• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 05. HACI BEKTÂŞ-I VELÎ VE BEKTAŞÎ TARİKATI
04. HACI BEKTAŞ AND THE BEKTAŞI ORDER

05. HACI BEKTÂŞ-I VELÎ VE BEKTAŞÎ TARİKATI



Dr. M. Es’ad COŞAN

(İng.den Tercüme: Hasan H. ERKAYA)


XII. ve XIV. Yüzyıllar arasında Kırşehir bölgesi, Türk kültürüne çok önemli katkılarda bulunmuş, çok önemli şahsiyetleri yetiştirmiştir. Bu şahsiyetler arasında Bektâşî tarikatı kurucusu Hacı Bektâş-ı Veli; şair ve felsefe ustası, Garibnâme’nin yazarı Aşık Paşa (1272-1333); Feridüddîn-i Attar’ın Mantıku’t-Tayr adlı eserini şiir olarak tercüme etmiş olan Gülşehrî; esnaf ve sanatkarın piri olan Ahî Evren, Izmir’i fethetmiş olan Caca Bey; ve Osman-ı Gàzi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali sayılabilir. Türkiye’nin siyasi ve kültürel tarihinde önemli bir rol oynamış olmasından dolayı, Hacı Bektaş ve Bektaşî doktrini hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışında ilgi çekmiştir.

1208-1270 yılları arasında yaşadığına inanılan Hacı Bektâş-ı Veli’nin hayatı hakkında çok az bilgi vardır. Horasan’lı Hacı Bektaş’ın Velâyetnâme veya Menâkıbnâme olarak bilinen kitabında hayatından bahsedilmektedir. Ancak, orada verilen bilgiler tamamen doğru olarak kabul edilemezler; çünkü, içinde bazı olağanüstü olaylar, kerametler ve tarihsel bilgilerle çelişen haberler mevcuttur. Bunun nedeni, yazılı belgelerden ziyade sözel olarak rivayet edilmiş olan bilgilerin, Hacı Bektaş’ın ölümünden çok sonra yazıya geçirilmiş olmasıdır. Dış şartların etkisiyle, arada geçen yıllarda tarikat ciddî değişikliklere uğramış, özgün kimliğini kaybetmiştir.

Bu kitaba göre Hacı Bektaş, Dördüncü Halife Hz. Ali’nin soyundan gelen, Nişapur (Horasan)’lı bir Bey olan İbrâhim-i Sanî ve Hatem Hatun’un oğlu olan bir hünkârdı. Yine bu kitaba göre, Hacı Bektaş, önce Lokman-ı Perende adlı bir mutasavvıf tarafından, sonra Şeyh Ahmed-i Yesevî tarafından eğitilmiş ve Şeyh Ahmed-i Yesevî’nin emriyle Anadolu’ya gelmiştir. Ahmed-i

166

Yesevî 1167 yılında vefat ettiği için, kitaptaki ifadeleri aynen kabul etmek mümkün olmaz.


Tarihi kaynaklar, Hacı Bektaş’ı İslam ve tasavvuf konularında çok bilgili, Horasanlı bir şeyh olarak ifade eder. Rivayetlere göre, pek çok yeri dolaştıktan sonra hacca gider ve kardeşi Menteş ile Anadolu’ya dönerek Kayseri, Kırşehir ve Sivas illerinde yaşar. Kardeşinin bir savaşta şehid olmasından sonra, yine Horasan tarafından gelmiş olan bir Babaî şeyhi Baba İlyas’ın yanında kalır. Daha sonra, Kırşehir’in 40 km güneydoğusunda kalan, sadece yedi haneden ibaret olan, Suluca Karahöyük mezrasına yerleşir (Şimdi burası Nevşehir’e bağlı Hacıbektaş ilçesidir.)

Sosyal ve dini geleneklere göre, önemli yolların kenarlarında, yolcuların güvenle kalabilecekleri ve ihtiyaçlarını giderecekleri yerler yapılırdı. Muhtemelen, Suluca Karahöyük, Kırşehir’den yeteri kadar uzakta, geçmişte çok işlek olan bir yol üzerinde kurulmuş, böyle bir konaklama yeriydi.

Hacı Bektaş’ın pek çok dervişi vardı ve bu dervişlerin bir kısmını diğer ülkelere misyoner olarak gönderdi. Menâkıbnâme

adlı kitapta, Hacı Bektaş’ın Akçakoca, Sarı Saltık, Ahmed Karaca, Tapdık Emre, Yunus Emre, Ahî Evren ve Seyyid Mahmud Hayranî ile, hatta genç Osman Gazi, Alaeddin Keykubad ve başka şahsiyetlerle görüştüğü yazılıdır; ancak, bunu doğrulayan başka kayıtlar yoktur.


Çeşitli kaynaklarda, Hacı Bektaş’ın 1270 yılında Suluca Karahöyük’te vefat ettiği belirtilmektedir. Türbesi, farklı zamanlarda ilginç mimarı tarzlarla yapılan evler ve diğer binalarla çevrelenmiştir. Bu yer “Pir evi” olarak adlandırılır ve her yıl 16-18 Ağustos tarihlerinde pek çok kişinin katıldığı anma törenleri yapılır.

Hacı Bektâş-ı Velî tasavvuf konusunda çeşitli kitaplar yazmıştır. Bu kitaplar arasında en önemlisi Makàlât

kitabıdır. Eksik ve belirsiz bir takım tarihsel belgeler, onun kişiliği

167

hakkında çelişkili ifadeler içermekle birlikte, Makàlât kitabı onun düşüncesi hakkında bize önemli bilgiler verir. Onun alçak gönüllü, samimi ve olgun bir derviş olduğunu gösterir.


Makàlat kitabında sekiz bölüm vardır:

1. Müslümanın dört çeşidi, özellikleri ve namaz kılma biçimleri

2. Şeriatın dereceleri.

3. Tarikatın dereceleri.

4. Marifetin dereceleri.

5. Hakikatın dereceleri.

6. Kalbin tabiatı ve halleri.

7. Şeytan ve ona yardımcı olan alışkanlıklar.

8. İnsanın yaratılışı ve değeri.


Hacı Bektâş-ı Veli’ye göre Allah’a yaklaşmada dört aşama vardır:

1. Şerîat: İslami hükümler.

2. Tarîkat: Tasavvufi yolun prensipleri.

3. Ma’rifet: Dini ve mânevi konularda bilgi sahibi olmak.

4. Hakîkat: Dinin, hayatın ve evrenin bütün gizemlerini öğrenmek.

Bu sınıflandırmaya göre, Müslümanlar dört guruba ayrılır: Şeriata uyan àbidler, tarikat yolunda olan zâhidler, ma’rifet ilmine sahip àrifler ve Allah’ı gerçekten seven muhibler.


Hacı Bektâş-ı Veli, bu dört grubu şu şekilde açıklar:

Şerîat: Temizi kirliden doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği. İnsan bilgi sahibi olarak, Allah’ın Kur’an’da emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklarından da kaçınmalıdır. Ama bilgi sadece tek başına insanı yükseltemez.

Tarîkat: Dervişlerin gece gündüz ibadet ve zikirle meşgul olmaları. Onların ahiret hayatı için hazırlanmaları, amaçsız ve gayesiz bir hayat tarzından kaçınmaları gerekir. İbadetler yeteri kadar canlı değilse ve kendisinde kibir varsa, dervişin yükselmesi beklenmez.

168

Ma’rifet: Allah’ın bilgisine erişmiş olan dervişler su gibi, hem temiz hem de temizleyicidirler. Onlar Allah’ın sevgili kullarıdır. Dünyada ve ahirette herhangi bir menfaat beklemeden, kurallara uyar, emirleri tutar ve yasaklardan kaçınırlar.

Hakîkat: Gerçeğe ermiş olan kişiler en yüksek makamdadırlar. Alçak gönüllüdürler, kendi hallerinde ve hallerinden razıdırlar. Allah’ın huzurunda kendilerini hiç yerine koyarlar. Dâimâ Allah’ın huzurunda olduklarının bilincindedirler ve münâcaat halindedirler. Onlar Allah’ı, Allah da onları sever.


Bu dört aşama dört kapı gibidir. İnsanın yükselmesi için bu kapılardan geçmesi gerekir. Her kapı on adımda veya yükümlülükle geçilir. Böylece kırk makam aşılmış olur. Bu makamları birer birer geçmeden Allah’a erişilmez. Meselâ, gerçekten inanmadan namaz kılanın, zekâtını eksik verenin, haccını tam yapmayanın, Hazret-i Muhammed’e inanmayanın

169

yaptığı ibadetler tamamen boşa gider.

İnsanda şeytanî ve melekî duygular sürekli bir çatışma halindedir. Bir tarafın hükümdarı hikmet, başveziri iman, komutanları bilgi, cömertlik, edeb, alçak gönüllülük, sabır, haramdan kaçınmak, Allah’tan korkmak, takvâ, güzel ahlâk ve diğer faziletlerdir. Bu faziletlerin her birinin emrinde yüzbinlerce asker vardır. Diğer tarafın hükümdarı ise şeytan, başveziri nefistir. Komutanları arasında ise kibir, hased, kabalık, hırs, tamah, cimrilik, gazap, mâlâyâni konuşmak, soytarılık ve kahkaha vardır. Bu komutanların emrinde de yüzbinlerce asker bulunur.

İnsanın kendisini, kendi iyi ve kötü taraflarını bilmeden savaşı kazanması mümkün değildir. Bu nedenle, Hacı Bektaş, insanların kendilerine bakmalarını tavsiye eder. İnsanın kendisini bilmeden Allah’ı bilemeyeceğini vurgular; çünkü, Allah insanın kendisine kendi varlığından daha yakındır. Hacı Bektaş bu hususa çok önem verir ve kitabının bir bölümünde insan vücudunu inceler. İnsan vücudu ile dış alem ve evren arasındaki benzerliklere işaret ederek, insanın “küçük bir evren” olduğu sonucuna varır.


Hacı Bektâş-ı Veli’nin ele aldığı kötü huyların başında gösteriş, ikiyüzlülük ve tutarsızlık gelir. “Ey Zavallı!” der. “Senin için imanın bir anlamı kalmamış. Hem ‘Allah’a imanım var!’ dersin, hem de emirlerini tutmazsın. Hem ‘Meleklere imanım var!’ dersin, hem de insanların görmedikleri yerde, fakat vücudundaki üç yüz altmış meleğin farkına varmadan günahlar işlersin. Hem ‘Kitab’a, Kur’an’a imanım var!’ dersin, hem de kalbinde kötü niyetler tutarsın. Hangi kitap sana böyle olmanı emreder? Allah’ın seçkin kulları bir gün oruç tutup bir gün iftar edip, gece gündüz ibadetle meşgul oldukları halde, geleceklerinden emin olamazken, mahkeme-i kübrâda adaletten korkarken, sen ne halde olacaksın?.. O günde günahlarının seni karşılayacağından emin olabilirsin.” Hacı Bektaş, başka yerlerde şunları söyler: “İçinde kötülük varken, dışının temiz olmasının hiçbir yararı yoktur. Bir kabın içi kirli ve kapağı sıkıca kapalı olsa, on yıl süresince günde bin defa

170

kabın dışını yıkasan, kabın içi yine kirli kalır. Ne yazık ki senin için kibir, hased, cimrilik, gazap, iftira, kahkaha ve budalalık dolu. Bütün bu kirler içinde dururken, dışını suyla yıkaman seni nasıl temizler?.. Bu günahlardan sadece birini yaptığında, kıldığın namaz boşa gider. Bunların sekizi birden bir kimsede bulunursa, onun cezası ne olacaktır?”


Hacı Bektâş-ı Veli, Allah’a olan sevgi ve istek ifade eden niyaza çok önem vermiştir. Bu nedenle muhibleri, inananların en üst grubunda saymıştır. Doğum yeri olan Nişapur’un Melâmet tarikatının merkezi olması ve bu tarikatta sevgi ve harmoninin teşvik edilmesi, riya ve gösterişten kaçınılmasının Allah’a ulaşmak için gerekli sayılması, önemli bir gerçektir. Allah sevgisi konusunda kendi görüşlerini aşağıdaki kesitte görmek mümkündür:

Bir kişi “Ya Rabbi!” diye Allah’a yönelirse, Allah da ona yönelir. Bu duadan ve cevaptan bir nur çıkar. Semanın yedinci katında, bu nurun huzmelerinden yüzbinlerce çiçek açar; semanın altıncı katı bu çiçeklerden gelen ışıkla aydınlanır. Beşinci kat sema esmer amber kokusuyla; dördüncüsü, abir; üçüncüsü, reyhan; ikincisi, misk; birincisi, gül kokusuyla dolar taşar. Sekizinci semada melekler çiçekleri toplayıp bütün sekiz semayı donatırlar. Allah dostu birisi hayatının sonuna geldiği zaman, melekler o kişiye bu çiçekleri koklamaları için verirler ve o güzel kokulardan zevk alırken ruhunu alırlar.

“Böyle bir kimse ölüm korkusu veya acısı yaşamaz. Hazreti Yusuf’un güzelliği karşısında kadınlar elma soyacağız diye ellerini doğramışlardı ve bir şey hissetmemişlerdi.”


Hacı Bektâş-ı Veli’de insana yönelik sonsuz bir sevgi ve hoşgörü vardı. Olgun bir insanın bu hayatta alçak gönüllü olması gerektiğini, yetmiş iki milleti hor görmemesi gerektiğini ve başkalarını ayıplamaması gerektiğini öğretmiştir. Olgun insan, bütün yaratıklara, insan olsun hayvan olsun, iyi davranmalıdır ve hiçbir şeye zarar vermemelidir.

171

Bazı araştırmacılar Hacı Bektâş-ı Veli’nin Batınî görüşünde olduğunu iddia etmişlerdir, fakat bu iddia yukarıda verilen görüşlerle uyuşmaz. Eflâkî’nin, Hacı Bektaş hakkında “Bilgisine rağmen şeriat kurallarına uymaz, namaz bile kılmazdı” iddiaları da Hacı Bektaş’ın kendi sözleri yanında geçersiz kalır. Benzer şekilde, On iki İmam’a, tevellâ (Hz. Ali ve ailesini sevme) ve teberrâ (Hz. Ali’yi sevmeyenleri sevmeme) ilkelerine inanan Şii mezheblerine yakınlığı da kabul edilemez.

Hacı Bektaş’ın eserlerindeki stili, Kur’an ayetlerini ve hadis-i şerifleri sık sık dile getirmesi, Türklere hitab etmesine rağmen eserlerini, eğitim görmüş sınıf arasında adet olduğu üzere Arapça yazması, onun muhafazakâr duygular taşıdığına bir işarettir.


Hacı Bektaş ve tarikatı aynı zamanda cesareti, cömertliği, nefsine hâkim olması, sabırlı olması ve diğer güzel meziyetleri ile bilinen gençlerin oluşturduğu Fütüvve adı verilen bir cemiyetle de ilgili idi. Daha önceki bir dönemde, bu özelliklere ve mistisizme dayalı bir tarikat İran, Suriye ve Mısır’da oldukça yaygın bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu tarikatın 13. ve 14. Yüzyıllarda Anadolu’da var olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Ünlü seyyah İbn-i Batuta’ya, seyahatleri sırasında bu tarikat tarafından sahip çıkılmıştır. İbn-i Batuta, Ahî olarak bilinen bir şeyh tarafından yönetilen ve özel bir kıyafet giyen fetâlardan (genç erkeklerden) bahseder. Bu tarikatın üyeleri, yolculara ve yabancılara, onların güvenliği için silahlı koruma sağlamakla, haydutları etkisiz hale getirmekle ve esnaf ve zanaatkarlara iş bağlantıları sağlamakla ünlüdürler.

Bu nedenle, eski Bektaşîlerin Ahî tarikatıyla sıkı bağları vardı. Hacı Bektâş-ı Veli’inin bağlı olduğu Horasan’daki Melâmet tarikatı, aslında, ilk günlerinden beri Fütüvve’ye bağlıdır ve tasavvufun birçok taraftarı her iki tarikatı da izlemiştir.


Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın ve Anadolu’nun esnaf ve zanaatkarlar loncalarının lideri olan Ahî Evren’in çok iyi arkadaş olduğunu söylenir. Ahî Evren bizzat kendisi demiştir ki: “Kim beni

172

şeyhi olarak tanırsa, Hacı Bektâş-ı Veli’yi de öyle tanır.” Eski Bektâşîlerin çoğu, aslında, Ahîliğin de üyesiydiler ve Osmanlı fethini gerçekleştiren Türk kuvvetleri ile Batı Anadolu’ya taşınmışlardır. Daha sonra Balkanlara yerleşmek için Türk kültürünü de alarak batıya doğru devam etmişlerdir.

Bektâşî üyeliğine kabul töreni (eğer öpme, kemer takma, aynı kupadan içme), bu törende giyilen özel giysi ve edilen dualar tamamen Ahî tarikatından gelmedir.


Hacı Bektâşî’nin doktrinini Yeniçerilere aktarması, Yeniçerilerin kurucularının —Kara Rüstem, Seyyid Ali Sultan, Gazi Evrenos ve Abdal Mûsâ gibi bir çok askerin— Ahî tarikatıyla ve dolayısıyla Hacı Bektaş ile ilgili olmasından kaynaklandığı sanılır. Esasında Hacı Bektaş, Yeniçeriler kurulmadan çok önce, hatta Osmanlı Beyliği kurulmadan çok önce vefat etmiştir.

Bununla beraber Yeniçeriler, Hacı Bektâş-ı Veli’de teşkilatları için doğru insanı görmüşlerdi. Osmanlı Devleti’nin bazı hükümdarları ve ordu kumandanları Hacı Bektâş-ı Veli’nin anısına binalar ve çeşmeler yaptırmışlar ve Bektâşî tarikatının yararına bağışlarda bulunmuşlardır. Yeniçeriler “Hacı Bektâş-ı Veli’nin oğulları” olarak bilinirdi ve 94. Orta (ordu, alay) daima tarikattan bir üyeye sahipti ve tarikat lideri seçim töreninde yeniçeri ağası tarafından ödüllendirilirdi.

Bu iki birbiri ile ilgili organizasyon, Yeniçeriler ve Bektâşîler, aynı kaderi paylaştılar; II. Mahmud Yeniçerileri kaldırdığında, Bektâşî Tarikatı’na da bir son verdi.


Hacı Bektaş, Horasan’daki Melâmet tarikatıyla ilgisi olan ünlü Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ile aynı çağda yaşamıştır. Bu iki insanın, hoşgörüleri ve insancıl yönleri açısından birçok ortak noktası vardır. Bununla beraber, Mevlânâ eğitimli sınıflara hitap edip, edebî Farsça yazarken, Hacı Bektaş daha çok köylülere ve askerlere hitap etmiştir. Mevlâna’nın etkisi Kapadokya’da ve iki müridi Şeyh Süleyman Türkmenî ve Muhammed Aksarayî’nin tekkeler kurduğu, Kırşehir civarında hissedilmiştir. 1273’de bir

173

okul ve cami yaptıran Kırşehir’li Emir Nureddin de Hacı Bektâş-ı Velî’nin müridlerindendir. Hacı Bektâş-ı Veli’nin halifelerinden birisi olan Şeyh İshak’ı, Konya’ya Mevlânâ’yı görmesi için, bazı dervişleri ile birlikte gönderdiği Eflakî tarafından (d.1360) söylenir.

Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ arasında geçen meşhur bir olay, bu iki şahsiyet arasındaki farkı ortaya koyar. Birisi alçak gönüllü, vakur ve gösterişten hoşlanmayan bir hoca; diğeri ise aşkın, sevginin en yükseğiyle kendinden geçen ve coşan bir şair... Hacı Bektaş Mevlânâ’ya sorar:

“—Niçin böylesin? Ne istiyorsun? Niçin yerinde duramıyorsun? Aradığın şeyi, maksudunu, bulduysan, amacına eriştin demektir; oturup sessiz durman gerekmez mi?.. Amacına ulaşmadıysan, niye böyle gürültü yapıp insanları rahatsız ediyorsun?”

Bu eleştiriye Mevlânâ bir şiirle karşılık verir:

“—Eğer senin yârin, dostun, sevgilin yoksa, neden taleb etmiyorsun?.. Eğer yârını, sevdiğini, dostunu bulup ona kavuştuysan niçin tarab etmiyorsun?.. Oturmuşsun yerinde sessizce ‘Ne acaib davranıştır’ dersin. Asıl şaşılacak kişi sensin ki böyle aşk, vecd, ve coşkunluk içine girmezsin.”


Bektâşî ve Mevlevî tarikatları arasındaki ilişki, Hacı Bektâş ve Mevlânâ’nın ölümünden sonra da devam etti. XV. Yüzyıl’da bir Mevlevî şeyhi, Divane Mehmet Çelebi, Bektâşî tarikatı dervişleriyle Hacıbektaş kasabasını ziyaret etti. XV. Yüzyıl’da yazılan Velâyetnâme adlı kitapta da Mevlâna hakkında çok iyi şeyler yazılıdır.

Türk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden olan Yunus Emre’nin (ö. 1320) şiirlerinde, Hacı Bektaş’ın bazı görüşlerinin ifade edildiğini görebiliriz. Hacı Bektâş-ı Veli gibi, Yunus Emre de kırk basamak ve dört kapıdan bahseder, Namazın ve Allah’ı tefekkürün değerini anlatır, yetmiş iki milleti hor görmemek gerektiğini vurgular? İnsan içinde süregelen şeytànî ve melekî kuvvetlerin çatışmasını ele alır. Bu kuvvetlere ait komutan ve askerlerden, insanın iyi ve kötü alışkanlıklarından söz eder. Genelde kabul

174

gören bir görüşe göre, bu ifadeler Yunus tarafından daha sonraları bir tarihte ilave edilmiştir. Bazı hususlar da el-Risâletü’n-Nushiyye

kitabına alınmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre arasında doğrudan veya dolaylı yakın bir ilişkinin var olduğu açıkça görülür.

Başka bir XIV. Yüzyıl şairi, Said Emre de Hacı Bektâş-ı Velî’den saygıyla bahseder ve ona ait fikir ve ifadelere yer verir. Açıkça görüldüğü gibi, Bektâşî doktrinini takip eden bu şairlerin şiirleri milli zevke uymuş ve erken dönem Türk Dil ve Edebiyatı’nın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.


Bektâşî doktrini, yeni fethedilen yerlerde, özellikle Yeniçerilerin etkisi altında hızla yayıldı, fakat kısa bir süre içinde, kuvvetli liderleri olmaması, doktrine ait oturmuş yazılı edebî eserlerin yoksunluğu ve merkezi bir otoritenin olmaması nedenleriyle, tarikatın temel ilkelerinden sapmalar başladı. Sonraki yıllarda, Haydariye, Edhemî, Kalenderiye ve Hurufi tarikatları gibi dışlanmış görüşlerin, saf ve temiz olan Bektâşî Tarikatı’na

175

alınması, başka din ve kültürlerle olan ilişkiler, başka dinden dönenlerin etkisi ve XVI Yüzyıl’da İran’dan gelen yoğun Şii propaganda, Bektâşî Tarikatı’nı iyice tanımlanmamış, heterojen ve kozmopolit, değişik kesimlerden gelen insanların ihtiyaçlarını karşılayan, Şeriat kurallarının terk edilip, ateist kuralların benimsendiği bir birlik durumuna düşürmüştür.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, bu hususu vurgulamaktadır ve ilk Bektâşî dervişlerinin saflığı, şevk ve gayretleri ile, daha sonradan gelen Bektâşî dervişlerinin temel prensipleri yanlış anlamaları, temel gaye ve ideallerden sapmaları arasındaki farka dikkat çekmektedirler.


Dinî bir lider ve bir ahlâk hocası olan Hacı Bektaş-ı Velî, Osmanlı Devleti’ne gidişi hazırlayan önemli şahsiyetler arasında sayılmalıdır. Mevlânâ eğitim görmüş sınıflara, alimlere, şair ve sanatçılara hitap ederken; Hacı Bektâş-ı Velî de askerlerin ve köylülerin muhayyilelerine ilham katarak ve duygularını yükselterek, onların mânevî lideri olmuştur. Ünü pek çok ülke ve kıtaya ulaşmıştır. Doğrudan bir eğitimci olarak veya dolaylı olarak Türk Dil ve Edebiyatı’nı teşvik ederek, kendini halka adamıştır. Bu şekilde, yüzyıllar boyunca milyonlarca insanın gönlünde yaşayagelmiştir.




(Arts Of Cappadocia, s.190-194, Genova /Switzerland 1971’den tercüme edildi.)

176
06. BAZI YAZMALARDA GÖRÜLEN BİLMECELİ TARİH KAYITLARI