14. ALLAH’IN KULUNA YÖNELMESİ

bakıyor, kulaklarıyla kötü şeyleri dinliyor. Elleriyle insanlara zarar verecek işleri yapıyor. Ayaklarıyla kötü yerlere, günah yerlerine gidiyor. Onun orucu, insanlar bazen yem yemesin diye hayvanların ağzına gem vururlar, ona benziyor.

Onun için Allah-u Teàlâ oruçlarımızı lâyık-ı vechile tutabilmek nimetine nâil etsin cümlemizi…


a. Allah Sadakayı Büyütür


Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî ve Dâra Kutnî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:271


إِنَّ اللََّّ عَزَّ وَجَلَّ يَقْبَلُ الصَّدَقَةَ، وَيَأْخُذُهَا بِيَمِينِهِ، فَيُرَبِّيهَا لأَِحَدِكُمْ،


كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ مُهْرَهُ، حَتَّى إِنَّ اللُّقْمَةَ لَتَصِيرُ مِثْلَ أُحُدٍ (حم. ت.

صحيح، قط. فى الصفات عن أبى هريرة)


RE. 94/2 (İnne’llàhe azze ve celle yakbelu’s-sadakate, ve ye’huzuhâ bi-yemînihî, feyürebbîhâ li-ehadiküm, kemâ yürebbî ehadüküm mührehû, hattâ inne’l-lukmete letesîru misle uhudin.) Sadaka, insanın birinin diğerine yaptığı yardım.

(İnne’llàhe azze ve celle) “Aziz ve Celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri, (yakbelu’s-sadakate) kulun sadakasını kabul eder. (Ve ye’huzuhâ bi-yemînihî) Onu sağ eliyle tutar.” Cenâb-ı Hak sadakayı kabul eder. Sen fukaraya vermeden önce onu sağ eline alır. (Feyürebbîhâ li-ehadiküm) “Sadakayı veren sizden biriniz için, o sadakayı elinde geliştirir, büyütür; (Kemâ yürebbî ehadüküm mührehû) “Sizden biriniz küçük bir tayı



271 Tirmizî, Sünen, c.III, s.71, no:598; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.404, no:9234; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.166; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.93, no:2426; Bezzâr, Müsned, c.II, s.406, no:8062; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.III, s.115, no:1898; Abdürrezzak, Musannef, c.XI, s.106, no:20050;

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.338, no:15930; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XII, s.274, no:10768.

467

terbiye edip büyüttüğü gibi…”

(Hattâ inne’l-lukmete) “Hatta bir lokmalık bir sadaka, (letesîru misle uhudin) Uhud denilen bir dağ var Medine-i Münevvere’de, o dağ gibi olur.” Diğer sadakaların nasıl olacağını siz tahmin edin!


b. Allah’ın Rahmetle Baktığı Kimseler


İbnü’n-Neccâr, Ebû’ş-Şeyh Enes RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:272


إِنَّ اللَّ تَعَالٰى يَقُولُ : إِنِّي لأَهُمُّ بأَهْلِ الأَرْضِ عَذَاباا، فَإِذَا نَظَرْتُ إِلٰى


عُمَّارِ بُيُوتِي، وَالْمُتَحَابِّينَ فِيَّـ والمُسْتَغْفِرِينَ بالأَسْحارِ؛ صَرَفْتُ عذَابِي


عَنْهُمْ (أبو الشيخ، هب. وابن النجار عن أنس)


RE. 94/3 (İnna’llàhe teàlâ yekùlü: İnnî leehimmu bi-ehli’l-ardı azâben, feizâ nazartü ilâ ummâri buyûtî, ve’l-mutehâbbîne fiyye, ve’l-müstağfirîne bi’l-eshâri, saraftu azâbî anhüm.) (İnna’llàhe teàlâ yekùlü) “Çok yüce olan Allah muhakkak ki şöyle buyurur: (İnnî leehimmü bi-ehli’l-ardı azâben) Ben alemlerin Rabbi yer yüzündeki insanlara ve mahlûklara, cinlere ve sâir mahlûkata azap etmeye niyetleniyorum. Onu yapmak ister gibi, ona bir himmet ediyorum, gayret ediyorum ama; (feizâ nazartü ilâ ummâri buyûtî) benim evlerimi, yâni mescidlerimi

ma’mur kılanlara, (ve’l-mutehâbbîne fiyye) benim uğrumda birbirlerini sevenlere, (ve’l-müstağfirîne bi’l-eshâri) ve seher vakitlerinde istiğfar eyleyenlere bakıyorum da (saraftu azâbî anhüm) azabımı onlardan kenara çekiyorum, onlara azap etmiyorum.” Bunun kelime manası: “Yani azap edeceğim diye gayret



272 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.500, no:9051; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.IV, s.61; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.165, no:4436; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.284, no:7308.

468

etmişken, mescidlerdeki ibadet edenlere, birbirlerini Allah için sevenlere, seher vakitlerinde tevbe istiğfar edenlere bakıyorum, hadi şunları azaplandırmayayım diye azabı onlardan çekiyorum.” demek.


c. Oruç Benim İçindir


Ahmed ibn-i Hanbel, Abd ibn-i Humeyd, Müslim, Neseî ve İbn- i Huzeyme, Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan; Neseî, Hz. Ali RA’dan; Tirmizî Abdullah ibn-i Mes’ud RA7dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:273


إِن اللَّ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ: إِنَّ الصَّوْمَ لِي، وَأَنَا أَجْزِي بِهِ؛ إِنَّ لِلصَّائِم


فَرْحَتَيْنِ: إِذَا أَفْطَرَ فَرِحَ، وَإِذَا لَقِيَ اللَّ فَرِحَ؛ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ


بِيَدِهِ، لَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَِّّ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ (حم . وعبد بن حميد، م. ن. وابن خزيمة عن أبي هريرة وأبي سعيد

معا؛ ن. عن علي؛ ت. عن ابن مسعود)


RE. 94/6 (İnna’llàhe azze ve celle yekùlü: İnne’s-savme lî, ve ene eczî bihî; inne li’s-sàimi ferhateyni: İzâ eftera feriha, ve izâ lakıye’llàhe ferihe; ve’llezî nefsü muhammedin bi-yedihî, lehulûfe femi’s-sàimi etyabu inda’llàhi min rîhi’l-misk.) (İnna’llàhe azze ve celle yekùlü) “Azîz ve Celîl olan Allah buyurur: (İnne’s-savme lî) Oruç Benimdir, (ve ene eczî bihî) onun mükâfatını ben veririm. (İnne li’s-sàimi ferhateyni) Oruçluya iki ferah vardır: (İzâ eftera feriha) Biri iftarda, (ve izâ lakıye’llàhe ferihe) ikincisi Allah’a kavuştuğunda mükâfatını alacağı zaman.



273 Müslim, Sahîh, c.VI, s.19, no:1946; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.232, no:7174; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.288, no:921; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.III, s.5, no:8986; Hatîb-i Bağdâdî, Tarih-i Bağdad, c.VII, s.213, no:3691; Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

469

(Ve’llezî nefsü muhammedin bi-yedihî) Muhammed SAS’in nefsi yed-i kudretinde olana yemin ederim ki, (lehulûfe femi’s-sàimi etyabu inda’llàhi min rîhi’l-misk) oruçlunun ağız kokusu Allah’a misk kokusundan daha güzel gelir.”


Tuttuğunuz oruç benim içindir, onun mükâfâtını ben veririm.

Tabii hepimizde çeşit çeşit kusurlar var. Bu kurlardan dolayı birçok hak sahipleri var. Kimisini dövmüşüzdür, kimisini incitmişizdir, kimisinin parasını alıp vermemişizdir. Bir sürü haklar vardır üzerimizde… Dünyada da bunu almamıştır adam, ölmüştür. Kıyamet gününde hakkı olanlardan bu hakları ister.

Hakkı olanlardan bu hakları isteyince, namazından, hayırlarından, hayırlarından, neleri arsa onlardan bu hakları öderler. Orada verilecek para yok, bu adamdan sevap olarak alacağını al derler. Alacaklılar ala al sevaplar biter.

Daha hak sahipleri ar, haklarını isterler. Bu adamın orucu da var… Cenâb-ı Hak der ki:

“—Öbür sevapları aldınız, orucun sevabını vermem!” der. Bunun üzerine onlara cennetteki köşkler, saraylar gösterilir. Hayran kalırlar.

“—Yâ Rabbi, bu köşkler, saraylar kimler için?” diye sorarlar.

“—Müslüman kardeşlerine hakkını helâl edenler için.” denilir.

“—Öyleyse biz de hakkımızı helâl ediyoruz.” derler.

Borçlu da, alacaklılar da hep beraber cennete konulur.


Oruçlu iken namaza durduğumuz zaman, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir tecellisi vardır. Gönlü namazda iken Allah’la olduğu müddetçe, Allah-u Teàlâ ona tecelli eder, nurunu onun gönlüne ilkà eder. Yalnız o adamın gönlü perdelenmiş olmasın!

Perde üç tanedir:

Birisi küfür perdesi, Allah esirgeye… El-hamdü lillâh ehl-i imanız, küfrümüz yok…

İkincisi şirk perdesi. El-hamdü lillâh, şirkimiz de yok, Allahımız bir…

Üçüncüsü günahlar. İşte o günah perdesinden kendimizi kurtaramıyoruz. O günahlar önümüzde perde perde yığılıyor, o perdelerden dolayı o nurdan nur alamıyoruz.

Meselâ, Güneşin ziyası bize her zaman geliyor. Bazan araya

470

Ay giriyor, Güneş tutuluyor. Araya bir mâni girdiği için Güneş’in ışığı bize gelmiyor. Bu araya giren perde nasıl ışığın gelmesine mânî ise, bizim de günahlarımız, Allah-u Teàlâ’nın nurunun gönlümüze gelmesine perde oluyor.

Onun için, “Estağfiru’llàh… Estağfiru’llàh… Estağfiru’llàh…” diye çok tevbe edeceğiz ki, bu perdeler ortadan kalksın…

Onun için Cenâb-ı Peygamber;

“—Ben günde yüz kere istiğfar ediyorum!” diyor.

Halbuki hiç günahı olmadığı halde… Bu ne demek? “Siz de istiğfar edin!” demek. Bizi istiğfara alıştırmak için Cenâb-ı Peygamber kendisi böyle istiğfar ediyor.

Onun için, sabahta ve akşamda yüzer kere istiğfar edelim! Hele o Seyyidü’l-İstiğfar’ı ezberleyip üçer kere okumak ne büyük devlettir ki, ölürse cennetlik olur.

Oruçlu olduğumuz vakitte, hele iftar zamanlarında, sofra hazırlanmış, iftar saatini, ezanı bekleriz. Niçin? Allah’ın emri böyledir diye…

Bunu Cenâb-ı Hak görüyor. Kulunun önünde her şey hazır, yese kimse mânî olamaz. Öyleyken tutuyor kendisini yemiyor, iftar vaktini bekliyor. Onun için Cenâb-ı Hak onun gönlüne tecelli eder, bir nur ilka eder, içine bir sevinç verir ki, o sevincin tarifi mümkün değil…

Ama bakıyoruz ki, bizde öyle bir sevinç olmuyor. Acaba neden olmuyor? Günah perdeleri var arada da, o günah perdelerinden dolayı o sevinci hissedemiyoruz.


Ebû Talhâ diye bir zât-ı muhterem var; ismini çok severim kendisini de çok severim. Allah şefaatine nail etsin…

Çok da cömert… Bak ilk müslümanlardaki Peygambere olan sevgiye ve dine olan bağlılığa bir numûne olarak söyleyeceğim: Rasûlullah’a her gün misafirler geliyor. Bir kısmını kendi alıyor, bir kısmı da ashâbı kirâma tevzî olunuyor. Etraftan mütemadiyen yeni yeni müslümanlar geliyor. Bu gelen müslümanları ehl-i Medîne misafir ediyor, Medine’de konaklıyorlar.

Bir adam kalmış açıkta, kimse onu alamıyor. Efendimiz SAS ensar ve muhacirlere haber yollamış;

“—Bunu bu akşam doyuracak bir şey kimsede yok mu?

471

Hepsi, “Yiyecek bir şeyimiz yok.” demişler.

Ebû Talhâ gelmiş:

“—Ben götüreyim yâ Rasûlallah!” demiş, almış gitmiş evine.

Hanımı demiş ki:

“—Yahu ne getirdin bu misafiri?” “—Niye?” “—Evde bir şey yok ki! Ancak çocukların doyacağı bir çorba var.” demiş.

“—Olsun hanım, çocuklarımızı sen uyut, bu çorbayı bu akşam bu misafire yedirelim. Işığı söndürürüz, benim kaşığım boşa gider gelir, misafir karnını doyurur.” demiş.

Hakikaten de öyle yapmışlar, misafiri doyurmuşlar, Cenâb-ı Peygamber de sabahleyin onları taltif etmiş.

Bak Müslümanlıkta insana, cemiyete hizmete bak, yardıma bak! Kendisini aç bırakıyor, misafirini gözetliyor. Allah cümlemize onların huylarından huylar nasip etsin. Onların şefaatlerine de nail etsin…


Bu zâtın güzel bir hurma bahçesi varmış, çok güzel. Bir gün gitmiş bahçesine bakmış ki ağaçlar gayet böyle birbirine girmiş, kuşlar cıvıl cıvıl içerisinde ötüşüyorlar, hayran hayran onlara bakarken, ikindi namazının vaktini kaçırmış. Gelmiş bakmış ikindi namazı kılınmış.

“—Vah vah!” demiş, bu bahçe beni Peygamber SAS’in arkasında namaz kılmaktan mahrum etti, ben bu bahçeyi feda ettim, Ümmet-i Muhammed’e vakfettim demiş, istemem o bahçeyi, bir daha o bahçeye ayağımı atmam!” demiş.

Müslümandaki ruha bak aziz kardeş!

Bu zat ancak senede bir gün Ramazan Bayramı’nda, dört gün de Kurban Bayramı’nda olmak şartıyla beş gün yemek yer, diğer günleri hep oruç tutarmış.

Allah bizi de affetsin de, hiç olmazsa Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutabilsek ne mutlu bizlere!


İftar vakti gelince, sofranın etrafına çoluk çocuğu da sıralamalı! Sessiz sedasız, gönlünü Allah’a verip:

“—Estağfiru’llàh… Estağfiru’llàh… Estağfiru’llàh…” “—Allàh… Allàh… Allàh…”

472

“—Lâ ilâhe illa’llàh… Lâ ilâhe illa’llàh… Lâ ilâhe illa’llàh…” diyerek; yâhut Kur’an’dan Kul hüva’llàhu ehad, İnnâ a’taynâ, Elham gibi sûreleri tekrarlamak iftar vaktini beklemeli!

Bu ara Cenâb-ı Hakka el açıp;

“—Yâ Rabbi, biz senin aciz kullarınız, çok kabahatler, kusurlar etmekteyiz, senden affını isteriz. Bizi seni bilenlerden eyle, seni sevenlerden eyle yâ Rabbi! Bizleri senin sevdiğin ve razı olduğun kulların arasına kabul eyle yâ Rabbi!” diye tazarru ve niyazda bulunmalı!

Demin hafız efendi okurken çok hoşuma gitti;


إِنَّ ا مَعَ الصَّابِرِينَ (البقرة:٣)


(İnna’llàhe mea’s-sàbirîn) “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153) dedi.

Allah, “Sabredenlerle beraberim!” diyor, sabırlılarla beraberim. Sabrettin mi yardımcın Allah, kuvveti verecek Allah, nuru verecek Allah, sana her çeşit nusreti yapacak hep Allah’tır. Çünkü ben seninleyim diyor.

Mea, maiyyet, beraberlik demek. “Ben seninleyim!” diyor. “Ne korkuyorsun! Ben seninle olduktan sonra dünyanın hepsi bir tarafa ayrılsa; sana bir şey yapamaz.” Onun için bir de diyor ki:


وَا يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (آل عمران:٨٤١)


(Va’llàhu yuhibbü’l-muhsinîn) “Allah ihsan sahiplerini sever.” (Âl-i İmran, 3/148)

Şimdi okuduk ya Cenâb-ı Hak bir lokmayı bir dağ yapıyor. Bir lokma bir dağ olunca, ihsanlar da o nisbette büyüyor. Evvela ihsan Allah Celle ve A’lâ’nın eline geçer, ondan sonra kulun eline geçer. Diyeceksin ki: “—Sen bu arada yoktun, işte ben de ona veriverdim.”

Yok öyle iş! Senin de aklın ermez o işe, benim de aklım ermez o işe… Allah-u Teàlâ muhsinleri seviyor, ihsan sahiplerini, yardım edenleri, iyilik edenleri seviyor.

473

إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (الزمر:٠١)


(İnnemâ yüveffe’s-sàbirûne ecrahüm bi-gayri hisâb) “Sabredenlere mükâfatları ölçüye sığmayacak kadar, hesapsız

verilir.” (Zümer, 39/10)

İşte burada oruçlunun sevabına kimseyi elleştirmiyor. Onda kimsenin hakkı yok, o benim diyor. Binâen aleyh onunla kurtarıp cennetine koyduğu gibi ihsanının da nihayeti yok. Ben veriyorum dedikten sonra onun biri, ikisi, beşi, onu olmaz. Allah-u Teàlâ’nın kepçesi büyük. Verdiğinin hesabı yok. Onun için sabırlılara bi- gayri hesap veriyor. Oruç da sabırdan ibarettir.

Allah cümlemizi bu sàbirûn zümresine ilhak eylesin…


Bu sabırların en güzeli, her gün beş vakit namaz kılarız el- hamdü lillâh. Bu beş vakit namazda Cenâb-ı Hakk’ın divanına dikiliriz. Divanına dikildiğimiz vakitte gönlümüzün Allah ile olabilmesini temin etmeye çalışmak, her müslümanın vazifesi. Bizim oraya gidip de hemen yatıp kalkmaktan ibaret değil işimiz.

İmam okudu, Allahu ekber dedi, biz de dedik; olmaz öyle iş. Gönlü Allah ile beraber tutabilmenin çaresine bakmak lazım! Onun için, namazın haricindeki saatlerde kulun zâkir olması lazım ki, namaza durduğu vakitte o zikir ile bulunabilsin. Diğer saatlerde insan kendisini zikre alıştırmalı ve kendini de iki de bir yoklamalı;

“—Bakalım ben ne haldeyim. Allah’a zikir halinde miyim, yoksa başka boş şeylerle mi meşgulüm?”


Onun için, Cenâb-ı Hak şurada şerhte bir yerde diyor ki:

“—Sen ey kulum! İbadet için ayrıl. Yalnız namaz vakti için değil; her zaman böyle ibadet için ayrıl! (Emleü sadrake gınen) Ben senin içini zenginlikle doldururum.”

Sen bana yönel! Bana yöneldikten sonra senin içini ben nur ile doldururum, zenginlikle doldururum. Bütün dünya hazineleri adeta senin olur.

(Ve eseddü fakrake) “Senin bütün zaruret kapılarını, darlık kapılarını, sıkıntı kapılarını da kapatırım. Sen ondan sonra

474

sıkıntı görmezsin.”

Meteliğin de olmasa gene görmezsin sıkıntı... Çünkü Allah-u Teâlâ’ya, “El-hamdü li’llâh, bu da Allah’ımdan!” dersin. Paran da olmasa, malın da olmasa gene sıkıntı görmezsin, darlık çekmezsin! Allah kendisine kulluk edeni sıkıntıya düşürmez.


d. Kulun Allah’a Yönelmesi


Onun için bakınız ne güzeldir bu. Gene hadîs-i kudsîdir.

Ahmed ibn-i Hanbel, Tirmizî, İbn-i Mâce ve Hàkim, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:274


إِن اللَّ تَعَالَى يَقُولُ: يَا ابْنَ آدَمَ، تَفَرَّغْ لِعِبَادَتِي، أَمْلْ صَدْرَكَ غِناى،


وَأَسُدَّ فَقْرَكَ، وَإِلَِّ تَفْعَلْ، مَلَْتُ يَدَيْكَ شُغْلاا ، وَلَمْ أَسُدَّ فَقْرَكَ

(حم. ت. حسن غريب، ه. ك. عن أبي هريرة)


RE. 94/8 (İnna’llàhe teàlâ yekùlü: Ye’bne âdem, teferrağ li- ibâdetî, emle’ sadreke gınen, ve esüdde fakreke, Ve illâ tef’al, mele’tü yedeyke şuğlen, ve lem esüdde fakrake.) (İnna’llàhe teàlâ yekùlü) “Allah-u Teàlâ buyurur: (Ye’bne âdem) Ey Adem oğlu! (Teferrağ li-ibâdetî) Benim ibadetim için elini meşgaleden çek ki, (emle’ sadreke gınen) senin kalbini zenginlikle doldurayım. (Ve esüdde fakreke) Fakirlik kapılarını da

kapatayım.” (Ve illâ tef’al, mele’tü yedeyke şuğlen) “Eğer böyle yapmazsan, o vakit senin ellerini meşgale ile doldururum, (ve lem esüdde fakrake) ve ihtiyacını da örtmem.” “—Eğer sen bana yönelmezsen ben senin ellerini meşgul



274 Tirmizî, Sünen, c.IX, s.6, no:2390; İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.130, no:4097; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.358, no:8681; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.119, no:393; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.348, no:35844; Beyhakî, Âdâb, c.III, s.100, no:803; Hennâd, Zühd, c.II, s.354, no:666; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.481, no:3657; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.117; Ebû Hüreyre RA’dan.

475

ederim. Çalışırsın akşama kadar şurada burada, yorulursun, terler akıtırsın ama eline geçen gene sıfırdır. Karnın da doymaz gözün de doymaz. Bununla beraber senin fakirlik kapını kapatmam.”

Onun için, Allah Celle ve A’lâ kusurlarımızı affetsin… Bu mübarek ayda kendisine tam manası ile yönelen bahtiyar kullarının arasına bizleri de kabul etsin…


e. Allah İçin Birbirini Sevmek


Ahmed ibn-i Hanbel, Müslim ve İbn-i Hibbân, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:275


إِن اللَّ تَعَالٰى يَقُولُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: أَيْنَ الْمُتَحَابُّونَ بِجَلاَلِي؟ الْيَوْمَ أُظِلُّهُمْ


فِي ظِلِّي، يَوْمَ لَِ ظِلَّ إِلَِّ ظِلِّي (حم. م. حب. عن أبي هريرة)


RE. 94/9 (İnna’llàhe teàlâ yekùlü yevme’l-kıyâmeti: Eyne’l- mütehâbbûne li-celâlî? El-yevme üzıllühüm fî zıllî, yevme lâ zılle illâ zıllî.) (İnna’llàhe teàlâ yekùlü yevme’l-kıyâmeti) “Allah-u Teàlâ

kıyamet gününde şöyle buyurur: (Eyne’l-mütehâbbûne li-celâlî) Benim celâlim için birbirini sevenler nerede?” Allah için müslümanların birbirlerini sevmesi lazım. Çünkü hep kardeşiz. Hep kardeş olduğumuzdan dolayı zengin-fakir, irili- ufaklı, kuvvetli-zayıflı, bilgili-bilgisiz hepimiz birbirimizi seveceğiz.

(El-yevme üzıllühüm fî zıllî) “Bugün onları hususi ölgeliklerimde gölgelendiririm. (Yevme lâ zılle illâ zıllî) O gün



275 Müslim, Sahîh, c.XII, s.433, no:4655; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.237, no:7230; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.232, no:20856; Dârimî, Sünen, c.II, s.403, no:2757; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.482, no:8989; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.307, no:2335; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.151, no:1384; Mâlik, Muvatta’, c.V. s.1389, no:3504; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.247, no:711; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIII, s.111; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.344; Ebû Hüreyre RA’dan.

476

hiçbir yerde gölgelik yok; ancak Allah-u Teâlâ’nın hususi gölgelikleri vardır.”

“Hiç sıcaklık görmezler, hararet görmezler. Niçin? Dünyadayken onlar benim için birbirlerini sevdiler. Bana, benim için birbirlerini sevmek kadar sevgili bir şey yok.” Allah cümlemizi o nimete eren kullarından eylesin... Cenâb-ı Hak cümlemizin günahlarımızı affetsin… Bugün nail olduğumuz nimetlerin de hesabı da yok…


f. Sirke Yiyene Meleklerin Dua Etmesi


İbn-i Asâkir, Câbir ibn-i Abdullah RA’dan rivayet etmişlir.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:276


إن اللّ يوكل بآكل الخل ملكين يستغفران للّ له حتى يفرع (كر. عن جابر)


RE. 95/4 (İnna’llàhe teàlâ yüvekkilü bi-âkili’l-halli melekeyni, yestağfirâni’llâhe lehû hattâ yefruğa.)

Zaruret sahibi insanlar, yok ellerinde bir şey. Bir parça sirke bulmuşlar o sirkeye banıp ekmek yiyorlar, sirkeden başka bir şeyleri yok.

(İnna’llàhe teàlâ yüvekkilü bi-âkili’l-halli melekeyni) “Cenâb-ı Hak onlara iki tane melek gönderir. (Yestağfirâni’llâhe lehû hattâ yefruğa) Sofradan kalkıncaya kadar, bu iki melek bu iki insan için istiğfar ederler.”

Zaruret sahibi ama sabır sahibi;

“—Ben bunu yiyorum şu öteki de bal yiyor. Şunun elindeki baldan ben de alayım yiyeyim.” diye kafasında bir şey yok!


g. Şam’da Ebdallar Vardır




276 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVI, s.455: Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.285, no:41024; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII. s.309, no:7360.

477

İbn-i Asâkir, Hz. Ali RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:277


إِنَّ الأَبْدَالَ بِالشَّامِ، يَكُونُونَ وَهُمْ أَرْبَعُونَ رَجُلاا، بِهِمْ تُسْقَوْنَ الْ غَيْثَ،


وَ بِهِمْ تُنْصَرُونَ عَلٰى أَعْدَائِكُمْ، وَ يُصْرَفُ عَنْ أهْلِ الأَرْضِ الْبَلاَءُ


وَالْ غَرَقُ (كر. عن علي)



RE. 95/6 (İnne’l-ebdâle bi’ş-şâmi, yekûnûne ve hüm erbaùne racülen, bihim tüsgavne’l-gayse, ve bihim tünsarûne alâ a’dâiküm,



277 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.I, s.289; Hz. Ali RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.186, no:34594; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.203, no:6131.

478

ve yusrafu an ehli’l-ardı’l-belâü ve’l-garaku.)

Ebdal Şam’da bulunur. Kırk kişidirler. Bunlar yüzünden yağmur görürsünüz. Bunlar yüzünden düşmana galip gelirsiniz. Bunlar yüzünden arzın batmasından, sizlere bela gelmesinden kurtulursunuz. Allah düşmanın şerrinden hep bütün İslâm memleketlerini muhafaza buyursun… Şam’ı çok methetmişler. Şam bir topraktır. Gerçi bütün

topraklar Allah’ın mülküdür. Fakat bu toprakta oturan insanlarla şeref alır.

Mesela burası cami, dışarıdaki toprakla aynı topraktır değil mi? Ama buranın şerefi ile cami dışında olan toprağın şerefi bir olamaz. Buranın şerefi buranın insanları ile şerefyâb olur.


شَرَفُ الْمَكَانِ بِالْمَكِينِ


(Şerefü’l-mekâni bi’l-mekîn)’dir. “Yerin şerefi orada oturan insanladır.”

Burası bir gün gelir de, Allah esirgesin, meyhane olursa; yıkılır dünya tabii… Burasını gelir birisi satın alır, bir meyhane yaparsa, burası o şerefi kaybeder.

“—Hani yer şerefliydi?” Burada oturanlarla şereflidir. Şimdi Şam şereflidir, Şam’da oturanlarla şereflidir. Şam’da oturanlar eğer ehl-i imân ise ne güzel. Ehl-i imân değilse, bugün bakınız orası ne acı bir halde… Müslüman müslümanla dövüşüyor bugün.

Niçin? İdareciler müslüman değil.

Allah onun için müslüman idarelerden bizi ayırmasın…


(İnne’l-ebdâle bi’ş-şâmi) “Ebdâl Şam’da bulunur.” Ebdâl demek Allah’ın sevgili, iyi kulları demek. Ebdâl

tebdilden gelir. Kötü huyları bırakmışlar iyi huy sahibi olmuşlar ve o iyi huyları ile Allah’a kendilerini sevdirmişler. Bu sevdirdiklerinden dolayı ebdal olmuşlar ki;

(Ve hüm erbaùne racülen) “Bunlar 40 kişidir.” Cenâb-ı Hak Şam’da bunları muhafaza eder. Biri ölür, yerine biri gelir; biri ölür, yerine biri gelir; daima orada mevcutturlar.

(Bi-him tüsgavne’l-gayse) “Bütün dünyadaki yağmurlar bu

479

ebdalların yüzü suyu hürmetine yağar.”

Ama bunlar fakirdir, esvapsızdır, ayakkabısızdır, şudur budur… Ama Allah’a kendilerini sevdirmişler; gönülleri Allah iledir. Gönülleri daima Allah iledir, namaza durdukları vakit kendilerini kaybederler. Çünkü nasıl ashâb-ı kirâm Allahu ekber

dedikleri vakitte taş kesilirlermiş, yani kımıldamazlarmış. Kuşlar gelir başlarına konarmış.

Niçin? Kımıldamıyorlar! Huzur-u Rabbi’l-aleminde, öyle eriyor kendisi. Gönlü de Allah ile… Gönlü de Allah ile olduğu için Cenâb-ı Hak onları seviyor ve onlar dolayısıyla yeryüzüne yağmur veriyor. Yeryüzüne verdiği yağmurlar onların hürmetine.

(Ve bi-him tunsarûne alâ a’dâiküm) “Onlar hürmetine düşmanlarınıza karşı size yardım edilir.” Yâni, onlar olmasa bizim halimiz harap demektir.

Daha? (Ve yusrafu an ehli’l-ardı el-belâü ve’l-garaku) “Yeryüzündeki bütün insanları da onların hürmetine mahvolmaktan, suda boğulmaktan, çeşitli belalara düçar olmaktan kurtarıyor Allah-u Teàlâ...”

Ebdâl demek çok kıymetli bir adamlar demek. Bu kıymetlerinden dolayı Cenâb-ı Hak yeryüzüne yağmurlar veriyor, rızıklar gönderiyor, düşmanlara karşı zafer veriyor. Dünya yüzünden de belaları kaldırıyor. Ne büyük nimet!

Allah-u Teàlâ cümlemizi kendisini seven, emirlerine itaat eden bu ebdallar sınıfına kabul buyursun inşallah...


h. Küsler Affedilmez


İbn-i Asâkir, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet eylemiş. Buyuruyor ki Cenâb-ı Peygamber Efendimiz:278


إِنَّ الأَعْمَالَ تُعْرَضُ يَ وْمَ الْخَمِيسِ، وَيَوْمَ الْجُمُعَةِ، فَيُغْفَرُ لِكُلِا عَبْدٍ


لَِ يُشْرِكُ بِاللِّ شَيْئاا، إِلَِّ رَجُ لَيْنِ، فَإِنَّهُ يَ قُولُ: أَخِّرُوا هٰذَيْ نِ حَتَّى




278 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXII, s.363; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.465, no:7456; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.215, no:6157.

480

يَصْلُحَا الِسلام ن(كر. عن أبى هريرة)


RE. 96/1 (İnne’l-a’mâle tu’radu yevme’l-hamîsi, ve yevme’l- cumuati, feyuğferu li-külli abdin lâ yüşriku bi’llâhi şey’en, illâ raculeyni, feinnehû yekùlu: Ahhirû hâzeyni hattâ yasluhâ.) (İnne’l-a’mâle tu’radu yevme’l-hamîsi ve yevme’l-cumuati). “Bütün insanların amelleri perşembe ve cuma günleri Allah-u Teàlâ’ya arz olunur. (Feyuğferu li-külli abdin lâ yüşriku bi’llâhi şey’en) Allah’a şirk koşmayan bütün kullar affolunur.”

(İllâ raculeyni) “Yalnız küs iki kimse affolunmaz. (Feinnehû yekùlu: Ahhirû hâzeyni hattâ yasluhâ) ‘Bu iki kişiyi barışıncaya kadar bırakın!’ denilir. Küsler barışıncaya kadar aftan mahrum olurlar.”


i. İslâm Temizlik Dinidir


Hatîb-i Bağdâdî, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:279


إِنَ الإِسْلاَ م نَظِيف ، فَتَنَظَّفُوا؛ فَإِنهُ لَِ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ إلَِّ نَظِيف

(خط. عن عائشة)


RE. 96/2 (İnne’l-islâme nazîfün, fetenezzafû; feinnehû lâ yedhhulü’l-cennete illâ nazîfün.) (İnne’l-islâme nazîfün) “İslâmiyet gayet temizdir.”

Yalnız üstünün temizliği para etmez. Asıl temizlik içtedir, iç temizliği lazım. Kibirden, hasetten, hırstan, şehvetten, şöhretten riyakârlıktan, âlemin gıybetini yapmaktan insan kendini temizlemelidir. Onların pisliği o kadar fenadır ki!

Şimdi sidik denilen küçük abdestimiz var, bir de gaita denilen büyük abdestimiz var. Bu pislikler üzerimize bulaşırsa, ne kadar



279 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.143, no:2577; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.57; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.278, no:26007; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.213, no:6151.

481

çirkin olur! Onları yıkamadıkça, temizlemedikçe, kimsenin yanına sokulamayız. Fakat bu iç pisliklerinden hiç haberimiz yoktur. Bunların fenalığı bu dış pislikten çok fenadır. Çünkü bunları bir sabunla yıkarız tertemiz olur. Ama o iç pisliklerini atmak kadar da zor şey yoktur. Öyle bir tevbe ile de kurtulamayız.

Çünkü o içeriye yerleşen kötü huy; Allah esirgeye, dedelerimiz, “Teneşir temizler!” demişler. Kötü huylar insana yerleştikten sonra onun imkânı yok kolaycacık gitsin. Teneşir temizler; artık ölene kadar o huy da gider. Çok acı, kolaycacık bir şey değil. Kibirli bir adama ne kadar bilgin adam gelirse gelsin, yapma etme desin, imkânı yok. Kibir var bir kere. Onu söküp atamaz.

Hasedi söküp atamazsın, hırsı söküp atamazsın. Ancak bu Ramazan ayında yapacağın oruçlarla, sabırlarla, Cenâb-ı Hakk’a yalvarmalarla, riyazetlerle geçirebilirsen ne mutlu sana… Geçiremezsen, insan o pisliklerle gider.

Allah muhafaza etsin…


Onun için ehl-i tarikin derecesi çok yüksektir. Onlar mücahid olarak, kötü huyları atmak için riyazet ederler, kendilerini sıkıya sokarlar. Allah-u Teâlâ’nın zikrini de fazla yaparlar. Cenâb-ı Hakk’tan da yardım isterler. Büyüklere de iltica ederler ve bu sebeple inşallah kurtulmuş da olurlar.

Çünkü Ay taştan ibaret bir memleket… Şimdi Ay’a gittiler Amerika’dan, getirdiler toprağını da gösterdiler bize. İşte bak Ay dediğimiz şey taştan topraktan bir mevcut. O güneşi görünce bak nasıl parlıyor.

İnsan Allah’ın en ekmel mahlûku, en güzel mahlûku... Ne Ay’a benzer, ne Güneş’e benzer. İnsandan daha iyi güzel hiçbir mahlûk yoktur. Bakarsın, hayran olursun. Yüzüne bak hayran ol, boyuna bak hayran ol... Kadınına bak hayran ol, çocuğuna bak hayran ol. İşte bak bu insan bugün, yere değil göğe bile sığamıyor. Bu ufacık insan; bunun kudretini veren Allah, bilgisini veren Allah… Hepsi Allah’ındır. Ne Amerika’nın malı, ne Rus’un malıdır.

Allah-u Teàlâ, bazen onların elinden, bazen müslümanların elinden bu gibi şeyleri insanlara ihsan eder. Öyleyse sen perşembe günleri, cuma günleri, hatta cumartesiyi de katarak üç günü, bazen de pazartesiyi de kataraktan oruçlarına devam et!

Hz. Ebû Talha RA çok yaşamış. O çok yaşadığı halde orucu da

482

hiç bırakmamış. Muharebelere girmekten de kaçınmaz. Muharebeye de aslan gibi girer, o açlıkla kılıç sallarmış. Bizim yediklerimizin de onda birini yemezler. Yedikleri de hurma veyahut buğday unu. Başka şeyleri de yok o zavallıların…


i. Pazartesi ve Cuma Günleri Ameller Arzedilir


Şîrâzî, Ebû Hüreyre RA’dan; Beyhakî, Üsâme ibn-i Zeyd RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:280


إنا الأَعْمَالَ تُرْفَعُ يَوْمَ الِثْنَيْنِ وَالْخَمِيسِ، فَأُحِبُّ أَنْ يُرْفَعَ عَمَلِي وَ أَنَا


صَائِم (الشيرازي عن أبي هريرة؛ هب. عن أسامة بن زيد)


RE. 96/3 (İnne’l-a’mâle turfeu yevme’l-isneyni ve’l-hamîsi, feuhibbu en yurfea amelî ve ene sàimün) (İnne’l-a’mâle turfeu yevme’l-isneyni ve’l-hamîsi) “Ameller pazartesi perşembe günleri arz olunur, Allah’ın divanına kadar yüceltilir, yükseltilir. (Feuhibbu en yurfea amelî ve ene sàimün) Ben de amelim oraya ref’ olunurken, o dergâha yüceltilirken oruçlu olmayı seviyorum, onun için oruç tutuyorum.” buyurmuş. Oruçlu olduğum halde melekler desinler ki:

“—Yâ Rabbi! Filan kulun da oruçluydu. Bak oruçlu olarak sana amellerini getirdik.”

“Bunu sevdiğim için pazartesi perşembeyi de bırakmıyorum.” demiş. Yani, “Siz de bırakmayın!” demektir.



280 Lafız farkıyla:

Tirmizî, Sünen, c.3, s.122, no:747; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.287; Ebû Hüreyre RA’dan.

Neseî, Sünen, c.IV, s.201, no:2358; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.201, no:21801; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.377, no:3820; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.121, no:2667; Bezzâr, Müsned, c.I, s.403, no:2617; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IX, s.18; Üsâmetü’bnü Zeyd RA’dan.

Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.III, s.249, no:986; Ümm-ü Seleme RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.564, no:24192; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.214, no:6156.

483

Allah cümlemize de nasib eylesin inşallah…


j. İmanın Yenilenmesi


Taberânî ve Hàkim, Abdullah ibn-i Amr RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:281


إِنَّ الإِيمَ انَ لَيَخْلَقُ فِي جَوْفِ أَحَدِكُمْ، كَمَا يَخْلَقُ الثَّوْبُ ؛ فَاسْأَلُوا اللَّ


تَعَالٰى أن يُجَدِّدَ الإِيمَانَ في قُلُوبِكُمْ (طب. ك. عن ابن عمرو)


RE. 96/6 (İnne’l-îmâne leyahleku fî cevfi ehadiküm, kemâ yahleku’s-sevbü; fe’s’elu’llàhe teàlâ en yüceddide’l-îmâne fî kulûbiküm.) (İnne’l-îmâne leyahleku fî cevfi ehadiküm, kemâ yahleku’s- sevbü) “Sizin içinizdeki iman, elbisenin eskidiği gibi eskir. (Fe’s’elu’llàhe teàlâ en yüceddide’l-îmâne fî kulûbiküm) Allah’a niyaz edin ki, sizin imanınızı tazelesin.” Ne diyelim? Duası da var:

(Allàhümme innî üceddidü’l-îmâne tecdîden bi-kavli lâ ilâhe illa’llah.) “Allah’ım, muhakkak ki ben Lâ ilâhe illa’llah sözü ile imanımı yenilemeyi arzu ediyorum.” Bir hadis-i şerifte buyrulmuş ki:282


جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ، أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لَِ إِلَهَ إِلَِّ اللَُّّ



281 Hàkim, Müstedrek, c.I, s.45, no:5; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.212, no:158;

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.262, no:1313; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.224, no:6177.

282 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.359; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.285, no:7657; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.357; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.417, no:1424; ibn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.76, no:925; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.416, no:1768; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.51, no:1068; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XII, s.34, no:11367; RE. 270/13.

484

(حم. ك. حل. عد. عن أبي هريرة


(Ceddidû îmâneküm, eksirû min kavli lâ ilâhe illa’llàh.) “Lâ ilâhe illa’llàh sözünü sık sık söyleyerek imanınızı yenileyin, tazeleyin!” Lâ ilâhe illa’llah imanı tazeler, temizler, kuvvetlendirir, nurlandırır, parlatır. Onun için onu dilinizden bırakmayınız.

Kalplerdeki imanın tazeliğini istiyorsanız, hele bu Ramazan-ı mübarekte, hele iftardan evvel Lâ ilâhe illa’llah’ı çokça söyleyiniz.

Günde yüz kere Lâ ilâhe illa’llah de! Günde yüz kere Lâ ilâhe illa’llah diyenin sevabına erişen olmayacak. O kadar çok sevap alacak yahut ondan daha fazla diyen çok sevap alır. Çok demiş, 200 demiş 500 demiş. Onun sevabı daha artı olacak.

Ama günde en aşağı 100’den aşağı kalmamak üzere, akşam sıralarında mutlaka Lâ ilâhe illa’llah, Lâ ilâhe illa’llah, Lâ ilâhe illa’llah deyin!

Bağırmaya da lüzum yok, hafif bir lisan ile kâfi…


j. Peygamberler Allah’ın Huzurunda Bulunurlar


Hàkim ve Deylemî, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:283


إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَِ يُتْرَكُونَ في قُبُورِهِمْ بَعْدَ أَرْبَعِينَ لَيْلَةا، وَ لٰكِنْ يُصلُّونَ بَيْنَ


يَدَي اللَِّّ حَتَّى يُنْ فَخَ فِي الصُّورِ (ك. فى تاريخه، والديلمى عن أنس)


RE. 96/5 (İnne’l-enbiyâe lâ yütrekûne fî kubûrihim ba’de erbaîne leyleten, velâkin yusallûne beyne yedeyi’llâhi hattâ yunfeha fi’s-sûri.) (İnne’l-enbiyâe lâ yütrekûne fî kubûrihim ba’de erbaîne leyleten) “Vefat eden peygamberler kabirlerinde kırk geceden sonra bırakılmazlar. (Velâkin yusallûne beyne yedeyi’llâhi) Onlar



283 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.222, no:852; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.474, no:32230; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.219, no:6165.

485

öldükten sonra da Allah-u Teàla’nın huzurunda namazlarını kılarlar. (Hattâ yunfeha fi’s-sûri) Sura üfürülüp kıyamet kopuncaya kadar…” Ruhlar orada ibadetle meşgul olurlar, ceset bulunduğu yerde kalır. Ve ruhları da istediği anda cesetlerine ithal olunur.

Namazları yalnız dünyaya münhasır değildir yani. Mûsâ AS da öyleydi. Cenâb-ı Peygamber de onları böylece bize tasvir ediyor.

Onun için şühedaya:


وَلَِ تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَِّّ أَمْوَات ، بَلْ أَحْيَاء وَلَٰ كِنْ


لَِ تَشْعُرُونَ (البقرة:٤)


(Ve lâ tekùlû li-men yuktelü fî sebîli’llâhi emvâtün) “Allah yolunda öldürülen kimselere ölüler demeyin; (bel ahyâün velâkin lâ teş’urûn.) bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara, 2/154)

Ölü olanlar gavurlardır, dinsizlerdir. Mü’min de ölmez, şehid olan da ölmez.


بل يتثقلوون من دار الى دار


(Bel yentakılûne min dârin ilâ dârin) “Bu dünyadan öbür dünyaya, bu evden öteki eve geçiş gibidir.”

Yalnız iktidar ellerinden alınmıştır, sesleri çıkmaz o kadar.


k. İyilik ve Akraba Ziyareti


Hatîb-i Bağdâdî, Deylemî ve İbn-i Asâkir, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:



إِنَّ الْبِرَّ وَالصِّلَةَ، لَيُطِيلاَنِ الأَعْمَارَ، ويُعْمِرَانِ الدِّيَارَ ، ويُكْثِرَانِ الأَمْوَالَ

486

ولَوْ كَانَ الْ قَوْمُ فُجَّاراا (خط. والديلمي، كر. عن ابن عباس)


RE. 96/7 (İnne’l-birre ve’s-sılate, leyütîlâni’l-a’mâre, ve yu’ammirani’d-diyâre, ve yüksirâni’l-emvâle, ve lev kâne’l-kavmu füccâren.) (İnne’l-birre ve’s-sılate) “İyilik yapmak ve akrabayı ziyaret etmek, (leyütîlâni’l-a’mâre) ömürleri uzatır, (ve yu’ammirani’d- diyâre) memleketleri mamur eder, (ve yüksirâni’l-emvâle) malları artırır. (Ve lev kâne’l-kavmu füccâren) Şayet bu kimseler günahkâr bile olsalar…”


Bu çok mühim bir iş. Şurada iki tane söz söyledi:

1. (El-birre) İkram ve ihsan, iyilik yapmak demek.

2. (Ve’s-sılate) Akraba-i taallukat ile ilgisini kesmemek demek.

Akraba-i taallukatını, amcasını dayısını biliyor, teyzesini halasını biliyor. Bunlar baş akraba… Bunların çocuklarıyla ilgiyi kesmiyor. Çünkü bu akrabalık insanlara büyük bir kuvvettir. Kabilelerin teşekkülü bundan olmuştur. Akrabalar toplanmış bir yere, böyle bir kabile olmuşlar, hep birbirinin kardeşleri gibidirler. Onun için müslümanlar da böyle birbirlerinin ziyaretini yapacak, ikramını yapacak, yardımsa onun elinden tutacak, her şeysini yapacak.

İyilik yapmak ve akrabayı ziyaret etmek, ömrün uzamasına, memleketin mâmur olmasına sebep olur. Malları da çoğalır.

Ben akrabama bir iyilik yapacağım, onu bir ziyaret edeceğim, bir fakirin elinden tutacağım; bu benim malımın çoğalmasına sebep olacak, benim ömrümün uzamasına sebep olacak, sonra oturduğum evin ve yahut memleketimin de güzelliğine sebep olacak. Bu ziyaret olunanlar günahkâr olsalar dahi.”

Günahkâr insanlar olsa dahi sen akraban ile alâkanı kesme! Günahkârdır diyerekten ona iyilik etmekten de çekinme! Herkese karşı elini uzat, herkese karşı yardımını yap!


l. İyiliği Emretmek, Kötülükten Alıkoymak


Hatîb-i Bağdâdî, Zeyd ibn-i Erkam RA’dan rivayet etmiş.

487

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:284


إِنَّ التَّارِكَ لِلَمْرِ بِالْمَعْرُوفِ، وَالنَّهْي عَنِ الْ مُنْكَرِ، لَيْسَ مُؤْمِناا


بِالْ قُرْآنِ وَلَِ بِي (خط. عن زيد بن أرقم)


RE. 96/8 (İnne’t-târike li’l-emri bi’l-ma’rûfi, ve’n-nehyi ani’l- münkeri, leyse mü’minen bi’l-kur’âni ve lâ bî.)

(İnne’t-târike li’l-emri bi’l-ma’rûfi) “İyiliği emretmeyi terk eden, (ve’n-nehyi ani’l-münkeri) ve kötülüğü önlemeye çalışmayan kimse, (leyse mü’minen bi’l-kur’âni ve lâ bî) Kur’an’a ve bana iman etmiş olmaz!” İslâm’ımızda iki şey var: Emr-i maruf, nehy-i ani’l-münker. Daima iyiliği emredeceğiz, fenalıklardan da insanları çekmeye çalışacağız. Fenalığı kendimiz yapmadığımız gibi, evlatlarımız da yapmayacak.

Geçen bir hanım gelmiş, “Şöyledir böyledir...” diye evlâdından bana şikâyet ediyor.

“—Babası nasıl?” dedim.

“—Babası da böyledir.” dedi.

Evlat da tabii babasına benzeyecek. Baba nereye giderse, çocuk da oraya gidecek. Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de onu kovalar. Bu böyledir.

Onun için evvela kendimizi ıslah edeceğiz. Ondan sonra çocuklarımıza da namazı, ibadeti, hayırları, hasenatı, iyilikleri yaptırmaya çalışacağız. Sonra onların fena yolları varsa, evvela kendimizi o fena yollardan geri alacağız, çocuklarımız da o fenalıkları yapmamaya çalışacak. Eğer çocuk bakkaldan haram

şeyleri alıp geliyorsa, tabii onun da netice itibarıyla olacağı o… Allah evvela bize acısın. Kendi ömrümüzü iyiliklerle geçirmeyi nasib eylesin… Sonra evlatlarımıza, akraba u taallûkàtımıza, dostlarımıza da, “Yapmayın, etmeyin!” diyelim ki, sözümüzü de dinlesinler o zaman. Çünkü sen kendin bu fenalığı yaparken, ona



284 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VI, s.309, no:3354; Zeyd ibn-i Erkam RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.65, no:5516; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.230, no:6193.

488

“Sen yapma!” demek boş laftır.


“Emr-i maruf yapmayan, iyiliği emretmeyen, yasaklardan da insanları alıkoymayan; bu vazifeyi bilmeyen insan Kur’an’a iman etmiş değildir. Ne kadar Lâ ilâhe illa’llah diyorsa da Kur’an’a iman etmiş değildir, çünkü vazifesini yapmıyor.” Vazifenin başı emr-i ma’ruf; bütün beşeriyetin iyiliğini isteyeceksin, bütün beşeriyetin kötülükten kaçınmasını isteyeceksin.

“Bana da iman etmiş değildir.” diyor Peygamber SAS. “Çünkü benim vazifem bu... Ömrüm cihadla geçiyor. Ashabımın da ömrü cihadla geçiyor.” Tarikatların gayesi de Peygamber SAS’in yaptığını yapmaktır. Peygamber SAS’in ashabı en yüksek makama nail olan bahtiyarlardır. Onların derecesine ne Abdülkàdir’ler, ne Nakşibendî’ler, ne Ahmede’r-Rıfaîler erişememiştir. Erişmek imkânı da yoktur. Her birisi birer yıldız gibidir. Onlar bu saltanata, Peygamber SAS’e itaatlerinden dolayı nail oldular?


O harp ne demek?

Emr-i maruf ediyor, imana gelmiyor. İmana gelmeyince dövüşüyor. Bak ne güzel!

Acemlerle Kadisiye Muharebesi, meşhur. Hepinizin bildiği bir tarih. Kumandan Sa’d ibn-i Ebî Vakkas. Acemlere gidiyor, diyor ki:

“—Biz sizinle dövüşmeye geldik. Ya iman edeceksiniz ya dövüşeceğiz.” “—Canım sizin ayağınızda ayakkabınız yok, üstünüzde entariniz yok. Karnınız da aç, bizimle siz nasıl dövüşürsünüz? Gelin bakın şu ordularımızı bir görün. Koca koca filler, koca koca tanklar, toplar tüfekler, altınlar gümüşler yığılı. Yüzbinlerce askerler. Bunla siz nasıl dövüşürsünüz?”

“—Biz sizinle pekâlâ dövüşürüz. Ya iman edeceksiniz, ya bize vergi ödeyeceksiniz.” “—Etmiyoruz!” “—O zaman dövüşelim! Şart bu.”

Kaç asker? Sekiz bin asker. Sekiz bin asker iki yüz bin kişilik orduya kafa tutuyor. Dövüştüler. Allah’ın yardımı ile galip

489

geldiler. Allah yardım ediyor tabii.

“—Sekiz bin kişi 200.000 kişiyi yenebilir mi?” İmkânı yok ama Allah’tan yardım olunca yener. Allah’ın yardımı olunca, Bedir’de Allah-u Teàlâ açıktan açığa meleklerini

yolladı. İlk muharebe. İlk muharebedeki zafer ancak melekler vasıtasıyla elde edildi. Allah-u Teâlâ bir 3000, bir de 5000 melek yolladı, düşman helak oldu gitti.

İşte burada da görünmez kuvvetler yardım etti. Hatta bizim Osman Paşa’nın Rusya ile yaptığı muharebede [Plevne Müdafaası] bu meleklerin de yardıma geldiklerini rivayet ederler. Allah-u Teàlâ’nın yardımı daima, ihlas ile savaşan müslüman ordularıyla beraberdir.

Binâen aleyh şimdi bu 8.000 kişi 200.000 kişi ile dövüştüler ve orduları perişan olarak kaçtı. Allah yıktı onları. Yıkıcı Allah’tır. Kuvvet yıkmaz insanları. Senin karşında da kuvvet var tabiatıyla. Allah-u Teala’nın eli böyle iki tarafın üzerindedir. Hangi tarafa zafer istiyorsa oraya dokundurdu muydu orası zaferdedir. İsterse bir kişi olsun.


Cenâb-ı Peygamber Efendimiz yalnız başına değil miydi ya?

Yalnız başına olduğu halde bak bugün el-hamdü lillah milyarlarca insan müslümanlık davası derdinde.

Dün Amerika’dan bir arkadaş geldi. Diyor ki; “Oradaki siyahi zenciler müslümanlığa öyle bir akın ediyorlar ki, bir kar dağın tepesinden yuvarlanarak çığ olarak nasıl aşağıya kadar büyüyorsa böyle büyümekte, yani o kadar hız var. Oradaki siyahiler öyle bir hızla müslümanlığa giriyorlar. İşte Allah-u Teâlâ’nın kudreti bu, akıl ermez.

Onun için bizim iki vazifemiz var: Emri bi’l-ma’ruf, nehyi ani’l- münker… Kur’ân-ı Azîmüşşan’da bunlar böyle gayet açık şekilde bildirilmiştir.


Bugün yazmıştım da hatırımda kaldığına göre:

Ölümün en iyisi muharebede şehid olmaktır. İkincisi, hac yolunda yahut umre yolunda ölmek…

“—Aman tüccar olarak ölme, köylü olarak da ölme!” Köylülük cahilliği doğurur; ilim yoktur orada, cehil üzerine yaşarlar. O onun tarlasını çalar, o onun bahçesini çalar. Ömürleri

490

böyle geçer.

Tüccarlar; ondan da olma, çünkü onlar da yalan söylerler, hile yaparlar.

Aslında tüccarlık iyi bir şey.


اَلتَّاجِرُ حَبِيبُ ا


(Et-tâciru habîbu’llah) “Ticaretle uğraşan kimse Allah’ın sevgilisidir.” Ama doğru dilli olursa...

Kimsenin hukukuna tecavüz etmez kimseyi de aldatmaz yani. Öyle tüccarlara can kurban.

İmam-ı Azam Hazretleri’ne zamanının hükümdarı; “—Seni kadı yapacağım. Sen kadılığa layıksın, kadı ol!” demiş.

“—Ben yapamam!” demiş.

“—Senden daha alimi yok ki. Sen bu işe layıksın, olacaksın!” “—Olamam!” demiş. “Ben tüccarım, tüccar olarak kalacağım.” Dövmüşler, hapsetmişler, bilmem ne yapmışlar. Hepsine tahammül etmiş. “Ben yapamam!” demiş

Çünkü kadı olsa, onların sözlerine uyacak, onların istediği

491

hükümleri verecek, vebale girecek.

“—Ben bu vebali istemem, benim ticaretim bana kâfi!” diyor.

Ne yaparmış? Oradan alır, Basra’ya mal yollarmış; erzak, neyse… Adamına demiş ki: “—Bunları götürüyorsun ya, götürdüğün günkü fiyatın üzerine on kuruşa aldıysan, on bir kuruşa sat! Bir kuruş kâr bize yeter.”

Oraya gitmiş o adam. Demişler ki: “—Bir hafta sabret. Çok yükseliyor fiyatlar.” Adam da sabretmiş. On bir kuruşluk şeyi on beşe satmış. Getirmiş İmam-ı Azam’a bir sürü para... “—Neden bu para bu kadar çok oldu?” Demiş:

“—Piyasa yükseldi, ben de bekledim. Piyasanın yüksek fiyatına sattım bunu!” demiş.

“—Haa, bu paraların hepsini, sermayesiyle beraber, anasını da danasını da getir, dağıt!” demiş. Ticarette öyle günü gününe hesap yapıldığı zaman, ben bu parayla bu kadar mal alamam dersin. Bakıyorsun milyonlarla apartmanlar alınıyor. Nereden alınıyor bu milyonlarlar? Hakkı hukuku tanımamak suretiyle kazanılan kazançlar.


m. Ticaretle Uğraşanların Günah İşlemeleri


Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Cerir, Hàkim, Taberânî ve Beyhakî, Abdurrahman ibn-i Şibil RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:285


إِن التُّجَّارَ هُمُ الْفُجَّارُ، قَالُوا: يَا رَسُولَ اللَِّّ، أَلَيْسَ قَدْ أَحَلَّ اللُّ الْبَيْعَ؟


قَالَ: بَلَى، وَلَكِنَّهُمْ يُحَدِّثُونَ فَيُكَذِّبُونَ، وَيَحْلِفُونَ فَ يَأْثَمُونَ (حم. و



285 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.444, no:15704; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.8, no:2145; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.IV, s.27, no:1343; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.129, no:314; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.v, s.88, no:1752; Abdürrezzak, Musannef, c.X, s.387, no:19444; Harâitî, Mesâviü’l-Ahlâk, c.I, s.127, no:117; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.128, no:6303: Abdurrahman ibn-i Şibil’den RA’dan.

492

ابن جرير،ك. طب. هب. عن عبد الرحمن بن شبل؛ طب. عن

معاوية)


RE. 96/9 (İnne’t-tüccâra hümü’l-füccârü, kàlû: Yâ rasûla’llàh, eleyse kad ehalle’llàhu’l-bey’? Kàle: Belâ, velâkinnehüm yühaddisûne feyükezzibûne, ve yahlifûne feye’semûne.) (İnne’t-tüccâra hümü’l-füccârü) “Ticaretle uğraşan kimseler günah sahipleridir.” (Kàlû) Dediler ki: (Yâ rasûla’llàh, eleyse kad ehalle’llàhu’l- bey’?) “Yâ Rasûlallah, Allah alışverişi helâl etmedi mi?”

(Kàle) Buyurdu ki: (Belâ) “Evet helâl etti. (Velâkinnehüm yahdisûne feyükezzibûne); fakat bunlar konuşurken yalan söylerler; (ve yahlifûne feye’semûne) yemin edip günaha girerler.”


n. Allah Kuluna İki Korku Vermez


Ebû Nuaym, Şeddâd ibn-i Evs RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:286


إِنَّ التَّوْبَةَ تَغْسِلُ الْحَوْبَةَ، وإنَّ الْحَسَنَاتِ، يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ؛ وَإِذَا ذَكَرَ


الْعَبْدُ رَبَّهُ فِي الرَّخَاءِ أَنْجَ اهُ فِ ي الْبَلاَءِ؛ وَذٰلكَ بِأنَّ اللَّ يَقُولُ: لَِ أَجْمَعُ


لِعَبْدِي أَبَداا أَمْنَيْنِ ، وَلَِ أَجْمَعُ لَهُ خَوْفَيْنِ؛ إِ نْ هُوَ أَمِنَنِي فِي الدُّنْيَ ا،


خَافَنِي يَوْمَ أَ جْمَعُ فِيه عِبَ ادِي؛ وَ إِنْ هُوَ خَافَنِي فِي الدُّنْيَ ا، أَمَّنْتُهُ يَوْمَ


أَجْمَعُ فِيهِ عِبَادِي فِي حَظِيرَةِ القُدْسِ؛ فَيَدُومُ لَهُ أَمْنُهُ ، وَ لَِ أَمْحَقُهُ




286 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.270; Şeddâd ibn-i Evs RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.207, no:20172; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.218, no:663; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.232, no:6196.

493

فِيمَنْ أَمْحَقُ (حل. عن شداد بن أوس)


RE. 96/10 (İnne’t-tevbete tağsilü’l-havbete, ve inne’l-hasenâti, yüzhibne’s-seyyiâti; ve izâ zekere’l-abdü rabbehû fi’r-rehâi, encâhü fi’l-belâci; ve zâlike bi-enna’llàhe yekùlü: Lâ ecmeu li-abdî ebeden emneyni, ve lâ ecmeu lehû havfeyni; in hüve eminenî fi’d-dünyâ, hàfenî yevme ecmeu fîhi ibâdî; ve in hüve hàfenî fi’d-dünyâ, emmentühû yevme ecmeu fîhi ibâdî fî hazîreti’l-kudsi; feyedûmü lehû emnehû, ve lâ emhakahû fîmen emhaku.) (İnne’t-tevbete tağsilü’l-havbete) “Tevbe günahı yıkar. (Ve inne’l-hasenâti yüzhibne’s-seyyiâti) İyilikler günahları giderir.” Ezan okunurken abdestimizi alırız, camiye geliriz, Allahu ekber dediğimiz vakitte, üzerimizde hiçbir günah kalmamıştır. Hepsi silinir. Huzur-u ilahide duranların günahlarını Cenab-ı Hak affeder. Namazdan daha büyük hasenat olmaz. En büyük hasenat namazdır. Namazı kılınca, seyyiatlar silinir.


(Ve izâ zekere’l-abdü rabbehû fi’r-rehâi) “Kul, Rabbini rahatlık ve bollukta zikrederse; (encâhü fi’l-belâci) Allah onu, belâ zamanında kurtarır, korur.”

Rahatlık vaktinde Allah Allah diyor, zikrediyor. Allah-u Teàlâ’nın emrine uyuyor. Böyle rahatlık vakitlerinde, serbest vakitlerde Allah’ı zikredenleri, Cenab-ı Hak sıkıntılardan, belalardan kurtarır.

(Ve zâlike bi-enna’llàhe yekùlü) Allah-u Teàlâ şöyle buyuruyor:

(Lâ ecmeu li-abdî ebeden emneyni, ve lâ ecmeu lehû havfeyni) “Bir kuluma iki eminlik de vermem, iki korku da vermem: (İn hüve eminenî fi’d-dünyâ, hàfenî yevme ecmeu fîhi ibâdî) Eğer dünyada benden emin olursa, ahirette kullarımın toplandığı günde korku içindedir.” Dünyada emin. Abdest yok, namaz yok, oruç yok, alâkadar değil bu gibi şeylerle. “Allah Gafur’dur, Rahîm’dir!” diyor. Onu ben kıyamet günü korkuturum. “Niçin benim sözümü dinlemedin, niçin emirlerimi tutmadın?” diye…


(Ve in hüve hàfenî fi’d-dünyâ, emmentühû yevme ecmeu fîhi ibâdî fî hazîreti’l-kudsi) Eğer dünyada korku ile geçtiyse hayatı,

494

ahirette Hazîret-il Kudüs’te kullarımı topladığım gün onu emin kılarım.” Allah’tan korkuyor, emr-i ilahiyeye riayet ediyor. Neden korkuyor? Allah’ım emretmiştir namazı, Allah’ım emretmiştir orucu, Allah’ım emretmiştir bütün farzları, otuz iki tane farz... Bunları yapıyor korkusundan dolayı. Allah kıyamet gününde ona emniyetler verir.

(Feyedûmü lehû emnehû) “Onun emniyeti devam eder. (Ve lâ emhakahû fîmen emhaku) Cezalandırdıklarım içine onu sokup cezalandırmam.”


o. Hayâ İmandandır


Harâitî, Hz. Âişe RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:287


إِنَّ الْحَيَاءُ مِنَ الإِيمَانِ، وَالإِيمَانُ فِي الْجَنَّةِ، ولَوْ كَانَ الْحَيَاءُ رَجُلاا


لَكَانَ رَجُلاا صَالِحاا (الخرائطى فى مكارم الأخلاق عن عائشة)


RE. 96/13 (İnne’l-hayâe mine’l-imâni, ve’l-îmânü fi’l-cenneti, velev kâne’l-hayâu racülen, lekâne racülen sâlihan.) (İnne’l-hayâe mine’l-imâni) “Hiç şüphesiz ki utangaçlık imandandır.” İmansız insan utanmaz, arsız olur, yüzsüz olur, her şeyi yapar. (Ve inne’l-îmâne fi’l-cenneti) “Şüphesiz ki iman da cennettedir. (Ve lev kâne’l-hayâu racülen) Eğer hayâ bir insan şeklinde olsaydı, (lekâne raculen sàlihan) sàlih bir insan olurdu.” Hayânın güzelliği insanların gözünün önüne gelsin diye, Peygamber SAS Efendimiz böyle bir benzetme yapmış.


Haya imandandır. Utanma, imandandır. Utanmanın çok çeşidi var… Soyunmak, çıplak gezmek bir hayâsızlıktır, muhakkak. Fakat mübarek Ramazan’da da orucunu yiyerek, sigarasını içerek



287 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.337, no:8418; Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, c.I, s.345, no:319; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.123, no:5781; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.248, no:6227.

495

dolaşmak da bir hayasızlıktır. İster imanı olsun, ister olmasın.

Bizim çocukluk devirlerimizde Bursamızda da gâvurlar vardı. Bunlar, müslümanlar oruç tutuyor diyerekten müslümanın yanında yemek yemezlerdi. Müslümanın yanında sigara içmezlerdi. Bugün müslümanlık taslayıp da adım Ahmet’tir, Mehmet’tir deyip de alenen böyle bir oruç nal yenir? Dün akşam okuduk, “Cezası katildir.” diyor. Katlonulur yani.

Binâen aleyh, bu deliliği insan yapmamalıdır. Haya, imandandır. Hayası olan insan Ramazan’da misafir olur, hasta olur, bir mazereti olur, oruç tutamamıştır; ama bunu açıkça yiyemez. Evinde yer, başka yerde yer, açıkça yiyemez. Açıkça yemek hayasızlık alametidir.


Allah Allah, aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bir kitap okudum geçen gün. Diyor ki:

“—Bir bulut geliyor. Çok siyah. İçerisi dolu dolu. Berbat edecek ortalığı, alt-üst edecek. Bunu dağıtmak için, bir kimse soyunup da çıplak olarak dolaşırsa, bu bulutlar kaçar, dağılır. O memleketin üzerine dökeceğini dökmez, afattan korunur. Bulut hayâ eder, kaçar.” diyor.

Allah affetsin kusurlarımızı... Bu haya imandan yani. Sen bu mübarek aya gel de, Ramazan ayında herkes oruçluyken, müslümanın karşısında sigara iç… Müslümanın karşısında değil de bugün Londra’da da olsan, Paris’te de olsan, insan Müslümanlığına riayeten yine edeble, haya ile hareket eder. Alenen oruç yemez.


Edep bir tâc imiş nûr-i hüdâdan

Giy o tâcı emin ol her belâdan


Haya, insanın imanını kuvvetlendirir. Her beladan da emin eder insanı. İmanın yeri de cennettir. Hayasızın yeri de cehennemdir demek oluyor.

Allah cümlemizi affetsin… Tevfikàt-ı samedaniyyesine mazhar etsin de ehl-i hayadan olan bahtiyar kullarından eylesin… Bak çok acı yani. Ben onu okudum da çok şaşırdım. Bir bulutun dağılmasına, kaçmasına sebep oluyor bir hayasızın hayasızlığı… E bugün halimiz perişan.

496

ö. Hayâ, İffet ve İman


Taberânî, Ebû Nuaym, Beyhakî, Hatîb-i Bağdâdî ve İbn-i Asâkir, İyas ibn-i Muaviye’den rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:288


إِنَّ الْحَيَاءَ، وَالْعَفَافَ، وَالْعَى- عَىَّ اللِّسَانِ، لَِ عَىَّ الْقَلْبِ – وَالْعَمَلَ


مِنَ الإِيمَانِ؛ وَإِنَّهُنَّ يَزِدْنَ فِى الآخِرَةِ، وَيَنْقُصْنَ مِنَ الدُّنْيَا؛ وَلَمَا يَزِدْنَ


فِى الآخِرَةِ أَكْثَرَ مِمَّا يَنْقُصْنَ مِنَ الدُّنْيَا؛ وَإِنَّ الشُّحَّ، وَالفُحْشَ، وَالْبَذَاءَ


مِنَ النِّفَاقِ ، وَ إِنَّهُنَّ يَنْ قُصْنَ مِ نَ الآخِرَةِ، وَيَزِدْنَ فِى الدُّنْيَا، وَ لَ مَا يَنْقُصْنَ


مِنَ الآخِرَةِ أَكْثَرَ مِ مَّا يَزِدْنَ فِى الدُّنْيَا (يعقوب بن سفيان، طب. حل.

ق . خط .كر . من طريق إياس بن معاوية بن قرة المزنى عن أبيه

عن جده)


RE. 96/14 (İnne’l-hayâe, ve’l-afâfe, ve’l-ayye, —ayye’l-lisâni lâ ayye’l-kalbi— ve’l-akle mine’l-îmâni; ve innehünne yezidne fi’l- âhireti, ve yenkusne mine’d-dünyâ; ve lemâ yezidne fi’l-âhireti, eksere mimmâ yenkusne mine’d-dünyâ: Ve inne’ş-şuhha, ve’l-fuhşa, ve’l-bezâe mine’n-nifâki; ve innehünne yenkusne mine’l-âhireti, ve yezidne fi’d-dünyâ; ve lemâ yenkusne mine’l-âhireti, eksere mimmâ yezidne fi’d-dünyâ.) (İnne’l-hayâe, ve’l-afâfe) “Hayâlı ve iffetli olmak, namuslu olmak; (ve’l-ayye, —ayye’l-lisâni lâ ayye’l-kalbi) dilini tutmak, çok



288 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XIX, s.29, no:63; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.194, no:23129; Abdürrezzak, Musannef, c.XI, s.142, no:20147; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.X, s.7; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.125; İyas ibn-i Muaviye ibn-i Kurre el-Müzenî babasından, o da dedesinden.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.124, no:5787; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.249, no:6229.

497

konuşmamak… (Ayye’l-lisân) Dilin suskunluğu, (lâ ayye’l-kalbi) kalbinki değil. (Ve’l-akle mine’l-îmâni) Ve akıl imandandır.” (İnnehünne yezidne fi’l-âhireti.) “Bunlar insanın ahiret sermayesini artırır, ahirette işine yarar, insana sevap kazandırır.

(Ve yenkusne mine’d-dünyâ) Ama bunlar dünyalıktan biraz azalttırır.” Hayâlı çünkü, atılgan değil. İffetli, pek işini beceremiyor. Çok konuşmuyor, derdini tam anlatamıyor, kendisini savunamıyor. Akıllı, vicdanlı, vicdanı şöyle yapmaya böyle yapmaya el vermiyor. Bunlar menfaatlerin biraz azalmasına yol açar. Ama ahirette

sevaplarını arttırır. Onun makamını âlî eylerler, derecelerini yüksek eylerler. Mükemmel bir insan olur.

(Ve lemâ yezidne fi’l-âhireti, eksere mimmâ yenkusne mine’d- dünyâ) “Dünya menfaatleri biraz kaçar gibi görünür ama bunların ahirette sağlayacağı fayda dünyadaki azaltacağı, elden kaçırtacağı faydaya göre çok fazladır.”


(Ve inne’ş-şuhha) “Cimrilik, pintilik, (ve’l-fuhşa) fuhşiyât yani kötü söz, kötü hareket; (ve’l-bezâe) ve yüzsüzlük yani yırtıklık; (mine’n-nifâki) bunlar da münafıklıktandır.” (Ve innehünne yenkusne mine’l-âhireti, ve yezidne fi’d-dünyâ) Bunlar da insanın âhiret sermayesini azaltırlar. Âhiretteki kârını azaltırlar. Cimrilik zarara sokar. Kötü söz söylemek, küfür vesaire, kötü iş yapmak, bunlar günaha sokar. Ezâ da böyle. Pespâyelik, o da zarara sokar. Bunların âhirette zararı vardır ama dünyalıkta faydaları belki biraz fazla olur.” Cimrilik yapıyor, harcamıyor, yanında kalıyor. Kötü laf söylüyor, küfür, kabadayılık, efelik, bilmem ne derken işini götürüyor. Veyahut yırtıklıkla bu işleri yapıyor, yüzsüzlükle yapıyor. (Ve lemâ yenkusne mine’l-âhireti, eksere mimmâ yezidne fi’d-dünyâ) “Bunlarla dünyalığı artar ama âhiretliği eksilir ve âhirette eksilttiği, sağladığı dünyalıktan çok daha fazladır.” Allah cümlemizi affetsin de yüksek makamlara cümlemizi nail eylesin…


p. İçki Bütün Kötülüklerin Anahtarıdır


İçki ile ilgili bir hadîs-i şerîf.

498

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:289


إِنَّ الْخَبَائِثَ جُعِلَتْ فِي بَيْتٍ فَأُغْلِقَ عَلَيْهَا، وَجُعِلَ مِفْتَاحُهَا الْخَمْرُ، فَمَنْ


شَرِبَ الْخَمْرَ وَقَعَ بِالْخَبَائِثِ (عب. عن معمر عن أبان رفع الحديث)


RE.97/2 (İnne’l-habâise cuilet fî beytin feuğlika aleyhâ, ve cuile miftâhuhâ el-hamrü, femen şeribe’l-hamra vekaa bi’l-habâis.) (İnne’l-habâise cuilet fî beytin) “Habis olan şeyler; kötü, fena, pis olan şeyler hepsi bir eve tıkıldı. Kötülüklerin hepsi bir evin içine dolduruldu, tıkıştırıldı. (Feuğlika aleyhâ) Kapısı da kapandı, üstü de kilitlendi.”

(Ve cuile miftâhuhâ el-hamru) “Bu kötülüklerin kapısının anahtarı, içki kılındı. İçki bu kapının anahtarıdır. (Femen şeribe’l- hamra) Kim içki içerse, (vekaa bi’l-habâis) kötülüklerin ta içine düşer. Bütün kötülüklerin içine düşer.” Meşhur bir başka hadîs-i şerîf daha var:290


اَلْخَمْرُ أُمُّ الْخَبَائِثِ (طس. عن ابن عمرو)


(El-hamru ümmü’l-habâis) “İçki, bütün kötülüklerin anasıdır.” Habâis, fena şeyler yani. Bugün ne kadar fenalık varsa hepsini içine alan bir kelime.

Bütün fenalıkları bir eve doldurmuşlar; İçki, kumar, zina, hırsızlık… Neler varsa, toplamışlar bunları, hapsetmişler bir eve. Kapıyı da kilitlemişler. İçkiyi de anahtarı olaraktan o kapıya bırakmışlar. Her kim içki içerse, bütün günahları işler. İçki başı yani. İçkiyi içti miydi, ne kadar günah varsa hepsini işleyecek o



289 Abdürrezzak, Musannef, c.IX, s.238, no:17068; Ma’mer Eban’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.357, no:13217; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.250, no:6232.

290 Dâra Kutnî, Sünen, c.IV, s.247, no:1, 4; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.81, no:3667; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.68, no:57; Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-As RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.V, s.523, no:13183, 13246; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.205, no:1225; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XII, s.417, no:12215.

499

adam artık.

“—Ben içki içerim ama içim temizdir. Sen bana bakma, şöyle

iyi işler yaparım!”

Sarhoş içtiği vakitte, aklı başından gider. Sağına, soluna, elinde, cebinde ne varsa dağıtır. Bu sarhoşluğun tesiriyle olan dağıtmadır. Ona cömertlik demezler ona sersemlik derler. Çocuklarına bakarsınız, dağılır. Binâen aleyh, bütün habasetleri üzerinde toplar, artık bundan her şey beklenir.

Onun için Allah cümlemizi ve çoluklarımızı bu pis şeyden muhafaza buyursun…


Bugün medeniyet diyorlar, her şeyi meydanda artık. İlim denilen şey, bunun zararını meydana koymuş. Vücudu tahrip etmekte, bazı akıldaki beyin noktalarına zarar vermekte, belki imha etmekte önde gelen bir fenalık içki.

“—Ama şöyle cesaret veriyormuş, şöyle fayda ediyormuş.” Bunlar hep insanı aldatan, nefsini aldatan şeylerdir. İnsanda iki kuvvet var: Şer kuvvet, hayır kuvvet. Şer kuvvetin kökü, nefisle şeytandır. Nefis ve şeytan insanı daima şerlere sürükler. Fenalıklara sürükler: “—İşte şöyle içeceksin, böyle keyifleneceksin!” diye içkiye doğru sürükler.

Akıl der ki:

“—Yapma yâhu, etme yâhu! Bak bu vücudu harap ediyorsun. Sonra sen burada çok paralar harcıyorsun. Bak çoluk çocuğunun evi yok; evde yemek de yok, ekmek de yok… Bunların paralarını sen böyle nasıl harcıyorsun.” Ama bazı zenginler var, çok paraları var, yaşıyorlar bunlar. Onların da cezasını Allah veriyor, vermemezlik yapmaz.

Onun için ister fakir ol, ister zengin ol; ne olursan ol, Allah’ın yasak ettiği şeyden uzak dur!


Demin de arz ettim ya, kibir, küfür, şirk; bütün günahları Cuma günleri okuyoruz sırasıyla… Bin dört yüze çıkıyor sayısı… Günah kitabımız da yakında inşaallah çıkar, okursunuz. Ahlâk kitaplarının içerisinde bunların anaları yazılı… Günahların anaları yetmiş tane… Yavruları sürüyle artık. Şimdi bunlara kötü ahlâk diyorlar. Kibir var, hased var, kendini

500

beğenme var… Bilgisine güveniyor, kuvvetine güveniyor, parasına

güveniyor, şuna güveniyor, buna güveniyor… Ucub denilen şey, kendini beğenmek yani. Kendini beğeniyor. Bu insanın kendisini beğenmesi, tavus kuşu gibi derler.

Kötü ahlâklardan hangisi olursa olsun, insanın bunların üzerinde durması, bunlardan kurtulmaya çalışması lâzım! Namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, sadakalar veriyoruz, iyilikler de yapıyoruz ama ahlâkımız bozuk. Kötü ahlâk sahibiyiz. Bu bizim ahlâkımızın kötülüğü, bizim amellerimizi ifsad eder. Nasıl?


r. Kötü Ahlâk’ın Zararı


Askerî, Hz. Ali RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:291


إِنَّ الْخُلُقَ السَّيِّءَ يُفْسِدُ الْعَمَلَ، كَمَا يُفْسِدُ الْخَلُّ الْعَسَلَ

(العسكرى فى الأمثال عن على ورجاله ثقات)


RE. 97/4 (İnne’l-huluka’s-seyyie yüfsidü’l-’amel, kemâ yüfsidü’l-hallü’l-asel.) (İnne’l-huluka’s-seyyie) “Hiç şüphe yok ki kötü huy, (yüfsidü’l- amel) insanın işlediği sevaplı işin sevabını ifsad eder, bozar; (kemâ yüfsidü’l-hallü’l-asel) sirkenin balı berbat ettiği gibi.”

Sirke ekşidir, balın içine koyarsan ne olur? Bal bozulur. Balın



291 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.318, no:10777; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.247, no:8036; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.200, no:2991; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.54, no:12690; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.241: Hatîb-i Bağdâdî, el-Müttefik ve’l-Müfterik, c.III, s.100, no:1048; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.348; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.255, no:799; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLI, s.293; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Ukaylî, Duafâ, c.IX, s.11, no:2074; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.VII, s.281, no:40618; Ebü’ş-Şeyh, el-Emsâl fi’l-Hadîs, c.I, s.333, no:284; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.51; Ebû Hüreyre RA’dan. Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.136, no:314; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.443, no:7361; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.252, no:6235.

501

tadı kalmaz, kıymeti kalmaz. Balın içine, sirke girdiği zaman, baldan artık hayır, tat, fayda bekleme. Amelin, yapılan işin içine de kötü huy girdi mi, onu mahveder.

Adam gece kalkıyor, namaz kılıyor. Sabahlara kadar okuyor, bir şeyler yapıyor. Ama uykusuzluğu yanına kâr. Çok oruç tutanlar var ki oruçlarından da ancak açlıkları kendine kâr olmuştur. ^ Allah bizi bu hallerden korusun, muhafaza etsin…


Bu kadar yetsin inşallah…

Şimdi beraber bir salât ü selâm okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…

El-fâtihah!


29. 08. 1976 - İskenderpaşa Camii

502
15. İBADETTE ŞUUR