09. NEREDE OLSAN ALLAH’TAN KORK!

10. NAMAZI DOSDOĞRU KIL!



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’l-àkıbetü li’l-müttakîn...

Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ’lemû eyyühe’l-ihvân... İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llàh... Ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


اِتَّقِ اللهَ وَ أَقِمِ الصَّلاَةَ، وَآتِ الزَّكَاةَ، وَحُجَّ الْبيْتَ وَاعْتَمِرُ، وَبِرَّ وَالِدَيْكَ،


وَصِلْ رَحِمَكَ، وَاقْرِ الضَّيْفَ، وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ، وَانْهَ عَنِ الْ مُنْكَر، وَزُل


مَعَ الحَقِّ حَيْثُمَا زَالَ (طب. عن مخول السلمي)


RE. 13/6 (İttekı’llàhe ve ekımi’s-salâte, ve âti’z-zekâte, ve hucce’l-beyte va’temiru, ve birre vâlideyke, ve sıl rahimeke, va’kri’d- dayfe, ve’mur bi’l-ma’rûfi, ve’nhe ani’l-münker, ve zü’l-mea’l-hakkı haysümâ zâle) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Beraber bir istiğfar edelim:

Estağfiru’llàh... Estağfiru’llàh...

Estağfiru’llàhe’l-azîm, el-kerîm, er-rahîm, ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh, ve es’elühü’t-tevbete ve’l- mağfirete ve’l-hidâyete lenâ, innehû hüve’t-tevvâbü’r-rahîm... Tevbete abdin zàlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî, mevten ve lâ hayâten ve lâ nüşûrâ...

344

Bir de salevât-ı şerife okuyalım:

Allàhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ muhammedini’llezî tenhallü bihi’l-ukadü ve tenfericü bihi’l-küreb, ve tukdà bihi’l-havâicü ve tünâlü bihi’r- ragàibü ve hüsnü’l-havâtim, ve yüsteska’l-gamâmü bi-vechihi’l- kerîm, ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi-adedi külli ma’lûmin lek...

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, iki cihanın serveri Peygamber SAS Efendimizin şefaat-i uzmâsına nâil olan, mazhar olan kullarının arasına cümlemizi kabul buyursun…


a. Allah’tan Kork!


Taberânî Mahvel es-Sülemî RA’dan rivayet etmiş.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:110


اِتَّقِ اللهَ وَ أَقِمِ الصَّلاَةَ، وَآتِ الزَّكَاةَ، وَحُجَّ الْبيْتَ وَاعْتَمِرُ، وَبِرَّ وَالِدَيْكَ،


وَصِلْ رَحِمَكَ، وَاقْرِ الضَّيْفَ، وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ، وَانْهَ عَنِ الْ مُنْكَر، وَزُل


مَعَ الحَقِّ حَيْثُمَا زَالَ (طب. عن مخول السلمي)


RE. 13/6 (İttekı’llàhe ve ekımi’s-salâte, ve âti’z-zekâte, ve hucce’l-beyte va’temiru, ve birre vâlideyke, ve sıl rahimeke, va’kri’d- dayfe, ve’mur bi’l-ma’rûfi, ve’nhe ani’l-münker, ve zü’l-mea’l-hakkı haysümâ zâle) (İttekı’llàh) “Allah’tan kork!” Bu Allah korkusu çok mühim bir şeydir. İnsan bunu içine yerleştiremezse, emekleri zâyi olur.

Biliyorsunuz, şu elektrikler bir telden gelir. Üzerine bir kablo



110 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.322, no:763; Heysemî, Mecmaü’z- Zevâid, c.IV, s.292, no:6825; Mahvel es-Sülemî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.916, no: 43580; Câmiü’l-Ehàdîs, c.I, s.302, no:467.

345

korlar ki, kimseyi rahatsız etmesin. Maazallah, o kablonun bir tarafında bir açıklık olur da, orası bir insana değerse, ne büyük felâketler doğuyor. Ölümlerine kadar sebep oluyor. Yangınlar oluyor, birçok şeyler oluyor.

Bu Allah korkusu bunların çok dışındadır. Bunlar birer kazadır, birer felakettir gelir ama Allah korkusu çok mühim bir şeydir. Çok lâzım olan bir şeydir. Bu olmadıkça insanda, insan mahlûkların en acısı olur yani.


Çok mahlûk var ya dünyada… Mikroplar diyorlar, şu mikrop, bu mikrop. Bazen hayatlarımızı tehlikeye sokanları da içlerinde… Bunların hepsinden daha korkuncu, Allah korkusu olmayan gönüllerdir.

Bir gönül ki Allah korkusu yoktur, o gönlün sahibi insanların içerisinde çok zayıf duruma düşer. Onun için Cenâb-ı Peygamber bu sıralanmış mübarek sözleri içerisinde, bize tavsiye ediyor ki (İttekı’llàh) “Allah’tan kork!”

Allah korkusu polis istemez, jandarma istemez, hiçbir şey istemez. O gönle girdi miydi, o gönlün sahibi Allah’ın yasak ettiği ne kadar yasaklar varsa onlardan uzak kalır. Kimseyi incitmez, kimseyi rahatsız etmez; çünkü Allah’tan korkuyor. Bunun sorgusu var, suali var, mes’ +uliyeti var. Bu mesuliyet gününün korkusundan dolayı kimseyi incitmez, kimseyi rahatsız etmez. Aç ölür, razı olur aç ölmeye; kimsenin ne canına ne malına el uzatamaz.

İttekı’llah, ne kadar meharim varsa, haram şeyler varsa; bunlara günah diyelim. Ne kadar günahlar varsa, bu günahların hepsini yapmaktan insanın uzak kalması, korkup kaçması demektir ittekullah…


Kuran okurken hafızlarımızı dinliyoruz. Kendimiz de okurken mütemadiyen rast geliyoruz ki; (Ve’tteku’llàh… Ve’tteku’llàh… Ve’tteku’llàh…) “Allah’tan korkun! Ben sizin yaptıklarınızı hem görüyorum, hem biliyorum, hem şahidiyim yaptıklarınızın; bunu iyi biliniz.” Çünkü Allah-u Teala’yı bilince insan, onun her şeyi gördüğünü ve bildiğini de bilecektir.

346

Allah Celle ve A’lâ öyle Allah’tır ki herkesin ne yaptığını, ne yapacağını bilir. İçinden geçirdiği kuruntuları da bilir. Bunlara vesvese diyoruz, kuruntu diyoruz, içeriden kendi kendimize konuşuyoruz. Bunları da Allah-u Teàlâ bilir, bilmediği bir şey yoktur.

Allah-u Teàlâ’nın haramlarından bir haramı irtikâb ederse bir insan, o Allah’ın gözünden düşer. “—Sen benim yasaklarıma nasıl cesaret edip de yapıyorsun bunu ya kulum, seni yaradan ben değil miyim? Sana bu güzel sıfatları, bu güzel endamı, bu güzel bedeni veren ben değil miyim sana? Sana bunları bir başkası verse adamın karşısında şaşırırsın ne yapacağını... Bunları ben verdiğim halde niçin benim sözümü dinlemiyorsun da emrime karşı isyan ediyorsun?” Onun için, (İtteku’llàh ve ekîmü’s-salâh) Allah’tan kork da emrolunduğun namazı ikàme et. Kuran’da mütemadiyen okurken (İtteku’llah… Ekimu’s-salah) “Allahtan kork! Namazı ikame et!” diye görürüz. İkame etmek, dosdoğru kılmak.

347

Çadır var ya? Tabii bir direği vardır ortasında veyahut dört tarafında direği vardır. Bu direkleri vasıtasıyla bir çadır kurulur. Bu direkler alınsa, çadır tabiatıyla yıkılır. İşte namaz da dinin direğidir diyorlar. O direk yıkılınca, çadır göçer aşağıya… Çadırın göçmesiyle insanın islah imkânı kalmaz. Binaen aleyh, Allah’tan korkun ve namazı kılın!

Kaç seneden beri dinleriz bunları… Dedelerimizden duya duya da öğrenmişizdir. Fakat Ramazan biter… Şimdi Ramazan’ın bereketiyle camilerimiz dolar. İbadetlerimizi yaparız güzel güzel… Oruçlarımızı tutarız. Fakat Ramazan bittikten sonra niçin bırakırız namazı? Ramazan’dan sonra Allah mı değişiyor acaba?

Allah’a ibadet ölünceye kadar yapılması gerekir. Ayet-i kerimede:


وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (الحجر:99)

348

(Va’büd rabbeke hattâ ye’tiyeke’l-yakîn) “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 15/99) buyrulmuştur.

Sonra bazı sapık insanlar gelmiş, yakîn kelimesine Allah’ı bilmek, kesin kanaat sahibi olmak diye mânâ verip; “Artık bende yakîn hasıl oldu, Allah’ı bildim, namaz kılmama gerek yok!” diyerek kendileri de kılmaz, başkalarına da kıldırmamaya çalışırlar. Bunlar sapık insanlardır. Allah onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun…

Allah-u Teàlâ Hazretleri;


وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ (النور:٦٥، البقرة:٣٤)


(Ve ekîmü’s-salah) “Namazı kılın!” (Nûr, 24/56; Bakara, 2/43)


حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى (القرة:8)


(Hàfizù ale’s-salevâti ve’s-salâti’l-vustâ) “Namazlara ve orta namaza devam edin!” (Bakara, 2/238) diyerek müteaddit yerlerde namazın ikàme edilmesini emretmiştir.

“—Ne zamandan itibaren?”

Büluğ çağından ölünceye kadar.

“—Hastayım…”

Hasta olur insan, rahatsız olur, fakat namazdan mahrum olmaz. Namaz kılmamazlık olmaz.

Meselâ, Allah esirgeye: Gemi ile gidiyorduk, gemi battı. Biz de bir tahta yakaladık tahtanın üzerinde, denizin içerisinde sallanıyoruz. Bir kurtarıcı gelir de kurtarır mı diyerekten. Yahut bir simit geçirmişiz boynumuza, denizin içerisindeyiz. Kolumuzda saat de yok… Güneşin durumundan anlıyoruz ki öğlen olmuştur, ikindi olmuştur. O denizin içindeyken bile namazları kılmakla mükellefiz.

“—Nasıl kılacağız?”

Başımızla işaret ederek kılacağız. Elham’ımızı okuruz, zammı suremizi okuruz. Allahu ekber der rükû yaparız, Allahu ekber der secde yaparız. Namazımızı orada kılarız. Daha ne kadar tehlikeli haller var, hiç birisinde namazı terk etmeyiz. Yatağımızda

349

yatıyoruz, kıbleye dönemiyoruz, döndürecek kimse de yok… Oturduğumuz yerden, veya yattığımız yerden namazımızı kılarız.

Bunun terkine hiç cevaz verilmemiş. Öyle iken bu namazı terk etmenin ne kadar büyük günah olduğunu henüz idrak etmiş değiliz. Bunu kılmamakla en büyük kabahati işlemiş oluruz. Çünkü Allah’tan korkan insan, “Bu benim Allah’ımın emridir!” der, bunu yapar. Yapamıyorsa, demek ki bu korku onun içerisine işlememiştir. Dünyanın menfaatları onu mağdur etmiş, onu kendi heveslerine çevirmiş, binaen aleyh namazlarını ihmal ediyor.

“—Şurada şu vazifeliyim, burada bu vazifeliyim. Namaz kılacak olursam, vazifelerimden uzaklaştırılırım, maaşımdan kalırım. Şu olur, bu olur.” diye birçok mâlî hülyalar insanlar söylerler.

Fakat, Müslüman olan bilir ki Rezzâk olan Allah’tır, rızkı veren Allah’tır. Ötekilerin hepsi vesileden ibarettir. Rızık Allah’ın elindedir. İstediğini, istediği vakitte, istediği şekilde merzuk eder. Onun için rızık korkusuyla, “Buradan ayrılırsam aç kalırım!” korkusuyla, “Bu adam buradan beni koğar!” korkusuyla namazı terk etmek kadar büyük hatalı iş olmaz.


Binaen aleyh; (İttekı’llàh ve ekîmi’s-salâh) “Allah’tan kork ve namazını da kıl!”

Bizim dinimiz tabii böyle… Bir de bunun karşısında Hristiyanlık dini var. Onların da kendilerine göre, muayyen saatlerde ibadetleri var. Duyduğumuz: Amerika’nın reisicumhuru Pazar günü kilisesine giderken, çocuklarını, efrâd-ı ailesini de peşine takarak öyle gidiyormuş. Şurada şu, burada bu…

Herkes kendi itikadına göre yapması gereken ibadeti yapmakla mükellef... Yapmadığı takdirde o korku gönülden çkar. O korku gönülden çıktıktan sonra;


إِن شَرَّ الدَّوَابِّ عِنْدَ اللهَِّ الَّذِينَ كَفَرُوا (الأنفال:٥٥)


(İnne şerre’d-devâbbi inda’llahi’llezîne keferû) [Allah katında, canlıların en şerlisi kâfir olanlardır.] (Enfal, 8/55)

Mahlûkatın en şerlisi kimdir? Aslan mı diyeceksin, yılan mı diyeceksin, mikroplar mı diyeceksin? Hayır! Kâfir olanlardır.

350

صُم بُكْم عُمْي فَهُمْ لََّ يَعْقِلُونَ (البقرة:1)


(Summün bükmün umyün fehüm lâ ya’kılun) [Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.] (Bakara, 2/171)

Allah emri tanımaz, Peygamber emri tanımaz… Koklamaz, görmez; gözü var fakat göremiyor hakikati… Kulağı var, fakat işitemiyor hakikati… Onun için bunlara Cenâb-ı Hak kör ve sağır tabir ediyor.

Binaen aleyh, evâmîr-i ilâhiyyeyi tanımayanlara kör ve sağır tabirini veren Allah’tır. Onun için, (İttekı’llàh ve ekîmi’s-salâh) “Allah’tan kork ve namazını kıl!”

“—Ne olacak canım, günde beş defa böyle yat kalk, yat kalk?”

İşte o yatıp kalkmalar… Nasıl günde üç defa, beş defa yiyoruz, bedenimizi besliyoruz; ruhumuzun da beslenmesi için ibadete ihtiyaç var… O ibadetleri yapmazsak… Nasıl ekmek, yemek yemezsek, vücudumuz zayıflar, ölürüz. Binaen aleyh, ibadet yapılmayınca da ruh ölür.

Halbuki biz ruhun kıymetini de bilmiyoruz. Ruh bizi konuşturuyor, gördürüyor, işittiriyor… Ruh cesetten ayrılınca, “Hemen mezarlığa gömelim bunu!” diyoruz. Niçin? Artık duyma kabiliyeti kalmadı, görme kabiliyeti kalmadı, konuşma kabiliyeti kalmadı, hissiz bir hale geldi. O hissiz hale gelince, hadi bunu kaldır at diyoruz.

Ruh varken, o güzel bir insandı. Fakat bu güzellik muvakkat bir zaman… Bir gün geliyor, o ruh bizden alınıyor, hepimiz mezarlığa gidip gömülüyoruz. Sırayla… Vakti gelen gidiyor. Nasıl teker teker geliyoruz, öyle teker teker de gidiyoruz ahirete…


b. Ahirette Hesap Var!


Bu gidişte, buradaki hayatımız esnasında ruhlarımızın birer teyp olduğunu unutmamalı! Buraya şu teypleri koymuşlar, benim sesimi zabtediyor. Ruhumuz da bütün hadiseleri içerisinde zabtediyor. Tam bir teyp gibi...

Ceset öldü gitti, onda kıymet yok… Fakat o ruh, aldığı kayıtlar

351

vasıtasıyla onun hayatı dâimî… Yarın mahşer günü huzur-u ilâhîde toplandığımız vakitte hesap bir anda olacak… Milyarlarca insanın hesabı bir anda olacak. Öyle sırayla hesap olsun, şu olsun, bu olsun yok. Bir anda bütün hesap biter. Nedir?

Herkesin eline geçer kitabı;


ٱقْرَأْ كِتٰبَكَ (الإسرى:٤)


(İkra’ kitâbek) “Oku kitabını!” (İsrâ, 17/14) derler.

Vücut dır dır dır her yaptığını söyler. İnsan bakıyor, makine işliyor; der ki:

“—Sen ne yapıyorsun be? Benim ayıplarımı, kabahatlerimi niçin söylüyorsun, beni mahcub ediyorsun! Saklasana bunları!


قَالُوا أَنطَقَنَا اللهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ (فصلت:1)


(Kàlû entakana’llàhü’llezî entaka külle şey’) “Her şeyi konuşturmağa kàdir olan Allah, bizi konuşturttu.” derler.

(Fussilet, 41/21)

Yâsin’de her gün okuruz:


الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا


كَانُوا يَكْسِبُونَ (يٰس:٥٦)


(El-yevme nahtimu alâ efvâhihim) “O gün insanların, o hesaba çekilen insanların, o şeytana uyan grup var ya, onların ağızlarına mühür vururuz.” diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri. (Ve tükellimunâ eydihim ve teşhedü ercülehüm) “Elleri konuşur, ayakları şahitlik eder bize... Ağızlarını mühürletiriz, kapattırırız da elleri, ayakları konuşur, (bimâ kânû yeksibûn) neler yaptıklarını tıkır tıkır söylerler.” (Yâsin, 36/65)

“—Hocaefendi, el ayak konuşur mu?”

352

“—Senin tahtan, teneken konuşuyor da elin ayağın niçin konuşmasın? Allah’ın kudretinin karşısında durabilecek bir şey var mı?”

İşte bugün senin teybini konuşturuyor, bir şerit parçasına pek a’lâ söylettiriyor. O gün de senin eline ayağına söylettirecek, elin söyleyecek, ayakların da şahitlik edecek.


Böyleyken bizim bu namazların kılınmamasından dolayı mes’uliyetimiz çok acı olacak. Bir namaz için hatırımda kalmadı ama ne kadar büyük bir azab var… Allah bu azablardan bizi muhafaza buyursun…

Bu azaplar dünyada da gelir, insanı bulur, ahirette de muhakkak bulacak. Onun için aziz kardeşler, uzundur namaz meselesi, bu kadar kâfi gelsin!

Namazı terk etmemeye ahd edelim, söz verelim:

“—Yâ Rabbi, bundan sonra namazımı hiçbir vakit terk etmeyeceğim! Her gün de kılamadığım namazları arka arkaya, birer birer ödemeye çalışacağım.”

Çünkü onlar borçtur. Bu borçları ödemedikçe de olmuyor. Müslüman tevbe ettikten sonra borçlarını da ödemesi lâzım! Nasıl ki Ahmed’e, Mehmed’e olan borçlarımızı ödemekle mükellefiz; aynı şekilde Allah’a karşı olan borçlarımızı da ödemekle mükellefiz. Binaen aleyh, yalnız tevbe etmek kâfi gelmiyor. Tevbe etmekle beraber, borçları da ödeyeceğiz. On sene, yirmi sene namaz kılmamışız, bunları kaza etmek de kolay bir şey değildir.

Onun için, ne bahasına olursa olsun insan namazını vakti vaktinde kılmağa çalışmalı! Gece kılar, gündüz kılar, ne zam kılarsa kılar.


(İttekı’llàh) “Allah’tan kork, (ve ekımi’s-salâh) namazı ikame et!” Daha? (Ve âti’z-zekâh) “Zekâtı da ver!”

Yalnız namazı kılmak suretiyle Müslümanlık tamam olmaz. Çünkü namaz Allah’a karşı borçtur. Allah’a karşı ibadet edeceğiz, borcumuzu ödeyeceğiz. Bir de mahlûkata karşı vazifemiz var… Allah’ın mahlûklarına karşı, beşeriyete karşı, memleketimize karşı, vatanımıza karşı borçlarımız var… Bu borçların ödenmesi için de zekâtların verilmesi gerekir. Paraların bir araya toplanması, fakir fukaranın imdadına yetişmesi gerekir.

353

Kimisinin aklı eksiktir, kimisinin sıhhati eksiktir, kimisinin âzâsı eksiktir, çalışmaktan mahrumdurlar, çeşitli haller vardır. İhtiyarlamıştır, yardıma muhtaçtır. Bunlara yardım edilmesi için Allah-u Teàlâ zekâtı farz kılmıştır. Herkes kazandığının kırkta birini muhtaçlar için ayıracak. Çok da değil, 39’u yine senin…

Binaen aleyh, namazı kıl ve etrafındaki mü’min Müslümanları kollamak için de zekâtını ver!


Daha? (Hucce’l-beyt) “Beyt’i de haccet!” Beyt’e git, orada haccını da yap!

Bu Beyt, Beytullah; Adam AS’ın yaptığı bir bina… Adem AS’dan evvel meleklerin yaptığı bir bina idi. Tufanda kayboldu. Sonra İbrâhim AS’la oğlu İsmâl AS yaptı. Bizim zamanımıza kadar olduğu gibi duruyor.

Bu beytin tavafını emreden Allah Celle ve A’lâ… Bu hem mâlî ve hem bedenî bir ibadet… Namaz bedenî bir ibadet, zekât mâlî bir ibadet; hac hem mâlî hem bedenî bir ibadet… Onda çok faydalar vardır; insanın görgüsü değişir, bilgisi değişir.

Avrupa’ya gider, oradaki hisler insanda galebe çalar. Gelir buraya. Avrupa’nın gördüğü adet ve an’anesini tatbike çalışır, Müslüman Müslüman memleketlerine gider, hacca gider; orada Peygamber’in âdâb ve erkânını öğrenir, gelir burada onları tatbik etmeye çalışır.


Binaen aleyh, “Namazını kıl, zekâtını ver, haccını yap, umreni yap; (ve birre vâlideyke) bahusus vâlideynine de ihsandan geri kalma! Onların hatırını gayet hoş tut! Onlara hürmette, saygıda çok mübâlağa eyle…” Çünkü onlar senin hayatının başlıca sebebi… Ne kadar meşakkatler çektiler seni büyütürken, onları da unutma, nankör olma! Onlara elinden geldiği kadar, ölünceye kadar hizmet eyle…

Bunamış olurlar, yaşlı olmaları dolayısıyla belki acı söylerler. Ne söylerlerse sana bal ile şeker gibi gelsin! Onlara dâimâ hüsnü muamelede bulun!

(Ve sıl rahimeke) “Akraba ü taallûkatınla alâkayı kesme! Onları ziyaret et, hallerini sor! Muhtaçlarsa yardımlarına da koş!”

(Va’kri’d-dayfe) “Misafiri sakın hor görme! Misafire ikramı iyi yap, güzel yap! Onları konaklat, yedir, içir, ihsân eyle…” Bir eve

354

bir misafir geldi miydi, on rızıkla gelir; birisini yer, dokuzunu da eve bırakır gider. Misafirin geldiği evlerde bereket olur.

Evin de bir zekâtı var. Evin zekâtı, eve misafirin gelmesidir. Evine misafir gelen insan, evinin zekâtını vermiş sayılır. Paranın zekâtı nasılsa, evin de zekâtı eve misafir getirerekten, evde onlara ikramda bulunmaktır.


c. İyiliği Emret, Kötülükten Alıkoy


Bundan başka, (ve’mur bi’l-ma’ruf) “İyiliği emret!”

Bunlar Cenâb-ı Peygamberin söylediği mübarek sözlerdir ama hep Kur’an’dan alınan sözlerdir.


التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الآْمِرُونَ


بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللهَِّ، وَبَشِّرْ الْمُؤْمِنِينَ (التوبة:11٢)


(Et-tâibûne’l-âbidûne’l-hâmidûne’s-sâihûne’r-râkiùne’s- sâci- dûne’l-âmirûne bi’l-ma’rûfi ve’n-nâhûne ani’l-münkeri ve’l- hàfizùne li-hudûdi’llâh, ve beşşiri’l-mü’minîn) [(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!] (Tevbe, 9/112)

Tevbe eder, güzel; ibadet eder, güzel; oruç tutar, güzel; hacceder, güzel! Fakat, (âmirûne bi’l-ma’rûfi) asıl iyilikleri emretmek. İyilikleri yalnız kendi nefsimizde değil, sen kendin sofu olursun, àbid olursun, geceleri uyumazsın belki de… Ama o senin nefsine ait.

Binaen aleyh, yalnız nefsinle olmaz, etrafındaki insanların da korunmasını, muhafaza edebilmesini, yükselmesini isteyerek, onlara iyilikleri emredeceksin: Kardeşim, bu iyi şeydir, bunu sen de yap! Meselâ, namazı söyleyeceksin, orucu söyleyeceksin, zekâtı söyleyeceksin, haccı söyleyeceksin. Allah-u Teàlâ’nın ne kadar

355

emirleri varsa, o emirleri tebliğ etmekle memuruz hepimiz.

Tebliğ ettik, o da kâfi değil! (Ve’n-nâhûne ani’l-münker) Bir de kötülükler var, meselâ bu Ramazan’da oruç tutmuyor insan… Buna darılacaksın, “Sen nasıl insansın?” diyeceksin.


Dün Diyarbakır’dan bir efendi geldi. Orada Süryânî denilen bir millet var, eski bir kavimdir. Bugün Siirt taraflarında, Mardin taraflarında, Diyarbakır taraflarında bunlar yaşarlar. Burada, İstanbulumuzda da vardır. Bunlar Müslüman değildirler. Arapça da bilirler. Adları Ahmed, Mehmeddir ama, gâvurdurlar. Yanlış bir itikad üzeredirler, etrafı da ifsad ederler. Adı Ahmed’dir, bakarsın ki oruç yiyor. Ama Ahmed Müslüman değil ki, Süryânî bir adam…

Binaen aleyh, emr-i ma’ruf yapmak kâfi değil münkerattan da koruyacağız. Kendimizi de koruyacağız, etrafımızdakileri de koruyacağız. Evvelâ kendimize emirleri tatbik ettirmek için çalışacağız.

Şimdi bir kardeşimiz var, namazı cemaatle kılmadığı, cemaate gidemediği gün için 25 lira kendisine ceza hükmetmiş. Gidemediği günlerde kasasından 25 lira çıkarıp hayra vermek için ayırıyormuş. Bir daha yapmamak için bir çare…


Kız veya erkek evlatlarımız var, bunları Müslüman olarak kim yetiştirecek? Evvelâ ana baba… Büluğ devresine kadar ana ba mes’uldür çocuklardan… Büluğ devresi 18 yaşına kadar sürer. Meleketine göre, sıhhatine göre değişir, 18’de tamam olur. 18 yaşına kadar ana baba evlâdıyla alâkadar olur. Onu İslâm terbiyesi üzerine, İslâm an’anesi üzere yetiştirmeğe çalışır.

Bakınız eski zamanlarda, İslâm’dan evvelki devirlerde bahusus kız çocuklarından babalar pek hoşlanmazlarmış. Erzak darlığı var, geçim darlığı var, kız çocuğunun faydası yok diye düşünürlermiş. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlermiş.

Bunlar mâsum olarak ölüme mahkûm olduklarından dolayı cennetle mübeşşerdir. Ama bir Müslüman evlâdı, müslüman memleketinde yetişir, Müslüman ana babadan meydana gelmiştir. Ama dininden haberi yok, imanından haberi yok, kitabından haberi yok, Peygamberinden haberi yok… Bunun hali nasıl olur acaba? Bu hal, o halden daha acı… Allah cümlemizi

356

muhafaza buyursun…

Onun için emr-i ma’ruf yap, nehy-i ani’l-münker de yap, (ve zü’l-mea’l-hak) ve haktan ayrılma! Öl git, ölüm nasıl olsa mukadder, gelecek. Ama hak üzerinde öl!

Onun için bir güzel duası var:111


اَللَّهُمَّ أَرِ نَا الْحَقَّ حَقًّا، وَ ارْ زُقْنَا اتـِّبَاعَهُ؛ وَأَ رِنَا الْبَ اطِلَ بَاطِ لا ، وَارْزُقْنَا اجْتِنَ ابـَهُ .


(Allàhümme erine’l-hakka hakkan, ve’rzukne’ttibâahû) “Yâ Rabbî bize hakkı hak olarak göster, gördükten sonra da uymayı nasib et! Hak yolunda olalım yâ Rabbi”

(Ve erine’l-bâtıle bâtılen ve’rzukne’ctinâbeh) “Bâtılın, boşun, yanlışın, zararlının, kötünün de öyle olduğunu görüp, ondan sakınmayı bize nasib eyle; bâtıldan bizi uzak tut yâ Rabbî!” diye dua ederiz. Ne güzel bir dua…


Şimdi bakınız: (Summün, bükmün, umyun) “Kördür, sağırdır, dilsizdir.” Bugün bâtılı müdafaa eden Müslümanların sayısını Allah bilir. Bâtılı müdafaa ediyor. Niçin? Gözü görmüyor, kulağı da işitmiyor, dili de söylemiyor. Bâtılı müdafaa olur mu? Gâvurluğu sana medhetsem, “Yâhu bu putun karşısında dikilirsen iyi olur.” desem, ne dersiniz bana? Bâtılı methetmek, dinsizliği methetmek, kötü yolu methetmek ne kadar acı…

Onun için ne diyor: (Allàhümme erine’l-hakka hakkan) “Yâ Rabbi, bana hakkı hak olarak göster, (ve’rzukne’ttibâah) o hakka uymak da nasib et! Bilmek kâfi değil, ona ittibâ da nasib et bana yâ Rabbi, onunla merzuk et beni… Hak üzerinde olayım! (Ve erine’l-bâtıle bâtılen ve’rzukne’ctinâbeh) Bana bâtılı bâtıl olarak bildir ve o bâtıldan beni uzak tut yâ Rabbi!”

Bâtılı bâtıl olarak bilirsin de, batılın içinden çıkamazsın! Çamura batmış bir insan, çamurun içinde çabalar çabalar, çabaladıkça daha gömülür içeriye…



111 İbn-i Kesîr, Tefsir, c.1, s.337, Bakara 2/213.

357

“—Öyle değil, ben batağı bileyim, bataktan da uzak olayım!”

Onun için diyor ki: (Zül mea’l-hakkı haysümâ zâle) “Hak nerede olursa, hak ile beraber ol! Yaşadığın müddetçe hak üzerinde ol ve hak üzerinde yaşa!”

Onun için Cenâb-ı Peygamber SAS buyurmuşlar ki:112


اِتَّقِ اللهَ حَيْثُ مَا كُنْتَ (هب. عن معاذ)


(İttekı’llàhe haysü mâ künte) “Sen nerede olursan ol, Allah-u Celle ve A’lâ’dan kork!”

Dağda ol, bayırda ol, kimsesiz yerde ol… Allah esirgeye, eşkıyalar dağlarda yolu keserler, adamın elinden parasını, malını alırlar; isterlerse canını da alırlar. Niçin? Allah korkusu yok… Bunu niçin yapıyor insan? Allah’tan zerre kadar korkusu olsa, eline silah alır da insanın yolunu keser mi?

“—Eller yukarı, çıkar paraları!” nasıl der insan?

Bu ancak canavarların işidir. Fakat bu insan, insan suretinde bir canavardır. Bakıyorsun, kalıbı insan, fakat içi canavardan beterdir.

Aslandan korkarsın, çıkarsın bir ağaca, kurtulursun. Fakat bu canavarın elinden nasıl kurtulacaksın? Elinde silahı var… İşte bu Allah korkusu olmayanların insanlara zararını gösteren bir örmek. Onlar da Allah’ın kulları ama, bize intibah veriyor. Nasıl ki delileri tımarhanede görürsün;

“—Yâ Rabbi, sana çok şükür, benim aklımı ne güzel yaratmışsın! Çalışıyorum güzel güzel, evimin yolunu buluyorum. İşimdeyim, gücümdeyim. O da benim gibi bir adam ama ne düşüncesi var, ne konuştuğunun ipi sapı var?

O eskiyayı görünce de;

“—Yâ Rabbi, çok şükür, beni de böyle bir eşkıya yapmamışsın!” dersin.

Halbuki bizim günahlarımız içerisinde, bir insana silah



112 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.244, no:8023; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.61, no:312; Hennâd, Zühd, c.I, s.61, no:312; Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.II, s.98, no:4022; Ebû Zerri’l-Gıfârî RA’dan.

İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LXI, s.314; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

358

çekmek değil de bir insana silah göstererek korkutmak günah-ı kebâirden sayılır. O günah-ı kebâirden sayıldığı halde bu adam üç-baş kişiyi başına toplamış, maskesini de takmış başına;

“—Dur!” diyor, “Çıkar paraları!..”

Demek ki hiç Allah korkusu yok!

“—Senin ne hakkın var, o adamın elindeki paraları almağa?

Bu Allah korkusu olmadığının en büyük alâmetidir.


Adam diyor ki:

“—Namaz kılmıyorum ben, ne zararı var?”

Namaz kılmıyorsun ama Allah’tan korkmadığının alâmetidir namaz kılmadığın. Allah’tan korkmayan adam bir adamın önüne geçip de öldürmekten de çekinmez. İcabında o da silahını çeker, dan diye seni vurur. Çünkü Allah korkusu yok içerisinde...

Allah korkusunun alâmetlerinden birisi, namaza devamdır. Oruç da öyledir. Bugün Ramazan, orucu tutuyoruz el-hamdü lillah… Tutmayan o cahil tabaka var.

Allah’tan korkarsan, Hakk’ın kulu olursun, ona teslim olursun. İnanırsın ki, “O beni her yerde görüyor, her şeyime de vakıf. Teybim de içine alıyor. Binaen aleyh ben kötülükleri yapmayayım!” diyerekten sakınır. Allah cümlemizi hakka tabii olan, hak yolunda olarak ölmeye çalışan bahtiyar kullarının arasına kabul etsin inşallah…


d. Haramlardan Sakın!


Şimdi gene ikinci bir emri…

Ahmed ibn-i Hanbel, Beyhakî ve Tirmizî, Ebû Hüreyre Hazretleri’nden rivayet etmişler. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:113



113 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s275, no: 2227; Taberânî, Evsat, c.VII, s.125, no: 7054; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.310, no: 8081; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.VII, s.500, no: 11128; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.113, no: 6240; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.477, no:991; Temmâmü’r-Râzî, Fevâid, c.I, s.48, no:47; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIX, s.321, no:6024; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.242, no:44312; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IXL, s.310, no:42609.

359

اِتَّقِ الْمَحَارِمَ ، تَكُنْ أَعْبَدَ النَّاسِ، وَارْضَ بِمَا قَسَمَ اللهُ لَكَ، تَكُنْ


أَغْنَى النَّاسِ؛ وَأَحْسِنْ إِلَى جَارِكَ، تَكُنْ مُؤْمِن ا، وَأَحِبَّ لِلنَّاسِ مَا


تُحِبُّ لِنَفْسِكَ، تَكُنْ مُسْلِم ا؛ وَ لََّ تُكْثِرِ الضَّحِكَ ، فَإِنَّ كَثرَةَ


الضَّحِكِ، تُمِيتُ الْقَلْبَ (هب . ت . طس . حم . ع . عن أبي

هريرة)


RE. 13/7 (İttaki’l-mehàrim, tekün a’bede’n-nâs; ve’rda bimâ kasema’llàhu lek, tekün ağne’n-nâs; ve ahsin ilâ cârike, tekün mü’minen; ve ehibbe li’n-nâs, mâ tühibbu li-nefsik, tekün müslimen; ve lâ tüksiri’d-dahk, feinne kesrete’d-dahki tümîtü’l- kalb) (İttaki’l-mehàrim) “Haramlardan sakın!”

Haram yalnız lokma yemekte değil. Meselâ, yüz yirmi beş tane haram var, büyük haram... Bin iki yüz elli tane küçük haram vardır. Bunların hepsinden korunmak lâzım!

Meselâ, haram lokma yemek haram, çalınan bir şeyi yiyorsun, o midene haram. Ama gözün de haramı var! O da namahremlere bakmak.

“—E ne yapalım canım, şimdi herkes meydanda artık… Namahrem mi kaldı hoca efendi?”

Haa, bu gözün o adama, o kadına, yahut o kimseye haksız yere bakıyor; şehveti galebe ediyor. Onun kalbi, ölüme doğru gidiyor. Kalp hastalanıyor.

Kalp hastalarını biliyorsunuz işte; derece derece. Bazısı alıp gidiyor Allah esirgeye... Onun için Hz. Allah Celle ve A’lâ;

“—Gözünüzü sakının, nâmahrem olan kadınlara, kızlara, çocuklara bakmayın!” diyor.

Bakarsan… İşte bakarsan birçok kusurlar, kabahatler meydana çıkar, günahlar işlenir. Bu günahların işlenmesiyle de insan berbat bir hale gelir, Allah esirgeye...

360

İnsanda matlub olan tekemmüldür, kemaldir. Kemal ise ancak günahlardan kaçmakla olur. Ne kadar tesbih çekersen çek, gece sabahlara kadar uyuma, namaz kıl, Elinden mushafın da düşmesin; Günahlardan kaçamadıkça, tekemmül edemezsin! Tek kanatlısın, uçamazsın! Tek kanatla uçulmuyor ya…

İbadet tek kanattır. Öteki kanat, günahlardan kaçma kanadıdır. Günahlardan kaçarsan, ibadet de yaparsan; o zaman uçarsın istediğin gibi. Melekî sıfatlar gelir üzerine, insan derece derece kemâle doğru yükselir. Bunlar olmadıkça, derece derece aşağıya düşer insan… En niyahet esfel-i sâfilîn denilen, cehennemin en çukuruna vurur Allah esirgeye…


Onun için, (İttaki’l-mehàrim) “Ey mü’min, muvahhid, ey müslüman! Allah’ın haram kıldığı şeylerden sakın! Evvela küfürden sakın. Gâvurluk en büyük belâ... Şirkten sakın! O acı bir şey. Şirk en büyük günah…

Müşrik Allah’ı tanıyor, Allah vardır diyor. Kilisesinde ibadetlerini yapıyor. Tevrat’ım var benim diyor, İncil’im var benim diyor, kitaba da inanıyor. Peygambere de inanıyor. Müşrik ama Allah ikidir diyor veyahut üçtür diyor. Karısı vardır, çocukları vardır diyor. Bundan dolayı bunlara müşrik diyoruz, en büyük günah. Allah’a böyle iftira ettiklerinden dolayı Allah Celle ve Ala diyor ki:

“—Ben bunları affetmem!”

Bu ki ibadet ediyor gâvurluğuyla beraber, Allah’ı tanıdığı halde bunu affetmez de, müslümanım diyor da Ramazan’da orucunu yiyor, namaza gelmiyor, ibadet taat etmiyor. Silahını çekiyor, müslümana karşı kurşun atıyor. E bunun neresinde müslümanlık olacak, neresinde iman olacak? Allah cümlemizi affetsin…

Onun için ne diyor? (İttaki’l-mehàrim) “Haramlardan sakın!”

Haramların başı küfürden korkmak, gâvurluktan korkmak, şirkten korkmak; ondan sonra da günahlardan korkmak. Bir kere gâvurluktan kurtul, ondan sonra da günahları terk etmeye çalış!


Geçen bir kitap getirdi bize, bizim müftü efendi. Hadislerle Müslümanlık diyerekten çıkarmışlar, bir İslâm cemiyeti var burada, bunlar çıkarmışlar. Bir Pakistanlı alimin [M. Yusuf

361

Kandehlevî] eserini tercüme etmek suretiyle. Şöyle bir baş tarafına bakıverdim. Orada Cenâb-ı Peygamberin zamanında, müslümanlarla müslüman olmayanların Bedir denilen harpte karşı karşıya geliyorlar. Bir tarafta, müslüman tarafında babası, karşısında öbür tarafta oğlu var. Yahut oğlu müslüman tarafında, babası küfür tarafında… İkisi de birbirini öldürmek için hazırlanmış bir durumda...

Müslümanlık, Gâvurlukla bağdaşmaz. Müslümanlık ayrı bir dindir. Hristiyanlık adât ü an’anelerini kat’iyyen istemez. Halbuki Fatih burasını zabt etmezden evvel buraya İslam âdât ü an’anelerini sokmuş. Hristiyanlar:

“—Ah şu Fatih gelse de bizi şu papazların elinden kurtarsa artık!” diye bakıyorlar, iş bu duruma gelmiş.

İlmi buraya sokmuş, ahlâkı sokmuş, âdâbı sokmuş. Ordusunu da arkasından getirince, Allah da muvaffakiyet vermiş almış burayı…


Binâen aleyh Gâvurların da bir planı var. Evvela âdât ü an’anelerini içimize sokuyorlar.

“—Bu güzeldir, işte şöyle yaparsan güzeldir, böyle yaparsan güzeldir!”

Biz de gidiyoruz, o memleketlerde onların o hallerine hayran oluyoruz. Gelince bizim adetlerimizi beğenmiyoruz. “Haydi öyle

yapalım!” derken, onların adetleri memleketimize geliyor.

Şimdi turistlik de başladı, onlar da gelince onların kalıpları, kıyafetleri de hoşumuza gidiyor. Saçı başı darmadağınık bir şey adamlar. Biz de onlar gibi olmaya çalışıyoruz. Hiç aklın kabul edeceği bir şey mi? İmanı olan, Allah’tan korkusu olan insan gâvura kendini benzetir mi hiç? Gâvurun nesini beğenelim ki ona kendimizi beğendirelim.

Bizim eskiden sakallarımız vardı. Bu sakallara ta’yib etmeye [ayıplamaya] başladılar. Bir zaman itibariyle sakalsızlar çoğaldı. Sakallıları hoş görmemeye başladılar. Şimdi ise bu sakallıların, bu sakalını hoş görüp de bıyıkla sakal birbirine karışık, hepsi birbirine karışık. Herkes hoş görmeye başladı. Ne kadar acı şey.


Müslüman Hristiyanlık âdât ü an’anesini istemez. Meselâ müslümanlıkta müsaade vardır ayrı ayrı yemek yemeye, fakat

362

toplu yemekte bereket vardır. Ayrı ayrı yemeye de müsaade vardır, başka… Azîmet başka, ruhsat başka…

Masalarda yemek yemek, sandalyelere oturup da yemek yemek müslümanlara yakışır bir âdet ve an’ane değilken, bugün evlerimizin hepsine girmiştir. Hepimiz masaların üzerinde, çatallarımız, kaşıklarımız, bıçaklarımız… Bazen de Allah esirgeye, sağ elimizde bıçak, sol elimizde çatal derken, sol elimizle yemek yiyoruz. Gâvurların âdât ü an’aneleri bu kadar girmiş içimize… Sol eliyle yemek yemeyi de bir şeref sayıyor. Sağıyla kesecek, soluyla da yiyecek. E müslümanlıkta olmaz ki…

Cenâb-ı Peygamber SAS buyurmuşlar ki:114


لََّ تَأْكُلُوا بِشِمَالِكُمْ، وَلََّ تَ شْرَبُوا بِشِمَالِكُمْ، فَإنَّ الشَّيْطَانَ يأكُلُ


بِشِمَالِهِ (الخليلى فى مشيخته عن ابن عمر)


(Lâ te’külû bi-şimâliküm) “Solunuzla yemeyin!” diyor. Solunuzla, sol elinizle yemeyin. (Ve lâ teşrabû bi-şimâliküm) Sol elinizle içmeyin de…”

Su içeceksen sağ elinle al! Sağda bereket var. Solla içmeyin diye Peygamber SAS men etmiş, yasak etmiş. Onun için o âdât-ü an’anelere uymak, o da ayrı bir cahillik.

Binâen aleyh müslüman, Hristiyanlıktan oldukça ayrılacak. Ne kalıbıyla, ne kıyafetiyle; hiçbir surette onlara benzememeye çalışacak.


“Allah’ın haramlarından sakınırsan, Hristiyanların âdât ü an’anelerini beğenmezsen, (tekün a’bede’n-nâsi) o zaman Allah’ın en àbid kulu sen olursun.”

(Ve’rda bimâ kasema’llàhu lek) “Allah-u Teàlâ’nın taksimine razı ol; (tekün ağne’n-nâs) sen o zaman insanların en zengini olursun.” Kısmetin Allah tarafından olduğuna kanaat et. “Bana bu



114 Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.418, no:5568; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.262, no:40874; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.9, no:16068.

363

kadar taksim etmiş, bu kadar vermiş. El-hamdü lillâh, geçiniyorum.” dersin. Allah’a yalvarırsın, “Benim rızkımı genişlet yâ Rabbi!” dersin. Meselâ, bak Berat gecesi geçti. O Berat gecesinde dualar kabul olur.

Defterlere geçiş var; “Yâ Rabbi, bu defterlere geçişte benim rızkımı bol et, sıhhatimi iyi et, çoluk çocuğuma şöyle et, böyle et…” diye dua edersin.

“—E istiyorum da vermiyor!”

Yok! Allah’tan isteyince vermemesi olmaz.


Mûsâ AS’ın zamanında, adamcağızın birisi, bir bahçesi varmış. Orada ekmeye çalışıyormuş. Mûsê AS da oradan geçiyormuş.

“—Yâ Mûsâ!” demiş, “Nereye gidiyorsun?”

“—İşte Cenâb-ı Hakk’ı tekellüme.”

“—Sor bakalım Cenâb-ı Hakk’a, bana buradan ne kadar bir şey verecek?” demiş.

“—Pekiyi!”

Cenâb-ı Hakk’a sormuş, konuşma arasında demiş:

“—Ya Rabbi! Böyle bir sipariş var, malumunuz.”

“—Bir şey vermeyeceğim ona…”

Gelmiş demiş:

“—Bir şey vermeyecek sana!”

“—Eh, o vermezse ben çalışayım!” demiş.

Çalışmış. Bir süreceğine, iki sürmüş, üç sürmüş. Toprağı adam akıllı gübrelemiş, şunu etmiş, bunu etmiş. Ekmiş, mahsul olmuş böyle gayet güzel… Mûsâ AS oradan gene geçiyor, bakmış ki tarlada mahsul gayet güzel. Adam da orada. Demiş ki:

“—Yâ Mûsâ! Hani sen bana vermeyecek demiştin?”

Mûsâ AS, Cenâb-ı Hakk’a demiş:

“—Ya Rabbi! Hani sen o adama bir şey vermeyecektin. Gayet güzel vermişsin.” diye sormuş.

“—Onun sa’yini, çalışmasını boş bırakamam!” demiş.

Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:


وَأَنْ لَيْسَ لِـْلإِنسَانِ إِلََّّ مَا سَعٰى (النجم: 9)

364

(Ve en leyse li’l-insâni illâ mâ saà) “İnsanoğlu neye sa’y u gayret ettiyse, çalıştıysa, onun karşılığını görecek, başka bir şey değil.” (Necm, 53/39)

Çalışma neticesinde Allah-u Teàlâ herkese karşılığını verir. Onun için bizim vazifemiz çalışmak. Taksim de neyse ona razı oluruz el-hamdü lillah…

(Ve’rda bimâ kasema’llàhu lek) “Allah-u Teàlâ’nın taksimine razı ol; (tekün ağne’n-nâs) sen o zaman insanların en zengini olursun.” Zengin insanın milyonları vardır, milyarları vardır. Halbuki en zengin, Allah’ın taksimine razı olan insandır.

Taksime razı olmazsan, Rusya gibi dersin ki:

“—Bunları bölelim, zenginlerin elinden alalım, hep bir olalım!”

Bir olalım ama, gidip de onların içyüzünü bir görsek bakalım, bir olmuşlar mı acaba?

Rusya o kadar kocaman bir memleket, ucu bucağı bulunmaz, münbit bir memleket; fakat bugün buğdayını Amerika’dan alıyor, mısırını Amerika’dan alıyor. Niçin? Çalışmıyor insanlar. Bedavaya çalışmıyor insanlar. Ekmiyor, ekerse de başı boş ekiyor, olmuyor mahsül. Dışarıdan almaya mecbur oluyor.

365

Bakın bunlar nasıl güzel şeyler! Müslümanlığı tarifine bakın:

“—Allah’tan kork! Haramlardan kaçındığın taktirde insanların en abidi olursun. Allah’ın taksimine de razı ol, en zengin insan sen olursun.”

(Ve ahsin ilâ cârike) “Komşuna da ihsan et ama… Komşunu bırakma, ona ihsan et, ikram et ki, (tekün mü’minen) mü’min olasın.”

Allah sana nasıl verdiyse, sen de etrafındakilere öylece ver. İşte (Âti’z-zekât)’ın bir nev’idir bu da. Hem zekâtından verirsin, hem de ayrıcı mürüvvetin olarak fazlasıyla da ikram edersin. Ama kime? Herkese değil, evvelâ komşuna… Evvela nefsi, sonra evlâd ü iyâli, sonra komşuları gelir.

Komşulara ihsan et. Ne olacak, bak, iyi dinleyin: (Tekün mü’minen) İşte o zaman kâmil mü’min olursun. Mü’min-i kabil olmak, tesbih çekmekle değil, sabaha kadar ibadet etmekle değil. O ayrı iş... Peygamber SAS’in bu buyruğuna göre, komşuna ikram edip, tam mü’min olursun


Geçen bizi bir yere çağırdılar da, babası ölmüş adamın. Adresini de vermişti. Altındaki komşunun, üstündeki komşunun öldüğünden haberi yok. Aynı apartmanda oturuyorlar. Allah taksiratını affetsin. Ölüm deyince herkes bir tarafa kaçıyor. Hepimizin başına gelecek bu iş.

Demek ki kemal-i iman, komşulara ikram ile olur.

Dördüncüsü: (Ve ehibbe li’n-nâsi mâ tühıbbü li-nefsike) “Kendin için ne istiyorsan, müslümanlar için de onu aynen istemekle mükellef ve muvazzafsın. Bunu yapamadığımız taktirde, derece derece düşeriz. Yaparsak, o zaman ne olur? (Tekün müslimen) Tam müslüman olursun. Canını esirgemeyip, canın için neler seviyorsan, müslümanlar için de onu sevdiğin takdirde, en güzel müslüman sensin!


Binâen aleyh şimdi bakın: Dağda yol kesip de insan soyan eşkıya, Allah korkusu olmadığı için elindeki paranı alıyor senin, malını alıyor. Üstündekini, başındakini soyduruyor, alıyor. Vicdansızlığın en yüksek mertebesi…

Memleket içinde de hırsızlar var. Biri gelir evine girer, seni

366

uykuda bulur yahut evden çıktığnı bir vakitte tesadüf ettirir, evini soyar götürür. Bunu vicdanını neresinde bulacaksın? Bir parça, zerre kadar o adamda bir vicdan olsa;

“—Yâhu bu da benim gibi bir insan, bunun da bunlara ihtiyacı var, bunun elinden bunu almakla ben ne kazanırım? Yarın tutulursam atarlar hapse. İnsanlar arasından şerefim de kaybolur. Hırsız diye herkes bana ad takar. Bu ne kadar kötü bir şey.” diye düşünmesi lâzım!

Ama bu Allah korkusu olmayınca her şeyi yapıyor insan.

Hatta gece uyansanız da hırsızı yakalamak isteseniz, tutulmamak için sizi yaralar. Bıçağını, tabancasını kullanır, kendisi için sizi yakar. Sizi öldürmeye de cesaret eder.

Bu neden? Allah korkusu gönle girmemiş. Allah’ı ve ahireti anlamamış, bilmiyor. Öldükten sonra mes’uliyetten haberi yok. Mes’uliyet tanımıyor. “Hayatımı nasıl yaşarsam, ne kazanırsam o benim kârımdır.” diyor.


İşte bu hayvanlıktan başka bir şey değil. Hayvan da buldu muydu, pençesini takar aslan, mükemmel surette karnını doyurur. İşte bu hayvanla öteki hayvan arasında ne fark var? Bunun da karnı acıktı, öteki hayvanı yakaladı, parçaladı yiyor işte. Öteki de sözde insan ama canavardan beter içi…

Onun için Allah korkusu her şeyden önce lâzım! Evvela o Allah korkusunu, gönle yerleştirmek lazım. Onun için gece gündüz yalvaracağız Allah’a:

“—Yâ Rabbi, bu korkuyu bize de ver! Bize de ver ki, senin emirlerini dinlemekle bahtiyar olalım, yasaklarından korunmakla bahtiyar olalım; sevdiğin, razı olduğun kulların arasına girelim!”


e. Allah’ın Rızası


Şimdi orucuz, aç duruyoruz el-hamdü lillâh… Niçin? Allahımızın emridir diyoruz, oruç tutuyoruz. Canımız ekmek ister, yemek ister ama sabrediyoruz. Namazda, teravihte… Mesela ben yetiştiremiyorum, oturduğum yerde kılıyorum, ne yapayım? Zor geliyor işte… Ama emirdir diyerekten tutuyoruz. Niçin? “Allah benden razı olsun!” diye…

Allah’ın rızasını kazanabilmek en büyük devlet!

367

رَضِيَ اللهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ (البيِّنة:8)


(Radıya’llàhu anhüm ve radù anh) [Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.] (Beyyine, 98/8) sırrına mazhar olmak en büyük devlet!

Bu devlete ancak ashab-ı kiram erişti. Rasûlallah’ın sayesinde o da… Rasûlüllah’a uyduklarından dolayı, Rasûlüllah’ın kemâli onlara da sıçradı. Onlar da ashab-i kemalden oldu, Allah-u Celle ve A’lâ da dedi ki:


رَضِيَ اللهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ (البيِّنة:8)


(Radıya’llàhu anhüm ve radù anh) “Ben onlardan razıyım, onlar da benden razı...” (Beyyine, 98/8) Çünkü hiç kimse kimseyi incitmiyor, kimse kimsenin aleyhinde hareket etmiyor. Polis yok, jandarma yok, bir şey yok…

İçki yasağı geldi, emr-i ilâhi, haram oldu içki. Bir tellal ilan etti şehirde; bütün evlerdeki ne kadar saklanmış, biriktirilmiş içki varsa sokaklara döküldü. Sokaklar adeta dere halini aldı. Neden? Emre imtisâl… Yasak olmuş.


Onun için mü’min-i kâmil olmak istiyorsan, komşuna ikram et! Komşuya ikram yalnız yedirmekle olmaz. Para verirsin, yedirirsin, içirirsin, giydirirsin; bu bir ikramdır ama asıl ikram olan iman ile yaşamasına sebep olacaksın. Onu bakıyorsun, çıplak gezmiş. Namaza gelmiyor, orucu tutmuyor. Ona nasıl sokulabileceksen sokul da ona İslâmiyet’i duyurmaya çalış! Bu günahtır de!

Demin Süryanileri söylüyordum size. Bu Süryaniler Mardin tarafında… Bu Süryanîler Ramazan ayında yemekleri müslümanlar arasında yemezler. Gâvurdurlar ama müslüman- ların orucuna hürmeten yemeğini yemez. Çocuklarına da tenbih ederler:

“—Sakın ha, müslümanlar arasında sakın bir şeyler yiyeyim demeyin!”

368

Gâvur yâ hu! Benim çocukluğum zamanında gâvurlar da yine böyle müslümanlar arasında yemek yemek çok ayıp idi. Gâvurlar yemeklerini müslümanlar arasında yemezlerdi. Fakat bugün müslümanım diyen insanlar, alenen yemek yemekten hiç sakınmıyor ve çekinmiyor. Neden? Allah’tan korkusu yok.

İşte onun kulağına sızacağız:

“—Kardeşim, gel bakayım! Azıcık seninle konuşayım. Sohbet edelim. Kimsin sen? Adın ne? Memleketin neresi? Hangi dindensin, hangi millettensin?”

Şöyle usul usul, ona müslümanlık adabını, adab-ı islamiyeyi anlatalım! Belki hasta olabilirsin, belki misafir olabilirsin ama bu sokakta böyle alenen yemek, küfrü mucibdir. Bu İslâmiyeti tahkirdir. Bir insanın Ramazan ayında alenen sokakta yeyip içmesi, İslâmiyeti tahkirdir. Bu tahkirinden dolayı katli vaciptir demişler. Çünkü senin dinini tahkir ediyor. Allah affetsin kusurlarımızı…


Arkasında diyor ki: (Ve lâ tüksiri’d-dıhke) “Çok gülme ama; (feinne kesrete’d-dıhki tümîtü’l-kalb) çok gülme, zevk ü sefâ kalbi öldürür.” Şimdi bak iyilikleri yaptık, haramlardan kaçıyoruz, taksim-i ilahiye razıyız, komşularımıza ikram ediyoruz. Canımızın istediği her iyiliği, her müslüman için istiyoruz.

Bununla beraber, şimdi (Ve lâ tüksiri’d-dıhke) “Çok gülme ama…” Rahatın iyidir, gelirin iyidir, işin yolundadır. Artık iş kalır gülmeye… Onunla bununla alay edersin, gülersin. “Bu gülmeyi terk et!” diyor.

Kimseyi hor görme. O senin en beğenmediğin insanı yaratan Allah’tır. O beğenmediğin, en hor gördüğün, hakir gördüğün insanın sahibi Allah’tır. Senin bir evlâdın olur da Allah esirgeye bazen sakat oluyor, bazen şuursuz oluyor. Ama başkasının ona ilişmesine baba razı olmuyor, ana razı olmuyor. “Bu benim evladım!” diyor, himaye ediyor. Allah’ın yarattığı bir kulu tahkire kalktın mı, Allah adamı ters çevirir. Ki bir numunesini söyleyeyim:

Hac mevsiminde bir zengin… Beyt’i tavaf ediyorlar hacda, görüyorsunuz işte televizyonlarda filan. O tavaf esnasında herkesi dağıtmış. Şimdi o krallar da onu yapıyor. Herkesi dağıtmış, çıkın

369

oradan demiş.

Bu Suud kralı da onu yapıyordu. Askerlerini yolluyor içeriye… Askerler bir manevra yapıyorlar, halkı dağıtıyorlar. Suud kralı avanesiyle beraber gelip, serbestçe tavaf ediyordu. Ama bir kurşunla gitti. Neden gittiğini o da bilmez.

Allah’ın evini Allah’ın kullarından “Ben geldim, çekilin oradan!” diyerekten, gururunun cezasını Allah bilir artık. O gururunun cezası bir kurşunla gitti. Hem de kardeşinin çocuğunun kurşunuyla, yabancı kurşunuyla da değil.

Binâen aleyh orada o zat, gururlanmış. Maiyeti de kalabalık:

“—Çekilin, çekilin, çekilin bizim bey geliyor. Tavaf edecek serbestçe…”

Bir gün bakmışlar ki, adam Bağdat’ta köprü başında oturmuş, dileniyor. Demişler:

“—Ne oldu?”

“—Orada yaptığım büyüklenmenin cezasını çekiyorum!” demiş. “Orada büyüklendim, gururlandım; onun cezası olarak Allah beni bugün müflis bir hale getirdi. İflas ettim, dilenmek mecburiyetinde kaldım.” diyerekten, kendi kabahatini kendisi idrak etmiş.


Onun için, Allah’ın kullarına kat’iyyen elleşme! Hattâ dedemden şöyle bir hikâye işitmişimdir:

Mûsâ AS’a Cenâb-ı Hak demiş ki:

“—Ey Mûsâ, en beğenmediğin bir mahlûku al da gel!” demiş.

Mûsâ AS dolaşmış, dolaşmış bakmış bir uyuz köpek, yerinden kımıldayacak hali yok. “Bundan da kötüsü olmaz ya!” demiş, almış, götürürken aklı başına gelmiş:

“—Yâ, bunun sahibi Allah’tır, bunu Allah yaratmış böyle…”

Bırakmış hayvanı.

“—Yâ Rabbi, kendimden daha kötüsünü bulamadım!” demiş.

Onun için insan evvelâ kendini kendinde kusur görmeli!


Geçen gün bir mektup yazmış bir adamcağız… Bize birçok şeyler sorar böyle boş boş şeyler. Dün bir haber yolladım kendisine… Bir de dövmüşler bunu geçen gün. Büyük bir de sopa yemiş. Bu deliliğinin cezası olarak da… Dedim ki:

“—Bu adama söyle, kendi kabahatlerini arasın, başkasının

370

kabahatiyle uğraşmasın!”

Diyor ki:

“—Siz imamlar niçin maaş alıyorsunuz bu devletten, sizin arkanızda namaz kılınır mı?” diyor.

Bir değirmenimiz var… Biliyorsunuz değirmeni, ona bir su gelir. O su sayesinde o değirmen döner, buğdaylar öğütülür. Şimdi bu suyu hep beyazı, temizi gelsin diye bakar da kirli su, pis su geldiği vakitte kesersek, değirmen dönmez ki… Ekseriyetle sular da yağmurlu sularla pis hale gelir ama o çarkı döndürür. O çarkın dönmesiyle o mahsüller de öğütülür orada…

Şimdi bu paraları devlet toplar, şundan da toplar, bundan da toplar. İyisi de vardır, kötüsü de vardır içeride. Ama bunlar karıştığı vakitte, kötüsü başka yere gider, iyisi de bize gelir.

Sonra bizim aldığımız paralar da hep böyle devletin parası değildir yani. Bu camileri yapan vakıflar, hep bunların içindeki masrafların hesabını da yapmışlar. Onu temin edecek dükkanları, arazileri de vakfetmişler. Fakat bu vakıflara bugün devlet el koymuştur, hepsi devletin elindedir. O vakıfların gelirlerinden bize birazını verir, hepsini vermez. Mesela bizim caminin beş altındır evkafiyesi… Beş altın, kaç lira eder bugün? Dört bin küsür lira eder. Halbuki onun yarısını veriyor maaş olarak.

Adam kendi kusurlarıyla meşgul olamıyor da kalkıyor şunun bunun kusurlarına dil uzatıyor. Bunlar iyi şeyler değil. Onun için herkes kendi kusurlarının telafîsine çalışırsa, en büyük devlettir.


(Ve lâ tüksiri’d-dıhke) “Çok gülme!” diyor, gülmek en hafifi… Şimdi sabahtan akşama kadar radyo başında çeşit çeşit türküler, çeşit çeşit şarkılar dinlerseniz, bunlar insanın içerisinde nifak bitirir. Su otu nasıl bitiyorsa, bu çalgılar da insanın içinde nifakı öyle bitirir. Bu taraftaki ibadetlerini alır götürür yani.

Şimdi aşağıda bir ders var. Orada yarın gelecek. Bizi huzur-u Rabbü’l-âlemin’e çektikleri vakitte herkes bizden birer hak istedikleri vakitte, ibadetlerin hepsi elden gidiyor. Bir buğday tanesi için yedi yüz vaktin ibadeti gidiyor elden… Onun için gülme!

“—E ne olur gülersem?”

Gülersen ne olur: (Feinne kesrete’d-dıhki tümîtü’l-kalb) Kalp denilen bir gönül var ya. Ona gönül diyorlar, kalp diyorlar, ruh

371

diyorlar, akıl diyorlar; çeşitli adları var. Onun ölümüne sebep olur. O idraksiz hale gelir, şuursuz bir hale gelir. Ondan sonra o seni sürükleyeceğine, sen onu sürüklersin bu sefer. O zaman nefis galebe çalar. Nefis âmirdir vücutta, ruh mahkûmdur. Halbuki ruhun âmir, nefsin mahkûm olması lazımdı, iş tersine döndü. Binâen aleyh, nefis seni ne tarafa sürüklerse, sen de o tarafa gitmeye mecbur olursun.

Atın ağzından gemini kaçırdı mı, at seni istediğin yere götürür. At sürükleyecek artık seni istediği yere… Binâen aleyh nefse hakim olmak kolay bir şey değil. Nefse hakim olmak için ruhunun kuvvetlenmesi lazım. Ruhun kuvvetlenmesi de senin elinde değil, Allah-u Teàlâ kuvvetlendirecek onu… Sen ne yapacaksın? İbadet edeceksin, taat edeceksin, yalvaracaksın, yakaracaksın. Hem Allah’a ibadet, hem kullarına şefkat, merhamet… Kendi hallerini de islah ederekten iyi bir insan olmayı, inşallah Cenâb-ı Hak cümlemize nasib eylesin…


Cenâb-ı Hak bu mübarek ayda, tuttuğumuz oruçları kabul etsin… Sevdiği, razı olduğu kullarının arasına hepimizi kabul etsin, bütün Ümmet-i Muhammed’i kabul etsin... Ümmet-i Muhammed’in kusurları çoktur, kabahatleri de çoktur. Ama başta Peygamberimiz var, biz o peygamberin ümmetiyiz. Zaafımız var, aciziz. Aczimizle beraber o Peygamberin hürmetine, şu kitabının hürmetine bizi affet, bağışla da iyi bir insan olmak şerefine, devletine nail et bizi ya Rabbi!..

Bir gün hepimiz öleceğiz ama, insan olarak ölmek başka, hayvan olarak ölmek başka… Onun için Allah cümlemizi uyandırsın da insan olarak, insan-ı kâmil olarak ölebilmek, can verebilmek nimetine nâil eylesin… El-Fâtihah!


21. 09. 1975 – İskenderpaşa Camii

15 Ramazan 1395

372
11. FAKİRLERİ SEVİNİZ!