15. İBADETTE ŞUUR
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn... İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
إِن الدِّينَ يُسْر ، وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَد إِلَِّ غَلَبَهُ؛ فَسَدِّدُوا،
وَقَارِبُوا، وَأَبْشِرُوا؛ وَاسْتَعِينُوا بِالْغَدْوَةِ، وَالرَّوْحَةِ، وَشَيْءٍ مِنَ
الدُّلْجَةِ (خ. ن. عن ابى هريرة)
RE: 98/1 (İnne’d-dîne yüsrun, ve len yüşâdde’d-dîne ehadün illâ galebehû; feseddidû, ve kàribû, ve ebşirû; ve’staînû bi’l- gudveti, ve’r-ravhati, ve şey’in mine’d-dülceti) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:
“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)
Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimizin şefaatine cümlemizi nâil eylesin…
a. Din Kolaydır, Zorlaştırmayın!
Buhârî ve Neseî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:292
إِن الدِّينَ يُسْر ، وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَد إِلَِّ غَلَبَهُ؛ فَسَدِّدُوا،
وَقَارِبُوا، وَأَبْشِرُوا؛ وَاسْتَعِينُوا بِالْغَدْوَةِ، وَالرَّوْحَةِ، وَشَيْءٍ مِنَ
الدُّلْجَةِ (خ. ن. عن ابى هريرة)
RE: 98/1 (İnne’d-dîne yüsrun, ve len yüşâdde’d-dîne ehadün illâ galebehû; feseddidû, ve kàribû, ve ebşirû; ve’staînû bi’l- gudveti, ve’r-ravhati, ve şey’in mine’d-dülceti) (İnne’d-dîne yüsrun) “Muhakkak ki din kolaydır.”
Din, Allah-u Teàlâ’nın vaz etmiş olduğu bir kanunu ilahidir. Dinin her şeyinde kolaylık vardır. Bu kolaylıkları zorlaştırmak,
insanın kendisini zora sokması, hiçbir zaman akıl harcı değildir.
(Ve len yüşâdde’d-dîne ehadün illâ galebehû) “Kim onu zorlaştırmağa kalkarsa, altından kalkamaz. Dindeki vazifeleri ben daha iyi yapacağım, daha çok yapacağım! En mükemmel ben yapacağım!’ diye geceleri uyumamazlık, gündüzleri yememezlik ve sair buna benzer şeylerle kendisini zorlayarak şiddetini, dozajını arttırmaya kalkarsa, kimse dini yenemez; din galip gelir.”
Mesela Abdullah et-Tüsterî Hazretleri 25 günde bir kere yermiş. Allah böyle şeyi bize emretmemiş. Ama alışınca insan yapar mı yapar, başka… Fakat zorluk var tabii, bu zorluğa müsaade yok. Meselâ gece uyumaz insan, boyna namaz kılar. Ama Allah kolaylık vermiş, geceyi istirahat için yaratmış bize...
Bazı kimseler geceleri uyumamak suretiyle, gündüzleri de yememek suretiyle evliya olduğunu zanneder. İnsan kendini bir hüner yapıyorum zanneder. Yok, hüner değil bu… Hüner, Allah-u
292 Buharî, Sahih, c.I, s.69, no:38; Neseî, Sünen, c.XV, s.241, no:4948; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.537, no:11765; İbn-i Hibban, Sahih, c.II, s.63, no:351; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.18, no:4518; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.159; Kudaî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.104, no:976; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.35, no:5343; Câmiü’l-Ehadis, c.VII, s.262, no:6256.
Teàlâ’nın emrini tutmak. Peygamber SAS’in sünnetine uymaktır. Bunun dışına çıkarsan hüner olmaz o, oyun olur.
Onun için yine SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:293
يَسِّرُوا وَلَِ تُعَسِّرُوا، بَشِّرُوا وَلَِ تُنَفِّرُوا (ق. حم. ن. عن أنس)
(Yessirû ve lâ tuassirû) “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! (Beşşirû ve lâ tüneffirû) Müjdeleyin, sevdirin; nefret ettirmeyin, kaçırtmayın!”
(Ve len yüşâdde’d-dîne ehadün illâ galebehû) “Kim dini zorlaştırmağa kalkarsa, altından kalkamaz.” Yemiyor, içmiyor, uyumuyor bütün vaktini ibadetle geçiriyor. Güzel bir şey, fena değil; fakat dine galebe çalamazsın ki! Bunu böyle yapmak suretiyle dine galebe çalmak olmaz. Din ona galebe eder.
Çünkü beşeriyet ihtiyaçları var ya; yiyeceğiz, içeceğiz veya def- i hacete gideceğiz. Beşeriyet iktizasıdır bunlar. Beşeriyet ihtiyaçlarını yapmamak elden gelmez. Elden gelmeyince, demek ki insan dini yenmeye muvaffak olamaz! (Feseddidû) “Öyleyse orta yolu arayın!”
Vasat, sebile’l-vasat, orta yol; Allah’ın, Rasûlünün gösterdiği yol. En doğru yol, en güzel yol bu yoldur.
(Ve kàribû) “İnsanlarla yakınlık kurun! (Veebşirû) Hem de tebşirat yapın, müjdeleyin: ‘—Dinimiz şöyle güzel, böyle güzel! Arkasından cenneti var, cemali ilâhisi var…’ deyin!”
293 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.122, no:67; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.365, no:625; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.443, no:5890; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Müslim, Sahîh, c.IX, s.152, no:3262; Ebû Dâvud, Sünen, c.XII, s.462, no:4195; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.399, no:19588; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.338, no:695; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.V, s.177; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.215, no:6558; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.250, no:7319; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.33, no:10951; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.37, no:5360; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.129, no:26792.
(Ve’staînû bi’l-gudveti, ve’r-ravhati, ve şey’in mine’d-dülceti) “Gündüzün evvel vaktinde, güneşin zevalinden sonra, öğleyle akşam arasında; bir de gecenin evvelki vaktinde ibadete devam ederek, Allah’tan yardım dileyin! Kendi mânevî durumunuzu kurtarmaya çalışın!”
Bu vakitler sefer edenler için en güzel vakitlerdir. Çünkü o zamanlarda serinlik olur, rahatlık olur.
b. Ödenmemiş Borç Ahirette Ödettirilir
İbn-i Mâce ve Beyhakî, Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-Âs RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:294
إن الدَّيْنَ يُقْتَصُّ مِنْ صَاحِبِهِ يَوْمَ القيَامَةِ اذا مات، إلِا مَنْ تَدَيَّنَ
فِي ثَلاَثِ خِلاَلٍ : الرَّجُلُ تَضْعُفُ قُوَّتهُ فِي سَبِيلِ اللَِّّ، فيَسْتَدِينُ
يَتَقَوَّى بِهِ لِعَدُوِّ اللَِّّ وَعَدُوِّهِ؛ وَرَجُل يَمُوتُ عِنْدَهُ مُسْلِم ، لَِ يَجِدُ
مَا يُكْفِّنُهُ وَ يُوَارِيهِ إلِا بِدَيْنٍ ، فيَمُوتُ وَ لَمْ يَقْضِهِ؛ وَ رَجُل خَ افَ
عَلَى نَفْسِهِ الْ عُزْبَةَ، فَيَنْكِحُ لِيُعِفَّ نَفْسَهُ بِذٰلِكَ خَشْيَةا عَلَ ى دِينِهِ؛
فَإنَّ اللََّّ يَقْضِي عَنْ هٰؤُلَِءَ يَوْمَ الْ قِيَامَةِ (ه. هب. عن ابن عمرو)
RE. 98/2 (İnne’d-deyne yuktassu min sàhibihî yevme’l-kıyâmeti izâ mâte, illâ men tedeyyene fî selâsi hılâlin: Er-raculü tad’ufu kuvvetuhû fî sebîli’llâhi, feyestedînu yetekavvâ bihî li-adüvvi’llâhi ve adüvvihî; ve raculün yemûtu indehû müslimün, lâ yecidü mâ
294 İbn-i Mâce, Sünen, c.VII, s.282, no:2426; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.404, no:5559; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.II, s.484, no:1064; Abdullah ibn- i Amr ibnü’l-As RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.230, no:15470; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.263, no:6257.
yükeffinuhû ve yüvârîhi illâ bi-deynin, feyemûtu ve lem yakdıhî; ve raculün hâfe alâ nefsihi’l-uzbete feyenkihu li-yuiffe nefsehû bi- zâlike haşyeten alâ dînihî; feinna’llàhe yakdî an hâulâe yevme’l- kıyâmeti.) (İnne’d-deyne) “Muhakkak ki borç…” Deyn, Arapça’da borç demek; düyûn, borçlar demek.
(İnne’d-deyne yuktassu min sàhibihî yevme’l-kıyâmeti izâ mâte) “Bir kimse borçlu olarak öldüyse, kıyamet gününde sahibinden onun mukabili kısas olarak, sevabı alınarak ödettirilir.” (İllâ men tedeyyene fî selâsi hılâlin) “Yalnız üç durumda borçlanan insandan, Allah ahirette borcunun karşılığını çekip almaz, affeder.” 1. (Er-raculü tad’ufu kuvvetuhû fî sebîli’llâhi) “Adam Allah yolunda cihad edecek ama Allah yolunda kuvveti zayıfladı; kılıcı yok, atı yok, zayıf, askerî teçhizâtı yok. (Feyestedînu) Borçlanıyor. (Yetekavvâ bihî li-adüvvi’llâhi ve adüvvihî) Bu borçlandığıyla silah, malzeme, teçhizât alıyor, kendisinin düşmanı ve Allah’ın düşmanı olan kişilere karşı kuvvetlenmek için.” Eskiden askerler bizimki gibi devlet tarafından beslenmiyordu. Kendisinin gıdası az gelmiş beslenemiyor. Birisinden borç almış, “Bana 500-1000 lira ver, ben muharebeye gidiyorum. Besleneyim biraz, kuvvetim yok.” demiş almış. Bu
parayı veremeden öldüyse, Allah bunu bunun için onu muâheze etmez.
2. (Ve raculün yemûtu indehû müslimin) “Bir adam bir insanın yanına misafir geliyor. Onun yanında iken ölüyor. (Lâ yecidü mâ yükeffinuhû ve yüvârîhi) Ev sahibinin de onu kefenleyip de gömecek parası yok, gücü yok. Onun kefenlenmesi ve tekfîninin yapılması, (illâ bi-deynin) borçlanarak olabilecek.” Adam komşusundan borç aldı. Vefat etmiş misafirin teçhiz ve tekfînini yaptı. Ama borcu ödeyemeden öldü. Bu borçtan dolayı Cenab-ı Hak onu da muahaze etmeyecek.
3. (Ve raculün hàfe alâ nefsihi’l-uzbete feyenkihu) “Ve bir adam ki bekârlıktan kendisi hakkında, ‘Belki bir hata işlerim!’ diye korkuyor. Bir kadınla evleniyor, düğün yapıyor. (Li-yuiffe nefsehû bi-zâlike) Kendisinin iffetini böylece harama sapmaktan,
sarkmaktan korumak için evleniyor.” (Haşyeten alâ dînihî) Dindarlığına bir gölge düşmesin, günaha harama sapmasın diye bunu yapıyor.” Evlenmiş, borcu da ödeyemeden ölmüş.
(Feinna’llàhe yakdî an hâulâe yevme’l-kıyâmeti) Bunların parasını Allah-u Teàlâ tekeffül ediyor. Bunlar çünkü Allah için borçlandılar. Bu Allah için olan borçlarından dolayı, kıyamet gününde Allah-u Teàlâ onların borçlarını kaza edecek. Nasıl ödeyecekse ödeyecek.”
c. Allah Yolunda Zikrin Mükâfâtı
Ahmed ibn-i Hanbel ve Taberânî, Muaz ibn-i Enes RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:295
إِنَّ الذِّكْرَ فِي سَبِيلِ اللَِّّ يُضَعَّفُ فَوْقَ النَّفَقَةِ سَبْعَمِ ائَةِ ضِعْفٍ (حم. طب. عن معاذ بن أنس)
RE. 98/3 (İnne’z-zikre fî sebîli’llâhi, yuda’afu fevka’n-nafakati seb’a mieti dı’fin.) (İnne’z-zikre) “Muhakkak ki, şüphesiz ki, kuşkusuz ki zikretmek... Nerede? (Fî sebîli’llâhi) Allah yolunda zikretmek.
(Yuda’afu) Sevabı kat kat fazlalaştırılır. Allah yolunda infaka, masraf yapmaya, harcama yapmaya kat kat fazla sevap verilir. Ne kadar fazla? (Fevka’n-nafakati bi-seb’imieti dı’fin) Yedi yüz kat daha fazlalaştırılır.” Allah yolunda zikretmekten maksat ne olabilir?
Bir çarpışırken zikrediyor: “—Allah, Allah, Allah…. Allah, Allah, Allah… Allah, Allah, Allah...” diye cihad ederken zikrediyor.
“—Allahu ekber!” diye bir nâra atıveriyor. İşte bu Allah
295 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.438, no:15651; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.186, no:405; Muaz ibn-i Enes RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.356, no:10879; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.263, no:6358.
yolunda olan zikir,
(Fî sebîli’llâh) başka ne olur? Hacca gidiyor, hacca giderken zikrediyor. Hac yolu Allah yoludur, fî sebîlillahtır, o da cihad gibidir. Bu mânaya olabilir.
Bire ondur hasene, fakat burada 700’e kadar arttı. Onun Allah
Allah diyerek böyle nâra atıp da düşmana saldırışı, sevabıni ondan 700’e çıkarttı.
d. Rüya Nasıl Tabir Edilirse Öyle Çıkar
Hàkim, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:296
إن الرُّؤْيَا تَقَعُ عَلٰى مَا يُعَبَّرُ، وَمَثَلُ ذٰلِكَ مَثَ لُ رَجُلٍ رَفَعَ رِجْلَيْهِ فَهُوَ
يَنْتَظِرُ مَتَى يَضَعُهَا؛ فَإِذَا رَأَ ى أَحَدُكُمْ رُؤْيَ ا، فَلاَ يُحَدِّثْ بِهَا، إِلَِّ
نَاصِحاا أَوْ عَالِماا (ك. عن عن أنس)
RE. 98/4 (İnne’r-ru’yâ tekau alâ mâ yuabberu, ve meselü zâlike, meselü raculin rafea ricleyhi, fehüve yentaziru metâ yedauhâ; feizâ raâ ehadüküm ru’yen, felâ yuhaddis bihâ, illâ nâsıhan ev àlimen.) (İnne’r-ru’yâ tekau alâ mâ yuabberu) “Rüya, hepimiz görüyoruz ya, bu nasıl tabir olunursa, tabirci nasıl tabir ederse o şekilde
çıkar, onun dediği gibi olur.” Ama yanlış ama doğru. Yanlış da olsa tabircinin tabirine bağlı… Nasıl olur, olur.
(Ve meselü zâlike) “Bunun misali, (meselü raculin rafea riclehu fehüve yenteziru metâ yedauhâ) “Bir kimse ayağını kaldırmış, basması için bir hazırlığı var ya, basacak tekrar; o rüyanın tabiri onun basması gibidir. Bastı mıydı, yazılmıştır oraya, tabir etti miydi, olmuştur o iş...”
(Feizâ raâ ehadüküm ru’yen) “Sizden biri bir gece bir rüya gördü. (Felâ yühaddis bihâ) Onu önüne gelene söylemesin; (illâ
296 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.433, no:8177;
Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.374, no:41439; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.273, no:6282.
nâsihan ev âlimen) ya bir nâsıh, ya bir alim kimse varsa, ona söylesin.”
Onu tehlikeli ise de, alim onu tevil ederek hayırlı bir tabir yapar. Ama cahil, bilmez onu, “Bu böyledir.” der çıkıverir işin içinden, Allah esirgeye fena olur.
e. İtibar Sonadır
Buhàrî, Müslim ve Abd ibn-i Humeyd, Sehl ibn-i Sa’d RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:297
إِن الرَّجُلَ لِيَعْمَلَ عَمَلَ أَهْلِ الْجَنَّةِ، فِيمَا يَبْدُو لِلْنَاسِ، وَ هُوَ لَمِنْ أَهْلِ
النَّار؛ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَعْمَلُ عَمَلَ أَهْلِ النَّارِ، فِيمَ ا يَبْدُوَ لِلْنَاسِ، وَهُوَ مِنْ
أَهْلِ الْجَنَّةِ (عبد ابن حميد، خ. م. عن سهل بن معد) RE. 98/5 (İnne’r-racule leya’melü amele ehli’l-cenneti, fîmâ yebdû li’n-nâsi, ve hüve min ehli’n-nâri; ve inne’r-racüle leya’melü amele ehli’n-nâri, fîmâ yebdû li’n-nâsi, ve hüve min ehli’l-cenneti.) Çok mühim bir şeydir.
(İnne’r-racule leya’melü amele ehli’l-cenneti) “Adam, Cennet ehlinin amelini yapar görünüyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor,
zekat veriyor, İslâm’ın usullerini yapıyor. (Fîmâ yebdû li’n-nâsi) Herkes, bu ne iyi adam der; Herkes onu güzel görüyor, ‘Ne iyi adam! diyor. Bak namazında niyazında, camiden çıkmaz, Kur’an’ı elinden bırakmaz, tesbihi elinden düşmez. Çok iyi adam, ehli cennettir diyor. (Ve hüve min ehli’n-nâri) Halbuki o Cehennemliktir.” Niçin? İşin içyüzünü Allah biliyor.
(Ve inne’r-racüle leya’melü amele ehli’n-nâri) “Bir kimse de görünüşte Cehennem ehlinin amelini yapar. (Fîmâ yebdû li’n- nâsi) Herkes, ‘Ne fena bir adam bu! Bu da cehenneme girmezse
297 Buhàrî, Sahîh, c.X, s.28, no:2863; Müslim, Sahîh, c.I, s.287, no;163; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.168, no:457; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.455, no:7544; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.I, s.113, no:106; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.VI, s.167, no:168; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan.
kim girecek?’ diyorlar. (Ve hüve min ehli’l-cenneti) Halbuki o cennetliktir.”
İş hatimede, sonda... İtibar sona… Sonunu da kimse bilmez Allah’tan başka… Görüyorsunuz, şimdi içindeyiz dünyanın
görüyoruz. Bakıyorsun ki bir adam, babası hoca idi. Kendisi de az çok okuduydu filan. Fakat bak bugün kimlere hizmet ediyor.
Bakalım yarın kimlere hizmet edecek? O da belli değil. İş paranın ucunda mı dönüyor, neyin ucunda dönüyorsa dönüyor. Allah akıbetlerimizi hayır eylesin… Onun için dualarımızda daima, hüsn-ü hatime istemeye
mecburuz. Bu duayı her gün, hatta her saat yapmalıyız. Bilmiydruz ki akibetimiz ne olacak? Hangi fırtınaya tutulacağız, hangi fitneye tutulacağız, hangi rüzgâra tutulacağız?
Görüyorsunuz rüzgâr bir fırtına yapıyor, buradakini kaldırıyor öteye atıyor, ötekini getiriyor buraya atıyor. Yaprakları birbirine, vasıtaları birbirine karıştırıyor. Niçin?
Fırtına. Dünyanın da fırtınaları var, çeşitli fırtınaları var. İşte bu fırtınalara da insan kaptırdı mıydı kendini, gider gürültüye; Allah esirgeye…
f. Gönüllerin Değişmesi
Ahmed ibn-i Hanbel ve Müslim, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:298
إِن الرَّجُلَ، لَيَعْمَلُ الزَّمَنَ الطَّوِيلَ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ، ثُمَّ يُخْتَمُ اللُّ عَمَلُهُ
بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ ، فَيَجْ عَلُهُ مِنْ أَهْ لِ النَّارِ؛ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَعْمَلُ الزَّمَنَ الطَّوِيلَ
بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ ، ثُمَّ يُخْتَمُ اللُّ عَمَلُهُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ؛ فَ يَجْعَلُهُ اللُّ مِنْ
298 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.110, no:4791; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.484, no:10291; Beyhakî, Kaza ve’l-Kader, c.I, s.90, No:78; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.116, no:545; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.294, no:6332.
أَهْ لِ الْجَنَّةِ، فَيَدْخُلُهُ الْجَنَّةِ (حم. م. عن أبي هريرة)
RE. 98/6 (İnne’r-racüle, leya’melü’z-zemene’t-tavîle bi-ameli ehli’l-cenneti, sümme yuhtemu’llàhu amelühû bi-ameli ehli’n-nâr, feyec’alühû min ehli’n-nâri; ve inne’r-racüle leya’melü’z-zemene’t- tavîle bi-ameli ehli’n-nâri, sümme yuhtemu’llàhu amelühû bi- ameli ehli’l-cenneti; feyec’alühü’llàhu min ehli’l-cenneti, feyedhulühü’l-cenneti.) (İnne’r-racule, leya’melü’z-zemene’t-tavîle bi-ameli ehli’l- cenneti) “Bir adam uzun zaman Cennet ehlinin amelini yapar; namazında, orucunda, ibadetinde ve saire... (Sümme yuhtemu’llàhu amelühû bi-ameli ehli’n-nâr) Sonra Allah onun amelini Cehennem ehlinin ameliyle neticelendirir, (feyec’alühû min ehli’n-nâri) ve onu Cehennem ehli kılar.”
Allah cümlemizi muhafaza eylesin… (Ve inne’r-racüle leya’melü’z-zemene’t-tavîle bi-ameli ehli’n- nâri) “Diğer bir adam da uzun zaman Cehennem ehlinin amelini yapar durur; günah işliyor, fena işler işliyor. (Sümme yuhtemu’llàhu amelühû bi-ameli ehli’l-cenneti) Sonra Allah onun amelini Cennet ehlinin ameliyle neticelendirir, (feyec’alühü’llàhu min ehli’l-cenneti) ve Allah onu Cennet ehlinden kılar. (Feyedhulühü’l-cenneti) Böylece onu Cennete dahil eder.” Çünkü bu gönül böyle boşta duran bir yaprak gibidir yahut bir
kâğıt gibi… Nasıl rüzgâr ne taraftan geliyorsa, o tarafa döner böyle. Bakarsın Allah-u Teàâ’dan ona bir hidayet gelir, derhal bir dönüş yapar. Müslümanlığa böyle dönüverir. Gâvurlardan bile dönenler var değil mi?
Bir de insan bakarsın iyilikle giderken, bir rüzgâr çarpıverir, Müslümanlığı unutuverir. Allah korusun…
Bu pek güzel bir misaldir, böyle daima söylemek isterim: Bir şeyh efendi varmış, güzel bir derviş yetiştirmiş. Derviş keşif sahibi olmuş, bakmış ki şeyhi ehl-i cehennemdir diye görüyor, Levh-i Mahfuz’daki yazıyı. Şeyhi ehl-i cehennem…
Nasıl söyleyeyim ben bunu şeyhime? “Sen ehli cehennemsin, görüyorum ben seni, keşfolundu bana…” diye nasıl söyleyeyim?
Cesaret edememiş bir türlü. Ama her gün böyle gördükçe onu
içi de sızlıyor. Kendisinin üstadı çünkü… Üstadının ehl-i cehennem olmasını istemiyor.
“—Mevzuyu bir açayım, bakayım ne diyecek?” demiş.
Açmış, demiş ki: “—Bana böyle gösteriliyor. Acaba keşfimde yanlışlık mı oluyor, bir hatam mı var? Nedendir bunu böyle görüyorum ben?” diye arz etmiş.
“—Oğlum, ben onu kırk seneden beri görüyorum. Benim vazifem kulluktur. Ötekisi Allah’ındır. İster cennetine kor, ister cehennemine kor.” demiş. “Benim vazifem kulluk! Ben kulluğumu yapayım da o ne yaparsa yapar, oraya ben karışmam!” demiş. “Onu ben kaç seneden beri görüyorum.” demiş.
Çok güzel bir sözdür ama:
“—Bize düşen vazife kulluk vazifemizdir!” Hangimiz var ki, —peygamberler müstesna— Allah-u Teàlâ’nın bütün emrini eksiksiz yapabilsin?
Onun için, gücümüz yettiğince onu yapmaya çalışırız, başka tarafa karışmayız. Cenab-ı Hakk’ın rahmeti var ya, inşallah o rahmeti ile bizleri de affeder.
g. Günahlar Rızkı Azaltır
Ahmed ibn-i Hanbel, Neseî, İbn-i Mâce, Ebû Ya’lâ, Sevbân RA7dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:299
إِن الرَّجُلَ لَيُحْرَمُ الرِّزْقَ بِالذَّنْبِ يُصِيبُهُ، وَلَِ يَرُدُّ الْقَدَرَ إِلَِّ الدُّعَاءُ،
وَلَِ يَزِيدُ فِي الْعُمْرِ إِلَِّ الْبِرُّ (حم. ن. ه. ع. وابن منيع، والروياني،
299 İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.28, no:4012; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.277, no:22440; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.670, no:1814; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.II, s.100, no:1442; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.258, no:10233; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.115, no:1001; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.16; Sevban RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.473, no:16611; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.288, no:6318.
حب، طب، ك، ض عن ثوبان
RE. 98/7 (İnne’r-racule le-yuhramu’r-rizka bi’z-zenbi yüsîbuhu, ve lâ yerüddü’l-kadera ille’d-duâü, ve lâ yezîdü fi’l-umri ille’l- birru.) (İnne’r-racule le-yuhramu’r-rizka bi’z-zenbi yüsîbuhu) “Adam, yaptığı günahtan dolayı rızkından mahrum olabilir. Cenab-ı Hak ona intibah olsun, uyansın, akıllansın diyerek rızkını kesiverir.” Meselâ, gâvura bol bol verir. Niçin? Onun intibah durumu yok artık. O dünyada görecek nimetlerini, onun ahiretteki hesabı ayrı… Fakat Cenab-ı Hakk’ın bunun rızkını kesmesinde ki sebebi, uyansın diye... Hani birinin kulak çekmesi gibi. Bazen böyle arkadaşlar var: “—İşim ters gidiyor. Çok zamandan beri bir türlü düzelmiyor. Düzeltmenin yolunu bulamadım, zorlanıyorum. Ne çare verirsin bana?” diyor. “—İstiğfar et.” dedim, ne yapacaksın.
(Ve lâ yerüddü’l-kadera ille’d-duâü) “Kadere imanımız vardır. Bunu hiçbir şey durdurmaz, ancak yalvarışlar, dualar karşılar.” Onun için Cenab-ı Hakk’a çok dualar etmelidir. Hususi dua kitapları vardır. Biz o duaları bilemeyiz ve becerip de söyleyemeyiz de. Onun için eski büyüklerimizin yaptıkları gerek ayet-i kerimelerden, gerek Peygamberimizin hadis-i şeriflerinden, gerek büyük evliyalardan bize intikal eden o dualar, çok makbul dualardır. O dualar öyle bir duadır ki, kaza ve kaderi de geri çevirebilir.
(Ve lâ yezîdü fi’l-umri ille’l-birru) “Ömür ziyade olmaz, ancak iyilikle ziyade olur.” İyilik, hasenat ömrü artırır.
“—Nasıl olur?” Aklım ermez, nasıl olursa olur. Allah-u Teàlâ’nın işine kimin aklı erer ki? Kimsenin aklı ermez.
Ya senin hayatına rahatlık verir, ömrün gayet güzel geçer. Böyle bir ömür uzunluğu olur, sıkıntısız rahat bir ömür. Veyahut da Cenâb-ı Hak 10 seneni 20 sene yapar, ona da karışan olmaz.
h. Son Nefes Çok Önemli!
Taberânî ve Ebû Nuaym, Eksem ibn-i Ebi’l-Cevn RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:300
إِن الرَّجُلَ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ، وَإِنَّهُ لَمِنْ أَهْلِ النَّارِ؛ وَإِنَّ الرَّجُلَ
لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النِّارِ، وَاِنَّهُ مِنْ أَهْ لِ الْجَنَّةِ، تُدْرِكُهُ الشِّقَاوَةُ أَوِ
السَّعَادَةُ، عِنْدَ خُرُوجِ نَ فْسِهِ ، فَيَختِمُ لَهُ بِهَا (طب. وأبو نعيم عن
أكتم بن أبي الجون)
RE. 98/8 (İnne’r-racule leya’melü bi-ameli ehli’l-cenneti, ve innehû li-men ehli’n-nâri; ve inne’r-racule leya’melü bi-ameli ehli’n-nâri, ve innehu min ehli’l-cenneti. Tüdrikühu’ş-şikàvetü evi’s-seâdetü, inde hurûci nefsihî, feyahtimu lehû bihâ.) (İnne’r-racule leya’melü bi-ameli ehli’l-cenneti) “Adam, Cennet ehlinin amelini yapar, (ve innehû li-men ehli’n-nâri) halbuki ehli nar’dandır. (Ve inne’r-racule leya’melü bi-ameli ehli’n-nâri) Ve yine adam Cehennem ehlinin amelini yapar, (ve innehu min ehli’l- cenneti) fakat Cennet ehlindendir. (Tüdrikühu’ş-şikàvetü evi’s- seâdetü, inde hurûci nefsihî) Şekavet veya saadet, canın çıkması sırasında ona gelir, yetişir; (feyahtimu lehû bihâ) hayatı öylece son bulur.” İşte hurûc-u nefis diyorlar ya, can çıkarken bir insan “Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlu’llah” diyebilirse, ne mutlu o insana! Fakat o kime nasib olur bilmem… Allah cümlemizi affetsin... Son nefeste bu “Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlu’llah” diye diye can verenlerin zümresine ilhak eylesin…
300 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.I, s.296, no:872; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.433, no:11926; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.70; Ziyâü’l-Makdîsî, el- Ehàdîsü’l-Muhtâre, c.II, s.224, no:1506; Eksem ibn-i Ebi’l-Cevn RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.123, no:582; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.295, no:6335.
i. Cennetin Meyvaları
Taberânî, Sevban RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:301
إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا نَزَعَ ثَمْرَةا مِنَ الْجَنِّة عَادَتْ مَكَانَهَا أُخْرَى
(طب. عن ثوبان)
RE. 98/9 (İnne’r-racule izâ nezea semereten mine’l-cenneti, âdet mekânehâ ührâ.) (İnne’r-racule izâ nezea semereten mine’l-cenneti) “Adam, Cennetin meyvasından koparınca, (âdet mekânehâ ührâ) yerine yenisi biter.” Canın bir meyve istedi cennette... Meyve zaten önünde,
koparıyorsun, yerken orada bir tane daha biter. Daha onu alırken, orada yeni bir tane daha meyve biter. Gelecek seneye kadar beklemeye lüzum yok.
j. Karı Kocanın Sevgiyle Bakışması
Meysere ibn-i Ali ve Râfiî, Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:302
إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا نَظَرَ إِ لَى امْرَأَتِهِ ، وَنَظَرَتْ إلَيْهِ، نَظَرَ اللُّ تَعَالٰ ى إلَيْهِمَا
نَظْرَةَ رَحْمَةٍ؛ فَإِذَا أَخَذَ بِكَفِّهَا، تَسَاقَطَتْ ذُنوبُهُمَا مِنْ خِلاَلِ
أَصَ ابِعَهُمَا (ميسرة بن على في مشيخته، والرافعي عن ابي سعيد)
301 Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.765, no:18731; Sevban RA’dan. Kenzü’l-Ummal, c.XIV, s.468, no:39288; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XLI, s.249, no:44806.
302 Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.276, no:44437; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.279, no:6296.
RE. 98/10 (İnne’r-racule izâ nazara ile’mraetihi, ve nazarat ileyhi, nazara’llàhu teàlâ ileyhimâ nazrate rahmetin; feizâ ehaze bi-keffâhâ, tesâkatat zünûbühümâ min hilâli esâbiahümâ.) Muâşeret ile ilgili.
(İnne’r-racule izâ nazara ile’mraetihi) “Efendi hanımına şöyle hoşça bir nazarla bir bakıyor; (ve nazarat ileyhi) hanım da efendisine öyle hoşça bir nazarla bakıyor. İkisi de birbirlerine bakıyorlar. (Nazara’llàhu teàlâ ileyhimâ nazrate rahmetin) Bunların birbirlerine böyle sevgi ile bakışlarından dolayı, Cenab-ı Hakk’ın rahmet nazarı onların üzerine tecelli eder.” (Feizâ ehaze bi-keffâhâ) “Tuttu hanımın elinden, (tesâkatat zünûbühümâ min hilâli esâbiahümâ) parmaklarının uçlarından günahları dökülür gider.”
k. Cenâb-ı Hakk’ın Kulunu Karşılaması
İbn-i Mâce, İbn-i Huzeyme ve Ziyâü’l-Makdîsî, Huzeyfe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:303
إن الرَّجُلَ إِذَا دَخَلَ فِي صَلاتِهِ، أقْبَلَ اللَُّّ عَلَيْهِ بِوَجْهِهِ ، فَ لاَ يَنْصَرِفُ
عَنْهُ، حَتَّى يَنْقَلِبَ، أَوْ يُحْدِثَ حَدَثَ سُوءٍ (ه. خز. وابن أبي عمر، ض. عن حذيفة)
RE. 98/11 (İnne’r-racule izâ dehale fî salâtihi, akbela’llàhu aleyhi bi-vechihî, felâ yensarifu anhu hattâ yenkalibe, ev yuhdise hadese sev’in) Bu çok mühim bir şey! Allah hepimize hakiki namazlar nasibi müyesser eylesin…
303 İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.62, no:924; Bezzâr, Müsned, c.I, s.440, no:2889; Abdürrezzak, Musannef, c.I, s.432, no:1689;
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.286, no:18905; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.276, no:6290.
(İnne’r-racule izâ dehale fî salâtihi) “Adam namaza girdiğinde, Allah-u Teàlâ ona yüzünü döner.” Kul Allahu ekber diyor, namaza duruyor. Cenab-ı Hak derhal kulunu karşılıyor.
(Felâ yensarifu anhu) “Cenab-ı Hak ondan yüzünü çevirmez; (hattâ yenkalibe) kul kendisi dönünceye kadar, (ev yuhdise hadese sev’in) veya münasebetsiz bir şey yapana kadar sürer.” Kul namazdan çıkıncaya kadar, yahut kendisinde namazı bozacak hadise zuhur edinceye kadar yüzünü ondan çevirmez.
Onun için namaz mü’minin Mi’rac’ı…
İşte Mi’rac ne? Allah’la karşılaşmak değil mi?
İşte, “Ben senin karşındayım!” diyor Cenab-ı Hak, ikbal ediyor. sana, “Söyle bakayım.” diyor, başlıyorsun: “—El-hamdü lillâhi rabbi’l-àlemîn. Er-rahmâni’r-rahim…” Medh ü senâlar ederek, isteyerek, onun kelâmını okuyarak, onunla mükâleme ederek namazı bitiriyorsun. Ama burada tabii gönlün uyanık olması lazım. Yoksa gönül gaflette, nerede olduğunu bilmeyerek durduysa, yazık ona…
Şurada İmam Gazâli demiş ki:
Cenâb-ı Hak ikbal ediyor ya, bu kinayedir.
Şimdi insan duruyor huzura… Durmasıyla tabii kendisinin dışarıda birçok meşakkati vardı, sıkıntısı vardı, işleri vardı. Hepsini bunların terk etti. Bu terk edişle Hakk’ın huzuruna
durduğu vakitte bu sıkıntı, meşakkat, darlık, belalar... neler varsa içerisinde, bakarsın, bir muvakkat zaman için de olsa insandan sıyrılır gider. Cenab-ı Hakk’ın ikbali budur diyor. Senden o halleri alabilmesi. O da herkesin tabi namaza duruşundaki kuvvet ve zaafa bağlı… Şurada şöyle bir şey daha demiş:
İnsan zulmânîdir. Etten kemikten yaratılmış bir mahlûktur, zulmet içerisindeyiz. Zulmet içerisindeyiz, zulmetin karşılığında nur vardır.
Şimdi bak bu ışık bize bir nur verdi. Bu ışık sayesinde birbirimizi görüyoruz. Musalli namazına durduğu vakitte zulmânîdir. Fakat karşısında Allah-u Teàlâ var, yani onun nuru var. Allah-u Teàlâ’nın nuruna karşı kendisini verdi kul. Kulun Allah’a kendisini veriş nisbetine göre alacağı nur vardır. Mesela
ay, şimdi güneşe karşı bir dönüşü var. İlk günü azıcık, belki görünmez bir şekilde. İkinci günü bir parçacık şöyle. Üçüncü günü şöyle bir parçacık… Beşinci günü, 10. günü, 15. günü tam cephesi ile kime dönüyor?
Bu dönüş güneşe. Tam cephesi ile güneşe döndüğü için, tam cephesi ile güneşten alacağı ziyayı bize aksettiriyor. Ayın kendisi zulmettir, karanlık. Işık yok ayda. Kendisinde ışık olmadığı halde güneşe olan teveccühünden, güneşten aldığı nuru bize iktibas ettiriyor.
Binâen aleyh kul kendisi zulmânîdir ama kâinatın sahibi olan Hz. Allah’ın nuruna döndürdüğü vakitte kendini, oradan alacağın nur işte ya bir günlük, ya iki günlük, herkesin istidadına göre. On
beş günlük bir nur olursa, o artık aliyyü’l-âlâ işte…
Ama bir de bir alış var. İlk günü bir parçacık alıyor, az dönebilmiş. Azıcık daha dönebilirse daha çok alıyor, daha çok dönerse daha çok alabiliyor.
Binâen aleyh biz her gün kılıyoruz bu namazı. Her gün kıldığımız için her gün nur alıyoruz demektir. Şimdi insanda biraz insaf olursa;
“—Yâhu ben bunu her gün yapıyorum da niçin bir şey alamıyorum?” diye böyle düşünürse, o tarafa doğru dönmesini daha kuvvetli çevirmeye çalışır.
Kendisine bakar, kusurlarını bırakıp huzur- u ilahiyede olduğunu müdrik olduğu halde, “Okurken kime karşı okuyorum, ne okuyorum?” diye düşünür.
Allah cümlemizi affetsin de bu dönüşlerden istifade ettirsin…
İşte bu Rasûlüllah SAS’in Mi’racının bir eşidir. O gitti geldi, bize anlattı, izah etti. Şimdi biz de namaza durmak suretiyle Allah’la karşılaşıyoruz. Allah’ın, burada bir varlık olup da karşımıza çıkmış değil. O her yeri Muhît, her şeyi Muhît, her yerde hâzır ve nâzır… Nerede kul Allah’a dönerse, Allah orada mevcut… Binâen aleyh nerede olursan ol Allah’a döndüğün vakitte Allah’ın nuru seni karşılamıştır. Onun nuru, o iktibas ettiğin nur ile sende nurlanır ve onun sayesinde ayın bizi nurlandırdığı gibi etrafını nurlandırabilirsin. Ay alıyor ama etrafına da veriyor. Binâen aleyh Allah-u Teâlâ’ya dönüp de nur alan insan
etrafındakilere de nur saçacak kabiliyettedir. Saçamıyorsa kendi hatasıdır, nuru alamıyor demektir. Alsa, ayın saçtığı gibi saçacak etrafına… Ay cemâdattan bir şey işte, bir taş parçası. İşte gidip geliyorlar taştan topraktan olan bir şey.
Ama o pekâlâ güneşten iktibas olabiliyor da, biz ekmel-i mahlûkat olduğumuz halde niçin Allah’ın nurundan iktibas edemeyeceğiz?
l. Cemaate Devam Etmenin Karşılığı
Tahâvî, Ahmed ibn-i Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mâce, Ebû Zerri’l-Gıfârî’den rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:304
إِن الرَّجُلَ إِذَا صَلَّى مَعَ الإِْمَامِ حَتَّى يَنْصَرِفَ، كُتِبَ لَهُ قِيَ امُ لَيْلَةٍ
(ط. حم. د. ت. حسن صحيح، ن. ه. والدارمي، وابن منيع، والروياني، وابن خزيمة، وابن الجارود حب. هب. عن ابي ذر)
RE. 98/12 (İnne’r-racule izâ sallâ mea’l-imâmi hattâ yensarife, kütibe lehû kıyâmu leyletin.) (İnne’r-racule izâ sallâ mea’l-imâmi) “Adam, imamla beraber namaza devam ediyor, namazını camide kılıyor; (hattâ yensarife) namazı bitirdiği zaman, (kütibe lehû kıyâmu leyletin) ona bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevap yazılır.” Şimdi Teravih namazı kılıyoruz ya. Allah kabul etsin...
Durduk, cemaatle yatsıyı kıldık. Arkasından 20 rekât, çok sürse yarım saat, yahut bir saatte biter, teravihi kıldık. Bu namazı kılmakla, gecenin tamamında namaz kılmış gibi sevap
304 Tirmizî, Sünen, c.III, s.299, no:734; Ebû Dâvud, Sünen, c.IV, s.138, no:1167; Neseî, Sünen, c.V, s.190, no:1347; İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.222, no:1317; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.329, no:3683; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.406, no:1287; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.63, no:466; Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.556, no:20229; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.277, no:6293.
veriyor Cenab-ı Hak bize…”
m. Kalbin ve Dilin Bir Olması
İbn-i Asâkir, Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:305
إِنَّ الرَّجُلَ لَِ يَكُونَ مُؤْمِناا، حَتَّى يَكُونَ قَلْبُهُ مَعَ لِسَانِ هِ سَ وَاءا؛ وَيَكُونَ
لِسَانُهُ مَعَ قَلْبِهِ سَوَاءا، وَلَِ يُ خَالِفُ قَوْلُهُ عَ مَلُهُ ، وَيَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ
(ابن لِل في مكارم الأخلاق، كر. عن أنس)
RE. 99/1 (İnne’r-racule lâ yekûnü mü’minen, hattâ yekûne kalbühu mea lisânihi sevâen; ve yekûne lisânühû mea kalbihî, sevâen, ve lâ yuhàlifü kavlühû amelühû, ve ye’menü câruhû bevâikahû.) Bu hükme dikkat edin:
(İnne’r-racule lâ yekûnü mü’minen) “Kul mü’min olamaz.”
“—Ama Lâ ilâhe illallah diyenlerin hepsi mü’min değil mi?”
Hepsi mü’min ama derece derece… Nasıl ayın güneşten aldığı dereceler gibi. Yahut hava kararmakla beraber görülen dereceler gibi. Herkes derece derece…
Ama asıl olgun mü’minin, ki kâmil diyorlar ona, onun nasıl olması lazım: (Hattâ yekûne kalbühû mea lisânihi sevâen) “Dili ile gönlünün bir olması lazım!”
Bazı insan politik olur, diliyle insanı öyle bir aldatır ki inanırsın, “Ne iyi adam!” dersin ama içi öyle değildir. İçi öyle değildir, bu makbul değildir. Dil ile gönül birleşmemiş. Lisanıyla kalbinin daima bir olması lazım!”
Daha üçüncü bir şart daha: (Ve lâ yühàlife kavlühû amelehû) “Sözünün de ameline uygun olması lazım!” Sözü ameline uygun
305 İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXI, s.250; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.40, no:84; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.281, no:6301.
değilse, o da kâmil değil.
Mesela diyor ki: “—İçki içmeyin! Haramdır, günahtır!” diyor, fakat kendisi içiyor.
Olmadı.
“—Namaz kılın!” diyor fakat kendisi gelmiyor namaza... Olmaz.
Birçok şeyler söylüyor, güzel fakat kendisi tatbik etmiyor üzerinde. Kalbi ameline muhalif.
Dördüncü bir şart daha;
(Ve ye’menü câruhu bevâikahû) “Müslümanın komşusu onun şerrinden emin olacak, hiçbir zaman mutazarrır olmayacak.”
Bakın şimdi bunu dinleyin!
İsterse o komşu müslüman olsun isterse kâfir olsun; isterse âbid olsun beş vakit namazında, yahut namazsız fâsık, günahkâr bir müslüman olsun; isterse dostun olsun, isterse düşmanın olsun; komşuya iyi muamele etmek, komşuya zarar vermemek ile mükellef müslüman… İsterse başka memleketten muhacir gelmiş olsun. yahut eskiden beri bu memlekette yaşayanlardan olsun. İkisi de indinde bir olacak, ikisi de müsavi olacak. Yahut sana faydası dokunuyor daima, ötekinin de zararı dokunuyor… İster faydalı, ister zararlı
olsun, yakın veya uzak olsun; hepsine hoş muamele edeceksin.
Bunların hepsine müslümanın vazifesi; komşusuna karşı daima şefkatli, merhametli, olgun olması lazım. Onun hatası da olsa, onun kusuru ile olsa, ona karşı senin de terbiyesizlik yapmana Müslümanlık meydan vermiyor.
“—O yaptı ya!” Yapsın varsın, ne yapalım! Her kap kendindekini döker. Onun kabının içerisinde pislik varmış, pislik dökmüş. Sende mi pislik dökeceksin? Senin kabında bal var, kaymak var. Sen de ona karşı daima güzel şeylerle mukabele edeceksin, çirkinlik yapmayacaksın.
Onun için Ramazan da var şimdi. Oruçluyuz, karşımıza çıktı bir adam, sövüyor sayıyor, dövmeye kalkıyor, bir şeyler ediyor. Heyecanımızı kaldırıyor, bizi kızdırıyor, gazaplandırıyor. Buna ben de bir tane patlatayım diyorsun, yahut bir kötü söz de ben
söyleyeyim ona diyorsun…
Yok! Diyeceksin ki: “—Arkadaş ben oruçluyum! Ben oruçluyum bak, senin o çirkin muamelene ben mukabele edemem. Ben oruçluyum, sabırlıyım ben. Yapamam bu çirkinlikleri…” diyeceksin.
Bunlar tabi lafla olan şeyler değil. Bunlar lafla olmaz.
Meselâ, biz 10 defa hacca gittik, daha 10 defa gitsek adam olacağımız yok, başka. Bu hacılıkla, namazla iş olmuyor. Azıcık insanın da kendisine riyazet denilen o açlığı tattırması lazım.
Onun için Cenab-ı Hak bu ayı bize vermiş, “Bakın bakalım azıcık!” diyerek ama bizim açlıktan pek de, günlerde kısa da şimdi, haberimizde olmuyor. Çünkü akşam güzel doyuruyoruz,
gece de doyuruyoruz, haberimiz olmuyor açlıktan. Keyfimize göre yiyoruz o kadar.
Onun için büyükler demişler ki:
“—İnsanların ıslah ve terbiyeleri kendiliğinden olmaz. İnsan kendi kendini ne kadar riyazete de soksa, ne kadar bilmem nasıl çabalarsa çabalasın kendi kendini düzeltemez insan. İnsanın kendi kendini düzeltmesi mümkün olsaydı, Allah ne peygamber yollardı, ne kitap yollardı; ‘Düzeltin kendi kendinizi!’ derdi. Halbuki peygamberler göndermiş.” Ashab-ı kiramın halini bir düşünün! Hepsi gâvurluktan döndüler. Eskiden bir gâvurluk alemindeydiler, müslümanlığa girdiler. Fakat müslüman olunca nasıl müslüman oldular?
O peygamberin sayesinde oldular ama. Ashab o kemali ancak peygamberin sayesinde buldu. Peygamber olmasaydı, yine eski hallerinde olurlardı onlar. Binâen aleyh Peygamber SAS rehberin olacak ve onun vekilleri gibi insanlar kıyamete kadar var... Onun vekilleri gibi insanların koltuğunun altına girersen, ashabın peygamberin koltuğunun altına girdiği gibi, işte o zaman sende de o hâl, hâl olmaya başlar.
Mesela demir çok soğuk ve sert bir maddedir. Fakat ateşe sokuyorsun, pamuk gibi oluyor ve ateş gibi o da kızıyor. Sebebi? Temas… Ateşle olan teması nisbetinde… Binâen aleyh iyileri bulur da iyilerin arasına girer, onların sohbetlerinde bulunur, onların sohbetlerinden istifade edersen...
Bir de hani demin de dedim ya, güneşe dön! Güneşe dönen ay, güneşten aldığı nuru nasıl etrafına veriyor. Allah’a tam dönebilen insanlar vardır ki, Allah-u Celle ve A’lâ’dan aldığı nuru, Peygamberin yaydığı gibi etrafındakilere yayarlar.
Kıyamete kadar bu gibi insanlar olacak. Muhakkak olacak!
Olmasa, din çoktan mahvolurdu. Bugünkü felaketler, fitneler içerisinde dinin adı bile kalmazdı. Allah’ın o mübarek kullarının sayesinde, bak Allah-u Teàlâ sizi burada nurlandırıyor.
Sizi kim zaptediyor burada? Hiç kimse zaptetmiyor. Ama Allah’ın verdiği o ışık sayesinde, hepiniz günahtan uzak oturuyorsunuz burada… Onun için, hiç kimse kendiliğinden tekemmül edememiştir. Kendi kendine ne kadar ibadet edersen et, tekemmül edemezsin.
Mesela bazı büyükler var, Bursa’daki Üftade Hazretleri gibi,
bizim Nakşibend Muhammed Bahaeddin Hazretleri gibi ve buna benzer tekemmül etmiş insanlar var. Onlara diyorlar ki Peygamber SAS’in terbiyesine, araya vasıta almadan doğrudan doğruya girmişler. Kabiliyetleri var. O kabiliyetleri dolayısıyla doğrudan doğruya Peygamber SAS’in terbiyesinde yetişiyorlar. Bunlar müstesna insanlar. Herkes böyle bu kabiliyette olamaz ki!
Meselâ, şimdi atom diyorlar. Her taştan oluyor mu, her madenden oluyor mu? Kabiliyeti olan şeylerden oluyor.
n. Cennetteki Yüksek İnsanların Nuru
Ebû Dâvud, Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:306
إِن الرَّجُلَ مِنْ أَهْلِ عِلِّيِّينَ لَيُشْرِفُ عَلَى أَهْلِ الْجَنَّةِ، فَتُضِيءُ الْجَنَّةُ
لِوَجْهِهِ كَأَنَّهَا كَوْكَب دُرِّيٌّ (د. عن أبي سعيد)
306 Ebû Dâvud, Sünen, c.X, s.499, no:3473; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VII, s.97; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXXI, s.168, no:6770; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.468, no:9289; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.305, no:6355.
RE. 99/2 (İnne’r-racule min ehli illiyyîne leyüşrifü alâ ehli’l- cenneti, fetüdîü’l-cennetü li-vechihî keennehâ kevkebün düriyyün.) Ehl-i illiyyîn, yüksek tabakanın insanları, yani Allah’a dönebilmiş ve onun nurunu iktibas edebilmiş kâmil ve mükemmil olan insanlar.
(İnne’r-racule min ehli illiyyîne leyüşrifü alâ ehli’l-cenneti) “Ehli illiyyinden biri Cennet ehline baktığı zaman…” Cennette birçok insanlar var ya, onlara şöyle kendini bir gösteriveriyor.
(Fetüdîü’l-cennetü li-vechihî keennehâ kevkebün düriyyün) “Cennet onun yüzünün nurundan ışık bulur, ayın veya güneşin doğduğu gibi, hattâ daha fazla parlar ortalık.” Kevkebü dürriy: İnci gibi parlayan yıldız demek. Cennet, o bahtiyarın yüzünden aldığı nurla, kendi ziyasından üstün bir ziya ile ziyalanıveriyor.
Allah bizi öyle bir kul yaratmış ki, dışı şu et kemik ama, içi kevkebü düriy gibi cevher dolu…
o. Cennet Ehli Adama Yüz Erkek Gücü Verilmesi
Taberânî, Ebü’ş-Şeyh ve Hàkim, Zeyd ibn-i Erkam RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:307
إِنَّ الرَّجُلَ مِنْ أهْلِ اْلجَنَّةِ، لَيُعْطَى قوَّةَ مِائَةِ رَجُلٍ، في الأَكْلِ،
والشُّرْبِ، والشاهْوَةِ، وَالْجِمَاعِ ؛ حَاجَةُ أَحَدِهُمْ عَرَق يَفيضُ منْ
307 Ahmed ibn-i Harbel, Müsned, c.IV, s.367, no:19288; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.V, s.178, no:5006; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.202, no:1722; Dârimî, Sünen, c.II, s.431, no:2825; Hennâd, Zühd, c.I, s.88, no:90; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.454, no:11478; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XVI, s.444, no:7424; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.IV, s.374, no:7086; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.X, s.769, no:18744; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.366; Zeyd ibn- i Erkam RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.468, no:39290; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII. s.303, no:6352.
جِلْدِهِ، فَإِذَا بَطْنُهُ قَدْ ضَمَرَ (طب، وأبو الشيخ في العظمة،
ك. في تاريخه عن زيد بن أرقم)
RE. 99/3 (İnne’r-racule min ehli’l-cenneti leyü’tâ kuvvete mieti raculin, fi’l-ekli, ve’ş-şürbi, ve’ş-şehveti, ve’l-cimâi; hàcetü ehadihüm arakun yefîdu min cildihî, feizâ batnühû kad damera.) (İnne’r-racule min ehli’l-cenneti leyü’tâ kuvvete mieti raculin) Ehl-i Cennetten olan birine cennete girdiği zaman yüz erkek kuvveti verilir; (fi’l-ekli, ve’ş-şürbi, ve’ş-şehveti, ve’l-cimâi) yemekte, içmekte, şehvette ve cimâda… (Hàcetü ehadihüm arakun yefîdu min cildihî) Yedikleri terle çıkar, (feizâ batnühû kad damera) bir de bakar ki karnı incelmiş.” Def-i hacet denilen şey yok. O ter ile öyle çıkıp gidecek kendiliğinden… O kadar yediğine göre karnı da şişmeyecek.
Burada demiş ki:
“—Bu yeme içme dünyada bile mezmum. Hocalar söylüyor çok yemeyin, çok içmeyin diye. Bu dünyada bile mezmum. Cennette neden metholunuyor bu kadar bu yeme içme?” diye bir itiraz vermiş.
Diyor ki: “Burada yeme içme mezmum; çünkü bu yeme içme insanı gaflete düşürür, Allah’a olan ibadetten alıkoyar. Ondan dolayı mezmum… Âhirette ise bu yok. Zahmet vermeyecek sana yemen içmen. Külfet olmayacak, ağırlık vermeyecek. Zevk için,
yalnız o kadar.” Dün, Avârifü’l-Maârif kitabının oruç kısmında bir şey daha gördüm, çok hoşuma gitti. “İnsan yemeye, içmeye müptela oldu mu, daima çeşitli yağlı ballı kaymaklı yemekler yemeyi istiyor. Mübtela olmuş, alışmış ona gayri… Yani zevk alıyor, hoşlanıyor. Onun bu hâline melekler ağlar.” diyor.
“—Sen bunun için mi yaratıldın ey insan? Sen bu yemenin içmenin zevk ü sefanın peşi içinde mi yaratıldın? Senin insanlık kabiliyetlerin nerede?” diyerekten melekler ağlar diyor.
Allah bizi affetsin…
Oradan getirmiş, Peygamber Efendimiz SAS’in hayatından
bahsediyor. Hz Âişe’nin şu sözünü söylemiş;
“—Aylarca evimizde ateş yanmazdı ışık da yanmazdı. Bazen ıssız ayda olurdu, bir buçuk ay ateş yüzü görmezdik.”
“—Ne yapardınız?” “—Hurmayla suyla geçinirdik. Hurma ve su idi gıdamız. Hem üç gün birbiri üzerine Rasûlullah arpa ekmeğinden bile karnını doyurmamıştır.” diyor.
Binâen aleyh bu böyle iken, bizim Peygamberimiz böyle iken senin yemeklerin üzerine dalıp da artık şu tatlısı, bu da yağlısı, bu da kaymaklısı diyerekten kendini böyle beslemeye ne lüzum var?
Çünkü vücut beslenince şehvet artar, şehvet artınca insan yaramazlık yapar, günahlara dalar. Nefis kabarır, vesveseden kendini kurtaramazsın.
Ha onu da söylemiş;
“—Yemek yiyoruz ya, kanlar oluşuyor. O kanlar şeytanın
deresidir diyor. Şeytan orada cevelan eder, seni envai çeşit fitnelere düşürür. Felâkete sürüklemek için ne yapmak lazım gelirse, onu yapmaya çalışır. Açlık da diyor, meleklerin deryasıdır. Tokluk şeytanın deryası, deresi orada geziyor, seni günaha sokuyor; açlık da meleklerin gezdiği yerdir, şeytanı tard ederler oradan.” diyor.
Şimdi Ramazan’da, Cuma günü unuttuğum dört şeyden birisi de şeytan idi. Şeytan zincirlendi. Cenab-ı Hak, Ramazan’da bu ümmete beş şey verdi idi ya. O beş şeyden birisi de şeytanların bağlanması idi. Şeytan bağlı ama bak yine yaramazlık yapıyoruz, birçok günahlar işleyenler var. Şeytan yok ortada şimdi, bağlı şeytan… Nereden oluyor?
Haa, o nefis ki şeytandan 70 kere fazla…. Allah Celle ve A’lâ, o nefisle mücadele edip de onu da yenmeye çalışmak için, bu Ramazan orucunu bize farz kılmış. Onun için, güzel güzel tutalım da inşaallah Allah-u Teàlâ’ya da çok yalvaralım! O içimizi nurlandırsın, nurunu iktibas edebilecek bir kabiliyet versin…
Fakat şimdi bir söz daha geliyor altta…
Şimdi, Ay alıyor ziyayı, bize yansıtıyor. Fakat demiri tutsak güneşe, güneşten bir şey alır da bize verir mi? Vermez. Ama bir pertavsız [büyüteç] tuttuğun vakitte güneşe, hem altındakini
yakıyor, hem ışığını başka tarafa veriyor. Demek ki insan da böyle büyüteç derecesinde incelemek lazım. Şeffaflık lazım. Şeffaflık,
ancak o cefa ile oluyor ki oruçlarla olur, riyazetlerle olur.
ö. Cehennem Ehlinin Vücudunun Büyüklüğü
Ahmed ibn-i Hanbel, Zeyd ibn-i Erkam RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:308
إنا الرَّجُلَ منْ أهْلِ النَّارِ لَيَعْظُمُ للنَّارِ، حَتاى يَكُونَ الضِّرْسُ مِنْ
أَضْراسِهِ كأُحُدٍ (حم. عن زيد بن أرقم)
RE. 99/4 (İnne’r-racüle min ehli’n-nâri leya’zumu li’n-nâri,
308 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV. s.366. no:19285: Hennâd, Zühd, c.I, s.188, no:298; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.718, no:18608; Zeyd ibn-i Erkam RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.529, no:39516; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.305, no:6354.
hattâ yekûne’d-dırsu min adrâsihî keuhudin.) (İnne’r-racüle min ehli’n-nâri leyuazzamu li’n-nâr) “Cehennem ehlinden olan, cehennemi hak etmiş, cehenneme atılmış olan bir adamın vücudu büyütülür, muazzamlaştırılır! (Hattâ yekûne’d- dırsu min adrâsihî keuhudin) Öyle ki ağzındaki dişlerden bir tek dişi Uhud dağı kadar olur!” Uhud denilen bir dağ var ya. Büyük bir dağ, kocaman. Bir gavurun bir dişi o dağ kadar büyüyecek. Cesedinin büyüklüğünü de sen kıyas et gayri nasıl olacak? Niçin? Cehennemin azabını tatması için, Cenab-ı Hak uzun zaman ona tesir etsin diyerek, böyle onun vücudunu büyüttürüyor.
Kur’an ayetleri çok güzeldir. Onun için siz kardeşlerimden Kur’an’ı güzel okumanızı rica edeceğim. Şimdi az çok faydalı olan Türkçeleri de var. Onları okuyun da bakınız, Kur’an-ı Azimüşşan’da kâfirlere Cenab-ı Hak nasıl ateş püskürüyor.
Bazen ben de kendimi tutamıyorum da bazı şeyler söylüyorum. O hususta da kusuruma bakmayın! Müslüman gâvuru sevmez, gâvurun yaptığı işi de sevmez, gâvurun yüzüne bakmasını da sevmez. Çünkü gâvurdan daima zulmet gelir. Nurdan nasıl ışık geliyorsa zulmetten de insana zulüm in’ikas eder.
Binâen aleyh, insan nasıl olur da Allah-u Teàlâ’nın verdiği o cevherini gâvurun zulmeti ile zulmetlendirir?
Onun her yaptığı şey kötüdür, fenadır. Onun hiçbir işine iyi nazarıyla bakmak müslümanın harcı değildir. En nihayet yanacağı yer işte cehennem...
p. İbadette Şuurun Önemi
Hatîb-i Bağdâdî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:309
إِنَّ الرَّجُلَ يَصُومُ ويُصلِاي وَيَحِ جُا ويَ عْتَمِرُ، فَإِذَا كَ انَ يَوْمُ الْ قِ يَامَةِ
309 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.200, no:631;
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.392, no:7050; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.306, no:6359.
أُعْطِيَ بِ قَدْرِ عَقْلِهِ (خط. وضعفه عن ابن عمر)
RE. 99/5 (İnne’r-racüle yesùmu ve yüsallî ve yahuccü ve ye’temiru, feizâ kâne yevmü’l-kıyâmeti u’tıye bi-kadri aklihî.) Racül, “adam” demek. Ricâl, “adamlar” demek.
(İnne’r-racüle yesûmu ve yüsallî) “Bir kişi, herhangi bir kadın veya erkek, oruç da tutar namaz da kılar... (Ve yahuccü ve ye’temiru) Hacca da gider, umre de yapar. (Feizâ kâne yevmü’l- kıyâmeh) Kıyamet günü olduğu zaman, (u’tiye bi-kadri aklihî) namazının, orucunun, haccının, umresinin, ibadetinin karşılığı aklına göre verilir.”
Gâvura paralarını kaptıran adamın aklı yok demektir. Çok zayıf... Niçin?
Nasıl veriyorsun? Zevkin için o gâvuru zengin etmek, onun üstümüze çıkmasına sebep olmak, kendi kendimizi ezmek değil midir canım? Ama iş çığırından çıkmış başka.
Allah affetsin hepimizi…
r. İki Farklı Namaz
Hakîm-i Tirmizî, Ebû Hamîd es-Sâadî RA’dan rivayet etmiş.
Peygamber SAS Efendimiz buyumuşlar ki:310
اِن الرَّجُلَ لَيَنْطَلِقُ اِلَى الْمَسْجِدِ، فَيُصَلِّى، وَ صَلاَتُهُ لَِ تَعْدِلُ عِنْدَ اللِّ
جَنَاحَ بَعُوضَةٍ؛ وَاِنَا الرَُّجلَ لَ يَأْتِي الْمَسْجِدَ، فَيُصَلِاى، وَصَلاَتُهُ تَعْدِلُ
جَبَلَ اُحُدٍ، اِذَا كَانَ اَحْسَنَهُمَا عَقْلاا؛ ق۪يلَ: وَكَيْفَ يَكُونُ اَحْسَنَهُمَا
عَقْلاا ؟ قَالَ : أَ وْرَ عَهُمَا عَنْ مَ حَارِم اللِّ، وَأَحَرَصَهُ مَا عَلٰى أَسْبَابِ الْخَيْرِ؛
310 Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usül, c.II, s.356; Ebû Hamîd es-Sâadî RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.381, no:7049; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.302, no:6348.
وَإِنْ كَ انَ دُونَهُ مَا فِي الْ عَمَ لِ وَ التَّطَوُّعِ (الحكيم عن أبي حميدالساعدي)
RE. 99/6 (İnne’r-racüle leyentaliku ile’l-mescidi, feyusallî, ve salâtühû lâ ta’dilü inda’llàhi cenâha baûdatin; ve inne’r-racüle leye’ti’l-mescide feyusallî, ve salâtühû ta’dilü cebele uhudin, izâ kâne ahsenehümâ aklen; kîle: Ve keyfe yekûnü ahsenehümâ aklen? Kàle: Evraahümâ an mehârimi’llâhi, ve ahrasahümâ alâ esbâbi’l- hayr; ve in kâne dûnehümâ fi’l-’ameli ve’t-tetavvu’.) Bakın, dikkat edin kardeşler: (İnne’r-racüle leyentaliku ile’l-mescidi) “Bir müslüman mescide gelir, (feyusallî) namaz kılar.” Biz bakarız, “Oh ne güzel namazda kıldı.” deriz.
(Ve salâtühû lâ ta’dilü inda’llàhi cenâha baûdatin) “Ama kıldığı namaz, Allah indinde sivrisineğin kanadı kadar bir kıymet ifade etmez!” Niçin? Gönlü başka yerde, gönlünü Allah’a veremiyor. Namaza durmaktan maksat, gönlü Allah’a verip oradan nur almak idi. Sen boşu boşuna geldin, gidiyorsun, işte o kadar… Dönemedin ki Allah’a… Cesedin dönmesi para etmez, asıl o gönlü Allah’a döndürmek lazım! Allah’a dönenlerle dönmedikçe, dönemezsin Allah’a.,, Evvela Allah’a dönenlerle beraber olmak lazım!
Aziz kardeş! Şimdi bazı gençler türemiş, tarikat pirlerine taş atıyorlar, hatta müctehidlere de taş atıyorlar.
“—Ne olacak? Biz de onlar gibiyiz, bizim zamanımızdaki ilim onların zamanında yoktu. Bak şimdi biz neler okuyoruz neler!
Onlar da ne biliyordu sanki? Bir Arapça bildikleri vardı.” diyorlar. Aziz kardeş, çok doğru söylüyorsun ama, o sabaha kadar Allah deyip ağlıyordu, sen sabaha kadar bilmem ne ile meşgulsün. Nerede aradaki fark! Onun içi Allah’la uyanıyor, senin için şeytanla uyanıyor. Kalkıyorsun da bir de onlara dil uzatıyorsun, onların aleyhinde konuşma yapıyorsun!
Onlar Allah’ın velileri! Onlar nurlarını bize daima
serpmektedirler. Vücutları dünyadan çoktan gitmiş, onların artık vücutlarının kıymeti yok. Fakat onun bulunduğu yerdeki nur,
güneşin bulutların arkasında saklandığı gibi yine seyreder durur dünyayı. Git mezarının başına, okuyacağın kadar oku. Bak nasıl
geliyor sana onun ışığı!
Onun için insanlar cahillik yapıp da onlara söz atmamalı! Senin namazın, benim namazım, hepimizin ibadeti ind-i ilahiyede bir sivrisineğin kanadına bile denk gelmiyor.
Niçin? Aklımız fikrimiz hep dünyada... Kazancımızın kökü haram, yalanla, düzenle, hileyle, faizle… Bu halde gönül Allah’a nasıl döner?
Zincirle bağlasan yine dönmez. Kendi kendimizi avuturuz.
(Ve inne’r-racüle leye’ti’l-mescide) “Yine başka bir müslüman da mescide gelir, (feyusallî) o da namaz kılar. (Ve salâtühû ta’dilü cebele uhudin) Onun namazı da Uhud Dağı’na denk olur.” Koca bir dağ gibidir onun namazı ind-i ilahîde… İki rekât kılmıştır beş dakikanın içerisinde ama Uhud dağı gibi büyümüştür ind-i ilahide. (İzâ kâne ahsenehümâ aklen) “Akılca birinciden daha güzel, daha iyi olmasından dolayı.”
(Kîle: Ve keyfe yekûnü ahsenehümâ aklen) “Denildi ki: Akılca daha iyi olması nasıl mümkün olur?” (Kàle) Cenab-ı Peygamber buyurdu ki: (Evraahümâ an mehârimi’llâh) “Allah’ın haramlarından sakınmakta hanginiz daha üstün ise, daha verâ sahibi ise, onun namazının derecesi o kadar büyüktür. (Ve ahrasehümâ alâ esbâbi’l-hayr) “Bir de hayır çeşitlerine en çok gayreti olan akılca daha üstündür!”
Hayırlara harîs, atılgan, varını veriyor. Diyor ki, dünyada hiç kimse girdiği gibi dünyadan çıkmamış. Herkes işte dünyaya çıplak geliyor yani, giderken de birçok bir şeyler bırakarak gidiyor. En fakirinin bile hiç olmazsa bir borcu bir şeysi oluyor yani. Fakat falan kişi diyor ki, şimdi ismini unuttum, o diyor dünyaya nasıl çıplak geldiyse âhirete giderken de öyle çıplak gitmiştir. Hiçbir şeysi olmadığı halde.
“—Neden, sebebi?” Adam hasta imiş, ölüm hastalığında yatıyor. Bir dilenci gelmiş kapısına; (Şey’en li’llâh) [Allah için bir şey verin!] demiş.
Adamın verecek bir şeyi yokmuş, hasta halinde çıkarmış gömleğini; “—Götürün verin o adama!” demiş.
Kendisi komşudan aldığı ödünç bir gömlek ile canını
Mevlâsına teslim etmiş.
Yani bizim bir hayırlarımız var el-hamdülillah ama, derecede var. Hayır sayılmaz. Hayrın hayır sayılması için malının çoğunu vermesi lazım diyor, azını değil. Malıyla denk bir hayır yapıyorsa o bahillikten ancak kendisini kurtarmıştır. Ona bahil denmez.
Zekâtını vermiş, sadakalarını vermiş, hayrâtını yapmış bahil denmez ona, fakat cömert de denmez. Çünkü cömert adam olması için malının çoğunu vermesi lazım.
Nasıl da diyor Peygamber SAS?
“—Allah nasıl verdiyse, sen de öyle ver.”
Bir zâtı söyledi, Sa’d galiba hatırımda olduğuna göre, günde 1000 dinar kazanıyormuş bu adam. 1000 dinar kazancı varmış yevmiye. O gün kendisine zekât düşmüyormuş bu adamın. 1000 dinar geliri olduğu halde kendisine zekât düşmüyor. Çünkü her gelene olduğu gibi dağıtıyor. Günde 360 tane fakire tasadduk etmedikçe kimseyle konuşmamaya kastetmiş adam. Demiş, 360 tane fakirin gönlünü yapacağım, ondan sonra ancak konuşabilirim der, ve bu sebeple gelirini olduğu gibi böyle tasadduk eder, zekâttan da kendisi kurtulurmuş.
Gel de sen şimdi bu adamla boy ölçüş aziz kardeş!
“—Pekiyi, benim bilgim çok, param çok, hayr u hasenatım çok…”
Hepsi bakalım indi ilahide ne derecede, ne durumda? Ne kadar makbuliyeti var acaba?
Çünkü bir kere hacca da gitsek, “Haram parayla gidilen haccın sevabı, faydası yoktur!” diyor Cenab-ı Hak. “Bu parayla benim huzuruma gelinmez!” diyor.
Namazın şartından birisi de lokmanın temiz olması. Lokması
temiz olmayan insanın Allah’a dönüşünde nur alamaz. Nur alamamasının sebebi gönlün değil, lokmasının bozukluğu.
Onun için Allah bizi ıslah etsin… “—Apartmanımız olsun, olmazsa olmaz.” “—Ne lazım?” “—Para lazım!”
“—Ne yapacağız?” “—Biraz mal satmak için yalan söylemek lazım! İşimizi
çevirmek için düzen lazım, hile lazım! Şu da lazım, bu da lazım. Bankadan faizle para almak lazım!”
Bunlar Allah’ın rızasına uygun olmayan şeyler…
s. Güzel Ahlâkın Mükâfâtı
Ahmed ibn-i Hanbel ve Hâkim, Hz. Aişe RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:311
إنا الرَّجُلَ ليُدْرِكُ بِحسْنِ خُلُقِهِ، دَرَجَاتِ قائِمِ اللَّيْلِ، صَائِمِ النَّهَارِ
(حم. ك. عن عائشة؛ قال المناوى: بإسناد لِ بأس به)
RE. 99/7 (İnne’r-racüle leyüdrikü bi-husni hulükıhî, derecâti kàimi’l-leyli, sàimi’n-nehâr.) (İnne’r-racüle) “Hiç şüphe yok ki bir kişi, (leyüdrikü bi-husni hulükıhî) Cenab-ı Hakk’ın verdiği güzel ahlâk sayesinde, (derecâti kàimi’l-leyli sàimi’n-nehâr) geceleri sabaha kadar uyumayan âbidlerin ve gündüzleri de bütün gün oruç tutan insanların derecelerine erişir, ulaşır.” Ne büyük mükafattır!
Ha şurada bir şey unuttum:
“—İnsan cehenneme neden girer?” diyor.
“—İnsanların cehenneme girmesi, onların yamukluklarını düzeltmek içindir. Görmez misin, bir ağaç yamuksa onu ateşe tutarlar, o ateş de onu ıslah eder, istediği kıvama getirir. Ateş onu, buharı ile, sıcaklığı ile ıslah ediyor, düzeltiyor. Binâen aleyh dünyadayken kendisini düzeltemeyen insanı, cehennemde
311 Ebû Dâvud, Sünen, c.XII, s.420, no:4165; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.90, no:24639; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.128, no:199; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.VI, s.237, no:7998; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.194, no:731; Hatîb- i Bağdâdî, el-Müttefik ve’l-Müteferrik, c.III, s.141, no:1152; Tahâvî, Müşkilü’l- Âsâr, c.IX, s.468, no:3785; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.372, no:949; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.4, no:5147; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.290, no:6322.
düzeltmek için Allah atacak cehenneme… Yakmak için değil, düzeltmek için girecek.” diyor.
Sen kendini burada düzeltebilirsen, cehennem yok sana! Burada haramlardan, yasaklardan, günahlardan korunur ve Allah-u Teàlâ’nın verdiğini de böyle etrafına verebilirsen, sana cehenneme girmenin olmadığını ben şimdiden söylüyorum. Fakat bunları yapamayanı da orada düzeltecekler.
ş. Cennette Huriler
Ahmed ibn-i Hanbel, Ebû Ya’lâ, İbn-i Hibban, Ebû Said el- Hudrî RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:312
إِن الرَّجُلَ فِي الْجَنَّةِ يَتَّكِئُ سَبْعِينَ سَنَةا قَبْلَ أَنْ يَتَحَوَّلَ، ثُمَّ تَأْتِيهِ امْرَأَتُهُ
فَتَضْرِبُ عَلَى مَنْكِبَيْهِ ، فَيَنْظُرُ وَجْهَهُ فِي خَدِّهَا أَصْفَى مِنَ الْمِرْآةِ ، وَإِنَّ
أَدْنَى لُؤْلُؤَةٍ عَلَيْهَا تُضِيءُ مَا بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ؛ فَتُسَلِّمُ عَلَيْهِ، فَيَرُدُّ
السَّلاَمَ، وَيَسْأَلُهَا: مَنْ أَنْتِ؟ وَتَقُولُ: أَنَا مِنَ الْمَزِيدِ؛ وَإِنَّهُ لَيَكُونُ عَلَيْهَا
سَبْعُونَ ثَوْباا، أَدْنَاهَا مِثْلُ النُّعْمَانِ مِنْ طُوبَى، فَيَنْفُذُهَا بَصَرُهُ حَتَّى يَرَى
مُخَّ سَاقِهَا، مِنْ وَرَاءِ ذَلِكَ؛ وَإِنَّ عَلَيْهَا مِنَ التِّيجَانِ ، إِنَّ أَدْنَى لُؤْلُؤَةٍ عَلَيْهَا،
لَتُضِيءُ مَا بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ (حم. ع. حب. ض. عن أبي سعيد)
RE. 99/8 (İnne’r-racüle fi’l-cenneti leyettekiu seb’îne seneten
312 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.75, no:11733; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.525, no:1386; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XVI, s.410, no:7397; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.775, no:18762; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.483, no:39356; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.280, no:6299.
kable en yetehavvele, sümme te’tîhi’mretehu fetadribu alâ menkibeyhi, feyenzuru vechuhû fî haddihâ asfâ mine’l-mir’âti, ve inne ednâ lu’lüetin aleyhâ tudîu mâ beyne’l-meşrıkı ve’l-mağrib; fetüsellimu aleyhi, feyerüddü’s-selâm, ve yes’elühâ: Men enti? Fetekùlu: Ene mine’l-mezîd. Ve innehû leyekûnu aleyhâ seb’îne sevben, ednâhâ misle’n-nu’man min tûbâ; feyenfuzuhâ basaruhû hattâ yerâ muhha sâkıhâ, min verâi zâlike ve inne aleyhi’t-ticâne inne ednâ lu’lietin minhâ tudîu mâ beyne’l-meşrıkı ve’l-mağrib) (İnne’r-racüle fi’l-cenneti leyettekiu seb’îne seneten kable en yetehavvel) “Cennette hiç şüphe yok ki, bir adam sağa sola dönmeden önce yetmiş sene yaslanır. Gel keyfim gel…”
Cennet o kadar hoş bir yer ki, Allah cümlemize nasib etsin… Orasını yalnız yemek içmek, zevk yeri olduğu için istemek hoş değil. Didâr-ı ilâhinin müşahedesi de orada olacak. Onun için cenneti biz istiyoruz. Yoksa Allah-u Teâlâ’nın nazarı neredeyse orası cennet olur. Cehenneme de nazar etse cehennem de cennet olur.
Binâen aleyh, orada adam öyle bir mest ve hayran hale gelecek ki, 70 sene sağından soluna dönmeden hayranlık içerisinde
yaslanacak. Kendinden geçecek.
(Sümme te’tîhi’mretehu fetadribu alâ menkibeyhi) “Gelir
cennetteki hanımı, omuzlarına vurur. (Feyenzuru vechuhû fî haddihâ) Dönüp onun yüzüne bakar. Hanımının yanağından kendi yüzünü seyreder. (Asfâ mine’l-mir’ât) Hanımın yüzü aynadan daha parlak, daha sàfidir.” (Ve inne ednâ lu’lietin aleyhâ tudîumâ beyne’l-meşrikı ve’l- mağrib) “Hanımının üzerinde öyle inciler vardır ki, en küçüğü doğu ile batının arasını aydınlatır, öyle ışık saçar!” (Fetüsellimu aleyhi feyerüddü’s-selâm) “Hanımı efendisine selam verir. O da selâmı alır, selâma karşılık verir. (Ve yes’eluhâ: Men enti?) Efendi sorar: Kimsin sen? (Fetekùlu: Ene mine’l-mezîd) ‘Ben Cenâb-ı Hakk’ın sana ihsan ettiği mezîdlerden, daha fazla mükâfatlardanım!’ der.”
(Ve innehû leyekûnu aleyhâ seb’îne sevben) “O huri kızının üzerinde yetmiş kat elbise olacak! (Ednâhâ misle’n-nu’man min tûbâ) En aşağısı Tuba ağacından yapılmış, gelincik çiçeği gibi.”
(Feyenfuzuhâ basaruhû hattâ yerâ vuhha sâkihâ) “Cennetlik
zatın bakışı yetmiş kat elbiseye nüfuz eder, yetmiş kat elbiseyi geçer de ayağının iliğini bile görür!” Onu biz şimdi görebiliyor muyuz? Göremiyoruz ama cennette bu görülecek. İliği sağlam mı değil mi yani ne mal olduğu; meydanda her tarafı… (Ve inne aleyhi’t-ticân) “Bu hurinin başında taçlar vardır. (Min ednâ lu’lietin minhâ tudîu mâ beyne’l-meşrıkı ve’l-mağrib) Bu taşların üstündeki en aşağı, en küçük inci, yine şark ile garp
arasını aydınlatacak kadar parlaktır!”
t. Evlâdın Ana-babaya Duası
Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Mâce ve Beyhakî Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:313
إِنَّ الرَّجُلُ لَتُرْفَعُ دَرَجَتُهُ فِي الجَنَّةِ، فَيَقُولُ . يَ ا رَبِّ، أَنَّى لِي هٰذَا؟
فَيُقَالُ : بِاِسْتِغْفَ ارِ وَلَدِكَ لَكَ (حم. ه. ق. عن أبي هريرة)
RE. 99/9 (İnne’r-racüle letürfeu derecetühû fi’l-cenneti, feyekùlü: Yâ rab, ennâ lî hâzâ? Feyukàlu: Bi-istiğfâri veledike leke.) (İnne’r-racüle letürfeu derecetühû fi’l-cenneh) “Hiç şüphe yok ki, muhakkak ki, bir adamın cennette derecesi yükseltilir, yükseltilecek. (Feyekùl: Yâ rabbi, ennâ lî hâzâ?) Diyecek ki: Yâ Rabbi, bu derece bana nereden geldi? (Feyukàlü: Bi-istiğfâri veledike leke) Kendisine denilecek ki: Dünyadaki oğlunun, evladının sana tevbe istiğfar edivermesinden yükseldi.” Onun için hayırlı evlat yetiştirirsen, ne mutlu sana! Hayırsız evlat yetiştirirsen, ne yazık sana! Evladın hayırlı olmasına dikkat
313 İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.51, no:3650; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.509, no:10618: Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.X, s.351, no:17595; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.255; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.273, no:44423; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.281, no:6302.
edelim!
Gazzâli’nin o sözü de çok güzel;
“—Eğer evladını mü’min olarak, mıuvahhid olarak, müslüman olarak yetiştirdiysen, Allah kâfidir ona... Onun için sen üzülüp de ona para mal bırakacağım diye kendini üzme. Allah kâfidir ona… Eğer evladın bozuksa, o paralarınla senin için günah işleyecek o da… Bu istiğfar ile nasıl babasının derecesi arttırılıyorsa,
günahlarla da orada üzülecek.”
u. Yanlış Bir Söz İnsanı Cehenneme Götürür
Tirmizî, İbn-i Mâce ve Hàkim, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:314
إِن الرَّجُلَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ سُخْطِ اللَِّّ، لَِ يَرَى بِهَا بَأْساا،
فَيَهْوِي بِهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ سَبْعِينَ خَرِيفاا (ت . حسن غريب،
ه. ك. عن أبي هريرة)
RE. 99/10 (İnne’r-racüle leyetekellemü bi’l-kelimeti min suhti’llâhi, lâ yerâ bihâ be’sen, feyehvî bihâ fî cehenneme seb’îne harîfen.) (İnne’r-racüle leyetekellemü bi’l-kelimeti) “Adam bir kelam konuşur, bir söz söyler. (Min suhti’llâhi) Allah’ın kızdığı cinsten bir söz veya (min sehati’llâh) Allah’ın kızgınlığını çekecek olan sözlerden bir söz sarf eder, bir söz konuşur. (Lâ yera bihâ be’sen) Onu da umursamaz, bir beis görmez.” “—Bunu söylesem ne olacak?” der, önemsemez. Halbuki önemlidir. Allah’ı kızdıracak bir sözdür. O, onu önemsiz sanır, önemsemez; bir söz söyler. Ne olur?
(Feyehvî bihâ fî cehenneme seb’îne harîfen) “Bu sözü ile, bu
314 İbn-i Mace, Sünen, c.XI, s.466, no:3960; Bezzâr, Müsned, c.II, s.443, no:8557; Hàkim, Müstedrek, c.IV. s.640, no:8769; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.555, no:7880; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.206, no:6312.
sözünün karşılığı olan ceza olarak cehenneme uçar. Cehenneme doğru, cehennemin derinliklerine doğru kayar gider. (Seb’îne harîfen). Yetmiş son bahar miktarı kadar cehenneme doğru kayar gider, bir sözden dolayı.” Konuşmasına insan çok dikkat etmeli! Bazen insan beşeriyet iktizası hatalı bir söz söyler, Allah-u Teàlâ’nın gücüne gider. O Allah-u Teàlâ’nın gücüne giden o söz, insanı 70 sene cehennemde aşağı düşürür. İyi bir söz söylersen o da seni yukarıya çıkarır.
ü. İnsanları Güldürmek İçin Söz Söylemek
İkinci hadîs-i şerîf de bununla ilgili. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:315
إِن الرَّجُلَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ يُضْحِكُ بِهَا جُلَسَاءَهُ، يَهْوِي بِهَا مِنْ أَبْعَدِ
مِنَ الثُّرَيَّا (حل. عن أبى هريرة)
RE. 99/11 (İnne’r-racüle leyetekellemü bi’l-kelimeti yudhikü bihâ cülesâe, yehvî bihâ min eb’adi mine’s-süreyya) (İnne’r-racüle leyetekellemü bi’l-kelimeti.) “Adam bir kelime, bir söz, bir kelam konuşur, bir söz söyler. (Yudhiku cülesâehû) Kendisiyle beraber oturmuş olan insanları güldürmek için bir kelam sarf eder, söyler. (Yehvî bihâ eb’ade mine’s-süreyyâ) Süreyya yıldızından daha öteye, cehennemde daha uzak mesafe derine kayar.” Yine, arkadaşlarını güldürmek için bazı insanlar acip sözler konuşurlar ki, Allah-u Teàlâ’nın gücüne gider o sözler. O sözlerinden dolayı Süreyya denilen yıldızın mesafesinden daha aşağı cehenneme iner.
315 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.402, no:9209; İbn-i Hibbân, Sahîh, .XIII, s.24, no:5716; Bezzâr, Müsned, c.II, s.458, no:8732; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.47, no:46; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.225; Ebû Hüreyre RA’dan.
v. Kişi Sevdiği İle Beraberdir
Taberânî, Ukbetü’bnü Âmir RA’dan rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:316
إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا رَضِيَ هَدْيَ الرَّجُلِ وَعَمَلَهُ، فَهُوَ مِثْلُهُ
(طب. عن عقبة بن عامر)
RE. 99/12 (İnne’r-racüle izâ radıye hedye’r-racüli, ve amelehû, fehüve mislühû) Bu mühim bir kaidedir. Çok mühim bir ilâhî kanundur. Çok önemli bir hakikattir. Bunu hepiniz aklınıza çok iyi yerleştirin. Hiç unutmayın, her yerde söyleyin! (İnne’r-racüle) “Adam, bir adam, herhangi bir adam, (izâ radıye hedye’r-racüli) bir başka adamın gidişine, hal ve tavrına razı olursa; (ve amelehû) işlediği işlere memnun olursa, razı olursa; (fehüve mislühû) o da onun gibidir.” Bu çok güzel bir tebşir…
Rasûlüllah SAS’in ashabından birisi ama, ismi hatırıma gelmedi kim olduğu, Sevban RA...
Bir gün Rasûlüllah Efendimiz bakmış ki yüzü sararmış;
“—Hasta mısın?” demiş
“—Yok, yâ Rasûlallah!” “—Neden seni böyle rahatsız gibi görüyorum?” demiş,
Demiş ki:
“—Düşünüyorum yâ Rasûlallah. Sen peygambersin, cennette kim bilir hangi dereceye gireceksin. Ben Cennete girsem bile benim derecem nerede, senin derece nerede? Seni ben orada nasıl göreceğim? Onun üzüntüsü ile sararıp soluyorum.” demiş.
Ashab-ı kiramdan ne âşıklar var!
316 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.334, no:922; İbn-i Ebî Âsım, Sünneh, c.I, s.14, no:10; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.171, no:13119; Ukbe ibn-i Âmir RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.89, no:30735; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.276, no:6291.
Demiş ki o zaman:317
الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ (خ. م. عن ابن مسعود)
(El-mer’ü mea men ehabbe) “Kişi ahirette sevdiğiyle beraberdir.” Kişi kimi seviyorsa kıyamette onunla haşrolacak. Onun derecesinde olacak. İşte burada sevdiği insanların, kimleri seviyorsa, kimlerle ünsiyet ediyorsa, kimleri beğeniyorsa onun amelinin misli ona da olacak. O sevdiği kişi meselâ geceleri sabaha kadar namaz kılıyor, oruç da tutuyor her gün, fakat sen yapamıyorsun ama onu seviyorsun ya, senin defterine de bu işlenecek.
Ne büyük tebşirat! Bir iyiyi sevmenin mükafatı…
Bir kötüyü sevmenin mücâzâtı da bunun aksine tabi.
317 Buhàrî, Sahîh, c.XIX, s.145, no:5702; Müslim, Sahîh, c.XIII, s.95, no:4779; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Onun için İbn-i Abbas Hazretleri’nin şu sözü hoşuma gider benim. Sormuşlar;
“—Bir insanı nasıl bilelim?”
“—Konuştuğu adamlara bakın! Kimlerle düşüp kalkıyor ona göre ona numara verirsiniz.” demiş.
Allah kusurumuzu affetsin… İyi ahlâklı, güzel ahlâklı, bâhusus etrafımızdaki müslümanlara daima şefik, rahim, acıyan,
onların imdadına her anda yetişmeye gayret eden kulların zümresine bizleri de ilhak eylesin...
Bu mübarek Ramazanımızda, o ayın güneşten aldığı nur gibi biz de Allah_u Teâlâ’nın nurundan nur almaya kabiliyetli olmamızı Cenâb-ı Hak’tan isteriz, cümlemize ihsan etsin...
Li’llâhi’l-fâtihah!
12 Eylül 1976 – İskenderpaşa Camii
18 Ramazan 1396