• /
  • Kütüphane
  • /
  • Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı
  • /
  • 341 ilâ 360. sayfalar
321 ilâ 340. sayfalar

İman nedir?.. Tamam... İslâm nedir?... Tamam... "İhsan nedir?.." diyor. Burdaki ihsanı biraz derin düşünürsek, biraz daha klasik açıklamaların ötesinde başka şey var mı diye düşünürsek, ÇAllah'a kulluk etmekteki ihsanÈ soruluyor burda... Çünkü, ihsan her şeyde var... Allah ihsanı her şeyde yazmış, ama burda ihsan nedir?..

(El'ihsânü en ta'büdallahe keenneke terâhü fein lem tekün terâhü ve innehû yerâke) "Allah'a görüyormuş gibi ibadet etmendir. Çünkü, sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor."

Demek ki, ibadetteki ihsanın kasdedildiği cevap cümlesinden anlaşılıyor. Şimdi biz, ibadette ihsana dikkat edeceğiz.

Ben Mısır'da duyduğum üzere burda namaza dururken, "Vücudunuzla kıbleye yöneliyorsunuz, kalbinizle de Allah'a teveccüh edin!" demiştim. Bir arkadaş diyor ki, "Çok duygulandım ondan, tüylerim diken diken oldu." diyor.

Şimdi ibadette ihsan, namazın adabına, erkânına, zahirî batınî şartlarına riayetle namazı kılmak... Ama ihsan, burada kalmıyor. Her şeyde var ihsan... Allah ihsanı her şeyde müslümanlara yazmıştır. Her müslüman her işini en güzel yapacak!..

341

Eğer kılıç ustasıysa, tülbenti havaya attığı zaman, kılıcı altına tuttuğunda, kılıç tülbenti kesecek kadar keskin olacak. Düşmanın kılıcıyla çatıştığı zaman, düşmanın kılıcı ikiye kırılacak; ama, bizim kılıcımız çeliğinin ihsanı dolayısıyla, güzelliği dolayısıyla kırılmayacak. Kumaşımız halis olacak. Çalışmalarımız güzel olacak.

Bir arkadaşımız anlatmıştı. Dünya üzerindeki çalışan insanların verimliliğini, gerçek çalışmasını ölçmüşler; Suudî Arabistan'da sekiz saat çalışan bir işçinin gerçek çalışması 45 dakika imiş. Yâni, yedi saat onbeş dakika dalga geçiyor. Çay içiyor, abdest alacağım diye gidiyor. Namazı güzel kılacağım diyor. Namazı güzel kılıyor ama, memuriyeti çirkin yapıyor. Namazda ihsan var, amelde isâet var, kötülük durumu var... Onu farketmiyor, onun hesabını anlayamıyor.

Türkiye'de de dört saat filânmış. Sekiz saat çalışmanın gerçek karşılığı dört saat... Japonya'da bu çok yüksek seviyedeymiş. Amerika'da yedi saatmiş... filân.

Rakamlar üç aşağı beş yukarı değişebilir ama, bu bize bir şeyi gösteriyor muhterem kardeşlerim! Her şeyde ihsan var, güzel yapma prensibi var; biz bu güzel yapma şuuruna sahip olalım!..

342

Yazımız güzel olsun, sözümüz güzel olsun, işimiz güzel olsun... Evin reisi isek, kocalığımız güzel olsun... Hanımsak, hanımlığımız güzel olsun... Çocuksak, evlâtlığımız güzel olsun... Tüccarsak, tüccarlığımız dillere destan olsun... Her şeyimiz güzel olsun... Bunun güzel olmasına dikkat etmemiz lâzım!..

Bunun başarımız için temel bir prensip olduğunu unutmayalım!.. Yâni en kırmızı alarm, bizim en tehlikeli durumda olduğumuzu gösteren alârm, Avrupalının bir çok meseledeki ihsanda bizden ileri olmasıdır; bizim de isâet içinde olmamızdır. İhsanın karşılığı da isâet, kötü yapmak...

İyi yapmağa dikkat edelim!.. Elimizi kolumuzu sıvayalım, eûzü besmeleyi çekelim; yaptığımız işi güzel yapmağa dikkat edelim!.. Çok güzel olmalı!.. Bir tane olmalı, birinci olmalı diye yarışalım!.. Hani hayırda yarışma türünden...

Bu şuuru yerleştirmemiz gerekiyor. Ayrıca düşmanları da başka türlü yenebileceğimizi sanmıyorum.

Adam bizden daha çok çalışıyor, dört saat daha fazla çalışıyor. Bir şeyi bizden çok daha güzel yapıyor. Bizden daha çok okuyor, bizden daha çok inceleme yapıyor; ondan sonra biz de onu geçeceğiz!?.. Böyle şey olmaz ki!.. Bu kanun-u ilâhiye, sa'y kanununa aykırı bir şey...

343

Biz ne yapacağız?.. Biz onlardan daha çok çalışacağız. Saat olarak daha çok çalışacağız, kalite olarak daha çok çalışacağız.

Biz arkadaşımız söylemişti. Japonların 1890'lı yıllarda ekonomi ve ticaretlerinin yüzde doksanı yabancıların elindeymiş. Bunu almaya azmetmişler. Japonlar mutassıb bir millet... --Biz de mutassıbız elhamdü lillâh... Bizim de İslâm taassubumuz, Japon'dan aşağı kalmaz. Biz onlardan daha mı az azimliyiz?-- Kısa bir zamanda, yirmi otuz kırk yıl içinde yüzde seksenini almışlar, yabancı payını yüzde ona düşürmüşler.

Ama nasıl çalışmışlar?.. Düşmanı yenmek kolay mı?.. Yüzde doksan avantajı elde etmiş olan düşmanı, zelil etmek kolay mı?.. Kolay değil... Nasıl yenmişler?.. Yüzde bir kazanca razı olarak... Yüzde bir kazanca razı olarak karşı tarafı pes ettirmişler. Adam iflas etmiş. Yüzde bir kârla mal alıp sattığına göre, bu o kadar kârla yaşayamadığı için, pes etmiş ve sahayı terketmiş oluyor.

Şimdi bizim öyle fedâkarca çalışmamız lâzım!.. Japon'u misal göstermek olabilir. İlim Çin'de bile olsa alınır, Japon da olsa alınır. Çin'le Japon arasında bir adımlık mesafe vardır. Bu tarz çalışmayı mutlaka yapmamız lâzım!..

344

Geçen gün gazetelerde acı bir haber vardı. Bodrum veya Marmaris'teki bir hakimin karısı --kendisi belki Türk değildir ama hakim karısı, Türk ismi-- Türkler aleyhinde bir kitap yazacakmış. Bunu da gidip Yunanistan'da neşredecekmiş. Çünkü, orda daha çok tiraj sağlar diye düşünüyormuş.

Bayağı kötülüyor Türkleri... Diyor ki: "Türkler cinsel tacizi de kendilerine adet edinmiş insanlardır." diyor. Tabii, Bodrum'da Marmaris'te öyledir. Oralara müslümanlar yaz aylarında gidemiyor.

Ben biliyorum, o beldelerden bazı kimseler, Allah rızası hicrete karar verdiler. Çoluk çocuğumuzu burda İslâmî hayatta devam ettiremeyeceğiz diye, İslâmî hayatı sürdürebildikleri başka bölgelere gittiler.

Doğrudur. İçki içip plajda yatıyorlar, mayoyla geziyorlar. Böyle rezâlet, şöyle rezâlet vardır.

Şimdi, bir de demiş ki o kadın, o hakimin karısı, Yunanistan'a gidip de Türkler aleyhine kitabını neşredecek olan kadın... "Türklerde okumama adeti vardır, okumazlar. Çok kitap okumak gibi kaygıları yoktur." demiş.

Kadına çok kızıyorum. Belki onun için toplu protesto bile tertiplemek düşünülebilir diye hatırımdan geçirdim ama, sözleri doğru... Ne yapalım? Düşman insanın hatırını, gönlünü kollayacak değil ya!.. Okumuyoruz, çalışmıyoruz, araştırma yapmıyoruz.

345

Bilimsel bir araştırmanın ilk şartı, o konudaki mevcut bilgiyi toplamaktır. Mevcut bilgiyi toplamadan, bilmeden, onlara vakıf olmadan ileri bir adım daha atılamaz. İlmin şartı budur. İlkönce mevcut bilgileri toplayacaksınız. Sizin yazdığınız yazı, sizin yazdığınız kitap, mevcutlardan daha geri ise, sebebi budur işte... Mevcutları okumamışsınızdır, ondan dolayıdır.

Çok kitap okuyacağız muhterem kardeşlerim!.. Kitap okumaya namaz gibi bir zaman ayıracağız günümüzden... İki saat diyebilirsiniz, bir saat diyebilirsiniz. Bir saat okusanız, bayağı bir şey birikir.

Hattâ ben, biraz hatırda kalsın diye bir şey söylüyorum: Evinizdeki takvimin yaprağını kopardığınız zaman, arkasındaki bilgileri okuyup ezberleseniz; bir senenin sonunda alim olursunuz. Bir saat okursanız çok daha iyi bir şey olur. Çünkü, düzenli çalışarak başarıları elde etmişlerdir büyük alimler...

İşte bu İbn-i Sinâ, meşhur eserini böyle yazmış. Batıdaki filozoflar günde iki saat metodlu çalışarak, ama muntazam çalışarak becermişler bu işi...

346

Onun için mutlaka kendimizi geliştirecek, kendi sahanızda size yardımcı olacak, dinî bilginizi artıracak kitapları okuyacaksınız. İsterseniz şöyle bir pazarlık yapalım sizinle: Bir saat dünyanız için, ihtisasınız için okuyun; bir saat dininiz için okuyun!..

Hani, Çulül emre itaatÈ filân diye bu kürsüde de böyle kulaklarımıza bazı şeyler soktular. Emirse emir telâkki edin, ricaysa rica... Duaysa dua, temenniyse temennî... Bir saat dinî bilgi okuyun her gün; bir saat de meslekî, şahsî bilginizi genişletin!.. Lütfen bilgili olun!.. Mütehassıs olun, alim olun!.. Çünkü, bu adamları başka türlü yenemezsiniz.

Ben edebiyat fakültesinde talebe iken oraya bir Alman geldi. Alman ama, Türkçe konuşuyor bizimle... O da Almanya'da, --bizim edebiyat fakültesinde talebe olduğumuz gibi-- bir fakültede talebeymiş. "Ben bir fakülte bitirdim, bir fakülte daha bitirmek zorundayım. Çünkü, iki fakülteyi bitirmezsem, Almanya'da kolay kolay ekmek bulamam!" diyordu o zaman... Yâni, otuz kırk sene öncenin sözünü söylüyorum ben...

347

Yunanca biliyormuş. Zaten onların kültürlerinin temeli olduğu için mutlaka okuturlar. Latince biliyormuş. Gelmiş, Türkçe öğrenmiş. Arapça Farsça çalışıyor; yâni, şarkiyat dillerini seçmiş kendisine... Tabii Avrupalı olduğu için Fransızca biliyor, İngilizce biliyor.

Düşünün, İngilizce, Fransızca, Almanca bilen; Arapça, Farsça, Türkçe bilen; Yunanca, Latince bilen bir talebe ile, bizim edebiyat fakültesinin en çalışkan talebesinin durumunu bir yanyana getirin...

Bunlarla başa çıkamayız biz... Bu hal ile, bu gidişle, bu kafa ile bizim bunlarla başa çıkmamız mümkün değil... İslâm'ı temsil etmemiz de mümkün değil... İslâm'ı cihana hakim kılmamız da mümkün değildir.

Onun için, bu misalleri önümüze koymalıyız, masamıza koymalıyız ve öyle çalışmalıyız. Çok okumamız, iyi eğitilmemiz, mütehassıs olmamız şart!..

Bunun dışında birlik ve beraberliğimiz şarttır... Biz şahsen kendimiz bazı çalışmalar yapıyoruz. Bir tekke olduğumuz halde, bir tekke gibi değil de, holding gibi çalışıyoruz. İşte bu programı tertipleyen İSPA, bir turizm şirketidir. İskender Paşa Turizm ve Seyahat şirketi... Bu bizim bir şirketimizdir. Biz bu şirketle, çeşitli faaliyetler yaptık.

348

Yurtdışından gelen bir misafir profesör, bizim faaliyetlerimizi gördü de, "Sizin kurduğunuz şirketler içinde en çok İSPA'yı beğendim. Bunu çok iyi düşünmüşsünüz." dedi. İnşallah bununla bir çok hizmetleri düşünüyoruz.

Bunun gibi daha bir çok şirketlerimiz var... Bunları birlik ve beraberlik içinde geliştirmemiz lâzım!.. Bunlara sizin de öğrenip, katılmanızı temenni ederiz. Sermaye olarak katılmanızı temenni ederiz, şube olarak katılmanızı temenni ederiz. Yenilerini açmanızı temenni ediyoruz.

On küsur şirketimiz var... Bundan önceki aile eğitim programımızda Söke'nin Akbük koyunda, yine böyle beş yıldızlı bir otelde çok güzel sonuçlar çıkmıştı. Ak Radyo --AKRA-- radyo televizyon şirketini kurmuştuk. Allah razı olsun, onun kuruluşuna katkılarınız olmuştu. İçinizde büyük katkılarda bulunan kardeşlerimiz var...

Şimdi bu radyolarımızla İstanbul'da, İzmir'de, Konya'da muhtelif şehirlerde yayınlar yapıyoruz ve çok güzel sonuçlar alıyoruz. Çok memnunuz. Dinleyiciler de memnun, biz de bu atılımdan memnunluk duyuyoruz.

349

Onun için şirketlerimizi düşünün, öğrenin ve onlara katılmanızın ne yolla olacağını düşünün, katılın!.. Yeni şirketler hakkında tekliflerde bulunun!..

Bakın, Japonların ileriliğinin bir alâmeti de, bir sene içinde üçyüzyirmi bin patent müracaatı var... Bizim binikiyüz... Şimdi biz bu Japonu nasıl yeneceğiz?.. Adam üçyüzyirmibin tane yeni bir şeyi yapmayı hazırlamış, dosya haline getirmiş; müsaadesini almak için daireye müracaat ediyor. Bizde binikiyüz tane...

Kaliteleri de ayrı... Alalım bu binikiyüz taneyi, ordan da binikiyüz taneyi alalım; birbirleriyle kalite bakımından da karşılaştıralım, bakalım!.. Orda da geriyiz.

Böyle müslümanlık olmaz!.. Böyle müslümanlığı temsil etmek olmaz!.. Böyle İslâm'ın bayraktarlığı, mücahidlik olmaz muhterem kardeşlerim!..

Onun için, büyük şirketler kurarak, büyük çalışmalar yaparak, ciddi çalışmalar yaparak yapmamız lâzım hizmeti... Ve sonuca ancak öyle varabiliriz.

Bir de ben, yurtdışına açılmamızın cemaat olarak, ümmet olarak, çok büyük bir mecburiyet olduğu kanaatindeyim.

350

Batıda Ege Denizi, güneyde Suriye Irak hududu, doğuda Ermenistan, Azerbaycan, Nahcivan hududu, kuzeyde Karadeniz vs. Biz buraya sığmayız. Böyle bir şey olamaz. Zâten bir arkadaşımız, çok güzel bir söz söyledi: "Meseleleri Türkiye çapında düşündüğünüz zaman, hiç bir şekilde İslâma hizmet edemezsiniz, güzel hizmet edemezsiniz." Mutlaka çok geniş düşünmek gerekiyor ve bizim de yurtdışına açılmamız gerekiyor.

Bu yurtdışına açılmayı mutlaka sağlayacağız. Ama biz şu toplantıya, yurtdışına açılmanın elle tutulur, bir müşahhas misalini hazırlayıp, size getiremedik. Bu bizim eksiğimizdir, kusurumuzdur.

Biz yurtdışına açılmak istiyoruz. Nasıl bundan önceki toplantıda AKRA'yı kurmuşsak, bunun için de şunu yapıyoruz diyememenin üzüntüsünü taşıyorum. Ama yurtdışına açılmamız lâzım bizim!..

Öyle olmalıyız ki, hani bir gemiyi, bir kayığı muhtelif yerlerden dubaya bağlarlar, iskeleye bağlarlar filân da emniyet altına alırlar. Türkiye'deki emniyetimiz için de bu şart... Muhtelif dış sağlam yerlere, birtakım bağlantılarla bağlı olmamız lâzım!..

351

Ahmed Davudoğlu kardeşimizin Malezya'da bulunmasını Allah'ın büyük bir lütfu olarak görüyorum. Oradaki ilim adamlarının adedinin, birkaç yıl içinde seksene kadar yükselmesini, çok güzel bir şey olarak görüyorum. Çünkü, senelerce önce ben bir yazı yazmıştım. "Bizim bilmediğimiz bir Uzakdoğu alemi var... Orayla ilgilenmemiz lâzım!.. İslâm Alemi'nin de nüfus yoğunluğu zaten orda..." demiştim.

İslâm Alemi'ni biz düşündüğümüz zaman, hemen Mekke Medine çevresi olarak düşünüyoruz ama, nüfus yoğunluğu burda değil... İslâm Aleminin ağırlıklı nüfusu, "En çok müslümanlar nerededir?" diye şöyle bir teraziye koyarsanız, Güneydoğu Asya bastırıyor. Çok önemli...

Malay dili, ikiyüz milyon kişinin konuştuğu bir dil; Malayca öğrenmemiz lâzım!.. İkiyüz milyon az bir şey değil... Bazı kimselerin Malayca öğrenmesi lâzım!.. Orayla da ilgilenmemiz lâzım!.. Orayla ilgilerimizin genişlemesi için, bu işle ilgilenecek kimler varsa içerinizde, düşünün... Bu bir fırsattır. Ahmed Bey'le irtibatınızı geliştirirsiniz, sorarsınız, öğrenirsiniz. Orayı sağlam bir bağlantı yeri olarak görüyorum. Bir...

352

İkincisi, ben bu toplantıya gelmeden birkaç hafta önce Sudan'daydım. Dün akşam da Sudan'la ilgili hatıralarımı, izlenimlerimi --yeni tabirle-- benden dinlemek istedi arkadaşlarımız. Ben de onlara bazı şeyler anlattım. Temenni ederdim ki, geniş zaman olsaydı, burda hepinize topluca anlatsaydım.

Sudan, bizim için çok önemli bir ülkedir. --Bunu bütün mütehassıs kardeşlerimiz ittifakla beyan ettiler.-- İslâmî bakımdan kuvvetlidir. Arapça konuşan bir ülkedir. Bize sevgileri vardır. Bizimle tarih beraberliği vardır. Bizimle beraber omuz omuza çile çekmiş bir millettir. Şu anda geridir. Bir çok bakımdan, çalışma prensipleri bakımından vs. geridir. Olabilir. Tencere ve kapağı gibiyiz. Ne yapalım, yavaş yavaş düzeleceğiz.

Sudan'ı bir kuvvetli odak olarak görüyorum. Orayla ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Avrupa'yı çok önemli bir bölge olarak görüyorum. Zâten Almanya'da iki milyon Türk var... Fransa'da dört beş milyon müslüman var... Hollanda'da kardeşlerimiz var... Belçika var, İsveç var, Danimarka var... Oraları gezdim gördüm. Avrupa bizim asla ihmal edemeyeceğimiz bir bölgedir. Çok önemli bir bölgedir. Mutlaka orayla, çok daha kuvvetli bir şekilde ilgilenmemiz lâzım!..

353

Gümrük birliği olur, olmaz... Bizi yutarlar, yutmazlar... Ne olursa olsun... Yâni, yutsalar bile; en menfi, en negatif, en olumsuz şartlarda bile; istilâya uğramış bile olsa müslümanlar, Avrupa önemli... Avrupa ile ilgili çalışmalar yapmamız gerekiyor.

Avrupadan müslüman olanlar var... İşte seksenbin kişi; Hamidullah Hocamız müslüman olsunlar diye gayret etmiş ve bunu sağlamış elhamdü lillâh...

Onlara müslümanlığı tanıtıp, İslâm'a çekmek için çalışma yapmak zorundayız. Oradaki müslüman kardeşlerimizin korunması için, müslüman kalmaları için çalışma yapmak zorundayız. Üçüncü neslin dinini ve dilini öğrenmeleri için çalışma yapmak zorundayız. Bu hususta sizden işbirliği, yardım ve destek istiyoruz.

Ben birkaç yazı önce, dergilerin birisinde dedim ki, "Avrupa'da bir ÇMehmed Zâhid Kotku Kültür MerkeziÈ kurmak istiyoruz." dedim. Şu sıralar herkes tatilde olduğu için, Türkiye'ye geldiği için gitmiyoruz. İnşallah yazın sonunda veya sonbaharda, Almanya'ya gitmemiz lâzım!.. Böyle bir merkezi kurmamız lâzım!.. Almanya veya Hollanda veya Danimarka veya Fransa... Yâni, hepsi için bir çalışma yapmamız gerekiyor.

354

Ben senelerce önce, --1987'den önce, henüz daha Ankara İlâhiyat'tan emekliliğimi istemeden önce-- bizim arkadaşlara demiştim ki:

"Her biriniz bir ülkeyi kendinize hobi olarak seçin!.. Bu İslâm ülkesi de olabilir, gayrimüslim ülke de olabilir. Meselâ Hollanda'yı seçebiliriz.

..........

O ülkenin dilini öğrenin, lisanını öğrenin!.. O ülkenin tarihini öğrenin, kültürünü öğrenin!.. O ülkede müslümanlar varsa, onlarla tanışın!.. O ülkede müslümanlar yoksa, "O ülkeye İslâm'ı nasıl götürürüz?" diye düşünmeye başlayın!..

Mümkünse oradan birisi ile evlenin ki, kayınpeder, akraba vs. olması dolayısıyla oradaki yeriniz de sağlam olsun!.. Böylece dünyanın her yeriyle irtibatımız olsun!" demiştim.

Aynı sözü şimdi burda da söylüyorum ve şimdiye kadar çok kuvvetle bunu takib etmediğimden de üzüntü duyuyorum. Keşke kuvvetli bir şekilde takib etseydik de, şimdi her ülke ile ilgisi olan, o ülkenin dilini, tarihini, meselelerini bilen kardeşlerimiz olsaydı.

Bakın, Suriye bizim sınır komşumuzdur. Emin olun, Suriye'yi bile bilmemiz gerektiği kadar bilmiyoruz. Ben Suriye ile ilgili bir batılının tahlilini okudum; bir gazetede yedi sekiz gün devam eden tefrika halinde... O kadar güzel tahlil etmişler, o kadar güzel biliyorlar ki; bizim hiç bir şeyden haberimiz yok...

355

Onun için, böyle bir ülkeyi seçmenizi istiyorum. Bu ülke Afrika'da olabilir, Güney Amerika'da olabilir... Asya ülkesi olabilir, --Ortalık Asya diyorlar, ordaki Türkler-- Orta Asya olabilir... Çin olabilir, Japonya olabilir... Hepsi olabilir. Ama, bir yeri seçin, ora ile ilgili çalışmalar yapın!..

Ben Avrupa'yı bizim için çok yakın olması dolayısıyla, önemli bir bölge olarak görüyorum. Büyük tehlikeler de ordan gelebileceği için önemli... Büyük faydalar ve menfaatler de sağlayabileceğimiz için önemli...

Amerika'yı çok önemli bir ülke olarak gördüm. Dört beş sene önce Amerika'ya gittim. Niyetim orda kalmaktı. "Madem ki Amerika dünyada efelik yapıyor, her yerde fermanını infaz ettiriyor; gidelim, orada bir çalışma yapalım!" demiştim. Baktım benim şartlarım dolayısıyla, orda hizmet etmem mümkün olmayacak; döndüm geldim. Ama, Yusuf Ziya kardeşimiz orda güzel hizmet ediyor. O çeşit hizmet eden insanlar olabilir. Amerika'nın ihmal edilmemesi lâzım!..

Amerika'da bugün müslümanlar kilit grup halindedir. İstedikleri partiyi seçtirebilirler. Cumhuriyetçi veya Demokrat partiden istediklerini iktidara getirebilirler. İktidara getirecekleriyle de pazarlık yaparak, istedikleri avantajı Yahudilerden daha iyi alabilirler. Ama bunun için şuurlanmaları lâzım!.. Bunun için de birilerinin Amerika üzerinde çalıması lâzım geliyor. Müslümanlardan bazılarının, kuvvetli bir şekilde çalışmaları gerekiyor.

356

Orta Asya ülkeleri önemli... Zâten oraya hevesle giden pek çok kardeşlerimiz oldu.

İşte böylece yurtdışına açılmamız ve oradan da sağlam mekânlar, barınaklar, yığınaklar, sığınaklar elde etmemiz lâzım!.. Türkiye'yi batırtmamak için, batırmak isteyenlere engel olmak için de bu lâzım!.. Kayığı üç beş yerden kenardaki babalara bağlarsanız, o zaman kayık su alsa bile batmaz.

Onun için, yurtdışına açılma işini de not almanızı, bunu nasıl yapacağınızı kendi kendinize sormanızı, kendi çapınızda bunu tahakkuk ettirmeye çalışmanızı rica ediyorum.

Bu çeşit toplantıların daha geniş çapta, daha sık olarak yapılmasını da temenni ediyorum.

Allah-u Teâlâ Hazretleri hepinizden razı olsun... Hepinizi sevdiği, razı olduğu amelleri işlemeye muvaffak eylesin... Ömrünüzü rıza-i bâriye uygun geçirmenizi nasib eylesin...

Dünyada da, ahirette de mutlu ve bahtiyar eylesin... Sevdiklerinizle, evlâd ü iyâliniz, ahbâb ü yarânınızla beraber bahtiyar olun... Allah-u Teâlâ Hazretleri iki cihanda sizleri aziz eylesin...

Soru:

357

İslâm dergisini beynelmilel bir dergi olarak çıkaramaz mıyız?

Her şeyi yapabiliriz ama, maddî imkânlara bağlı... Bunun beynelmilel bir dergi olarak çıkması demek, İngilizce neşredilmesi demektir. Bunun yurtdışına yayılması demektir.

Yayılan yerlerden parasının gelmesi demektir. Bu paranın da muntazam bir sirkülasyon, dönüşüm, deverân içinde, derginin sıhhatle yürümesini sağlayacak bir tarzda işlemesi gerekir. Bu olmadığı için, biz Çİlim ve SanatÈ dergisini bile rölantiye aldık.

Dergi çıkarmak kolay değil. Yüzbin adet dergiyi bastıracağınız zaman, şu kadar kamyon, şu kadar ton kâğıt gerekiyor. Kâğıdı da peşin parayla alıyorsunuz, büyük meblağlarla alıyorsunuz. Bir sayı çıkartıyorsunuz, iki sayı çıkartıyorsunuz; üçüncü sayıda pes diyorsunuz.

Türkiye'deki İslâmî dergilerin pes etmesinin sebebi, Anadolu'ya giden dergilerin paralarının geriye gelmemesidir. Anadolu batağına saplanmasıdır dergilerin... İlk topladıkları başlangıç sermayesiyle iki yıl, yirmidört sayı kadar çıkartabilirler. Ondan sonra oradaki kitabevleri paraları göndermediği için dergiler batar.

358

Bu da müslümanların zaaflarından bir tanesidir. İslâmî cephe ama, mali meselelerde gayr-i İslâmî şekillerde çalışıyorlar.

Benim paramla kitabevinin sahibi otomobil alır, onun üstüne biner, sefâ yapar; ben de burda cefâ çekerim. Benim paramı o kullanır. Ben "Param geri gelsin de, kâğıt alayım da neşriyat yapayım!" diye burda inlerim. Kâğıdı alamayınca da, derginin frenine basarım; üç ayda bir çıkartırım, altı ayda bir çıkartırım, senede bir çıkartırım. Mesele bundan ibaret...

Zenginin birisi, bir petrol kuyusuna sahip birisi gelsin desin ki, "Parası benden!.." Tamam; dünyanın en güzel İslâm dergisini çıkartmağa hazırız. İngilizce olarak, hattâ her dilden çıkartabiliriz; Almanca, Fransızca vs. Çünkü buna yatkın kadromuz var... Ama paramız yok... İhvânımız, ahbabımız, yâranımız var ama bütçemiz yok...

Para sağlayın!.. Biz para sağlamak için bu şirketleri kuruyoruz. "Parayı sağlayın!" derken, para sağlamak için kendimiz çalışma yapmıyoruz mânâsına değil... Bizim kurduğumuz bütün ticari şirketlerin amacı, vakıf faaliyetlerinin kimseye muhtaç olmadan devam etmesini sağlamak içindir.

359

Bizim İslâm dergisi oniki yıldır devam ediyorsa, böyle bir şeyden dolayı devam etmektedir. Yoksa, iki yılda biz de batardık, biz de çıkamazdık. Ama, biz de yavaşlamışızdır. Çünkü, büyük krizler, büyük darbeler oluyor. O ekonomik darbeleri atlatsanız bile, yara alıyorsunuz.

Para meselesidir, finans meselesidir. Bir zengin veya bir grup arkadaş, "Biz bunu sağlarız!" derlerse; beynelmilel bir dergi çıkartırız ve çok faydalı olur, büyük fayda sağlar. Kendimize de fayda sağlar. Bizim de ufkumuz açılmış olur, dünyayı tanımış oluruz. Dünya müslümanlarıyla diyaloğumuz gelişmiş olur. Büyük faydalar sağlar.

Soru:

Bu eğitim programlarında bu otellere verilen paralar değişik bir şekilde toplansa, kendi tesislerimizi kurup, kendi tesislerimizde bu kampların yapılması durumu nasıl olur?

Kendi tesislerimiz yok... Biz bir keresinde şunu dedik: "Çok yıldızlı otellerde yapalım bu toplantıları... Gökyüzünün altında, geniş bir alanda çadır kuralım, herkes gelsin!" dedik ama, ona da herkes gelemiyor. Çünkü bakın, ben hastalandım, babam hastalandı. Bizim arkadaşların içinden bazıları rahatsızlandılar. Genç arkadaşlardan rahatsızlananlar var...

360
361 ilâ 380. sayfalar