Hac Mevsimi Dolayısıyla 11. NÂBÎ’NİN TUHFE-İ HARAMEYN’İNDEN BİR ŞİİR
Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN
Bugünlerde birçok dindaşımız, yakınımız veya dostumuz, akın akın hac yolundadırlar. Bu hac farizası, İslâm dininin en muhteşem ve en hikmetli ibadetlerinden biridir ve her müslümanın gönlünde müstesna bir yer işgal eder. Daha önceden bu vazifesini yerine getirenler dahi, hac mevsimi gelince; veya çevresindeki bazı kimselerin hacca hazırlandıklarını görünce heyecanlanır; içinde tatlı bir tehassür, sıcak bir iştiyak, hüzünlü bir gıpta duygusunun kımıldadığını ve tekrar gitme arzusunun uyandığını hisseder.
Hac, dinimizce zengin ve güçlülere yöneltilmiş kesin bir emirdir. Yüce Mevlâmız, üzerlerine hac ibadeti terettüb edenlere, bu borcun ilk fırsatta îfâsını; o lezzetleri daha önce tatmış olanlara da tekrarını nasîb kılsın...
Aşağıda hac konusunda Nâbî tarafından yazılmış bir şiir ve açıklamasını veriyoruz. Bu konuyu, hac mevsimi içinde oluşumuz dolayısıyla seçtik. Şiirin de, müslüman kardeşlerimizin hislerine tercüman olacağını umuyoruz.
Asıl adı Yusuf olan Nâbî, Osmanlı Edebiyatının meşhur simalarındandır. Urfa’da doğmuş, 24 yaşlarındayken İstanbul’a gelmiş ve kabiliyetiyle kısa zamanda temâyüz etmiştir. Mazbut ve dindar bir divan şairi olan Nâbî, 1089 h./1678 m. yılında, devrin padişahından ve kendisinin hâmisi Musâhip Mustafa Paşa’dan izin isteyerek hac yolculuğuna çıktı. Dönüşünden bir zaman sonra da, bu seyahatini hikâye eden; geçtiği menzilleri, uğradığı şehirleri, karşılaştığı olayları, bazı müşahede ve duygularını anlatan Tuhfe- i Haremeyn adlı bir eser kaleme aldı. Mensur olup, yer yer Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerle de bezenmiş bulunan bu kitap, sonundaki ebced hesaplı:
Didüm tamâmına Nâbî, bu nüshanun târih:
Bu Tuhfe-i Haremeyn’üm kabûl ide Mevlâ..
beytinin de gösterdiği üzere 1094 h. / 1683 m. yılında tamama ermiştir. (Kütüphanelerde birçok elyazma nüshası bulunan eser, 1265 h. / 1849 m. yılı Şa’ban ayında İstanbul, Matbaa-i Amire’de, orta boy 112 sayfa olarak basılmıştır.)
Tuhfe-i Haremeyn (Mânâsı: Mekke ve Medine Hediyesi)’in üslûbu münşiyâne, dili ağır, secîli bir nesirdir. Bütünüyle bugün bizim düşündüğümüz seyahatnameler edâsında değildir. Buna rağmen değerlidir; içinde yazarına ve devrine ait bazı orijinal bilgiler, his ve heyecan mahsulü, güzel bazı manzum ve mensur kısımlar ihtiva ediyor.
Aşağıda, eserin 18. sayfasından Kasîde başlıklı bir şiiri, bunlara bir nümûne olmak üzere kaydediyoruz:
KASİDE
1. Gel gönül, azm-i reh-i Beyt-i Hudâ eyleyelüm!
Sa’y idüp Merve’ye tahsîl-i sefâ eyleyelüm!
2. İşimüz eylesün altun dü cihanda Mevlâ;
Nâv-dân-ı zer’ün altında dua eyleyelüm!
3. Arafât’un sürelüm hâkine yüzler, gözler,
Surh-rûy olmağa iksîr recâ eyleyelüm!
4. Leb-i lebbeyk-zen u çeşm-i sirişk-efşânı,
Kûçe-i hâhiş-i rahmetde gedâ eyleyelüm!
5. Kâse kâse çeh-i Zemzem’den içüp âb-ı hayat,
Cân-ı pür-illeti leb-rîz-i şifâ eyleyelüm!
6. Alalum gevher-i rahmet, virelüm nakd-i günâh;
Dili, sevdâ-ger-i bâzâr-ı Minâ eyleyelüm!
7. Bâb-ı sultân-ı serâ-perde-i lev lâk’e varup,
Kaddimüz, bâr-ı tazarru’la dütâ eyleyelüm!
8. Virelüm Ravza-i pâkine salât ile selâm;
İllet-i cürme, şefâate devâ eyleyelüm!
9. Olalum hâk-i der-i Ravza’sına nâsıye-sâ;
Cebhemüz, maşrık-ı hurşîd-i hüdâ eyleyelüm!
10. Geçürüp bendeleri defterine nâmumızı;
Yirimüz Haşr’de de zîr-i Livâ eyleyelüm!
11. Defter-i cürmi yakup eyleyelüm hâkister,
Nâbiyâ! Ayine-i kalbe cilâ eyleyelüm!..
(Vezni: Fâilâtün-feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilun-fa’lün)
Şiirin Meali:
1. Gel gönül! Beytullah yoluna yönelelim; Merve’ye sa’y edip sefa hasıl edelim (veya: Safâ’ya ulaşalım)!
2. Altın Oluk’un altında dua edelim; Mevlâ, iki cihanda işimizi altın gibi değerli kılsın!
3. Arafat meydanının toprağına yüzlerimizi, gözlerimizi sürelim de, al yüzlü (veya şerefli, itibarlı) olmak için iksir dileyelim!
4. O rahmet pazarında, lebbeyk diyen dudakları, yaş saçan gözleri dilenci eyleyelim!
5. Zemzem kuyusundan kâse kâse âb-ı hayât içip, hastalık dolu olan ruhu, ağzına kadar şifâ dolduralım!
6. Para yerine günah verip, mukabilinde rahmet mücevherlerini alalım; gönlü Mina pazarında tüccar eyleyelim!
7. (Lev lâke lev lâke le-mâ halaktu’l-eflâke) “Habibim! Sen olmasaydın, sen olmasaydın, muhakkak ki gökleri yaratamazdım!” otağının sultanı o yüce Peygamberin kapısına varıp; boynumuzu tazarru ve niyaz yükü ile iki kat bükelim, huzurunda eğilelim!
8. Onun Ravza-i Mutahhara’sına salât ü selâm verelim, cürüm illetine onun şefaati ile devâ sağlayalım!
9. Ravza’sının kapısı toprağına alın sürelim, alnımızı hidâyet güneşinin doğuş yeri kılalım!
10. Adımızı onun bendeleri defterine yazdırarak, Mahşer yerinde de Livâü’l-Hamd sancağı altında yer tutma imkânını elde edelim!
11. Ey Nâbî! Cürüm ve günah dolu amel defterlerimizi bu suretle yakıp kül ederek, gönül aynasını cilâlandıralım! (Eskiden aynalar mâdeni olur ve kül ile ovularak parlatılırdı)
(Diyanet Gazetesi, s. 154, 1 Aralık 1976, s.10-11)