürtülür, cezası verilir. Emniyet için gerekli olan bir şey.

İşte bu murâbıtların sevabı çok büyük oluyor. Çünkü onlar hudutta bekledikleri için, hududun içindeki memlekette yaşayan insanlar, emniyet içinde işlerine güçlerine gidiyorlar, huzur içinde yatıp kalkıyorlar, rahatlıkla ibadetlerini yapıyorlar. Bekçi olmasa, her an kuşkuda olacaklar, her an dikkatli olmaları lâzım!

Aslında dikkatli olmak da bütün müslümanlara emrediliyor. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:

"--Kişinin kılıcını kuşanmış olarak kıldığı namaz, kılıçsız kıldığı namazdan yediyüz kat daha sevaplıdır."

Neden?.. Camide savaş olmaz ama, camiye baskın yapar düşman... Bunlar nasıl olsa namazda diye baskın yapar. "Silahsız şunları yakalayım, camiyi yakayım, adamları içerde öldüreyim!" diye düşünürler; düşünmüşler ve yapmışlar.

156

Meselâ Yugoslavya'da senelerce önce, Tito zamanında, --belki ondan önce, ben tarihini iyi bilmiyorum-- Drina köprüsü faciası diye bir olay olmuş. Bir bayram gününde müslümanlar bayram namazında iken, bu hain kâfirler saldırmışlar, camide katletmişler. Öldürüp öldürüp, Drina köprüsünden nehire atmışlar müslümanları, oranın ahalisini... Onların hunharlıkları, canavarlıkları, gaddarlıkları, zalimlikleri tarih boyunca böyle...

Allah bir millete, bir ümmete zaaf vermesin. Zaaf oldu mu, her yerden düşmanlar saldırır. Vücut da öyledir. Şimdi bak bizim vücudumuz var, sizin vücudunuz var.

--Nasılsınız?..

--Elhamdü lilâh, iyiyiz.

--Sıhhatte afiyette misiniz?..

--Çok şükür elhamdü lillâh, bir şeyim yok, turp gibiyim, sapasağlamım.

Sen biraz zayıf ol, o zaman bak nasıl mikroplar her yerden hücum ederler. Etrafta mikrop yok değil; havada mikrop var, toprakta mikrop var, suda mikrop var, yiyecekte içecekte mikrop var... Karşısındaki adamda mikrop var; öksürür, aksırır, havaya mikroplar yayılır. Bunu doktorlar söylüyor, biliyoruz.

157

Her santimetreküp, şöyle yüksük içi kadar olan havada beş milyon mikrop var diyorlar meselâ... Saymakla bitmeyecek mikrop var, ama zarar veremiyor. Neden?.. Sen sağlamsın da te'sir edemiyor. Ne zaman çürüsen, zayıflasan, o zaman saldırırlar. Meselâ deri sağlamken bir şey olmaz. Ama deri çizildiği zaman, zedelendiği zaman, oraya bir mikrop bulaşırsa, orda iltihap yapar, hastalık yapar; belki öldürücü hastalık olur. Deri zedelendi, çizildi, yara oldu, oraya mikro yerleşti.

Sen zayıflarsın, uyku uyumazsın, uykusuz kalırsın; vücut kilodan düşer, çaptan düşer. Ondan sonra bakarsın akciğerde rahatsızlık başlar, midede rahatsızlık başlar. Yâni zayıf oldu mu, etraftaki başka yaratıklar insanın vücuduna saldırıyor.

Müslüman toplum da zayıf oldu mu, etraftaki kâfir toplumlar mikrop gibi saldırırlar müslümanların üzerine, üşüşürler.

Peygamber Efendimiz diyor ki:

"--Sizin üzerinize ümmetler, yemek yiyenlerin çanağa kaşık üşüştürdükleri gibi, pilava kaşık salladıkları gibi, yemeğin tabağına hepsi birden yemek için el uzattıkları gibi, sizin üzerinize kâfir milletler saldıracaklar. Hepsi birden saldıracaklar."

158

"--(Ekılletin binâ yevmeizin yâ rasûlallah?) Ey Allah'ın Rasûlü, bu bildirdiğin hadise ne zaman olacak? Biz o zaman çok az olacağız da, bizim azlığımızdan dolayı mı düşman saldıracak üzerimize?.."

"--Hayır! (Bel entüm kesîrûn) Belki siz çok olacaksınız o zaman; fakat size eski ümmetlerin iki hastalığı bulaşmış olacak. İki mühim hastalık bulaşmış olacak size, hasta olacaksınız. Hasta olunca saldıracaklar.

İki hastalıktan birisi, (hubbüd-dünyâ) dünyayı sevmek... İkincisi, (kerâhiyetül-mevt) ölümden korkmak..."

--E hocam, tabii değil mi bunlar, insan dünyayı sevmez mi? Boğaziçi'nde Emirgân var, çay içiliyor; Çamlıca var, manzarası güzel; köşkler, saraylar, lokantalar, canlı balık lokantası, kızartmalar, kebaplar, kaymaklar, mado dondurması, bilmem ne baklavası... vs.

Eskiler dünyayı sevmiyorlardı, ahireti seviyorlardı. Dünyaya dalmıyorlardı, ahireti kazanmağa çalışıyorlardı. Dünyayı fedâ edip ahiretlerini ma'mûr etmeğe çalışıyorlardı. Eskiler böyleydi.

Kim bu eskiler?... Peygamber SAS Efendimiz, sahabe-i kirâm efendilerimiz (Rıdvânullahi aleyhim ecmaîn), evliyâullah büyüklerimiz, selef-i sâlihînimiz, sâlih ecdâdımız böyleydi. Onlar dünyayı bizim gördüğümüz gibi görmüyorlardı. "Ne olacak, fâni dünya; ne kıymeti var?" diyorlardı.

159

Yalan dünyasın, yalan dünyasın,
Evliyâullàhı alan dünyasın!

Yalan dünya ile ilgili Yunus'un ne güzel şiirleri var. Keşke tamamını bilsem de, şimdi okusam size... "Yalan dünyasın, inanmam sana, kanmam sana!" diyor. "Yalancı dünyasın, aldatırsın insanı; ondan sonra dönüp, uzaktan bakıp da gülersin, aldatıcısın!" diye dünyaya meyletmemişler.

Ne yapmışlar bu adamlar?.. Bu mübarek adamlar, bu evliyâullah büyüklerimiz ne yapmışlar?.. Dünyalığı ahireti kazanmakta kullanmışlar.

--Paran var mı?..

--Var...

Ne yapmış?.. Allah yolunda hayır, hasenât, çeşme, cami, köprü, su hayırı, yetimlere, dullara bakmak... vs. Ve her şeylerini ahiretini kazanmağa tevcih etmişler, dünyayı sevmemişler.

Dünyanın bir gün elden gideceğini biliyorlardı, bir gün öleceklerini biliyorlardı. Kabre götürüp gömdükleri yakınları gibi, bir gün de sıranın kendilerine geleceğini unutmuyorlardı. Gaflete düşmüyorlardı, ahirete çalışıyorlardı.

--E peki, müslümanların içinde zengin yok muydu?

Vardı; Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz, Hazret-i Osmân-ı Zinnûreyn --radıyallàhu anhümâ-- zengin insanlardı, daha başka zenginler vardı. Tarih boyunca zengin insanlar olmuştur. Has müslümanlardan, cennetlik olduğu bilinen müslümanlardan zengin olanlar olmuştur. Ama onlar mallarını helâlden kazanıyorlardı, hayırlara harcıyorlardı. Gözleri dünya hırsıyla kanlanmamıştı, kapanmamıştı, kör olmamıştı; Allah yolunda masraf yapıyorlardı, Allah yolunda dünyalığı harcıyorlardı.

160
161 ilâ 180. sayfalar