• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 07. BİR İLÂÇ VE BİR TATLININ TÂRİFNÂMESİ
06. NEYİ VE KİMİ SEVMELİYİZ?

07. BİR İLÂÇ VE BİR TATLININ TÂRİFNÂMESİ



Doç. Dr. Halil NECATİOĞLU


Dindar, yaşlı ve sevimli bir dostu ziyarete gitmiştik. Ben, hüsn- i hat merakım dolayısıyla duvarlardaki eski-yazı levhalarını incelerken, bir levha özerinde ilgi çekici ve hoş bir ilâç târifnâmesine rastladım, ilâcın hazırlanışı şöyle:

TEVBE kökü, İSTİĞFAR yaprağıyla karıştırılacak; GÖNÜL havanına konulup, TEVHİD (La ilâhe illa’llàh) tokmağı ile güzelce dövülecek; İNSAF eleğinden geçirildikten sonra, GÖZYAŞI ile hamur kıvamına getirilecek; ŞEVK ateşiyle pişirilecek; MUHABBET balı katıştırılıp, karıştırılacak.

Böylece hazırlanan ilâcın, KANAAT kaşığı ile sabah-akşam, gece-gündüz alınması gerektiği ve her türlü derûnî-mânevi rahatsızlığı iyileştirdiği belirtilmiş.


Bu ilâç târifnâmesi bize, 15. Yüzyıl’da yaşayan Hatiboğlu Muhammed’in Ferahnâme’sinde gördüğümüz başka bir tarifnâmeyi hatırlattı. Onun hikâyesi de şu:

Ebû Alî adlı bir kişi der ki:

“Basra şehrinde bir velî olduğunu söylediler; görmek ve ziyaret edip duasını almak niyetiyle Basra’ya gittim. Bazı kimselere yerini sordum:

‘—Az önce mezarlık tarafına çıktı.’ dediler.

Arkasından gittim. Beni görünce acele ile mezarlığın mescidine girdi, kapısını kapadı. Kulağımı kapıya dayadım. Şöyle niyaz ediyordu:

‘—İlâhî! Seni arzulayanlar halktan, şöhretten, gösterişten kaçtılar; sırf sana rağbet ettiler. Sana müştak olanlar halktan ayrı durmuşlar, tenhalarda seni zikretmişlerdir. Bana da senden başkası gerekmez.’

Ben, kendisine bir hizmette bulunmak, istiyordum; seslendim:

61

‘—Bir arzunuz var mı? Meselâ herhangi bir şey getirmemi ister misiniz?’ dedim.

[Bu soruya verdiği karşılığı aynen nakledelim:]


Didi kırk yıldur hiç arzu itmedüm,

Arzular olduğı yola gitmedüm.


Bunca yıldur Hak dîdârın isterem,

Dimedi bir gün dahi uş gösterem.


Hak dîdârın arzulamakdur işüm,

Andan artuk dahi yokdur cünbüşüm.


Ben:

‘— Biraz tatlı getirsem yer misin?’ dedim.

‘— Sen bilirsin.’ dedi.

Döndüm, hàlis şekerden makbul cins bir tatlı getirdim, önüne

62

koydum.

‘— Ben böyle tatlı istemiyordum ki.’ dedi.

‘— Pekiyi, senin istediğin nasıl bir tatlı?’ dedim.

İçini çekerek şöyle cevap verdi:

‘—İTAAT ve İBADET hurmasını alır, içinden KİBİRLİLİK çekirdeğini çıkarır, KULLUK ve HİZMET unuyla karıştırırsın; ayrıca BELÂ ve MİHMET yağına, RIZA ve TESLİMİYET zağferânını katar, TEVAZÛ ve MESKENET tenceresinde hepsini birlikte koyar, üzerlerine SAFA balını dökersin. Altına İŞTİYAK ateşini yakar, İHTİYAT çomçasıyla [kepçesiyle] ağır ağır karıştırıp pişirdikten sonra, ŞÜKÜR tabağına koyarak önüme getirirsin! İşte benim istediğim tatlı bu... Her kim bu tatlıdan üç lokma yese, göğsüne şifa, gönlüne nur olur, canına rahatlık gelir.’


İmdi sen de KİBRİ terk eyle iy yâr!

Yu HASEDden içüni iy nâm-dâr!


NEFSüni kahr eyle iy yâr-ı güzîn,

Yâr idin kendüzüne İslâm u dîn.


Ger emîn olmak dilersen iy amû,

MESKENET kıl baya, yoksula kamu.


Meskenetden hâsıl olur her sevab,

İş budur va’llàhu a’lem bi’s-sevâb.”



(İslâm Mecmuası, München, B. Almanya, Mayıs 1976, s.104)

63
08. ZARİF BİR DİNÎ HİKÂYE