• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 12. TÜRK EDEBİYATINDA NA’TLAR
11. EBCED HESABI İLE TARİH DÜŞÜRME SANATI (2)

12. TÜRK EDEBİYATINDA NA’TLAR



Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN


İslâmî Türk Edebiyatımız çok köklü ve çok zengindir. İslâm dinine bütün kalbiyle bağlanan, onun pâk îmanından büyük feyz ve şevk alan ecdadımız, bu yolda sayısız fikir ve sanat şaheserleri ibdâ etmişlerdir. Bunların, sevgili peygamberimiz Hazret-i Muhammed SAS Efendimiz’le ilgili olanları ise; daha muhteşem olup, umumiyetle yüksek sanat değerine ve coşkun bir lirizme sahiptirler. Çünkü ona karşı duyulan engin ve samimî muhabbetten güç almışlardır.

Edebiyatımızdaki, Hazret-i Peygamber’le doğrudan doğruya ilgili olan eserleri şöyle gruplandırabiliriz:

1. Onun tercüme-i hàlini ve faaliyetlerini anlatan sîret (siyer) ve megâzî kitapları,

2. Söz ve işlerini konu edilen sünnet ve hadîs kitapları,

3. Bedenî evsafını ve bazı ahlâkî hususiyetlerini anlatan hilye

ve şemâil kitapları,

4. Doğumu (ve kısaca hayatının bazı olayları) konusundaki mevlid kitapları,

5. Mî’racını konu edinen mî’râciye’ler,

6. Mû’cizelerini ve peygamberliğine dair delilleri anlatan mû’cizât, şevâhid ve delâil-i nübüvve... kitapları,

7. Onun hakkındaki salat-ü selâm ve dua kitapları, tercümeleri,

8. İsimlerine dâir Esmâü’n-Nebî kitapları,

9. Faziletlerinin zikri ve medhi için yazılan na’tlar ve doğduğu, yaşadığı yerler, ebeveyni, hanımları, çocukları, ashabı, eşyaları, kabri, mescidi, vasiyetleri, ahlâkı... gibi sayısız konuda irili-ufaklı, manzum-mensur, tercüme-te’lif nice eser...


Biz bu yazımızda, na’t hakında bilgi vermek ve bazı örnekler sunmak istiyoruz.

Na’t: Arapçada, tavsif etmek mânâsına masdar, sıfat ve vasıf

251

mânâsına da isim olarak kullanılır. Aynı şekilde Arap gramerinde de, sıfata; na’t, mevsûfa; men’ût denmektedir.

Edebiyat sahasında ise, na’t denince ilk önce, Hazret-i Peygamber Efendimiz’i övmek, evsafını zikretmek, ona duyulan saygı, sevgi ve şevki dile getirmek, ondan şefaat dilemek... gibi maksatlarla yazılan manzumeler anlaşılır. Bunların nazım şekilleri muhteliftir: Gazel, kaside, mesnevî, terkib-i bend, terci-i bend, müstezad... vs. olabilir, beyitler veya dörtlüklerle yazılabilir; Beyit sayısı 6-7’den, yüzlerce beyte kadar değişir.

Na’t, hasseten Hazret-i Peygamber için yazılan manzum eserdir; maamafih “Çar yâr-ı Güzîn” bazı veliler ve tarikat pirleri için de aynı minval üzre na’tlar yazıldığı olmuştur: Na’t-ı Hazret-i Ali, Na’t-ı Mevlânâ gibi...


Edebiyatımızda —pek az istisnası ile— hemen her şair birkaç na’t yazmıştır. Zira, İslâmî an’aneye göre, başlanan bir işte önce besmele, sonra hamdele, sonra salvele ve âl ü ashaba dua edilerek

252

asıl maksada geçilirdi. Zamanla edebî eserlerin mukaddime kısımlarında ise, besmele ve hamdele “tevhid bölümü”, salvele (veya tasliye) de “na’t bölümü” haline dönüştürülmüş; Rasûlüllâh’ın âline ve ashabına dua kısmı da “ashaba na’t” olmuş, iltica ve niyazlar ise; “münâcat bölümü” halinde tezahür etmiştir.

Binaen aleyh, her müellifin umumiyetle mukaddimede bir na’t ortaya koyması anlaşılmıştır. Bunlardan farklı olarak kendini na’t yazmaya daha çok vermiş ve bu yüzden şöhret kazanmış şairler de vardır. (Böylece na’t-gû lâkabı verilirdi.)

Na’tların beğenilen ve şöhret bulanları türlü makamlarda bestelenmiş, toplantılarda, tekke ve camilerde okunagelmiştir. Mevlid okuyana mevlid-hân denildiği gibi, na’t okuyanlara da na’t- hân denilmiştir.


a. Mevlânâ’nın Bir Na’tı


Anadolu’da gelişen tasavvufî Türk edebiyatında, Mevlevî Tarikatı yoluyla Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî büyük bir tesir icra etmiştir. Aynı tesir na’t konusunda da aynen vâki ve câridir. Çünkü Mevlânâ bu vadide de birçok şiir yazmış, bunlar büyük mûsikî üstadları tarafından bestelenerek Mevlevî tekkelerinde zevk ve şevkle okunmuştur. Yazma eser kütüphanelerimizde onun na’tlarını toplayan mecmualar vardır.

Mevlânâ’ya ait olduğu söylenen (Yenikapı Mevlevîhanesi’ne ait bir yazma eserde, hakkında “meşkûktür” deniyor. Bk. Süleymaniye Nafiz Paşa Ktp. No: 1249, s. 2) ve büyük şöhret kazanan, İtrî tarafından şâhâne bir şekilde bestelenen Farsça na’tın metnini ve mealini aşağıda veriyoruz:


Yâ Habiba’llàh! Rasûl-i Hàlik-ı yektâ tuî

Ber-güzîn-i zü’l-celâli pâki bi-hemtâ tuî


“Ey Allah’ın sevgilisi, yegâne Yaratıcının elçisi sensin; benzersiz, pâk ve celâl sahibi Allah’ın seçtiği mümtaz kişi sensin!”

253

Nâzenin-i Hazret-i Hak, sadr u bedr-i kâinât,

Nûr-i çeşm-i enbiyâ, çeşm ü çerağ-ı mâ tuî


“Hak Teâlâ Hazretleri’nin nazlısı, kâinatın en kâmil ve yüksek mertebelisi, peygamberlerin gözü nuru, bizim de gözümüz ve meş’alemiz olan kişi sensin!”


Der şeb-i Mi’râc bûde Cebrâil ender rikàb

Pâ-nihâde ber şer-i nüh künbed-i hadrâ tuî


“Mî’rac Gecesinde Cebrâil mâiyyette olduğu halde, dokuz mavi kubbenin üstüne ayak koymuş olan kişi sensin!”


Yâ Rasûlallah, tu dânî ümmetânet âcizend

Reh-nüma-yı âcizân-ı bî-ser ü bî-pâ tuî

254

“Ey Allah’ın elçisi! Sen biliyorsun ki, ümmetlerin âcizdirler ve başsız-ayaksız âcizlerin yol göstericisi ise sensin!”


Serv-i bustân-ı risâlet, nev-bahâr-ı ma’rifet

Gül-bün-i bâğ-ı şerîat, bülbül-i bâlâ tuî


“Risalet bahçesinin selvisi, ma’rifetullah vadisinin ilkbaharı, şeriat bağının gül fidanı ve kadri yüksek bülbülü sensin!”


Şems-i Tebrîzî ki dâred na’t-ı Peygamber zi-ber

Mustafâ vü müctebâ ân seyyid-i bâlâ tuî


“Şems-i Tebrizî (yâni Mevlânâ’nın kendisi) Hazret-i Peygamber’in na’tını (tasvir ve tavsifini) nice ihata ve ifade etsin ki, seçilmiş ve mümtaz olan o en yüce asil sensin!”


b. Molla Câmî’nin Na’tına Tahmis


Bazı meşhur na’tlara daha sonra gelen şairler, nazireler yazmış veya onlar üzerinde tahmis, tesdis... yoluyla işlemişlerdir. Meselâ Aydınlı meşhur şeyh Dede Ömer-i Rûşenî (ö. 1487)’nin “Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi” diye başlayan sevilen ve bestelenmiş na’tına, Beylikci İzzet Bey (ö. 1809)’in yazdığı tahmisi; ve yine Nefehâtü’l-Üns yazarı İranlı büyük alim, şâir ve mutasavvıf Molla Abdurrahmân-ı Câmî’nin (1414-1492) Arapça mülemmâlı Farsça na’tına, Türk şairi Hoca Neş’et’in (ö. 1807) yazdığı tahmis... vs. gibi. Ki bu sonuncudan bazı kısımları aşağıda sunuyoruz:


Bezm-i Câmî’de mey-i ışkın olup cür’a-keşi Olmuşam mest-i mahabbet, akıdup kanlı yaşı

Ururam na’re-i mestâne hemen subb u aşî

Lî habîbün medeniyyün arabiyyün kureşî

Ki büved derd ü gàmeş mâye-i şâdi vü haşî

255

“Molla Câmi’nin meclisinde aşk şarabının yudumlayıcısı olarak, gözümden kanlı yaş akıtarak muhabbet sarhoşu olmuşum, sabah akşam sarhoşlar gibi nâra atmakta, feryad etmekteyim. Benim Medineli, Arap soyundan, Kureyş kabilesine mensup bir sevdiğim var ki, onun dert ve gamı bana neşe ve hoşluk sermayesidir.”


Bundan a’lâ nedir uşşâkına ihsân u kerem

Olalar devlet-i didâr ile hoş-dil, hurrem

Suretâ firkat ü ma’nâda visâle her dem

Gerçi sad merhale dûrest zi-pîş-i nazarem,

Vechuhû fi nazarî külle gadâtin ve aşî.


“Onun aşıklarına bundan daha âlâ iyilik ve kerem ne olabilir; eğer onun didarına bakmak devletiyle gönülleri hoş ve sevinçli olsalar. Dışardan ayrılık gibi görünse bile, aslında onunla vuslat ve beraberlik her zaman devam etmekte. Gerçi, o benim gözümün önünden yüz fersah uzaktır ama, cemâli her sabah ve her akşam benim gözümdedir.”


Sûziş-i ışk-ı Nebî ile aleyhi’s-salevât

Söyle dil-teşne gidem mahşere, buldukda hayât

Ola sirâb dil-i huşk-lebân-ı Arasât

Maslahat nist merâ sîr ez-în âb-ı hayât

Dâafa’llàhu bihî külle zamânin ataşî


“Hazret-i Peygamber’in —ona salat ü selâm olsun— aşkına yanarak mahşere şöyle gönlüm susamış olarak gideyim. Haşr ve ba’s olduğu zaman, dudağı kurumuşların gönülleri Arasat’ta onun cemâliyle doysun ve kansın. Bu âb-ı hayata doymak ve kanmakta bana bir fayda yok; onun için, Allah her zaman ona karşı olan susuzluğumu artırsın.”


c. Sultan II. Mustafa’nın Bir Na’tı


Son bir nümûne olarak da Sultan II. Mustafa ibn-i IV.

256

Muhammed Han’ın (1664-1703 yine Hazret-i Peygamber’in medhi ve na’tı vadisinde yazdığı bir murabba’ı kaydedelim:


El-meded ey Fahr-i àlem, vey şefîa’l-müznibîn!

Nâzil oldu hakkına hem “rahmeten li’l-àlemîn” İşidelden vasfunı budur lisânımda hemîn

Es-salâtû ve’s-selâm, ey sàdıka’l-va’di’l-emîn!


Çağlayub her dem akar bu çeşm-i giryânum benüm

Fikr idüp nazr-ı cahîmi havf ider cânum benüm

Umaram rûz-ı cezada ola hem-râhûm benüm

Es-salâtû ve’s-selâm, ey sàdıka’l-va’di’l-emîn!


Dolmuşam bahr-i şekàvet içre, kârım seyyiât;

Ya ilâhi, sen hidâyet eyle bana, ver necat...

Sen şefâat kıl garibe, ey Rasûl-i kâinât,

Es-salâtû ve’s-selâm, ey sàdıka’l-va’di’l-emîn!


Ey Rahîm-i lâ yezâl etme hisâbı bendene

Cân u dilden özlerem ol cismi pâki görmeğe

Yâ Habîb-i Kibriyâ cem et Livâ-yı Hamd’üne

Es-salâtû ve’s-selâm, ey sàdıka’l-va’di’l-emîn!


Ümmetünden en hakîr ü bî-kesem ben yâ Rasûl,

Hazretüne etdüğüm vird-i salâtı kıl kabûl,

Âciz u Meftûni’i cennât-i adne et vusul,

Es-salâtü ve’s-selâm, ey sàdıka’l-va’di’l-emîn!




(Hakses Mecmuası, Hicret Özel Sayısı, Eylül-Ekim 1979, s.37- 39.

257
13. BİR NA’T-I ŞERİF