47. İNSANLIK NİMETİ
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berakâtüh!..
Allah Celle ve A’lâ cümlemizden razı olsun... Kabahatlerimiz ne kadar çoksa da, afv ü mağfireti hepsinden fazladır. Bizi de mağfurîn zümresine ilhak etsin de, sevdiği, razı olduğu kullarının arasına kabul eylesin...
İnsanlık denilen ve bize ad verilen insanlık, çok büyük bir nimet ve bir devlettir. Dünyanın bütün nimetleri, insanlık nimetinin yanında zerre olmaz. İnsan bu kadar sonsuz bir nimetin içerisinde... Onun kadr ü kıymetini bilmeden, dünya heveslerine aldanaraktan, fani dünyanın nimetlerine aldanaraktan, vaktini boş geçirerekten ahirete göçüşü kadar acı bir şey yoktur! En güzel nimet insanda iken, insan bunu kaybetmiş ve en acı bir şekilde ahirete göçmüş; ne yazık!
Bir insan; istikbal diye çalıştığımız ilk mektep, orta mektep, lisesi, üniversitesi; işte doktorası şusu busu, otuz yaşını buluyor insanın... Bu kadar gürültünün içerisinde, o kadar zahmetlere katlanıyoruz ki; evimizi, anamızı babamızı terkediyoruz, gidiyoruz. Gurbet ellerinde bazen aç, bazen tok çalışmağa çalışıyoruz. Aman istikbalimizi temin edelim diye.
Nedir o istikbal? İşte, beş-on kuruş maaş alaraktan rahatça yaşayabilmek için... Hepsi bu... Fakat insanoğluna verilen nimet-i uzmâ ki, onlardan hangisini söylesen insan bilemez. O nimetleri ayak altında çiğneyip gidiyoruz.
Binâen aleyh, Cenâb-ı Peygamber bir muharebeden geliyordu. Ashabına dedi ki:72
72 Lafız farkıyla: Beyhakî, Zühdü’l-Kebîr, c.I, s.388, no:384; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIII, s.523, no: 7345; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.430, no:11260; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.425, no:1363; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.139, no:15164.
رَجعْنَا مِنَ الْجِهَادِ اْلأَْصْغَر إِلَى الْجِهَادِ الأَْكْبَر، مُجَاهَدَةُ الْمَرْءِ بِنَفْسِهِِ .
(Race’nâ mine’l-cihâdi’l-asgari ile’l-cihâdi’l-ekberi) “Küçük savaştan büyük savaşa geldik.”
“—Yâ Rasûlallah! İşte canımızı malımızı verdik. Şehidler olduk, gaziler olduk. Çok fedakârlıklar yaptık, düşmanı yok ettik, mahvettik. Şimdi bundan daha üstün ne var? Büyük savaş ne?” “—Bundan üstünü, (Mücâhedetü’l-mer’i bi-nefsihî) “Kişinin kendi nefsiyle savaşması, nefisle mücahededir.” buyurdu.
Toptan olan mücahedeler bayram gibidir. Askere gittin; binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişi... Oooooh... İnsana koymaz. Fakat kendi başına nefsinin arzularına muhalefete başladı mıydı, insan ne kadar müşkülatlara uğrar. Ne kadar zorluklara uğrar.
İşte, bu müşkülatların ve bu zorlukların altında, insanda bir cevher var ki, bu vücudun içine gömülmüş. O cevherin zerresine dünyanın nimetleri, zinetleri, sıfır yerinde, hiçtir. Onun için asıl hüner, insanın bu insanlık cevherini meydana çıkararaktan, insanca yaşayıp insanca ahirete göçmek... Yoksa yaşayan insan çok, mahlûklar da çok... Onların kıymeti yok!
Onun için, bugün hoca efendinin de dediği gibi, İslâm’ın şartları beş. Evvelâ namaz... Şimdi bak; “—Hacca gelmeyen ister yahudi olsun, ister nasıl ölürse ölsün!” dedi. “Madem parası var, her şeyi de var, hacca gelmiyor; bizimle alâkası yok!” demektir.
Halbuki, hacda bir çok şartlar var: Zengin olacak, sağlam olacak, emniyet olacak yolda... E, bunlar olmazsa, hac sâkıt olur. Ama, namaza hiç mânî yok! Ölünceye kadar herkes, emr-i ilâhiyi ifâ edecek.
Yani, insanlık cevherini elde etmek istiyorsanız; Kur’an-ı Azîmüşşan’a sımsıkı yapışıp, emirlerine itaat, yasaklarından ictinâb edin! Emirlerine itaat etmedikçe, yasaklarından da korunmadıkça, o insanlık cevherleri, insanda tezàhür edip gösteremez kendini... Gömülür gider insan... Sonra da, Cenâb-ı
Hak elbette soracak!
Onun için buyrulmuş ki:73
حَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ أَنْ تُحَاسَبُوا (ت. ش. عن عمر)
(Hàsibû enfüseküm kable en tühàsebû) “Hesaba çekilmezden evvel hesabınızı şimdi yapın, nefislerinizi muhasebe edin!”
Siz nefislerinizi muhasebe edin bakalım! Emr-i ilâhiye karşı, beşeriyete, insaniyete karşı nasıl davrandınız? Günahlarla mı ömrünüz geçti? Yoksa ibadetlerle, hayırlarla mı ömrünüz geçti?
Bunun muhasebesini herhalde ölmeden evvel yapıp, iyi insanların arasına katılmak için gayret etmek lâzım!
Bak, şimdi bu dünyada diyoruz ki, gâvurlar uçaklar yaptılar, ffüzeler yaptılar, işte şunu yaptılar... Süleyman Aleyhisselâm, bak hafız efendi okudu, ordusunu havada rüzgârla uçuruyordu. Bugünkü vasıtaların hiç birisine hacet yok! Niçin? İnsanlık cevheri her şeye hàkim...
Hazreti Ömer’in —kaç defa söylemişimdir— Medine-i Münevvere’de hutbe okurken, ta Acemistan’da çarpışan ordusunun kumandanı Sâriye’ye:
“—Ey Sâriye dağa çekil! Dağa çekil!” diye bağırması ne acaib şey!..
Arada aylarca yol var. Hazreti Ömer’in orduyu görmesi ne
mümkün! Hazreti Sariye’nin de Hazreti Ömer’in sözünü duyması ne mümkün! Ama, Allah-u Teàlâ’nın verdiği kuvvet ve kudret, bir an içerisinde şark ile garb arasında cevelân ediyor. Binâen aleyh, biz o kuvveti unuttuk. Bütün kuvvetlerimizi, şu dünyayı nasıl ele geçirelim diye harcıyoruz. Şu dünyayı ne kadar
73 Tirmizî, Sünen, c.IV, s.638, no:2459; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.96, no:34459; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.103, no:306; İbn-i Esîr, Üsdü’l- Gàbe, c.I, s.828; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXXIV, s.314; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl,c.XVI, s.188, no:44203; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXVI, s.433, no:29408.
ele geçirsen, saati gelince, gel dediler mi durmanın imkânı yok!
Allah hepimizi affetsin... Taksiratımızı, seyyiatımızı hasenâta tebdil eylesin... Sevdiği ve razı olduğu kullarından olabilmek için, Kur’an-ı Azîmüşşan’a sarılmaktan başka çare yok! Onu, kendimiz okuyacağız, çoluğumuza çocuğumuza okutacağız. Sonra, Allahımız bize ne diyor, ona kulak vereceğiz.
“—Yap!”
Yapacağız, hiç bir mânî yok...
“—Yapma!”
Yapmayacağız, hiç bir mânî yok... Ama nefsimize hoş geliyor.
Allah hepimizi affetsin... Sevdiği ve razı olduğu kullarının
arasına kabul etsin inşallah…
Allàhümme innâ nes’elüke tamâme’n-ni’meh... Ve devâme’l- àfiyeh... Ve hüsne’l-hàtimeh...
Lâ ilâhe illa’llàh, muhammedün rasûlü’llàh... Fî külli lemhatin
ve nefesin bi-adedi külli ma’lûmin lek...
Lâ ilâhe illâ ente sübhàneke innî küntü mine’z-zàlimîn... Lâ ilâhe illâ ente sübhàneke innî küntü mine’z-zàlimîn... Lâ ilâhe illâ ente sübhàneke innî küntü mine’z-zàlimîn...
Allahümme innâ nes’elüke’l-afve ve’l-àfiyeh... Fi’d-dîni ve’d- dünyâ ve’l-âhireh... Teveffenâ müslimîn... Ve elhiknâ bi’s-sàlihîn... Teveffenâ müslimîn... Ve elhiknâ bi’s-sàlihîn...
Sübhàne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesıfûn... Ve selâmün ale’l-mürselin… Ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn...
Cumanız mübarek olsun... Cumamız mübarek olsun... Birçok cumalara da Cenâb-ı Hak sağlık ve afiyetlerle erişmek nasîb etsin...
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàh!
28. 09. 1979 – İskenderpaşa Camii