• /
  • Kütüphane
  • /
  • Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı
  • /
  • 301 ilâ 320. sayfalar
281 ilâ 300. sayfalar

HER ŞEYİMİZ GÜZEL OLSUN!

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Hamden, kesîran, tayyiben mübâreken fîh... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ hayri halkıhî seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ muhammedenil-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebia bihedyihî biihsânin ilâ yevmil-cezâ... Emmâ ba'd:

Çok aziz ve muhterem misafirlerimiz!.. Sevgili kardeşlerim!..

Sizler davetimize icâbet ettiniz, Allah razı olsun... Dört gün misafirimiz oldunuz. Bu çeşit aile eğitim çalışmalarının onuncusunu --belki rakam daha da yüksektir-- dördüncü günüyle tamamlamış oluyoruz.

Galiba, bu çeşit eğitim çalışmaları bizim camiamızın ortaya koyduğu bir icat oldu, bir buluş oldu. Daha önceden emsâlini ben duymadım. İlkönce bizim Avustralya'daki kardeşlerimiz, oradaki müslümanları yılbaşı tatilinin mülevvesâtından uzak tutmak için, büyük şehirlerden uzakta, çok büyük ve güzel mekânlar kiralayarak, çoluk çocuk bütün aileyi şehirden çekerek sekiz on gün, onbir oniki gün böyle bir program tertip ederek, bu güzel adeti başlattılar.

301

Bu adetin güzelliği şuradan kaynaklanıyor: Bir kere eğitim çalışmaları, --hadis-i şeriflerle, ayet-i kerimelerle sabit-- en sevaplı çalışmalardır. Şek ve şüphe yok!.. Müslümanın ya alim olması, ya talebe olması lâzım; ya öğretici, ya öğrenici olması lâzım!.. Bunun dışında bir şey olursa, helâk olacağı ihtar edilmiş hadis-i şeriflerde... O bakımdan, devamlı bir öğretim faaliyeti içinde olmamız gerekiyor.


(Rütbetül-ilmi a'ler-ruteb.)İlim rütbesi rütbelerin en üstünü olduğundan, en üstün rütbeye doğru devamlı bir çalışma içinde olmamız gerektiğinden, bu çalışmalar sevaplı, kıymetli ve yerli yerinde faydalı çalışmalar...

Biz, eğitim çalışmalarında kadınların mağdur durumda olduğunu tesbit etmiştik. Hanımların eğitim sahasındaki hizmetlerden daha az faydalanmasını engellemek, faydalanmayı arttırmak için neler yapabiliriz diye düşünmek zorunda kalmıştık. Çok çeşitli çalışmalar ile bu eksikliği telâfi etmeğe gayret etmiştik.

Meselâ, benim hayretle tesbit ettiğim bir husus var: Bizim eski selâtin camilerde bile doğru düzgün bir kadın mahalli yoktur... Doğru düzgün bir abdest alma mahalli yoktur... Onlara özel olarak ayrılmış doğru düzgün bir mekân yoktur.

302

Evet, önüne birkaç baraka, paravana filân koyarak, bazı kısımlarda "Kadınlar şurda namaz kılsın!" diyorlar ama, birisi höngürdeyip o tarafa gittiği zaman da, birisinin önüne çıkıp, "Dur burası kadınların yeri!.." demesi gerekiyor. Yâni, planda, programda düşünülmemiş.

Bir de Süleymaniye Camii'nde cumaya gitmiştik. Orada gördüğümüz komik bir durum halâ gözümün önündedir. Kızcağızın birisi --galiba üniversiteli-- erkekler gibi kollarını sıvamış ve o Süleymaniye Camii'nin girişindeki sıra sıra çeşmelerin bir tanesinden, erkekler gibi abdest alıyor ve hiç yadırgamıyor.

Kızcağız çok değişik bir muhitin evlâdı ama, namaza geliyor. Demek, namaz kılmayı düşünecek kadar da bize yakın... Güzel bir durum... Ama, kollarını sıvamış kız... Bir kızın kollarının bu kadar böyle, erkekler tarafından görülmesi doğru değil... Bacaklarının dizlerine kadar görünmesi doğru değil... Böyle şeyleri düşünmeden, çok mâsum orda abdest alıyordu.

Ben bir taraftan sevindim, bir taraftan üzüldüm, bir taraftan da düşündüm: Niye hanımlar için camilerde özel bir yer yok?..

303

Antep'te Kalyoncu kardeşlerimiz, Kalpen fabrikasının sahipleri bir güzel cami yaptırmışlar. "Hocam, bir cami yaptırdık; gelin gösterelim!" dediler. Gittim, gezdim. Dedim:

"--Bunun kadınlar kısmı neresi?.."

"--E Hocam, işte şu yukarısı kadınlar kısmı!.."

"--Nerden girecekler buraya?.. Nerden çıkacaklar?.. Erkeklerin arasından omuz omuza, sürtüne sürtüne mi çıkacaklar?.. Erkekler cemaati boşalırken, onların arasında sıkışarak, itişerek, vapura gider gibi, trenden çıkar gibi mi olacak?.. Nerde bunun ayrı merdiveni, ayrı mekânı?.." dedim. O tarzda ikazda bulundum kendilerine... Tabii olmuş bitmişti plan... Düşünülmüyor bu çeşit şeyler...

Biz bunları telâfi etmeğe çalıştık. Meselâ, "Hanımların bir dergisi olması lâzım!.. Hanımlar kendi aralarında böylece eğitimlerini ve haberleşmelerini, birbirlerine bilgi aktarımını sağlasınlar." diye düşünmüştük.

Ayrıca hanımlar dernekleri... Şu anda sayısını da söyleyemeyeceğim ama, herhalde Anadolu'da büyük bir yekün tutuyor bu bizim hanım derneklerimiz... Muhtelif illerde, ilçelerde, beldelerde var... "Dernek kursunlar, çocukların yetiştirsinler, eğitim çalışmaları yapsınlar... Birbirleriyle toplantılar yapsınlar, İslâm'ı öğrensinler ve topluluğa faideli olsunlar!" diye bu dernek çalışmalarını tavsiye etmiştik.

304

İşte bizim bu aile eğitim programlarında, bir kere beyler bir eğitim görüyorlar. Beyler zâten camide cuma hutbesi dinlerler, vaaz dinlerler. İmam-hatip okulları ve diğer müesselere çok daha rahat gidebiliyorlar. Başörtü problemleri yok...

Beyler bir eğitim görüyorlar ve çok kaliteli bir eğitim görüyorlar. Bugün burada herhalde, herhangi biriniz çıksa konuşma yapsa, buradaki konuşmaların kalitesinden memnunluğunu ilk önce dile getirecek. Burada birinci sınıf mütehassısların, çok önemli konularda, laf ebeliği değil hayatî konularda çok kıymetli bilgiler verdiğini, muhakkak herkes ilkönce dile getirecek.

Bu bakımdan kıymetli ihtisaslara sahip, kıymetli mesleklere müntesip kardeşlerimiz buralarda çok önemli konular hakkında, stratejik konular hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Yâni, Türkiye müslümanlarının, dünya müslümanlarının durumlarıyla ilgili ve istikbale yönelik programlarıyla ilgili malzeme kazanıyorlar.

Bu bakımdan beyler eğitiliyor, görgü ve bilgileri artıyor. Ben şahsen görgü ve bilgisi artan kimselerin başında hissediyorum kendimi... Bu işlerle çok yakından meşgul olduğum halde... Çünkü, o sahanın birinci sınıf uzmanı konuşuyor karşımızda ve bizi çok kıymetli bilgilerle bilgilendiriyor.

305

Hanımlar için ayrı bir eğitim oluyor. Onlar için ayrı konuşmacılar, ayrı toplantı salonlarında, onlara ait meselelerle ilgili konuşmalar yapıyorlar. Hanımların bu çeşit eğitimlere çok ihtiyaçları var, fevkalâde ihtiyaçları var...

Çünkü, rahmetli Nurettin Topçu hoca hatırımıza geldi şu anda... Onun "Yarınki  Türkiye" diye bir kitabı var... Orada diyor ki: "Yarınki Türkiye'yi tesis  edecek olan, kuracak olan idealistlerin, tezatlara göz yummayan insanlar  olması lâzım!.." Yâni, bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu?.. Zıtları beraber  yaşayan insanlar var toplumumuzda; böyle olmaması lâzım!..

Meselâ, --şu anda rahmetli oldu-- bir hacı dedeyi hatırlıyorum. Hocamız'ı davet etmişti, Boğaziçi'ndeki, güzel, çamlık bir araziye... Kendisininmiş, içinden de iyi su çıkıyormuş. Bir de güzel binası var... Bizi de çağırdı. Orda çamlar arasında, çok güzel... Hacı baba ak sakallı, sevimli, sempatik, tatlı dilli, güleç yüzlü, yetmişlik, eli bastonlu, akıllı, zeki bir insan...

Bir söz söyledi, başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi oldu. Hocamız'a söylüyor, ben de kenardan kulak misafiri oluyorum, duyuyorum: "Güzel yer, değil mi Hocam?" diyor. Hocamız da, "Evet, Allah bağışlasın, maşaallah! Hakikaten güzel bir yer... Mis gibi çam kokusu ve tertemiz su vs." "İşte hocam, bizim torunlar kız arkadaşlarını alırlar, arada buraya gelirler, çok güzel eğlenirler burda... Tabii gençlik hocam, değil mi?.." diyor. Yâni hacı baba, zihninde namazla, niyazla, takvâ ile, evlilik öncesi flörtleri yanyana bulundurabiliyor...

306

Camimizin cemaati olan, beş vakit namazı camide cemaatle kılan bir bakkal  amca, "Errizku alellah" levhasının yanında, şarap, votka ve içki şişelerini  koymaktan bir rahatsızlık duymuyor. Hem "Errizku alellah" diye yazmış, "Rızkı  Allah verir, benim korkum yok!.. Gelen gelsin, gelmeyen gelmesin!" demiş;  hem de içki şişelerini sıralamış...

İkaz ettiğimiz zaman da, "İçkinin haram olduğunu da biliyorum ama hocam,  onu koymazsam müşteri gelmiyor." diyor. O zaman, "Er-rizku alellah" levhasını  indir; çünkü, sen ona inanmıyorsun!..

Yâni müşteri gelsin diye, Allah'ın haram kıldığı, satışını da haram kıldığı,  naklini bile haram kıldığı, sunmasını bile haram kıldığı, hammallığını bile  haram kıldığı bir şeyi sen oraya koyuyorsan, kaldır o zaman "Er-rizku  alellah" levhasını!.. Çünkü, sen ona inanmıyorsun. Hem o var, hem besmele  var, hem de içki şişeleri var... Tezatlı...

Türkiye müslümanları tezatlar içinde yaşıyor ve tezatlardan rahatsız olmuyor. Hacı babadır, hacı efendidir, hacı hanımdır, hattâ hacı kızdır. Düğünlerinden el'amân!.. Düğünlerine gidemezsiniz.

307

Bizim mahallede karşımızda, beş vakit camiye gelen komşumuz diyor ki, "Hocam, benim kızım evlenecek; lütfen evinizden çıkın, gidin!" diyor. Karşı komşumuz... "Bugün saat filânca vakitten sonra, lütfen evinizden çıkın, gidin!" diyor bize... Kendi evimizde bizim durmamızı istemiyor ve üzüntü içinde söylüyor: "Durmayın hocam! Ben aileme hâkim olamıyorum, olamadım. Ailemin içinde bir benim..." diyor. Beş vakit namaza gelen oturaklı bir insan, şuurlu bir müslüman... Sözü sohbeti ciddî, muhakemesi sağlam bir insan... "En iyisi görmeyin Hocam, kahrolursunuz." diyor.

Biz de kalkıp gittik, saat bire kadar bir yerlerde vakit geçirdik. Misafirlikten sonra döndüğümüzde baktık ki sokak kesilmiş iki taraftan... Kızlar erkekler kolkola... --Yâni, evlenmemiş kızlar erkekler...-- Halay mı derler ne derler, gecenin o vaktinde hâlâ bitirmemişler, hızları geçmemiş... Hâlâ orada hoplayıp, zıplıyorlardı. Görmeyelim dedik ama, yine de ucundan, kenarından faciayı görmüş olduk.

Tezat... İman ile takvâ ile te'lifi mümkün olmayan halleri de hazmediyor müslüman... Nurettin Topçu --rahmetullahi aleyh, ihvânımızdı; Allah mekânını cennet etsin-- diyor ki: "Yarınki güzel Türkiye'yi kuracak olan insanlar, tezatları kabul etmemeli!.. Tezatlara boyun bükmemeli!.. Tezatlara razı olmamalı!.. Zıtlıkları sinesinde yaşatmamalı!.. Müstakîm olmalı, tam olmalı; yarım olmamalı!.. Bir öyle, bir böyle; bir sevap, bir günah gitmemeli!" demek istiyor tabii...

308

Şimdi hanımların eğitimi bu bakımdan çok önemli... Hanımlar takvâ yönünden çevreleri dolayısıyla, hanım günleri dolayısıyla, misafirlikler dolayısıyla; yüzükler, takılar, tuvaletler, boyalar, berberler vs. dolayısıyla erkeklerden biraz daha geride, daha acınacak durumda oluyorlar. Düğünlerinde bu patlak veriyor. Oyunlar olarak, çalgılar olarak, dekolte kıyafetler olarak, danslar olarak ve sâireler olarak karşımıza çıkıyor. Tabii, olmaması gereken bir durum...

Onun için, kadın eğitimi çok önemli... Bizim bu aile toplantılarında, programlarında kadınların da eğitilmesine gayret sarf ediliyor. Bu güzel... Hem beyler eğitiliyor, çok kaliteli konularda; hem de hanımlar kendileriyle ilgili konularda eğitiliyor. Devamlı söylenmesi lâzım bu gibi şeylerin; anlatılması lâzım, ikaz edilmesi lâzım, emr-i ma'ruf nehy-i münkerin sürmesi lâzım geliyor. Kadınların eğitimi oluyor.

Kadınlar bir de dinlenmiş oluyorlar. Elhamdü lillâh, bizim hanımlarımızın hepsi birer kahramandır. Çünkü, gerçekten hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz SAS, kadının çocuğunu büyütmesi, emzirmesi ve yetiştirmesinin cihad olduğunu bildiriyor. Gerçekten kahramandır; çünkü, bir kaç tane çocuğu peşpeşe olmuştur. Birisi omuzunda, birisi kucağında, birisi eteğini tutmuş, birisi şöyle, birisi böyle... Hepsiyle uğraşıyor. Onlara da bir rahat ettirmiş oluyoruz.

309

Güzel bir yer seçiyoruz. "Ya bir deniz kenarı olsun, ya bir dağ başı olsun; manzaralı sefalı bir yer olsun!" diyoruz. "Hanımlar da biraz yemek yapmasınlar, ev işleriyle uğraşmasınlar!" diyoruz. Bu da bir güzel husus oluyor.

Ondan sonra çocuklar... Çocuklar için ayrı program yapılması da çok güzel... Bizim pedagog kardeşlerimiz var... Çocukları yetiştiriyorlar. Elişleri vs. ile meşgul ediyorlar. Çeşitli bilgiler veriyorlar. Bazan çocukların arasında da erkek çocuklar, kız çcocuklar, büyük çocuklar, küçük çocuklar diye bir tasnif de yapılıyor. Ondan sonra, bu toplantıların arkasından da bir sergi sergilerler onlar... Eserlerini gösterirler. Bu da tabii, güzel bir şey oluyor.

Biz bu arada, beraberce birbirimizi daha yakından tanıma fırsatını yakalamış oluyoruz. İhvânız, yüzbinlerceyiz, milyonlarcayız, muhtelif şehirlere dağılmışız. Bu gibi toplantılarda bir araya geliyoruz, tanışıyoruz. Hanımlar tanışıyor. Biz tanışıyoruz, hanımlar tanışmıyorsa, hanımlar tanışıyor. Çocuklar tanışıyor.

Bizim temennimiz buradaki bu tanışmaların, daha sonra devam etmesidir. İsteriz ki kardeşlerimiz, burdaki tanışmalarını müteakiben, bu toplantıdan sonra daha kuvvetli bir tarzda devam ettirsinler.

310

O bakımdan, bu çalışmaların çok faideli olduğunu düşünüyoruz. Zaten bu hususta da bir çeşit icmâ meydana geldi camiamızda...

Avustralya'da başladı. İsveç'teki kardeşlerimiz aile eğitim programları tertiplediler. Almanya'daki kardeşlerimiz tertiplediler. Hollanda'daki kardeşlerimiz bizi çağırdılar. Muhtelif yerlerde bunların yapıldığını gördük.

Meselâ kış aylarında İsveç'teydik. Yine böyle bir aile eğitim çalışmasıydı. "Sanıyorum onuncu değildir." deyişimin sebebi o... Onlar hesaba girmiyor. Halbuki muhtelif yerlerde bu çeşit çalışmalar çok...

Avustralya'da da geçen sene onbir gün, bir üniversiteyi topluca tutarak; yâni binlerce dönümlük bir üniversiteyi her çeşit tesisleriyle, ovasıyla, çayırıyla, gölüyle tutarak on günlük çok güzel bir eğitim yapılmıştı ve çok da faydalı olmuştu. Yüzlerce müslüman orda, günahlardan uzak ve hristiyan toplumun etkisinden tamamen ayrı, İslâmî bir program görmüşlerdi.

Bunların devamını dileriz. Daha geliştirilerek, daha başarılı tarzda tekrar tekrar yapılmasını temenni ederiz. Çünkü sonuçları gerçekten müsbet oluyor ve çok güzel sonuçlar alıyoruz.

311

Muhterem kardeşlerim! Allah'a hamd ü senâlar olsun... Allah bizi müslüman eylemiş. Üzerimizdeki nimetleri sonsuzdur. Ama bu nimetlerin en başında müslüman olma nimetimiz geliyor ki, Allah'ın razı olduğu din üzereyiz.


(Ve radîtü lekümül-islâme dînâ.)Allah'ın razı olduğu din üzereyiz. Bu çok güzel bir şey... Acıyorum, bu gayrimüslimlerin zavallı, perişan hallerine... Ne kadar gayretler sarfediyorlar, ne kadar çalışıyorlar. Meselâ, şu Afrika'daki hristiyanların durumu... Amerika'dakiler, Avrupa'dakiler, Japonlar... Yâni, harıl harıl çalışıyorlar, mallarını infak ediyorlar... Teşkilatlar gece gündüz faaliyette... Eğitim çalışmaları ve saireler yapıyorlar ama;


(Fe setünfikunehâ sümme tekûnü aleyhim hasreten sümme yuğlebûn.)(Enfal:  36) Hepsi boşa, hebâen mensûrâ olacak faaliyetler oluyor. Ömürleri boşa  geçiyor.

Bizim tahsilsiz kardeşlerimizden bir tanesi şeker komasına girmiş Avustralya'da... İlkokul diploması bile yok, tahsilsiz... Hastaneye kaldırmışlar, koma halinde iken... Serum takmışlar, tedavi etmişler. Komadan uyanmış, ayılmış. Bakmış, yanında bir ihtiyar Avustralyalı duruyor. Bir de bu tarafta genç bir Avustralyalı, Ermeni menşe'li... Nedir durum filân... O da hasta...

312

Yaşlı Avustralyalıya demiş ki, bizim çarıklı, tahsilsiz kardeşimiz: "Bak hastaneye düşmüşsün. Belki ölecektin, zor kurtuldun. Ama kurtulsan bile ölümün yakın!.. Müslüman olsan da ahiretini kurtarsan ya be adam!" demiş. "Böyle boş bir şey üzere ömrünü geçirmişsin. Sona gelmiş, öleceksin. Ebedî cehennemde cayır cayır yanacaksın!.. Müslüman ol da ahiretini kurtar bari!.." demiş. Nasıl müessir konuştuysa; ihlâsın tesiri başka oluyor yâni... Tahsil önemli değil, ihlâs önemli... Adam müslüman olmuş.

Biz elhamdü lillâh, müslümanız. Bu büyük bir nimet, bunu biliyoruz. Ve İslâm'ın ne kadar güzel hükümler, ne kadar güzel prensipler ihtiva ettiğini, İslâm'ı inceleyen müslüman olmayan insanların kitaplarından okuyoruz. Sonra onlar bu prensiplerin güzelliğinden İslâm'a geliyorlar, hidayete eriyorlar, müslüman oluyorlar.

İlk önce, bitaraf olarak incelemişti. Bir insanın dinini değiştirmesi kolay bir olay değil... Alışkanlıklarını bırakması, muhitini bırakması çok zor bir şey...

Danimarka'da bir müslümanla görüşmüştük. "Bizim çilemiz katmerlidir. Çünkü biz müslüman olunca, bizi bütün eski muhitimiz reddediyor; babalarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız, 'Sen müslüman oldun!' diye reddediyor. Sizinle de aramızda lisan bakımından ve sâire bakımından duvarlar olduğundan, sizin içinize de giremiyoruz. Oradan da kopmuş oluyoruz. Böyle bir katmerli çilenin içinde bulunuyoruz." diyor.

313

Tabii bu zor işi başarmaları, düşüncelerinin doğruluğundan; araştırmalarının kendilerine verdiği hakikatlerin, karşısında tahammül edilemez kuvvette hakikatler olmasından...

Bakıyorsunuz bir profesör müslüman oluyor... Bakıyorsunuz bir filozof müslüman oluyor. Bir filozofun müslüman olması, milyonlarca insanın müslüman olmasından daha önemlidir. Çünkü filozof, mesleği düşünmek olan insan... Ve bütün düşünce ekollerini bilen insan... Ve bütün ekonomik ve felsefi sistemleri hazmetmiş olan bir insan... Hepsini geçiyor, ondan sonra geliyor müslüman oluyor. Çok önemli bir hadise...

Meselâ, Meryem Cemile'yi düşünüyorum ben daima... Yahudi kızı... Amerika'da yetişmiş. Hristiyanlığı tanımış. Hristiyanlığın bir mezhebine girmiş; orda da tamin olmamış. Üniversitede felsefe bölümüne geçmiş, orda okumuş; orda da tamin olmamış. Sonunda İslâm'ı incelemiş, müslüman olmuş.

Bütün bunlar gösteriyor ki, elhamdü lillâh hak yol üzereyiz. Elhamdü lillâh, aklı başında herkesin sonunda gönül verdiği, bağlandığı yol üzereyiz.

314

Bizim dinimiz bize o kadar güzel prensipler veriyor ki, --menfi propagandalar bir tarafa--sevgi dolu insanlar olarak, herkese hayrımız dokunmuş; ama, takdir edilmiyoruz. Meselâ, Sırpların bugün Osmanlı düşmanlığının manası ne?.. Ne diye düşmanlık ediyorsunuz ki, yedi asır sizi yaşatmıştır. Orayı fethettikten sonra, sizin şu gün bize uyguladığınız prensipleri Osmanlılar uygulasalardı, sağ olur muydunuz?..

Ermenilerin bize düşmanlığının izahı ne?.. Bir tek kelime var izahı olabilecek: Nankörlük!.. Nankörlük; çünkü, biz Anadolu'yu fethetmişiz, kiliselerine dokunmamışız, ailelerine dokunmamışız, inançlarına baskı yapmamışız.Yedi asır, sekiz asır, dokuz asır yaşamışlar. Evleri, barkları, her şeyleri mahfuz olmak şekliyle... Şimdi de bize düşmanlık yapıyorlar.

Bu Amerika'nın moda olduğu zamanda, 19. yüzyılın sonunda veya yirminci yüzyılın başlarında, bizim doğu anadoludaki Ermenilerden bazıları, --şimdikilerin İstanbul'a gidip çalıştığı gibi veya Almanya'ya gidip çalıştığı gibi-- Amerika'ya gidip çalışırlar, gelirlermiş. Yeni bir kıta, imkânlar çok... Ama, hanımların burda bırakırlarmış.

315

Bir tanesine sormuşlar, demişler ki:

"--Niye hanımını da götürmüyorsun?"

"--Ben aptal mıyım, hanımımı oraya götürür müyüm! Hanımım burda namuslu, emniyet içinde, huzur içinde yaşıyor. Ben gidiyorum, çalışıyorum, geliyorum. Aptal mıyım, öyle bir muhite hanımımı götürür müyüm?" demiş.

Bizim kardeşlerimizden birisi var, şu anda Moskova'da çalışıyor. "Kaç tane kilit vurarak dairemizde öyle oturuyoruz." diyormuş. Dış kapıyı kilitliyor, ondan sonra öteki kapıyı kilitliyor. Bir kilit daha asıyor, asma kilit asıyor vs. "Yani evimizde hapis gibi yaşıyoruz. Hergün Moskova'da şu kadar insan öldürülüyor, parasına tamâen... Emniyet yok, huzur yok..." diyormuş.

Ama, Türkiye'de huzur içinde yaşamışlar. İslâm Alemi'nin her yerinde huzur içinde yaşamışlar. Çünkü, İslâm müslümanlara, zimmetine aldıkları şahısların mallarını, canlarını korumayı emrediyor

Müslüman askerler bir şehri fethetmişler Suriye'de... --Hama veya Humus-- Gayrimüslimlerden vergilerini almışlar. Fakat Bizans kuvvetli bir ordu hazırlayıp oraya geldiği zaman, bakmışlar ki, şehri terkedip çekilmek icab edecek; bütün gayrimüslimlere, aldıkları vergileri iade etmişler orada...

316

"--Niye?.."

"--Biz bu vergileri sizin canınızı malınızı korumak için almıştık. Şu anda sizi savunamıyoruz. Düşman ordusu çok kuvvetli geliyor. Bizim de çekilmemiz lâzım, askerî yönden... Çekilmemiz gerektiğinden, bizim bu vergileri almağa hakkımız kalmadı. Bu vergileri size iade ediyoruz." demişler.

Bu anlayıştan kaynaklanıyor, müslümanın kendi ülkesindeki gayrimüslimlere dokunmaması, merhamet etmesi... Onların canının malının emniyet içinde olması...

Şimdi İslâm sevgi dini olmasına rağmen, menfi propagandalarla "Kılıç dini, kılıçla yayılmış din... Kan ile yayılan bir inanç..." gibi gösteriliyor kasıtlı olarak...

Biz de tabii, o menfi propagandaların üstünde ve dinimizi bilen insanlar olarak, elhamdü lillah sevgi doluyuz. Mevlânâ'nın Mesnevî'sini okursanız ne çıkar?.. Yunus'un divanını, Eşrefoğlu Rûmî'nin şiirlerini, ilâhilerini okursanız ne çıkar?.. Bir tek kelime ile aşk-ı hakiki denilen ilâhi aşk, sevgi, muhabbet... Bütün satırlardan yoğun bir şekilde o sevgi taşıyor, fışkırıyor.

O sevgi ile doluyuz. Yâni, müslüman olduğumuz için, tasavvuf terbiyesi aldığımız için... Nefsi yenmek, başka insanlara merhamet etmek, yaradılanı yaradandan ötürü sevmek lâzım olduğunu düşünmek sebebiyle sevgi doluyuz.

317

Dünya üzerindeki bütün insanlara Ümmet-i Muhammed olarak bakıyoruz. Çünkü, Peygamber Efendimiz'in devri başladıktan sonra, ondan sonraki insanların hepsi Peygamber Efendimiz'in ümmeti olma şansına, potansiyeline, imkânına sahiptir; ümmet-i da'vettir. Mesajı alırlarsa, İslâm'ı iyi öğrenirlerse, hakkı kabul ederlerse; icabet etmiş olurlar Allah'ın davetine, müslüman olurlar. Eğer kabul ederlerse, hidayete ermiş olurlar.

Onun için, müslüman olanları kardeşimiz diye bağrımıza basıyoruz. Henüz müslüman olmayanları da, bir gün gelir müslüman olur diye, o gözle görüyoruz. Bunu şu bakımdan söylüyorum: Günlerdir Türkiye'nin problemleri ile ilgili konuşmalar yapıldı burada... Bu konuşmaların incelenmesinden anlaşıldığına göre, bize karşı menfi hisler besleyen, bizim aleyhimize çalışan insanlar da var... Ama bizim onlara karşı bakışımız böyle... Biz onları Peygamber Efendimiz'in ümmeti olma potansiyeline sahip insanlar olarak görüyoruz. İlâhi davete icabet edip müslüman olduğu zaman da, kardeşimiz olarak bağrımıza basıyoruz. O kadar sıcak hislerle doluyuz. Herkese karşı iyi niyet besliyoruz.

318

Bir pop müzikçisi müslüman olduğu zaman bağrımıza basıyoruz. Bir papaz müslüman olduğu zaman bağrımıza basıyoruz. Sevimli oluyor çünkü, hakikaten... İslâm güzelleştiriyor.

Müslüman olmayanlara karşı da niyetlerimiz, yine onların iyiliğini istemek tarzında... İstiyoruz ki, onlar da doğru yolu bulsunlar. Bu bizim çarıklı Mehmet efendi kardeşimizin, o Avustralyalı'ya söylediği gibi, onların ahirette yanmamasını istiyoruz. Ahiretlerinin kurtulmasını istiyoruz.

Bu bakımdan, konuşmaların dinleyicileri olarak sizlere bir noktayı hatırlatmak babında söylüyorum: Bizim karşımızdaki insanları yekpâre görmememiz lâzım!.. Amerika'yı yekpâre görmememiz lâzım!.. Avrupa'yı yekpare görmememiz lâzım!.. Konuşmacılar zâten bunun altını çizerek vurguladılar. Bizim dışımızdaki insanların da hepsini yekpare adüv ve düşman olarak görmemek lâzım!.. Bu, cepheyi çoğaltmamak bakımından önemli bir husus... Karşı taraftan da taraftarlar bulmak bakımından da önemli bir prensip, mühim bir taktik...

Şimdi karşı tarafta da aklı, vicdanı olan insanlar var... Yâni bir müşrik, bir kâfir kendisine hitâb-ı ilâhi arzolunduğu zaman, niçin müslüman oluyor?.. Vicdanı olduğu için, aklı olduğu için, düşündüğü için muhakeme ediyor, müslüman olabiliyor.

319

Karşımızdaki insanların içinde de kendisine çeki düzen vermek isteyen, aklıbaşında, mantıklı insanlar var... Hani Ahmed kardeşimizin konuşmasına, "Bu radikal bir genç galibâ ama, doğru söyledi." dediği gibi Alman dinleyicilerin.... Doğru söylediğini kabul ettiği gibi, şimdi doğruyu kabul edenler var...

Meselâ, Hamidullah Bey'in namaz kılması esnasında, onun konuşmasını dinledikten sonra arkasında ona ittibâen, onu takliden namaz kılanların olduğu gibi... Müsbet tavırlılar var, olabiliyor. Binaen aleyh hepsini birden karalamamamız lâzım!..

Bizim yine profesör kardeşlerimizden Yusuf Ziya Kavakçı var... Ondan, Amerika'daki çalışmalarından haberler alıyoruz. Her gün huzurunda beş on kişi müslüman oluyormuş. Bu bir senede bayağı bir yekûn eder. Üç beş sene de bayağı büyük bir rakam eder. Çünkü kardeşimiz hem hafızdır, hem hukukçudur, hem yüksek İslâm enstitüsü mezunudur. Alimdir, fazıldır, kâmildir, derviştir. Bir çok insanı kazanıyor.

Binâen aleyh, kazanacağımız insanlara önceden düşmanlık yapmak doğru değil... Hepsini karalamak doğru değil... Bu bir...

320
321 ilâ 340. sayfalar