11. FAKİRLERİ SEVİNİZ!

12. ZAYIFLAR VE MİSKİNLER



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l- müttakîn...Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


اِحْتَجِمُوا لِخَمْسَ عَشْرَةَ، أَوْ لِسَبْعَ عَشْرَةَ، أَوْ لِتِسعَ عَشْرَةَ، أَوْ إِحْدَى


وَعِشْرِينَ؛ لََّ يَتَّبَيَّغْ بِكُمُ الدَّمُ فَيَقْتُلَكُمْ (طب. البزار، وأبو نعيم في

الطب عن ابن عباس)


RE.18/2 (İhtecimû li-hamse aşrete, ev li-seb’a aşrete, ev li-tis’a aşrete ev ihdâ ve işrîne; lâ yetebeyyağ bikümü’d-demü feyaktüleküm) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


Beraber bir salevât-ı şerife okuyalım:

“—Allàhümme sallî alâââ... Seyyidinâââ... Muhammedinin- nebiyyi’l-ümmiyyi ve alâ... Âlihîîî, ve sahbihîîî, ve sellim.” (3 defa)

Cenab-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri, sevgili Peygamberimiz’in şefaatine cümlemizi nâil eylesin…


a. Hacamat Yaptırılacak Günler

415

Taberânî, Bezzâr ve Ebû Nuaym Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:130


اِحْتَجِمُوا لِخَمْسَ عَشْرَةَ، أَوْ لِسَبْعَ عَشْرَةَ، أَوْ لِتِسعَ عَشْرَةَ، أَوْ إِحْدَى


وَعِشْرِينَ؛ لََّ يَتَّبَيَّغْ بِكُمُ الدَّمُ فَيَقْتُلَكُمْ (طب . البزار، وأبو نعيم في

الطب عن ابن عباس)


RE.18/2 (İhtecimû li-hamse aşrete, ev li-seb’a aşrete, ev li-tis’a aşrete ev ihdâ ve işrîne; lâ yetebeyyağ bikümü’d-demü feyaktüleküm) Hacamat olmak. Bazı sıcak memleketlerde, Arabistan gibi yerlerde çok faydalıdır. Buralarda ise doktorların iznine vabestedir.

Hacamat olurken lalettayn, ne zaman olursa olsun diyerekten olmamalı. Efendimiz’in tavsiyeleri, ayın 15, 17, 21. günlerinde olmayı tavsiye buyurmuştur. Bunlarda birtakım hikmetler vardır. Bu hikmetlere bizim aklımız ermez.


b. Cennet ve Cehennemin Konuşmaları


Müslim ve Tirmizî Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:131



130 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.70, no:11076; Bezzâr, Müsned, c.II, s.177, no:4917; Cürcânî, Târih-i Cürcân, c.I, s.326, no:590; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.V, s.154, no:8330; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.13, no:28126; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.456, no:728.

131 Müslim, Sahîh, c.XIII, s.495, no:5083; Tirmizî, Sünen, c.IX, s.122, no:2484; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.276, no:7704; Neseî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VI, s.468, no:11522; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XVI, s.519, no:7477; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.195, no:554; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.544, no:39561; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.455, no:727.

416

اِحْتَجَّتِ الْجَنَّةُ وَالنَّارُ ، فَقَالَتِ الْجَنَّةُ: يَدْخُلُنِي الضُّعَفَاءُ، وَالْمَسَاكِينُ؛


وَقَالَتِ النَّارُ : يَدْخُلُنِي الْجَبَّارُونَ ، وَالْمُتَكَبِّرُونَ؛ فَقَالَ اللهُ لِلنَّارِ : أَنْتِ


عَذَابِي، أَنْتَقِمُ بِكِ مِمَّنْ شِئْتُ ؛ وَقَالَ لِلْجَنَّةِ : أَنْتِ رَحْمَتِي، أَرْحَمُ بِكِ


مَنْ شِئْتُ؛ وَلِكُلِّ وَاحِدَةٍ مِنْكُمَا مِلْؤُهَا (م. ت. حسن صحيح عن أبي


هريرة؛ ض. خز. وابن جرير عن أنس؛ م. عن أبي سعيد)


RE. 18/3 (İhtecceti’l-cennetü ve’n-nâru, fekàleti’l-cennetü: Yedhulüniye’d-duafâü, ve’lmesâkîn; ve kàleti’n-nâru: Yedhulüniye’l-cebbârune ve’l-mütekebbirûn; fekàle’llàhu li’n-nâri: Enti azâbî, entakımü biki mimmen şi’tü; ve kàle li’l-cenneti: Enti rahmetî, erhamü biki men şi’tü; ve likülli vâhidetin minkümâ mil’ühâ.) (İhtecceti’l-cennetü ve’n-nâru) “Cennetle cehennem birbirlerine hüccet gösteriyorlar. (Fekàleti’l-cenneh) Cennet diyor ki…” Lisan-ı hal diyorlar buna. Yâni her şeyin bir kendine göre lisanı vardır, konuşması vardır. Bunu Süleyman AS anlardı. Süleyman AS anladığı gibi, peygamberler de anlarlar ve insanların içerisinden velilik mertebelerine ulaşanlar da anlarlar. Eşyanın seslerini dinlerler.

Cennet diyor ki: (Yedhulüniye’d-duafâü, ve’lmesâkîn) “Benim içime girecek misafirler, devletliler; zuafâ ile miskinler olacaktır!” diyor. Cennetin sözü bu. Bana ancak yakışan, zuafalarla miskinlerdir. Onlar dünyada çok zaruret çekerler, sıkıntı çekerler, rahatsız olurlar. Bugün onların mükafat göreceği yer burası.


Efendimiz SAS’in diğer hadis-i şeriflerinde de denilmiş ki:

“—Zuafâya, mesâkîne yardım edin! Onlarla ünsiyet edin. Onlarla beraber oturun, yiyin, için. Onlara misafir olun. Onları da

417

evinize misafir edin. Hem misafir olun, hem misafir edin. Çünkü insanın benliği kırılır.” Onların arasına girmek insanın şanına, şerefine, şöhretine, varlığına zor gelir. Bir miskinin evine gitsin de onun çorbasından içsin, yesin. Oooo, olacak şey değil.

Ama Peygamberimiz SAS gittiler. En zayıf bir dul kadının bile evine gittiler. Hz. Ömer… O da gitti. Hatta şöyle bir hikâyesini de naklederler:

O dul kadın çağırmış Hz. Ömer’i. O da pekiyi demiş gitmiş. Bakmış ki kapının arkasında bir tane odun asılı. Sopalık odun var. Bu da çıkarmış kılıcını koymuş yanına.

Zeytin, biraz tuz, biraz da işte ne varsa… Yemişler, karnını doyurmuş. Demiş ki:

“—Nine, bu kapının arkasındaki sopaya aklım yetmedi. Neydi o?” “—Eğer, ‘Beni buna mı çağırdın?’ deseydin, bununla seni dövecektim!” demiş. “E, sen niye koydun kılıcı oraya?” demiş.

“—Eğer sen de ‘Kusura bakma!’ deseydin, ben de seni bununla dövecektim!” demiş.

Latifeler…


Zuafâ u mesâkînin faydalarından birisi de, Cenab-ı Hak kıyamet gününde bunları durduracak; “Size dünyada yardım edenleri görün, bulun, ellerinden tutun, hadi siz de onlarla beraber girin cennete!” diyecek. O faydası var.

Onun için zuafâ u mesâkîni hor görmemeli. Allah Celle ve A’lâ bizi de öyle zayıf ve miskin yaratsaydı ne yapardık yâni? Elimizden ne gelirdi?

Şimdi bugün tımarhanede nice insanlar var. Hallerine ağlamaktan başka elimizden bir şey gelmez.

Şimdi bir kardeş geldi. Kendisi talebe, fakat evlenmiş. Hanım

doğum haline gelmiş. Hastaneye götürmüşler doğuma. Doğum esnasında yahut sonrasında oynatmış.

“—İki aydır hastanede yatıyordu. Aldık getirdik eve. Şimdi ele- avuca girmiyor.” dedi.

“—Ne yapalım hocaefendi? Acaba sen bir şey biliyor musun? Bize söylesen de biz de onu yapsak…” diyerekten.

Bazı nasihatlar ettik. Yâni kudret Allah’ın elindedir. Vücudu

418

güzelce yaratmış, zekayı vermiş, aklı vermiş. Kendi malımız mı? Veren o... Ötekine de vermemiş. Ne yapalım?.. Varsa elinden gelen kudret, gitsin ona da versin… Gözü olmayana bir göz versin bakalım. Kulağı olmayana bir kulak versin bakalım. Bunlar beşerin haddinin dışında, Allah-u Celle ve A’lâ’nın kudretinde…

Onun için, zuafâyı Allah yaratmış. Niçin? Onları görün de ibret alın. Deliyi de görün ibret alın, hastayı da görün ibret alın. Bu alem ibret alemi.

Onun için Niyâzî-i Mısrî Hz. ne güzel söylemiş:


Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında,

Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde.


Gözlerimiz var ama ibret yoksa eğer, ibret alacak kabiliyet yoksa o gözlerde; hiç faydası yoktur. Onun için dünya ibret …. Bakar onlardan ibret alabilirsek ne mutlu.

Onun için o zuafâ u mesâkîni hor görmeyelim! “—Miskin herif! Sen de çalışsana!” demeyelim!

E Allah seni de öyle bir miskin yaratsaydı, sen ne yapardın bakayım?

Zihni Efendi’nin kitabı var Nimetü’l-İslâm. Onda zekât bahsinin arkasında güzel bir mısra yazılmış, çok hoş. Fukarayı hor görme. Bu fukarayı yaratan Allah… Güzel beyitler ama benim ezberimde yok.132 O fukarayı yaratan Allah seni de öyle yaratsaydı ne yapardın? Hiçbir şey gelmez elimizden. İşte görüyoruz. Onların elinden nasıl bir şey gelmiyorsa, bizim de elimizden… Bize düşen yalnız onlara yardım etmek.



132 Urfalı Nâbî’nin (1642-1712) Zekât isimli şiirinden:


Fukarâya nazar-ı merhamet et

Unf ile etme suhan mekremet et


Servet ü ni'metine âletdir

Sana Hak'dan o da bir ni'metdir


Ana şükr et ki, anun yerine sen

Olmuş olsan, ne gelirdi elden?

419

Bu Cuma hatibimiz, fakirlere, zaiflere, bîçarelere yardımdan bahsetti de camimizde de Arabistan’ın Hac Nazırı misafirdi. Fakat Türkçe de az çok anlıyor. Hutbenin mealini anlamış da. Çok hoşuma gitti dedi. Tam müslümanlara yaraşır bir hutbe idi. Herkes ondan istifade etmeli ve etrafındaki insanların yardımına koşmalı ki, cemiyet rahatlık, huzur içerisinde olsun.

Hırsızlığın çoğu, ahlâksızlığın çoğu hep yoksulluktan doğmaktadır. Yoksulluğun çaresi de ancak onlara el uzatırsak kurtulabilirler. İş yeri açarız, bazısı işleyemez de yâni. İşleyemeyeni de var. İşyeri var ama para etmez. İş yapamaz durumda insanlar da var. Onlara mali yardımlar yapacağız.

Allah kusurumuzu affetsin… Onun için, “Ben zuafâ u mesâkînin yeriyim!” diyor cennet.


(Ve kàleti’n-nâru) Cehennem de diyor ki şimdi: (Yedhuliniye’l- cebbârùne, ve’l-mütekebbirûn.) “Bana gelecekler de cebbarlar ve mütekebbirlerdir.” Cebbarlar; ortalığa şiddet, dehşet savuranlar.

Şimdi Cenab-ı Hak aralarında hakem vaziyetinde... (Fekàle’llàhu li’n-nâri) Cehenneme diyor ki: (Enti azabî) “Ey cehennem, sen benim azap evimsin, hapishanemsin. (Entakımü biki mimmen şi’tü) Ben dilediklerimden seninle intikam alırım. Sana atarım, sen de cezasını çektirirsin.”

Burada yanmak yok, burası bambaşka bir yer. Akılların, havsalaların haricinde… Burada yanarsın, biter. Öyle yanma filan yok, bambaşka bir şey.

Çünkü ehl-i cennetle konuşuyorlar. Televizyon ekranı gibi arada irtibat var.

“—Aman, sizin yemeklerden, ekmeklerden azıcık bize de verin! Soğuk sularınızdan bize de verin, yandık biz burada…” Bir de hayat var gene. O hayatın da içerisinde…

Uludağ var bizim. Uludağ’da buz gibi kar. Yaşanmaz karın içerisinde. Karın içerisinde bir kurt yaşıyor. Görmedik ama diyorlar. O kurdu bulur da, alır da, küpün içine atarsan bir hafta suyu buz gibi olur diyorlar. Allah-u Celle ve A’lâ o buzun içerisinde bir canlı mahlûk yaratmış, yaşıyor işte. Binâen aleyh oradaki hayat da bambaşka bir hayat. Allah göstermesin, yüzünü de kendisini de.

(Ve kàle li’l-cenneti) Cennet için de diyor ki: (Enti rahmetî) “Ey

420

Cennet, sen de benim rahmet evimsin.” Öteki intikam evi, bu rahmeti evidir. (Erhamu biki men şi’tü) “Seninle de dilediklerime merhamet ederim. (Ve li-külli vâhidetin minkümâ mil’ühâ) Hepsinin adamı var. Dolduracak içerisini. Cennet de dolacak ehl-i cennetle, cehennem de dolacak ehl-i cehennemle.

Allah bu hayatın içerisinde cenneti kazanan bahtiyar kullarının zümresine ilhak etsin cümlemizi…


Yalnız şu kadar size buna ait bir şey söyleyeyim. Bu hayatımızdan haberimiz yok. Hayatımız muntazaman işleyen bir makine. Hiç dakikası, saniyesi muntazaman teybe işliyor. Hareketlerimizde ise bu teyp alıyor bunu içerisine. Ceset denilen bu kalıp nasıl olsa mezarda çürüyüp gidecek, kıymeti yok. Asıl iş bu teypte. Bu teyp alınır, saklanır. Saklandı mı yarın gidince herkese ayrı ayrı, (İkra’ kitâbek!) “Oku kitabını!” diyecekler. Bir anda herkes kitabını görmüş olacak. Çünkü kitabını okuyunca, o teyp başlayacak tıkır tıkır neler kazanıldıysa, onları söylemeye. O zaman adam şaşırıp kalacak.


لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَا (فصلت:1)


(Lime şehidtüm aleynâ) “Ey uzuvlarımız! Ne diye bizim aleyhimize şehadet ediyorsunuz, ne diye söylüyorsunuz?” (Fussilet, 41/21) diyecekler.

Onlar da diyecek ki:


قَالُوا أَنطَقَنَا اللهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ (فصلت:1)


(Kàlû entakana’llàhü’llezî entaka külle şey’) “Her şeyi konuşturmağa kàdir olan Allah, bizi konuşturttu.” (Fussilet, 41/21) Bizim elimizde ne var? Biz me’muruz, söyleten söyletiyor. Bizim elimizde söylememek imkânı yok.

Yâsin’i her gün okuyoruz ya… Bak bunlar ders, ibret bize.

Orada şöyle ifade ediliyor:

421

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا


كَانُوا يَكْسِبُونَ (يٰس:٥٦)


(El-yevme nahtimu alâ efvâhihim) “O gün insanların, o hesaba çekilen insanların, o şeytana uyan grup var ya, onların ağızlarına mühür vururuz.” diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri. (Ve tükellimunâ eydihim ve teşhedü ercülehüm) “Elleri konuşur, ayakları şahitlik eder bize... Ağızlarını mühürletiriz, kapattırırız da elleri ayakları konuşur, (bimâ kânû yeksibûn) neler yaptıklarını tıkır tıkır söylerler.” (Yâsin, 36/65)

“—Ağızlarınızı kaparız diyor, mühürleriz ağızlarınızı. Konuşamaz ağızlarınız, fakat elleriniz konuşur.” buyruluyor.

“—Canım, hocaefendi! Telsiz el konuşur mu? Bu ağızda işte teller meller var da içeriden sesler gelince onu dudaklar vasıtasıyla intizamlı çıkarıyor. Bu eller nasıl konuşacak bunu?” Senin şu makinen nasıl konuşuyor, tahtadan ibaret. Demir parçasını konuşturur da, Allah yarattığı eli konuşturamaz mı? Allah affetsin. O zaman o konuşur. Ayaklar da şehadet eder. Sen de şaşırır kalırsın. Allah cümlemizi o şaşkınlıktan kurtarsın.


Aziz kardeş! En büyük servet nedir biliyor musun? Milyar para etmez. Milyar servet değil yâni. En büyük servet nefestir. Nefes alıp veriyoruz. En büyük servet bu. Bunu boşa geçirmek kadar gaflet olmaz. Bunu boşa kaçırmak kadar gaflet olmaz.

O televizyon denilen şey… Ben buna karışmam. İstifade edersen edersin, ona da karışmam. Fakat senin ömrünü çalıyor mu, çalmıyor mu? Ömrümü çalmıyor dersen, bahtiyarlık. Ona saatlerce ömrün orada hebâen mensur oluyor.

Akşam bir yere misafir gittik. Bir şey okuyacağız. Gençler var aramızda. Dedim:

“—Elem neşrah leke’yi biliyor musunuz yavrum? Çok faydalı…” “—Bilmiyoruz!” dediler.

E sen bütün gün ömrünü nerelerde geçiriyorsun da

422

Kur’ân’ındaki kısacık Elem neşrah leke Sûresi’ni belleyememişsin! Belki Kul huvallah’ı da sorsam, onu da bilemeyecekti. E böyle olur mu hayat? Allah affetsin kusurlarımızı…


c. Meddahların Yüzüne Toprak Saçın!


İbn-i Adiy ve Ebû Nuaym, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan; Taberânî Mikdâd RA’dan; Tirmizî ve İbn-i Adiy, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:133


أُحْثُوا التُّرَابَ فِي وُجُوهِ الْ مَدَّاحِينَ (عد. حل. عن ابن عمر؛ طب. عن المقداد؛ ت. عد. عن أبى هريرة)


RE. 18/4 (Uhsü’t-turâbe fî vücûhi’l-meddâhîn) “Meddahların, dalkavukların, medih yapıcıların yüzlerine toprak saçın!” Allah affetsin kusurlarımızı… İnsan sevdiğini, hoşuna gidiyor seviyor. Yahut menfaat görüyor kendisinden. O menfaat gördüğü insanları cibilliyeti iktizası, metheder mi, eder. Yüzüne karşı eder, arkasından eder, yazıyla eder, eder de eder…

Bu medih, hadd-i zatında çok çirkin bir şey. Çünkü meth olunan adamın koltukları kabarır.

“—Ben ne iyi bir adammışım!” diye kabarır.



133 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.94, no: 5684; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.258, no: 812; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.99; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.I, s.165, no:275; İbn-i Adiy, el-Kâmil, c.IV, s.186; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.106, no:355; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Müslim, Sahîh, c.IV, s.2297, no:3002; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.599, no:2393; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.669, no:4804; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1232, no:3742; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.124, no:339; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.48, no:2113; İbn-i Ebî Şeybe, c.V, s.297, no:26259; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.158, no: 1158; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.244, no:576; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.242, no:20926; Mikdâd ibn-i Esved RA’dan. Tirmizî, Sünen, c.IV, s.600, no:2394; İbn-i Adiy, el-Kâmil, c.III, s.345; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, no:1033, no:7960. Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.56, no: 135; Câmiu’l-Ehàdîs, c.I, s.459, no:732.

423

Kabardıkça da kabarır. Kabarmak ne olursa olsun da…


الْعُجْبُ حِجَ ابُ التَّوْفِيقِ


(El-ucbü hicâbü’t-tevfîk) “Kendini beğenme, koltukların kabarması; Cenab-ı Hakk’ın gelecek tevfikine mani olur.” Yâni değirmene su gelmez. Değirmenin yolu var, çarklar muntazam. Su gelmeyince döner mi değirmen? Yahut elektrik gelmeyince işler mi? Bu kendini beğenme, övünmeler dolayısıyla suların kesilmesine sebep olur. Tevfik-i ilahi gelmez demek, sular kesilir. Sular gelmeyince ne çeşmelerde su akar, ne bir şey olur.

Bar bar bağırır ondan sonra.

Onun için onun yüzüne toprak serpin; “—Sus, sus! Ben methe şayeste bir insan değilim!” deyin.

İbrahim Edhem Hz. diye bir zat var ya. Hepiniz bilirsiniz, onun menakıbını bir okuyun. Büyüklerin menakıblarının hepsi iyidir. Onun bir münacaatı vardır, onu yazmaya çalışıyorum ben. Yâni iyi bir yazıyla yazabileyim diyerekten:


إِلَهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي أَتَاكَا


مُقِر ّا بِالذُّنوبِ فَقَدْ دَعَاكَا


وَإِنْ تَغْفِرْ فَأَنْتَ أَهْل لِذَاكَا


وَإِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَا


İlâhî, abdüke’l-àsî etâkâ,

Mukırren bi’z-zünûbi fekad deàkâ,

Fein terham, feente ehlün lizâkâ;

Fein tadrud, femen yerham sivâkâ?


(İlàhî! Abdüke’l-àsî etâkâ) “Yâ Rabbi, senin şu asi kulun senin

424

kapına geldi. (Mukırren bi’z-zenbi fekad deàkâ) Günahını itiraf etmiş, sana el açmış dua ederek geldi.

(Fein tağfir, feente ehlün lizàkâ) Eğer mağfiret edersen, rahmet edersen; sen layıksın rahmet etmeye, merhamet etmeye, şanındandır. (Fein tadrud, femen yerham sivâkâ) Ama kapından kovarsan, senden başka bize kim merhamet eder? Başka kapı yok!”

Orada diyor ki Cenâb-ı Hakk’a tazarru ve niyaz ettikten sonra:

“—Şu insanlar beni iyi bir insan zannediyorlar. Tac u tahtını bıraktı, saltanatını bıraktı, varlığını, mülkünü bıraktı. Bak ne güzel sofu bir derviş. Ona buna hizmetkarlık edip, beş-on para alıp, karnını doyuruyor. Bu adamlar beni iyi bir insan zannediyorlar. Eğer bilseler ki ben nasın en şerlisiyim. En şerli bir mahlûkum. Eğer sen beni affetmezsen yandım ben.” Bu İbrahim Ethem, herkesin teveccühünü kazanmış, evliyalığından hiç şüphemiz olmayan bir zat. Kendisine böyle diyor. Ben mahlûkun en şerlisiyim. Çok günahlarım var!” Hele İmam-ı Azam’ın duasını görseniz.

Onun için kendini methetmek zaten çirkin bir şeydir. Başkasını methedişine de tahammül etme, onun yüzüne toprağı serp, sus de! Methetmesin seni. Seni Allah methetsin!


d. Uhud Bizi Sever, Biz Onu Severiz


Hacca gidenler görüyorlar bir Uhud Dağı var orada.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:134





134 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.539, no:1411; Müslim, Sahîh, c.II, s.1011, no:1392; Ebû Humeyd es-Sa’dî RA’dan. İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IX, s.42, no:3725; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.255, no:1905; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.11, no:2585; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.V, s.58, no:131; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.224, no:1037; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.308, no:889; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VII, s.90, no:6467; Ukbe ibn-i Süveyd, babasından.

Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.485, no:34986; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.56, no:137; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.462, no:738.

425

أُحُد جَبَل يُحِبُّنا وَنُحِبُّهُ (طس. عن أنس)


RE: 18/5 (Uhudün cebelün, yuhibbünâ ve nuhibbühû.) “Uhud bir dağdır. Fakat o bizi sever, biz de onu severiz.”

Hepimizin taaccübüne gider, dağ insanı sever mi?.. Dağ taştan ibaret bir şey insanı nasıl sevsin, bu muhal deriz. Cenab-ı Peygamber’i sevmeyen hiçbir şey yok. Her şey, bütün eşya ona aşık. Bütün eşya çünkü onun yüzü suyu hürmetine halk olmuştur. Onun için her eşya Resûl-i Ekrem SAS’i sever. Yalnız gafil insan bilmez. Şimdi Hac zamanı, herkes gider.


e. Peygamber Efendimizi Sevmek


Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki sahih hadis-i şerifinde:135



135 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.14, no:15; Müslim, Sahîh, c.I, s.67, no:44; Neseî, Sünen, c.VIII, s.114, no:5013; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.26, no:67; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.177, no:12837; Dârimî, Sünen, c.II, s.397, no:2741; İbn-i

426

فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لََّ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ


مِنْ وَلَدِهِ، وَوَالِدِهِ، وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (خ. م. ن. ه. حم. در.

حب. ع. هب. عن أنس)


(Feve’llezi nefsî bi-yedihi) “Canım elinde olan Allah’a vallâhi, billâhi yeminler olsun ki, (lâ yü’minü ehadüküm) sizden biriniz mü’min olamaz; (hatta ekûne ehabbe ileyhi min vâlidihî ve veledihî ve’n-nâsi ecmaîn) ben onun yanında ona babasından da, evlâdından da, bütün sevgili insanlardan da daha sevgili olmadıkça, hakîkî bir müslüman olamaz.” “Her mü’min beni anasından, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha ziyade, daha çok sevmedikçe mü’min olamaz.” İnsanın mü’min olması, Peygamber SAS’i her şeyden fazla sevmesi… Binâen aleyh anamız, babamız, ikinci mertebeye düşüyor. Anamız, babamız; bayramda şimdi. Hiçbir insan hali vakti yerinde olur da, parası olur da, sıhhati de yerinde olur da anasını babasını ziyaret etmez mi? Ölmüşse, gideriz mezarında okuruz, ziyaretinde bulunuruz.

“—Allah anamıza, babamıza rahmet eylesin, makamı cennet olsun!” der geliriz, bir şey bilmesek de.


Bilmem bizim gençliğimizde, çocukluğumuzda bayram namazından çıkınca halk, mezarlıklara dağılır. Okumak bilmeyenler ellerinde, koyunlarında kitapları. Herkes mezarının başına gider, okurlar bir şey. Ondan sonra evine gelirlerdi.

Binâen aleyh insan babasına, anasına nasıl böyle ziyaret etmek istiyorsa; her şeyden daha üstün olan o sevgili Peygamberi


Hibbân, Sahîh, c.I, s.405, no:179; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.23, no:3258; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.129, no:1374; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.534, no:11744; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.355, no:1175; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.29, no:70; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.490, no:17360.

427

ziyaret etmek de her mü’minin vazifesidir. Hiç olmazsa senede bir kere insan babasını ziyaret etmez mi canım?.. Babasını ziyaret etmesini arzu ettiği halde, peygamberini niçin ziyaret etmesin?

“—E buradan okuyoruz!” Ama babamızın evine gider de biraz da hediye götürürsek, halini, hatırını sorarsak, eteğinden, elinden, başından öpersek, babamız bize ne der: “—Maşallah oğlum! Allah senin ömrünü çok etsin! Tuttuğun altın olsun!” der, bir şeyler der.

E Peygamber Efendimiz ne der?


Gideriz oraya:

“—Ya Rasûlallah! Biz uzak bir memleketten geldik. Hem de çok günahlarla geldik. Ama senin için geldik.” E Peygamber SAS o gelene ne diyecek? Defol mu diyecek yâni?.. Elbette o da bir baba nasıl evladına dua ediyorsa, Peygamber SAS de ümmetine öyle dua eder.

“—Allah sizin vücutlarınıza afiyet versin, ömürlerinize uzun

428

ömürler versin, rızıklarınızı bol etsin, dünyanız ma’mur olsun, ahiretiniz de ma’mur olsun!” diye güzel güzel dua edeceğinden hiç şüphemiz yok.

Onun için, dağ Cenab-ı Peygamber’i severken, o efdal-i mahlûk olan insan Peygamberini sevmezse olur mu?

“—Seviyorum!” E niçin gitmiyorsun ziyaretine?

“—Paraya kıyamıyorum!” Paraya kıyamıyorsan nasıl sevgi o? İnsan sevgisinin uğrunda canını bile verir.

Ashab-ı ikram Rasûlullah’a:136


فِدَاكَ أَبِي وَ أُمِّي يَ ا رَسُولَ اللهِ!


(Fidâke ebî ve ümmî yâ rasûla’llàh!) “Annem babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü!” diye hitab ederlerdi.

Anam sana kurban, babam da sana kurban, ben de sana kurban… Fedayız yâni. Böyle dediler, bu harpleri öyle kazandılar. Bize de bu dini böyle teslim ettiler. Allah bizi de o güzel Peygamberi can u yürekten sevmek nasib ü müyesser etsin… Şimdi o bizi sever, biz de onu severiz de; (Feiza ci’tümühu) gerek o memlekette olan insanlar, gerek buradan bizler gibi giden insanlar oraya gittiğimiz vakitte, (fekülû min semerihî) oradaki meyvalardan siz de yiyin!”

Malum orada hurmalar satarlar, başka şeyler satarlar. Beş on



136 Buhàrî, Sahîh, c.IV, s.1541, no:3968; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.184, no:2836; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan. Müslim, Sahîh, c.II, s.686, no:990; Neseî, Sünen, c.V, s.10, no:2440; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.152, no:21389; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.85, no:34386; Tirmizî, Sünen, c.III, s.12, no:617; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.27, no:19597; Ebû Zer RA’dan.

Neseî, Sünen, c.VI, s.185, no:3496; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.335, no:8407; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.VII, s.158, no:12611 ve 12612; Ebû Hüreyre RA’dan.

Neseî, Sünen, c.IV, s.49, no:1932; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.186, no:12961; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.260; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.]

Ebû Ya’lâ, Müsned, c.I, s.421,no:556; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.281; Hz. Ali RA’dan.

429

kuruş verirsin, o hurmalardan alırsın. O dağa çıkmaya herkesin gücü yetmez tabii. Gençler gider, oradaki şeylerden bulur alırsa; dikenlerinden de olsa istifade ediniz diyor. Dikenli ağaçlar var orada... İşte oranın meydanında da Hz. Hamza yatıyor, diğer şehidler

yatıyor. Uhud denilen muharebenin olduğu yer…


f. Uhud Savaşına Çıkılması


Çok dikkate şayandır. Cenab-ı Peygamber, İslamiyet’i iddia etti. Dedi ki:

“—Doğru yol Müslümanlıktır. Siz putperestliği bırakın, müslümanlığa gelin!”

Peygamber SAS’e Mekke’de rahatlık vermediler. O da

Mekke’den Medine’ye hicret etti.

Hicret ettikten sonra Gâvurlar gene durmadılar, dediler ki:

“—Bu orada adam toplayacak başına, gene bizim başımıza musallat olacak. Bizim çoluğumuzu, çocuğumuzu dinimizden çevirecek.” “—E ne yapalım?” “—Toplanalım, gidelim, onu orada yok edelim!” Kabilelere haberler verdiler, büyük bir ordu ile beraber geldiler, geliyorlar. Haber geldi Cenab-ı Peygamber’e. Geliyorlarmış, bak bu kadar kalabalık. Biz de azız. Ne yapalım ashabım?


Bakın müşavereyi öğreniniz. Kendi kendinize iş yapmayınız. Peygamber SAS deseydi ki:

“—Hadi bakalım!”

Hepsi düşerdi Peygamber’in önüne, yapacağını yapardı. Ama dedi ki:

“—Ashabım, ne diyorsunuz? Bak düşman geliyor hem de çokça geliyor. Nasıl yapalım?” Herkes birer fikir beyan etmeye başladı. Cenab-ı Peygamber dedi ki:

“—Bana kalırsa evlerimizde saklanalım, taş evler, evlerden müdafaa yapalım!” Düşman tabii; kapalı kapılar, giremez içeriye. Bir şey

430

yapamayınca da bırakır, ertesi gün çekilir gider.

Dediler ki:

“—İyi ama biz bundan evvelki Bedir’de bunların anasını ağlattık! Şimdi karı gibi neden kaçacağız? Daha da çoğaldık bir de… Şimdi de onların karşısına çıkmaya gücümüz var!” dediler.

“—Eh pekâlâ öyleyse!” dedi.

Gitti, atına bindi, zırhlarını giyindi, geldi. Fakat bu arada pişman oldular. Niçin Peygamber SAS’e: “—Sen bilirsin yâ Rasûlallah! Emir senin emrindir, ne dersen öyle yapalım!” demedik diye.

Peygamber SAS yanlarına gelince, dediler ki:

“—Yâ Rasûlallah! Biz pişman olduk! Sen bilirsin artık. Nasıl istersen öyle yap!” “—Yok! Bir peygamber atına binip, kılıcını eline aldıktan sonra geri dönmez!” dedi. “Hadi bakalım, yola düşün, yallah!” dedi.


E orada birçok zorluklar oldu, Allah muhafaza... Ama sonu gene iyi geldi el-hamdü lillah… Binâen aleyh bu Uhud Dağı

harbin olduğu yerde… Hz. Hamza da orada şehid oldu.

Hz. Hamza’yı şehid eden bir habeşî köle… Mekke’nin fetholunduğu gün o da İslâm olmak istedi. Cenab-ı Peygamber dedi ki:

“—O benim gözüme görünmesin. Pekâlâ İslâm olursa olsun, fakat gözüme görünmesin!” dedi.

Amcasını şehid eden o zatı görmek istemedi.

Sonra o da bu yaptığı şeye karşılık, Müseylimetü’l-Kezzab denilen yalancı bir peygamber çıktı; o da onu öldürdü. “Bu da Hamza’ya mukabil olsun yâ Rasûlallah!” dedi Hz. Ebû Bekir zamanında… Bu dağa gidip böyle tarihi hadiseleri tasavvur etmeli. Bu müslümanlık kolaycacık gelmedi dünyaya… Bir de mücahedeyi bizim de göze almamız lazım, bu müslümanlığın muhafazası için… Yoksa paralarla iş olmaz dünyada.


g. Uhud Dağı’nın Fazileti


Ebû Ya’lâ ve Taberânî Sehl ibn-i Sa’d RA’dan rivayet etmişler.

431

Yine Cenab-ı Peygamber Uhud’u methediyor:137


أُحُد رُكْن مِنْ أرْكَانِ الجَنَّةِ (ع. طب. عن سهل بن سعد)


RE. 18/7 (Uhudü ruknün min erkâni’l-cenneh) “Uhud dağ ama yarın cennetin de esaslarından bir esas olacak.”

Aklımız ermez.


h. Sadaka Vermekle Mal Azalmaz


Şimdi bir hadis naklediyor.

Taberânî Ebû Kebşe el-Ensàrî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:138


أُحَدِّثُكُمْ حَدِيث ا ثَ لاَث ا أُقْسِمُ عَلَيْهِنَّ : مَا نَقَصَ مَالُ عَبْدٍ مِنْ صَدَقَةٍ؛


وَلََّ ظُلِمَ عَبْد بِمَظْلَمَةٍ فَصَبَرَ عَلَيْهَا، إِلََّّ زَادَهُ اللهُ عزَّ وَجَلَّ بِهَا عِزًّا؛


وَلََّ فَتَحَ عَبْد بَابَ مَسْأَلَةٍ، إِلََّّ فَتَحَ لَهُ بَابَ فَقْرٍ (طب . عن أبي

كبشة الأنماري)


RE. 18/8 (Uhaddisiküm hadîsen selâsen uksimü aleyhinne: Mâ nekasa malü abdin min sadakatin; ve lâ zulime abdin bi- mazlemetin ve sabera aleyhâ, illâ zadehu’llàhu azze ve celle bihâ



137 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.151, no:5813; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XIII, s.427, no:7516; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.180; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.687, no:5911; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.268, no:34988; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.463, no:740.

138 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.308, no:2247; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.341, no:855; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XIV, s.193, no:3109; Ebû Kebşe el-Ensàrî RA’dan. Bezzâr, Müsned, c.I, s.187, no:1032; Abdurrahman ibn-i Avf RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.829, no:43298; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.466, no:746.

432

izzen; ve lâ feteha abdün bâbe mes’eletin, illâ fütiha lehû babe fakrin) (Uhaddisiküm hadîsen selâsen uksimü aleyhinne) “Size şu üç sözü kasemle, yeminle söyleyeyim: 1. (Mâ nekasa malü abdin min sadakatin) “Bir kulun malı sadakadan dolayı kat’iyyen noksanlaşmaz.” Meselâ yüz liramız var. On lirasını çıkardık, sadaka verdik. Doksanı kaldı yanımızda… Hayır, hiçbir surette eksilmez. Ya? Allah-u Teàlâ ona mükâfat olaraktan, daha büyüğünü, üstününü verecek. Yeminle söylüyor: Sadaka vermekle insanın malı kat’iyyen tükenmez ve azalmaz.


2. (Ve lâ zulime abdün bi-mazlemetin ve sabera aleyhâ, illâ zadehu’llàhu azze ve celle bihâ izzen) “Bir kul bir zulme uğrar da, o zulme sabrederse, Allah Azze ve Celle o sebeple o kulun izzetini arttırır.”

Zalim, zulmediyor. Elinden gelir, döver de onu, vurur da… Fakat sabrediyor, zalim zulmünü yapıyor. Ondan dolayı, sabrından dolayı…

“—Ne miskin adam be, korkak adam, aptal adam! Bak herif, neler yapıyor da hiç sesini bile çıkaramıyor.” derler ya…

Bunun bu tavrından dolayı onun şerefine hiç noksanlık gelmez, (illâ zadehu’llàhu azze ve celle bihâ izzen) ancak Allah-u Teàlâ onun izzetini arttırır. Nasıl arttırır? Nasıl arttırır bilmem

ama arttırır.


3. (Ve lâ feteha abdin bâbe mes’eletin, illâ fütiha lehû babe fakrin) “Bir insan da dilenciliğe alışırsa, ona da fakirlik kapıları açılır. Gözü de doymaz, karnı da doymaz.”

Binâen aleyh, dilencilik hiç iyi bir şey değildir. Dilenciliğin çok nevileri vardır. Gelir bir yere, kapıyı tak tak vurur, beş kuruş ister. Bu dilencidir.

Bir de halini dilenciler gibi yaparaktan para toplamağa çalışır. Bu da ayrıdır. Çok nevileri vardır. Allah hepsinden muhafaza buyursun… Cenab-ı Peygamber buyurmuş ki yarın rùz-i kıyamette bu dilencilerin yüzlerinde et olmayacak, iskelet halinde çıkacaklar.

433

Sahabeden bir kimse geldi, Peygamber Efendimiz’den bir şeyler istedi.

Cenab-ı Peygamber dedi ki: “—Neyin var senin evde?” “—Bir kilimcağızım var!”

Bir kilimi varmış evinde, fukara bir ev… “—Getir onu!” dedi.

Getirdi. Mezata çıkarttırdı onu. Mezat, bir dirhem veriyorlar. Bir para yâni. Derken iki dirhem birisi verdi. Sattılar onu. Cenab- ı Peygamber ona bir balta alıverdi. Bir dirhem ile bir balta aldı. Kendisi de bir sap yapıverdi ona.

“—Hadi git şimdi dağdan odunu kes, getir burada sat. Karnını da doyur, başkasına da yardım et!” dedi.

Adam az zamanda zengin oluverdi, kurtuldu. Onun için, Allah herkesin rızık kolları çeşitli yaratmış. Herkes bir yoldan rızkının temine gayret edecek.

Deminki miskin dediğimiz o değil ama. Bu çalışmaya iktidarı olan insan, çalışacak. Ama bir de var ki kabiliyetsiz yaratılmış. Hastalıklı, nasıl ki çeşitli hastalıklar var. Ruhlarda da böyle çeşitli hastalıklar vardır ki: dövseniz de çalışamaz, öldürseniz de çalışamaz. Yapmaz, bilmez işte. Binâen aleyh onlar bize ibret, onlara bakmak vazifemiz.


i. Gizli Şehvetten Sakının!


Deylemî, Ebû Hüreyre Hazretleri’nden rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:139


اَحْذَرُوا الشَّهْوَةَ الْخَفِيَّةَ، الْعَ الِمُ يَتَعَلَّمُ الْعِلْمَ، يُحِبُّ أَ نْ يُجْلَسَ إلَيْهِ

(الديلمي عن أبي هريرة)


RE. 18/9 (İhzeru’ş-şehvete’l-hafiyyete, el-àlimü yeteallemü’l- ilme, yuhibbü en yüclese ileyhi) (İhzeru’ş-şehvete’l-hafiyyeh) “Gizli şehvetten sakının!”



139 Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.185, no:28965; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.472, no:756.

434

Şehvet-i hafiye denilen gizli bir şehvet vardır. Şehvetin bir açık hali var ki… Bu da gizli şehvet, kimse fark etmez onu. Neymiş bu gizli şehvet ki, Cenab-ı Peygamber bundan sığının dedi. Bu riyakârlık oluyor. Gizli şehvetler, şirkin bir gizlisi oluyor. Allah ikidir demek nasıl şirkse, bu riyakarlık da bu şirkten bir parça

oluyor.

Onun için Cenab-ı Peygamber:

“—Benim ümmetim ateşe tapmaz, puta da tapmaz, güneşe de tapmaz. Tapmaz ama bu gizli şehvet yok mu işten onların hakkından gelir” dedi.

Bunu Muaz olsa gerek Cenab-ı Peygamber’den işitmiş de Şam’a gelmiş. Şam’da ehl-i Şam onun başına toplanmışlar. Demişler:

“—Rasûl-i Ekrem’den duyduğun bir şeyi bize anlat!” O da bu hadisi anlamaya başladığı vakitte, kendinden geçiyor. Gözlerinden şıpır şıpır yaşlar akıyor. Bir türlü söyleyemiyor. Üç defa böyle baygınlıklar geçirdikten sonra riyanın şirk olduğunu söyleyebiliyor.


Burada şimdi Cenab-ı Peygamber, (ihzerû şehvete’l-hafiyyeh) “Bu gizli şehvetten sakının, Allah’a sığının!” buyuruyor.

Neymiş o? (El-alimu) “Alim, (yeteallemu’l-ilme) ilmi öğrenmeye çalışıyor. Ama niçin çalışıyor? (Yuhibbu en yüclese ileyh) Herkes başına toplansın da, onun tatlı tatlı sözlerini dinlesinler diye çalışıyor. Gayesi insanların iltifatından istifade etmek, Allah rızası değil.”

Edebiyata gidiyor, onu öğrenmeye çalışıyor, daha üstün şeyleri öğrenmeye çalışıyor, güzel güzel lafları anlatırken herkesi mest ediyor. Hayranlık duyuyor herkes… E bu Allah için olursa ne mutlu ama, (El-alimu yeteallemu’l-ilme yuhibbu en yüclese ileyh) “Beni ne güzel alimdir!” desinler diye çalıştıysa, yandı. Şehvet-i hafiye buna diyorlar işte.


j. Şöhretli Elbiselerden Sakının!


Deylemî Hz. Aişe RA’dan rivayet etmiş.

435

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:140


احْذَرُوا الشُّهْرَتَيْنِ: الصُّوفَ، وَالْخَزَّ (أبو عبد الرحمن السلمي في

سنن الصوفية، والديلمي عن عائشة وقال لَّه)


RE. 18/11 (İhzeru’ş-şühreteyn: Es-sùf, ve’l-hazz)

(İhzeru’ş-şühreteyn) “Şöhret-i mucib olan iki takım elbiseden sakının! (Es-sùf) Birisi sof dedikleri eskiden, bir meşhur elbise vardı, parıl parıl, incecik, sof derlerdi ona. Şimdi belki yok onlardan. (Ve’l-hazz) Biri de hazz denilen deniz koyunu varmış. Deniz koyununun tüyünden yapılan esvap. Görmedik ama işitiyoruz işte böyle. Nasıl oluyor bilmeyiz artık. Bunlar insanlara umumiyet itibariyle çalımı mucib olan elbise demek. O zaman bunlar varmış, bunları yapanlara Cenab-ı Peygamber bunlardan sakının demiş.

Bugün de çalımı mucib olan her nevi elbise. … dediğimiz yâni bir şöhreti, varlığını gösteren bir elbise. Binâen aleyh ismi hatırıma gelmedi bir zat-ı muhterem çok incelemiş, diyor ki: Gerek yemeklerinizde, sofralarınızda; gerek giyimlerinizde, gerek evlerinizde, gerek hac esnasındaki hac yolculuklarında ve oralardaki masraflarınızda son derece titizlikle hareket edin de israftan sakının, ve bu artan paralarınızı zuafa ü fukaraya tahsis edin!

İşte bir elbise var. Meselâ, farz edelim ki bir liraya verirler, on liraya verirler, elli liraya verirler bugün. Bir esvab da vardır beş yüz liradır kumaşı. o beş yüz liralık elbiseyi giyeceğine, elli liralık, yüz liralık şeyi giy. Ne olacak? O da seni ısıtır, o da seni tutar. Binâen aleyh şöhreti mucib olan her şeyden sakınmayı Cenab-ı Peygamber bize tavsiye etmektedir.


k. Sakınılacak Yedi Fitne


Hàkim Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan rivayet etmiş.



140 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.83, no:258; Hz. Aişe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.473, no:7484; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.471, no:755.

436

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:141


أُحَذِّرُكُمْ سَبْعَ فِتَنٍ تَكُونُ بَ عْ دِي: فِتْنَة تُقبِلُ مِنْ المَدِينَةِ، وفَتْنَة بِمَكَّةِ،


وفِتْنَة تُقبِلُ مِنَ اليَمَنِ، وفِتْنَة تُقْبِلُ منَ الشَّامِ، وفِتْنَة تُقْبِلُ منَ المَشْرِقِ،


وفِتْنَة تُقْبِلُ منَ المَغْرِبِ، وفِتْنَة مِنْ بَطْنِ الشَّامِ، وهِيَ وفِتْنَةُ السُّفْيانِي (نعيم في الفتن، ك. عن ابن مسعود)


RE. 18/12 (Ühazziruküm seb’a fitenin tekûnü min ba’dî: Fitneten tukbilü mine’l-medineh, ve fitneten bi-mekkeh, ve fitneten tukbilü mine’l-yemen, ve fitneten tukbilü mine’ş-şâm, ve fitneten tukbilü mine’l-maşrik, ve fitneten tukbilü mine’l-mağrib, ve fitneten min batni’ş-şâm, ve hiye fitnetü’s-süfyânî) (Ühazziruküm seb’a fitenin tekûnü min ba’dî) “Sizleri benden sonra vuku bulacak yedi fitneden sakınmaya davet ederim: (Fitneten tukbilü mine’l-medineh) Medine’den çıkacak bir fitne, (ve fitneten bi-mekkeh) Mekke’den çıkacak bir fitne, (ve fitneten tukbilü mine’l-yemen) Yemen’den çıkacak bir fitne, (ve fitneten tukbilü mine’ş-şâm) Şam’dan çıkacak bir fitne, (ve fitneten tukbilü mine’l-maşrik) Şark’tan çıkacak bir fitne, (ve fitneten tukbilü mine’l-mağrib) Garb’dan çıkacak bir fitne. (Ve fitneten min batni’ş- şâm) Bir fitne de Şam’ın merkezinden zuhur eder ki, (ve hiye fitnetü’s-süfyânî) işte bu Süfyanî’nin fitnesidir.” Bu fitnelerden bahsedilmiş. Bu fitnelerden bir kısmı evvelce olmuş, bitmiş. Allah onların şerrinden de, gelecek fitnelerin şerrinden de cümlemizi muhafaza buyursun… O fitnelerden birisi Hülagu’nun fitnesiymiş ki, işte o Çin tarafından gelen Moğollar, Bağdat kütüphanelerini harap etmişler. Harap ettikten sonra da o kütüphanelerin kitaplarını Fırat’a atmak suretiyle, Dicle’ye atmak suretiyle İslamiyet’e yaptıkları zarar; dünya bilgisini beş yüz sene geriye atmıştır



141 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.515, no:8447; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.116, no:30840; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.470, no:750.

437

diyor. Orada o kadar ilimler varmış ki, o ilimlerin hepsi hebaen mensur olmuş.

Sonra Sivas’a kadar gelmişler. Orada insan kafasından kule yapmışlar. Bu insan, yâni çok korkunç bir mahluk. Bunun yaptığını şeytan da yapamaz. Allah muhafaza… Bir kere o gözü kızardı mıydı, insanın aklı başından da gidiyor. Allah ıslah etsin…


l. Kur’an’ı Güzel Okumak


Taberânî ve Hatîb-i Bağdâdî, Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet etmişler.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:142


أحْسَنُ النَّاسِ قِرَاءَة ، الَّذِي إِ ذَا قَرَأَ، رَأَيْتَ أنَّهُ يَخْشَى الله (طس. خط. عن ابن عمر)


RE. 18/13 (Ahsenü’n-nâsi kırâaten, ellezî izâ karae, raeyte ennehû yahşa’llàh.)

Kur’ân okuyoruz hepimiz. Bazan sesi güzel insanlar olur. Mest oluruz. Bayılırız, çok güzel okursa. Bazı seslerde de muhrik denilen yakıcılık vardır. O tegannilerin etkisiyle insan dinlemeye doyamaz. İster ki mütemadiyen okusun.

Bu sesin muhrikliği nefsani bir şeydir. Bundan nefis hazzeder. Asıl olan Kur’ân’ın içindeki ruhu ile okumak. Ki, (yahşa’llàh) Allah-u Teàlâ’dan haşyet üzere okursa, işte bu insana ok gibi tesir eder. Oktan da daha fazla tesir eder.



142 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.208, no:6205; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.208, no:1256; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.277; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.IV, s.321, no:1147; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.317; Hatîb-i Bağdâdî, el-Müttefik ve’l- Müfterik, c.II, s.78, no:176; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.602, no:2750; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.479, no:771.

438

Yoksa sesi güzel olur, dinler herkes. Bazen gözlerinden insanın yaşlar da gelir. Fakat ondan istifa eden ancak nefistir. Ruhların istifadesi ancak Kur’ân’ı Allah’ın korkusuyla okuyabilen, korku içerisine sinmiş, haşyet-i ilahi içerisine sinmiş insanın okuyuşundan olur. İşte o insanı mest eder, hayran eder.

Gene buyuruyorlar ki:143


أحْسَنُ النَّاسِ قِرَاءَة مَنْ قَرَأَ القُرْآنَ يَتَحَزَّنُ بِهِ (طب. وأبو نصر

في الإبانة وحسنه عن ابن عباس)


RE. 18/14 (Ahsenü’n-nâsi kırâeten, men karae’l-kur’âne



143 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebir, c.XI, s.7, no:10852; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IV, s.19; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.351, no:11695; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.602, no.2748; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.480, no:772.

439

yetehazzenü bihî)

(Ahsenü’n-nâsi kırâeten) “Kıraat cihetinden insanların en güzeli, (men karae’l-kur’âne yetehazzenü bihî) Kur’an’ı okuyunca hüzünlenen kimsedir.” Kur’ân okurken hüzünle okuyun! İçeriden bazı yapmacık yapanlar da olur, okurken ağlayıverir falan ama o yapmacıklar bellidir. Herkes anlayamaz ama erbabı anlar onları… Binâen aleyh, yapmacık değil de içten gelerek böyle hüzün ile Kur’ân okuyun ki, o haşyet-i ilahiyenin bir eseridir. O haşyet-i ilahi kendilerinde olan insanlar Kur’an okurken mahzûnâne bir şekilde okurlar. Öyle seslerine cilâ vermeyi düşünmezler.


m. Yolların En Güzeli


İbn-i Sa’d Câbir ibn-i Abdullah RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:144


أَحْسَنُ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ، وَشَرُّ الأُْمُورِ مُحْدَثَاتُهَا، وَكُلُّ بِدْعَة


ضَلاَلَة ؛ مَنْ مَاتَ وَتَرَكَ مَالَّ ، فَلَهْلِهِ؛ وَمَنْ تَرَكَ دَيْن ا أَوْ ضَيَاع ا،


فَإِلَىَّ وَعَلَيَّ (ابن سعد عن جابر)


RE. 18/16 (Ahsenü’l-hedyi hedyü muhammedin, ve şerrü’l- umûri muhdesâtühâ, ve küllü bid’atün dalâletün; men mâte ve tereke mâlen, feliehlihî; ve men tereke deynen ev dayân, feileyye ve aleyye)

(Ahsenü’l-hedyi hedyü muhammedin) “Yolların en güzeli

Cenab-ı Peygamber’in yoludur. Yâni sünnet-i seniyye...” En iyi yol, ahlâk-ı hasene, Cenab-ı Peygamber’in sünnet-i seniyyesine uymaktır.

(Ve şerrü’l-umuri muhdesatühâ) “İşlerin en kötüsü de,



144 Neseî, Sünen, c.VI, s.27, no:1560; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.377; Cürcânî, Târih-i Cürcan, c.I, s.365; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.10, no:30404; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.481, no:774.

440

sonradan ihdas olunan, Cenab-ı Allah’ın razı olmadığı ve Peygamberinin de razı olmadığı ve kimsenin de razı olmadığı çirkin şeylerdir. Bu sonradan ihdas olunan şeylere bid’at denir.

(Küllü bid’atün dalâleh) Bütün bid’atler dalâlet yoludur.”


(Men mâte) “Her kim ölürse, (ve tereke mâlen) geride mal bırakmışsa, (feliehlihî) o bıraktığı çoluk-çocuğunun olsun. (Ve men tereke deynen) Öldü ama borç bıraktıysa, (ev diyaen) veyahut evlad u iyal bıraktı, yetimler bıraktıysa, onlara bakmak, onların borcunu ödemek benim üzerimedir.”

Cenab-ı Peygamber beytü’l-mâl’den ve bizzat kendi imkânlarından bunları temin ederlerdi. Kimsesizlere bakarlar, himaye ederler, borçları varsa öderlerdi. Çünkü borçlunun namazını da kılmazlardı. Buna da çok dikkat etmek lazım.

Bazı adam üç aylık borç yapıyor. Beş aylık borç yapıyor. Senet yapıyor filan… Fakat senin üç ay, beş ay yaşayacağına elinde senedin var mı mübarek adam?

“—E canım işte malım var ya...” Malın var ama, senin mirasçıların senin o borcunu tanırlar mı acaba? Kaç tane mirasçı çıkacak ki senin borçlarını ödesin. Ondan sonra mahkemelerde uğraşır durur insanlar.


Onun için cenaze geldiği vakitte, Cenab-ı Peygamber sorardı:

“—Bunun borcu var mı?” “—Yok…” derlerse;

“—Allahu ekber!” der, cenaze namazını kıldırırlardı.

“—Borcu var!” derlerse;

“—Bunun borcunu kim taahhüt ediyor?” derlerdi.

“—İçinizde akrabasından, taallukatından borcunu taahhüt eden kimse var mı?” Birisi çıkar da: “—Ben taahhüt ediyorum!” derse,

“—Allah-u ekber!” der, onun da namazını kılardı.

Ses çıkmazsa, siz kılın namazını der, çekilirlerdi.

Onun için borçlu ölmek hiç iyi değildir. Ayağını yorganına göre uzat.

“—Ama canım, şöyle iş yapacağım, böyle iş yapacağım!” Bunlar boş laflar. Tùl-i emel dedikleri şeyler. Onu yapacağına

441

elinde senedin mi var? Elindekiyle idare et.


n. SAS Efendimiz’in Korktuğu Üç Şey


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:145


أَخَافُ عَلَى أُمَِّتي مِنْ بَعْدِي ثَلاثَا : ضَلالَةُ الََّهْوَاءِ، وَاتِّبَاعُ الشَّهَوَاتِ


فِي الْبُطُونِ وَالْفُرُوجِ، وَالْغَفْلَةُ بَعْدَ الْمَعْرِفَةِ (الحكيم، وابن منده، و


ابن قانع عن أفلح مولى رسول الله صلى عليه السلام)


RE. 19/9 (Ehàfü alâ ümmetî min ba’dî selâsen: Dalâletü’l- ehvâi, ve’ttibaü’ş-şehevâti fi’l-butùni ve’l-furûci, ve’l-gafletü ba’de’l- ma’rifeti) (Ehàfü alâ ümmetî min ba’dî selâsen) “Benden sonra ümmetim üzerine üç şeyden çok korkarım: 1. (Dalâletü’l-ehvâ’) “Hevâ ü heveslerine uymaları, bu yolda gitmeleri.”

2. (Ve’ttibâu’ş-şehevâti fi’l-butùni ve’l-füruc) “Şehvetlerine ittiba; gerek yemekte, gerek diğer muamelelerde…” 3. (Ve’l-gafletü ba’de’l-ma’rifeti) “Ma’rifetten sonra gaflete düşmeleri.” Bak gene buyuruyor ki:146


أَخْوَفُ مَا أَخَافُ عَلَى أُمَِّتي ثَ لاَث : ضَلالَةُ الََّهْوَاءِ، وَاتِّبَاعُ الشَّهَوَاتِ


فِى الْبَطْنِ وَالْ فَرْجِ، وَالْعُجْبُ (الحكيم عن أفلح مولى رسول الله صلى



145 İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.66; İbnü’l-Kàni’, Mu’cemü’s-Sahabe, c.I, s.106, no:64; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahabe, c.III, s.269, no:982; Eflah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.185, no:28967; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.21, no:846.

146 Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.44, no:43861; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.77, no:941.

442

ا عليه وسلم)


RE.21/1 (Ahvefü mâ ehàfü alâ ümmetî selâsün: Dalâletü’l- ehvâi, ve’ttibau’ş-şehevâti fi’l-batni ve’l-ferci, ve’l-ucbü) (Ahvefü mâ ehàfü alâ ümmetî selâsün) Ümmetim üzerine şu üç şeyden çok korkarım. Korktuklarımın en korkuncu ümmetim üzerine şu üç şeydir:

1. (Dalâletü’l-ehvâ’) “Hevâ ü heveslerine uymaları, bu yolda gitmeleri.”

2. (Ve’ttibâu’ş-şehevâti fi’l-batni ve’l-ferc) “Şehvetlerine ittiba; gerek yemekte gerek diğer muamelelerde…” 3. (Ve’l-ucbü) “İnsanların kendisini beğenmesi.” Bu üç şeyden çok korkarım.” Nefsine uyması, şehvetine uyması, bir de kendisini beğenmesi. Onun için Cenab-ı Peygamber:

“—Ya Rab, beni bana göz açıp yumacak kadar kısa bir zaman da olsa bana bırakma! Beni bana bırakma…” Peygamber SAS diyor yâhu! Niçin? Nefisle işi olmaz ki. Allah- u Teàlâ’nın himayesine hepimiz her zaman muhtacız. Onun için Cenab-ı Peygamber:

“—Yâ Rabbi, beni bana göz açıp yumacak kadar az zaman da olsa bırakma!” diye dua ediyor.

Onun için demişler ki:


Haseb-neseb ile olmaz çelebi!

Zühd ü takvâsı olan kişidir çelebi.


Çelebi ne demek bilmem. Türkçe bir kelime ama… Efendi manasına mı? Demek ki efendilik.

Çelebiler varmış eskiden, padişahlara kılıç kuşatırlarmış. Konya’daki Mevlevîlerin pirleri… Onun için takvası olandır çelebi, takvan yoksa olamazsın efendi demişler.


o. Ashabın Fedâkârlığı

443

Yine buyuruyor:147


أَخْوَفُ مَا أَخَافُ عَلَى أُمَِّتي: شُح مُطَاع ، وَهو ى مُتَّبَع ، وَ إِعْجَابُ


كُلُّ ذِي رَأْيٍ بِرَأْيِهِ (أبو نصر السجزي عن أنس)


RE. 21/2 (Ahvefu mâ ehàfu alâ ümmeti: Şuhhun mutàun, ve heven müttebeun, ve i’câbü küllü zî re’yin bi-re’yihî) (Ahvefu mâ ehàfu alâ ümmeti) “Ümmetim üzerinde korktuğum şeylerin korkunçlarından yine birisi : (Şuhhun mutàun) Kendisine itaat edilen cimrilik. Sıkılığa bel bağlamış, etrafındaki zuafayı, fukarayı, mesâkîni, muhtaçları görmüyor; hep kendi menfaatine harcamaya çalışıyor paraları. Şuhhun muta’ diyorlar buna.

İkincisi, (heven müttebeun) Nefsinin hevâ ve hevesine uyuyor.

Ku’ân-ı Azimu’ş-şân’da:


وَيُؤْثِرُونَ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَة ، وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ


فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (الحشر:9)


(Ve yû’sirûne alâ enfüsihim ve lev kâne bihim hasâsah, ve men yûka şuhha nefsihî feülâike hümü’l-muflihûn.) [Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (muhacirleri) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.] (Haşr, 59/9)

Bu ayet-i kerimenin izahında, Cenab-ı Hak ashab-ı kiram’ı (rıdvanu’llàhi teàla aleyhim ecmaîn) ayrı bir zümre olarak yaratmış. Böyle insanların fevkaladelikleri hep onlarda tecelli etti. Yemezler, yedirirlerdi. Giymezler, giydirirlerdi.

Bu ayet-i kerime galiba Ebû Talha RA hakkında nazil olmuş.



147 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.160; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.45, no:43863; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.77, no:942.

444

Misafir gelmiş mescide. Rasûlüllah Efendimiz demiş ki:

“—Kim alacak bu misafiri?” Herkes aciz, kimse ben götürürüm diyememiş.

Ebû Talha RA: “—Ben götüreyim!” demiş.

Eve götürmüş. Hanımına sormuş:

“—Evde yiyecek bir şey var mı?” Hanımı da demiş ki:

“—Çocukları için az bir yiyecek var!” “—Çocukları erkenden uyut! Biz de yemeyiveririz bu akşam.” diyor.

Hanım sofrayı kuruyor. Hanım odadan çıkarken kandili söndürüyor. Karanlıkta Ebû Talha yemek yer gibi yapıyor. Misafir karnını doyuruyor.

Kendileri muhtaç iken misafire ikram ettiklerinden dolayı, (ve men yûka şuhha nefsihî feülâike hümü’l-muflihûn) “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” diye

haklarında ayet nazil oluyor.


Binâen aleyh (şuhhun mutaun), böyle hukuk-u ilâhiyeyi, hukuk-u insâniyeyi, hukuk-u cirâniyeyi gözetmeyen insanlar… Hukuk çok, yalnız Allah’ın hakkı değil. Allah’ın hakkı var, o başka. Şimdi namaz kılacağız, oruç tutacağız… Fakat komşu hakkı var, memleket hakkı var, devlet hakkı var, sürüyle hak var. Ana-baba hakkı var, kardeşlerinin hakkı var, cemaat-i İslâmiyenin hakkı var. Bu hakların hepsini yerli yerinde yapabilmek kolay bir şey değil.


Onun için Selman-ı Farisî RA’ı, Ebü’d-Derdâ RA ile kardeş yapmış Cenab-ı Peygamber. Böyle çift çift kardeş yapmıştı Mekkelilerle Medineliler’i. Bir Mekkeli, bir Medineli ile kardeş oluyor. Buhari hadislerinde yazılıdır.

Selman RA gitmiş kardeşliğinin evine. Birkaç defa söylemiştim ama tekrarında fayda vardır. Gitmiş, evde yok. Hanımı kapıyı açmış, çıkmış ama üstü perişan.

“—Ebü’d-Derdâ nerede?” demiş,

“—Dağa, oduna gitti!” demiş.

Eh kardeşliğinin evi ya, girmiş içeriye, oturmuş, bekliyor.

445

Derken Ebü’d-Derdâ RA gelmiş. Yemek yedirmiş kardeşine ihsan.

“—E otur demiş, senle beraber yiyelim.” “—Ben oruçluyum, yemem!” demiş.

“—Olmaz öyle şey!” demiş, “Otur beraber yiyeceğiz!” Kıramamış. Beraber yemişler.


Gece vakti olmuş, yatacaklar. Yatağı sermiş. “—Yat bakalım ya Selman!” “—Sen?” “—Ben namaz kılacağım, ibadet edeceğim!” demiş.

“—Yok!” demiş, “Sen de yat!” O da söz dinlemiş, o da yatmış.

Biraz sonra kalkmış yine namaza. Selman uyumuyor. “—Yat, kalkma yat! Ben seni kaldıracağım!” demiş.

Neyse, gece yarısından sonra: “—Had şimdi kalk bakalım, ibadeti yapalım!” demiş.

Ama Ebü’d-Derdâ RA kızmış içinden. Hem orucumu bozdurdu, hem gece beni ibadetten alıkoydu diyerekten. Sabaha kadar bekliyor ki, gideyim Peygamber SAS’e şikâyet edeyim. Sabah namazına gidiyorlar. Peygamber SAS namazı kıldırıyor. Namazdan sonra:

“—Ya Rasûlallah! Şu Selman’ın yaptığını gördün mü bana bugün?” “—Ne yaptı?” “—Orucumu bozdurdu, gece namazlarından alıkoydu, şöyle yaptı, böyle yaptı.” “—Selman haklıdır!” dedi.

Sonra Peygamber SAS Efendimiz Ebü’d-Derdâ RA’a hitaben şöyle buyurdu:148


يَا أَبَا الدَّرْدَاءِ! إِنَّ لِجَسَدِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا، وَلِرَبِّكَ




148 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.112, no:285; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.IV, s.275, no:8128; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.176, no:20; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLVII, s.116; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.188; Ebû Cuhayfe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.45, no:5403; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.27, no:25480.

446

عَلَيْكَ حَقًّا؛ وَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَق حَقَّهُ! صُمْ وَ أَفْطِرْ، وَقُمْ وَنَمْ، وَائْتِ


أَهْلَكَ (حل. عن أبي جحيفة)


RE. 492/10 (Yâ ebe’d-derdâ!) “Ey Ebü’d-Derdâ! (İnne li- cesedike aleyke hakkan) Hiç şüphe yok ki bedeninin, vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı bu vücuduna vermezsen, bu elin, bu ayağın, bu vücudun senden davacı olur.” (Ve li-ehlike aleyke hakkan) “Aile efradının, zevcenin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır.”

(Ve li-rabbike aleyke hakkan) “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır.” Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı görevler var.

(Ve a’ti külle zî hakkın hakkahû) “O halde, her hak sahibine hakkını ver!” (Sum ve eftir) “Bazı günler oruç tut, bazı günler tutma, iftar et! (Ve kum ve nim) Geceleyin namaza kalk, bazı zamanlarda uykunu da uyu! (Ve’ti ehleke) Eşinin yanına da git!” buyurdu.

Çünkü vücudun da hakkı var, ailenin de hakkı var, komşunun da hakkı var, devletin de hakkı var, Allah’ın da hakkı var. Çok… Her hak sahibine hakkını vermekle insan tekemmül eder. Yoksa kendine sofu olmuşsun, ne olacak böyle sofuluktan?


Onun için, ikinci kortuğu şey: (ve heven müttebeun) “Nefsin arzularına uymak.” “—Canım ne istiyorsa öyle yapayım. Sinemaya gidelim, baloya gidelim, denize gidelim!..” İstiyor canı işte. “Televizyon alalım…” Üçüncü korktuğu şey: (Ve i’câbü küllü zî re’yin bi-re’yihî) “Herkes kendi re’yini beğeniyor, en doğru benim re’yim diyor. Benim aklım, benim bilgim, benim düşüncem. Başkasının aklını beğenmiyor.” Bu da Peygamber Efendimiz’in ümmeti için üçüncü korktuğu şey…

Bir tane daha okuyayım da kâfi gelsin:


p. Kölenize İyi Davranın!


Taberânî’nin Huzeyfe RA’dan naklettiği bir hadis-i şerif.

447

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:149


أَخُوكَ فِي الإِسْلاَمِ، لََّ تُكَلِّفْ هُ مِنَ الْعَ مَلِ إِلََّّ مَ ا أَطَاقَ، وَ أَطْعِمْهُ


مِنْ طَعَامِكَ، وَأَلْبِسْهُ مِنْ لِبَاسِكَ، فَإِنْ كَرِهْتَهُ فَبَعْ هُ، يَ عْنِ ي الْعَبْدُ

(طس. عن حذيفة)


RE. 21/3 (Ehùke fi’l-islâm, lâ tükellifhü mine’l-ameli illâ mâ etàka, ve at’imhu min taàmike, ve elbishü min libâsike, fein kerihtehû feba’hu, ya’ni’l-abd)

(Ehùke fi’l-islâm) “O köle senin İslâm’da kardeşindir. (Lâ tükellifhü mine’l-ameli illâ mâ etàka) Ona ancak gücünün yettiği



149 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.161, no:4945; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.IV, s.433, no:7219; Huzeyfe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.80, no:25058; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.82, no:949.

448

işi yükle! (Ve at’imhu min taàmike) Yediğinden ona yedir, (ve elbishü min libâsike) giydiğinden ona da giydir. (Fein kerihtehû feba’hu ya’ni’l-abd) Eğer kendisinden hoşlanmıyorsan, onu sat!”


Ebâ Zer RA’ı görmüşler, gayet güzel bir elbise giymiş. Hulle diyorlar o zaman. Yanında da kölesi var. Kölesi de aynı esvabı giymiş. Köleyle kendisinin arasında fark yok. Çok dikkatimi celb etti.

Cennet, “Bana girecek olanlar zuafâ ile miskinlerdir.” demişti.

Köleler de zuafadan ibarettir.

Köleyi bilirsiniz belki; hizmetkâr, bedava hizmetkâr… Köleler harplerde düşman tarafından esir alınır. Esir olarak kalır. O esirler artık elden ele dolaşır. Ben sana satarım, sen başkasına satarsın, o başkasına satar. Ta ki birisi affedecek de, azad edecek de adam kurtulacak. Yoksa başka türlü kurtulamaz. Köle bu.

Şimdi bu kölesiyle ikisi bir ayarda giyinmişler. Adam diyor ki:

“—Ne bu yâ Ebâ Zer! Bu senin kölen değil mi? Seninle onun arasında fark yok! O da senin gibi. Bak şa’şaalı, debdebeli bir örtü giyinmiş.” Ebû Zer RA ona başından geçen bir olayı anlatmış.


Cenab-ı Peygamber zamanında bir gün Ebû Zer RA, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak; ‘—’Siyah kadının oğlu!’’ diye hakaret etmiş.

O da gelmiş Rasûlüllah’a şikâyet etmiş:

“—Ebu Zer bana böyle diyor.” diyerekten.

Cenab-ı Peygamber de ona demiş ki:

“—Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sende hàlâ cahiliyet kokusu var! Sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin!” Ebu Zer RA, bu acı uyarı üzerine derhal Bilal-i Habeşî’nin evinin önüne gelmiş, Bilal-i Habeşi’yi çağırmış ve yere yatmış.

Yanağını yere koymuş ve demiş ki: “—Yâ Bilal! Senin o siyah ayağın benim bu beyaz yüzüme basmadıkça buradan kalkmayacağım! Yüzüme bas ve bana hakkını helâl et!” Bunun üzerine Bilâl-i Habeşî RA onu affetmiş, yerden kaldırmış ve kucaklaşmışlar.

449

Bunu anlattıktan sonra, Ebû Zer RA demiş ki: Rasûlüllah SAS o zaman bana şöyle buyurdu:150


هُمْ إِخْوَانُكُمْ، جَعَلَهُمْ اللهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ، فَمَنْ كَانَ أَخُوْهُ تَحْتَ يَدِهِ


فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ، وَلََّ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلبُهُمْ،


فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ (خ. م. عن ابي ذر)


(Hüm ihvânüküm) “Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah köle yapmış ama o da kardeşinizdir. O da müslüman olmuş, kardeşinizdir. Ama sana hizmetkârdır. Hizmetkâr olmakla beraber, senin kardeşliğinden de çıkmış değildir. (Cealehümü’llàhu tahte eydîküm) “Bunu da biliniz ki, Allah-u Celle ve A’lâ onları sizin elinizin altına vermiş. Sizin işlerinizi görürler. Onlar olmasa işlerinizi de göremezsiniz.” (Femen kâne ehûhü tahte yedihî) “Kimin elinde böyle bir kardeşi varsa, gerek paralı, gerek parasız bedava hizmetkârı varsa; (felyut’imhu mimmâ ye’kül) yediğinden ona yedirsin! (Ve yelbishü mimmâ yelbesü) Giydiğinden de ona giydirsin!”

(Ve lâ tükellifûhüm mâ yağlübühüm) “Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz! (Fein kelleftümûhüm feeînûhüm) Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz.” dedi.

İşte ben de onun için, bu köleme böyle giydiğimden giydirdim. Beş metreden çıkacak bir kumaştan on metre aldım, beşini bana, beşini ona elbise yaptırdım. Giydiğimden giydireceğim ya.


Bak şimdi Müslümanlıktaki şu hadiseyi bir canlandıran olsa, parça parça olur içimiz. Biz bugünün devrinin insanları ne saltanata düşmüşüz ki o fukaraya, o zuafaya giydiğimiz gibi giydireceğiz ha! Yediğimiz gibi yedireceğiz ha! Allah!..

“—Bir kere yedirirsin.”



150 Buhàrî, Sahîh, c.XVIII, s.481, no:5590; Müslim, Sahîh, c.VIII, s.479, no:3139.

450

Bir kere yedirmekle iş olmaz ki. Çağırırsın, bir ziyafet yaparsın. Yedirirsin tatlı-tuzlu olur. Fakat bu öyle değil. Her gün için olan bir şey.

“—Beğenmiyorum, iyi adam değil bu!” Sat öyleyse! Tutma elinde! Yahut elinde tuttuğun müddetçe hukukuna riayet ederekten, yediğinden yedirecek, giydiğinden giydireceksin.


r. Haramlardan Kaçın!


Beyhakî ve İbn-i Adiy, Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz, muhatabı olan sahabiye tavsiye eylemiş ki:151


أَدِّ مَا افْتَرَضَ اللهُ عَلَ يْكَ، تَكُنْ مِنْ أعْبَدِ النَّ اسِ؛ وَاجْتَنِبْ مَا حَرَّمَ


اللهُ عَلَ يْكَ، تَكُنْ مِنْ أَوْرَعَ النَّاسِ؛ وَارْضَ بِمَ ا قَسَمَ اللهُ لَ كَ، تَكُنْ


مِنْ أَغْنَى النَّاسِ (عد. هب. عن ابن مسعود)


RE. 21/4 (Eddi me’fterada’llàhu aleyke, tekün min a’bedi’n- nâs; ve’ctenib mâ harrama’llàhu aleyke, tekün min evrai’n-nâs; ve’rda bimâ kasema’llàhu leke, tekün min ağne’n-nâs.) (Eddi me’fterada’llàhu aleyke) “Allah-u Teàlâ’nın sana farz ettiklerini eda et, (tekün min a’beden nâs) o zaman insanların en abidi olursun.”

Bunu da ezberlemek lazım! Allah-u Teàlâ’nın farâizini ifa edenler, haramlardan kaçanlar… Faraiz iki kısım. Bir emrini tutmak, bir de yasağından kaçınmak. Emrini tutar, yasağından kaçınırsan farzı yapmış olursun. O zaman insanların en abidi



151 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.218, no:201; Ebû Dâvud, Zühd, c.I, s.143, no:131; Hennâd, Zühd, c.II, s.501, no:1032; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.220; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXIII, s.177; Abdullah ibn-i Mes’ûd RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.237, no:44296; Câmiü’l-Ehàdîs, c.II, s.85, no:953.

451

olursun.

(Ve’ctenib mâ harrama’llàhu aleyke) “Allah’ın haram kıldık- larından uzak dur; (tekün min evrai’n-nâsi) insanların takvası, verâsı en yüksek olanı olursun.” Yâni Allah’tan korkan en yüksek bir adam olursun.

(Ve’rda bimâ kasema’llàhu leke) “Allah’ın taksimatına razı ol, sana kısmet olarak ne nasip etmişse ona razı ol; (tekün min ağne’n-nâsi) o zaman insanların en zengini olursun.” Bugün insanların en büyük davası bu. Taksime razı değiller. Binâen aleyh, taksime razı olursan, nasın en zengini de sen olursun, vesselâm… Allah cümlemizi affetsin… Tevfikatı samadaniyesine mazhar etsin… El-fâtihah!


19. 10. 1976 – İskenderpaşa Camii

452
13. HARAMLARDAN SAKIN!