• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 18. ECDADIMIZDA İLME HÜRMET
17. ECDADIMIZDA HOCAYA HÜRMET

18. ECDADIMIZDA İLME HÜRMET



Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN


Diyanet Gazetesi’nin bir önceki sayısında yer alan tarih sohbetimizde, ecdadımızın dine, ilme ve âlimlere verdiği değere bir misal olmak üzere, II. Murat devri Osmanlı alimlerinden Molla Tâceddin’in, hac yolculuğuna çıkan hocası Molla Yegân’ı İznik’te nasıl karşılayıp misafir ettiğini, müstesna bir şekilde ağırladığını, derin ve içten bir hürmet duygusuyla, nasıl elini bırakıp ayağını öptüğünü yazmıştık.

Bu yazımızda da, aynı konuyla alâkalı olarak Molla Tâceddin’in oğluna ait bir vakıayı zikretmek istiyoruz. Oğluna geçmeden önce, biraz babasından bahsedelim:

Molla Tâceddin, İznik Medresesi’nde müderris idi: Hatiboğlu

lakabıyla dinî Türk edebiyatına hadîs, tefsir ve tasavvuf sahalarında mühim eserler bırakmıştır. Kaynakların ve bu eserlerin incelenmesinden, onun müteşerri’, ihlâslı, samimî bir müslüman olduğu, sağlam bir ahlâka ve vakur bir görünüşe sahip bulunduğu anlaşılıyor. Çocuklarını da, kendisi gibi dindar, ilim haysiyetine sahip, eğilmez, onurlu kimseler olarak yetiştirmiştir.


Oğullarından Muhyiddîn-i Muhammed, ilk feyzini ve ilmini babasından almış, sonra ilim yolunda derece derece ilerleyerek Fatih Sultan Mehmed devrinin en büyük, en meşhur müderrislerinden biri olmuştu.

Hatibzâde diye şöhret kazanan bu Muhyiddin Efendi, Fatih’in meclislerinde bulunduğu gibi, ondan sonra II. Bayazıt’ın da hürmet ve teveccühüne mazhar olmuş; Arapça bazı dinî eserler yazmış, nihayet hicrî 901 (milâdî 1497) yılında ahirete irtihal eylemişti.

Osmanlıların bu devirlerine dair önemli bir tercüme-i hal kaynağı olan Hadâiku’ş-Şakàik’ta, bu Hatibzâde Muhyiddin Efendi hakkında bazı bilgiler yer alır. Bunlar arasında zikredilen bir vakıa bizim dikkatimizi çekti; çünkü Hatibzâde’nin, muasırları

99

tarafından pek iyi değerlendirilememiş bazı ahlâki özelliklerini aksettiriyordu. Ayrıca babasının davranışlarıyla irtibatlandırılıp birlikte mütalâa olunduğunda, bir başka renk ve mânâ kazanıyordu. Hem o devrin zihniyetinin, hem de Hatibzade’nin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağından, sizlere anlatmayı uygun bulduk. Vâkıa şöyle:


Merhum Hatibzâde, iki seçkin ve yetişkin talebesini de, edeb- erkân öğrensinler diye, yanına alarak, bir bayram günü, Sultan II. Bayazıt’ın sarayına, bayram tebrikleşmesine gitmiş. Divân-ı Hümâyun’da, zamanın müftüsü Efdalzâde’nin, vezirlere eğilerek selâm vermesi üzerine, tenkid ve îkaz sadedinde ona şöyle diyor:

“—Niçün hetk-i ırz-ı ilm ü irfân ve fetk-i nâmus-ı fazl u ikan eyledün? Zira bu tàife (yâni vezirler) zümre-i ulemânın hüddâmıdur; mehâdîm-i kirâm, hüddâma iltifat eylemek, şüref-i şerefden sükùt ve rütbe-i izzetten tenezzüldür... Senün gibi sahîhü’n- neseb celîlü’l-haseb kimesneden bu makûle sû-i edeb sudur eylemek acebden acebdür...”

100

Nihayet padişahın huzuruna varmışlar. Padişah onları görünce, ecdadı gibi, ilme ve âlimlere hürmetinden dolayı, yedi adım öne yürüyüp karşılamış ve umulmayacak derecede riayet göstermiş.

Hatibzade, o zamanın saray adabına göre padişahın önünde eğilmesi gerekirken, baş eğmemiş; sadece sözle selâm vermekle iktifâ etmiş. Vezirler bile padişahın elini eteğini öperken o, musafaha (el sıkışma) ile yetinmiş. Hatta duà-yı bekà-yı devlete (hükümdarlığının devamı için dua) dair bir söz bile söylememiş.

Saraydan dönerken, beraberindeki talebeleri Hatibzâde’ye, padişah ile o şekilde tebrikleşmenin hürmetsizlik ve serkeşlik olabileceği yolunda îmada bulununca, şu cevabı veriyor:

“—Anun ayağına varmak, eştât-ı esbâb-ı mücahâtı şâmil ve esnâf-ı âlâf-ı mübâhâtı müştemil riayetdür; bu mertebe, rütbe-i kâfi ve bu kadar kadr-i vâfidür. Bundan ziyade tevkîri tevfir ve tekbiri teksir, keremde israf u tebzîrdür. Şehriyâr-ı mekrümetşiàrımuz bu iclâl ü i’zâma râzîdur, siz bilmezsiniz.”


Anlaşılıyor ki Hatibzâde, tebrik için padişah sarayına kadar gitmeyi bile, bir din alimi için büyük bir fedakârlık ve tâviz sayıyor. El öpmek, eğilmek gibi hürmet ifadelerini ise, aşırı ve dînen hatalı buluyor. En mühimi ilmi, vezirlerin ve paşaların payesinden daha üstün görüyor.

Onun bu tarz düşünüş ve davranışları bizce, çağından ileri, asil, cesur ve vakur bir merhaledir. Bunların değeri, Hatibzâde’nin mensub olduğu aile ve hele babasının Molla Yegân’a gösterdiği olağanüstü hürmet göz önüne getirilince, daha iyi anlaşılmaktadır. Demek ki ecdadımız, kendisini yetiştiren hocasının ayağını öpmekten çekinmezken, padişahların, vezirlerin ve paşaların önünde kendi değerini korumasını biliyor; yerleşmiş saray törelerine uymama cesaretini gösterebiliyor.

Bu cins fazîletli alimler, o zamanlarda hiç de az değildi. Bunları —inşâallah— ileriki yazılarımızda anlatmağa devam edeceğiz.


(Diyanet Gazetesi, s.197, 15 Eylül 1978, sf. 4 ve 6)

101
19. OSMANLI DEVLETİ NASIL GELİŞTİ?