13. ZİKİR DERSİ
Beraber bir tevbe edelim:
Estağfirullàh... Estağfirullàh... Estağfirullàh... Estağfirullàh...
Estağfirullàhe’l-azîm, el-kerîm, er-rahîm, ellezî lâ ilâhe illâ hu... El hayye’l-kayyûm ve etûbü ileyh... Ve es’elühü’t-tevbete ve’l- mağfirete ve’l-hidâyete lenâ innehû hüve’t-tevvâbü’r-rahîm... Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî lâ yemlikü li-nefsihî mevten ve lâ hayâten ve lâ nüşûrâ...
Allahümme ente rabbî... Lâ ilâhe illâ ente halaktenî... Ve ene abdüke... Ve ene alâ ahdike ve va’dike mestetağtü... Eûzü bike min şerri mâ sana’tü... Ebûu leke bi ni’metike aleyye... Ve ebûu bizenbî... Fağfirlî... Feinnehû lâ yağfiruz zünûbe illâ ente...”
Bu Peygamber-i Zîşânımız SAS’in duasıdır, seyyidül istiğfardır, hadis-i şeriftendir. Mübarek Ramazan ayındayız, Allah’ın mübarek bir mekânı olan camisindeyiz. Mübarek bir vakitte yaptığımız bu güzel duayı, Rabbimiz lütfuyla, keremiyle, Mucîbü’d-deavât ismi hürmetine kabul eylesin... Bizim günahlarımızı bağışlasın... Defter- i a’mâlimizi pâk eylesin... Bundan sonraki ömürlerimizde günahlara, haramlara bulaşmadan, sevdiği bir kul olarak yaşamayı nasib eylesin...
Tevbe etmek lâzımdır ve iyidir. Tevbe edenleri Allah sever. Tevbe sözle, “Tevbe yâ Rabbi!” demek değildir; hâlini hak yola döndürmektir. Tevbenin hakîkati nedir?.. Sözü söylemek değil, halini değiştirmektir. Dönüş yapmaktır yâni... Aslında Arapçada da tâbe-yetûbü, dönmek demektir. Kişi dönüş yapınca, tâib olunca, yâni günahtan dönen bir kişi olunca, Allah daha çok döner. Tevvâbdır yâni, mübalağa sîgasıyla... Allah da ona teveccüh eder. Kul yanlış yoldan Allah’ın yoluna dönünce, Allah da kuluna teveccüh eder. Tevbenin asıl kelime mânâsı ve mantığı mantalitesi, özü esası budur.
Onun için, tevbenizi sadece sözle yapılan bir tevbe etmeyin, hakîkî bir tevbe eyleyin! Hak tevbe olsun, haliniz hakka dönsün,
her şeyinizle Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girmeyi azmedin, isteyin!..
Allah tevbe edenleri sever ama, tevbe deyince her şey silinmez. Silinmeyen şeyler nedir?.. Kul hakları silinmez. Üzerinizde birisinin malı mülkü, hakkı varsa, “Tevbe ettim ben Maraş Ulu Camii’nde Es’ad Hoca ile beraber...” deseniz de olmaz. Ne olacak?.. Hakların sahiblerine haklar verilecek.
Mirasta haksız bölünme olmuşsa, yanlış alınma olmuşsa, birisinin malı mülkü sende kalmışsa, gasb olmuşsa, haksızlık olmuşsa, aldatma olmuşsa ne olacak?.. Hak sahibine verilecek. Mânevî haklar geçmişse, helâlleşilecek; “Beni affet!” denilecek, “Hakkını helâl et!” denilecek, “Helâl etmen için ne yapmak gerekiyorsa yapayım!” denilecek... Böylece gönlü alınacak, hak sahibi kalmayacak. Ahirette yakana yapışacak insan kalmayacak diye çalışacaksın; bu bir...
Sonra, kılınmamış namazlar varsa, tutulmamış oruçlar varsa, onlar da tevbe demekle silinmez. Borç borçtur, kalır. Ya vaktinde güzel güzel kılarsın namazları; ya aklın başına gelince sonradan ödersin namazları, oruçları; ya da bunu da yapmazsan, ahirette çok büyük cezalara çarpılarak ödersin. Ahirette ödemek çok büyük cezalı olacaktır. Onun için, namaz oruç borçlarını da ödemeye başlayın!..
Devamlı abdestli gezin! Peygamber SAS Efendimiz devamlı abdestli gezermiş, adet-i seniyyeleri öyle imiş. Hattâ abdest bozulan yerden suyun olduğu yere gelinceye kadar abdestsiz olmamak için, orada kumla teyemmüm abdesti alırmış, suyun yanına gelince normal abdestini tamamlarmış. Evliyâullah büyüklerimiz, mürşid-i kâmillerimiz de bu adeti sürdürmüşlerdir. Onun için, siz de bu adete mülâzemet eyleyin, devamlı abdestli gezin, hiç abdestsiz durmamağa dikkat edin!..
Sonra, her gün zikir vazifelerinizi yapın!.. Biliyorsunuz Kur’an- ı Kerim emrediyor, Peygamber SAS Efendimiz Kur’an-ı Kerim’in emrinin nasıl uygulanacağını öğretiyor. Meselâ, Kur’an-ı Kerim
diyor ki: “Namaz kılın!.. Zekât verin!..” Ama, namazın nasıl kılınacağını Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesinden öğreniyoruz. Rükûsuyla, sücûduyla, Sübhâneke’siyle, tahiyyatıyla, selâmıyla, sehiv secdeleriyle ve sâiresiyle Peygamber Efendimiz’den öğreniyoruz. Devenin zekâtı nasıl, koyunun zekâtı nasıl, malın zekâtı nasıl, paranın zekâtı nasıl; Rasûlüllah’ın sünnetinden öğreniyoruz.
Bir de Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَن وا اذْك ر وا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (الاحزاب:١٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ) “Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin!” (Ahzâb, 33/41)
Hoca efendinin teravihte okuduğu sûrede:
وَاذْك رْ اسْمَ رَبِّكَ ب كْرَةً وَأَصِيلاً (الانسان:٥٢)
(Ve’zküri’sme rabbike bükreten ve esîlâ) “Sabah akşam Rabbinin ismini an!” diye emirler var... Bu emirlerin nasıl uygulanacağına dair Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerinde mâlûmat vardır; ben size onları nakledeyim... Böylece Kur’an-ı Kerim’in o emrini tutun, zikir vazifelerini yapın!..
Zikri herhangi bir saatte yapabilirsiniz. Mekruh zamanı yoktur. Sabah, öğlen, güneşin doğmasından sonra, zeval vaktinde, güneş batarken... her zaman zikir yapabilirsiniz.
Zikir yapmanın âdâbı şöyledir: Zikir yapacağınız zaman sakin, temiz, tenha bir yerde kıbleye doğru oturursunuz. Abdestli olursunuz. Aks-i teverrük oturma diye bir oturma vardır sahabe-i kirâmın oturması gibi, öyle oturursunuz. Gözlerinizi yumarsınız. Evvelâ 25 defa “Estağfiru’llah” diye istiğfar ederek, tevebe ederek başlarsınız. Sonra 1 Fâtiha, 3 İhlâs-ı Şerif okuyup, bunları Peygamber SAS Efendimiz’e ve silsile-i turuk-u aliyyemize mensub
pirlerimizin, mürşidlerimizin ruhlarına hediye edin!.. O mübareklerin himmetlerini, teveccühlerini, sevgilerini kazanırsınız, faidesini görürsünüz.
Sonra gözünüz kapalı tefekkür eyleyin!.. Üç şeyi tefekkür edeceksiniz: Ölümü, mürşidi, Allah’ın huzurunda olduğunuzu... Ölümü düşünmeye râbıta-i mevt derler, mürşidi düşünmeye râbıta- i mürşid derler, Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşünmeye râbıta- i huzur derler.
a. Râbıta-i Mevt
Ölümü düşünmeyi Peygamber SAS emrediyor hadis-i şeriflerinde... Sevabı çoktur, faidesi çoktur, kalbi cilâlar, insanın feyzi artar ve gafletten uyanması mümkün olur, nefsi ıslah olur. Onun için ölümü güzelce düşünün!..
Şöyle kendinizi yatakta yatıyor gibi göz önüne getirin... Son anlarınızmış diye düşünün... Azrâil AS geliyor karşınıza, sizde bir heyecan başlıyor... Göğsünüze çöküyor, canınızı almağa başlıyor... Bir telâş, bir ter, bir korku ve bir acı... İmdâd-ı ilâhî erişip;
“—Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühü” diyorsunuz, öylece ruhunuzu teslim ediyorsunuz... Yıkıyorlar, kefenliyorlar, tabuta koyuyorlar, camiye getiriyorlar... Namazınızı kılıyorlar... Göz önüne getiriyorsunuz; işte cemaat tabutunuzu aldı götürüyor... İşte kabristana getirdiler, gömdüler... İmam talkın verdi... Cemaat dağıldı, gittiler...
Kabrin içinde melekle baş başa kalıyorsunuz. Melek soruyor: “Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim, kitabın ne, kıblen neresi?..” Onlara cevap verdiğini düşünün, kabrin genişlediğini düşünün!.. Ahiret aleminde evliyâullah büyüklerimizle, Cenâb-ı Mevlâ’nın zikr ü tesbihi ile ruhlar aleminde vaktimiz geçerken, dünyanın da sonunun geldiğini, kıyametin de kopmağa başladığını düşünün!..
O dehşetli halleri, insanların kabrinden kalkıp İsrâfil AS sûra üfürünce mahşer yerinde toplandığınızı düşünün... Binlerce yıl el
pençe divan durulup bekleşildiğini düşünün... Herkesin birbirinden korkup kaçtığını, telâşa düştüğünü, mahkeme-i kübrânın kurulduğunu, insanların hesaba çağrıldığını, defterlerin açıldığını, sevapların günahların tartıldığını; iyilerin cennete gidip nasıl bahtiyar olduğunu, kötülerin cehenneme atılıp nasıl cayır cayır yanacağını ayet-i kerimelerin anlattığı gibi düşünün...
Nefsinize deyin ki: “Ey nefsim, bu işin şakası yoktur. İnsan hayata bir defa geliyor, aklını başına topla!.. Bu dünyada yaşıyorken, elinde imkân varken cehennemden kendini kurtarmağa çalış!.. Cenneti kazanmak için ibadet ve tâate gayret göster!.. Cennet yoluna koştur! Hayatının bir anını bile boş geçirme!.. Nefeslerini zâyi etme, aklını başına topla!” diye nefsinize nasihat edin!.. Râbıta-i mevt bu...
b. Râbıta-i Mürşid
Sonra, râbıta-i mürşid yapacaksınız. Bizi evliyâullah pirlerimizle, hocalarımızla karşınızda göz önüne getirin... Ben aciz nâçiz kardeşiniz de onların yanına oturmuşum diye düşünün...
Gönlünüzü gönlümüze bağlayıp gelecek olan feyz-i ilâhîye muntazır olun!..
İnsan evliyâullah bir zât-ı muhtereme rabıta eyleyince, kendisine ondan irtibat hasıl olur, çok feyizler gelir. Bunu yapanlar, tadanlar bilirler. Böylece mânevî hayatın esrarına âşinâ olur, şeyhi uzakta olsa da feyz alır. Sonunda fenâ fi’ş-şeyh hâli vardır, fenâ fi’r- rasul hâli vardır, daha başka haller vardır. Onlara ulaşması mümkün olur.
Bu bir sevgi bağlantısıdır, muhabbet ve saygı bağlantısıdır. Bunu da güzelce yapın ki, bu temrinden sonra tasavvufî tecrübeniz gelişerek daha güzel hallere ulaşmanız mümkün olsun...
c. Râbıta-i Huzur
Üçüncüsü de râbıta-i huzur yapacaksınız. Başınızı kalbinize eğip, Allah’ın size şahdamarınızdan bile yakın olduğunu, her yerde hâzır ve nâzır olduğunu, sizi gördüğünü düşünerek, duyduğunu düşünerek, dua edeni sevdiğini düşünerek boyun büküp niyaz edeceksiniz:
“—Yâ Rabbi!.. Çok kusurluyum, kusurlarımı affet... İstiyorum ki sana güzel kulluk edebileyim; bana tevfikını refik eyle... Ben de senin sevdiğin ve râzı olduğun kulların arasına girebileyim... Nasib eyle seni zikreden, sana şükreden kullardan olayım yâ Rabbi!.. Senden diliyorum, istiyorum, yardım eyle...” diye gözyaşıyla yalvarıp yakarın...
Ondan sonra Allah’ın huzurunda olduğunuz mânâsını kaybetmeden, elinizde tesbihle zikre başlayın!..
d. Zikirler
1. Yüz defa “Estağfiru’llah...” deyin!.. Hadis-i şerifte vardır, Peygamber Efendimiz SAS’in tavsiyesidir.
2. Yüz defa “Lâ ilâhe illallah” deyin!..
3. Bin defa “Allah...” deyin!.. Her yüz defasında “İlâhî ente maksùdî ve rıdàke matlûbî” deyin!.. Bu da hadis-i kudsîden alınma
bir sözdür. “Yâ Rabbi! Maksudum sensin, ben senin rızanı istiyorum.” demektir.
4. Yüz defa salevât-ı şerife getirin! Bu da hadis-i şerifte vardır.
5. Yüz defa da Kul huva’llahu ehad’ı okuyun!.. Bu da hadis-i şerifte vardır. Hadis-i şerifleri uygulamış oluyorsunuz. Zikri hadis- i şeriflere uygun olarak yapmış oluyorsunuz.
Bunları böyle yaptıktan sonra el açıp dua edin Allah’a... Kendinize, ana-babanıza, sevdiklerinize, dostlarınıza, dünyanıza, aheretinize, müslümanlara, Çeçen kardeşlerimize, Boşnak kardeşlerimize, dünyanın her yerindeki mazlum ve müstaz’af kardeşlerimize dualar edin, hayırlarını murad edin, Allah’tan isteyin! Bizi de duadan unutmayın!..
Şimdi ben size an’anevî olarak, Rasûlüllah SAS Efendimizi’in ashabına zikir telkın ettiği gibi, zikir telkın edeyim, beni dinleyin:
“Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah...” Buyurun, siz de beraberce söyleyin, Allah şahid olsun!..
“Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah...” “Allah...”
“Allah...”
“Allah...”
“Allah...” “ Allah...”
“Allah...” Devam edin!..
“Allah... Allah... Allah... “ Şimdi ağzınızı kapayın, gözlerinizi yumun, içinizden devam edin:
.....................
Allah mübarek etsin... İşte böyle sessizce, içinden insanın Allah demesi zikirlerin en faziletlisidir, efdalıdır. Çünkü, kimse bilmez, riyâ olmaz, gösteriş olmaz. Her tarikatta vardır. Her tarikatta iyice eğitim gördükten sonra öğretirler, size şimdiden öğretilmiş oluyor. Bu zikre de, gününüzün her münasib zamanında devam edin!.. Çarşıda, pazarda, tarlada, yolda, otururken, gezerken, hattâ
yatarken zamanınız boşuna geçmesin, kalbiniz Allah desin! Kimse de duymasın, gösteriş de olmasın... Amma:
Bir kez Allah dese aşk ile lisân,
Dökülür cümle günah misl-i hazân.
Bir kere aşk ile Allah deyince günahları dökülüyor, ondan sonra insan fazîletler kazanmaya başlıyor. Zikrullahın şerefi, fazileti, sevabı çoktur, tesirleri büyüktür. Onun için bu zikre de her zaman devam etmeğe çalışın!.. Ne olacak, hangi hale ulaşmak için?.. Halk içinde Hak’la olmak haline ulaşmak için... Bismillâhir rahmânir rahîm:
رِجَالٌ لاَ ت لْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلاَ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللهِ (النور:٧٣)
(Ricâlün lâ tülhîhim ticâratün ve lâ bey’un an zikri’llâh) [Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan,
alıkoyamadığı insanlardır.] (Nûr, 27/37) ayetine mâ sadak olmak için...
Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılmak yoludur. Prensip budur, esas budur. Çünkü, bid’at yolunun faydası yoktur. Bid’at yolunda yapılan amellerin mükâfatı yoktur, kabul olmaz. Onun için, sünnet-i seniyenin çizgisinden sapmamaya dikkat edin!.. Riyâzü’s-Sàlihîn kitabı ders kitabınız olsun, okuyun!.. Çünkü İmam Nevevî’nin o kitabı sahih hadisleri ihtivâ eder. Onu okuyun, Rasûlüllah Efendimiz’in hadis-i şeriflerinden istifade edin!.. Ruhsatlarla değil, takvâ yolundan azîmetlerle amel ederek, ihtiyatla günahlardan uzak durarak öyle çalışın!..
e. Nâfile Namazlar
Farz namazları camide cemaatle kılmağa gayret edin, nafileleri evinizde kılarsınız. Farzlardan ayrı:
1. Sabah namazından sonra kerahat vakti çıkıncaya kadar zikirle meşgul olun; evradla, dua ile, Kur’an’la meşgul olun!.. Ulûm- u şer’iyye ile meşgul olun!.. Sonra, iki rekât veya dört rekât işrak namazı kılın! Çok sevaptır, bir hac ve umre sevabı kazanırsınız.
Peygamber Efendimiz İmam Tirmizî’nin hasen hadistir dediği bir rivayette bu namazı tavsiye ediyor.
2. Duhâ namazı’nı tavsiye ederiz. O da sabahla öğlenin arasında kılınır. “Duhâ namazına müdâvim olanlar, muhsinîn zümresine kaydolunur.” diye geçiyor hadis-i şerifte...
3. Akşam namazının arkasından evvâbîn namazı vardır. İlmihal kitaplarında yazar, sahih bir namazdır. Onu da iki rekât / dört rekât / altı rekât kılın!.. O da, “İnsanın günahları denizlerin köpüğü kadar çok olsa, affına sebeptir.” diye müjde olduğundan, kılınması gereken bir namazdır.
4. Gece yatarken abdestinizi tazeleyin, taze abdestle şöyle tecdîd-i vudù namazı diye dört rekât bir namaz kılın! Ondan sonra abdestli yatın!.. Abdestli yatan bir insanın bütün gecesini melekler ibadete yazarlar. Başucunda melekler toplanırlar. İzdihamlı bir
şekilde etrafına toplanırlar:
“—Yâ Rabbi! Bu kulun temiz yattı, bunu mağfiret eyle...” diye dua ederler.
Hadis-i şerifte böyle bildiriliyor. Binâen aleyh abdestli yatmak da prensibiniz olsun!
5. Geceleyin sahura kalkmaya tâlim ediyoruz şimdi, yemek yemek için... Tabii, sahura kalkmak da sünnettir. Çünkü, Peygamber SAS Efendimiz:55
55 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.678, no:1823; Müslim, Sahîh, c.II, s.770, no:1095; Tirmizî, Sünen, c.III, s.88, no:708; Neseî, Sünen, c.IV, s.141, no:2146; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.540, no:1692; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.99, no:11968; Dârimî, Sünen, c.II, s.11, no:1696; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.213, no:1937; İbn- i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.245, no:3466; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.295, no:2028; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.58, no:60; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.V, s.235, no:2848; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.IV, s.227, no:7598; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.274, no:8913; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.408, no:3908; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.236, no:7902; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.75, no:2456; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.35; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.215, no:1425; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.395, no:677; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.55, no:2310; İbnü’l-Cârud, el-Müntekà, c.I, s.104, no:383; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.III, s.127; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.I, s.354, no:283; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.305; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IIL, s.230; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.177, no:2737; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.238; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Neseî, Sünen, c.IV, s.140, no:2144; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.213, no:1936; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.138, no:10235; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.IX, s.7, no:5073; Bezzâr, Müsned, c.V, s.217, no:1821; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.75, no:2454; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.305; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.395, no:675, 576; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l-Muhaddisîn, c.IV, s.69; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.XXIV, s.515; İbn-i Hacer, Tehzîbü’l-Tehzîb, c.IX, s.62; Cürcânî, Târih-i Cürcân, c.I, s.300, no:510; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.103; Dâra Kutnî, İlel, c.V, s.67, no:712; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.178, no:2745; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Neseî, Sünen, c.IV, s.141, no:2147-2151; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.377, no:8895; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.175, no:4990; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.162, no:253; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.IV, s.228, no:7601; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.275, no:8914; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II,s.75, no:2457; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.322; İbn-i Hibbân, Tabakàtü’l- Muhaddisîn, c.III, s.20; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.233, no:2719; İbn- i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.15; Dâra Kutnî, İlel, c.XI, s.103; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.178, no:2744; Ebû Hüreyre RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.32, no:11299; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.91, no:8064; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.275, no:8920; İbn-i Esir, Üsdü’l-Gàbe, c..I, s.1185; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
تَسَحَّر وا، فَإِنَّ فِي السَّح ورِ بَرَكَةٌ (ط. حم. خ. م. ت. ن. ه. حب. عن أنس؛ ن. حل. حم. خط. ض. عن أبي هريرة، و أبي سعيد، وجابر)
RE. 251/7 (Tesahharû, feinne fi’s-sahùri berekeh) “Sahur yemeği yeyin, sahur yemeğinde bereket vardır.” buyurmuştur.
Bir hurma ile de olsa, bir bardak su ile de olsa sahura kalkmak iyidir. Hem de sahura kalkmayı Ramazan’da öğreniyoruz; başka zamanda da oruç tutmasak bile o vakitte kalkıp teheccüde alışmak bakımından iyidir. Çünkü, teheccüd namazı çok sevaplı bir namazdır.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:56
رَكْعَتَانِ مِنَ اللَّيْ لِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنـْيَا وَمَ ا فِيهَ ا .
(Rek’atâni mine’l-leyl) “Geceleyin kalkıp kılınan iki rekât namaz, (hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha kıymetlidir.” Kıymetini ahirette anlayacak insanlar... Gözleri o zaman açılacak, “Niye çok kılmadık, niye her zaman yapmadık?” diye pişmanlık duyacaklar.
Teheccüd namazına da şu Ramazan’da alıştırın kendinizi!..
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.90; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.111, no:1116; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.98; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.60, no:1126; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.849, no:23966; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.361, no:976; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.262, no:10736.
56 Lafız farkıyla: Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.455, no:5404; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.785, no:21405; Camiü’l-Ehadis, c.XIII, s.145, no:12782.
Hazır şimdi takvâ kursu görüyorken, teheccüd namazına da alıştırın kendinizi!.. Ramazan’dan sonra da yine saatiniz saat: 4’e kurulu olsun, sahura kalkar gibi gene teheccüde kalkın!.. Kalkalım inşaallah; çünkü bu gece kalkmak sàlihlerin adetidir. Bir de geceleyin göğün kapıları açıktır, duanın niyazın önünde mânî yoktur. Geceleyin Allah-u Teàlâ Hazretleri duaları kabul eder. Muradı olan kalksın, Mevlâsından istesin; seher vakti, sahur vakti, teheccüd vaktinde...
f. Nâfile Oruçlar
Pazartesi ve Perşembe oruçlarını tutarsınız inşaallah, Ramazan’dan sonra... Eyyâm-ı bıyz oruçlarını tutun!.. Bunlar sünnet oruçlardır, Efendimiz’in mülâzemet ettiği oruçlardır. Sitte-i şevvâl’i tutun; Şevval ayında altı gün oruç... Aşr-i zilhicce’yi tutun; hacıların hacca gittiği o Zilhicce’nin ilk on günü... Hele arefe günü orucu çok sevaptır, bir senelik günahlara kefarettir; kaçırmayın!..
Böylece Receb’de, Şa’ban’da, kandillerde oruç tutarak ibadetlerle, zikirlerle, namazlarla her sevaplı işe koşturarak sevabınızı arttırmaya bakın kardeşlerim! Çünkü, dünya ahiretin tarlasıdır. Cennet çalışmadan kazanılmıyor. Mutlaka insanın hüsn-ü niyetini gösterip a’mâl-i sâliha işlemesi lâzım!..
Kâbe’nin örtüsünde yazılıdır:
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ث مَّ اهْتَدَى (طه:٢٨)
(Ve innî gaffârun li-men tâbe ve âmene ve amile amelen sàlihan sümme’htedâ) “Ben tevbe eden, imanını kuvvetlendiren, amel-i sàlih işleyen, böylece doğru yolda giden kimseyi afv ü mağfiret edeceğim.” (Tâhâ, 20/82) buyruluyor.
Onun için muhterem kardeşlerim, amel-i sàlih şartı vardır; hayırları, amel-i sàlihleri işlemeğe gayret edin!.. Bu hususta hepinizin bildiği bir ayet-i kerimeyi de ihtar olarak hatırlatıyorum:
فَالْيَوْمَ لاَ ت ظْلَم نَفْسٌ شَيْئًا وَلاَ ت جْزَوْنَ إِلاَّ مَا ك نت مْ تَعْمَل ونَ
(يس:٤٥)
(Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey’en ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta’melûn) “O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.” (Yâsin, 36/54)
Hiçbiriniz Allah tarafından zulme uğramayacaksınız. Ne işlemişseniz, onun karşılığını alacaksınız.” Yâni, hayırla karşılaşan Allah’a hamd etsin! Şerle karşılaşacaksa orada bir insan; kendi nefsini ayıplasın, ah vah etsin, kabahat kendisindedir. Çünkü, (İllâ mâ küntüm ta’melûn) buyruluyor.
Amel-i sàlih yapmak çok mühimdir. Amel-i sàlihlerimizin hepsini bir çuvala doldursak beş para etmez; çünkü, Allah’ın nimetleri çok büyüktür. Ne kadar ömrümüzü Allah yolunda geçirsek, bir nimetini ödeyemeyiz ama, amel-i sàlihsiz de olmaz; Allah’ın emirlerini tutmak lâzım!.. Allah’ın buyruğunu tutmamak yakışık almaz iyi bir müslümana...
Sevaplı işlere koşturacaksınız. Takvâyı şu Ramazan’da öğreneceksiniz, (lealleküm tettekùn) diyor; müttakî, takvâ ehli bir kul olacaksınız, günahlardan da kaçınacaksınız.
Ayıp olan, garib olan bir şey var: Gündüz oruç tutuyor, helâllerden bile sabrediyor, su içmiyor, yemek yemiyor; akşam mekrûhâta, muharremâta, lehviyâta oruç bitti diye dalıyor... Olmaz!.. Gündüz takvâ, gece günah; olmaz!.. Binâen aleyh, gündüz edindiğiniz takvâyı gece de devam ettirin!.. Ramazan’da öğrendiğiniz takvâyı Ramazandan sonra da devam ettirin!.. Doğru olan budur. Bunu sağlamağa çalışacaksınız, işin doğrusu budur.
Günahlardan kaçınacaksınız. Gözünüz harama bakmayacak, diliniz haramı söylemeyecek, kulağınız haramı dinlemeyecek!.. Midenize haram lokma girmeyecek, eliniz harama uzanmayacak,
ayağınız haram yere varmayacak, her âzânız günahlardan
korunacak!.. Vazife bu...
Amel-i sàlih işleyeceksiniz; bir... Günahlardan kaçınacaksınız; iki... Üçüncü vazifeniz de, hepimizin vazifesi: Güzel ahlâkı elde edeceğiz. Güzel ahlâk sebeb-i dühûl-i cennettir. İnsan güzel ahlâklı oldu mu, Allah o güzel ahlâkından dolayı çok mükâfat verir. Bir güzel ahlâklı insan, gündüzleri sàim, geceleri kàim insanın kazandığı sevabı güzel huyları dolayısıyla kazanır. Ekseriyetle insanlar cennete takvâsıyla ve güzel ahlâkı sebebiyle gireceklerdir. Ahlâkı kötü olduğu zaman, iflâs durumuna düşeceklerdir. Ahlâklarının kötü olmasının cezasını bulacaklardır. Onun için, kötü huyları atıp iyi huyları almak lâzımdır.
Aslında tarikat değimiz şey, eğitim demektir, ahlâk eğitimi demektir, tekke terbiyesi demektir. İnsanın kâmil bir insan olması demektir. Allah bu işleri yapmağa sizleri muvaffak eylesin...
Her biriniz bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyun da, bunları Peygamber Efendimiz’e, pirlerimize ve mürşid-i kâmillerimize hediye edelim, ondan sonra duanızı yapayım:
...........................
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
إِنَّ الَّذِينَ ي بَايِع ونَكَ إِنَّمَا ي بَايِع ونَ اللهََّ، يَد اللهَِّ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ ، فَمَنْ
نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْك ث عَلَى نَفْسِهِ، وَمَنْ أَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْه اللهََّ
فَسَي ؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا (الفتح:٠١)
(İnne’llezîne yübâyiùneke innemâ yübâyiùna’llàh... Yedu’llàhi fevka eydîhim... Ve men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî... Ve men evfâ bimâ àhede aleyhu’llàhe feseyü’tîhi ecran azîmâ.) Sadaka’llàhu’l-azîm.
[Muhakkak ki sana bey’at edenler gerçekte Allah-u Teàlâ’ya bey’at etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı bey’at edenlerin
üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.] (Fetih, 48/10)
Ahdinize sàdık olun, Allah’ın yoluna vefâlı olun, sırat-ı müstakîmden sapmayın!.. Allah-u Teàlâ sizleri bundan sonra nefse şeytana yenilmeyenlerden eylesin... Yolunda dâim eylesin, zikrinde kàim eylesin... Tarikatın âdâbını, ahlâkını öğrenip, tekke âdâbına sahib kâmil, sàlih, velî, mahbub bir kul olmayı nasib eylesin...
Gönlünüzü nurlandırsın, gönlünüzün pasını izâle eylesin, gönlünüzün perdesini kaldırsın... Ma’rifetullaha erdirsin, ârif kullar olun... Aşkullaha, muhabbetullaha erdirsin; Allah’ın aşıkları olarak Allah’ın dinine aşıkàne hizmet eyleyin... Allah-u Teàlâ
Hazretleri’nin huzur-u izzetine sevdiği, râzı olduğu kullar olarak varıp, Rabbim sizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin... Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin...
Bi-hürmeti esrâr-ı sûretil fâtihah!
12. 02. 1995 / 12 Ramazan 1415
Ulu Cami - Kahraman Maraş