07. CENNET BAHÇELERİ

08. İNSANI CENNETE SOKAN ŞEYLER



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ لَكَ عَبْدَانِ ؛ أَحَدُهُمَا يَخُونُكَ وَيَكْذِبُكَ، وَ الآخِرُ


يَصْدُقُكَ وَلَِ يَخُونُكَ؛ أَيُّهُمَا أَحَبُّ إِلَيْكَ؟ فَكَذٰلِكَ أَنْتُمْ عِنْدَ


رَبِّكُمْ (حم. طب. هب. والحكيم عن أبى الأحوص عن أبيه)


RE. 68/1 (Eraeyte lev kâne leke abdâni; ehadühümâ yehùnuke ve yekzibüke, ve’l-âhiru yasdukuke ve lâ yehùnuke; eyyühümâ ehabbü ileyke? Fekezâlike entüm inde rabbiküm.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin… ………………….


a. İyi Huy ve Kötü Huy

259

Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî, Beyhakî ve Hakîm-i Tirmizî, Ebü’l-Ahvas Rh.A’ten rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:167


أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ لَكَ عَبْدَانِ ؛ أَحَدُهُمَا يَخُونُكَ وَيَكْذِبُكَ، وَ الآخِرُ


يَصْدُقُكَ وَلَِ يَخُونُكَ؛ أَيُّهُمَا أَحَبُّ إِلَيْكَ؟ فَكَذٰلِكَ أَنْتُمْ عِنْدَ


رَبِّكُمْ (حم. طب. هب. والحكيم عن أبى الأحوص عن أبيه)


RE. 68/1 (Eraeyte lev kâne leke abdâni; ehadühümâ yehùnuke ve yekzibüke, ve’l-âhiru yasdukuke ve lâ yehùnuke; eyyühümâ ehabbü ileyke? Fekezâlike entüm inde rabbiküm.) (Eraeyte lev kâne leke abdâni) “Bana söyler misin; iki kölen olsa; (ehadühümâ yehùnuke ve yekzibüke) birisi sana hainlik etse ve yalan söylese; (ve’l-âhiru yasdukuke ve lâ yehùnuke) diğeri sana karşı doğru sözlü olsa ve hainlik etmese; (eyyühümâ ehabbü ileyke) hangisini seversin? (Fekezâlike entüm inde rabbiküm) İşte Rabbiniz indinde siz de böylesiniz.” Bazı insanlar büyüklerine verdikleri sözü tutmağa çalışırlar da, orada hata ederse, kendisini ayıplarlar, ondan çekinir. Büyüğüne karşı verdiği sözü tutmamazlık edemez de küçüğüne karşı verdiği sözü ihmal eder. Bu onu hor görmenin, hakir görmenin, ona kıymet vermemenin yegâne alâmetidir.

Allah cümlemizi sàdıklardan eylesin… Verdiğimiz sözü tutanlardan eylesin…




167 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.136, no:17267; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.IV, s.172, no:4703; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.II, s.451, no:1261; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.4501, no:17719; Müsnedü’l-Hamîdî, c.II, s.390, no:883; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, c.II, s.43; Ebü’l-Ahvas Rh.A’ten, o da babasından.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.794, no:43151; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.187, no:3046.

260

b. Ana ve Babanın Yerine Hacca Gitmek


Beyhakî, Hz. Sevde bint-i Zem’a RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:168


أَرَأَيْتَكَ لَوْ كَانَ عَلَى أَبِيكَ دَيْن ، فَقَضَيْتَهُ عَنْهُ قُبِلَ مِنْكَ؟ قَالَ: نَعَم .


قَالَ: فَاللُّ أَرْحَمُ، حُجَّ عَنْ أَبِيكَ (ق. عن سودة بنت زمعة)


RE. 68/2 (E raeyteke lev kâne alâ ebîke deynün, kadaytehû anhü kubile minke? Kàle: Neam. Kàle: Fa’llàhu erhamü, hucce an ebîke.) Rasûlüllah Efendimiz’e bir adam geldi:

“—Babam çok yaşlı bir kimse, haccetmeye gücü yetmez.” dedi.

Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz şöyle buyurdu:

(E raeyteke lev kâne alâ ebîke deynün, kadaytehû anhü kubile minke) “Bana söyler misin; babanın bir borcu olsa, sen de onu ödesen bu kabul edilir mi?” (Kàle: Neam) Adam, “Evet.” dedi.

(Kàle) Rasûlüllah Efendimiz buyurdu ki:

(Fa’llàhu erhamü) “Allah senden daha merhametlidir. (Hucce an ebîke) Babanın yerine haccet!”


Daha önce de geçmişti.169 Birisi Cenâb-ı Peygamber’e: “—Annemin yerine haccetsem olur mu?” dedi.

Cenab-ı Peygamber de:

“—Borcu olsaydı annenin, senden kabul olur muydu?” diye sordu.

“—Olurdu.” dedi.



168 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.429, no:27457; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.IV, s.329, no:8417; Ahbâr-ı Mekke, c.II, s.382, no:787; İbn-i Esir, Üsdü’l- Gàbe, c.I, s.1371; Hz. Sevde bint-i Zem’a RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.123, no:12332; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.187, no:3047.

169 RE. 67/12

261

“—Öyleyse annenin yerine haccet!” dedi.

Namaz borcu, oruç borcu vs. için iskat yaparız. Dini iyi bilmeyen birçok kimseler buna karşı çıkar, dil uzatırlar, soyuyorlar derler. “Yok yere paralarımızı alıyorlar, şu kadar alıyorlar, bu kadar alıyorlar.” diye bir sürü laf ederler.

İşte borçlu öldü, ne yapalım, bırakalım mı babamızı bu borç altında?

Hacca gidebiliyorsak, gideceğiz. Namazı kılmamış bu kadar sene, orucu tutmamış bu kadar sene, şu borcu var, bu borcu var… Buna karşı da fidyeler var. Meselâ oruç tutamadığı zaman, hasta oldu tutamadı; o günün fidyesini verecek. Kabul oluyor mu? Şüphesiz kabul oluyor.

Öyleyse, öldükten sonra da bu fidyeyi yine vermek lâzım! Sağlığında veriyorduk, şimdi öldü. Tutamadığı oruçları var, kılamadığı namazları var… Onun fidyesini verirsiniz, iskàt-ı salâtı da verirsiniz, kurtulur o zavallı da…


Fidye çok mu? Bir gün için bir fıtra… Ne veriyorduk Ramazan’da fukaraya? Herkes beş lira, on lira, on beş lira, yirmi lira gibi bir gün karnını doyuracak kadar bir para veriyorduk. İşte bu parayı onun borcu kadar vereceğiz.

Borcu kadar para vermeğe gücümüz yetmez, çünkü beş sene, on sene oruç tutmamış. Belki yirmi sene, otuz sene tutmamış. Şu kadar fidye eder ki, onu vermek için çok zengin olmak lâzım!

Veremeyince ne yapalım, onu borçlu mu yatıracağız?

Ulemamıza Allah rahmet eylesin, bir kolaylık göstermişler. O kolaylıkla bir fakire veririz, alırız, veririz, alırız… Derken o borç tükenir. Ondan sonra, “Al, senin olsun!” deriz. Bu sayede babamızı, akrabamızı o borçtan kurtarmış oluruz.

Bunlara dil uzatmamalı! Çok bir şey de değil… İnsanlar safahat yerlerinde bir gecede binlerce lirayı harcar da, hiç acımaz da, ölmüş babası için birkaç bin lira iskatı için verince kıyameti koparır. Allah kusurlarımızı affetsin…


Demek ki babamız haccetmeden ölürse, burada iki ihtimal var:

1. Babamız haccetmemiştir ama üzerine hac da farz olmamıştır. Fakirmiş demek ki. Borcu olmadığı halde vefat ederse, ona bir şey lâzım gelmez.

262

Ama teberrüken yaparsak... Babamızın borcu yok idi ama bize Allah imkân verdi, bizde var. Binaen aleyh şimdi biz babamızın namına bir hac yaparsak, bizi de Allah mahrum etmez. Sen bu haccın sevabını babana bağışladın ama aynı sevaptan eksiksiz olarak sana da var!

Ama hali vakti yerindeydi, hacca gidemeden öldü. Bu sefer farz olmuştur. Ya kendin gideceksin daha önce hac yapmışsan; ya da bir hacceden kimseyi vekil olarak göndereceksin. Onu kabrinde borçlu olarak yatırmayacaksın.


c. Faizin En Şiddetlisi


Buhàrî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:170


أَرْبَى الرِّبَا اسْتِطَالَةُ الْمَرْءِ فِ ى عِرْضِ أَخِيهِ الْمُسْلِمٍ بِغَيْرِ حَقٍا

(خ. فى التاريخ عن عائشة؛ خ. عن أبى هريرة)


RE. 68/3 (Erbe’r-ribe’stitàletü’l-mer’i fî ırdı ahîhi’l-müslimi, bi- gayri hakkın.) “Ribânın en şiddetlisi, müslüman kardeşinin ırzı hususunda insanın haksız olarak onu tahkir etmesidir.” Bunu da öğrenemiyoruz. Bunu da öğreneceğimiz yok gibi geliyor. Allah kusurlarımızı affetsin… Birçok şeyleri bilmek para etmiyor, bilgiyi tatbik etmek lâzım! Bilgi tatbik edilmedikçe zayiattan sayılır.

Ribâ, fâiz… Akşam vaiz efendi, faiz hakkında konuşurken dedi ki: “—Kıyamet gününde faiz yiyenlerin karınları kocaman, evler gibi, odalar gibi büyük olacak dedi. İçerisinde yılanlar, ejderhalar kaynar bir şekilde görülecek ve bağırsakları da sürüklenecek yerlerde ve çiğnenecek halkın ayakları altında…”



170 Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.VIII, s.109, no:2374; Bezzâr, Müsned, c.I, s.221, no:1264; İbn-Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXII, s.295; Saîd ibn-i Zeyd Rh.A’ten. Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.395, no:5522; Bezzâr, Müsned, c.II, s.384, no:7784; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.259; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.592, no:8059; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.248, no:3129.

263

Ahiretteki azapları bu şekilde olacakken, bugün faiz yemeyen kimseyi bulmak da çok zor… Hatta,

“—Hocaefendi faiz haramdır ama, ne yapalım, bugün faiz olmadan işimiz yürümüyor.” diyen başka; bir de “Faizsiz iş yürümez!” diyen o da başka…

Faizi inkâr ediyor, faizsiz olmaz diyor. Hatta faizi kaldıracağız diyenlere de büyük taarruzlar, hücumlar oldu. Hele tüccarlar kıyameti kopardılar:

“—Bizim fabrikaları kapatalım mı?” gibilerden.

Sen fabrikanı kapatma, orası bize ait değil ama, ahiretteki hesabını da iyi bil!


Bu faizin günah cihetinden daha büyüğü var. Nedir o?

(Erbe’r-ribe’stitàletü’l-mer’i fî ırdı ahîhi’l-müslimi) “Bir müslüman kardeşinin ırzı hakkında, ırzı aleyhinde dil uzatmak. Onu zemmetmek, yermek, hakir görmek, aleyhinde konuşmak faizin daha faizi… (Bi-gayri hak) Haksız olaraktan dil uzatıyor.” Bunlar daima olagelen şeylerdir. Bir de bunu;

“—Şundan işittim, öyle dedi.” demek kat’iyyen caiz değildir.

“—Gözünle gördün mü?” “—Görmedim, filanca söyledi.” “—Sen filancanın sözüne nasıl itibar ediyorsun?” Allah muhafaza etsin…

Onun için ırz, maldan daha mukaddestir. İnsanın elinden malını almak ne kadar çirkinse, onun ırzına karşı olan tasallut ondan daha çirkindir.


d. Müslümanın Irzına Dil Uzatmak


Abdü’r-rezzak ve Beyhakî, Amr ibn-i Osman Rh.A’ten rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:171




171 Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.241, no:20917; Abdü’r-rezzak, Musannef, c.XI, s.176, no:20252; Ma’mer ibn-i Râşid, c.III, s.604, no:8128; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.IV, s.277, no:5092; Muhammed ibn-i Abdullah ibn-i Amr ibn-i Osman Rh.A’ten. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.600, no:8105; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.248, no:3130.

264

أَرْبَى الرِّبَا شَتْمُ الأَعْرَاضِ، وَأَشَدُّ الشَّتْمِ الْهِجَاءُ، وَالرِّوَايَةُ أَحَدُ


الشَّاتِمِينَ (عب. هب. عن عمرو بن عثمان مرسلاا)


RE. 68/4 (Erbe’r-ribâ şetmü’l-a’râdi, ve eşeddü’ş-şetmi’lhicâü, ve’r-rivâyetü ehadü’ş-şâtimeyni.) (Erbe’r-ribâ şetmü’l-a’râdi) “Ribânın en şiddetlisi, ırz hakkında söz söylemek, (ve eşeddü’ş-şetmi’lhicâü) bunların en şiddetlisi de hiciv’dir. (Ve’r-rivâyetü ehadü’ş-şâtimeyni) ‘Filanca filanca hakkında şöyle demiş’ dese, o da onlardandır.” Bu bilhassa sarhoşlarda çok olur. Bu sarhoşluğu adet edinen insanlar bu çirkin sözlere alıştıkları için, sarhoş olmadıkları zamanlarda da aynı şekilde konuşurlar.

Bunun en şiddetlisi hicivdir. Şiirle onu zemmetmeye çalışmaktır. Bir dil ile söylemek var, bir de yazı ile onu yazıp da, şiirle onu herkese duyurmak, o daha beterdir.

Onun için bazı büyükler, eski zamanın şairlerine çok para verirlermiş. Birisine sormuşlar:

“—Neden bu parayı veriyorsun, yazık değil mi?” “—Allah bunların şerrinden muhafaza etsin diye…” demiş. “Bunların dilinden kurtulmak için bu parayı vermekten başka çare yok… Bu parayı vermediğin vakitte seni yerin dibine batırırlar alemin arasında…” demiş.

İstediklerini göklere çıkarırlar, istemediklerini yerin dibine batırırlar. Alt tarafı para… Parayı kimden koparıyorsa, onu metheder. Kimin arabasına binerse, onu metheder. Binemediklerini de zemmeder.

O şairlerin sözlerine hiç itibar edilmez, çünkü doğru söylemezler; ancak Allah’tan korkanlar, imanlılar müstesnâ…


e. Münafığın Alâmetleri


Ahmed ibn-i Hanbel, Buhàrî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî, Abdullah ibn-i Amr RA’dan rivayet etmişler.

265

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:172


أَرْبَع مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقاا خَالِصاا، وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَة مِنْهُنَّ


كَانَتْ فِيهِ خَصْلَة مِنَ النِّفَاقِ ، حَتَّى يَدَعَهَا: إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا


وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ (حم. خ. م . د. ت. ن. عن ابن عمرو)


RE. 68/5 (Erbaun men künne fîh, kâne münâfikan hàlisan, ve men kânet fîhi hasletün minhünne, kânet fihi hasletün mine’nifâk, hattâ yedeahâ: İzâ haddese kezebe, ve izâ vaade ahlefe, ve izâ àhede gadera, ve izâ hàsame fecera.) (Erbaun men künne fîh) “Dört şey vardır ki kimde bulunursa, (kâne münâfikan hàlisan) o halis münafıktır. Yâni katkısız münafıktır. (Ve men kânet fîhi hasletün minhünne) Eğer bu dörtten biri varsa, (kânet fihi hasletün mine’nifâk) münafıklıktan bir hissesi vardır. İkisi varsa, iki hissesi vardır… (Hattâ yedeahâ) Bu dördü bırakıncaya kadar münafıklıktan kurtulamaz.” Şimdi kendimizi tartalım, teraziye koyalım! Hepimizin içinde var, hepimizin de yapamadığı şeyler…


1. (İzâ haddese kezebe) “Konuşurken yalan söyler.” Bu küçüklükten alışılan bir kötü huydur, büyüdükçe de bırakamaz. Onun için daha küçük yaştan itibaren dilini doğruya alıştırmalı!

Şöyle bir şey duydum: Dış memleketlerde bir çocuk okuyormuş. Orada tramvaylarda bilet yokmuş, bir kutu varmış. Tnamvaya binen kutuya parayı atar geçermiş. Bu bizim açıkgöz atmamış parayı… Oradakiler bunun para atmadığını görmüşler,



172 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.59, no:33; Müslim, Sahîh, c.I, s.190, no:88; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.489, no:254; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.230, no:18625; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.77, no:4352; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.19, no:1081; Ebû Avâne, Müsned, c.I, s.30, no:40; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

266

kimliğini öğrenip okuduğu okulun müdürüne haber vermişler.

Müdür çağırmış:

“—Hadi oğlum, pılını pırtını topa, aleyhinde yazı yazmadan çık git buradan!” demiş.

“—Aman efendim, benim kusurum ne idi?” demiş.

Tramvaya parasız bindi diye okuldan atmışlar.

Orada bir okulda, hoca talebelere yalanı anlatmak istemiş. Anlatacak kelime bulamıyormuş. Çünkü yalanı hiç duymamışlar, bilmiyorlarmış. Anlatmak için çok müşkilat çekmiş.


2. (Ve izâ vaade ahlefe) “Vaad ettiği zaman sözünde durmaz.” Va’d ediyor:

“—Seninle filân yerde buluşalım!” diyor.

“—Şu kadar ücretle ben sana filan yeri veririm!” diyor. Sonra va’dini yapmıyor.

3. (Ve izâ àhede gadera) “Anlaşma yaptığı zaman, ahdine riayet etmez.” Ticarette olsun, ziraatte olsun, herhangi bir işte anlaşma yapılıyor.

“—Sen bu evi bana yaparsan, ben de sana şu kadar ücret veririm.” diyor meselâ…

“—Ben sana bu fiata veririm ama, senden şu şekilde bir bina isterim!” diyor, anlaşıyorlar.

Adam anlaşmaya uymadan, telleyip, pullayıp evi vermek istiyor. Adam diyor ki:

“—Seninle şöyle bir anlaşmamız var; bunların bunların da olması gerekiyordu. Sen bunları yapmadan bunu bana vermeye çalışıyorsun!” O da itiraz ediyor, daha fazla para kazanmak için, hile yoluyla, “Ben bunları yapmak mecburiyetinde değilim!” diyor.


4. (Ve izâ hàsame fecera) “Kavga edince haktan bâtıla sapar.” Darılmışlar birbirlerine, kavga ediyorlar. Fena söz söylüyor arkadaşının aleyhinde… Gerek yüzüne karşı, gerek arkasından; o da câiz değil…

Onun için bunlar münafıklık alâmetleridir:

1. Konuşurken yalan söylemek.

2. Va’dinde durmamak.

267

3, Ahdini yerine getirmemek.

4. Döğüşünce haktan ayrılıp arkadaşının aleyhinde konuşmak.

Alla cümlemizi bu kötü huylardan muhafaza eylesin…


f. Dünyalara Değer Dört Özellik


Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî, Hàkim ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan; Taberânî, Abdullah ibn-i Amr RA’dan; İbn-i Adiy ve İbn-i Asâkir, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:173


أَرْبَع إِذَا كُنَّ فِيكَ، فَلاَ عَلَيْكَ مَا فَ اتَكَ مِنَ الدُّنْيَ ا: صِدْقُ الْحَدِيثِ،


وَحِفْظُ الأَمَانَةِ، وَحُسْنُ الخُلُقِ، وَعِفَّةُ مَطْعَمٍ (حم. طب. ك. هب. عن ابن عمر؛ طب. عن ابن عمرو؛ عد. كر. عن ابن عباس .


RE. 68/6 (Erbaun zâ künte fîke, felâ aleyke mâ fâteke mine’d- dünyâ: Sıdku’l-hadîsi, ve hıfzu’l-emâneti, ve husnü’l-hulükı, ve iffetü mat’amin.) (Erbaun zâ künte fîke) “Dört şey sende olduktan sonra, (felâ aleyke mâ fâteke mine’d-dünyâ) dünyadan elde edemediğin, kaçırdığın şeylerden dolayı üzülme; dünyadan hiçbir şeyin olmasa da merak etme! O dört şey sana yeter:

1. (Sıdku’l-hadîsi) “Daima doğru konuşmak, doğru sözlü olmak.” Sözün doğru olursa, o sana yeter.

2. (Ve hıfzu’l-emâneti) “Emaneti muhafaza etmek.” Söz de bir emanettir. Paralar nasıl emanet ediliyorsa, sözler de birer emanettir.

3. (Ve husnü’l-hulükı) “Ahlâkın güzel olması.” Bir de güzel



173 Anmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.177, no:6652; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.IV, s.205, no:4801; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.257, no:6706; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.321, no:5257; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.I, s.161; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.858, no:45413; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.195, no:3055.

268

ahlâk sahibi olacaksın.

4. (Ve iffetü mat’amin) “Helâl lokma yemek.” Yemek içmekte israftan kaçıp, helâl lokma yiyeceksin.


Akşam Mi’rac Gecesi idi. Allah kusurlarımızı affetsin… Bu üzerinde durulacak bir derstir. Senede bir kere gelir ama, büyük bir ders-i ibrettir.

Siz televizyonlarda hep seyrediyorsunuz; bu oyunlar münasebetiyle cambazlık yapan kimseler, ne hünerler yapıyorlar o direklerin üzerinde… Adam fırıldak gibi dönüyor. Bu olacak şey değil ama insan çalışınca, muvaffak oluyor.

Binaen aleyh vücudunu böyle çalıştırırken, aklını, fikrini de, ruhunu da böyle çalıştırırsan, terbiye edersen, sen de Allah yolunda yükselirsin.

Mi’rac, yükselmek demek. Biz de kuşlar gibi uçacak değiliz. Fakat ahlâken güzelleştik miydi, en güzel bir insan oluruz. Etrafımıza da hayırlı oluruz, beşeriyete de hayırlı oluruz, herkese de hayırlı oluruz.

O ahlâk-ı haseneyi öğrenmek için tasavvufî ahlâk kitaplarını okumanızı çok rica edeceğim. Hem de tekrar tekrar okumanızı rica edeceğim. Bir kere okumak kâf3i gelmiyor insana…

Vaazı dinliyoruz, ne kadar zabt edebiliyoruz? Hepsini zabt edebilmemiz mümkün değil… Fakat, elimizde kitap olunca, onu tekrar tekrar okuduk mu, içimize siner.

Ahlâkların başı hilim, tevâzû, semâhat vs. ne gibi şeyler olduğunu güzel güzel okumanızı, tekrar tekrar okumanızı rica edeceğim. Ki, o güzel huylar size de mâl olsun.


Dört şey sende olursa, korkma; dünyada hiçbir şeyin de olmasa, sen bahtiyar bir insansın!

Helâlden rızkın var, ahlâkın da güzel, emanete de riayet ediyorsun, doğru da söylüyorsun; sen tam mükemmel bir adamsın!

Ama dünyalığın yok, apartmanın yok, araban yok… Olmasın; bunlar yeter de artar sana…


g. Cahiliyeden Gelen Dört Alışkanlık

269

Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî ve Hàkim, Ebû Mâlik el-Eş’arî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:174


أَرْبَع بَقِينَ فِي أُمَّتِي مِنْ أَمْرِ الْ جَاهِلِيَّةِ، لَيْسُوا بِتَارِكِيهَا : اَلْفَخْرُ


بِالأَحْسَابِ، وَالطَّعْنُ فِي الأَنْسَابِ ، وَالِِسْتِسْقَاءُ بِالنُّجُومِ، وَ


النِّيَاحَةُ عَلَى الْ مَيِّتِ؛ وإنَّ النَّائِحَةَ إِذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ المَوْتِ ، جَاءَتْ


يَوْمَ الْقِيَ امَةِ عَلَيْهَ ا سِرْبَال مِنْ قَطِرَانِ، وَدِرْع مِنْ لَهَبِ النَّارِ (حم.

طب. ك. عن أبي مالك الأَشْعَرِي)


RE. 68/7 (Erbaun bakine fî ümmetî min emri’l-câhiliyyeti, leysû bi-târikihâ: El-fahru bi’l-ahsâb, ve’t-ta’nü fi’l-ensâb, ve’l- istiskàü bi’n-nücûmi, ve’n-niyâhatü ale’l-meyyiti; ve inne’n-nâihate izâ lem tetüb kable’l-mevti, câet yevme’l-kıyâmeti aleyhâ sirbâlün katırâni, ve dir’un min lehebi’n-nâri) (Erbaun bakine fî ümmetî min emri’l-câhiliyyeti) “Ümmetimde dört şey vardır ki, onlar da cahiliyet devrinden bize devren gelmiştir. (Leysû bi-târikihâ) Onları bir türlü terk edemezler:

1. (El-fahru bi’l-ahsâb) “Soy sopla öğünmek.” Ben filanın oğluyum, ne yapıyorsun sen! Beni sen hor görme, fakirim ama filanın oğluyum!

Bu öğünme, fıtrat olarak herkeste olan bir şeydir, atılamıyor.

2. (Ve’t-ta’nü fi’l-ensâb) “Soyu sopu kötülemek.” Ötekisi de neseblere ta’nediyor. O da terk edilemeyen bir şey… En basiti, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında olan hadiseye bugün



174 Müslim, Sahîh, c.V, s.8, no:1550; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.342, no:22954; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.III, s.148, no:1577; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.III, s.285, no:3425; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.63, no:6902; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.413, no:3143; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.94; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.III, s.390, no:12229; Ebû Mâlik el-Eş’arî RA’dan.

270

hàlâ dil uzatmaktan bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. Neyine lazım senin; 1300 küsür sene evvel olan bir hadiseyi ikide bir canlandıra canlandıra anlatmaktan eline ne geçiyor yanı? Onların vebali onlara ait, ne yaptıysalar yapmışlar.

Onun için İmam Gazali’nin sözü hoşuma gider:

“—Onlar kılıçlarını kana buladıysalar, size ne oluyor ki dilinizi onların kanına buluyorsunuz?”


3. (Ve’l-istiskàü bi’n-nücûmi) “Yıldızlardan yağmur beklemek.” Yıldızlara bakar, “Bu akşam yağmur yağacak!” der. Yahut “Kuraklık var!” der. Yıldızlardan istinbat ediyor.

4. (Ve’n-niyâhatü ale’l-meyyiti) “Ölüyü methederek ağlamak.” Ölünün arkasından bağıra çağıra ağlıyor. Herkes yapmaz bunu ama bazı yapan aileler de bulunuyor, kendini bilmeyenlerden.

Ölünün arkasından böyle, onun geçmişlerini methederek, “Şöyle adamdı, böyle adamdı, şöyle cömertti, şöyle iyiydi…” demesi için hususi medhiyeciler tutarlarmış. Kabrine gider söylermiş, evinde söylermiş… İşte bu kötü bir adet… Bunu da bugün insanlar henüz bırakmış değiller. Şark taraflarında hâlâ mevcut olduğunu söylerler.

(Ve inne’n-nâihate izâ lem tetüb kable’l-mevti) Allah esirgeye, bunlar tevbe etmeden ölürlerse, (câet yevme’l-kıyâmeti aleyhâ sirbâlün katırâni) kıyamet gününde mahşer yerine katrandan bir şalvar, (ve dir’un min lehebi’n-nâri) ve ateşten bir gömlek ile gelecekler.


h. Allah Dört Kişiye Yardım Eder


Ahmed ibn-i Hanbel, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:175


أَرْبَع حَقٌّ عَلَى اللِّ عَوْنُهُمْ: الْ غَ ازِي، وَ الْمُتَزَوِّجُ، وَالْ مُكَاتَبُ ، وَالْحَ اجُّ



175 Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.858, no:43414; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.200, no:3061.

271

(حم. عن أبي هريرة)


RE. 68/8 (Erbaun hakkun ale’llàhi avnühüm: El-gàzî, ve’l- mütezevvicü, ve’l-mükâtebü, ve’l-hàccü.) (Erbaun hakkun ale’llàhi avnühüm) “Dört kimseye Allah-u Teàlâ yardım eder: 1. (El-gàzî) “Harbe giden adamın yardımcısı Allah’tır.”

Çoluğunu çocuğunu bırakıyor, harbe gidiyor; bunun yardımcısı Allah’tır.

2. (Ve’l-mütezevvicü) “Evlenen kimseye Allah yardım eder.”

Evleniyor, parası da yetmiyor, şundan bundan da ödünç alıyor. Allah onun da yardımcısıdır. Ona hayırlı işler ihsan eder, borcunu çabukça ödettirir, zengin bile olur.

3. (Ve’l-mükâtebü) Mükâtep dedikleri köledir. Bu devirde yok da o devirde hizmetkârıyla anlaşma yapıyor. “Ben seni azad ederin ama sen bana şu kadar para verirsen… O da tamam, ben de sana bunu öderim diyor. Birazını veriyor, birazını da takside bağlıyor Buna mükâteb diyorlar. Bunun da yardımcısı Allah’tır.

272

Cenab-ı Hak buna da imkânlar verir, borcunu öder, kurtulur, hürriyetine kavuşur.

4. (Ve’l-hâccü) “Hacca gidenin de yardımcısı Allah’tır.” Dolu dolu günahlarla gider; gelirken bakarsın tertemiz, hiç günahsız döner.


i. Duası Kabul Edilen Dört Kişi


Deylemî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:176


أَرْبَعُ دَعَوَاتٍ لَِ تُرَدُّ: دَعْوَةُ الْ حَاجِّ حَتَّى يَرْجِعَ، وَدَعْوَةُ الْغَ ازِي حَتَّى


يَصْدُرَ، وَدَعْوَةُ المَرِيضِ حَتَّى يَبْرَأَ، وَدَعْوَةُ الأَخِ لأَخِيهِ بِظَهْرِ الغَيْبِ؛


وَأَسْرَعُ هٰؤلَِءِ الدَّعَوَاتِ إِجَ ابَةا، دَعْوَةُ الأَخِ لأَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ

(الديلمي عن ابن عباس)


RE. 68/9 (Erbau deavâtin lâ türeddü: Da’vetü’l-hàcci hattâ yercia, ve da’vetü’l-gàzî hattâ yasdura, ve da’vetü’l-marîdı hattâ yebree, ve da’vetü’l-ahi li-ahîhi bi-zahri’l-gaybi; ve esraü hâülâi’d- deavâti icâbeten, da’vetü’ahi li-âhîhi bi-zahri’l-gaybi.) (Erbau deavâtin lâ türeddü) Dört kişinin yaptığı dua kabul olunur, reddolunmaz:

1. (Da’vetü’l-hàcci) “Hacının yaptığı dua reddolunmaz, (hattâ yercia) evine dönünceye kadar.” İster burada ister orada dua etsin… Onun için biz hacıyı karşılamağa gideriz. Hacı evine girmeden evvel onun duasını alalım diye karşılama olur. Hacı evine döndükten sonra günahlara girer. O günahlara girmeden evvel onu karşılarız.



176 Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.97, no:3304; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.202, no3064.

273

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:177


اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِلْحَاجِّ، وَلِمَنِ اسْتَغْفَرَ لَهُ الْحَاجُّ (ك. ق. وابن خزيمة

عن أبى هريرة)


RE: 185/7 (Allàhümma’ğfir li’l-hâcci, ve li-meni’stağfera lehü’l- hâc) “Allah’ım hacıyı affet, hacının affını istediğini de affet!” (Hattâ yercia) “Evine dönünceye kadar…” Onun için evine girmeden önce karşılarız, duasını almaya çalışırız.

2. (Ve da’vetü’l-gàzî) Gazaya giden gazinin duası reddolunmaz. İster savaş esnasında olsun ister savaştan sonra olsun… (Hattâ yasdura) Evine dönünceye kadar, onun da duası makbuldür.



177 Hàkim, Müstedrek, c.I, s.609, no:1612; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.261, no:10161; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.266, no:8594; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.477, no:4112; İbn-i Ebî Şiybi, Musannef, c.III, s.475, no:12801; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.499, no:2039; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.IV, s.11; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIII, s.269, no:7223; Ebû Hüreyre RA’dan.

274

3. (Ve da’vetü’l-marîdı) “Hastanın da duası makbuldür, (hattâ yebree) iyi oluncaya kadar.” Gidin, ziyaret edin, “Allah şifa versin!” deyin! “İnşaallah geçecek, merak etme, şöyledir, böyledir.” deyin! Teselli edin! “Sen de benim için bir dua et de, Allah kusurlarımı affetsin!” deyin!

4. (Ve da’vetü’l-ahi li-ahîhi bi-zahri’l-gaybi) “Müslüman karde- şinin arkasından yapılan dua da makbuldür. (Ve esraü hâülâi’d- deavâti icâbeten) Bu dualar içinde en hızlı icabet edilen, (da’vetü’ahi li-âhîhi bi-zahri’l-gaybi) Müslümanın kardeşi için arkasından ettiği duadır.”

Müslüman kardeşi için dua ediyor, kendisi de mahrum kalmıyor, melek de onun için dua ediyor: “Yâ Rabbi, buna da o kadar ver!” diyor.


j. İnsanı Cennete Sokan Dört Şey


Hakîm-i Tirmizî, Ebû Hüreyre RA’dan, Deylemî de Hz. Osman RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:178


أَرْبَع مَنْ كُنَّ فِيهِ حَرَّمَهُ اللُّ عَ لَى النَّارِ، وَعَصَمَهُ مِنَ الشَّيْطَ انِ: مَنْ مَلَكَ


نَفْسَهُ حِينَ يَرْغَبُ، وَحِينَ يَرْهَبُ، وَ حِينَ يَشْتَهِي، وَحِينَ يَغْضَبُ؛ وَ


أَرْبَع مَنْ كُنَّ فِيهِ نَشَرَ اللُّ عَ لَيْهِ رَحْمَتَهُ وَأَدْخَلَهُ الْجَنَّةَ: مَنْ آوَى مِسْكِيناا،


ورَحِمَ الضَّعِيفَ، وَ رَفَقَ بِالْمَ مْلُوكِ، وَأَنْ فَقَ عَلَى الْوَالِدَيْنِ (الحكيم عن أبي هريرة، والديلمي عن عثمان)


RE. 68/10 (Erbaun men künne fîhi harramehu’llàhu ale’n-nâri, ve asamehû mine’ş-şeytàni: Men meleke nefsehû hîne yergabu, ve



178 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.371, no:1498; Hz. Osman ibn-i Affan RA’dan.

275

hîne yerhebü, ve hîne yeştehî, ve hîne yağdabü; ve erbaun men künne fîhi neşera’llàhu aleyhi rahmetehû, ve edhalehu’l- cenneti:Men âvâ miskînen, ve rahime’d-daîfe, ve rafeka bi’l- memlûki, ve enfaka ale’l-vâlideyni.) (Erbaun men künne fîhi harramehu’llàhu ale’n-nâri,) “Dört şey vardır ki, bunu kim işlerse Allah-u Teàlâ ona cehennemi haram eder, cehennemin yüzünü görmez. (Ve asamehû mine’ş-şeytàni) Ve onu şeytandan korur.” Şeytan denilen bir mahlûk var ya, gözümüzün görmediği, fenalıkları işleten, mikrobun bir eşi… Bugün kanser denilen hastalığın mikrobunu görüyor muyuz? Görmüyoruz ama yaptığı zararı görünce, “Ah!” diyoruz.

Şeytanın da bize yaptığı zararlar var… Bizi haramlara, günahlara sevk eder, o işleri yaptırır. Mikrop nasıl gözümüze görünmüyorsa, şeytan da görünmez. Ama Allah diyor ki:


فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللِّ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ (النحل:٨)


(Ve izâ kara’te’l-kur’âne fe’steiz bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm) “Kur’an-ı Kerim okuduğun zaman, racîm olan şeytandan Allah’a sığın!” (Nahl, 16/98) Onun için racîm olan, mel’un olan şeytandan Allah’a sığınıyoruz.

Bu dört şey kimde olursa, Allah onu cehennemden korur, ateş ona elleşemez. Şeytan da ona bir şey yapamaz.

1. (Men meleke nefsehû hîne yergabü) “Nefsine mâlik olan, nefsine sahip olan. Bir fenalık yapmak istiyor ama nefsine sahip oluyor, hàkim oluyor, inad ediyor, yapmıyor.”

2. (Ve hîne yerhebü) “Nefsi kötülüğe sevk ediyor, kötü yere götürecek; düşünüyor, ‘Ben yapamam!’ diyor, yapmıyor.” 3. (Ve hîne yeştehî) “Bir de iştihası var, meselâ içki içmek istiyor. Nefsi diyor ki: ‘Olmaz, haramdır, günahtır!’ Onu da bırakıyor.” 4. (Ve hîne yağdabü) “Kızmış, birisine vuracak; nefsi, ‘Otur bakalım, ağır ol, sabırlı ol!’ diyor, gazabını da yeniyor.” Sevdiklerini ve korktuklarını işlemiyor, şehvet ve gazabına hàkim oluyor.

276

Gazab hakkında Gazalî buyuruyor ki:

“—Gazab o kadar kötü bir şeydir ki, çocuklar top oynuyorlar ya, o ona atıyor, o ona atıyor. Şeytan da gazaplanan insanla tıpkı böyle oynar. Onu kızdırır; ya hapse attırır, ya mezara sokar.”


(Ve erbaun men künne fîhi) Yine şu dört şey de kimin üzerinde olursa, (neşera’llàhu aleyhi rahmetehû) Allah-u Teàlâ ona rahmetini yayar, (ve edhalehu’l-cenneti) ve onu cennetine koyar:

1. (Men âvâ miskînen) Evsiz barksız bir miskine barınak temin ediyor, bir odacık veriyor; “Gel sen de şurada barın!” diyor, ona bir mesken gösteriyor.

Allah hepimize merhametler ihsân buyursun… Şu kadar apartman vardır memlekette, bunların hiçbirinin misafirhanesi yoktur. Evine misafir gelse ona bile razı olmazlar. Halbuki evlerin zekâtı olarak bir misafirhanenin yapılması şarttır. On tane daire var; ne olur, bir daireni de misafirhane yap! Müslümanlardan bazı fakir kimseleri, garipleri barındır orada…

2. (Ve rahime’d-daîfe) Zayıf insanlara da acırsa…

3. (Ve rafeka bi’l-memlûki) Kölelere de rıfk ile muamele ediyor. Bu benim kölemdir, uşağımdır diye hor görüp, hakir görüp

277

ezmiyor.

4. (Ve enfaka ale’l-vâlideyni) Bir de ana babasına karşı infakta bulunuyor. Ana baba zengin de olabilir, fakir de olabilir. Zengin olsun fakir olsun, onlara infak insanın cennete girmesine sebep olur. Çünkü hayır herkesi sevindirir. Kime ikram edersen et, onun içinde bir sevinç hasıl olur. O sevinçten dolayı, Allah-u Teàlâ o sevince sebep olanı da cennetine koyar. “Sen benim kulumu sevindirdin, cennet de senin olsun!” der.


k. Dünyanın ve Ahiretin Hayrı Olan Dört Şey


Taberânî ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:179


أرْبَع مَنْ أُعْطِيَهُنَّ، فَ قَدْ أُعْطِيَ خَيْرَ الدُّنْيَ ا وَالآخِرَةِ: لِسَان ذَاكِر ، وَقَلب


شَاكِر ، وَبَدَن عَلَى الْبَلاَءِ صَ ابِر ، َوزَوْجَة لَِ تَبْغِيهِ خَوْفاا فِي نَفْسِهَا وَلَِ


مَالِهِ ، تُعِينُ أَحَدُكُمْ عَلٰى دِينِهِ (طب. هب. عن ابن عباس)


RE. 68/11 (Erbaun men u’tıyehünne, fekad u’tıye hayre’d- dünyâ ve’l-âhireti: Lisânün zâkirun, ve kalbün şâkirun, ve bedenün ale’l-belâi sàbirun, ve zevcetün lâ tebgîhi havfen fî nefsihâ velâ mâlihî, tuînü ehadüküm alâ dînihî.) (Erbaun men u’tıyehünne) “Dört şey kime verilmişse, (fekad u’tıye hayre’d-dünyâ ve’l-âhireti) dünya ve ahiret hayırları ona verilmiştir:

1. (Lisânün zâkirun) Bir dili var, zikirle meşgul oluyor; “Allah… Allah…” diyor, “Lâ ilâhe illa’llàh” diyor.



179 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.134, no:11275; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.VII, s.179, no:7212; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.104, no:4429; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.370, no:1495; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.502, no:7437; Abdü’r-rezzak, Musannef, c.XI, s.304, no:20606; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

278

Allah bize bir ömür vermiş, o ömrün bir dakikası, bir saniyesi boşa gitti mi en büyük zayiattır. Evin yanmış, malın gitmiş, çoluğun çocuğun gitmiş, hiçbir şeyin kalmamış; o ne kadar acıdır, bir saniyelik ömrün boşa gitmesi ondan daha acıdır. Çünkü evin telâfisi mümkün, insanların telâfisi mümkün… Hayvanların telâfisi mümkün… Bakarsın Allah daha iyisini verir, daha çoğunu

verir.

Allah esirgeye, yangınlar oluyor meselâ, bir zaman sonra bakıyorsun, daha bir ferah hayata erişmiş adam, daha güzel olmuş, unutmuş acılarını… Ama kaçan ömrün telâfisi mümkün değil…

Onun için ömrü, ele gelen fırsatı kaçırmamak, boş laflarla, mâlâyâni sözlerle vakti geçirmemek lâzım! O televizyonlar da ömrün hırsızlarıdır. Televizyon; Türkçe adı, ömür hırsızı…

Çünkü ona bakarken saatler geçiyor, Allah, Peygamber unutuluyor, ibadet vakitleri geçiyor, “Sonra kılarım!” diyor. Ondan sonra uykusu geliyor, kafası şişiyor, sonra da kılamıyor.

Televizyon fena bir şey değil, güzel bir şey ama, güzel dersler verirse bize, ibretler verirse, ondan istifade ederiz. Yoksa o çıplakları seyrederseniz, onların çeşitli çirkinliklerini seyreder- seniz; ne gönül kalır, ne hayır kalır. Çoluk çocuk da ona alıştı mıydı, ondan sonra seni kat’iyyen rahat bırakmazlar:

“—Hadi baba… Hadi baba… Hadi baba…”


En büyük nimet Allah-u Teàlâ’nın zikridir. Her sermayeden daha kıymetlidir.

“—Şurada otursan da bir saat Allah desen…” “—Ooo Hoca efendi, bir saat oturulur da Allah denir mi?” “—Bir saat Kur’an oku!” “—Ooo olur mu, bu kadar işlerin arasında?..” Ama o televizyonun başında veya radyonun başında saatlerce oturur.

2. (Ve kalbün şâkirun) “Bir gönül var, Allah-u Teàlâ’nın verdiğine şükrediyor.” Az veya çok ne verdiyse… Yiyebiliyorsun ya, içebiliyorsun ya, sağsın ya; bu büyük bir nimettir. Buna da şükür lâzım!

3. (Ve bedenün ale’l-belâi sàbirun) “Vücuda gelen belâlara, musibetlere sabretmek.” Onların da mükâfaatı ayrı ayrı…

279

إِن اللَّ مَعَ الصَّابِرِينَ (الأنفال:٦٤)


(İnna’llàhe maa’s-sàbirîn) “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46) diyerek Cenâb-ı Hak sabırlıları övüyor,

4. (Ve zevcetün lâ tebgîhi havfen fî nefsihâ velâ mâlihî) Bir hanım ki efendisine hiç hıyanet etmiyor; ne malında, ne nefsinde… Efendisine karşı mutî, sàliha bir hanım. (Tuînü ehadüküm alâ dînihî) Bir de dininde kocasına yardımcı oluyor.

“—Kalk bakalım efendi, namaz kılalım!” der. Çamaşırımızı yıkar, üstümüzü başımızı temizler, yemeğimizi hazırlar. Yardımcı olur bize…

O olmasa, biz kendimiz yapmak mecburiyetinde kalacağız, o da zor gelir bize… Peynir ekmekle olsun deriz ama, her zaman peynir ekmekle oruç tutulmaz. Genç adam tutar da ihtiyar tutamaz.


Onun için, birincisi (lisânün zâkir) demişti. Dili dâimâ Allah’ın zikriyle meşgul oluyor.

Zikir iki türlü olur: Bir sesli olarak, “Allah… Allah… Allah… Lâ ilâhe illa’llah… Lâ ilâhe illa’llah… Lâ ilâhe illa’llah…” deriz. Bir de ses çıkarmadan gönülle Allah-u Teàlâ’yı zikrederiz ki, bu Abdü’l-hàlik-ı Gücdevânî Hazretleri’nin Nakşıbend Muhammed Bahâeddin Hazretleri’ne öğrettiği bir zikirdir.

Bir insan havuza girer, batar suyun içerisine; gerek havuzda gerek denizde… Orada da boş durmaz insan, orada da suyun içinde Allah demek mecburiyetinde… O zaman nasıl diyecek? Ağzını açamaz, ses çıkarmadan içinden Allah diyecek.

Suyun içindeyken nasıl Allah diyorsa, dışarıya çıktığı zaman da yine böyle içinden Allah der durur. Arabaya biner, tayyareye biner, vapura biner, etrafı insanlarla dolu… Seslice “Allah… Allah… Allah!” diye herkes ona bakar, “Bu nereden geldi? diyerekten. Kimisi şöyle der, kimisi böyle der, yapamaz. Ama içinden “Allah… Allah… Allah!” derse, Allah’la meşgul olursa, kimse de farkına varmaz. Onun halini ancak Allah bilir.

Onun için bu dört şey kime verilmişse, büyük nimete mazhar olmuştur.

280

Üçüncüsü de sabırlı adam. Hastalık geliyor, herkese gelen çeşitli iptilalar vardır. Yangınlar oluyor, sularda boğulmalar oluyor. Şile’ye talebeler gelmiş kamp yapmaya, altı tanesi boğulmuş orada çocukların… Çocuk bilmez tabii neresi derin, neresi müsait… Girmiş, çıkamamışlar. Hatta içlerinde bir de yüzücü varmış, o yüzücü de gitmiş.


Dördüncüsü de sàliha bir hanım. Onun için hanım büyük devlettir. At alıcılar vardır, şehir şehir dolaşırlar. Bir at alırken cinsini sorarlar; Arap atı mı, İngiliz atı mı? Sonra nesli bozulmasın diye başka cins hayvanlardan uzak tutarlar.

İnsan eşrefü’l-mahlûkat… Öyle bir aile bulmamız lâzım ki bize muîn olsun, yardımcı olsun! Dünyamıza da, ahiretimize de… Bizimle her gün kavga etmesin, bizi perişan etmesin.

“—Ben şunu da isterim, bunu da isterim!” demesin.

Ne yapalım, gücümüz de yetmez, gelirimiz onları almaya kâfi değildir, ne yapalım? Çaresiz kalır insan. Öylesi kadın baş belâsıdır.

Allah’ın emrine mutî, takdire razı, efendisine mutî, hayırlı hanımlar nasib etsin Allah cümlemize…

281

Onun için hanım alırken çok dikkat edin! Soyu temiz olsun. Atçı rastgele atı almıyor da sen rastgele hanımı nasıl alacaksın? Onun soyunu öğren, sopunu öğren; bakalım hangi cinsten, hangi millettendir?


Geçen iki hanım geldi bize… İki kıza iki arkadaş talip olmuşlar, evlenmişler. Zaman geçmiş, kızların gözü açılmış:

“—Yâhu biz bunlara vardık ama, bunlar ne namaz kılıyorlar, ne abdest alıyorlar, ne de gusül yapıyorlar? Bunlar ne cins insanlar?” diye şüphelenmeye başlamışlar. “Biz bunlara vardık ama bunlarda İslâmî bir şey yok!” demişler.

Askere gitmiş bunlar, askere giderlerken de bunları götürmüşler, köylerine, babalarının evine bırakmışlar. Kadınlar bakmışlar ki oranın adât ü an’anesi de bambaşka… Şimdi gelmişler de: “—Biz bu ailenin arasından nasıl kurtulabiliriz Hocaefendi?” diye soruyorlar.

Sen söyle bakayım, nasıl kurtulacaklar?

Vaktiyle seçmek iki tarafa da lâzım! Kız da seçecek, erkek de seçecek. Allah’ın emrine mutî, nefsine hàkim bir adam arayacak.


l. Peygamberlerin Sünneti Olan Dört Şey


Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Ebî Şeybe, Ziyâü’l-Makdîsî, Taberânî, Beyhakî ve Tirmizî, Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:180


أَرْبَع مِنْ سُنَنِ الْمُرْسَلِينَ: اَلْحَيَاءُ، وَالتَّعَطُّرُ، وَالنِّكَاحُ، وَالسِّوَاكُ

(حم. ش. ض. طب. هب. ت. حسن غريب عن أبي أيوب)



180 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.254, no:1000; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.421, no:23628; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IV, s.183, no:4085; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.103, no:220; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.I, s.170, no:1813; Hennâd, Zühd, c.II, s.625, no:1348; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.137, no:7719; Ebû Eyyûb el-Ensàrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.655, no:17236; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.221, no:3089.

282

RE. 68/12 (Erbaun min süneni’l-mürselîne: El-hayâü, ve’t- teatturu, ve’n-nikâhu, ve’s-sivâkü.) (Erbaun min süneni’l-mürselîne) “Dört şey evvelki peygamberlerin sünnetindendir, bize miras olarak gelmiştir:

1. (El-hayâ’) “Utanma duygusu.” Ta Adem AS’dan itibaren peygamberler hayâ sahibidir. Etrafındaki insanlara bu hayâyı tâlim edegelmişlerdir. Hayâ en büyük nimettir.

Bu hayâyı izah etmek biraz zorcadır ama, Allah’ın emirlerinin dışındaki hareketlerin hepsi hayasızlıktır. Emr-i ilâhîye muhalif olan hareketlerin hepsi hayasızlıktır.

Meselâ, tesettür denilen bir şey var, kadının erkeklerden kaçması… Peygamber SAS Efendimizden zamanımıza kadar gelen bir tesettür vardır. Bunu atmak hayasızlıktır.

Geçen gün bir kardeşimize uğrarken, deniz kıyısında o kardeşimiz, biz de oradan geçmek mecburiyetinde kaldık arabamızla… Millet anadan doğma çırılçıplak soyunmuş, denizin içerisinde, denizin kenarında dolaşıyor.

“—Bu yaptığın ne, sen gâvur musun?” desek

Ooo, kıyameti koparır.

“—Bu yaptığın hareket nedir?” desen,

“—Zamanın icabıdır.” der, Allah affetsin kusurlarımızı… Haya büyük nimet! Onun için, hayâya dikkat etmemiz lâzım!


2. (Ve’t-teatturu) Kokulanmak. Güzel koku taşımak, icab ettikçe sürünmek. Etrafındaki tanıdık insanlara da ikram etmek. Bu da peygamberlerin sünnetlerinden gelen bir şey.

3. (Ve’n-nikâhu) Evlenmek.

4. (Ve’s-sivâku) Misvak kullanmak.

Onun için Arapların adetir, ikide bir dişlerini misvaklarlar, hemen şuradaki ceplerine sokarlar. Kalkar namaza, misvaklanır. Yatarken misvaklanır, kalkarken misvaklanır, konuşurken misvaklanır. Dâimâ misvak elinden düşmez.


m. İnsanın Saadetinden Olan Dört Şey

283

İbn-i Asâkir ve Râfiî, Hz. Ali RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:181


أَرْبَعُ خِصَالٍ مِنْ سَعَادَةِ الْمَرْءِ : أَنْ تَكُونَ زَوْجَتُهُ صَالِحَةا، وَأَوْلَِدُهُ أَبْرَاراا،


وَخُلَطَاؤُهُ صَالِحِينَ، وَمَعِيشَتُهُ فِي بَلَدِهِ (كر. والرافعي غريب عن علي؛ وابن أبي الدنيا في كتاب الإخوان، ك. في تاريخه، عن عبد اللّ بن

ابي الحسن عن أبيه عن جده)


RE. 68/13 (Erbau hisàlin min seàdeti’l-mer’i: En tekûne zevcetühû sàlihaten, ve evlâdühû ebrâren, ve huletàuhû sàlihîne, ve maîşetühû fî beledihî.) (Erbau hisàlin min seàdeti’l-mer’i) Dört şey vardır ki kişinin



181 Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.93, no:30756; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.107, no:310;

Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.220, no:3088.

284

saadetindendir:

1. (En tekûne zevcetühû sàlihaten) “Hanımının sàliha olması.” Namazını kılıyor, başını örtüyor. Allah’ın emrine mutî… Böyle bir hanımının olması bir nimet.

2. (Ve veledühû ebrâren) “Evlâdının sàlihlerden olması.”

Evlâdı var, anasına babasına mutî… Onlara hürmette, saygıda kusur etmiyor,

3. (Ve huletàuhû sàlihîne) “Görüştüğü kimselerin sàlihlerden olması. Hep iyi insanlarla, alimlerle, abidlerle, sàlihlerle düşüp kalkıyor, dostları onlar.

4. (Ve maîşetühû fî beledihî) “Rızkı da memleketinde, ayağında…” Bir de var ki, memleket memleket dolaşıyor, kazancını öyle temin ediyor. Bu saadetten değil. Gelirken kazalar oluyor, giderken kazalar oluyor. Yazı var, kışı ar, sıcağı var, soğuğu var… Birçok müşkilatları var.

E işin memleketinde olursa, sabahleyin gidersin dükkânına, akşam gelirsin evcağızına… Ama işin dışarıda olursa, haftalarca gelemezsin evine, evde çoluk çocuk perişan olurlar.


Bu kadar yetsin inşallah… Şimdi beraber bir salât ü selâm okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…

El-fâtihah!


25. 07.1976 - İskenderpaşa Camii

27 Receb 1396

285
09. DÜNYA VE AHİRETİN HAYRI