• /
  • Kütüphane
  • /
  • Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan'ın Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri
  • /
  • PROF. DR. MAHMUD ES’AD COŞAN
GÜMÜŞHÂNEVÎ DERGÂHI

BİRİNCİ BÖLÜM:


PROF. DR. M. ES’AD COŞAN’IN HAYATI


(14 Nisan 1938 - 4 Şubat 2001)



a. Ailesi ve Çocukluğu


14 Nisan 1938 (13 Safer 1357) tarihinde, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım’dır. Ailenin dördüncü çocuğudur. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra’dan Çanakkale’ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Ahmetçe köyü Edremit körfezinin kuzeyinde, Kaz Dağı’nın eteğinde 400 yıl kadar önce kurulmuş bir köydür. Deniz seviyesinden yüksekliği 500 m, denize uzaklığı 5 km’dir. O bölgedeki köyler, korsan korkusundan genellikle denizden uzak ve yüksek yerlere kurulmuştur. Son zamanlarda sahile de konutlar yapılmıştır. Köyün sahil bölgesine Yalı denilmektedir.

Köy halkı tarım ve hayvancılıkla geçinir. En önemli meşguliyet zeytinciliktir. Son yıllarda Antep fıstığı üretimi de yapılmaktadır. Köyün nüfusu 750 civarındadır (2000).

1930’lu yıllarda köyün insanları birbirlerine saygılı, dürüst insanlardı. Okul pek yaygın olmadığından cahildiler, ama hakka hukuka riayet ederlerdi. Hiç hırsızlık olmazdı. Uygunsuzluk, ayyaşlık yoktu. Cuma günü köyde pazar kurulurdu. Herkes satılacak malını getirir, caminin önüne koyar giderdi. Hiçbir zarar olmazdı. İnsanlar birbirlerini sevip sayarlardı, güvensizlik yoktu.


Halil Necati Efendi, 1906 yılında (rûmî1322) Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Molla Mehmed’dir. Ailenin ikinci çocuğudur.

Dedesi Molla Abdullah, İstanbul’da Süleymaniye’de medresede okurken Gümüşhaneli Hazretleri’ne intisab etmiş, sohbetlerine devam etmiştir. Hizmet ehli, gayretli, çok çalışkan bir kimse olduğu için, Gümüşhaneli Hazretleri’nin sevgisini kazanmış,

“Evladım ol!” diye iltifatına mazhar olmuştur.

52

Molla Abdullah, molla- lığı devam ettirememiş, sonraki yıllarda Ahmet- çe’ye dönmüş, Dudi Hanım’la evlenmiştir. Dudi Hanım’ın baba tarafı Buhara’dan gelmiş, Sülâle-i Tâhireye mensub kimselerdir. Kendisi iyi yetişmiş, mükemmel bir fıkıh hocasıdır.

Molla Abdullah, erkek çocukları yetişince, onları İstanbul’a tahsile göndermiştir. Halil Necati Efendi-nin babası Molla Mehmed ve amcası Molla Mustafa, İstanbul’da Fatih Başkurşunlu Medreselerinde dokuz yıl tahsil görmüş, icazet almış, ilmiye sınıfına mensup kimselerdir. Gümüşhaneli Dergâhı’yla ilgileri vardır.

I. Dünya Savaşı çıkınca seferberlik ilan olmuş, Halil Necati Efendi’nin babası ve amcaları askere alınmıştır. Üçü de Çanakkale Harbi’nde bulunmuştur. Babası Molla Mehmed, daha sonra Sarıkamış Harekâtına katılmıştır. Amcası Molla Mustafa Gazze’de şehid olmuştur. Babası ve diğer amcası da askerden dönmemişlerdir. Nerede şehid oldukları bilinmemektedir.


Babası Molla Mehmed’in vefatından sonra, Halil Necati ve iki kız kardeşini (Ümmü ve Feyziye) annesi büyütmüştür. Annesi rikkatli, merhametli, çalışkan bir hanımdır.1953 yılında Ahmetçe köyünde vefat etmiştir.

Halil Necati’yi annesinin yanı sıra, dedesi Molla Abdullah himaye etti. Dedesi gayet dindar, gayret-i diniyye sahibi, iyiliksever bir insandı. Halil Necati’yi okuttu, okula gönderdi, ilim öğrenmesi için maddi ve mânevî yardımda bulundu. Her türlü yiyecek ve giyecek ihtiyacını o temin ederdi. 1928 yılına kadar beraber yaşadılar, o yıl vefat etti.

Halil Necati, 9 yaşında iken köyünde hafızlığa başladı. Hocası köyün imamı olan Çankırılı Mustafa Efendi idi. İki buçuk yılda hafızlığını tamamladı.

Bayramiç ilçesinin Çırpılar köyünde Hacı Ali Efendi’nin

53

medresesi vardı. 17 yaşındayken, dedesi Halil Necati’yi oraya götürüp yerleştirdi. Orada iki sene kadar tahsil gördü. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktıktan sonra (3 Mart 1924) medreseler kapatılınca, köye dönmek zorunda kaldı.


O zamanlar Çırpılar köyü, Kazdağı’nın hemen eteğinde yer alan, 80 hanelik bir köy idi. Çırpılarlı Ali Efendi (1863-1945), İstanbul’da medrese tahsili yaparken Hasan Hilmi Hazretleri’ne intisab etmiş, iki defa halvete girmiş, hilâfet almış bir zat idi.

Tahsilini bitirdikten sonra, resmî görevleri reddederek köyüne döndü. O zaman malî durumları iyi olduğu için, kendi imkânlarıyla ve çevresinin de yardımlarıyla köyünde bir cami ve 24 odalı bir medrese inşa ettirdi. Orada talim ve terbiye, tebliğ ve irşad hizmetlerine başladı (hicrî 1322/ milâdî 1904), yüzlerce talebe yetiştirdi.

Çırpılarlı Ali Efendi çok mükemmel, çok sevimli bir insandı; melek gibiydi. Uzunca boylu, zayıf yüzlüydü. Allah’ın evliyasından olduğu açık seçik meydandaydı. Molla Abdullah, yaşça daha büyük olduğu halde Çırpılarlı Ali Efendi ile karşılaşınca elini öpmeğe davranır, o da mukabele ederek onun

elini öpmeye çalışırdı. Aynı dergâhın muhabbetli ve ihlâslı iki müntesibi, birbirlerine sevgilerini böyle tevazu ile arz ederlerdi.

Halil Necati Efendi askerden geldikten sonra Çırpılarlı Ali Efendi’yi ziyarete gitmiş, kendisine intisab etmiştir (1928).

Çırpılarlı Ali Efendi kerametleri zahir, alim, fâzıl, mücahid, bölgede marûf, sevilen, sayılan, rahmetle anılan bir mübarek zat

idi. İstiklal Savaşı sırasında Bayramiç yöresinin Kuvâ-yı Milliye temsilcisi olarak görev yaptı. Bir ara Bayramiç Müftülüğü görevinde de bulundu. Ali Efendi 15 Ağustos 1945 tarihinde vefat etti. Medresesi zamanla yıkılmış, yok olmuştur.36


Halil Necati Efendi 1928 yılında Şadiye Hanım’la evlendi.

Şadiye Hanım’ın dedesi Molla Hüseyin, Halil Necati Efendi’nin dedesi Molla Abdullah’ın kardeşidir. O da Çırpılarlı Ali Efendi’nin müridlerindendi.

Şadiye Hanım’ın babası Ahmet Çavuş, köyün önde gelen



36 Coşan M. Es’ad, İslâm, Başyazı, Eylül 1996.

54

kimselerindendi. Çok muhterem, güngörmüş, zeki, iş bilen, sevilen ve sayılan, herkesin yardımına koşan bir insandı. Kardeşlerinin hepsini iş sahibi yapmış, kendi işlerine ortak etmişti. Kerimesi, Şadiye Hanım’ı da İslâmî bir terbiye üzere yetiştirmişti.

Şadiye Hanım dindar bir hanımdı. Evini, çocuklarını çok severdi. Herkesin yardımına koşan bir yapısı vardı. Komşuluk hukukuna çok riayet ederdi. Komşuları da ondan çok memnundu. İçli, hisli bir insandı. Gönül kırmamaya çok dikkat ederdi. Gıybeti hiç sevmezdi. Birisi gıybet edince, “Aman evlâdım, aman kardeşim, boş ver, günaha girme!” diye ikaz ederdi. Hatta o şahıs gıybete devam ederse, oradan kalkar giderdi.

Adab-ı İslâmiyye sahibiydi. Çocuklarını da bu terbiye üzere yetiştirdi. Onların üzerine titrer, ibadetlerini en iyi şekilde yapmalarına gayret ederdi. Çok becerikli, ev idaresini bilen, geçim sahibi bir hanımefendiydi. Çok sıkıntılı günler yaşadılar. O sıkıntılı günlerinde eşini hiç yalnız bırakmadı, hep destekledi. Tevekkülle hareket edip, evi çekip çevirdi.

Halil Necati Efendi ile Şadiye Hanım’ın beşi erkek, ikisi kız, yedi çocukları oldu. Şadiye Hanım yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak, 7 Ağustos 1964 günü rahmet-i Rahman’a kavuştu. İstanbul Erenköy mezarlığına defnedildi. Aynı yıl üçüncü oğlu Mustafa Enver de hastalandı, o da vefat etti.37


Köyde üç sınıflı ilkokul vardı. Halil Necati Efendi’nin büyük oğlu Mehmet Kâzım çok başarılı ve zeki bir öğrenciydi. Köy öğretmeni onun için babasına, “Bunun kadar zeki çocuğa tesadüf etmedim, bunu mutlaka okut!” dedi. O sırada Halil Necati Efendi’ye İstanbul’dan bir ortak iş teklifi geldi. Bunun üzerine hem İstanbul’da iş yapmak, hem de çocukları okutmak için 1942 yılında İstanbul’a taşındılar. Şehzadebaşı’nda bir ev tuttular.

Halil Necati Efendi ilk iş olarak ticareti seçti. Kayınbiraderiyle ortak iş yaptılar. Fakat ticarette başarılı olamadı. Veresiye verdiği yerlerden alacağını tahsil edemedi. Müslüman gördüğü, hüsn-ü zan ettiği insanlardan verdiklerini alamadı. Hem parayı



37 Yılmaz Coşkun, Halil Necati Coşan’la Röportaj, İslâm, sayı:159, Kasım 1977.

55

hem de müşterileri kaybetti.

O sıralar (1952) Abdül’aziz Bekkine Hazretleri’nin sohbetlerine devam ediyordu. Durumu kendisine arz etti. Onun tavsiyesiyle müezzinlik imtihanlarına hazırlanmaya başladı. O günlerde Fatih Müftülüğü imtihan açtı. Halil Necati Efendi imtihanı birincilikle kazanınca, daha iyi şartlarda Kur’an kursu kadrosuna tayin edildi. Yazısı ve ifadeleri güzel olduğu için, Fatih Müftülüğü’nde kâtip olarak işe başlattılar. Orada 19 yıl çalıştıktan sonra emekli oldu.


b. Şeyh Efendilerle Tanışması


1. Abdü’l-Aziz Bekkine Hz.


Halil Necâti Efendi İstanbul’a yerleştikten sonra, Şehzâdebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde Serezli Hasîb Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Onun vefatından sonra, bir arkadaşının aracılığıyla Kazanlı Abdü’l-aziz Efendi’yi ziyarete gitti. Onu çok sevdi, gönlü bağlandı ve intisab etti (1952). Onun Ümmügülsüm Camii’ndeki sohbetlerine devam etti. Zaman zaman çocuklarını da sohbetlere götürürdü. Böylece küçük yaşta tasavvufî bir eğitime

başlamış oldular.


Abdü’l-Aziz Bekkine Hz. Hazret-i Ali Efendimiz’i hatırlatan bir vücut yapısına sahipti. Saçı sakalı sarışın, kol ve pazuları kalınca, güçlü kuvvetli, göğsü geniş, yüzü heybetli idi. Bazı kere tüyleri ürperten bakışlarına ve ciddî tavırlı görünmesine mukàbil, misafir ve ziyaretçilerine hitap ve iltifatı gayet latîf ve çok tatlı olurdu. Münazara edası içinde olan konuşmalardan son derece hoşlanırdı. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden konuşmalardan sonra, evde abdest tazelenip, yatmaya fırsat kalmadan sabah namazı için camiye dönüldüğü zamanlar olurdu.

Yalnız olarak yemek yediği, her halde görülmemiştir. Sofra arkadaşı olan talebelerini kardeş, evlat kabul ettiği için, onların seviyesine iner, kendi kaşıklarıyla ikram iltifatında bulunurlardı.

Dünyaya, dünyalıklara soğan kabuğu kadar değer vermezdi. Evinde, elinde olanı sabaha bırakmazdı. Maddi bakımdan sıkıntılı bir hayatın içindeydi. Fakat çile ve mihneti zevk kabul ettiğinden

56

durumunu hissettirmezdi. Hep, mesrur görünürdü. Ailece aç

kaldığı, aç yattığı zamanlar olurdu. Yaz-kış giyiminde fark olmazdı.

Sözle ifadesi zor olan fevkalâde birçok hal ve meziyetin sahibiydi. İlim otoritesi sayılan zatlar, ulûm-u diniyye dışında, eğitim ve öğretimi yapılan bütün ilimlere, tahsilini yapmadığı halde vukufiyeti bulunduğunu hayranlıkla anlatırlardı.38

Abdü’l-Aziz Bekkine Hz. son hastalığında müridlerine,

kendisinden sonra Mehmet Zahid Kotku Hz.ne tâbi olmalarını vasiyet etti. 2 Kasım 1952 tarihinde 57 yaşında vefat etti. Fatih Camii’nde Mehmed Zâhid Kotku Hz.nin kıldırdığı cenaze namazından sonra, Edirnekapı Sakızağacı şehitliğine, şeyhi Serezli Hasib Efendi’nin yanına defnedildi.


2. Mehmed Zâhid Kotku Hz.


Abdü’l-aziz Bekkine’nin vefatından sonra, Fatih müftüsü olan Ali Rıza Hakses’in himmetiyle, Mehmed Zâhid Kotku Hz. Bursa’daki Üftâde Camii’nden, Zeyrek’teki Ümmügülsüm Camii’ne naklen tayin edildi. 1953 yılının ilk ayında, Abdü’l-aziz Bekkine Hz.’nin halefi olarak göreve başladı. Halil Necati Efendi kendileri ile o zaman tanıştı.

Abdü’l-aziz Efendi’nin, Mehmed Zâhid Kotku Hz. ile çok samimi dostlukları vardı. Dergâha beraber devam etmişler, iki defa halvete beraber girmişler ve dervişlik devreleri beraber geçmişti. Orada, Mustafa Fevzi Efendi (Tekirdağlı) onların hocası idi. O sıralar Mehmed Zâhid Kotku Hz. zayıf bünyeli imiş ama, aynı zamanda ibadete düşkün bir kimse imiş. Aziz Efendi, onun hal ve meziyetlerinden bahsederken, “Evliya nümunesiydi” derdi.

Mehmed Zahid Kotku Hz. konuşması az ve pek mütevâzi idi. Abdü’l-aziz Bekkine Hz. gibi saatlerce sohbet etmezdi. Bazıları bu durumu yadırgadılar. “Bu makam buna mı kalacaktı?” deyip ayrılanlar oldu.

“Allah bir kişiyi severse, onu diğer insanlara da sevdirir.” hadis-i şerifi gereğince, İslâm’ı yaşayanlara ve yaşamak isteyen



38 Erkaya Metin, Anılarla M. Zâhid Kotku, s.145, Seha Neşriyat, İstanbul 1996.

57

diğer insanlara sevdirilmiş olacak ki, kendisini sorup arayanların sayısı günden güne arttı. Hakîkaten Allah’ın sevdiği bir kul olduğu zahir oldu. Yıllar geçtikçe çevresi tahminin üstünde genişledi, hemen hemen tanımayan kalmadı. Görülen ve yayılan üstün meziyetlerinden dolayı, ülke çapında farklı bir ilgi ve itibarın sahibi oldu. Gördüğü ölçü üstü alâka, saygı ve hürmet, onun gurura kapılmadan, bir mahalle camii imamı havası içinde yaşadığı mütevâzi hayatını devam ettirmesine mânî olmamıştır.


Yaratılışı pek güzel ve sevimli idi. İri ve geniş vücuduna gıda olacağına inanılmayacak kadar az yerdi. Az konuşur ve az uyurdu. Halim ve selim, gönlü mezmum sıfatlardan ârî ve pâk, müsamahası deniz gibi çok engin ve hudutsuzdu. Dıştan ve içten gelen ta’riz ve tecâvüzkâr davranış ve muhalefetlerden müteessir olmayan veya olduğunu hissettirmeden, muvafık ve muhalifine ikram ve iltifatında değişiklik yapmayan, emsâlsiz sabır ve kemâl

58

nümûnesi idi.

Hali Necati Efendi çocuklarını da yanına alıp, Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin sohbetlerine devam etti. Onun yakın dostlarından oldu. Bir ara sabah namazlarından sonra beraber hafızlık tekrarı çalışması yaptılar.

Coşan o günleri şöyle anlatır:

“Ben ortaokulda iken kendisinin meclislerine babamın peşinden, babamın elini tutup, eteğini tutup onun yanında giderdim. O zaman Ümmügülsüm Camii’nde imamlık yapmaktaydı. Cumartesi günleri, caminin arkasındaki yüksek odada sohbetler olurdu. ‘Sen hazırlan!.. Sen konuş!’ filan diye söylerdi Hocamız... Bize de arada iltifat buyururdu, ‘Sen de hadi bakalım, filânca hadisteki mânâ nedir, ona hazırlan!’ gibi işaretleri olurdu.”39


Ümmügülsüm Camii hakkında istimlâk kararı alınınca, Mehmed Zâhid Kotku Hz. mahalle sakinlerinden Avukat Mazhar Sündüs Bey’in teşebbüsleriyle, 1958 yılında Fatih İskenderpaşa Camii’ne naklolundu. Hayatının sonuna kadar imamlık görevini burada sürdürmüştür. Bilindiği gibi, o da 13 Kasım 1980 günü sevdiği Mevlâsına kavuşmuştur.


c. Öğrencilik Yılları ve Hocaları


Coşan, 1950’de İstanbul Vezneciler İlkokulu’nu, 1953’te Vefa Lisesi orta kısmını, 1956’da Vefa Lisesi’ni bitirdi. Fen kolu öğrencisiydi, başarılı bir öğrenciydi, mühendislik okumak istiyordu. Fakat Hocası Mehmed Zâhid Kotku Hz.lerinin tavsiyesiyle, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü’ne kaydoldu (1956).

Coşan’ın, Edebiyat Fakültesi’nde öğrencilik yıllarında kendisinden



39 Coşan, Mahmud Es’ad, Aile Eğitim Toplantısı, Gemlik, Bursa, Şubat 1992.

59

istifade ettiği hocalar arasında, Prof. Dr. Helmut Ritter,40 Prof. Dr. Ahmed Ateş,41 Prof. Dr. Zeki Velidi Togan,42 Prof. Dr.



40 Prof. Dr. Helmut Ritter (1892-1971) 1892 yılında Almanya’da doğdu. 1910’da liseyi Kassel’de bitirdikten sonra Halle Üniversitesine girdi ve burada ünlü şarkiyatçı Carl Brockelmann ve Paul Kahle gibi büyük âlimlerden ders aldı. Türkçe, Arapça, ve Farsça’dan başka İbrani ve Süryani dillerine de vakıftı. Türkiye’de modern anlamda filoloji tetkik ve usullerinin tanınmasında önemli hizmetleri bulunan Helmut Ritter, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Arap ve Fars filolojisi bölümüne okutman olarak davet edildi. 1938 yılında bu bölüme profesör olarak atandı. Şarkiyat Araştırma Merkezi’nin (Şarkiyat Enstitüsü)

kurulmasında önemli bir rol oynadı. 1971 yılında Almanya’da vefat etti. Helmut Ritter, şarkiyat araştırmaları sahasında ilk akla gelen alimlerdendir.

41 Prof. Dr. Ahmet Ateş (1917-1966)

1917 yılında Birecik’te doğdu. Konya Lisesi’nde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni 1939’da bitirdi Aynı yıl asistan oldu. Prof. Dr. Helmut Ritter’in yanında Arap-Fars Filolojisi çalışmalarına başladı. 1943 yılında doçent, 1953’te de profesör oldu. Pek çok uluslararası konferans ve toplantılara katıldı. Ahmet Ateş, kurucusu da olduğu Şarkiyat Enstitüsü Müdürlüğü, İslâm Ansiklopedisi Yazı Heyeti Başkanlığı, yine kurucusu olduğu Milletlerarası Şark Tetkikleri Cemiyeti yönetim kurulu üyeliğinde bulundu. Arap, Fars dilleri ve edebiyatları sahasında dünya çapında bir otorite olan Prof. Dr. Ahmet Ateş, 20 Ekim 1966’da vefat etti. Çocukları Ertunga Ateş (1941-2003) ve Toktamış Ateş’tir (1944-2003). 42 Zeki Velidi Togan (1890-1970)

10 Aralık 1890 tarihinde Rusya’da Başkurdistan bölgesinde doğdu. İlk ve orta eğitimini çeşitli medreselerde tamamladı. Kazan’da özel dersler aldı. 1909 yılında Kazan’da bulunan Kasımiye Medresesi’nde “Türk tarihi” ve “Arap edebiyatı tarihi” öğretmeni olarak göreve başladı. 1911 sonlarında Türk ve Tatar Tarihi adlı kitabının yayımlanmasıyla meşhur oldu. Kazan’da bulunduğu sırada Nikolay Aşmarin ve N. F. Katanov ile tanıştı. Böylece Rus şarkiyatçıları ortamına girdi ve bu ortamdan derinden etkilendi.

1913 yılında Fergana’ya, 1914 yılında Buhara’ya araştırmalar yapmak için gitti. Fergana’da Yusuf Has Hacib’in 11. yüzyıla ait Kutadgu Bilig adlı eserinin bir elyazması nüshasını buldu.

Daha sonra Rus Millet Meclisinde Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak bulunmak üzere Petersburg’a gitti. Bu sırada Bolşevik ihtilâli patlak verince, o da Türklerin durumunun düzelmesi için mücadeleye girişti. 29 Kasım 1917 tarihinde Başkurdistan ilinin muhtariyeti ilan edildi. Başkurt hükümeti kurulduğunda Togan, Harbiye Nazırı oldu. Bundan sonra Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüştü, fakat olumlu sonuç alamadı. Türkistan’a çekilip orada mücadeleye karar verdi.

60

Muhammed Hamidullah43 gibi önemli şahsiyetler bulunuyordu.


Türkistan Millî Özerk Hükümeti’nin bastırılmasından sonra, Basmacı Hareketi’nin içinde bulundu. 1920-23 yıllarında Türkistan’da amansız bir mücadeleye girişti ise de başarılı olamadı. Türkistan Millî Birliği’nin kurucusu ve ilk başkanıdır. 20 Mayıs 1925 tarihinde Türkiye’ye geldi. İstanbul Darülfünun’u Türk Tarihi Müderris Muavinliği’ne tayin edildi. İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde hummalı çalışmalarına başladı. Fakat, 1932 yılında I. Türk Tarih Kongresi’nde tıp doktoru Reşit Galip’in sunduğu, Orta Asya’da iç deniz olduğu ve bunun sonradan kuruduğu konusu hakkındaki tebliğini eleştirince, Togan aleyhine bir kamuoyu oluştu. Kendisine takınılan bu kötü tutum üzerine, 8 Temmuz 1932 tarihinde istifa ederek Viyana’ya gitti. 1935 senesinde Viyana Üniversitesi’nden felsefe doktoru ünvanı aldı. 1935-1937 yılları arasında Bonn Üniversitesi’nde, 1938-1939 yılları arasında Göttingen Üniversitesi’nde profesör olarak ders verdi. 1939 yılında Millî Eğitim Bakanı’nın daveti üzerine tekrar Türkiye’ye geldi. İstanbul Üniversitesi’nde Umumî Türk Tarihi Kürsüsü’nü kurdu.

1944 yılında, Türkiye’de Sovyetler aleyhine faaliyet ve Turancılık iddiasıyla tutuklanıp mahkeme edildi. 10 yıl hapse mahkûm edildiyse de askerî mahkeme kararı bozdu ve Togan beraat etti.

1948 yılında yeniden döndüğü üniversitedeki görevine ölümüne kadar devam etti. 1951 yılında İstanbul’da toplanan XXI. Müsteşrikler Kongresi’ne Başkanlık etti. Bu onun bilimsel alandaki şöhretini çok daha artırdı. 1953 yılında İstanbul Üniversitesinde İslam Tetkikleri Enstitüsü’nü organize etti. 1967 yılında kendisine Manchester Üniversitesi tarafından bir onur doktorası verildi.

Zeki Velidi Togan 26 Temmuz 1970’te İstanbul’da vefat etti.


43 Prof. Dr. Muhammed Hamidullah (1908-2002)

1908 yılında Hindistan’ın Haydarabad şehrinde dünyaya geldi. Sekiz çocuklu

bir ailenin en küçüğüydü. Ailesinden aldığı ilköğrenimin arkasından medrese öğrenimine başladı. Daru’l-Ulum Medresesi’nden sonra, Osmaniye Üniver- sitesi’nde hukuk tahsil etti. Devletlerarası İslam Hukuku’na ilgi duyarak Paris’e gitti. Paris Üniversitesi’nden “Peygamberimizin Savaş Mektupları” başlıklı teziyle doktor unvanını aldı. Almanya’nın Tübingen Üniversitesi’nde “Devlet- lerarası İslam Hukuku” alanında ikinci bir doktora çalışması daha yaptı (1933).

Çalışmalarını Paris Üniversitesi’nde sürdürdü. Bu arada Kuzey Afrika ülkelerinin kütüphanelerinde incelemeler yaptı. Hindistan’a dönerek Osmaniye Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Bu üniversitede devletler hukuku profesörüyken, görevle yurtdışında bulunduğu bir sırada, Haydarabad’ın Hindistan hükümeti tarafından işgal edilmesi (1948) üzerine geri dönmedi. Siyasal mülteci olarak Fransa’ya yerleşti. Beş dilde (Arapça, Urduca, İngilizce, Fransızca ve Almanca) binden fazla makale ve onlarca kitabı bulunan Hoca’nın ismi 1950’li yıllarda uluslararası

61

Coşan, Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

Onun akademik hayatının en belirleyici kişisi ise, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde kendisine asistanlık yaptığı ve doktora tezini yöneten Prof. Dr. Necati Lugal’dir.44


akademik çevrelerde duyulmaya başlandı. Başta Fransa, Mısır, Pakistan ve Türkiye olmak üzere birçok ülkenin üniversitelerinde dersler, konferanslar verdi. 1952’de İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya başladı, uzun yıllar Edebiyat Fakültesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü ile Erzurum’da Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Bu sırada, birçok süreli yayında bilimsel makaleler yazdı. Muhammed Hamidullah, 17 Aralık 2002’de ABD’nin Florida eyaletinde 96 yaşındayken vefat etti.


44 Prof. Mehmet Necati Lugal.

1878’de İstanbul’da doğdu. Babası Hüseyin Hüsnü Bey’dir. Küçük yaşta hafız oldu. Resmî okulun yanı sıra özel hocalardan dersler aldı. Edebiyata derin bir ilgi duydu. Arapça ve Farsça’yı öğrendi. Şeyh Sa’dî-yi Şirâzî’nin Gülistan’ından, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden yüzlerce beyit ezberledi. Eski Arap şiirinin inceliklerine vakıf oldu. 1907 Yılında Fatih Camii’nde ders vermeye başladı. Muhtelif okullarda ve medreselerde 1917 yılına kadar dersler verdi. Bu arada çok genç yaşta, babası ile birlikte hacca gitti.

1917 Yılında Almanya’da okuyan Türk öğrencilere öğretmen olarak tayin edildi. 1919 Yılında Hamburg Üniversitesi Şarkıyat Enstitüsü’nde göreve başladı. 1939’da Türkiye’ye döndü. Beyazıt Kütüphanesi müdürlüğüne tayin edildi. Maaşı çok düşüktü, maddî sıkıntılar çekti. Ek görev olarak bazı okullarda Türkçe öğretmenliği yaptı.

Küçüklüğünden beri maddeye değil, ilme kıymet vermişti. İlâhiyat, edebiyat ve filoloji tahsil etmişti. Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca ve İngilizce biliyordu. Hele bu dillerden ilk üçünün edebiyatına iyice vakıftı. Urduca ve Afganca gibi diğer şark dillerinden de anlıyordu. Sayısız öğrenciler yetiştirmiş ve Türk kültürünü yabancı ülkelerde yaymağa çalışmıştı. Fakat birçok bilim adamı gibi, o da maddî sıkıntı içinde bırakılmıştı. Bazı dostlarının Millî Eğitim Bakanlığı’na müracaatıyla, 1943 Yılında AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Şarkıyat Enstitüsü profesörlüğüne getirildi. Burada pek çok ilim adamı yetiştirdi. Hemen herkesin eski metinlerdeki müşkillerini çözerdi.

1949 Yılında AÜ İlâhiyat Fakültesi’nin kurulmasında rol oynadı. Bu fakültenin öğretim kadrosunda fahriyyen görev olarak Arapça-Farsça profesörlüğü yaptı. 1952’de yaş haddinden emekliye ayrıldı. 1956-1957 ve 1959 yıllarında Bon ve Frankfurt Üniversitelerinde misafir profesör olarak çalıştı. 1960 Yılında, yeniden hazırlanan üniversiteler kanununda yaş haddi

62

Necati Lugal’den ikinci bir Batı dili olan Almanca’yı öğrenmiştir. Erzurumlu Darir Mustafa Efendi’nin Siyer-i Nebî’si başta olmak üzere çeşitli kitapları ondan okumuştur. Ayrıca onunla birlikte Şair Gülşehrî’nin Feleknâme adlı Farsça eseri üzerinde çalışmıştır.

Necati Lugal tarafından Arap Dili ve Edebiyatı hocası Yusuf Cemil Ararat45 ile tanıştırılmış, ondan da Arap şairi Mütenebbî’nin divanını ve eş-Şanfarâ’nın Lâmiyyetü’l-Arab kasidesi başta olmak üzere daha başka Arapça edebî eserleri okumuştur.46


kaldırıldığından, AÜ İlâhiyat Fakültesi Klasik Dînî Türkçe Metinler Kürsüsü profesörlüğüne tayin edildi. 23 Mart 1964 Pazartesi günü hayata gözlerini yumdu.


45 Yusuf Cemil Ararat (1879-1963): 1879’da İstanbul’da doğdu. Babası Karslı Mehmed Ağa’dır. Hıfzını tamamladıktan ve ilkokulu bitirdikten sonra, Aksaray Valide Sultan Rüşdiyesi’nde devam etti. Özel hocalardan dersler alarak kendisini yetiştirdi. Henüz 19 yaşında iken, açılan bir imtihanı kazanarak Kuleli Askerî İdâdîsi edebiyat öğretmenliğine tayin edildi.

Darülfünun Arap edebiyatı hocası Mostar müftüsü Ali Fehmi Câbiç’ten Arapça dersleri aldı. Beyazıt Camii dersiamlarından Abdürrahim Efendi’den de Farsça öğrendi. Arapça edebî metinleri daha iyi anlayabilmek için Şirvanlı Hâlis Efendi’den Harîrî’nin Makàmât’ını ve câhiliye devri şairlerinin Muallakàt’ını okudu ve icazetname aldı.

Son derecede mütevazi bir ilim adamı idi. Arapça ve Farsça’ya, bu dillerde şiir yazacak kadar hâkimdi. Arapça ve Farsça şiirleri, çok defa aynı vezinlerle başarılı bir şekilde Türkçe’ye çevirebiliyordu. Hafızlığı, Kur’an’da bulunan bir kelimenin mânasını açıklamak için, nerede ise o kelimenin yer aldığı bütün âyetleri sıralayacak kadar kuvvetli idi. Ayrıca binlerce kelimeyi örnek beyitler ve kullanılışına ait özellikleriyle ezbere bilirdi. 15 Nisan 1963 günü İstanbul’da vefat etti.

Mahir İz ve Necati Lugal’le yakın dostlukları vardı. Sağlığında kendisini takdir edenler arasında, İsmail Saib Efendi, Mehmed Akif ve Elmalılı Küçük Hamdi Efendi gibi seçkin kimselerin yanında, ünlü Alman müsteşriki Helmut Ritter ve Oscar Rescher de yer almaktadır.

46 (http://www.mecmerkezi.org/Sayfalar/160/M-Esad-Cosan/Hocalari.aspx)

63

d. Üniversite Hocalığı


Coşan, Edebiyat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1960 yazında Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin kızı Muhterem Hanım’la evlendi. Evlendirme teklifi Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nden geldi.

Aynı yıl, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde açılan asistanlık imtihanını kazandı. Klasik

Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. İş dolayısıyla 1960 yılının sonbaharında Ankara’ya taşındılar.


Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı.

1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu’nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler derslerini verdi.

Askerlik görevine Tuzla Piyade Okulunda başladı (15 Ekim 1971). Ağrı Patnos’ta yedek subay olarak tamamladı (31 Aralık 1972).

1973 yılında, Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü’ne öğretim üyesi olarak tayin edildi.

1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. Yurtdışında çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyeliklerinde bulundu.

1982 yılında, “İbrâhim-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiyye” isimli takdim teziyle ilâhiyat profesörü oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

64

İlâhiyat Fakültesi’ndeki öğretim üyeliği yıllarında, Coşan’ın

kapısı herkese açıktı. Öğrencilerin çok sevdiği ve saygı gösterdiği bir kimseydi. Talebe gelir, kapıyı çalar, derdini anlatır, cevabını alır, müsterih bir çehre ile ayrılırdı. Olaylı ve kavgalı zamanlarda öğrencilerin arasına girer, onları akl-ı selime davet eder, kavgaları önlemeye çalışırdı. 1960’lı yıllarda fakültede resmî ders olarak Kur’an-ı Kerim dersi yoktu. Öğrenciler kendi gayretleriyle, Arapça’dan, Farsça’dan faydalanarak Kur’an-ı Kerim öğrenmeğe çalışıyordu. Bunu gören Hocaefendi, müsait zamanlarında hasbî olarak, isteyenlere Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca dersleri veriyordu. Öğrencilerini bilimsel araştırmalara, master ve doktora yapmaya teşvik ederdi.

Öğretim üyeleri arasında saygınlığı vardı. Sahasında söz sahibi idi. Özellikle Türk-İslâm edebiyatında, ilk müracaat edilen kimseydi. Kendisinden önce profesör olmuş hocalar bile, ağır bir parça, çetin bir şiir oldu mu, “Es’ad Bey, şuna beraber bakabilir miyiz?” diye kendisine gelirlerdi. Herkese yardımcı olmaya çalışırdı.

65

İlk yıllar Kurtuluş’ta oturuyorlardı. Daha sonra Kalaba’ya taşındılar (1963). Evlerinin yakınında cami yoktu. Bir mescid açılması için önderlik etti. Daha sonra onun gayretleriyle bir dernek kurulup, cami yeri alındı. Üstte Kur’an Kursu, altta cami olmak üzere cami inşaatının yapılmasına gayret etti. Buralarda zaman zaman hadis ve tefsir sohbetleri yaptı. Komşuluk ilişkileri çok mükemmeldi. Bütün yorgunluklarına ve yoğunluklarına rağmen, komşularına da vakit ayırırdı. Karşılıklı ziyaretleşmeler olurdu. Ziyaretlerde tebessümü eksik etmezdi. Ziyaret sırasında, kütüphaneden uygun bir kitap alır, orada bulunanlardan birisine bir yer açtırırdı. Sonra oradan bir miktar okuyarak sohbet ederdi.

Mehmed Zâhid Kotku Hz. hemen her yıl Ankara’ya gelir, evlerinde bir süre misafir kalırdı. Ankara’nın çeşitli semtlerinde, çevre ilçelerde sohbetler, ziyaretler olurdu. Bazen da M. Es’ad Coşan’ı da yanına alır, Anadolu’nun muhtelif şehirlerine beraber seyahat ederlerdi.47


e. Şeyhlik Yılları


Mehmed Zâhid Kotku Efendi’nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile, İskenderpaşa Camii’nde hadis derslerine başladı (1977). Hafta sonlarında İstanbul’a gidiyor, hadis dersini yapıp Ankara’ya dönüyordu.

Mehmed Zâhid Efendi’nin hastalığında, ameliyatında hep yakın hizmetinde bulundu. Son demlerinde de yanı başındaydı. Onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi (5 Muharrem 1401). Tasavvufî nisbeti; hocası Mehmed Zâhid Efendi vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı’nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me’zundu.




47 Uuşan, Talip, M. Es’ad COŞAN Hocaefendi İle İlgili Hatıralar, s. 215-234, Ankara 2002.

66

Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı, ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Caminin yanındaki eski binalar alınarak camiye katıldı. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir’de mutad hadis dersleri başlatıldı. Mehmed Zahid Kotku Efendi’nin emri üzerine kurduğu (1980)

“Hakyol Vakfı”nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere “İlim, Kültür ve Sanat Vakfı”nı (1986), sağlık hizmetleri için “Sağlık Vakfı”nı kurdurdu.

Hanımların eğitimiyle ilgili olarak “Hanım Dernekleri”nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere “İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri”nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplumun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı. Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi. Onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti. (Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... )


Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 Eylülünde İslâm dergisi, 1985 Nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı(1987). Sağlık ve bilimle ilgili konularda

ise Panzehir dergisi yayınlandı (1991). Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilendi ve makaleler yazdı. Bu dergiler, ilgilendikleri sahalarda kamuoyuna önderlik ettiler. Yayınladıkları yazılarla, araştırma dosyalarıyla ve İslâm dünyasından haberlerle halkımızın bilgilenmesine ve bilinçlenmesine katkıda bulundular. İyimser, ümit verici, yol gösterici yazılarla pek çok hayırlı gelişmelere sebep oldular. Haklarında sempozyumlar, doktora tezleri yapıldı. Bir ara İslâm dergisinin tirajı yüz bini aştı. İslâm ve Kadın ve Aile dergileri, 1998 Haziranına kadar aksamadan yayınlarını sürdürdüler.

Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat’ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi,

67

haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).


Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul’dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar uydu vasıtasıyla Türkiye’nin her yerinden, Orta Asya’dan ve Avrupa’dan dinlenebilmektedir.

Onun teşviki ile Ak-Televizyon adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlandı (3 Mayıs 1998 - 11 Temmuz 1999).


Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve

68

dershaneler kurdurdu. (Asfa, Ferda...) Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere birçok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı. (Hayrunnisâ Hastanesi, Esmâ Hatun Hastanesi, Afiyet Hastanesi...)

Yurtdışındaki müslümanlarla diyalogu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti (1990). Bu şirket vasıtasıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim toplantıları düzenlendi.


İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul’da, Ankara’da, Konya’da ve Bursa’da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.

Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa’da, Kuzey Amerika’da, Afrika’da, Orta Asya’da ve Avustralya’da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı. Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.


1997 Mayıs’ından itibaren hizmetlerini yurtdışında sürdürdü. 1998 yılında Avustralya’nın Brisbane şehrine yerleşti. Tebliğ ve irşad çalışmalarını Avustralya’nın her tarafına yaygınlaştırdı. Pek çok yerde camiler, kültür merkezleri açıldı. Brisban’daki camide, her gün sabah ve yatsı namazlarından sonra, hadis sohbeti yapıyordu.

Radyo sohbetleri yine devam etti. Cuma günleri Ak-Radyo’da yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak, salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı (29 Eylül 1998). Fâtiha Sûresi’nden başladı. Her sohbette birkaç ayet-i kerime okuyup,

69

izah ediyordu. Vefat etmeden önce yaptıkları son tefsir sohbetinde, Bakara Sûresi 224. ayetine kadar gelmişlerdi.


4 Şubat 2001 (10 Zilkade 1421) Pazar günü, bir cami açılışı yapmak için Grifit şehrine giderlerken, Avustralya yerel saatiyle 12’de (Türkiye saatiyle 04’te) Sydney civarında, Dubbo kasabası yakınlarında geçirdikleri elim bir trafik kazası sonucu, yanında bulunan damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel’le birlikte ahirete irtihal eylediler. Ani ölümleri ailesi, yakınları, sevenleri ve bütün müslümanlar tarafından derin bir üzüntüyle karşılandı. Mübarek naaşları, Sydney’de Auburn Gelibolu Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Türkiye’ye getirildi (8 Şubat 2001, Perşembe). 9 Şubat 2001 Cuma günü, Fatih Camii’nde yüz

binlerin iştirak ettiği muhteşem bir cenaze namazından sonra, tekbirlerle, salevatlarla, dualarla, gözyaşlarıyla, Ebû Eyyûb el- Ensàrî Hazretleri’nin kabri civarında, Eyüp Mezarlığında toprağa verildi.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan, doğu dillerinden Arapça ve Farsça’yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce’yi bilmekteydi. Yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını vefat edinceye kadar devam ettirdi.48

Rûhu şâd, mekânı cennetî a’lâ olsun...




48 Coşan M. Es’ad, Ramazan ve Güzel Ameller, s.13, Terceme-i Hal, Seha Neşriyat, İstanbul 1999.

70
MAHMUD ES’AD COŞAN’IN SOHBETLERİ