05. GÜNAHLAR VE HÜZÜN

06. ÖLÜYE TELKİN VERİLMESİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِذَا كُنْتَ فِي الْ قَصَبِ، أَوِ الثَّلْجِ، أوِ الرَّدْعِ، فَحَضَرَتِ الصَّلاةُ، فَأَوْمِئُوا


إِيمَ اءا (طب. عن علقمة بن عبد اللّ المزنى عن أبيه)


RE. 62/1 (İzâ küntüm fi’l-kasabi, evi’s-selci, evi’r-rad’i, fehadarati’s-salâtü feevmiû îmâen.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl. Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…


a. Uygunsuz Yerlerde Namaz Kılınışı


Bu okuyacağım hadîs-i şerîf namazla ilgilidir. Namaz kılmak birinci vazifemizdir. Ona hiçbir şey mâni olmaz

Taberanî, Alkame ibn-i Abdullah’tan rivayet etmiş.

195

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:118


إِذَا كُنْتَ فِي الْ قَصَبِ، أَوِ الثَّلْجِ، أوِ الرُّدَاعِ، فَحَضَرَتِ الصَّلاةُ، فَأَوْمِئُوا


إِيمَ اءا (طب. عن علقمة بن عبد اللّ المزنى عن أبيه)


RE. 62/1 (İzâ küntüm fi’l-kasabi, evi’s-selci, evi’r-rudâ’i, fehadarati’s-salâtü feevmiû îmâen.)

(İzâ küntüm fi’l-kasabi) “Kamışlık, otluk bir yerde, (evi’s-selci) veyahut kar olan yerde, (evi’r-rudâ’i) veya mezarlıkta olduğunuz zaman, (fehadarati’s-salâtü) namaz vakti geldi mi, (feevmiû îmâen) o zaman namazı başınızla îmâ ederek kılın!” Bir namaz kılacağız ama bulunduğumuz yer çok kamışlık, dikenlik bir yer, secde edemeyeceğiz orada… İkincisi; kar yağmış, her taraf bembeyaz, bir karış, iki karış, namaz da kılacağız. Yahut da gemideyiz, gemi de çok sallanıyor, ayakta duramayacağız. Namaz vakti de geldi, ezanlar okundu Burada şimdi namazı nasıl kılacağız?

O zaman oturduğumuz yerde îmâ ile kılarız. Oturduğumuz yerde okuruz, biraz eğiliriz, o rükû olur. “Semia’llàhü li-men hamideh” der, kalkarız. Bu sefer biraz daha fazlaca eğilir, secde ederiz. Başı yere koymak şart değil, biraz fazlaca eğilir. “Sübhàne rabbiye’l-a’lâ…” der üç defa. Kalkar, ikinci secdeyi yapar. Ondan sonra namazın ikinci rekâtına geçer.


Allah esirgeye, gemide giderken batar gemi… Biz de kurtuluruz, bir tahtaya yapışmışız. Tahtanın üzerinde duruyoruz, imdatçı gelir, bizi kurtarır diye bekliyoruz. Vakit de geldi, akşam vakti güneş batacak. Orada ikindi vaktinde de namazımızı kılmak lazım.

“—E nasıl kılalım, suyun içerisindeyiz ya; işte canımızı kurtarabiliyoruz ancak?” O sırada başımızla da olsa namazımızı kılacağız. Namazın



118 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.46, no:7913; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.II, s.369, no:2980; Alkame ibn-i Abdullah el-Müzenî babasından.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.339, no:19165; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.48, no:2749.

196

terkine cevaz yok... Onun için,


تَرْكُ الصَّلاَةِ كُفْر


(Terkü’s-salâti küfrün) “Namazın terki küfürdür.” diyorlar. Bunu te’vil etmişler; “İtikad etmezse, inanmazsa, o zaman kâfir olur.” demişler.

“—E, inandığı halde de kılmazsa, ne olacak?”

Dün Eyyühe’l-Veled Tercümesi diyerekten bir kitap okudum. Orada diyor ki: “—Bilgi iyidir ama o yeter o bildiğin sana. Biraz da bildiklerini tatbik et bakalım, amelini işle! Yalnız bilgi öğreneceğim diye uğraşıp durma, vaktini bilgilerle öldürme. Onlarla amel et!”

Amel etmedikten sonra bilgi ne olacak? Meyvesiz ağaç gibidir. Amel olmazsa, bilginin çokluğu meyvesiz ağaç neyse o da odur, işte o kadar. Keserler odun yaparlar.


Onun için, namaza hiç bahane yok! Ancak kadının özrü vardır, kadın özürlü anında kılamaz. Erkek kılmıyorsa;

“—Senin de özrün mü var, sen de kadın mısın?” derler.

Değilsin. Öyleyse al abdestini, kıl namazını…

“—Üstüm kirli!” Kirli olsun varsın, üstün kirliliğinin zararı yoktur. Yalnız pis olmasın… Pisse, yıkarsın tabii, o da gider. Zaten müslüman pis gezmez.

Allah affetsin de tevfikini refik etsin... Namazımıza devam eden, namazımıza şöyle can ile devam eden kullarından eylesin…


Bu namaz kolay bir şey değil ha! Namaz çok büyük bir ibadet… Çünkü varlığın sahibinin karşısına dikilmek ne demek yahu?

Biz bir reis-i cumhurun karşısına çıkmak istesek;

“—Aman bizi şu reis-i cumhurun karşısına sokun da, bakalım bir derdimiz var anlatacağız ona!” desek kim bilir kaç tane delil lazım! İşte, “Dilekçe yaz!” derler, bilmem ne derler, kaç türlü bahane bulurlar, kolaycacık da sokmazlar.

Şimdi biz varlıkların, kâinatın sahibinin karşısına kolaycacık

197

Allahu ekber dedik mi duruyoruz. Ama kimdir o? Varlıkların sahibi Allah… Onun karşısında elbette erimemiz lazım gelirken, gafletimiz dolayısıyla işte vazifelerimizi eksik yapıyoruz.

Allah onu da kabul etsin…


b. Yeni Elbise Giyince Edilecek Dua


İbn-i Sa’d ve İbn-i Ebî Şeybe, Abdurrahman ibn-i Ebî Leylâ Rh.A’ten rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:119


إِذَا لَبِسَ أَحَدُكُمْ ثَوْباا جَدِيداا، فَلْيَقُلْ: الْحَمْدُ للَِِّّ الَّذِي كَسَانِي، مَا


أُوَارِيَ بِهِ عَوْرَتِي، وَأَتَجَمَّلُ بِهِ فِي حَيَ اتى (ابن سعد، ش. عن عبد

الرحمن بن أبى ليلى مرسلاا)


RE. 62/2 (İzâ lebise ehadüküm sevben cedîden, felyekul : El- hamdü li’llâhi’llezî kesâni, mâ üvâriye bihî avretî, ve etecemmelu bihî fî hayâtî) (İzâ lebise ehadüküm sevben cedîden) “Sizden biriniz üzerine yeni bir elbise giydiği zaman, (felyekul) şu duayı söylesin:

(El-hamdü li’llâhi’llezî kesâni, mâ üvâriye bihî avretî) “Çıplaklığımı sayesinde örtebileceğim bir elbiseyi bana nasib etmiş olan Allah’a hamd ü senâlar olsun, şükürler olsun. (Ve etecemmelü bihî fî hayâtî) Hayatımda kendimi güzelleştirecek bir kılığa beni büründüren Allah’a hamd ü senâlar olsun!”


El-hamdü lillâh, her zaman Cenâb-ı Hak ikramlar yapar, yeni yeni elbiseler giyeriz. Bayramlarda, cumalarda, ve sairelerde eskiyi koyup yenisini alırız. Böyle bir yeni elbise giydiği vakitte insanın hamd etmesi lazım!

“—Yâ Rabbi, sana hamd ü senalar olsun ki benim avretimi,



119 İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VIII, s.264, no:25595; İbn-i Sa’d, Tabakàt, c.I, s.460; Abdurrahman ibn-i Ebî Leylâ Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.297, no:41088; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.51, no:2752.

198

edep yerimi örtecek bir elbise ile beni örttün, zînetlendirdin!” demesi lâzım!

Çıplaklık iyi bir şey değil ki. Soyunsak şimdi hepimizi ayıplarlar, kovarlar buradan. Birimiz üstünü soyunsa, “Defol buradan!” diye hepimiz kovarız onu. Elbise bir nimettir. Edep

yerlerimizi örtüyoruz, üstümüzü örtüyoruz; soğuktan korur, kıştan korur, yağmurdan korur. İnsan da hayatında emsali arasında bir meziyete mazhar olur.

Hani yeni elbise giydiğimiz zaman hamd ettiğimiz gibi, her gün de giyinirken böyle Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senalar ederek, “Hayatımı iade ettin bana yâ Rabbi. Yeni bir hayat verdin, bu yeni hayatımla beraber ben sabahleyin giyiniyorum. Senin huzuruna geleceğim, sana çok şükürler olsun. Bu kadar kusurlarımla, kabahatlerimle kabul ediyorsun beni huzuruna; ne büyüksün yâ Rabbi!” demeliyiz.

Şimdi bizim kabahatlerimizi birisi bilse;

“—Defol buradan! Sokulma yanıma pis herif!” der.

Eh Allah biliyor işte. Bildiği halde de gidiyoruz yanına, “Gel kulum gel, gel kulum gel!” diyor. Allah!.. Affet kusurlarımızı yâ Rabbi!


c. Yemek Tabağını Sıyırmanın Karşılığı


Deylemî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan riyayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:120


إذا لَعِقَ الرجلُ القصعةَ، استغفرتْ له القصعةُ، فتقولُ : اللهم أَعْتِقْه


مِنَ النَّ ارِ، كَمَا أَ عْتَقَنِى مِنَ الشيطَانِ (الديلمى عن سمعان عن أنس)


RE. 62/3 (İzâ laika’r-racülü’l-kas’ate, istağferet lehü’l-kas’atü, fetekùl: Allàhümme a’tikhu mine’n-nâr, kemâ a’tekanî mine’ş- şeytàn.) (İzâ laika’r-racülü’l-kas’ate) “Bir kimse yemek tabağını



120 İbn-i Irak, Tenzîhü’ş-Şeriah, c.II, s.327, no:137; Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.253, no:40829; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.52, no:2755.

199

sıyırırsa, (istağferet lehü’l-kas’atü) tabak onun için Allah’tan mağfiret diler. (Fetekùl) Der ki: (Allàhümme a’tikhu mine’n-nâr) Allahım onu cehennem ateşinden koru, (kemâ a’tekanî mine’ş- şeytàn) onun beni şeytandan koruduğu gibi…” Kas’a, tas, çanak ne olursa yemek yediğimiz yemek kapları. Mtslüman yemek yedikten sonra, ekmeğiyle tabağını güzelce sıyırır, eliyle parmağıyla da sıyırır, içinde kalanlarını yer. Onu bırakmaz sahanda… Müslümanın âdetidir.

Ama az bir şeydir? Ne kadar az olursa da olsun, kap temiz olaraktan ev sahibine iade olunur. Hem ev sahibi bulaşık yıkarken sıkıntı çekmez, hem de o tabak, ‘Yâ Rabbi, sen bunu mağfiret et!’ diye dua eder.”


Buna derler lisân-ı hâl. Hâl lisanı ile Cenâb-ı Hak ona o kudreti vermiştir.

“—Bu bakırdır, tastır, şudur budur; bunun dili neresinde?” diyeceksin.

İşte bunun bu teybin dili neresinde ise onun dili de orasında. Bunu artık bugün söylemeye hiç lüzum yok. Çünkü gavurcukların yaptıkları o tahta parçaları gözümüzün önünde, ne güzel söylüyor bize. O tahta parçaları ne güzel söylüyor. Eh onların söylediğini görüp dururken bu çanak da nasıl söyler dememeli insan artık. Kudret-i İlâhî tecelli etti mi ağaca da söyletir, taşa da söyletir, her şeye söyletir.

Nitekim, Cenâb-ı Peygamber geçerken taşlarla ağaçlar, “Es- selâmü aleyke yâ rasûla’llah!” diyordu, bunu herkes duyuyordu. Cenâb-ı Peygamber’in elinde o taşlar, “Sübhàna’llàh…” diyerekten tesbih ediyordu, herkes de duyuyordu bunu.

O gün onu diyen taş bugün de der. Dedirten Allah çünkü… Allah Celle ve A’lâ’ya karşı bir kanun olsun da;

“—Bunun gayrısı diyemez. Boğaz olacak, burada hançereler şöyle olacak, ağız olacak da konuşabilsin.” denilsin, bu olmaz. Papağan kuşu da konuşuyor ama ağzında bir şeysi de yok sonuçta… Onun için kabın bu istiğfarını çok görmeyin! Cenâb-ı Peygamber bunu bize böylece izah ediyor. Diyor ki:

“—Yâ Rabbi, sen bunu ateşten muhafaza et, koru… Bu beni şeytana bırakmadı. Çünkü bu kap böyle kalsaydı, bu kabı şeytan yalayacaktı. Şeytanın yalamasına meydan vermeden, bu adam

200

bunu temizledi. Ne güzel etti yâ Rabbi! Sen bunu cehennemden azâd eyle.” diyerek lisân-ı hâl ile Cenâb-ı Hakk’a tazarru ediyorlar.


Onun için biz yemek yediğimiz vakitte, ister toplu yiyelim ister tabaklarımızda yiyelim, onu güzelce tertemiz temizleriz. Hatta bir tabirde, içine su döküp de içilecek dereceye getirmeli.

Tertemiz olsun, içerisinde bir şey kalmasın. Nimetin bereketinin nerede olduğu belli olmaz. O içinde kalan ufacık bir bereket bakarsın ki bir insanın doyumuna bile vesile olur. Bereketin bütçesi çok geniştir.

Onun için o bereket niçin kalsın orada, yazık değil mi? Bir lokma iki lokma bırakılmıştır, hem günahtır hem şeytana kalıyor hem de israf oluyor.

Şimdi bu kadar insanı hesaplayın, birer lokma bıraksalar bu kadar lokma eder, bu kadar ekmek eder. Yazık değil mi?

Onun için o otellerde olsun, lokantalarda olsun, mağrûrâne bir surette oturmuş oraya, işte yarısını yer yarısını ağzına sürer. Birisinin yarısını da sürer şuraya koyar. Bütün israf içerisinde. Onun için hadi bakalım torbalara, ekmekçilere, hayvanlara, şunlara bunlara gider bunlar.

Allah esirgesin…


d. Şeytana Lânet Etmek


Deylemî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:121


إِذَا لُعِنَ الشَّيْطَانُ، قَالَ: لَعَنْ تَ مَلْعُوناا؛ وَ إِذَا اسْتَعَذْتَ اللَّ مِنْهُ، قَالَ:


كَسَرْتَ ظَهْرِي (الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 62/5 (İzâ lüine’ş-şeytànü, kàle: Leante mel’ûnen; ve ize’s- teazte’llàhe minhü, kàle: Keserte zahrî.) (İzâ lüine’ş-şeytànü) “Şeytan lanetlendiğinde, (kàle Leante



121 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.486, no:2127; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.53, no:2758.

201

mel’ûnen) ‘Sen zaten lanet olunmuş bir kimseyi lanetliyorsun.’ der. (Ve ize’s-teazte’llàhe minhü) Halbuki ondan Allah’a sığındığın zaman, (kàle: Keserte zahrî) ‘İşte şimdi belimi kırdın!’ der.” “—Şimdi belimin kemiğini kırdın! Çünkü Allah’a sığındın, Allah da seni benden koruyacaktır. Binâen aleyh ben de sana bir şey yapamayacağım. Ama bana dersen ki, ‘Allah seni kahretsin, Allah senin belânı versin!’ Bunlar boş laflar. Ben onları hiç dinlemem bile.” diyor.


e. Selâmlaşmanın Önemi


Ebû Dâvud, Beyhakî ve İbn-i Mâce, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:122


إِذَا لَقِيَ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ، فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْهِ ، فَإِنْ حَالَتْ بَيْنَهُمَا شَجَرَة ، أَوْ


حَائِط ، أَوْ حَجَر ، ثُمَّ لَقِيَهُ فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْهِ (د. هب. ه. عن أبي هريرة)


RE. 62/6 (İzâ lakıye ehadüküm ehâhü, felyüsellim aleyhi, fein hâlet beynehümâ şeceretün, ev hàitun, ev hacerün, sümme lakıyehû felyüsellim aleyhi.) (İzâ lakıye ehadüküm ehâhü) “Sizden biri kardeşine kavuştuğunda, (felyüsellim aleyhi) ona selâm versin. (Fein hâlet beynehümâ şeceretün, ev hàitun, ev hacerün) Eğer ikisi arasına ağaç, duvar, yahut taş gibi bir engel girip de, (sümme lakıyehû) sonra yine buluşurlarsa, (felyüsellim aleyhi) ona tekrar selâm versin!” İki kardeş karşılaştı. Birisi Fatih’ten geliyor, öbürü bu taraftan geliyorken iki kardeş yolda karşılaştı. Karşılaştıkları



122 Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.418, no:4524; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.450, no:8858; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.199; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXXIV, s.335, no:7661; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.II, s.147; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.349, no:1010; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.405; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.233, no:6350; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.123, no:25298.

202

zaman, hemen birisi öbürüne, “Es-selâmü aleyküm!” diye selâm versin! İlk tanışma sözü bu “Es-selâmü aleyküm!” olacak. Evvela selâm vermek sünnettir, selâmı alması farzdır. Ama selâm vermenin sevabı almaktan, yâni farz olandan fazladır. Sünnet olsun da sevabı farzdan fazla olsun; bu selâm vermedir işte… Sen verirsen sevap, alırken “Ve aleyküm selâm” demek de borç oluyor tabii.

Selâmı verdik, geçiyoruz böyle; o da geçiyor, ben de geçiyorum. Derken araya bir ev girdi, ağaç geldi, bir duvar geldi, tekrar karşılaştık; selâmı gene tekrarlayın! “Demin biz selâm verdiydik ya, bir daha artık selâma lüzum yok!” demeyin. Çünkü bunda para yok, bir zararı da yok… Her selâmda bu kadar sevap var… Onun için selâmı tekrar edin!


f. Mü’minler Bir Binâ Gibidir


Taberânî, Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:123


إِذَا لَقِيَ الْ مُؤْمِنُ الْمُؤْمِنَ ، كَانَ كَهَيْئَةِ الْبِنَ اءِ، يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضاا (طب. عن أبي موسى)


RE. 62/7 (İzâ lakıye’l-mü’minü’l-mü’mine, kâne kehey’eti’l- binâi, yeşüddü ba’duhû ba’dan.) (İzâ lakıye’l-mü’minü’l-mü’mine) “Mü’minin mü’minle karşılaştığı zaman, (kâne kehey’eti’l-binâi) bir binanın yapısı gibidirler. (Yeşüddü ba’duhû ba’dan) Biri diğerini takviye eder.” Çünkü insan tek olunca… Bu elin yalnız sesi çıkmıyor. Ne yapsanız sesi çıkmaz. Ses çıkması için, karşısında bir el daha lazım ki ses versin. Ya böyle bir yere vuracaksın, ya böyle bir taş atacaksın. Ses olmuyor, çünkü tek adam bir şeye yaramıyor. Mutlaka ona yardımcı ikinci bir insan lazım!



123 İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.286; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VI, s.370, no:3394; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.141, no:674; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.54, noı:2762.

203

O ikinci insan da kim? Kardeşin… Binâen aleyh, o kardeşiyle karşılaştığı zaman, taşlar nasıl birbirlerine yapışmış, birleşmiş ve bu duvarı teşkil etmişse; mü’minler de birbirleriyle böyle birleşik bir hale gelecekler. Ayrılık yok, gayrılık yok, birlik var.

Taşlar, çimento ile veya demir ile bağlantı yapıldığı zaman

kolayca yıkılmazlar.


أَنَّ الْمُؤْمِنَ لَِ يَتَقَوَّ ى فِي أَمْر دِينِه،ِ أَوْ دُنْيَ اهُ، إِلَِّ بمَعُونَةِ أَخِيهِ .


(Enne’l-mü’mine lâ yetekavvâ fî emri dînihî, ev dünyâhu, illâ bi-meûneti ahîhi.) “İnsanın gerek dünyasında gerek ahiretindeki muvaffakiyeti ancak kardeşinin yardımıyla olur.”

Onun için bina gibi binanın teşkilatında nasıl taşlar birbirinin üzerine konuluyor ve birbirleri ile bağlantı yapılıyor; ondan sonra bakıyorsun yıkılmaz bir hale geliyor. Mü’minlerin de böyle olması lazım gerekiyor. Sen bir tarafa çekersen, ben de bir tarafa çekersem bu bina meydana da gelmez. Gelirse de durmaz.

Allah hepimizin kusurlarını affetsin... Tevfikât-ı samedâ- niyyesine de mazhar etsin…


Namazı kıldıran hocaefendiye [Fuat Çamdibi]124 rica ettim; “—Bugün bu dersi siz yapın!” dedim.

Güzel konuşur, kendisi eski Beşiktaş Müftüsü idi, mütekaittir [emeklidir]. Kendisi de yüksek tahsillidir, aynı zamanda kimyagerdir.



124 Mehmet Fuat ÇAMDİBİ (1901-1989): Çankırı’nın Çerkeş ilçesinin Çamdibi köyünde doğdu. Babası dersiam Mehmed Rüştü Efendi Kumkapı’daki Çadırcı Ahmed Çelebi Camiine imam olunca İstanbul’a taşındılar. İlk dinî tahsilini babasından ve özel hocalardan aldı. Medrese tahsilini bitirdiği sene medreseler kapanınca, İstanbul Fen Fakültesinin Kimya bölümüne girdi. Daha sonra İstanbul Yüksek Mühendis Mektebinde (Şimdiki İstanbul Teknik Üniversitesi) sekiz sene asistanlık yaptı. Bursa Erkek Sanat Enstitüsünde Fen Bilgisi öğretmenliği, Armutlu ve Hırka-i Şerif camilerinde imamlık, Şişli ve Arap Camilerinde hatiplik, muhtelif camilerde vaizlik, Beyoğlu Müftü Yardımcılığı, Süleymaniye Kütüphanesinde memurluk, 1960 yılında İstanbul Müftülüğü yaptı. Beşiktaş Müftüsü iken emekliye ayrıldı (1967). 1989 yılında İstanbul’da vefat etti.

204

“—İhtiyarlık var, abdestimi zabt edemem, onun için müsaade edin de gideyim!” dedi.

“—Pekâlâ…” dedik.

Vaktiyle burada bir hocaefendi varmış. O hocaefendi demiş ki;

“—Bir vakit gelecek ki camilerde binlerce insan namaz kılacak da, içlerinde müslüman bulunmayacak.”

“—Allah Allah, öyle şey mi olur ya! Bir insan namaza gelsin, camiye girsin de gâvur olsun, olur mu bu?” demişler

Gâvura hizmet eden gâvur olur da onun için… Gâvura hizmet eden gâvur olur da onun için!

İslâm ilimle kàimdir. İslâm yolunu bilmeli. Nereye gittiğini bilmeli, ne yaptığını da bilmeli. Yapacağını menfaat için değil Allah için yapmalıdır.


g. Hacıyı Karşılamak


Ahmed ibn-i Hanbel, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:125


إِذَا لَقِيتَ الْحَاجَّ، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ ، وَصَافِحْهُ، وَمُرْهُ أَنْ يَسْتَغْفِرَ لَكَ، قَبْلَ


أَنْ يَدْخُلَ بَيْتَهُ فَإِنَّهُ مَغْفُور لَهُ (حم. عن ابن عمر)


RE. 62/8 (İzâ lakîte’l-hàcce, fesellim aleyhi, ve sàfihhu, ve mürhu en yestağfira leke, kable en yedhule beytehû, feinnehû mağfurun lehû.)



125 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.69, no:5371; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.III, s.691, no:5927; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.II, s.265; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.10, no:11823; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.55, no:2764.

205

Hacca gidiliyor ya her sene… İşte bu hacı geliyor memleketine. Gelirken hacıyı karşılamak lazım. Hacı evine girmeden evvel onu karşılamak bir âdettir memleketimizde. Başka dış memleketlerde daha âdet. Biz mesela Suriye’den geçerken filan bakıyoruz, çok uzaklara kadar arabalarla gelmişler hacılarını bekliyorlar. Hacıyı yolda alacaklar, maksat onun duasını almak… (İzâ lakîte’l-hàcce) “Bir hacıyı karşıladığında, (fesellim aleyhi) ona selâm ver, (ve sàfihhu) onunla musafaha yap; (ve mürhu en yestağfira leke, kable en yedhule beytehû) ve evine girmezden önce senin için istiğfar etmesini kendisinden iste!” Ona de ki:

“—Benim için mağfiret dile… Benim affımı Cenâb-ı Hak’tan iste.”

“—Ne zaman?” “—Evine girmeden evvel…”

“—Evine girdikten sonra olmaz mı?” “—Evine girdikten sonra günahlar başlar. O günahlar başlamadan evvel bu duayı ondan iste!”

(Feinnehû mağfurun lehû) “Çünkü o mağfiret olunmuş bir kimsedir.” Kimin için dua ederse o da makbuldür.

206

h. Müşriklere Selâm Vermeyin!


Buhàrî ve İbnü’s-Sünnî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:126


إِذَا لَقِيتُمْ الْمُشْرِكِينَ فِي الطَّرِيقِ، فَلاَ تَبْدَءُوهُمْ بِالسَّلاَمِ ، وَاضْطَرُّوهُمْ


إِلَى أَضْيَقِهَا (خ. في الأدب، وابن السني عن أبي هريرة)


RE. 62/9 (İzâ lakîtümü’l-müşrikîne fi’t-tarîki, felâ tebdeûhüm bi’s-selâmi, va’dtarrûhüm ilâ edyakıhâ.) (İzâ lakîtümü’l-müşrikîne fi’t-tarîki) “Müşriklerle bir yolda karşılaştığınızda, (felâ tebdeûhüm bi’s-selâmi) onlardan önce selâm vermeyin! (Va’dtarrûhüm ilâ edyakıhâ) Kendilerini yolun dar yerine doğru zorlayın!” Gâvurlar her zaman var. Müşrikler Peygamberimiz’in zamanında da vardı. Efendimiz o zamanda müslümanlara diyor ki:

“—Ey müslümanlar! Siz yolda gâvurlara rast geldiniz. Karşılıklı onlar geliyorlar yoldan, siz de gidiyorsunuz. Onlara selâm vermeye kalkmayın! Yolun dar tarafını onları itin!”

Siz yolun iyi taraflarından gidin ve dar taraflarına, çamurlu taraflarına, zor yerlerine onları itin, onlar oradan gitsin.

Bu tabii bize biraz ağırca gelir ama gâvurların halini bize güzel bildirir. Gâvurluk pisliktir, necistir.


إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَس (التوبة:٨)




126 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.525, no:10810; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.380, no:1111; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.262, no:6358; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.203, no:18505; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.42, no:9341; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.272, no:1059; İbn-i <adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.449; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.141; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.125, no:25314; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.55, no:2765.

207

(İnneme’l-müşrikûne necesün) [Muhakkak müşrikler bir pislikten ibarettir.] (Tevbe, 9/28)

O gâvur ne kadar güzel giyinirse giyinsin, ne kadar süslenirse süslensin baştan aşağı necistir.

Necis oldukları için Mekke’ye giremezler, Medine’ye de giremezler. Hatta bizim camilerimize de giremezler ama sonradan fetvalar verilmiş; bizim camilerimiz Mekke gibi değildir gelsinler, girsinler, baksınlar filan demişler ama onlar da tadını kaçırmış şimdi. Turistler çırılçıplak girerler camilere, herkesi rahatsız ederler.

Allah kusurlarımızı affetsin...

Onun için müşrikin hiç kıymeti yoktur. Müşrikin parası çok, saltanatı çok. Gökte uçar, denizin içinde gider, her şeyi yapar. Müşrik bir adam. Affedersiniz helalarda bir böcekler vardır, hela böcekleri derler onlara. Onlar o pisliğin içinde gezerler. Ne kıymeti olur onların?

Bunların da hayatlarında çok müreffeh hayatları var, çok paraları var, çok saadetleri var. Ama o gâvurlukları onlara pislik olarak yeter de artar. Yüzlerine bakmak istemez insan. İnsanın işi rast gitmez bunların yüzüne bakarsa… “—Hoca efendi, deme bu kadar!” diyeceksin.

Bu dediklerim daha azdır onlar için.

Onun için, müslüman çok şerefli bir mahluktur. Parası da olmasa karnı da aç olsa üstünde başında bir şeysi de olmasa o iman kâfi ona… O iman onun için kâfidir.


i. Alimin Üstünlüğü


İlim sahipleri ile àbidlerin arasındaki farkı anlatan bir hadis yazıyordum. Efendimiz, ilim sahibi ile àbidlerin arasındaki farkı beyan ederken diyor ki:127



127 Tirmizî, Sünen, c.V, s.50, no:2685; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.233, no:7911-7912; Dârimî, Sünen, c.I, s.100, no:289; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXIII, s.116, no:7997; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.II, s.98, no:1243; İbn-i Hacer, Ravdatü’l-Muhaddisîn, c.VIII, s.269, no:3440; Ebû Ümâme RA’dan. Hàris, Müsned, c.I, s.55, no:38; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.256, no:28749; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.821, no:1828; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIV, s.442, no:14687.

208

فَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ، كَـفَضْلِي عَلَى أَدْنَاكُمْ ؛ إِنَّ اللََّّ وَمَلاَئِكَتَهُ،


وَأَهْلَ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرَضِينَ حَتَّى النَّمْلَةَ فِي جُحْرِهَا ، وَحَتَّى الْحُوتَ


لَيُصَلُّونَ عَلٰى مُعَلِّمِ النَّاسِ الْخَيْرَ (ت . حسن صحيح، طب . عن

أبي أمامة)


RE. 323/1 (Fadlü’l-àlimi ale’l-àbidi, kefadlî alâ ednâküm) “Alim, yâni bilgin, bilgi sahibi, kişinin àbid, yâni ibadet ehli olan kimse üzerine üstünlüğü, benim sizden en aşağısı üzerine olan üstünlüğüm gibidir.”

Peygamberle insanların arası ölçülebilir mi?

Binâen aleyh, âbid gece gündüz ibadet ediyor, namazda, oruçta, hayr u hasenatta... Öteki de ilimle meşgul. İlimle meşgul olana àbidin yetişmesinin imkânı yoktur.

(İnna’llàhe) “Muhakkak ki Allah-u Teàlâ Hazretleri, (ve melâiketehû) ve onun melekleri (ve ehle’s-semâvâti ve’l-aradîn) semaların ve yerlerin bütün ahalisi; (hatte’n-nemlete fî hucrihâ) yuvasındaki karıncalar, (ve hatte’l-hûte) denizdeki balıklar bile, (leyusallûne alâ muallimi’n-nâse’l-hayr) insanlara hayrı öğreten kimseye istiğfâr eder, dua eder, salât ü selâm ederler.” Oradaki salâtın mânâsından birisi duadır ki; “Yâ Rabbi, bunun ömrünü uzat, vücuduna afiyet ver.” diye onun ahiretine müteallik çeşitli dualar ederler.

Binâen aleyh, iman ne büyük devlettir yani eşi bulunmaz. Onun için sen hiç üzülme. O gökte uçarsa nerede uçarsa uçsun. Kuşlar da uçuyor sinekler de uçuyor. Ne olacak, uçmak bir hüner değil. Ama bizi de rahata kavuşturuyorlar?

Rahata kavuştururlar, Allah’a şükrederiz. O onun değil Allah- u Teàlâ’nın verdiği ilmin onların eliyle semeresidir. İlim Allah’ındır. Allah onlara onu sunmuş. Onlar da o hünerleri meydana getirmişler. Onların malı değildir, Allah-u Teàla’nın verdiği kudretin eseridir. Bize verildiğinde, biz de vaktiyle yapmışız ya…

Süleyman AS’ın ordusunu gökte uçurduğunu unuttun mu sen?

209

Süleyman AS ordusunu atları ile beraber gökte uçuruyordu. Nasıl uçuruyordu?

İşte Allah uçuruyordu, Allah’ın kudretiydi. Ne tayyaresi vardı, ne bir şeysi vardı ama Allah-u Teàlâ’nın kudreti o orduyu uçuruyordu. İstediği yere, istediği zaman götürüyordu.

Sakın olmaz deme!


j. Kumaş Bulamayan Kimse Donuyla İhrama Girer


Ahmed ibn-i Hanbel ve İbn-i Ebî Şeybe, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:128


إذَا لَمْ يَجِدَ الْمُحْرِمُ إزَاراا فَلْيَلْبَسْ سَرَاوِيلَ، وَإِذَا لَمْ يَجِدْ نَعْلَيْنِ


فَلْيَلْبَسَ الْخُفَّيْنِ (حم. ش. عن ابن عباس)


RE. 62/10 (İzâ lem yecidi’l-muhrimü izâren, felyelbes serâvîle; ve izâ lem yecidi’n-na’leyni, felyelbese’l-huffeyn.) (İzâ lem yecidi’l-muhrimü izâren) “İhrama girecek kimse, alt kısmı için izar bulamadığında, (felyelbes serâvîle) don giysin! (Ve izâ lem yecidi’n-na’leyni) “Nalın bulamazsa, (felyelbese’l-huffeyn) ayağındaki ayakkabıları ile ihrama girsin!”


Dinimiz ne kadar kolaydır. Şimdi hacca giderken gidelim giyinelim onu diyerekten ihramlar alırız yeni yeni, güzel güzel.

“—Fakirim, ihram almaya imkânım da yok, ama hacılık da istiyorum, ne yapayım ben?” “—İhram bulamıyorsan, donun yok mu ayağında?”

“—Var.”



128 Tirmizî, Sünen, c.III, s.351, no:764; Neseî, Sünen, c.IX, s.27, no:2631; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.215, no:1848; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.39, no:12407; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IV, s.100, no:16017; İbnü’l- Ca’d, Müsned, c.I, s.487, no:3389; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.34, no:11931; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.61, no:2774.

210

“—İşte o donunla yapıver sen de…” Serâvîl de ona yakındır.

Bunun için ulema arasında ihtilaf olmuş, kimisi demiş ki: “—O donu yırtar, peştamal haline getirir öyle yapar.” Bir kısmı da: “—Hayır onu öylece giyer.” demişler.

Yalnız bizim Hanefî mezhebimize göre ve bir de Mâlikî mezhebine göre don giyer. İhram giyemediği için sadaka-ı fıtır verdiğimiz gibi bir fidye cezası verir. Fakat İmam-ı Azâm koyun keser demiş. Fakir yapamadığı için mümkün.

Yahut bulamaz insan, örtünecek bir şey bulamaz. Bugünkü gibi her yerde bolluk yok.


Bir de orada pabuçlar var; nalın, terlik vs. Ayaklarımızın çıplak olması lazım. O pabuçları giyeriz ki, ayakların üstü açıktır, altlarını tutar.

“—Onu da bulamadık.”

Ya kendisi yok, ya paramız yok almaya; bulamadık. Öyleyse, ayağındaki mestleri ile, ayakkabısı ile ihrama girsin! Hacılığından geri kalmasın. Ama isterse topuklarını arkasından

211

kesiversin. Ayağının topuğu, üstü açık kalsın.


k. Üç Şeyden Dolayı Amel Defteri Kapanmaz


Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Neseî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:129


إِذَا مَاتَ الإِْنْسَانُ انْقَطَعَ عَمَلُهُ، إِلَِّ مِنْ ثَلاَثَةٍ: إِلَِّ مِنْ صدَقَةٍ جَارِيَةٍ،


أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ ، أَ وْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ (خ. في الأدب، م. ت. د. ن. عن أبي هريرة)


RE. 62/11 (İzâ mâte’l-insanü inkataa amelühû, illâ min selâsetin: İllâ min sadakatin câriyetin, ev ilmin yüntefeu bihî, ev veledin sàlihin yed’ù lehû.) Şimdi buraya bak! Hepimiz için burada muayyen, mukarrer bir müddet yaşamak var, ölümden kurtuluşun çaresi yok!

(İzâ mâte’l-insanü inkataa amelühû) “İnsan ölünce ameli kesilir, (illâ min selâsetin) ancak şu üç şey müstesna: (İllâ min sadakatin câriyetin) Sadaka-i cariye’den, (ev ilmin yüntefeu bihî) kendisinden faydalanılan ilimden, (ev veledin sàlihin yed’ù lehû) kendisine dua eden sàlih evlâttan dolayı ameli kesilmez, amel defterine sevaplar yazılmağa devam eder.” Birisi, sadaka-i cariyesi var. Vakıflar yapmış. Bu vakıflar durdukça onlardan faydalananların sevabı onun üzerine yazılır. Çeşme yapmış, köprü yapmış, mescid yapmış, mektep medrese



129 Müslim, Sahîh, c.VIII, s.405, no:3084; Tirmizî, Sünen, c.V, s.243, no:1297; Neseî, Sünen, c.XI, s.424, no:3591; Ebû Dâvud, Sünen, c.VIII, s.76, no:2494; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.372, no:8831; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.28, no:38; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.278, no:12415; Dârimî, Sünen, c.I, s.148, no:559; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.109, no:6478; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.I, s.126; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.247, no:3447; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.286, no:3016; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.122, no:2494; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.343, no:6457; Ebû Avâne, Müsned, c.III, s.495, no:5824; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.283, no:1109; Ebû Hüreyre RA’dan.

212

yapmış. Burada okuyanlar olduğu müddetçe, defterine sevap yazılır.

Bu caminin sahibi 500 sene mi oldu, rahmetli olalı ne kadar olduysa, mütemadiyen bu cemaatin sevabı aynen onun defterine de geçiyor. Aynen, burada 500 kişi varsa 500 kişinin sevabı onun defterine şimdi geçmekte… Ne bahtiyarlık bu! Mütemadiyen defterine işliyor.

Binâen aleyh insan buradan giderken öyle bir şey hazırlamalı ki, seneler geçse de defterine sevaplar işlesin. Bunun için, herkesin elinden gelen gayreti göstermesi lazım!

“—Canım çocuğuma da kalsın, torunuma da kalsın, torunumun torununa da kalsın…” Kalsın ama, sen öldükten sonra torunundan sana hiç fayda yok! Oğlundan da yok, torunundan da yok… Onlar kim bilir onları nerelerde, nasıl harcayacaklar? Sen helâldan kazansan dahi bakalım onlar nasıl harcayacaklar?

Onun için sen malından biraz ayır da bir vakıf yap, bir hayra iştirak et! Mesela bir camiyi bir insan belki yaptıramaz ama yaptıranlar da vardır. Yaptıramasak da bizim beş kuruşumuz, beş liramız o binayı yaptıran adamın sevabı kadar bize de sevap veriyor. Bu da Allah-u Teàlâ’nın lütfu…


İkincisi: (Ev ilmin yüntefeu bihî) “Bir eser bırakıyor. Nasıl ecdat bırakmış, maşallah kütüphanelerimiz dopdolu. Bu eserleri okuyanlar ondan faydalanıyorlar. İşte bu da sadaka-i cariyedir. Onu okuyor birisi, “Oh ne güzel! Aman ben de bundan faydalanırım.” diyor. O da ondan bir şeyler alıp yazıyor. Bununla sevabı daima defterine işler.

Üçüncüsü: (Ev veledin sàlihin yed’ù lehû) “Farzına kàim, ibadetine dâim, babasının yolunda, hayr u hasenatta… Bu çocuk da sağ olduğu müddetçe, bunun amellerine yazılan sevap, aynen babasına yazılır. Çocuktan bir şey eksilmez. Fakat aynı sevabı babasının, annesinin defterlerine de yazılır. Bu da büyük bir nimet…

Onun için evlatlarımızı yetiştirirken, hayırlı olarak yetiştirirsek, öldükten sonra onlar sevap kazandıkça, bizim defterimize de yazılır. Yoksa para kazansın diyerek, para hevesine saptırırsak, çok acı şeyler…

213

Yani bu çok dikkate şayandır bu hadis. Üç şey var: 1. Sadaka-i câriye. 2. Faydalanılan, hayırlı bir ilim. 3. Bir de hayırlı bir evlat.

Hayırlı evlat yetiştiremeyeceksen, hayırlı evlat yetiştiren yerleri ara bul, onlara yardımcı ol! Yetiştiren yerler kim? Mektepler, medreseler, ibadethaneler… Bunları hiç olmazsa desteklersen, bunların ayakta durmasına vesile olursan, bunlardan çıkacak çocukların sevabı da gene senin defterine yazılacaktır. Ne büyük bahtiyarlıktır bu… Allah hepimizden de razı olsun…

Bizim de eksik olmuyor camimizin önünden, her hafta gelirler Kur’an kursu için, cami için yardım isterler Eh elden geldiği kadar herkese birer parça bir şeyler veririz. İşte bunlar büyük bir hayırdır. Kıyamet gününde ve ahirette, “Bunlar da sizin hizmetlerinizdir.” diyerek, defterlerimiz önümüze verilecek, bizi sevindirecekler inşallah…


l. Ahirete Ne Gönderdin?


Beyhakî ve Deylemî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:130


إِذَا مَاتَ الْمَيِّتُ، تَقُولُ الْمَلائِكَةُ: مَا قَدَّمَ؟ وَتَقُولُ النَّاسُ : مَا خَلَّفَ؟

(هب، والديلمي عن أبي هريرة)


RE. 62/12 (İzâ mâte’l-meyyitü, tekùlü’l-melâiketü: Mâ kaddeme? Ve tekùlü’n-nâsü: Mâ hallefe?) (İzâ mâte’l-meyyitü) “İnsan ölünce, (tekùlü’l-melâiketü) melekler derler ki: (Mâ kaddeme) Ne takdim etti, ne gönderdi?” Bu adam neler yaptı, takdim ettiği nelerdir bunun? Namazı,



130 İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.350, no:35851; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.I, s.283, no:1111; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.328, no:10475; Ebû Dâvud, Zühd, c.I, s.305, no:282; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.683, no:42735; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.70, no:2792.

214

orucu, hayr u hasenatı gösterin bakalım takdim ettiklerini?

(Ve tekùlü’n-nâsü: Mâ ahhera) “Geride kalan insanlar da derler ki: Ne kadar miras bıraktı bu adam?” Onlar da mirası ile meşguldürler. Ne kadar miras bıraktı bakalım, bana ne kalacak, sana ne kalacak. Bunlarla meşgul olurlar.

Binâen aleyh, sen meleklerinkine bak da, vaktiyle önden oraya ne göndereceksen gönder!


m. Ölene Gideceği Yerin Gösterilmesi


Beyhakî, Neseî ve İbn-i Mâce, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:131


إِذَا مَاتَ أَحَدُكُمْ، عُرِضَ عَلَ يْهِ مَقْعَدُهُ بِالْ غَداةِ وَالْ عَشِيِّ، إِنْ كانَ مِنْ


أَهْلِ الْجَنَّةِ فَمِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ؛ وإِنْ كانَ مِنْ أهْلِ النَّارِ، فَمِنْ أهْلِ النَّارِ؛


يُقَالُ لَهُ: هٰذَا مَقْعَدُكَ! حَتَّى يَبْعَثَكَ اللّ إلَيْهِ يَوْمَ القِيامَةِ (ق . ن. ه.

عن ابن عمر)


RE. 62/13 (İzâ mâte ehadüküm, urida aleyhi mak’adühû bi’l- gadâti ve’l-aşiyyi, in kâne min ehli’l-cenneti femin ehli’l-cenneti; ve in kâne min ehli’n-nâri, femin ehli’n-nâri; yukàlü lehû: Hâzâ mak’düke! Hattâ yeb’aseke’llàhu ileyhi yevme’l-kıyâmeti.) (İzâ mâte ehadüküm) “Sizden biri öldüğünde, (urida aleyhi mak’adühû bi’l-gadâti ve’l-aşiyyi) o kimsenin yeri, sabah akşam



131 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.173, no:1290; Müslim, Sahîh, c.XIV, s.26, no:5110; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.238, no:992; Neseî, Sünen, c.VII, s.209, no:2043; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.113, no:5926; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.664, no:2197; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.255, no:1907; Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.I, s.239, no:566; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.II, s.375, no:322; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.237, no:35511; Abdürrezzak, Musannef, c.III, s.586, no:6745; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.347, no:383; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.239, no:730; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VIII, s.48, no:4107; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

215

kendisine gösterilir. (İn kâne min ehli’l-cenneti femin ehli’l- cenneti) Eğer o kimse Cennet ehlinden ise o ehl-i Cennettendir. (Ve in kâne min ehli’n-nâri, femin ehli’n-nâri) Şayet o Cehennem ehlinden ise, o ehl-i Cehennemdendir. (Yukàlü lehû) Ona denir ki: (Hâzâ mak’düke) Bu senin yerindir! (Hattâ yeb’aseke’llàhu ileyhi yevme’l-kıyâmeti) Allah seni kıyamet gününde dirilttiğinde oraya erişeceksin.”


Sizden biriniz eceli geldi öldü mü, mezarında iken, o ölen kimseye sabah ve akşam karargâhı arz olunur. ‘İşte senin yerin bak, iyi dikkat et!’ denilir. Televizyonda görür gibi karşısında görür manzarayı…Eğer bu ölen cenneti kazanmış bahtiyarsa, ona cennetteki yerleri gösterilir. Oranın manzarası gözünün önünde

gelir. Ooo, gayet güzel köşkler, saraylar, konaklar, hizmetkârlar, ballar, kaymaklar, hepsi böyle gözünün önünde canlanır. Bizim televizyona da benzemez yani. Bunu bir misal olarak söylüyorum gözünün önünde canlanıyor böyle cennet… Allah!.. Lütfet bize de yâ Rabbi… Allah muhafaza etsin imansız olarak göçtüyse, ehl-i nâr ise; Cehennemdeki yeri gösterilir. Sabah ve akşam cehennemdeki o alevler, yılanlar, akrepler, envai çeşit azap evine mahsus neler var onlar da gözünün önünde böyle canlanır. Onları gördükçe erir insan... Öteki ferahtan feraha, sürurdan sürura; bu da gamdan gama, kederden kedere, beladan belaya erir gider orada…

O ölüye derler ki:

“—İyi bak! İşte senin yerin burası...”

Eee, cennetlik yerini gören bahtiyar ne mutlu, sevinçler içerisinde… Allah esirgesin bir de o cehennemdeki yeri kazandıysa, küfür üzerine öldüyse, imansız gittiyse, o da o cehennemlik yerini görünce erir de erir zaten. Ne yapacak başka azabı artık? Ona gösterilen kâfi… Ama diyeceksin ki:

“—Şimdi öldü ya, gözü görmez, kulağı duymaz. Artık bütün imkânları elinden gitmiş. Artık o cenneti görmüş, cehennemi görmüş ne fark eder?” Bu câhilâne bir laftır. Aklı olan bunu demez. Aklı olan bunu demez çünkü Allah-u Teàlâ’nın kudreti, azameti öyle havsalaya sığmaz. Evet, öldük ama orada bizde bir kuvvet, bir kudret var.

216

Bir hayat var bizde, ama hayat mutlaka böyle konuşmakla, yürümekle olmaz ki. Yürümeden konuşmadan bir hayat daha var, ona hayât-ı manevî diyorlar; âhiret hayatı. O, toprak ol, kül ol, ne olursan ol o bakîdir.

Yunus Emre’nin dediğini sen duymadın mı?


Eğer beni yandıralar,

Külüm göğe savuralar,

Toprağım anda çağıra:

Bana seni gerek seni!


İnsanın cisminde bir şey yok ki. Kalıp bu. Bu kalıp kül olur ne olur olur. Fakat bunun içerisinde bir ruh var ya, o ruha bir şey olmaz. Ebediyet onda, o yaşayacak. Binâen aleyh ona ya cennetteki, ya cehennemdeki yeri arz olunacak.

Allah hepimizi gafletten uyandırsın da cennetlik yeri kazanan bahtiyarların zümresine ilhak etsin hepimizi… Bizim elimizde de bir şey yok, zayıf insanlarız, aciz insanlarız, bîçareleriz. Bize yardım eylesin de sevdiği yoldan bizi ayırmasın…


n. Bid’at Sahibinin Ölümü


Hatîb-i Bağdâdî ve Deylemî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:132


إِذَا مَاتَ صَاحِبُ بِدْعَةٍ فَ قَدْ فُتِحَ فِي الإِسْلاَمِ فَتْح

(خط. والديلمي عن أنس)


RE. 62/14 (İzâ mâte sâhibü bid’atin fekad fütiha fi’l-islâmi fethun.)

İnsanların içerisinde çok ahlâksız, bid’at sahibi insanlar vardır.



132 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.285, no: 1118; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.158, no:1831; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.219, no:1104; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.70, no:2794.

217

Geçen Mağrib’de yazılmış, yani Cezayir tarafından bir kitap geldi. Bizi çok tenkit ediyor: “—Bu esvaplarınızı siz ne çabuk çevirdiniz gâvurların esvaplarına?” diyor.

O adam diyor bunu. Fark etmez ha bu, ha öbürü. Gâvurlara benzememenin çaresine bakmak lazım. Demin de dedim ya gâvura benzemek, gâvurun hâl ü harekâtını beğenmek müslümana hiç yakışmaz. Kim kimi severse, kim kime kendini benzetirse o ondandır. Hepimiz biliyoruz. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:133


مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ (د. عن بن عمر)


(Men teşebbehe bi-kavmin fehüve minhüm) “Bir kimse hangi kavme benzerse, o da onlardandır.” Bunun kaçamak tarafı yok!

Hindistan’dan, Pakistan’dan adamlar geliyorlar, milli kisveleri ile geliyorlar memleketimize, geziyorlar. Hepimiz görüyoruz onu. Bu sefer hacdayken Medine-i Münevvere’de yanımda bir efendi oturuyor. Orada bir istirahat yeri var, orada oturuyorum. O da geldi ama sırtında kocaman bir parça var. Yani bizim kumaşlar var ya o kumaşları hiç bozmamışlar. İki katlı bir kumaş yani dört



133 Ebû Dâvud, Sünen, c.XI, s.48, no:3512; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.50, no:5114; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.75, no:1199; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef c.V, s.313, no:19747; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.136, no:216; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.267, no:848; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.238, no:198; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.II, s.219, no:720; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXVII, s.257; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXXIV, s.324, no:7653; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.13, no:2099; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef c.V, s.322, no:19783; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.244, no:390; Abdullah ibn-i Mübârek, Cihad, c.I, s.89, no:105; Tâvus RA’dan. Bezzâr, Müsned, c.II, s.447, no:8606; Ebû Hüreyre RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.179, no:8327; Bezzâr, Müsned, c.I, s.451, no: 2965; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.478, no:17959; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.V, s.162, no:7824; Huzeyfe RA’dan. Abdürrezzak, Musannef, c.XI, s.453, no:20986; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.10, no:24680; Keşfü’l-Hafâ, cII, s.240, no:2436; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.158, no:21776.

218

metreden geniş. Onu bir iki defa sarmış ona bürünmüş böyle;

“—Siz kimsiniz?” dedim.

“—Ben Cezayir’in filan memleketinin kadısıyım.” dedi.

Kadı yani oranın hakimi.

“—Peki bunu neden böyle giyersiniz, bunu diktirirseniz de şöyle efendivari bir şey yapsanız olmaz mı?” dedim.

Adam dedi ki;

“—Bu bizim hem altımızın yatağıdır, üstümüzün yorganıdır. Kış geldi miydi, rüzgâr oldu muydu başımıza çeviririz, yağmurdan kurtarırız kendimizi… Şöyle olur, böyle olur.” diye birçok meziyetlerini saydı da dedi ki: “Bizim gâvurlara benzemeye niyetimiz yok.” dedi.

Bakınız;

(İzâ mâte sâhibü bid’atin) “Bir bid’at sahibi öldüğünde, (fekad fütiha fi’l-islâmi fethun) İslâm’da bir fetih vuku bulmuş gibi olur.

İslâm’ın kapıları açılır.”

O bid’at sahibi, insanın Allah demesine mani idi. Allah derken yakalayıp toplayıp götürüyordu adamı. Bunun ölümü ile İslâm’ın kapıları açılır. İslâm’da geniş fütuhatlar başlar.”


o. Ölüye Telkin Verilmesi


Şimdi bazı insanlar da derler ki: “—Öldükten sonra bu telkine ne lüzum var? Adam öldü artık, Sen yukarıdan söylemişsin, bu telkinin ne faydası olacak?” İyi dinleyin şimdi.

Taberânî, İbn-i Asâkir ve Deylemî, Ebû Ümâme RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:134


إِذَا مَاتَ أَحَد مِنْ إِخْوَانِكُمْ، فَنَثَرْتُمْ عَلَيْهِ التُّرَابِ، فَلْيَقُمْ رَ جُل مِنْكُمْ عِنْدَ




134 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.249, no:7979; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIV, s.73; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.66, no:3918; Taberânî, Dua, c.I, s.365, no:1214; Ebû Ümâme RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.605, no:42406; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.64, no:2779.

219

رَأْسِهِ، ثُمَّ لِيَقُلْ : يَا فُلاَنُ ابْنَ فُلاَنَةَ ، فَإِنَّهُ يَقُولُ : أَرْشِدْنَا رَ حِمَكَ اللُّ،


وَلَكِنْ لَِ تَشْعُرُونَ، ثُمَّ لِيَ قُلْ : اُذْكُرْ مَا خَرَجْتَ عَلَيْهِ مِنَ الدُّنْيَا، شَهَادَةَ


أَنْ لَِ إِلَهَ إِلَِّ اللُّ، وَأَنَّ مُحَمَّداا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَأَنَّكَ رَضِيتَ بِاللِّ رَبًّا، وَ


بِمُحَمَّدٍ نَبِيًّا، وَبِالإِْسْلاَمِ دِيناا، وَبِالْقُرْآنِ إِمَاماا، فَإِنَّ هُ إِذَا فَعَلَ ذٰ لِكَ، أَخَذَ


مُنْكَر وَنَكِير أَحَدُهُمَ ا يَدَ صَاحِبِهِ، ثُمَّ يَقُولُ له: اَخْرِجْ بِنَا مِنْ عِنْدِ هٰذَا


مَا نَصْنَ عُ بِهِ وَقَدْ لُقِّنَ حُجَّتَهُ، وَلٰكِنَّ اللَّ عَزَّوَجَلَّ حُجَّتَهُ دُونَهُمْ، قَالَ رَجُل :


يَا رَسُولَ اللِّ، فَإِنْ لَمْ أَ عْرِفْ أُمَّهُ؟ قَالَ: أَنْسُبُهُ إِلَى حَوَّاءَ؛ فُلاَنُ بْنَ حَوَّاءَ

(طب. كر. والديلمي عن أبي أمامة)


RE. 62/15 (İzâ mâte ehadün min ihvâniküm) “Kardeşlerinizden birisi öldü, (fenesertüm aleyhi’t-turâbe) toprağı örttünüz üzerine, gömdünüz, üstünü örttünüz. (Felyekum raculün minküm inde re’sihî) “Sizden birisi onun başı ucuna kalksın dikilsin, (sümme li-yekul) ondan sonra desin ki ona…” (Feinnehû leyesmeu, velâkin lâ yücîbü) “O işitir ama cevap veremez.” İşitir ama cevap vermeye iktidarı yok. Sen orada dikil, ona de ki:

(Yâ fülânü’bne fülânete) “Ey filan oğlu filan.”

“—Ey Ayşe oğlu Mehmet!” Anne adıyla söylenir, baba adı ile söylenmez. Ahmet’in oğlu Mehmet denmez, Ayşe’nin oğlu Mehmet, Ahmet... neyse. Sebebi?

Çocuk annenin çocuğudur. Babanın çocuğu meçhuldür. Belki başka yerden gelmiştir. Dünyanın arızaları çok ya. Belki meçhul bir adamın çocuğudur o ama annesi o kadındır. O annesi olduğu için onun adıyla söyleriz.

(Feinnehû yekùlü: Erşidnâ rahimeka’llàhi) “Der ki içinden mânen: Uyandır uyandır, Allah sana rahmet eylesin! Ne

220

diyeceksin bakayım?” (Velâkin lâ teş’urûne) “Siz bunu duymaz- sınız, anlamazsınız.”

(Sümme’lyekùl: Üzkür mâ harecte aleyhi mine’d-dünyâ) “Sonra desin ki; ‘Ey Ayşe oğlu Mehmet, hatırla o dünyadan çıktığın günü!” (Şehâdete en lâ ilâhe illa’llàh, ve enne muhammeden abdühû ve rasûluhû) “Bunu unutma, hatırla! Bunu soracaklar sana Mehmet. Sen bunu hemen söyle.”

Yukarıdan imam efendi söylüyor bunu. Arada toprak var, duyması mümkün değil ama mâneviyata mâni yok!

Şimdi Ankara’dan buraya radyodan sesler geliyor. Nasıl gelir oradan buraya kadar ses? Geliyor işte bak! Senin sesin orada bir karışlık toprağın altına gitmeyecek mi, Allah-u Teàlâ’nın izniyle gider.


Akşam bizim bir doktorun yanındaydık. Allah-u Teâlâ vücudumuzda öyle elektrikler yaratmış ki, biz onların hepsinden gafiliz. İçeride cereyanlar işliyor, elektrikler işliyor, bu gözün görmesi, bu kulakların duyması, bu dillerin konuşması o cereyanların sebebiyle… O cereyanları yaratan Allah Celle ve A’lâ işte o mevtaya da orada o anda onun sesini işittirir.

Bunu her müslümanın bilmesi lazım. Sen de o kardeşinin başında dikiliyorsun: “—Hey kardeş, o dünyadan çıktığın günü unutma! Hani şehadet kelimesi vardı, ‘Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlü’llàh’, onu söyle, onu unutma!” (Ve enneke radîte bi’llâhi rabben) “Sen Allahu Teâlâ’dan Rab olarak razıydın. (Ve bi-muhammedin nebiyyen) Muhammed SAS’in peygamberliğine razıydın. (Ve bi’l-islâmi dînen) İslâm’ı da din olarak kabul etmiştin. (Ve bi’l-kur’âni imâmen) Kur’an’ı da imam edinmiştin. Bunu hatırla!”

Sorarlarsa, sen bunları onlara güzelce söyle, de ki: “Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Muhammed Mustafa SAS, kitabım da Kur’ân-ı Azîmüşşân…”


Bakın, hikmeti ilâhiyeye bakınız. Bunu biz yukarıdan telkin ediyoruz. O aşağıda dinliyor bunu. Oraya da melekler gelmişler o adama, “Rabbin kim, dinin ne…” diye soracaklar.

(Feinnehû izâ feale zâlike) “Bunu söylediği zaman, (ehaze

221

münkerun ve nekîrun ehadühümâ yede sâhibihî)) Münker ve Nekir’den biri diğerinin elini tutar, (sümme yekùlü lehû) sonra ötekine der ki: (Uhruc binâ min inde hâzâ) Gel, bunun yanından beraber gidelim. (Mâ nesnau bihî) Yapacağımız bir şey kalmadı. (Ve kad lukkine huccetühû) Hücceti kendisine telkin edildi.”

Bu adamın telkini yapıldı, cevaplar hazırlandı. Binâen aleyh bizim artık burada durup da bu adama sorgu sormaya lüzum yok. Hadi gidelim diyecekler, yallah gidecekler. Biz de selamete ereceğiz inşallah.

(Velâkinne’llàhe azze ve celle huccetühû dûnehüm) “Ve bundan da öte şimdi onun esas koruyucusu Aziz ve Celil Allah’tır.

Ama Allah-u Teàlâ’nın indinde o günün hücceti ayrı… O hesap gününde Allah da o gün yardımcımız olsun… Onun da affı bol, inşallah orada da kurtuluruz.


(Kàle racülün) Ashabdan birisi dedi ki: (Yâ rasûla’llah, fein lem a’rif ümmehû) “Yâ rasûla’llah, eğer ben onun annesinin ismini bilmiyorsam?”

(Kàle) Buyurdu ki: (Ünsubhü ilâ havvâe) “Onu Hz. Havva’ya nisbet et! (Fülanü’bne havvâe) ‘Havva oğlu filan!’ de.” Allah kusurlarımızı affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyesine mazhar eylesin…


ö. Çocuğu Ölen Kimsenin Sabretmesi


Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, İbn-i Hibbân ve Beyhakî, Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:135


إِذَا مَاتَ وَلَدُ الْعَبْدِ، قَالَ اللُّ لِمَلاَئِكَتِهِ: قَبَضْتُمْ وَلَدَ عَبْدِي؟ فَيَقُولُونَ:




135 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.154, no:942; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.27, no:108; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.284, no:1113; İbn-i Asâkir, Târih- i Dimaşk, c.XLVII, s.300, no:5499; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.210, no:2948; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.415, no:19740; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.68, no:6938; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.281, no:6552; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.72, no:2797.

222

نَعَمْ . فَيَقُولُ: قَبَضْتُمْ ثَمَرَةَ فُؤَادِهِ؟ فَيَقُولُونَ: نَعَمْ . فَيَقُولُ: مَاذَا قَالَ


عَبْدِي؟ فَيَقُولُونَ: حَمِدَكَ وَاسْتَرْجَعَ. فَيَقُولُ اللُّ: ابْنُوا لِعَبْدِي بَيْتاا فِي


الْجَنَّةِ، وَسَمُّوهُ بَيْتَ الْحَمْدِ (حم. ت. حب. ق. عن ابي موسى)


RE. 63/1 (İzâ mâte veledu’l-abdü, kàle’llàhu li-melâiketihî: Kabeztüm velede abdî? Feyekùlûne: Neam. Feyekùlü: Kabeztüm semerete fuâdihî? Feyekùlûne: Neam. Feyekùlü: Mâzâ kàle abdî? Feyekùlûne: Hamideke ve’stercea. Feyekùlü’llàhu: Übnû li-abdî beyten fi’l-cenneti, ve semmûhu beyte’l-hamdi.) (İzâ mâte veledu’l-abdü) “Bir kulun çocuğu öldüğünde, (kàle’llàhu li-melâiketihî) Allah-u Teàlâ meleklerine şöyle sorar: (Kabeztüm velede abdî) ‘Kulumun çocuğunun ruhunu kabzettiniz öyle mi?’ (Feyekùlûne: Neam.) Derler ki: ‘Evet.’

223

(Feyekùlü) Allah-u Teàlâ tekrar sorar: (Kabeztüm semerete fuâdihî) ‘Demek onun gönül meyvasını aldınız?’ (Feyekùlûne: Neam) Yine ‘Evet’ derler.

(Feyekùlü) Allah-u Teàlâ tekrar sorar: (Mâzâ kàle abdî) ‘Pekiyi, kulum ne dedi?’ (Feyekùlûne) Derler ki: (Hamideke ve’stercea) ‘Sana hamd etti ve İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciùn’ dedi.

(Feyekùlü’llàhu) Bunun üzerine Allah-u Teàlâ buyurur ki: (Übnû li-abdî beyten fi’l-cenneti) ‘Kulum için cennette bir ev inşa edin, (ve semmûhu beyte’l-hamdi) ve ona Hamd Evi adını verin!’” Ne lütuf! Bunları da kıskanmamalı…


p. Cenaze Hakkında Komşuların Şahitliği


İbnü’n-Neccâr, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:136


إِذَا مَاتَ الْمُؤْمِنُ ، وَقَالَ رَجُلاَ نِ مِنْ جِيرَانِهِ: مَا عَلِ مْنَا مِنْهُ إِلَِّ خَيْراا، وَ


هُوَ فِي عِلْمِ اللِّ تَعَالٰى عَلٰى غَيْرِ ذٰلِكَ، قَالَ اللُّ تَعَالٰى لِ مَ لاَئِكَتِهِ: اِقْبَلُوا


شَهَادَةَ عَبْدَيَّ فِي عَبْدِي، وَتَجَاوَزُوا عَنْ عِلْمِي فِيهِ (ابن النجار عن أبي هريرة)


RE. 63/2 (İzâ mâte’l-mü’minü, ve kàle racülâni min cîrânihî: Mâ alimnâ minhü illâ hayran, ve hüve fî ilmi’llâhi teàlâ alâ gayri zâlike, kàle’llàhu teàlâ li-melâiketihî: İkbelû şehâdete abdeyye fî abdî, ve tecâvezû an ilmî fîhi)


(İzâ mâte’l-mü’minü) “Bir mü’min öldüğünde, (ve kàle racülâni min cîrânihî) komşularından iki kişi: (Mâ alimnâ minhü illâ hayran) ‘Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz!’



136 Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.685, no:42742; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.69, no:2790.

224

demişlerse, (ve hüve fî ilmi’llâhi teàlâ alâ gayri zâlike) Allah-u Teàlâ’nın ilminde o kulun hali öyle olmadığı halde, (kàle’llàhu teàlâ li-melâiketihî) Allah meleklerine buyurur ki: (İkbelû şehâdete abdeyye fî abdî) “Ölen kulum hakkında, şu iki kulumun şehadetini kabul ediniz; (ve tecâvezû an ilmî fîhi) bu hususta benim ilmimde mevcut olan durumunu dikkate almayınız.” Mü’min öldü, Allah rahmet eylesin… “—Nasıl bilirsiniz bu mevtayı?” diyoruz ya.

Komşularından iki tane, çok da değil, iki tane kişi dedi ki: “—Bundan biz bir kötülük görmedik, hep iyilik görüyorduk. İyi bir adamdı.”

Halbuki Allah Celle ve A’lâ, onun kötü bir adam olduğunu

biliyor. Senin benim şehadetime ihtiyaç yok… Fakat orada iki tane komşu dedi ki:

“—Biz bunu iyi biliyoruz.”

Cenâb-ı Hak meleklerine diyor ki… Ne büyük rahmet, ne büyük mağfiret, ne büyüklük yani… Bu büyüklük kimde olabilir?

Meleklerine diyor ki:

“—Benim bu iki kulumun şehadetini kabul edin ve benim ilmimi bırakın! Benim bildiğimi bırakın, bu iki kişi ne diyorsa onu kabul edin!

“—İyi…” diyorlar. İyidir öyleyse…


Bu lütf-u ilahînin bir hududu mu vardır! Ne büyük Allah yâhu, ne büyük!

Mesela şimdi oturduk burada güzel güzel dinliyoruz. İçimizde bazıları, “Bakalım şu hoca ne diyor?” diyerekten gelmiş oturmuş olabilir, yahut birisini aramaya gelmiş, biraz da oturmuş şimdi çıkacak yer de bulamıyor dinliyor böyle. Ama dinden imandan da haberi yok, yani İslâmlıkla da alakası yok. Şimdi dağılırken Cenâb-ı Hak diyor ki:

“—Kullarımın hepsini affettim. Afv u mağfiret eyledim.”

“—Yâ Rabbi! Bunların içinde şunlar da var, başka niyetle gelmişlerdi?” “—Bunların içine girenler de affolundu.” Kötü niyetle gelmişti ama, Allah affederse iyiliğe döndürür. Rahmet-i ilahi çok geniş…

225

r. Ölüyü Defnetmekte Acele Edin!


Taberânî ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:137


إِذَا مَاتَ أَحَدُكُم،ْ فَلاَ تَحْبِسُوهُ، وَأَسْرِعُوا بِ هِ إِ لٰى قَبْرِهِ، وَلْيُقْرَأْ عِنْدَ


رَأْسِهِ بِفَاتِحَةَ الْكِتَ ابِ، وَعِنْدَ رِجْلَيْهِ بِخَاتِمَةِ الْبَقَرَةِ فِى قَبْرِهِ (طب. هب. عن ابن عمر)


RE. 63/3 (İzâ mâte ehadüküm, felâ tahbisûhu, ve esreù bihî ilâ



137 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.16, no:9294; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.284, no:1115; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.161, no:4242; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.601, no:42390; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.65, no:2782.

226

kabrihî, velyukra’ inde re’sihî bi-fâtihati’l-kitâbi, ve inde ricleyhi bi-hàtimeti’l-bakarati fî kabrihî.) (İzâ mâte ehadüküm) Sizden biri öldüğünde, (felâ tahbisûhu) onu artık evde bekletmeyin, (ve esreù bihî ilâ kabrihî) kabrine

götürmekte acele edin!”

“—Ankara’dan da geleceklerdi, Erzurum’dan da geleceklerdi. Hadi buzdolabına koyalım da iki üç gün bekletelim de onlar da gelsin.” “—Hayır, yok öyle bir şey! Allah rahmet eylesin, hemen götürün.” (Velyukra’ inde re’sihî bi-fâtihati’l-kitâbi) “Kabrinde biriniz başucunda dikilsin, Elham’ı okusun! (Ve inde ricleyhi bi- hàtimeti’l-bakarati fî kabrihî) Biriniz de ayaklarının ucunda dikilsin, Âmene’r-rasûlü’yü okusun!”


Mutlaka bir cenazenin başında bir imamın bulunması şart değil. Giderken yolda ölür, şurada ölür, burada ölür imamı nereden bulacağız? Her müslümanın bunları bil-fiil yapması lâzım! Onun için yola çıkarken üç kişiden aşağı çıkmayın, hatta dört kişiden aşağı da olmasın! Biriniz ölürse ikiniz şahit olursunuz, biriniz yıkarsınız, ikiniz de gömersiniz orada… Onun başında işte Fatiha’yı okursunuz, Âmene’r-rasûlü’yü de okursunuz. Hayır dualarını da edersiniz, telkinini de yaparsınız ayrılır gidersiniz.

Allah’a emanet...


s. İnsan Ölünce Amelleri Yanına Gelir


Ebû Nuaym, Sevban RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuş:138


إِذَا مَاتَ الْمُؤْمنُ ، كَانَتِ الصََّلاةُ عِنْدَ رَأْسِهِ، وَالصَّدَقَةُ عَنْ يَمِينِهِ،


وَالصَِّيامُ عِنْدَ صَدْرِهِ (حل. عن ثوبان)



138 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.147; Sevban RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.830, no:43302; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.69, no:2789.

227

RE. 63/4 (İzâ mâte’l-mü’minü, kâneti’s-salâtü inde re’sihî. ve’s- sadakatü inde yemînihî, ve’s-sıyâmu inde sadrihî.) (İzâ mâte’l-mü’minü) “Mü’min kul vefat ettiği, öldüğü zaman, (kâneti’s-salâtü inde re’sihî) kıldığı namazlar başucuna gelir, başucunda durur. (Ve’s-sadakatü inde yemînihî) Verdiği hayırlar, zekâtlar, sadakalar sağ yanında durur. (Ve’s-sıyâmu inde sadrihî) Oruç, göğsü hizasında durur.” Yaptığımız ibadetler hiç boşa değil. Cenâb-ı Hak kıldığımız namazlara bir sûret verir. O sûret ile beraber gelir başına dikilir. Sağ tarafına verdiği sadakalar sıralanır. Oruç da gelir göğsünün üzerine… Namazın orucun hayırları onu başka mahlûkların rahatsız etmesine izin vermezler. Onun için, bunlardan uzak kalmadan bu dünyadan hayırlısıyla ayrılmayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasib etsin…


ş. Müslüman Ölünce Yeryüzü Onu İster


Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:139


إِذَا مَاتَ الْمَيِّتُ، اسْتِبْشُرَتْ لَهُ بِقَاعُ الَِرْضِ، فَلَيْسَ مِنْ بُقْعَةٍ اِلَِّ وَهِيَ


تَتَمَنَّى اَنْ يُدْفَنَ فِيهَا؛ وَإِذَا مَ اتَ الْكَافِرُ، اظْلِمَتِ الَِرْضِ، فَلَيْ سَ مِنْ


بُقْعَةٍ اِلَِّ وَهِيَ تَسْتَعِيذُ بِاللِّ اَنْ يُدْفَنَ فِيهَا (الديلمي عن ابن عمر)


RE. 63/5 (İzâ mâte’l-meyyitü’s-tibşuret lehû bikàu’l-ardı, feleyse min buk’atin illâ ve hiye tetemennâ en yüdfene fîhâ; ve izâ mâte’l-kâfiru, uzlimeti’l-ardı, feleyse min buk’atin illâ ve hiye testaîzu bi’llâhi en yüdfene fîhâ.) (İzâ mâte’l-meyyitü) “Müslüman bir kimse vefat ettiği



139 Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.686, no:42747; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.69, no:2788.

228

zaman…” Meyyit, ölü demek. Ama arkasından ikinci cümlede “kâfir öldüğü zaman” dediğine göre, oradan birinci meyyitin, ilk anılan kişinin müslüman olduğunu anlıyoruz.

(İzâ mâte’l-meyyitü’stibşuret lehû bikàu’l-ard) “Müslüman öldüğü zaman, onun vefatından yeryüzünün bütün her tarafı müjdelenir, sevince gark olurlar. (Feleyse min buk’atin illâ ve hiye tetemennâ en yüdfene fîhâ) Hiçbir yeryüzü parçası olmasın ki, ‘Bu mübarek kul benim içime gömülsün!’ diye temenni etmesin!” (Ve izâ mâte’l-kâfiru uzlimeti’l-ardu) “Kâfir öldüğü zaman ise yeryüzü kapkara kesilir, kararır. (Feleyse min buk’atin illâ ve hiye testaîzu bi’llâhi en yüdfene fîhâ) Hiçbir arazi parçası yoktur ki, kâfirin kendisine gömülmesinden Allah’a sığınmasın!” Şimdi müslümanım deyip de müslümanlıkla hiç alâkası olmayan ve Müslümanlığı engellemeye çalışan sürülerle gâvurlar var. Allah şerlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun…

“Bu öldüğü vakitte de yer simsiyah kesilir. Yer parçaları, ‘Aman aman bunu bana getirmeyin. Aman bunu bana getirmeyin. Aman bunu benim içime gömmeyin!’ diye Allah’a sığınırlar.”


t. İnsan Öldü mü Kıyameti Kopmuştur


Deylemî Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:140


إِذَا مَاتَ أَحَدُكُم،ْ فَقَدْ قَامَ تْ قِيَامَتُهُ، وَاعْبُدُوا اللَّ كَأَنَّ كُمْ تَرَوْنَهُ،


وَاسْتَغْفِرُوهُ كُلَّ سَاعَةٍ (ابن لِل فى مكارم الأخلاق عن أنس)

(الديلمي عن أنس)


RE. 63/7 (İzâ mâte ehadüküm, fekad kàmet kıyâmetuhû,



140 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.285, no:1117; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1072, no:42748; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1615, no:2618; Süyûtî, Câmiu’l-Ehàdîs, c.IV, s.65, no:2781.

229

va’budu’llàhe keenneküm teravnehû, ve’stağfirûhu külle sâah.) (İzâ mâte ehadüküm) “Sizden biri öldüğü zaman, (fekad kàmet kıyâmetuhû) muhakkak ki onun kıyameti kopmuş demektir. (Va’budu’llàhe keenneküm teravnehû) Öyle ise Allah-u Teàlâ’ya, onu görüyormuşsunuz gibi ibadet edin! (Ve’stağfirûhu külle sâah) Her zaman, her an ona istiğfarda bulunun!” Saatten murat, bu 60 dakikalık saat değil de her zaman için Allah-u Teâlâ’ya istiğfar ediniz demektir.

Dünyada ne istiyorsan, engeller var mâniler var. Hastalıklar oluyor çok çok… Hep sebebi günahlardır. İstiğfarı çok yapın! En kolayı, (Estağfiru’llàh) “Yâ Rabbi, beni affeyle! Beni mağfiret eyle yâ Rabbi! Hatalarımı bağışla yâ Rabbi!” demek.

İnsan hatalarını da biliyor ya, onlardan da uzaklaşmalı sonrasında…


u. Hafızlara Müjde!


Deylemî, Câbir RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:141


إِذَا مَاتَ حَامِ لُ الْقُرآنِ ، أَوْ حَ ى اللُّ تَعَالٰى إِ لَى الأَرْضِ، أَنْ لَِ تَأْكُلِي


لَحْمَهُ، قَالَتْ: إِلٰهِي كَيْفَ آكِ لُ لَحْ مَهُ، وَكَلاَمُكَ فِي جَوْفِهِ (الديلمي

عن جابر)


RE. 63/8 (İzâ mâte hâmilü’l-kur’âni, evha’llàhu teàlâ ile’l-ardı, en lâ te’külî lahmehû, kàlet: İlâhî, keyfe âkilü lahmehû, ve kelâmike fî cevfihî.) (İzâ mâte hâmilü’l-kur’âni) “Hamele-i Kur’an’dan, hafızlardan birisi öldüğü zaman…” Hâmilü’l-Kur’ân, alim insan demek. “Alim insan öldüğü zaman, (evha’llàhu teàlâ ile’l-ardı) Allah toprağa, yeryüzüne



141 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.284, no:1112; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.238, no:1586; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.555, no:2488; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.70, no:2793.

230

vahyeder ki, (en lâ te’külî lahmehû) ‘Bu kulumun etini yeme, bu kulumun etini çürütme, kabirde olduğu gibi kalsın, toprak olmasın!’“ (Kàlet) “Yer de cevap verir: (İlâhî keyfe âkilü lahmehû, ve kelâmike fî cevfihî) Senin kelamın onun içinde olduğu halde ben onun etini nasıl yiyebilirim, nasıl çürütebilirim!” Sen şimdi hangi bilgiyi istersen onu öğren ama evvela bu Allah’ın kelamını öğren, onu okumasını öğren!

Allah’ın kelâmı, Allah-u Teàlâ’nın gönderdiği harflerle öğrenilir ve o harflerle okunur. Başka harflerle onu okumak doğru değil, caiz de değildir. Çünkü şu ağızda harflerin hepsinin ayrı ayrı çıkış yerleri vardır. Bu bizim Türkçemizde yoktur. Türkçemizde gelişigüzel okuruz biz. Ne harfin yeri vardır ne bir şey vardır, ağzımızdan çıktığı gibi okuruz. Fakat bu kelâm-ı ilahî olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı ve Arap kelimelerini okurken her harfin ağızda yeri vardır. Elif buradan çıkar, lâm buradan çıkar, mim buradan çıkar, be buradan çıkar, ayın buradan çıkar, gayın

buradan çıkar, boğazdan çıkar. Hepsini yerlerinden çıkarmak şarttır.

Binâen aleyh her müslümanın hiç olmazsa Kur’an kurslarındaki hocaefendilere gidip Kur’an’ını dinletmesi, ona göre

okuması lazımdır.


Dün bize gelen bir çocuğa ben Kulhuvallah’ı okuttum. Kulhuvallah’ı bile doğru dürüst okuyamıyor. Olmaz ki! Okuduktan sonra devamı lazımdır, devam olmazsa yine unutur onu o. Unutulur yani.

Onun için Allahu Teâlâ’nın kitabını hâmil olan insanın etini mezarın yemesine imkân yok…

Bak bir misal söyleyeyim. Bursa’daki bir hadisedir ama adamın adı aklıma gelmedi. Dağ üzerinde mescidi var. Camisi de güzel yerde, defter de var orada her gelen oraya, “Ben de oraya geldim de ziyaret ettim.” diyerekten bir şey yazıyor. Ben de gittim, baktım defterin başında bir hadise yazılı.


Hadise şöyle:

Orada yatan zât hocasının mezarında yenip yenmediğini, cesedinin durup durmadığını öğrenmek için mezarı açmış. Ne

231

kadar sonra ise bakmış hocası duruyor mezarında. Yenmemiş, cesediyle duruyor. Fakat mezarını açtığından dolayı hocasının hoşuna gitmemiş, gözleri kör olmuş.

Büyük bir alim bu zât, gözleri kör olmuş. Cenâb-ı Peygamber’i görmüş rüyasında, demiş ki;

“—Bir tefsir yaz!”

“—Yâ Rasûlallah, gözlerim kör, göremiyorum ki nasıl yazayım?”

Mübarek hırkasından bir parça vermiş. Sür bunları gözüne demiş. Gece onu sürmüş sürekli gözlerine, gözleri açılmış.

Sonra alim bakmış ki pamuk üzerinde, ama gözleri de açılmış. Tefsirini yazmış ve “Her gelen okusun da duysun bu hadiseyi.” diyerekten bu hâdiseye orada işaret etmiş.


Bizim rahmetlik üstazımız Mustafa Feyzi Hazretleri Tekir- dağlıydı. Allah rahmet eylesin, makamını âli eylesin…

Rahmetlik oldu, Süleymaniye türbesinin yanında makberesine defnolundu (23 Muharrem 1345/1 Ağustos 1926). Aradan 30 küsür sene geçti, Adnan Menderes devri geldi (1957). O mezarları kaldırma emri verildi, hepsini ileriye alıyorlar. Burada Süleymaniye türbesinin önünde, sol tarafta mezarlar vardı ki, Hürrem Sultan mezarlığıymış. O arayı dolduruyordu mezarlık. Orasını kaldırdılar, ileriye aldılar mezarları.

Bizi de çağırdılar ki, “Madem talebesisiniz, gelin hocanızın başında bulunun!” diye.

Birçok zevat da var gene. Torbalar getirmişler, açmışlar mezarları. Ameleler var, mezarları süpürüyorlar kemiklerini torbalara koyuyorlar yeni açılan mezara, “Bu filanın mezarıdır.” diyerekten götürüp koyuyorlar.

Sıra rahmetlik bizim Hocamıza geldi. Mübarek, olduğu gibi

duruyordu. Tabutu üzerinde, saçı sakalı yerinde, gözümüzün

232

önünde böyle canlı gibi… Gözyaşları ile tabutu kaldırdılar, götürüp yeni açılan mezarına koydular.

Ki, bir insanın asgari birkaç sene içerisinde çürümesi mukadderdir yani. Birkaç sene içerisinde çürür.

Allah yedirmeyince, toprak yiyemez.

Allah cümlemizi affetsin… Şefaatlerine nail eylesin…


ü. Cenazeye Teyemmüm Ettirilmesi


Ebû Dâvud ve Beyhakî, Mekhûl RH.A’ten rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:142


إِذَا مَاتَتِ الْمَرْأَةُ مَعَ الرَِّجالِ، لَيْسَ مَعَهُمُ امْرَأَة غَيْرُهَا؛ اَ وِ الرَّجُلُ مَعَ


النَِّساءِ، لَيْسَ مَعَهُنَا رَجُل غَيْرُهُ؛ فَإِنَّهُمَا يُتَيَمِّمَ انِ وَيُدْفَنَانِ، وَهُمَا


بِمَنْزِلَةِ مَنْ لَِ يَجِدُ الْمَاءَ (د. فى مراسيله، ق. عن مكحول

مرسلاا)


RE. 63/9 (İzâ mâteti’l-mer’etü mea’r-ricâli, leyse meahüm imreetün gayrahâ; evi’r-racülü mea’n-nisâi, leyse meahünne racülün gayruhû; feinnehûmâ yüteyemmemâni ve yüdfenâni, ve hümâ bi-menzileti men lâ yecidü’l-ma’.)

(İzâ mâteti’l-mer’etü mea’r-ricâli, leyse meahüm imreetün gayrahâ) “Bir seyahat esnasında bir kadın ölse, kafilede onu yıkayacak başka hiç kadın yok; hep erkekler var. Bir tek kadındı, öldü. (Evi’r-racülü mea’n-nisâi, leyse meahünne racülün gayruhû) Yahut bir başka kafile ki sadece kadınlar var, başlarında bir adam vardı, öldü. Birincisinde bir kadın yok ki o ölen kadını yıkayacak, ikincisinde bir adam yok ki bu ölen adamı yıkayacak!



142 Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.398, no:6461; Merâsil-i Ebû Dâvud, c.I, s.472, no:389; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXV, s.328, no:5271; Mekhul Rh.A’ten. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.III, s.248, no:11073; Said ibn-i Müseyyeb Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.574, no:42233; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.72, no:2798.

233

(Feinnehûmâ yüteyemmemâni ve yüdfenâni) Bu durumda teyemmüm ettirilir!” Peygamber Efendimiz SAS; (Ve hümâ bi-menzileti men lâ yecidü’l-ma’) “ Çünkü bu durumda cenazeler suyu bulamamış hükmünde sayılırlar!” diyor.

Kadınların ölüsü de nâ-mahremdir, dirisi de nâ-mahremdir. Yalnız, kadın kocasını yıkar.

Allah cümlemizi affetsin… Mağfiret-i ilâhiyyeye cümlemizi mazhar eylesin…


v. İleride Fitneler Olacak


Ebû Nuaym, Sehl ibn-i Ebî Hasme RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:143


إِذَا مِتُّ أَنَا، وَأَبُو بَكْرٍ، وَعُمَرُ، وَعُثْمَانُ، فَإِنْ اِسْتَطَعْتِ أَنْ تَمُوتَ، فَمُتْ

(حل. عن سهل بن أبى حثمة)


RE. 63/10 (İzâ mittü ene, ve ebû bekrin, ve umeru, ve usmânu, feenisteta’te en temûte, femüt)

(İzâ mittü ene) “Ben vefat ettiğim zaman, (ve ebû bekrin) Ebû Bekir de vefat ettikten sonra, (ve umeru) Ömer de vefat ettikten sonra, (ve usmânu) Osman da vefat ettikten sonra, (feenisteta’te en temûte, femüt) eğer elinden geliyorsa sen de öl!” Allahu a’lem, o zaman çok fitneler çıkacak, işler karışacak, bazı insanlar o tarafı tutacak, bazı insanlar bu tarafı tutacak, bir çok şeyler olacak demek.


Bugün 1400 sene sonra, Müslümanlık yine ayakta el-hamdü lillâh! Müslümanların sayısı bugün bir milyara varmıştır. Fakat o günkü Müslümanın bir tanesine bedel olmayız.

O günkü Müslüman, can ile Müslümandı. Peygamber SAS



143 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.280; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.318, no:1257; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIX, s.175; Sehl ibn-i Ebî Hasme RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.74, no:2801.

234

önlerinde idi. Allah-u Teàlâ’nın lütfu da onlara erişiyordu.

Sen Peygamber önlerinde idi deme, Ebû Cehil de o devirde yaşadı, Ebû Cehil iman edebildi mi? Ebû Lehebler, onun emsalleri iman edebildiler mi? Allah kime lütfetti ise onlar iman ettiler.

Bugün de öyledir. Bu dünyanın bu kadar fitnesi içerisinde, el- hamdü lillâh Allah bizi yine koruyor ve muhafaza ediyor. İnşaallah hüsn-ü hatimelerle, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuna mazhar

olaraktan ahirete göçer, onun bize vaad etmiş olduğu cennet nimetlerine hepimiz sevinçler içerisinde gark oluruz.

Allah cümlemizi affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin….


y. Yemenlilere İyi Davranın!


Taberânî, Utbe ibn-i Abd RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:144



144 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.123, no:304; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.II, s.176, no:1139; Utbe ibn-i Abd RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.50, no:33950; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.77, no:2808.

235

إِذَا مَرُاوا بِكُمْ أَهْلُ الْيَمَنِ، يَسُوقُونَ نِسَاءَهُمْ، وَيَحْمِلُونَ أَبْنَاءَهُمْ عَلَى


عَوَاتِقِهِمْ؛ فَإِنَُّهمْ مِنِاي، وَأَنَا مِنْهُمْ (طب. عن عتبة بن عبد)


RE. 63/11 (İzâ merre biküm ehlü’l-yemeni, yesûkûne nisâehum ve yahmelûne ebnâehüm alâ avâtikıhim, feinnehüm minnî ve ene minhüm.) Ehl-i Yemen’i methediyor Cenâb-ı Peygamber SAS.

(İzâ merre biküm ehlü’l-yemeni, yesûkûne nisâehum ve yahmelûne ebnâehüm alâ avâtikıhim) “Yemen halkı, kadınları ve omuzlarında çocukları ile size geldiklerinde…”

Onlar Yemen’den Medine-i Münevvere’ye hicret ediyorlar. Arabaları filân yok… Memleketlerini bırakıp Peygamberin bulunduğu yere geliyorlar. Yemen uzak memleket, herkes yapabilir mi bunu?

(Feinnehüm minnî ve ene minhüm) “Bilin ki onlar bendendir, ben de onlardanım! Onlar beni sevdikleri için memleketlerini bırakıp geldiler buraya; ben de onları seviyorum!” Allah cümlemizi affetsin… Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin… Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına kabul buyursun…

El-fâtihah!


13. 06. 1976 – İskenderpaşa Camii

236
07. CENNET BAHÇELERİ