• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tasavvuf Yolu Nedir?
  • /
  • 121 ilâ 140. sayfalar
101 ilâ 120. sayfalar

Şimdi ben size soruyorum:

--Hepiniz Kul huvallàhu ehad'i biliyor musunuz?..

Biliyorsunuz.

--Hadi Kul huvallàhu ehad'i geriden okuyun bakalım, aşağıdan yukarı...

Ben de okuyamam... Siz de okuyamazsınız da, ben de okuyamam...

Onunki biraz da ırsiyetten geliyor. Çünkü babası Ömer Ziyâeddin Efendi de kuvvetli hafızmış. Buhârî-yi Şerif de ezberindeymiş, onu da ezberlemiş. Altı saatte Kur'an-ı Kerim'i okurmuş, hatim indirirmiş. Öyle babanın evlâdı öyle oluyor. "Arslanın oğlu arslan olur!"

Biz çocuklarımızı küçük yaştan yetiştirmeliyiz. Çocuk oniki yaşına gelince, âkıl bâliğ olunca; o zaman her şeyi öğrenmiş olmalı!.. "Hırsızlık günahtır, yalan günahtır. Merhametsizlik, zulüm doğru değildir, günahtır..." Bunları öğretmeliyiz.

Öğretmiyoruz, çocuk bilmiyor. Bu kavramları bilmiyor. Çocuk da bilmiyor, büyük de bilmiyor, genel müdür de bilmiyor, bakan da bilmiyor, başbakan da bilmiyor, reisicumhur da bilmiyor... "Dün dündür, bugün bugündür." diyor. Bu ne demek?.. Ahde vefa yok demek... "Dün öyle söylemiş olabilirim, bugün de dönebilirim." demek...

121

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Bir ömür sürüyoruz, hepimiz bir yaşa geldik. Kimimiz elli altmış, kimimiz otuz kırk, kimimiz yirmi otuz, neyse... Bir yaşa geldik ama, aldanıyoruz. Denilmiş ki:

(Ennâsü niyâmün ve izâ mâtû, intebehû) "İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanacaklar veya ölümüne yakın, gözünden perde kalktığı zaman uyanacaklar."

Biz hayatı anlayamıyoruz. Ben Edebiyat Fakültesi'ni bitirdim, Edebiyat Fakültesi'ni o zaman anladım. "Keşke bitirdiğim zamanki bilgilere, girdiğim zaman sahib olsaydım, bak ne kadar iyi olacaktı." diyoruz. Biz de hayatı bittiği zaman anlayacağız. Amma iş işten geçecek.

Onun için bu işi tatmış, bilmiş, duymuş, hissetmiş, düşünmüş olan insanların tecrübesine dayanmalıyız, ikazından uyanmalıyız, mütenebbih olmalıyız. "İntebih!.. İntebih!.. İntebih!.." hitabı bize de her nefeste gelmeli, biz de mütenebbih olmalıyız, uyanmalıyız. Hayatımızı Allah'ın rızasını kazanacak şekilde tanzim etmeliyiz.

Hayatımızı genel müdürün seveceği şekilde tanzim ediyoruz. Hayatımızı toplumun seveceği şekilde tanzim ediyoruz. Halkın beğenisini istemiyor muyuz, alkışını istemiyor muyuz, şöhret istemiyor muyuz?.. Halk tarafından oy toplanmasını filân istemiyor muyuz?..

122

Halkın beğenisini istiyoruz, genel müdürün beğenisini istiyoruz. Bir kadının, karşı cinsin bizi beğenmesini istiyoruz. Bulunduğumuz bir toplumda itibar görmek istiyoruz, sayılmak istiyoruz. Birisi saygısızlık yaparsa suratımızı ekşitiyoruz. Bir söz söylerse karşılık vermiyor muyuz?..

Ne diyor Mehmed Akif?.. "Elli altmış yıl şu dünyada şaşkın şaşkın dolaştımsa da, bir hakîkati öğrendim şu dünyada: O da hepimiz kendimizin aşıkıyız." diyor.

Tek hakîkat var bellediğim dünyada,
Elli altmış sene gezdimse de şaşkın şaşkın...
Hepimiz kendimizin bağrı yanık aşıkıyız,
Sâde ilânı çekilmez bu acaib aşkın...

Hepimiz kendimize aşıkız; ama kimimiz kurnazlık edip, kendi kendimizi beğendiğimizi, kendi kendimize aşık olduğumuzu saklayabiliyoruz da, tahammül edilir bir durumda oluyoruz. Kimisi de bu saklamayı yapamıyor, "Ben, ben, ben..." diyor, "Ben bir taneyim, var mı benim gibisi?.." diyor; millet de ondan yaka silkiyor. Yâni, ona kızıyor. Ama hepimiz kendimizin aşıkıyız diyor.

Halkın beğenisini istiyoruz, sevgi istiyoruz, alkış istiyoruz, itibar istiyoruz... Her şeyi istiyoruz ama, Allah'ın bizi beğenmesi için çalışmıyorsak yanlış işler işliyoruz, yanlış bir yolda yürüyoruz. Allah bizi sırf kendi rızasını isteyen, düşünen, kazanmaya çalışan, tam, hâlis, muhlis müslümanlardan eylesin...

123

Bunun yolu tasavvuftur. Bu yolda giderseniz, böyle bir kul olursunuz. Misâl, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî... Misâl, Yunus Emre... Misâl, Ankara şehrimizden Hacı Bayrâm-ı Velî... Misâl, İznik şehrinden Eşrefoğlu Rûmî... Misâl, Erzurum şehrinden İbrâhim Hakkı Erzurûmî...

Bunun bir sırrını söyleyeyim size, Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte buyurmuş ki:

"--Sizi Allah'ın ne kadar sevdiğini merak ediyor musunuz?.. Sizin Allah nazarında, Allah indinde mevkiinizin, derecenizin, makamınızın, yüksekliğinizin ne kadar olduğunu merak ediyor musunuz?.. Bunun ölçüsü şudur: Sizin nazarınızda Allah'ın kıymeti ne, siz ona bakın!.."

Ölçü bu işte... Sen Allah'ı ne kadar seviyorsan, ne kadar sayıyorsan, ne kadar itaat ediyorsan; Allah indinde senin merteben, sevgin, derecen o kadar!..

Bakın, Yunus Emre bir söz söylüyor, yalan söylemiyor; seziyoruz yalan söylemediğini:

Eğer beni yandıralar,
Külüm göğe savuralar,
Toprağım anda çağıra,
Bana seni gerek seni!..

Yâni, "Öldürseler, yaksalar, kül olsam, küllerim havaya savrulsa; her bir zerrem: 'Yâ Rabbi ben seni istiyorum, seni istiyorum, seni istiyorum!..' der." diyor.

124

Yunus'un divanını baştan sona okuyun; nedir?.. Allah aşkı... Hem de nasıl bir Allah aşkı?.. Her şeyini fedâ etmeğe hazır bir insanın aşkı... Rabbi için her şeyini fedâ edecek bir insan... Seziyorsun, söylediği sözden anlıyorsun ki, öl desen ölecek; at kendini desen, atacak... Öyle değil mi, Yunus'un öyle olduğuna şiirlerinden şahit değil miyiz hepimiz?.. Şahidiz.

Ha, demek ki Yunus'u Allah seviyor?

--Nerden bildin Hocam?..

Yunus Allah'ı seviyor da ondan... Yunus Allah'ı seviyor. Yunus'un nazarında Allah'ın kıymeti, hükmünün kıymeti, emrinin kıymeti çok yüksek de ondan...

--Falanca adamı Allah seviyor mu, sevmiyor mu?..

Bakalım?.. Adam içki içiyor. Allah içki içmeyin demiş; içiyor... Namaz kılın demiş; kılmıyor. Oruç tutun demiş; tutmuyor... Zamparalık yapma demiş; zamparalık yapıyor... Şöyle yapma demiş; yapıyor. Zulmetme demiş; zulmediyor. Haksızlık yapma demiş; haksızlık yapıyor. Haksız kazanç sağlıyor, hazineden alıyor. Yetimin, dulun malını, parasını alıyor... Allah'ın emirlerini tutmuyor bu adam...

125

--Şimdi Allah bunu seviyor mu?..

Sevmiyor.

--Neden?..

Bu adam Allah'ı düşünmüyor, onun kafasında Allah'ın yeri yok... Allah'ın emrini tutmuyor da, ondan anlıyoruz. Ölçü bu... "Senin Allah indinde mevkiinin, makamının ne olduğunu anlamak istiyorsan; senin indinde Allah'ın durumu, mevkii, makamı ne ona bak!" diyor Peygamber Efendimiz... Ölçü bu...

Başka hadislerde de böyle:

"--Kulum bana dönerse, ben de ona dönerim. Kulum bana teveccüh ederse, ben de ona teveccüh ederim. Kulum bana bir karış gelirse, ben ona bir arşın gelirim. Kulum bana bir arşın gelirse, ben ona bir kulaç gelirim. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim." buyruluyor.

Yâni, bu ne demek?.. "Kulum bir gayret gösterecek, ben de ona göre daha fazlasını ona ihsân edeceğim." demek...

Kuldan bir hareket yok... Hadis-i şerifte buyuruyor Peygamber Efendimiz: Kul namaza durdu, "Allahu ekber!" dedi, Allah'ın divanına girdi, huzuruna girdi... Namazda aklına geliyor:

"--Yâ hanım ne al demişti bana?.. 'Sümerbank'a uğra, beş metre patiska al!' demişti. 'Ondan sonra Ulus'ta hale uğra, üç kilo elma al, beş kilo şunu al... İki kilo kıyma al! Misafir gelecek.' demişti."

126

Namazda şimdi ne oldu?.. Aklı Ulus'taki Hal'e gitti. Bakkala gitti, kasaba gitti, bilmem nereye gitti...

"--Hay Allah! Yarın falancaya ikiyüz milyon para verecektim, ben onu nerden bulacağım?.."

Aklı borca gitti, dükkâna gitti, alış verişe gitti... vs. Haa, kul namaza girer, Allah'ın divanına girer, Allah'a teveccüh eder; Allah da ona teveccüh eder. Kul kalbini, aklını, fikrini başka şeylere dağıtırsa; Allah da ondan yüz çevirir. Neden?.. Aklını başka yerlere dağıttığı için... Yâni, kulun davranışına göre Allah'ın muamelesi oluyor.

(Fezkürûnî ezkürküm) "Siz beni zikredin, ben de sizi zikrederim!" buyuruyor Allah ayet-i kerimede... Allah Allah!.. Ben "Allah, Allah..." diyeceğim; o da "Kulum, kulum..." diyecek... Sübhânallah!..

Hani, "Bizim Yunus mu?.." demiş. Hemen Yunus kalkmış, şeyhinin elini öpmüş, ayağını öpmüş... filân. Hani söz dinlememiş, tekkeden uzak kalmış da, ondan sonra gelmiş; valide hanıma yalvarmış, yakarmış. Şeyhinin iki gözü görmüyor, a'mâ olmuş. Valide hanım demiş ki:

"--Sen şeyhinin kapısına yat! O kapıdan çıkarken ayağı takılınca, 'Bu kim?' deyince; 'Yunus... deriz. 'Bizim Yunus mu?..' derse, demek ki seni gönlünde tutmuş, atmamış, demek ki hâlâ seni seviyor, ne mutlu sana!.. 'Hangi Yunus?' derse, kalk nereye gidersen git!" demiş.

127

Valide hanım böyle akıl öğretmiş. O da yatmış şeyhin kapısına... Sabahleyin namaza gidecek, iki gözü a'mâ Tapduk Emre'nin... Kapıdan çıkarken ayağı takılmış; "Kim bu?.." demiş. Valide hanım, "Yunus..." demiş. "Bizim Yunus mu?.." deyince, Yunus Emre kalkmış, elini öpmüş, ayağını öpmüş.

Allah, "Kulum!" dedi mi, ne büyük şeref... Sen "Rabbim!" dediğin zaman, Allah "Kulum!" dedi mi, ne büyük devlet, ne büyük saadet!.. Demek ki, kulu zikredince Allah zikrediyormuş. Demek ki kulu teveccüh edince, kulu Allah'a dönünce, o da kuluna dönüyormuş... Kulu dünyaya dönünce, şöhrete dönünce, paraya, mala dönünce, kadına kıza dönünce; Allah o zaman yüz çeviriyormuş.

Allah'a dönünce, Allah da ona dönüyor. Allah'a yürüyünce, Allah da ona geliyor. Yürüyerek giderse, koşarak geliyor. Dua ederse, duasına karşılık veriyor.

Bir ayet-i kerime var, bizim için çok büyük müjde: Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:

(Üd'nî estecib leküm) "Dua edin, ben sizin duanızı kabul ederim!" Duanıza bir karşılık veririm, ya bu dünyada, ya ahirette; ama veririm!

128

Bir hadis-i şerifte de buyruluyor ki:

(Men lem yed'ullàh, gadıballàhu aleyh) "Kim Allah'a dua etmezse, duasızsa, niyazsızsa; Allah ona gazab eder." İstemeyene kızıyor, gazab ediyor; isteyeni seviyor, istediğini de veriyor. Dua edeni, isteyeni seviyor.

Dünya zengini isteyene kızar. Bir istedi mi, kendini tutabilir. İki istedi mi, kendini tutabilir. Üç, dört, beş, altı olunca:

"--Aaa, artık sen de çok oldun yâ! Başka dükkân yok mu, biraz da başka dükkâna git!.. Allah, Allah!.. Benden başka hayır sahibi yok mu yâ?.. Hep bana geliyorsun, hep bana geliyorsun. Hadi git, vermiyorum!" der.

Bak dünya zengini, fazla isteyince, kızdı. Allah istedikçe seviyor, hiç istemeyene kızıyor!.. İsteyene veriyor, dua edene veriyor, zikredeni zikrediyor, dönene teveccüh ediyor... Kendisine gidene kendisi geliyor. O zaman ne yapmamız lâzım?.. Biraz gayrete gelmemiz lâzım!.. İyi kulluk etmeye yönelmemiz lâzım, aziz ve muhterem kardeşlerim!..

Allah hepinizden razı olsun...

5. 8. 1996 - Çankaya / ANKARA

129

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

ALLAH'IN SEVDİĞİ KİMSELER

Değerli ve sevgili AKRA, Ak Radyo dinleyenleri!..

Cumanız mübârek olsun... Hepinize Allah'ın selâmını, rahmetini dilerim.

Bana sizinle konuşma şerefini, fırsatını verdikleri için, AKRA yayıncılarına teşekkür ediyorum.

İnsanın kendi kusurlarını görmesi, çok büyük bir fazilettir. Kişi noksanını görmek gibi irfan olmaz. İrfanın yüksek bir derecesidir amma, bu dereceye herkes eremiyor. Çocuk kendi kusurunu göremez, hatasında ısrar eder. Basit bir insan da kusurunu göremez, inad eder. O halde onlara yukarıdan, daha otoriter bir kaynaktan hatalarını kusurlarını göstermek lâzım geliyor. İnsan hatasını görecek, tövbe edecek, istiğfar edecek.

Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:

"Ben peygamberken, Allah beni çok yüksek bir mevkîye çıkartmışken, geçmiş ve gelecek günahlarım olsa bile onları affettiğini Fetih Sûresi'nde bildirmişken; ben dahi günde 70 defa, 100 defa tövbe ve istiğfar ediyorum, Allah'tan affımı, mağfiretimi diliyorum." diyor.

Tabii peygamberler günah işler mi?.. İşlemez. Peygamberliğin vasıflarından birisidir, peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır. Allah'ın sevgili kullarıdır, günah işlemezler ama, Peygamber Efendimiz niye tövbe ve istiğfar ediyor?.. En yüksek makamın da, o makamın yüksekliğiyle mütenâsib âdâbı vardır.

130

Allah'a en yakın kul olan Peygamber-i Zîşân Efendimiz'in "Kàbe kavseyni ev ednâ" makamının da tabii, bir edebi var... Riayet ettiği yüksek edepler var... Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Mi'rac olayı anlatılırken:

(Mâ zağal basaru ve mâ tağà) [Onun gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.] buyruluyor. Peygamber Efendimiz'in Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin huzur-u izzetine vâsıl olduğu zaman, kabul olunduğu zaman ne kadar güzel bir edeble hareket ettiğini, Allah'ın nasıl sevgisini kazandığını bu ayet-i kerime bildiriyor. Her yüksek makamın edebi olduğu için ve çok mütevâzi olduğundan ve haklı olarak, "Yâ Rabbi sana hakkıyla ibadet edemedim!" dediği de rivayet ediliyor.

Tabii, hiç bir kul Allah-u Teâlâ'ya hakkıyla ibadet edemez. Çünkü, her şeyimiz Allah'tan olduğu için, her an Allah'a ibadet halinde olmamız lâzım!.. Her an ibadet ve taatte bulunmak da kolay bir şey değil... İbadeti de kaliteli yapmak kolay değil... Ne kadar kaliteli yapılsa da beşer olduğu için, en yüksek kaliteye göre ufak tefek bir takım eksiklikler olabileceği için, Peygamber Efendimiz dahi günde 70 defa, 100 defa istiğfar ettiğini bildiriyor. Bu ne demek?.. Yâni, "Ben peygamberken böyle yapıyorum, siz de bu edebe riayet edin!.. Kendinizi kontrol edin, Allah'tan af dileyin!" demek...

131

İnsan tövbe ve istiğfar edince, Allah'tan af dileyince Allah affediyor. Hattâ bir müjdeli hadis-i şerif var: "Bir kul hatasını anlasa, Allah-u Teâlâ'ya karşı yaptığı işin yanlış olduğunu anlasa, içine pişmanlık düşse, kalbine bir yanma düşse, 'Ah ben niye bu işi yaptım?' diye acısını gönlünde hissetmeye başladığı zaman, daha diliyle 'Affet beni Allahım!' demeden, istiğfar etmeden Allah onu affeder." buyruluyor.

Biliyoruz ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri insanların gönüllerine bakıyor. Gönüllerinden geçen duyguları da biliyor. Onlara göre, niyetlere göre insanı değerlendiriyor. Demek ki hatalı olup olmadığımızı kontrol altında tutmalı ve uyanık bir müslüman olmalıyız. Hatamız varsa hemen dönmeliyiz. Dönmeye tövbe deniyor Arapçada... Affımızı mağfiretimizi istemeliyiz. Ona da istiğfar deniliyor. Tabii ondan sonra kendimizi düzeltip iyi bir kul olmaya gayret etmeliyiz.

Bir başka hadis-i şerif var; tövbenin ne kadar güzel olduğunu, ne kadar tesirli olduğunu gösteren... İmam Beyhakî'nin Enes RA'den rivayet ettiği bir hadis-i şerif... Buyuruyor ki SAS Efendimiz:

132

(İnnallàhe teâlâ yekl) Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: (İnnî leühimmü ehlil-ardı azâben) "Ben yer yüzündeki ahaliye, insanoğluna yaptıkları kusurlardan dolayı azab etmeye davranıyorum, düşünüyorum; (feizâ nazartü ilâ ummâri büyûtî) benim mescidlerimin müdavimleri, onları mânevî bakımdan imar eden abidleri, halis muhlis müslümanları gördüğüm zaman; (vel-mütehâbbîne fiyye) benim için birbirleriyle samimi dostluk kuran müminleri, o sıcak kardeşlik duygusu içinde gördüğüm zaman; (vel-müstağfirîne bil-eshâr) gecenin sonlarında, seher vakitlerinde, herkes uykuda iken kalkıp abdest alıp da, 'Aman yâ Rabbi!' deyip, tövbe ve istiğfar edip, göz yaşı döktüklerini gördüğüm zaman; (saraftü azâbî anhüm) o düşündüğüm azabı onlardan kaldırıyorum, onlara azab etmiyorum, vaz geçiyorum." buyuruyor.

Demek ki, sevgili dinleyiciler! Gericilik diyorlar, müslümanları değişik şekilde göstermeye çalışıyorlar, karalıyorlar, aleyhinde yazıyorlar, çiziyorlar ama; işin aslında insanların dünyada azab görmemesinin, huzur içinde yaşamasının mânevî sebebi, mescidlerde ibadet eden o mübarek insanlar... O samimi olarak birbirlerini seven müslümanlar... O geceleri kalkıp da seccadesini serip, göz yaşı döküp, Allah diyen àşık-ı sàdıklar... Yâni, onların yüzü suyu hürmetine insanlar sağlık ve afiyet içinde yaşıyorlar da, yine de dindarlara kızıyorlar, dine kızıyorlar, çeşitli ileri geri sözler söyleyebiliyorlar.

133

Şimdi bu ikinci hadis-i şerife çok dikkatle bir daha eğilelim: Allah-u Teâlâ Hazretleri azab edecekken azabını kaldırıyor, kullarını bağışlıyor. Kimler hürmetine?.. (Ummâri büyûtî) "Benim evlerimi imar eden insanlar hürmetine..." diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri... Büyûtî dediği, yâni benim evlerim dediği nereleridir?.. Mescidlerdir. Mescidler Allah-u Teâlâ'nın evleridir. Ne güzel... Yâni biz mescide gittiğimiz zaman, ne yapmış oluyoruz?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri'ni evinde ziyaret etmiş oluyoruz. Ne kadar hoş bir şey!..

Hani insan sevdiği yüksek bir şahsiyetin konağının kapısına gitse, sarayına gitse, huzura alınsa ne kadar memnun olur. Biz de Allah-u Teâlâ Hazretleri'ni istediğimiz zaman, günde en aşağı beş defa ziyaret edebiliyoruz. Ezanlar okunup da bize bir de davet oluyor. Müezzinler minarelerden "Hayye ales-salâh!.. Hayye alel-felâh!.." derken, Allah-u Teâlâ bizi evine kendisi davet ediyor. Ne kadar büyük bir şeref!.. O davet kaçırılır mı?..

Allah kullarını evine davet ediyor, "Gelin benim evime!" diye... Kapılar açık ve ne güzel ev ki kapılarında bekçileri yok, engellemeler yok... Bilet kontrolları yok, aramalar taramalar yok... Protokol yok... İnsan samîmî olarak Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin evine gidiyor... Orada can u gönülden Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne, Rabbine ibadet ediyor.

134

Burda ibadet edenler demiyor da, imar eden kişiler diyor. Buradan anlıyoruz ki, mescidlerin mâmur olması, şen olması içinde cemaatın olmasından dolayıdır. Düşünelim ki çok basit yapılmış, çadır veya baraka veya çardak bir mescid; öyle düşünelim. Köylü fakir olduğundan bir çardak yapmış kendisine mescid olarak, çok basit... Amma içinde cemaati çoksa, orası mâmur oluyor. Yâni bakımlı, imarlı, süslü, ziynetli oluyor. Neden?.. Cemaat var... Cemaat onu ziynetlendiriyor, mâmur hale getiriyor. Bu çok önemli...

Allah'ın mescidlerine gidilmediği zaman, mescidler harab olmuş oluyor. İsterse betondan yapılmış olsun, isterse duvarları nakışlarla altın yaldızlarla süslenmiş olsun... Kapısı çok güzel ağaçtan yapılmış, minberi çok güzel ağaçtan oyulmuş; iyi, güzel ama, içinde hiç insan yok!.. Demek ki, bu cami maddeten ne kadar mamur gibi görünse de, aslında harabedir. Neden?.. İçinde cemaat yok...

O halde, semtimizdeki camileri harabe haline getirme vebalini de yüklenmeyelim sevgili dinleyiciler!.. Yâni, sen evinde namaz kıldığın zaman, camiye gitmediğin zaman, o camiyi adetâ harab etmiş oluyorsun. Yerle bir etmiş oluyorsun. Sen o camiye gittiğin zaman imar etmiş, bakımlı hale getirmiş oluyorsun.

135

Tabii bu, bizim içimizde bir ibadethane sevgisi olmasına bağlı... İnsanın gönlünde ibadethane sevgisi varsa, ibadetini camide gidip yapma aşkı ve sevgisi varsa onun hakkında çok müjdeli hadisi şerifler var. Allah-u Teâlâ Hazretleri böyle ibadet sevgisi olanlara, kıyamet gününde Arş-ı A'lâ'nın altında, nurdan minberler verecek. Orada oturtacak, mahşer gününün sıkıntılarına onları uğratmayacak. O halde öyle insanlar olmaya gayret edelim, çevremizdeki mescidleri ma'mur tutalım. Cemaatsiz bırakmak suretiyle, harabe haline getirmeyelim!..

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin sevdiği ikinci grup kimlermiş ki onların yüzü suyu hürmetine azabı çekiyor, yapmıyor: (Elmütehâbbîne fiyye) "Benim için birbirlerine muhabbet eden, birbirleriyle arkadaş ve dost olan kişileri gördüğüm zaman, azabdan vazgeçerim!" buyuruyor. Bu da o kadar önemli bir şey ki muhterem kardeşlerim! Biz müslümanlar o kadar kolaydan Allahın rızasını kazanabiliriz ki, o kadar büyük sevapları kolaylıkla alabiliriz ki, o kadar yüksek makamlara kolaylıkla çıkabiliriz ki; ama ah dinimizin inceliklerini bilsek, İslâm'ı doğru tanısak!..

136

Bakın, İslâm'ı biz de doğru tanımıyoruz. Biz doğru tanımadığımızdan, çevremizde İslâm'dan uzak yaşayanlar da doğru tanımadığından İslâm'a düşman gözüyle bakıyor, İslâm'ı kötü görüyorlar. Yani aslında Avrupalıların içinde bile İslâm'ı inceleyen; sadece Avrupalı değil Amerikalı, Kanadalı, Hintli, Japon... her yerdeki gayrimüslim, İslâm'la müşerref olmamış insanlar İslâm'ı inceledikleri zaman, İslâm'a hayran kalıyorlar.

Biliyorsunuz, meşhur filozof Volter var... O nasıl medhetmiş Peygamber Efendimiz'i, dinimizi?.. Bazı filozofların dinimizi inceleyip sonunda müslüman olduklarını biliyoruz. Ah şu İslâm'ın güzelliklerini biz de bilsek!.. Babadan, dededen, ecdattan, böyle soyca hep müslüman olarak gelmiş bir sülâlenin evlâdı olarak yaşayan şu müslümanlar, ellerindeki cevherin kıymetini bilse, İslâm'ın içindeki güzel hükümleri bilse, başkalarına anlatsa da, kimse İslâm'a düşman olmasa...

Ben gazetecilere bakıyorum; İslâm'ın bir iki meselesini öne getirip karalamaya çalışıyorlar. Halbuki bu yanlış...

137

--Efendim işte cihad var!..

--Peki, Sırplara karşı cihad etmeyelim mi yani şimdi? Saldırıyor, evimizi yıkıyor, köyümüzü yıkıyor... Biz huzur içinde yaşayalım derken, saldırıyor.

Cihadın gereği ortaya çıkıyor. Cihad olmaması yeryüzünün fesada uğramasına sebep olur. Cihad elbette gerekli.. Yâni, çok güzel şeyler de kötü gösterilebiliyor.

Şimdi tıbbı ele alalım: Ben şimdi elime kalemi alsam, şu güzelim tıbbı kötülemeye kalksam, desem ki:

"--Aman efendim, bu doktorlar ne kadar fena insanlar!.."

"--Niye?.."

"--Ellerine iğneleri alıyorlar, hart batırıyorlar insanın butlarına, kollarına; kanlar çıkıyor... Ellerine keskin neşterleri alıyorlar; cart karnını yırtıyorlar, kesiyorlar uzuvlarını... Aman bu doktorların hiç yanına yaklaşmayın!.. Hele insanlara bir takım haplar veriyorlar, şuruplar veriyorlar. İçiyorsun, zehir gibi ağzın berbat oluyor... Aman bu doktorlar ne fenâ!.." desem herkes gülmez mi?.. Güler.

"--Kardeşim! Bunlar böyle ama hepsinin faydası var... Bunlar olmazsa, vaziyet daha kötüye gidecek. Bunların hepsini sen hoş gör! Sen genel yapısıyla tıbba bak!.." der.

138

İşte bunun gibi, insanların da müslümanlığa böyle bakması lâzım.

(Vel-mütehâbbîne fiyye) "Benim için birbirlerine muhabbet eden, birbirleriyle arkadaş ve dost olan kişileri gördüğüm zaman, hak ettikleri azabdan vazgeçerim!" buyuruyor. İslâm sevgi dinidir diye bastıra bastıra söyleyebilirsiniz. Ve birbirinizi sevmek için adım atın! Kucaklaşın, birbirinizi sevin!..

Ben şu Türkiye'nin haline bakıyorum da ne kadar üzülüyorum bilseniz!.. İlerici-gerici diye bir ayırım... Sünnî-alevî diye bir başka ayırım... Türk-Kürt diye bir başka ayırım... Ne lüzum var?.. Allah'ın birbirini seven insanlara bu kadar mükâfatları verdiği dinimizde aşikâr iken; birbirimiz sevmek, birbirimizle dost olmak, birbirimize iyilik yapmak varken, bu düşmanlık niye?.. Dostluk varken, düşmanlık niye?.. Mutluluk varken, mutsuzluk niye?.. Huzur içinde yaşamak varken, kavga niye?.. Sıhhatli yaşamak varken, birbirimizi yaralayıp, öldürüp hapse girmek, kabre girmek niye?..

İnsanların bunları anlaması lâzım!.. Tabii, biraz da ben kendimizi kusurlu görüyorum. Anlatamamışız İslâm'ın ne kadar güzel olduğunu... Bakın siz duyuyorsunuz bunları, anlatın!.. Allah-u Teâlâ birbirlerini sevenleri çok seviyor.

139

(Vel müstağfirine bil eshâr) "Seher vakitlerinde istiğfar eden insanlar..." Tevbe ve istiğfar gece de olur, gündüz de olur ama, seher vaktinde istiğfar etmek diyor bu hadisi şerifte Peygamber Efendimiz... Muhterem kardeşlerim! Seher vakti, sahur vakti, gecenin sonu; henüz daha sabah vakti girmeden, imsak kesilmeden önceki zaman kimlerin zamanıdır, biliyor musunuz?.. Aşık-ı sàdıkların zamanıdır.

Çünkü o zaman herkes uykudadır, hiç kimsenin kimseden haberi yoktur. Riyâ yoktur, gösteriş yoktur, şöhret afetine bulaşmak yoktur. O zaman aşık-ı sadıklar, Allah'ı seven muhibbi sadıklar... Aşık-ı sadık olmak İslâm'ın en yüksek mertebesidir. Mutasavvıflar böyle söylüyor. Tasavvufta en yüksek mertebe aşk makamıdır. O aşık-ı sadıklar kalkıyorlar, seccadelerine oturuyorlar, tesbihleri ellerine alıyorlar... Kur'an-ı Kerim'i ellerine alıyorlar... Allah diyorlar, "Lâ ilâhe illallah" diyorlar... Gözyaşları döküyorlar, yalvarıyorlar, dua ediyorlar... Ne kadar güzel!..

Gündüz de ibadet olur. Günde beş vakit ibadetin zamanları var... Ama gecenin ibadetinin hali ve tadı başkadır. Tatmayan bilmez; tadan da o zevkten dolayı bir daha onu bırakmak istemez! Bize, geceleri de ibadet ederek Allah-u Teâlâ'yı zikretmeyi tavsiye ediyor hadis-i şerif... Ben de tabii nakleden bir kimse olarak, size tavsiye ediyorum.

140
141 ilâ 160. sayfalar