• /
  • Kütüphane
  • /
  • Mehmed Zahid Kotku (KS) ve Tasavvuf
  • /
  • 61 ilâ 80. sayfalar
41 ilâ 60. sayfalar

Belirleyemediği zaman acı duyar, tövbe eder. Namaz vakitleri geçerken müslüman müthiş bir telaştadır. Sanki hayatını değiştirecek bir randevuya yetişemeyecek gibi bir sıkıntı içindedir. Maddi geleceği için çok önemli bir toplantıda, namaz saati tehlikeye girmiş ise, tercihlerini yeniden sıralama ihtiyacı duyar. Namazdan hayata, hayattan namaza sürekli bir iletişim vardır. Namazla hayat bütünleşir adeta, müslüman için abdestle donanmış temiz bir dünya ortaya çıkar.

Bu kaygı müslümanı temiz dünyayı varsa yaşamaya, yoksa araştırmaya sevkeder. Ruhi disiplinini zorlayan şartların farkına vardırır. İş hayatından, aile hayatına, eş, dost muhitine kadar, ilişkide bulunduğu insanları yeniden değerlendirmeye, İslâm'ın aradığı dünyaya katkılarına bir kere daha bakmaya zorlar. İnsan hayatı ne kadar girift bir ilişkiler yumağı ise, müslüman bu yumağı bir uçtan çözerek, her kesimi İslâm'ın ölçüsünde tartıya koyar. Her anı müslümanca yaşama kaygusu böylece, müslümana yeni bir dünyayı kurma yolunda kapı aralar.

61

Günün muhasebesi bir anlamda müslümanın eksileri ve artılarıdır. Ödenmesi gereken ne kadar ödenmiştir. Günlük açık ne kadardır? Açığın sebepleri nedir, nelerdir? Yenigün için nasıl tedbirler alınmalıdır? O sebeple yenigün müslüman için dündan daha diri bir gündür, ilk ışıkları İslâm'a daha bir azimetle sarılma, onu daha bir yürekten yaşama duygusuyla yüklü bir gündür.

Müslüman geriye akan her saniyeye, akşam yapacağı günlük muhasebe için bir müsbet değer, yüklemeye gayret eder. Bu elbet büyük muhasabeye hazırlıktır, önünde yüzlerce soru vardır müslümanın... Namaz kılıyorsunuz; namazınızı eğilip kalkmaktan kurtaracak özü buldunuz mu?.. Oruç tutuyorsunuz; orucunuz sırf aç kalmaktan mı ibaret, yoksa gerçek bir ibadet, Allah rızası için bir ibadet haline geldi mi?.. Sadaka veriyorsunuz, sağ elinizin verdiğini sol elinizin duymayacağı derecede bir mahviyeti gözettiniz mi? Yoksa elinizin açıklığını reklam edebilmek için, bir fakiri de istismar mı ettiniz?..

Kumarın yasak olduğunu biliyorsunuz, inanıyorsunuz; kumar biraz örtülü hale geldiğinde de, inançlarınızı aynı selâmet içinde tutabiliyor musunuz?.. Zekât veriyorsunuz; zekâtı bir lutuf gibi telakki edip, onu verirken bir üstünlük vasıtası haline mi getiriyorsunuz?.. Yoksa malınız içindeki fakirin hakkını, asli sahibine iade eder gibi bir duygu içinde misiniz?.. İşinizle ibadetinizi tercih etmek durumunda kalsanız, hangisini tercih ederdiniz? Niçin?.. Patronunuzla Allah'ın haklarını karşılaştırıp da bocaladığınız oldu mu?

62

Allah'a inanıyorsunuz. İnsanı Allah'ın yarattığına, mülkün sahibinin Allah olduğunu inanıyorsunuz. Her şeyin Allah'ın dilemesiyle meydana geldiğine, hüküm ve hikmet sahibinin de Allah olduğuna inanıyorsunuz. İnanç safhasında katıldığınız bütün bu hususlar hayatınıza taşındığında da aynı inanç bütünlüğünü koruyor musunuz?.. Allah'ın dilemesi karşısında sebatkâr bir teslimiyet içinde misiniz?.. Başınıza bir felâket geldiğinde, Allah'ın dilemesine olan inancınız, içinizi durultuyor, sukûnete erdiriyor mu?..

Allah'ın hükmü hayatınızın tek kıstası haimde mi; yoksa, dini kul ile Allah arasındaki ilişkileri düzenleyen bir müessese olarak anlıyor, hayatı düzenlemeyi Sezarlara ait bir hak olarak mı görüyorsunuz? Cihadı İslâm'ın bir müessesesi olarak görüyor; ancak, onun için kendinizden birşeyler vermeniz gerektiğinde tereddüt edeceğiniz mi tutuyor?..

Ölüm Allah'ın emri, biliyorsunuz; ancak, Allah için ucunda ölüm de olabilecek bir yola çağrıldığınızda, "Viran olası hanede evlâd u iyal var!" kaidesini mi hatırlıyorsunuz?..

63

İşte böyle, küçükten büyüğe her davranışta İslâmi olanla olmayanı ayıran ince bir nokta vardır. Allah-u Teâlâ bu ince noktanın içimizde, bir ayrı şuur hali gibi diri olmasını istercesine bizi uyarıyor: "Şüphesiz ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden yana eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!.."

Ancak tüm bu incelikler üzerinde düşündürecek hassasiyet, belirli bir ruhi disipline, başta zikrettiğimiz ayet-i kerimenin aradığı imanın kalpte kökleşmesine bağlıdır. Öyleyse soru şudur: Acaba imanın kalpte kökleşmesini temin eden, yani kalbe gerçek bir iman kıvamı veren şey nedir?.. Ne yapılmalı ki kalp, gerçek bir mümin kalbine dönüşsün?..

Kur'an bunun yollarını gösteriyor. Bunun yolu terbiyedir, kalbin terbiyesidir. Kalb böyle bir terbiyeye istidatlı olarak yaratılmıştır. İslâm'da iman olayı bütünüyle kalb üzerinde cereyan eder. Kalp Rasullullah'ın, kişiliğin belirlenmesinde mihenk noktası olarak zikrettikleri nesnedir. Bizzat kalb kelimesi değişmeyi ifade eder. İnsan her kademede kişiliğini seçerek kalbini terbiye eder, inşa eder. İman da her an bir seçimdir, her kademede bir tercihtir. Allah'ın takdirini öne çıkarmaktır.

64

İnsanın, kalbin insiyatifi olarak bunu seçen hale gelmesi için köklü, ciddi bir eğitimden geçmesi gerekir. Kur'an insan için iki uç nokta gösteriyor: Birisi en güzel yaratılış, ahsen-i takvim; diğeri aşağıların aşağısı, esfeli sâfilin... Birisi insan için, meleklerin selamlayacağı bir uç yüksekliği; diğeri insanlıktan çıkıp varılan, hayvandan aşağı bir tükenme noktası...

İnsan uçları kimi zaman birbirinden fersahlarca uzak, kimi zaman da hemen içine düşüverecekmiş gibi yakın, bu iki uç nokta arasında gidip, gelebilecek bir seçmeye istidatlı, böyle bir imtihanın içindedir. Bünyesinde her iki uca yönelmeyi sağlayacak ham istidatlar mevcuttur. Bir seçim onu alacak ruhuna kanat takacak, yükseklere tırmandıracak; bir başka seçim ise onu alacak, burnunu sürtecek hayvanların bile yapamayacağı, taşıyamayacağı mezbelenin içine sürükleyecek. İnsanın sorumluluğu da burada...

İslâm insanın önüne kalbin terbiyesi yolunu açıyor. Allah-u Teâlâ adeta insana: "Seni yarattım, özelliklerin şunlar... Şuna da istidatlısın, şuna da... Elçi olarak gönderdiğim insanlar sana yükselme yolunu da gösterecekler, tükeniş yolunu da... Onları dinle, sana verdiğimi emanetlere ihanet etme!.. Senin gideceğin yol çok düz değildir, düşmanların vardır; onların aldatmalarına kanma! Seni yarattım ve aziz olmanı istiyorum. Önüne ahsen-i takvim gibi bir ufuk koydum; onu yakala, ona ulaş!" diyor. "Şeytana dikkat et; o senin düşmanındır. Nefsine dikkat et; o sana hep kötülüğü emreder. Nefsinin dizginini eline al! Onun bazı güçlerini kullan ve gönlün Rabbine doysun, itminana ersin!" diyor.

65

Sonra, zayıf yaratıldığı bir Kur'an gerçeği olan insandaki zaaf noktalarını işaret ediyor. Sevgiler, korkular, ümitler, menfaat beklentileri gibi insan kalbine kapı aralayan insani özelliklere dikkat çekiyor. Bunlar bizâtihi zaaf unsuru değildir. İnsan yükselişinde basamak olabilecekleri gibi, düşüşünde de ayağını kaydıran sebep haline gelebilirler. Öyleyse bunlara bir ölçü konulmalı. Sevgilerin, korkuların, menfaat beklentilerinin öyle bir ölçüsü olmalı ki, insanı yükseltsin, düşürmesin!..

Sevgisiz insan olmaz. İnsan korkar da... İnsan ümitle yaşar. İnsan menfaatini bir savunma içgüdüsü halinde düşünür. Öyleyse, tüm bu özellikler insanidir. Öyleyse, insan bu özelliklerden yola çıkarak yükselme seyrini yakalayabilmeli; öyleyse, insan bunlara ayağı takılıp yerek kapaklanmamalı!.. Ölçü ne?.. ölçü her şeyde Allah'la ilişkiyi unutmamak, yani herşeyin merkezine Allah'ı koymak... Yâni kul olmak, yalnız Allah'a kul olmak. Yani, her şeyi Allah'a bağlamak, ondan gayrisinden de tam bağımsız olmak...

66

İşte tüm Kur'anın çağrısı budur: Kulluk çağrısı... Tüm Kur'an insanı kul olarak terbiye eder, zaaflarını giderir, istidatlarını takviye eder. Sevgilerini Allah sevgisi eksenine oturtturur. Korkularını, tabularını kaldırır, ümitlerini Allah'a bağlar, menfaat beklentilerinin sadece Allah'ın in'amıyla durabileceğini bildirir.

İnsan ruhunu Kur'an pınarına dayayabilirse, orada bir dirilik bulur. Bütün bunlar terbiye iledir. Kur'an okuluna girmek, orada sabırla eğitim görmek, kalbi imanla yoğurmak ve sonunda da büyük mutluluğa ermek... Sadece iman ettik deyivermekle ulaşılacak hedefler değildir. Bir imbikten geçmek gerekiyor.

Allah'ı görüyormuş gibi kulluk şuuruna, yâni ihsâna ermenin yolu, kalbin terbiyesidir. Bu da Kur'anda yolları belirlenen süreçtir. Kur'an diyor ki: "Kalbler ancak Allah'ı anmakla doyar, itminana erer!" Demek ki, kalbi kıvama erdirecek ana yol, Allah'la beraberliği arttırmaktır. Allah'ı sürekli anmaktır. Kalbi ona bağlamaktır.

Kur'an diyor ki: "Rahman olan Allah'ı anmaktan uzak yaşayana, yanından hiç ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş olarak musallat ederiz. Artık o şeytan her zaman onunla beraberdir." (Zuhruf-36) İşte kalp hırsızı; İşte kalbi ondan koruyacak iksir, Allah zikri...

67

Öyleyse asıl olan, sürekli Allah'la beraber olmanın, kalbi Allah'la doyurmanın yolunu bulmak... Göğe, yere bakmak... Ağaca, kuşa, çiçeğe bakmak... Enfuse, âfâka bakmak... Her şeydeki kudretin sonsuzluğunu görmek... Tüm mahlûkatın zikrine iştirak etmek... Düşünce ile, dil ile, kalp ile, ama doyuncaya kadar, zikir ile doyum, doyma duygusunu hissetmek... Sevgilerimizi, korkularımızı, ümitlerimizi, beklentilerimizi ayrıştırmak... Allah'a kulluk şuurunun önüne geçeni kalpten temizlemek, kalbi arındırmak... Kalbi Allah'ın nazar kılacağı kadar temiz, berrak, arı, duru kılmak; bulanıklıkları izâle etmek...

Allah'ı sevmek, sevgilerin merkezine Allah sevgisini yerleştirmek, sevgi dağıtımına ondan başlamak... Sevgimizi neye yönelteceksek, ona Allah sevgisi içinde bir sığınak bulmak... Allah'ın sevdiklerini sevmek, Allah'ın sevmediklerini sevmemek... Öyle bir ilahi sevgiyle dolmak ki; Kur'anın işaret ettiği, Rabbimizin sevgisine mazhar kılarak yaratacağını ve getireceğini vadettiği ve Allah'ın sevdiklerine bizzat Allah'ın şehadet ettiği müminler olmak...

68

Son söz şu: Kalbin yeniden tevhid şuuru ile inşâsı bir hal işidir. Dert edilecek konu da, o hali nasıl bulacağımızdır. Dünyada Allah'la beraber olma, yâni zikri bulamayanların durumunu ve akıbetini Kur'an şöyle anlatıyor:

"Şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar. Onlar da kendilerinin hidayette olduğunu sanarlar. Kıyamet günü bize geldiği zaman, arkadaşı şeytana, 'Keşke seninle benim aramda, doğu ile batı kadar uzaklık olsaydı; ne kötü arkadaşmışsın!' der. O gün onlara şöyle denilecektir. 'Bugünkü pişmanlık size hiç bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmedenlerden oldunuz. Bu sebeple azabda ortaksınız."

Öyleyse asıl dâvâ, her an Allah'la beraber olma ufkunu yakalamaktır. Resullullah kendisi önünde diz çöken nefse bu terbiyeyi verdi. Bu gönül itminânını verdi. Tasavvuf da Rasûllüllah'ın bu sünnetini yaşama gayretidir.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum.

12. 11. 1994 - Eskişehir

69

MZK ve TASAVVUF SEMPOZYUMU

GÜNÜMÜZ İNSANININ MÂNEVÎ İHTİYAÇLARI

Doç. Dr. H. Kâmil YILMAZ
Marmara Ü. İlâhiyat Fakültesi

İnsan, beden gibi bir madde, rûh gibi bir mâna taşıyan, Allah'ın yeryüzünde kendine halife kılmak için en güzel bir biçimde, ahsen-i takvim üzere, mükerrem olarak yarattığı bir varlıktır.

İnsan bedenî yapısı itibarıyla, maddî şeylere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaçların karşılanması duygusu, insanda fıtrî olarak mevcuttur. İnsan rûhî yapısı açısından da mânevî gıdalara ihtiyaç hisseder. Selim bir fıtrat sahibi bir insan, bu ihtiyaçlarını farkedip karşılanması yollarını araştırır. Bizim tebliğimizin konusu günümüz insanının bu mânâdaki ihtiyaçlarını, mânevi ihtiyaçlarını kapsamaktadır.

Şu bir gerçek ki, Ondokuzuncu Yüzyıl'da gerçekleştirilen sanayi ınkılâbı ve onunla birlikte bütün dünyaya ağırlığını hissettiren materyalist düşünce, insanın mânevî dünyasını allak bullak etti. Gelişen teknoloji karşısında şaşkına dönen bir takım düşünürler, insanların aradığı ve dinlerin va'dettiği cenneti, dünyada gerçekleştirebilecekleri iddiasına kalkıştılar. Materyalist düşünce ve özellikle Marksist akım, bu anlayışla bütün dünyayı sarstı. Doğu bloku ülkeleri ile Batı ve Amerikan insanı maddeyi ilâhlaştırdı, Allah ve âhireti inkâra kalkıştı. Bu yolla aradığı mutluluğa ereceğini sandı. Ancak bir türlü bu mutluluğa erişemedi. Çünkü insanı fıtratına ters bir yönde yürüten bu sistemler, neticede tıkandı. Marksizm sistem olarak iflas etti. Materyalist ve kapitalist düşünce de insan konusunda bir şeyi noksan bıraktığını farketmeye başladı. Çünkü elinde maddi güç ve teknoloji vardı ama, Batı insanı can çekişiyordu, mutsuzdu, uyuşturucu müptelasıydı. Nüfus geri saymaya başlamış; teknolojiyi eline geçiren insan, manevi açlığı sebebiyle iyice gaddarlaşmıştı. Çünkü insanın mânevi hayatı ihmal edilmişti.

70

Dünyamızın karşı karşıya kaldığı bu tablo karşısında, insanın yeniden kendini ve ihtiyaçlarını gözden geçirmesi gerekiyor. Bu gözle insanın mânevi ihtiyaçlarını incelediğimiz zaman onların iki boyutlu olduğunu görüyoruz:

a. Ferd Planında

b. Toplum Planında

I. Ferd Plânında

İnsanın ferd planında en önemli mânevî ihtiyacı, temiz bir gönüle sahip olmaktır. Peygamberlerin temel görevleri arasında sayılan tezkiye, insanların kalp evlerini, gönül dünyalarını temizlemektir. Bugün kültürel kirlenme, düşünce sistemlerindeki tıkanma, gönülleri ve kafaları kirlettiğinden günümüz insanının ilk muhtaç olduğu şey, gönlünü arıtmaktır.

Bunu yolu da:

1. Tevhide dayalı sağlam bir iman,

2. Derin bir ibadet hayatı ve

3. Bunlara bağlı bir sanat anlayışıdır.

1. Sağlam bir inanç

İnsanoğlu, rûhî yapısı, yaratılış gayesi itibarıyla inanmak ihtiyacında olan bir varlıktır. Çünkü, Allahu Teala: "Ben insanları ve cinleri başka bir maksatla değil, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyurmaktadır. (Ez-Zariyat, 51/56)

Ayette geçen "bana kulluk etsinler" ibaresi, "Beni tanısınlar, benim teklifimi kabul etsinler diye yarattım." şeklinde tefsir edilmektedirler. İnsan kulluk için yaratıldığı için, mutlaka bu ihtiyacını tatmin etmek üzere, yüce varlığa teslim olmak durumundadır. O yüce varlığa kul olmadığı, onu tanımak şerefinden mahrum kaldığı zaman ise, mutlaka bir başka şeye kul olmaktadır. Tabiat boşluğu kabul etmediği için, insan Allah'a inanmak ve ancak ona açılmak üzere yaratılmış bulunan kalbini başka şeylere açarak bu ihtiyacını tatmin etmeye çalışır.

71

Üstün sayılan bazı varlık ve kişilere âdeta tanrıymış gibi gösterilen saygı ve bağlılık, bu duygudan kaynaklanmaktadır. Tevhid ilkesinden koparak gerçek imandan mahrum kalan insanların gönülleri, yeni tanrılarla dolmaktadır. Bugün bizim toplumumuza kadar giren, bazı sanatçıları ilâh sayma anlayışı da bu tür bir sapmadır.

İnanmak, hava kadar, su kadar bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç iyi bir tevhid eğitimiyle karşılanabilir. İnsan kimin Rab, kimin kul olduğunu bilirse, kula kulluktan, nefse ve dünyaya kulluktan kurtulur. Çünkü, insanın nefsini de tanrılaştırdığı, Kur'an'ın belirttiği bir gerçektir.

2. Derin bir ibadet hayatı

İbadet de inanç gibi insanın fıtrî bir ihtiyacıdır. Bu fıtri ihtiyaç, fıtrat dini olan İslâm'ın gösterdiği usûllerde tatbik edilmediği için, insanlar kendi putlarına ve tanrılarına ibadete ve tapınmaya kalkışmaktadır. Son zamanlarda ülkemizde futbol maçları sırasında, stadyumlarda görülen ve seyircilerin taraftarı olduğu takıma hitâben yazılan pankartlardaki "Sana tapıyorum!" ifadeleri, bu gerçeği seslendirmektedir. Belki akl-ı selîm ile konuşulduğunda bu yaptığının bir çılgınlık olduğunu kabullenecek insanlar, kendilerini bu tür sözler sarfetmekten alamamaktadır.

72

İbadet ve inanç insan ruhunda kendine güven duygusunu geliştiren en müessir etkendir. Dr. Alexis Carrel, İnsan Bu Mechul adlı eserinde, ibadet hayatının hastalıkların tedavisinde bile son derece etkili bir rol oynadığını itiraf etmektedir. İnsandaki sığınma ihtiyacı ancak ibadetle doyurulabilir. Çünkü ibadet insana huzur ve sukûn verir. Bedeni, mâlî ve mânevî ibadetler insanda kemal yolunu açar. Mânevî ibadet denince genellikle, insan ruhu ve kalbi ile ibadete iştirâkini, kulluğun ihlâs, huşû, takvâ ve ihsan boyutunu kasdediyoruz.

3. San'at ilgisi

İnsanda rûhî doyuma katkıda bulunan rûhî gıdalardan biri de san'attır. Asıl san'at, Sâni-i Hakîm'in sun'-ı mutlakını temâşâ ile hüsn-i mutlaka ermek ve onu insan eliyle eşyaya nakşetmektir.

İnsanoğlu bu âleme ekmek yemeye değil, güzel sevmeye gelmiştir. Güzel sevmek Cemâl'e ilgi duymakla başlar.

II. Toplum Plânında

Bilindiği gibi Asr Sûresi'nde insanın zarardan, ziyandan ve hüsrandan kurtulup aradığı mutluluk ve hayra erişmesi dört şarta bağlanmış bulunmaktadır: inanç, ibadet, hakkı ve sabrı tavsiye. Bunlardan ilk ikisi insanın Allah ile ilişkilerini düzenleyen ve ferdî hayatta mutluluğunu sağlayan şeylerdir. Geri kalan ikisi ise, toplum hayatını düzenleyen ve sosyal hayatta inanç ve güzellikleri hakim kılmayı amaçlayan prensiplerdir. Biz bunları bugünkü ifadelerle iki başlık altında toplamak istiyoruz:

73

1. İnsanlara Ulaşmak ve Paylaşım

İnsan paylaşmak ihtiyacında olan bir varlıktır. İnanç ve düşüncelerini, sevinç ve tasalarını paylaşacak dost arar. Kardeşçe sıcak bir nefese ve yumuşak bir sese daima ihtiyaç duyar. Böyle bir dost çevresi bulmak, yoksa kurmak ister. Sağlam bir inanç, iyi bir ibadet hayatı insanı bireysellikten kurtarıp toplumsallaştırır. Bencillikten kurtarıp daha özverili bir hale getirir. İnsanları ve varlıkları sevmeyi öğretir. Bugün toplumumuzda insanlar olarak birbirimizi sevmeye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var... Kanayan yaraların sarılması bu duyguyla mümkündür.

Bugün batı toplumunun en fazla şikayetçi olduğu konu, yalnızlıktır. Batı insanı yalnızdır. Aile içinde, iş yerinde, toplumda Batı insanı bu yalnızlık psikozundan kurtulamamaktadır. Batı'da İslâm'a yönelen insanların bu yönelişleri, genellikle Batı insanının içine düştüğü yanlızlık duygusunudan kurtulmak ve İslâm'daki sevgiye dayalı paylaşım ortamına kavuşmak şeklinde izah edilmektedir. Sosyal hayattaki en önemli ihtiyacımız bize gönlünü açacak, her şeyini bizimle paylaşacak bir dosttur. İnsan özellikle elinden tutup, kendisine yol gösterecek, problem ve sıkıntılarını kendisi ile hasbi olarak paylaşacak bir rehber şahsiyete daima muhtaçtır.

74

2. Güzel Ahlâk

Ahlak, insanın manevî hayatının bir tezahürüdür, inanç sisteminde toplumun tasvib ettiği güzel davranışların insanda meleke haline gelmesidir. İnsanın her hal ve durumda vicdanının sesine kulak vererek, doğru dürüst, tutarlı ve kişilikli olmasıdır. İnsanda ahlâk motivasyonu Allah korkusundan kaynaklanır. Allah'tan korkan, kullardan utanmasını da bilir. Bu yüzden ahlâkın başı hayâdır. İnsanda insanî davranışların bir göstergesi de hayâdır. İnsanoğlunun hayâ denilen ve ahlaki davranışları düzenleyen bu duyguya sahip olması gerekir. Nitekim, Peygamberimiz SAS: "Utanmadığın takdirde dilediğini yap!" buyurarak hayasını kaybeden kişinin, ahlaki erdemlerini de kaybettiğini ifade etmektedir. Mevlana da insanla, hayvan arasındaki sınırı "edep ve haya" olarak belirlemektedir.

Batı'nın emperyalist zihniyeti, kültür emperyalizmi ile istilâ etmek istediği ülkelerde, insandan önce hâyâyı kaldırmayı amaçlamaktadır. Çünkü hâyâ ortadan kalktıktan sonra, bütün moral değerler çökecek ve toplum kişiliğini yitirecektir. Bugün televizyonlardaki pembe dizilerle, diğer erotik yayınların insanımızdaki yaptığı en önemli tahribat bu noktadadır. Yani insanımızı hâyâ duygusundan soyutlamakta, âile ilişkilerini ve toplum ahlâkını tahrip etmektedir.

75

En yüz kızartıcı sahneleri devamlı olarak seyreden insanlarda onlara bir bağışıklık meydana gelmesi tabiîdir. Bu tür bir bağışıklık ise insanı etkisiz hale getirir. Zaten amaç da budur. Batı, insan plânında tükenmişliğini başkalarına bulaştırmak istiyor. Adetâ tüberküloz hastasının, hastalığını başkalarına bulaştırmak için onların kaplarına, eşyalarına dokunması, hatta tükürmesi gibi. Batı kendi mikrobunu bize taşımak istiyor. Toplum ahlâkını ve âileyi bitirmek istiyor.

Özetleyecek olursak, bugünün insanı, bireysel plânda gönül temizliğine; bunun için de tevhid inancıyla derin bir ruh hayatına, ibadete; toplum plânında dostluk ve paylaşım ile ahlak ve hayaya ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı karşılayacak da tevhid inancında birleşmektir. Rabbımızdan tevhid ikliminde arı, duru gönüllerle ahlâken yücelmiş toplumlara erdirmesi niyazıylaÉ

12. 11. 1994 - Eskişehir

76

MZK ve TASAVVUF SEMPOZYUMU

TASAVVUF VE EDEBİYAT

Akif İNAN

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...

Konumuz tasavvuf ve edebiyat... Biz tasavvufu İslâm'la özdeş biliyoruz. İslâm'la uyuşmayan yan, yön bulmak mümkün değil... Eğer varsa, o tasavvuf değildir. Onun için, İslâm'ın öngördüğü edebiyat ile tasavvuf edebiyatı çakışırlar, aynıdırlar.

Ama şu var: Tasavvuf bir meslek olarak gelişmiştir. Arkadaşlarım herhalde giriş bölümünde açıklamalarda bulunmuşlardır. Cenab-ı Peygamber SAS'e kadar uzanır. Tasavvufun konusu ilk insana, ilk peygambere kadar uzanır. O mesleği, o Allah'ın elçilerine bağlılığı, takvâ derecesinde idrak eden ve biraz daha disiplinli biçimde Cenab-ı Hakkın sıfatları üzerinde, evren üzerinde, insan ve anlamı üzerinde derinlikli görüşler serdeden dizinlerden oluşur; aynıyla İslâm'dan yola çıkılarak... Hal böyle olunca İslâm'ın öngördüğü Cenab-ı Peygamber SAS'in öngörmüş olduğu edebiyat nedir?

Cenab-ı Peygamber SAS'in şairlere, şiire çok rağbet ettiğini görüyoruz. Bununla ilgili yığınla örnek var... Müşrik şairlerin İslâm'ı hırpalamaya yönelik şiirlerine cevap versin diye görevlendirdiği şairler var... En başta Hassan ibni Sabit RA olmak üzere Abdullah ibni Revâha... vs.

77

Bizzat iki cihan sultanı, fevkalâde güzel ve veciz konuşurlardı. Zaten bir hadis-i nebide bunu söylüyorlar. Şiir de zâten güzel, veciz konuşma sanatıdır, disiplinidir. Aslında bu yanıyla şiir yani edebiyat ezelidir de... İlk insan, ilk peygamber Adem AS, kendisine indirilen kitabı, cüzleri evlâtlarına, insanlara intikal ettirmiş. Neyle ettiriyor?.. Sözle... Peki tebliğin kaç yönü var?.. İki; biri söz, öteki yazıdır. O halde Hz. Adem AS konuşmasını biliyordu ve yazıyı da biliyordu. Zaten Kur'an-ı Kerim'de de Cenab-ı Allah'ın, Cenab-ı Peygamber SAS'e "Oku!" emri ve "Sana kalemle yazmayı öğreten Rabbinin adıyla oku!" buyruğu, okumanın da, yazmanın da bir ilahi bağış olduğunu isbatlar.

Cenab-ı Allah'ın inzal buyurduğu kitaplar, eşsiz bir söz sanatıyla ambalajlanmış olarak inmişlerdir. Harika, mucizevi... Onun için Kur'an-ı Kerim'in üzerinde yığınla bilginler araştırmalar yapmışlar ve onun îcâzı üzerinde çok durmuşlar. Şimdi akla bir soru geliyor: "Cenab-ı Allah niçin kitaplarını eşsiz bir söz sanatıyla donatmış olduğu halde inzal buyuruyor da, alalâde, kolay anlaşılır, yalın bir biçimde indirmiyor?"

78

Bunun hikmetleri üzerinde duranlar var. Konuyu fazla aşmayalım. Ama biz buradan şu mesajı almalıyız ki: "Ey insanlar siz de mesajınızı insanlara, öz ve veciz biçimde ulaştırın!" İşte bütün bunları Peygamberlerde görüyoruz biz... Cenab-ı Peygamber SAS Efendimiz, "Ben Arabın en fasih ve belig konuşanıyım!" buyuruyor. Telâffuzları da olağanüstü güzel... "Dad sesini benden daha iyi çıkaranınız yoktur!" buyuruyor.

Sanata, şiire bütün toplumların geçmişte de, günümüzde de olağanüstü şekilde alâka gösterdiklerini görüyoruz; eski Türklerde ve eski Araplarda... Eski Türklerde şairlere ozan deniliyor, baksı deniliyor, şaman deniliyor. Bunlar toplumun herşeyi; hem hukuk adamı, hem tıp adamı, hem din adamı, hem mûsikişinası...

--Niçin toplum kendilerine bu kadar görevler yüklemiş?..

Çünkü, bakıyorlar ki kendileri gibi değil... Aynı dille konuşuyor ama o dil içinde bir başka dil örerek konuşuyor. Sanatçı, olağanüstü şekilde güzel konuşuyor. İşte o olağanüstü şekilde güzel tekellümü, toplumu kendisinde bazı bilgilerin ve güçlerin var olduğu vehminde bulunduruyor. Veyahut da öyle görüyorlar. Nitekim bu sanatçılar ve şairler de toplumun beklentilerine cevap vermek için hazırlıklı oluyorlar, eğitilmiş oluyorlar, yetiştirilmiş oluyorlar kendileri...

79

Eski Araba bakıyoruz; dünyanın bütün geçmişinde, bütün ulusların geçmişinde sanat adamlarına, şairlere büyük rağbet var. Ama İslâm öncesi Arap toplumundaki, insanı dehşete düşürecek boyutta... Senenin muayyen aylarında toplanıyor şairler, muayyen panayırlarında şiirler inşaa ediyorlar. Jüri değerlendiriyor onları... En başarılılarını ceylan derilerine, papirüslere yazarak Beytullah'ın duvarına asıyorlar. Muallakatus seb'a deniliyor; yedi büyük şiir...

İşte İslâm, sanat sevgisi ve sanat yeteneği bakımından en uç noktaya ulaşılmış bir toplumda, o eşsiz kelâm fevkaladeliğiyle iniyor. Ve önce sanata çok yatkın, yakın olan insanlar şiirdir diyorlar, olmuyor; sihirdir diyorlar, olmuyor... Ona benzetmeye çalışıyorlar bazı şiirlerini; olmuyor.... Bazı rakipler buluyorlar Kur'an-ı Azimüşşân'a cevap versin diye... Masallar ezberlemiş olan bazı kişiler buluyorlar. Onlar oturuyor kürsülerde, "Filanın getirdiği kitabı veya söylediği şiirleri biz de söyleriz. Daha güzelini söyleriz!" diye... Bunların yığınla örneklerini biliyoruz.

80
81 ilâ 100. sayfalar
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2