14. GÜNÜN ZİKİRLE GEÇİRİLMESİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayri halkıhî, seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn...
a. Sabah Namazından Sonra Zikirle Meşgul Olmak
Aziz ve muhterem cemâat-i müslimîn!
Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ (Sallallàhu aleyhi ve âlihî ve selleme teslîmen kesîrâ) Hazretleri, sabah namazını camide edâ ettikten sonra, oturup zikir ve ibadetle meşgul olmayı severdi. Adet-i seniyyeleri bu idi ve böyle yapmağa kendisi hadis-i şeriflerinde bizleri de teşvik eylemiş, böyle yapmayı tavsiye buyurmuştur.
İmam Tirmizî (Rh. A) Hazretleri’nin, Sıhah-ı Sitte’den birisi olan kitabında, Enes RA’den rivâyet ettiği bir hadis-i şerife göre Peygamberimiz SAS şöyle buyurmuştur:57
مَنْ صَلَّى الْفَجْرَ فِي جَمَاعَة ، ث مَّ قَعَدَ يَذْك ر اللهَ حَتَّى تَطْل عَ
الشَّمْس ، ث مَّ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ، كانَتْ لَه كَأَجْرِ حَجَّة وَع مْرَة
تَامَّة ، تَامَّة ، تَامَّة (ت. حسن عن انس)
RE. 426/14 (Men salle’l-fecre fî cemâatin sümme kaade yezküru’llàhe hattâ tatlua’ş-şems, sümme sallâ rek’ateyn, kânet lehû
57 Tirmizî, Sünen, c.II, s.481, no:586; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.9; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.808, no:21508; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.496, no:22727.
keecri haccetin ve umretin, tâmmetin tâmmetin tâmmeh.) İmam Tirmizî bu hadis-i şerife, hasen hadistir buyuruyor. Meali şöyle: “Kim sabah namazını camide cemaatle kılar edâ ederse, sonra oturup zikrullahla meşgul olursa, sonra güneş doğduktan sonra, kerahat vakti çıkınca kalkıp iki rekât namaz kılarsa; böyle yapmak onun için tam bir hac ve umre sevabı kazanmaya sebep olur, tam bir hac ve umre sevabı, tam bir hac ve umre sevabı!..” diye üç defa buyurmuşlar. Bu hususta başka rivayetler de vardır.
Hazret-i Ömer RA rivayet buyuruyor ki: Peygamber SAS Efendimiz Medine-i Münevvere’den müşrik kabileler üzerine bir askerî müfreze hazırladı, gönderdi. Onlarla cihad etmek üzere İslâm ordusu gitti. Fakat hemen kısa bir zamanda büyük ganimetlerle ve zafer kazanarak Medine-i Münevvere’ye döndüler. Herkes memnun oldu. Çünkü, hem zafer kazanılmıştı hem de çok mallar, davarlar, sürüler kazanılmıştı. Birisi:
“—Oh, mâşâallah ne kadar güzel! Bu kadar kısa zamanda bu kadar büyük bir ganimet!..” dedi.
Rivayete göre, bu Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz imiş.
Peygamber SAS buyurdu ki:
“—Ben size bundan daha büyük bir ganimeti haber vereyim mi?”
“—Buyur yâ Rasûlallah, ver!” dediler.
Buyurdu ki:
“—Kim sabah namazını cemaatle kılar, oturup zikrullahla meşgul olursa, bu onun için daha büyük bir ganimettir, mânevî kazanç olur.”
Onun için Peygamber SAS Efendimiz’in bu güzel tavsiyesini ve adetini evliyâ-yı kirâm, ulemâ-yı izâm devam ettirmişlerdir. Sabah namazından sonra, böyle işrak vaktine kadar ibadet ederek, zikrederek, zamanı güzel değerlendirip, sonra bu namazı kılmışlardır.
(Sümme kaade yezküru’llàh) “Oturup zikrederek...” deniliyor. Zikir Arapçada hatırında tutmak, hatırlamak demek, unutmanın
mukabili... Zikrin çeşitleri vardır. Diliyle “Allah” demek, “Lâ ilâhe illallah” demek; esmâ-i hüsnânın birisini söylemek, kelimât-ı tayyibât olan “El-hamdü lillâh, Sübhânallah, Allahu ekber” gibi bir sözü söylemek, eline tesbih alıp tekrar etmek zikirdir. Zikir denilince bizim anladığımız, ilk hatırımıza gelen budur.
Sonra, Kur’an-ı Kerim zikirdir. Hattâ Kur’an-ı Kerim’in isimlerinden birisi de zikirdir. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
إِنَّا نَحْن نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَه لَحَافِظ ونَ (الحجر:٩)
(İnnâ nahnü nezzelne’z-zikra ve innâ lehû lehàfizùn) “Zikri biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9) ayet-i kerimesinde Kur’an-ı Kerim’dir, ez-zikr sözünden kasdedilen... Yâni, “Kur’an-ı Kerim’i biz indirdik, onu biz koruyacağız.” demektir.
Namaz da zikirdir ve zikrin en büyük, muazzam bir koleksiyonudur. Başlangıcı zikirdir, ortası zikirdir, sonu zikirdir.
“Allahu ekber” diye başlıyor, “Sübhàneke” ile devam ediyor... Hamd ile devam ediyor, Kur’an-ı Kerim’le devam ediyor... Rükûlarda, secdelerde tesbihlerle devam ediyor, tahiyyatlarla devam ediyor... Salât ü selâmlarla devam ediyor, selâmla bitiyor. Namaz da baştan aşağı zikirdir.
b. Allah’ı Zikretmenin Önemi
Fakat zikrin zikir sayılması, Allah indinde makbul sayılması için zâkirin, zikredenin Allah’a mutî olması lâzımdır. Bir insan Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne itâatte ise, itâat etmekteyse zikretmektedir; çünkü itâat ediyor. Neden itâat ediyor?.. Allah hatırında da Allah’a âsî olmuyor, onun için o zikir halindedir. Eğer bir insan Allah’a âsî durumda ise, isyan etmekte ise, isyan halinde ise, dilinde bizim anladığımız mânâda bir takım güzel kelimelerin tekrarı olsa bile, zikretmiyor demektir. (RE. 405/4) Çünkü Allah hatırında olsa, o günahı, o isyanı yapmayacak.
O bakımdan zikir Allah’a itâatla beraber olan bir şeydir. Dil ile zikir, yâni “Allah” “Lâ ilâhe illallah” demek, veyâ esmâ-i hüsnâyı, diğer kelimât-ı tayyibâtı tekrar etmek, asıl maksad olan Allah’ın şuuru, hatırlanması, zihinde canlı olsun diye o hali sağlamak içindir. Onun için ulemâmız buyurmuşlardır ki:
اَلذِّكْر بِالتَّذَكُّرِ
(Ez-zikrü bi’t-tezekküri) “Allah’ın dâimâ insanın gönlünde, hatırında, aklında olması tezekkürle, zikr ede ede hasıl olur.” Yâni zikri yapa yapa insanın gönlüne bu şuur yerleşir.
اَلْعِلْم بِالتَّعَلُّمِ
(El-ilmü bi’t-teallümi) gibi; yâni “Alimlik öğrene öğrene olur, teallüm ile olur.” Zikir de tezekkür ile, zorlama ile olur. İnsan çalışa çalışa sonunda bir hale gelir ki, zikr-i müdâm hâli denir buna;
Allah-u Teàlâ Hazretleri hatırından hiç çıkmaz. Hiç bir şey Allah’ın zikrinden onu alıkoymaz. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
رِجَالٌ لاَ ت لْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلاَ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللهِ (النور:٧٣)
(Ricâlün lâ tülhîhim ticâretün ve lâ bey’un an zikri’llâh) [Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır.] (Nûr, 24/37) hâli kendisinde tahakkuk eder. Dâimâ Allah hatırında olur. Peygamber SAS’in hayatı gibi olur hayatı...
Peygamber SAS Efendimiz dua ile, zikir ile yatardı. Yanında misvakı bulunurdu. Arada uyanırsa zikrederdi, dua ederdi, misvakını kullanırdı. Kalkınca zikrederdi, dua ederdi. Yüznumaraya giderken zikrederdi, Allah’a sığınırdı. Yüznumaradan dönerken zikrederdi, Allah’a hamd ederdi. Abdest alırken zikrederdi, dua ederdi. Camiye girerken zikrederdi, dua ederdi. Namaz kıldıktan sonra çıkarken zikrederdi, dua ederdi. Elbisesini giyerken zikrederdi, dua ederdi; çıkartırken zikrederdi, dua ederdi. Yemek yerken zikrederdi, dua ederdi; yemeği bitirince zikrederdi, dua ederdi.
Neyi gösteriyor bu hal?.. Her an Allah-u Teàlâ Hazretleri ile olduğunu gösteriyor. Her an zikr-i hakîkî halinde, zikr-i müdâm halinde olduğunu gösteriyor. Bir an gafletinin olmadığını gösteriyor. Ki, maksud da budur, insanın böyle olması lâzımdır.
Onun için, tasavvufun prensiplerindendir; hûş der dem olmak... Yâni, her nefes alış-verişte şuurlu olmak... Eş-şuûr fi’l-enfâs, nefeslerde, nefes alıp verirken şuurlu olmak... Yaşamak için nefes alıp vermek lâzım tabii...
Her nefeste Allah adın de müdâm,
Allah adıyla olur her iş tamâm!
dediği gibi Süleyman Çelebi’nin, her nefes Allah hatırında olmak,
Allah’ı unutmamak, Allah’a karşı kulluğunu bilmek hâli maksuddur ve prensiptir. Böyle olmaya dikkat etsin denilir.
“Halvet der encümen” olmak tavsiye edilir. Yâni, halkın içindeyken de Hak’la beraber olmak; eli kârda, gönlü yârda olmak... Kâr, iş demek Farsçada... Eliyle iş yaparken, kalbiyle de yine Allah- u Teàlâ Hazretleri’ni zikretmek... Bunun Türkçesi de: “Eli işte, gönlü bilişte...” Biliş, tanıdığı Mevlâsı, dostu demektir. Bu halde olmak muraddır. Zikir böyledir işte...
Onun için, sabah namazından sonra oturunca da insan zikirle meşgul olacak. Ya eline tesbihi alır, o güzel zikirleri yapar; ya Kur’an-ı Kerim’i alır, Kur’an-ı Kerim’i okur, böylece zamanını değerlendirmiş olur. Namaz kılınmaz; çünkü sabah namazından sonra, güneşin doğmasından belli bir zaman geçinceye kadar vakt- i kerahattir. İnsan sabah namazını güneş doğmadan önce kalkıp kılmamışsa, o anda kılamaz, kerahat vakti çıktıktan sonra kılar. Yâni, o vakitte namaz kılınamıyor.
O namaz kılınmayan kerahat vakti, güneşin doğmasından 25- 30 dakika sonra geçer; güneş ufuktan bir mızrak boyu yükseldiği zaman... Tabii, şimdi bizim yanımızda mızrağımız olmadığı için, mızrağın boyunu da bilmediğimizden, bu ne miktardır bilemiyoruz amma, şöyle ufka baktığı zaman insan, ufuktan güneşin biraz yükseldiğini görür. Güneşe bakmaktan gözleri kamaşmazsa, işte o vakit işrak vakti demektir. Eğer güneş iyice yükselmiş ve güneşe bakılmayacak hale gelmişse, o zaman işrak vakti geçmiş, duhâ vakti gelmiş demektir.
İşte güneşin doğmasından 25 dakika, yarım saat veya biraz daha sonra kalkıp iki rekât namaz kılmak tavsiye ediliyor. Ve bir hadis-i şerifte Mevlâmız’ın:
“—Ey Ademoğlu! Sen bana günün evvelinde iki rekât namazı tekeffül et, ben de sana günün ahirine kadar senin halinin güzel olmasına kefil olayım!” buyurduğu rivayet ediliyor.
Bu iki rekât namaz, bir kısım rivayetlere göre işte bu vakitte kılınan namazdır. Çünkü nehâr-i örfî, güneşin tulûundan sonradır. Gündüz denilince bizim anladığımız, güneşin doğmasından
sonradır. Tabii, nehâr-i şer’î fecirle beraber başlar. Şark ufkunda aydınlık başladığı zaman fecr-i sàdıkla birlikte nehâr-ı şer’î başladığından, biz oruca o zaman başlıyoruz. Sabah namazını kılmanın vakti de o zaman geliyor. Bundan dolayı bazı alimler de, “Mükâfât va’dedilen namaz, sabah namazının iki rekâtlık ilk sünnetidir.” demişler.
Öyle veya böyle olsa bile, başka hadis-i şerifler bu işrak namazını kılmayı tavsiye ediyor. Bu namazın kılınmasının, insanın rızkının da artmasına sebep olacağını beyan ediyor bazı hadis-i şerifler:
“—Bir insanın âfâkı dolaşıp rızk taleb etmesinden, sabah namazından sonra camide oturup böyle ibadet etmesi, kendisine daha fazla rızık celbedicidir.” diye rivayetler vardır.
Çünkü, rızkı insana Allah veriyor. Herkes zengin olmak istiyor ama, herkes zengin olamıyor. Herkes karnını doyurmak istiyor ama, karnını doyuramıyor. Herkes bolluk bereket olsun istiyor ama, Afrika’daki insanlar açlıktan kırılıyor. Yağmuru indiren, otu bitiren, müşteriyi gönderen, rızkı veren Allah-u Teàlâ Hazretleri olduğundan ve müsebbibü’l-esbâb olması dolayısıyla Mevlâmızın, kulu rızâsına uygun, emrine muvâfık hareket edince rızkını da tekeffül ediyor, veriyor ve bol veriyor.
İnsan bu işi yapmasa, sokağa çıksa, alışverişe gitse, filânca köyden mal alsa, filânca kasabadaki pazara götürse, alışveriş yapsa; bir ticaret yapacaktır muhakkak, bir kazanç umuyor, “Evde çoluk çocuk var, rızkımı temin edeyim, kazancımı sağlayayım!” diye ama; camide böyle ibadet edince, Allah-u Teàlâ’nın daha fazla rızık veririm diye vaadi vardır. Vaadi haktır, va’dinden hulfü yoktur Mevlâmızın... Rezzâk-ı âlemdir. Bodrumdaki örümceğe bile rızkına kanat takıp gönderiyor. Örümceğin rızkı da bodrumun içine gidip, ağa takılıp onun gıdası oluyor.
c. İbadeti İhmal Edip Rızık Peşinde Koşmak
Büyüklerimizden rivayet edilmiştir ki, bir insanın Allah’ın
kendisinden istediği kulluğu ihmal edip de, Allah’ın kendisine garantilemiş olduğu rızkın peşinde koşmayı bahane etmesi, rızık kazanacağım diye ibadeti ihmal etmesi, gözünün körlüğüne alâmettir.
Onun için Atâullah-ı İskenderânî Hazretleri’nin güzel bir vecîzesi vardır el-Hikemü’l-Atâiyye’de:
اِجْتِهَاد كَ فِى مَا ض مِنَ لَكَ، وَتقْصِير كَ عَمَّنْ ط لِبَ منْك، دَلِيلٌ عَلَى انْتِمَ اسِ الْبَصِيرَةِ عَنْكَ .
(İctihâdüke fî mâ dumine leke) “Sana garanti verilen rızık için koşup durman, (ve taksîruke ammen tulibe minke) ama senden istenen kulluk vazifelerini ihmal etmen, (delîlün ale’ntimâsi’l- basîreti anke) basîretinin kapalı olduğuna alâmettir.” buyurmuştur.
Be adam, be mübârek! Sen Allah’ın emrini tut, Allah sana neler nasib eder. Allah’ın emrini tut, ondan sonra da öteki çalışmalarını yap!.. Her şeyi yerli yerinde, Allah-u Teàlâ’nın istediği gibi yapmak, akıllı insanların kârıdır. Namaz zamanında namaz, uyku zamanında uyku, ibadet zamanında ibadet, çalışma zamanında çalışma... Her şeyin zamanını bilmek lâzım!..
Aksini yapıyor insanlar: Uyku zamanında kumar oynuyor, çalışma zamanında uyku uyuyor, ibadet zamanında çalışıyor... Yanlış iş yapıyor. Onlar dinimizin emrettiği şeyleri yapıyor ama, yerlerini bozunca, sırasını karıştırınca ters oluyor. Dinimizin emretmediği şeyleri de yapıyorlar arada...
O halde bizim ne yapmamız lâzım?.. Günümüzü Allah’ın rızâsına uygun tanzim etmemiz lâzım!.. Bizim günümüz ne zaman başlar?.. Bizim günümüz teheccüd namazıyla başlar, işin doğrusu...
. Peygamber SAS buyuruyor ki:58
رَكْعَتَانِ مِنَ اللَّيْ لِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنـْيَا وَمَ ا فِيهَ ا
(Rek’atâni mine’l-leyl) “Geceleyin kalkıp da kılınan iki rekât namaz, (hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.” Kur’an-ı Kerim’de de, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
وَمِنْ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَكَ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْم ودًا (اسراء:٩٧)
(Ve mine’l-leyli ve tehecced bihî nâfileten lek, asâ en yeb’aseke
58 Lafız farkıyla: Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.455, no:5404; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.785, no:21405; Camiü’l-Ehadis, c.XIII, s.145, no:12782.
rabbüke makàmen mahmûdâ) [Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni Makam-ı Mahmud’a göndereceğini umabilirsin.] (İsrâ, 17/79) diye Peygamber-i Zîşânımız’a, Allah-u Teàlâ Hazretleri geceleyin kalkıp teheccüd namazı kılmasını tavsiye buyuruyor.
Hattâ vahyin ilk gelen ayetlerinden olan Müzzemmil Sûresi’nin başında, “Gecenin yarısı geçince, üçte birisi geçince, üçte ikisi geçince kalk Rabbine ibadet eyle!” diye peygamberliğin ilk zamanlarında bu gece namazı tavsiye edilmiştir.
Ashâb-ı kiram da, Peygamber Efendimiz’e inen bu ayet-i kerimeleri dinleyerek, ittibâ ederek geceleri çok güzel ihyâ ederler, ibadet eylerlerdi. Ondan sonra da uzun ibadetlerin tahfîfine dâir Müzzemmil Sûresi’nin sonundaki ayet-i kerime inmiş; seyahatte olabilirsiniz, hastalık olabilir, çeşitli sebepler olabilir, ağır yapmayın hafif yapın diye... Demek ki, gece ibadeti vardır.
Binâen aleyh, bizim Allah’ı rızâsını taleb eden insanlar olarak;
إِلٰهِي أَنْتَ مَقْص ودِي، وَ رِضَ اكَ مَطْل وبِي!
(İlâhî ente maksùdî ve rıdàke matlûbî) “Yâ Rabbi, maksùdum sensin! Ben senin rızânı kazanmak istiyorum.” diye düşünen insanlar olarak, mâdem burda bir mânevî teşvik var; mâdem dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyi kazanmaktan daha iyiymiş, Allah-u Teàlâ Hazretleri daha büyük mükâfat veriyormuş; o halde saatimizi kurmalıyız, teheccüd namazına kalkmalıyız. Şimdi kalkıyoruz, sahur yemek için kalkıyoruz. Sahurda da bereket vardır, sahur da sünnettir. Bundan sonra da bu sahur alışkanlığımızı inşaallah ramazandan sonra da devam ettiririz. Geceleyin kalkıp teheccüd namazı kılarız, bunu kaçırmamış oluruz; bir...
İkincisi: Bir müslümanın sabah namazını camide kılması lâzım!.. Alimlerimiz, ariflerimiz, büyüklerimiz, “Bir insanın bütün gece ibadet edi de evinde namazı kılıp yatmasından, bütün gece
uyuyup da sabah namazını camide kılması daha hayırlıdır.” demişler. Çünkü, sabah namazı önemli bir namazdır. Yatsı namazı da önemlidir. Bu iki namaza münafıklar tâkat getiremezler, gelemezler. Çünkü, keyiflerine düşkündürler, geceleyin gelmek zorlarına gider, uykularından kalkmak zorlarına gider. Münafıklar yapamaz.
Binâen aleyh, mü’minler de münafıkların durumuna düşmez, münafıklara benzemek istemez. Mü’minler mü’minlere benzemek ister, Peygamber Efendimiz’e benzemek ister. Onun için sabah namazını camide kılmak ana düşüncesi, esas kararı olması lâzım bir mü’minin... Teheccüd namazına kalkacak, sabah namazına gelecek.
Ondan sonra işe gitmesi, rızkını taleb etmesi tavsiye ediliyor. Erkenden işe gitmesi tavsiye ediliyor.
İslâmî devrelerde mü’minler erkenden işe başlarlardı, çarşı pazar çabuk kurulurdu. Herkes işini bitirirdi, ikindiye doğru işlerin sonuna gelinirdi. Herkes köyüne kentine gündüz, göz göre göre dönerdi. Eskiden böyleydi. Hattâ çok kere öğleye kadar biterdi
işler... Şimdi değişmiştir. Geceler uykusuz geçiyor, sabahlar uyunuyor, sabah namazına kalkılmıyor. Teheccüd değil sabah namazına bile kalkılmıyor. Saat dokuzda, onda çarşıya pazara gittiğin zaman açık dükkân az görüyorsun, kepenkler kapalı oluyor. Beyler gece uyanık olduklarından, çarşı pazar çok geç açılıyor. Değişmiştir durum ama, İslâmî bakımdan böyle değildir.
كَانَ النَّبِيِّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ قَالَ
(Kâne’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve selleme kad kàle) “Peygamber SAS Efendimiz günün ortasında, öğle civarında uyurdu.” Buradaki kàle, kaylûle masdarından... Ve bu öğle uykusu sıhhate çok uygundur ve çok dinlendiricidir. Çok faidelidir ve gece ibadetine de destektir. Çünkü erkenden kalkmış olan bir vücud, öğle vaktinde dinlenme ihtiyacı duyar. Onun için, öğleyin insan bir miktar uyuyunca yeniden dinlenmiş olur, yeniden dinçleşmiş olur. Öğleden sonra tabii işlerini yapacak, akşam namazından evine gelecek.
Bizim eski töremiz böyleydi. Akşam namazında herkes evinde toplanırdı. Biz koca delikanlı olduğumuz zaman bile, akşam ezanı okunduktan sonra eve gidememişsek, korka korka giderdik eve... “Eyvah! Çok büyük suç işledik...” diye, korkumuzdan titreye titreye giderdik. Çünkü, akşam namazında aile evde toplanacak. Çünkü, oruç tutulmuş olabilir, oruç akşam namazından sonra açılıyor, akşama evde olunacak.
d. Namazları Cemaatle Camide Kılmak
Tabii, gündüzün planlaması nasıl yapılıyor?.. Mutlaka ve mutlaka namazları cemaatle kılacak şekilde planlamalı insan... Bizin tanıdığımız esnaf kardeşlerimiz vardı. Dükkânını açar, namaz vakti geldiği zaman, müşterisi bile olsa, “Namaza gideceğim, buyurun gidelim! Sonra isterseniz gelin!” derdi kibarca... Ondan sonra dükkânı kapatır, camiye giderdi. Dünyanın
işi bitmez, ama namazın vakti geçer. Geçti mi de, o fazileti bir daha yakalamak mümkün olmaz.
Bizim asıl takib edeceğimiz şey, Allah’ın rızâsıdır, sevaplı işlerdir. Binâen aleyh, işimizi kapatıp öğle namazını camide kılmalıyız. Yirmi yedi kat sevab... Yalnız dükkânda tezgâhın yanında seccâdeyi yayıp veya tahtayı koyup, “Allahu ekber” deyip alel acele namaz kılmaktan, camide namaz kılmak yirmiyedi kat daha sevab... Eğer böyle Ulu Cami gibi cuma namazı kılınan bir camide olursa, namaz elli kat sevaptır. Eğer dağda çoban, tarlada işçi elini kulağına götürür, ezan okur, namaz kılarsa orda da elli kat sevab... Dağa taşa “Allahu ekber” diye nidâ etmiş oluyor. Etrafına, Allahın nice görünmez mahlûkları vardır, onlar toplanıyor; orda da sevab elli mislidir.
Binâen aleyh, çalışacak öğleye doğru dinlenecek, öğle namazını camide kılacak. Öğleden sonra çalışsın, ikindide mutlaka camide olacak...
İkindi namazı çok önemli olduğu için, Allah-u Teàlâ Hazretleri (Vel asri) diye asra yemin etmiştir. Bir rivayette bu asırdan
maksad, ikindi namazıdır; çünkü ikindi namazı çok önemlidir. İkindi namazı insanın dünya meşguliyetleri içine gömüldüğü zamandır. Ticaretin civcivli zamanıdır, çar;şı pazarın toplanmağa başladığı zamandır.
“—Karanlık basmadan aman işi toparlayayım!” diye herkesin telâş ettiği zamandır.
İnsanların bahane bulup da, ibadeti ihmalinin en çok olduğu zamandır. “Sıkıştım, şimdi abdest almam zor!” der, şöyle der, böyle der... İkindide işinden ayrılmak istemez.
Onun için, ikindi ibadeti çok önemli olduğundan, (Ve’l-asr) “Asra and olsun ki, “ diye asra yemin edilmiştir. Tabii, asrın başka mânâlarını da söylüyor müfessirler, ama ikindi namazının da çok önemli olduğu muhakkaktır.
Peygamber Efendimiz’e birisi geldi, “Çok üzüldüm, mahvoldum.” diye bir derdini anlattı. Dinledi Peygamber Efendimiz de, “Yâhu, ben de sandım ki sen ikindi namazını kaçırdın!..” dedi. Yâni mühim değilmiş demek istedi. İkindin namazını kaçırmamak önemlidir, camide kılmak lâzım!.. Akşama eve gelmek lâzım!..
Muhterem kardeşlerim! Bizim memleketimizde yaygın olan kötü bir adetimiz var, kusurlarımızı bilelim kendimizi düzeltmeğe çalışalım: Akşam namazları Ramazanlarda yok gibidir. E mübarekler, hani Ramazan ibadet ayıydı?.. Akşam namazı Ramazan’da yok... Neden?.. Oruç tutuyor millet, orucu bahane ediyor, orucu açacağız diye akşam namazına camiye gelmiyor, evinde kılıveriyor. Akşam cemaati ramazanda sanki kaldırılmış gibi... Böyle şey olmaz, bu yanlış!.. Doğrusu nedir?.. İftariyesi yanında olacak, akşamleyin camide namazını kılacak, ondan sonra efendi efendi evine gidecek, güzel güzel yemeğini yiyecek.
Arabistan’daki mü’min kardeşlerimiz buna dikkat ediyor. Arabistan’da her ezandan sonra, belli bir miktar beklenilmesini müftülük kararlaştırmış, duvarlara asmış. Diyor ki: “Öğlen ezanı okunduktan yarım saat sonra, yirmi dakika sonra farz kılınır. İkindi ezanı okunduktan yirmi dakika sonra farz kılınır...”
e. Ramazan’da Mekke ve Medine
Ramazan’da umreye gitmiş olanlar bilirler; Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere bir farklı, bir mübarek havaya sahiptr. Mescidlerin içinde sofralar kurulur, herkes sofra açar. Peygamber SAS Efendimiz’in mescidinde sofrası vardır her zenginin... Sofra örtüsünü alır buradan, yuvarlaya yuvarlaya öbür tarafa kadar 5m, 10 m, 20 m, 30 m sofrayı açar. Hurmaları ve sâireleri döker, zemzem suları doldurulur. Daha başka içeriye sokulmasına müsaade edilen iftariyeler konulur. Siz caminin kapısından içeriye girdiğiniz zaman, herkes kolunuza yapışır; “—Lütfen bizim soframıza buyurun!” diye.
Yâni bir dâvet hengâmesi olur, kendi sofranıza gidinceye kadar kırk tane davet alırsınız muhtelif yerden...
“—E arkadaşlarla falanca sofrada bizim de yerimiz var!” filân diye zor geçersiniz şahısların yanından...
Top patlar, ezan okunur. Akşam olduktan sonra herkes hurmasıyla, zemzemiyle orucunu açar. Beş dakika bir beklenir, sofralar toplanır. Ondan sonra kamet getirilir, namaz kılınır. Cemaati hiç ihmal etmiyorlar. Bizde Ramazanlarda cemaatle namaz dört vakittir. Niye?.. Akşam yok, herkes evinde yemek yiyecek... Olmaz!.. Camiye gel, namazını cemaatle kıl, yirmi yedi kat sevabı kazan, ondan sonra evine git!..
Hem de ferahlıyor insan... Dün akşam ne kadar rahat ettik. Tam iftar vakti bir caminin önünde arkadaşlar bizi durdurdu, namaz kıldık. İki kişi varmış: Bir imam, bir de ihtiyar... Caminin asıl kısmını açmamışlar, odasında kılıyorlar; çünkü cemaat gelmiyor. Etrafında ev yok mu?.. Var ama, adet yok!.. Bu nasıl bir adettir?.. Yanlış bir adettir. Bizim yanlış adetlerimizden birisi budur, birisi ezandan sonra hemen farza durmaktır.
Benim oturduğum mahallede öyleydi kardeşler, Allah selâmet versin... Benim evim camiye dört veya beş ev ilerde idi, o kadar yakındı. Ezanı duyduğum zaman kapıdan çıkarsam, farza zor yetişirdim. Sünnet acele acele kılınır, farza durulur, birkaç rekât kaçırarak yetişirsiniz. Ne oluyor?.. Niye beni çağırdın?.. (Hayye ales salâh) “Haydi namaza gel!” diye minareden beni çağırmadın mı sen?.. Ey müezzin gel bakalım, sen beni çağırmadın mı?.. Ben evimde duruyordum, “Namaza gel!” demedin mi?.. İşte geldim namaza, niye ben gelmeden kıldın? Biraz beklesene!..
Beklemek güzel... Biz de bir kaide koysak, “Her ezandan sonra şu kadar bekleyelim de, cemaat abdest alacaksa alsın!” desek... Ezanı duydu bir insan... Uyuyordu meselâ, ezanı duydu, kaktı abdest alacak, gelecek... Abdest alıp gelmesine kadar müsaade et, gelenin de sünneti kılmasına kadar müsaade et; farza öyle dur!.. Bizim acelemiz budur; bir...
İkincisi de: Namazları hızlı kılmak... O da bir bid’attir, yanlıştır. Çünkü buyrulmuş ki:59
59 Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VII, s.247, no:4256; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.89,
اَلْعَجَلَة مِنَ الشَّيْطَانِ (ت. طب. عد. عن سهل بن سعد؛
ع. هب. ق. عد. عن أنس)
(El-aceletü mine’ş-şeytàn) “Acele etmek şeytandandır.” İbadette vakar olması lâzım, sekînet olması lâzım!.. Namazda ta’dîl-i erkân vâcibdir, bazılarına göre farzdır. Her rüknün hakkını vermek lâzım, acele etmemek lâzım!.. Namaz aceleye getirilmez; çünkü namaz çok güzel, çok büyük bir ibadettir. Namazdaki acelemiz de, rükünleri birbirine eklememiz de hatâlıdır.
Peygamber SAS Efendimiz hızlı namaz kılan bir kimseyi gördü. Bir bedevî hızlı hızlı namaz kılıyordu. Öyle hızlı namaz kıldığını görünce, çağırdı onu:
“—Sen namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın!” dedi.
Halbuki kılmıştı. Demek ki, kabul olmadı. Bir daha kıldı, “Acaba eksiğim mi var?” filân diye... Yine hızlı kıldı.
“—Sen namaz kılmadın, bir daha kıl!” dedi.
Ondan sonra yine hızlı kılınca, çağırdı:
“—Bak, ayakta durduğun zaman tam dur! Rükûa vardığın zaman bütün âzâların istikrar buluncaya kadar tam dur! Kalktığın zaman tam dur, âzâların tam istirahat etsin. Her rükne hakkını ver!” diye tavsiye buyurdu.
Böyle yapmamak da sünnete muhaliftir; binâen aleyh, bid’attir. Böyle hızlı kılmak yoktur.
no:4367; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.104, no:20057; Hàris, Müsned, c.III, s.387, no:857; Hatîb-i Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkıh, c.III, s.287, no:1159; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.78, no:2440; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.151; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.310, no:2358; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.I, s.428, no:494; Ebû Hüreyre RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.IV, s.367, no:2012; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VI, s.122, no:5702; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.374; Rûyânî, Müsned, c.III, s.241, no:1076; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.343; Sehl ibn-i Sa’d RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.98, no:5674, 5675; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.56, no:1713; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.42, no:10212 ve s.390, no:11041; RE. 197/7.
Ondan sonra, daha başka kusurlarımız oluyor. Ezan okunuyor, camiye gelmiyor. Ezan okunuyor, evinde kılıyor. Halbuki, cami komşusunun evinde namazı olmaz!.. Ezanı duyduktan sonra, ezana icabet etmesi lâzım bir insanın...
Abdullah ibn-i Ümmü Mektum RA Peygamber Efendimiz’e dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah! Biliyorsun benim iki gözüm a’mâ... Birisi benim kolumdan tutarsa, onunla beraber camiye geliyorum; geceleri çok zor oluyor. Yol yok, iz yok, çukur var, vs. var... Ben namazı evimde kılsam olur mu?..” dedi.
“—Peki, mâzeretin var, olabilir.” dedi Peygamber Efendimiz...
Fakat biraz gittikten sonra, çağırdı:
“—Sen ezanı duyuyor musun?..”
“—Duyuyorum.” “—Duyuyorsan, geleceksin!” dedi.
Ezanı duydu mu bir insan, Allah dâvet ediyor da, dâvete icabet etmiyor olur. Buna benzer de kusurlarımız var; Allah kusurlarımızı düzeltmeyi nasib eylesin...
Şimdi sabah namazından sonra oturmak dedik, zikrullahla meşgul olmak dedik, kerahat vakti geçince kalkıp iki rekât namaz kılmak dedik ama, sabah namazını hoca efendi çok güzel kıraatle kıldırdı. Ben de bu izahatı verdim, bu vakte kadar geldik. Şimdi ne oldu?... Bizim bu konuşmamız da zikirdir, sizin dinlemeniz de zikirdir. Neden?.. Ulûm-u dîniyye müzakeresi; o da zikirdir, o da çok sevaplıdır. “İnsanın ilimden bir bölüm öğrenmesi, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden hayırlıdır.” diye Efendimiz’in müjdesi vardır.
Binâen aleyh, biz bir meseleyi konuştuk burada; “İbadetlerimizi nasıl yapacağız, günümüzü nasıl değerlendireceğiz?” diye... Günün nasıl değerlendirilmesinde akşam namazına kadar geldik, ondan sonra yatsıyı anlatmadık. Yatsının da cemaatle kılınması lâzımdır. Yorgun olabilirsin, sonra dinlen!.. Şu veya bu bahane olmaması lâzım!.. Yatsı namazını da camide kılacaksınız.
Yatsıdan sonra?.. Yatsıdan sonra Peygamber Efendimiz ve sahabe-i kiram hemen istirahate geçerlerdi. Hattâ birbirleriyle çok konuşmak bile istemezlerdi camide, sohbet açılır da iş uzar diye... Erken yatacak ki, teheccüde kolay kalksın...
Yatsıdan sonra uzun boylu konuşmaya, Arap dilinde müsâmeretü’l-leyl derler. Müsâmeretü’l-leyl, geceleyin sohbet etmek demek, yârenlik etmek demek... Bu doğru değildir; çünkü teheccüd namazını tehlikeye sokar. Hattâ sabah namazını tehlikeye sokar. Onun için insan erkenden yatmalı, teheccüde dinç kalkmalı!.. Tabii erken yatacak ama, gece yatarken büyüklerimizin bir tavsiyesi var, onu da hatırlatayım: Taze abdest alacak, dört rekât namaz kılacak, abdestli yatacak!.. Çünkü, abdest almış olarak uyuyan bir kimsenin bütün gecesini melekler ibadete yazarlar. Bütün uykusu ibadete yazılır. Gökten melekler onun vücudunu bir nur olarak görürler, yanına inerler. Şurada bir kul abdestli yatmış diye izdihamlı bir şekilde onun etrafına yığılırlar ve o uyuyan kimseye dua ederler: “Yâ Rabbi! Senin bu kulun abdestli olarak
uyudu, sen bunu mağfiret eyle...” diye... Şeytan yanına sokulamaz, gecesi hayırlı, mübarek bir gece olur. Eğer eceli gelmiş de ölecekse, iman ile göçmesine vesîle olur.
Binâen aleyh, yatsıdan sonra çok oyalanmamalı!.. Bazan insan şu program, bu program filân diyor, onları seyretmeğe dalıyor. Çok oyalanmamalı, abdestini alıp, dediğim namazı kılıp abdestli yatmalı ki, teheccüd namazına kalkabilsin!..
Günü böyle değerlendirmeli, Allah’ın rızâsını kazanmağa çalışmalı!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri her işimizi Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber-i Zîşânımızın sünnet-i seniyyesine uygun, dinin aslına özüne muvafık tarzda yapmayı nasib eylesin... Bizleri bid’atlardan, ihmallerden, gafletlerden, şaşkınlıklardan, tembelliklerden, kusurlardan pâk eylesin... Bizde sevmediği ne gibi hâl, huy, fikir, adet ve düşünce varsa, bizi onlardan kurtarsın... Bizi sevdiği sıfatlara sahib eylesin... Sevdiği amelleri işlemeğe muvaffak eylesin... Sevdiği kullarından eylesin... Sevdiği, râzı olduğu bir kul olarak huzuruna varmayı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı, rıdvân-ı ekberine vâsıl olmayı nasib eylesin...
Bi-hürmeti şehr-i ramâzane’l-mübârek, ve bi-hürmeti habîbihî muhammedini’l-mustafâ, ve bi-hürmeti esrâri sûreti’l-fâtihah!
13. 2. 1995 / 13 Ramazan 1415
Ulu Cami - Kahraman Maraş