GİRİŞ:
GÜMÜŞHÂNEVÎ DERGÂHI
A. AHMED ZİYÂEDDİN-İ GÜMÜŞHÂNEVÎ (1813-1893)
Ahmed Ziyâeddin-i Gümüşhanevî, Gümüşhane’nin Emirler mahallesinde doğdu (1228/1813). Babasının adı Mustafa’dır. Beş yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetti, sekiz yaşına geldiğinde ise Kasâid, Delâil-i Hayrât ve Hizb-i A’zâm adlı eserleri hatmedip icâzet aldı. Ailesi ticaret yapmak için, 1822 yılında Trabzon’a taşındı. Bir taraftan babasına yardım etti. Diğer taraftan Trabzon’daki Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Hâlid es-Saîdî gibi âlimlerden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri aldı. Bu arada hıfzını tamamladı. On sekiz yaşından sonra, amcasıyla birlikte ticaret için İstanbul’a gitti ve bir daha Trabzon’a dönmedi.
Bayezid Medresesi’nde, adı tesbit edilemeyen bir şeyhin mânevî murakabesinde Hikmet, Ahbâr, Tasavvuf ve Fen gibi aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Bu zâtın vefatından sonra, Mahmud Paşa Medresesi’nde bir hücreye yerleşerek kendisini ilme verdi. Mahmud Paşa Medresesi’nde Sultan Abdülmecid’in hocası Hafız Muhammed Emin Efendi ile, II. Mahmud’un hocası Abdurrahman Harpûtî gibi devrin önde gelen âlimlerinin öğrencisi oldu. Bu hocaların rahle-i tedrisinde eğitimini tamamladı.
İstanbul’daki on üç yıllık tahsil hayatı sonunda, 1844’de icâzet aldı. Bayezid Medresesi’nde müderris oldu.1
İstanbul’daki tahsil hayatı boyunca tasavvufî çevrelerle ilgisini
sürdüren Gümüşhânevî, 1845 yılında Üsküdar Alaca Minare Tekkesi’nde, Hâlidiyye tarikatına mensub Şeyh Abdülfettâh el-
1 Gündüz, İrfan, Gümüşhanevi Ahmed Ziyâüddin, s.18, Seha Neşriyat, İstanbul, 1984.
Ukârî ile tanıştı. Ona intisab etmek istediyse de, Ukârî, kendisini irşad etmeye İstanbul’a gelecek başka bir şeyhin yetkili olduğunu söyledi. Dostlukları sohbet ve samimiyet sınırları içinde devam etti. Gümüşhânevî daha sonra, aynı tekkede Trablusşam müftüsü diye meşhur olan Hâlidî şeyhi Ahmed el-Ervâdî’ye intisab etti. 1848 yılında Mahmud Paşa Medresesi’ndeki hücresinde gerçekleştirdiği iki halvetten sonra, şeyhi Ervâdî’den Nakşıbendiyye, Kàdiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Şâzeliyye, Desûkiyye, Halvetiyye, Müceddidiyye, Mazhariyye, Rifâiyye, Hâlidiyye tarikatlarından hilâfet-i tâmme ile icâzet aldı.2
Ervâdî Hazretleri, 1858 senesinde Şam’da vefat etti. Şeyhinin tavsiyesi üzerine Gümüşhânevî, onun vefatından sonra Abdülfettah Ukarî Efendi’yi sohbet şeyhi ittihaz etti. Bu bağlılığını kendisi Cağaloğlu’nda, Ukarî de Üsküdar’da olduğu halde, haftada bir defa karşılıklı ziyaretlerle devam ettirdi. Gümüşhânevî, Hâlidî âdâbına riayet ederek, bu zâtın vefatına kadar müstakil hareket etmekten sakınmış ve böylece Mevlânâ Hâlid KS’in İstanbul halifelerinde bulunmasını istediği, en kıdemli halifeye uygun hareket etme esasına riayet etmiştir. Gümüşhânevî, Abdülfettah Efendi’nin 1864’de vefatına kadar tarîkat neşrinden daha çok ilmî çalışmalarda bulunmuş, bütün te’lifâtını bu tarihe kadar tamamlamıştır.
Levâmi’u’l-’ukül adlı eserinde, tarîkaten Nakşibendî, meşreben Şâzelî olduğunu söyleyen Gümüşhânevî, Nakşibendiyye ve Şâzeliyye’nin usül ve âdabı çerçevesinde yoğunlaşan bir irşad faaliyeti sürdürmüştür.3 Tarikat neşrine başladığında, önceleri tekkeye fazla rağbet etmeyen Gümüşhânevî, Mahmud Paşa Medresesi’ndeki hücresi ile iktifa etmiştir. Burası sayıları zamanla artan müridlerinin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince, ibadete kapalı ve metruk bulunan Fatma Sultan Câmiini tekke ittihaz etmiştir (1859). Halîfelerinden Kastamonu’lu Hasan Hilmi Efendi’nin
2 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.34
3 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.44.
gayretleriyle, beş vakit ibadete açık hale getirilen bu caminin bitişiğine, Gümüşhânevî tarafından bir ev ve bir tekke yaptırılıp vakfedilmiştir. Ev ve tekke yapımından sonra Gümüşhânevî buraya taşınmış, bu cami ve müştemilatı zamanla “Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerifi” diye şöhret bulmuştur.4
Gümüşhânevî Tekkesi, tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Gümüşhânevî’nin vefatından sonra tekkenin postuna Şeyh Hasan Hilmi Efendi, Şeyh İsmail Necati Efendi, Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi ve Tekirdağlı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi oturmuşlardır.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra, 1942’ye kadar mescid olarak kalmıştır. Daha sonra, kadro harici camiler arasına katılan tekke binaları, bir müddet İstanbul valiliği jandar- malarının yatakhanesi ve elbise deposu olarak kullanıldıktan sonra, 1957’de yol açma ve Defterdarlık binasının yapılması
4 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.55.
gerekçesiyle yıktırılmıştır. Bugün sadece minaresinin tuğla enkazı ile, “Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Sokağı” hatıra kalmıştır. Arsası üzerinde ise, İstanbul Defterdarlığı bulunmaktadır.5
Gümüşhânevî, 1863’te sarayın tahsis ettiği özel bir gemiyle ve muhtemelen resmî bir görevle hacca gitti. Yolculuk esnasında
İskenderiye ve Mısır’a uğradı. Buradaki enbiyâ ve evliyâ kabirlerini ziyaret etti. Bir buçuk ay süren bu ziyaretinde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin sohbetiyle şereflenenlerden Küçük Aşık Efendi ile sohbette bulundu. İlk haccından sonra, 1877’de Şeyhü’l-harem-i Nebevi Mehmed Emin Paşa’nın kızı Havvâ Seher Hanım’la evlendi. Aynı yıl ikinci
defa hacca gitti. Hac dönüşü İstanbul’a gelmeyip, üç yıl kadar Mısır’da kaldı. Tanta ve Kahire’de Nâsıriye, Câmiü’l-Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin Camii’nde 200’den fazla talebeye hadis okuttu. Mısır müftüsü Muhammed el-Menütî, Şeyh Cevdet, Muhammed et-Tantâvî, Şeyh Mustafa es-Sâidî ve Şeyh Rahmetullah el- Hindî’ye hilâfet verdi.
Gümüşhânevî, aralarında Kastamonulu Hasan Hilmi, Safranbolulu İsmail Necâtî, Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin, Tekirdağlı Mustafa Feyzi, Lüleburgazlı Mehmed Eşref Efendi gibi huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine kadar yükselmiş âlimlerin de bulunduğu 116 kişiye hilâfet vererek, Nakşibendiyye tarikatının Hâlidiyye kolunun yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Gümüşhânevî zahirî ilimlerin tahsiline önem vermiş, halifelerinde her şeyden önce ilmî yeterliliğin bulunmasını şart koşmuştur. Dergâh mensupları arasında bir yardımlaşma ve borç sandığı kurarak ev ve iş yerlerinde âtıl duran menkul servetleri bu sandıkta toplatmış, bu para ile bir matbaa kurarak basılan eserlerinin ücretsiz dağıtımını sağlamıştır. Aynı sermayeden tahsis edilen 500’er altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Of ta dört büyük kütüphane kurulmuştur. Dinî ilimleri öğrenme ve sünnete uyma konusu üzerinde hassasiyetle duran Gümüşhânevî. tekkesinde hadis okutmaya
5 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.57.
ağırlık vermiş, böylece Gümüşhaneli Dergâhı bir dârül-hadis hüviyeti kazanmıştır.6
Tekkelerde görülen yozlaşmaya karşı çıkmış, ulemâ ve meşâyih arasındaki anlaşmazlıkları birleştirici bir tavırla gidermeye çalışmıştır. Câmi’u’l-usûl adlı eseriyle tarikatlara ait
evrâd ve ahzâbın derlenmesinden meydana gelen Mecmûatü’l - ahzâb’ onun bu özelliğini ortaya koymaktadır.7
Gümüşhânevî Hazretleri’nin son zamanlarında, yaşı çok ilerlediği için vücudunda zayıflık hasıl oldu. Bir şeye dayanmadan oturamıyor, asasız yürüyemiyordu. Konuşmasını ise ancak sohbetlerine müdavim olanlarla, konuşma tarzına alışık olanlar anlayabiliyordu. Tekke faaliyetlerinin tamamını Hasan Hilmi Efendi’ye bıraktı.
Nihâyet ona da irciî emri ulaştı. 7 Zilkàde 1311/13 Mayıs 1893 günü, sabahleyin saat 10.00 sularında, ansızın gözünü açıp, “Hepsini isterim yâ Kibriyâ’!” diyerek dâr-ı bekâya irtihal eyledi.
6 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.65.
7 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.62.
Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda, Kânûnî Sultan Süleyman Türbesi’nin kıble tarafındadır. Yanındaki kabirde ise, zevcesi Havva Seher Hanım yatmaktadır.
Gümüşhânevî’nin Eserleri:
Tasavvuf Konusunda:
1. Camiu’l-Usûl,
2. Rûhu’l-Àrifîn,
3. Mecmuatü’l-Ahzâb,
4. Kitâbü’l-Arifin fî Esrâri Esmâil-Erbaîn.
Hadis Konusunda:
1. Râmûzü’l-Ehâdîs,
2. Levâmiu’l-Ukùl,
3. Garâibü’l-Ehâdîs,
4. Letâifü’l-Hikem,
5. Hadîs-i Erbaîn.
Ahlâk Konusunda:
1. Necâtü’l-Gàfilîn,
2. Devâ’ü’1-Müslîmîn,
3. Netâicü’l-İhlâs.
Fıkıh ve Akaid Konusunda:
1. Câmi’ul-Menâsik alâ Ahseni’l-Mesâlik,
2. Câmiu’l-Mütûn,
3. el-Âbir fi’l-Ensari ve’1-Muhâcir,
4. Matlabü’l-Mücâhidîn
Eserlerini Arapça olarak kaleme alan Gümüşhânevî’nin Câmiu’l-usûl’ü, “Velîler ve Tarikatlarda Usûl” adıyla Rahmi Serin ve Ramazan Nazlı tarafından; Rûhu’l-arifin’i, “Vuslat Ehli ve İlâhî Aşk” adıyla Rahmi Serin tarafından tercüme edilmiştir.
Râmûzü’l-Ehâdîs’in iki tercümesi vardır: Biri Abdül’aziz Bekine Hazretleri’nin derslerinde Osman Çataklı tarafından tutulan notlardan hazırlanmıştır. Lütfü Doğan ve Cevat Akşit tarafından, Hadisler Deryası adıyla yayımlanmıştır (1981). Diğeri Râmûzü’l-Ehâdîs adıyla, Pamuk Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır.
Necâtü’l-Gàfilin, “Gafillerin Kurtuluş Yolu” adıyla; Câmiu’l- Mütûn, “Ehî-i Sünnet İtikadı” adıyla yayımlanmıştır.
B. GÜMÜŞHÂNEVÎ DERGÂHI’NIN ÖZELLİKLERİ
1. Gümüşhanevî Ahmed Ziyâeddin Efendi, medrese hocalığı ile tarikat şeyhliğini bir arada yürütmüştür. Tasavvufî eğitimini tamamlatıp hilafet verdiği kimselerin tamamı medrese tahsili görmüş kimselerdir. İrşad vazifesi ile gittikleri yerlerde, ilk işleri bir medrese inşa edip faaliyete geçirmek olmuştur. Medrese hocalığı ile şeyhlik vazifesi bir arada yürütülmüştür. Şeyh efendiler medreselerdeki eğitimin iyileştirilmesi (ıslah-ı medâris, ceditçilik) çalışmalarına katılmışlardır.
2. Gümüşhaneli Hazretleri, tasavvufî bir camiada bir hadis koleksiyonunu, yâni Râmûzü’l-Ehàdîs’i ders kitabı olarak ortaya koymuştur. Bu, tasavvuf tarihinde çok mühim ve önemli bir hadisedir. Sonra da, “Bizim şu hadis koleksiyonumuzu dikkatle okursanız, kısa zamanda muhakkik bir alim olursunuz!” buyurmuştur. Müslümanın şeriatin çizgisinden kaymaması için emniyet, hadis-i şeriftedir. Hadis-i şerife sarılmayan kimse, şeriatin çizgisinde devam edemez, ayağı kayar. Çünkü şeriatin çizgisi kıl kadar incedir, kılıç kadar keskindir. Ona ancak hadis-i şerife sarılarak, hadis-i şerif yolunda yürüyerek, takvâ yolunu yol edinerek, ihlâs ile hareket ederek ulaşılabilir.8 Onun için Gümüşhànevî Dergâhı şeyhleri dervişlerine Râmûzü’l-Ehàdîs’i okutmuşlar, anlatmışlar; hadis eğitimine çok önem vermişlerdir.
3. Gümüşhanevî Dergâhı şeyhleri devlet idarecilerine yakın durmuşlar, onlara nasihat etmişlerdir. Sultan Abdülhamid’i desteklemişlerdir. Sultan Vahideddin, İsmâil Necâti Efendi’ye intisab etmiştir. Gayr-i İslâmî yönetimler desteklenmemiştir.
8 Coşan, Mahmud Es’ad, Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı, s. 122, Seha, İstanbul, 1994.
4. Gümüşhanevî Dergâhı şeyhleri basın-yayınla ilgilenmişler, toplumu uyandırmaya, bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Bunun için matbaalar kurmuşlar, eserler yayınlamışlar, kütüphaneler tesis etmişlerdir. Bulundukları yerlerde İslâmî neşriyatı desteklemişler, yazılar yazmışlardır.
5. Gümüşhanevî Dergâhı şeyhleri Hatm-i Hacegân’a, cemaatle zikre önem vermişler; haftanın belli günlerinde, bazen her gün Hatm-i Hâcegân yaptırmışlardır. Uygun zamanlarda ve yerlerde cemaate sesli zikir de yaptırmışlardır.
6. Türkiye’de 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra camiler tekke gibi kullanılmış, sohbetler, Hatm-i Hâcegân ve zikirler camide, herkese açık olarak yapılmıştır.
7. Gümüşhanevî Hazretleri, “Bizi seven, bizim kitaplarımızı okuyan bizdendir.” buyurmuştur. Onun için bu yolda esas olan
gönül bağıdır. Fakat aynı zamanda, Peygamber Efendimiz’e bağlılık gibi bir bağlılık olduğu için, biraz daha yakın bir tanışma halinde olması temenni edilir. İntisab etmek isteyen kimse gelemiyorsa, birisiyle haber gönderir; vekâleten ders tarif edilir.9
8. Gümüşhaneli Hazretleri, Camiül-Usül isimli eserinde: “Bütün tarikatları inceledim. Bütün tarikatlarda müşterek olan esas hizmet’tir.” buyurmuştur. Yani, her tarikatın kendine göre ince farkları vardır ama, bütün tarikatlarda ortak olan, müşterek olan kural hizmet’tir. Derviş sevap kazanmak için, Allah’ın rızasını kazanmak için hizmet etmelidir.
Yol, hizmet yoludur. Kurda, kuşa, leyleğe, kediye, kuzuya, köpeğe, insana, insan-ı kâmile hizmet edecek... Her şeye hizmet edecek!.. İnsan hizmet ederse, izzet bulur.10
9. Gümüşhanevî Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin yetiştirdiği 116 halife arasında İslâm Alemi’nin her tarafından kimseler vardır.
9 Coşan Mahmud Es’ad, Güncel Meseleler-2, s. 187, Seha, İstanbul, 1998.
10 Coşan, Mahmud Es’ad, Kadın ve Aile, Mayıs 1993.
Bu halifeler sadece Osmanlı topraklarında değil, aynı zamanda
Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde de görev almışlar, toplumun ihyası için gayret sarf etmişlerdir. Gittikleri yerlerde bir taraftan ilmi çalışmalar, bir taraftan da tarikat neşri yapan bu halifeler, sosyal yapının değişmesinde, insanların İslamî bir hayat tarzını benimsemelerinde önemli görevler icra etmişlerdir.
Bu zat-ı muhteremlerin çalışmalarıyla bütün Osmanlı ülkesinde, Afrika’da, Rusya’da ve Orta Asya’da, Çin’de, Hindistan’da Müslümanlar arasında Gümüşhanevî Dergâhı etkili olmuş, pek çok ilmî ve tasavvufî faaliyetler yapılmış, medreseler, tekkeler inşa edilmiş, eserler yazılmıştır. Bu etki günümüze kadar devam etmiştir.
C. GÜMÜŞHÂNEVÎ DERGÂHI ŞEYHLERİ
1. Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî (1813-1893)
Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüş- hânevî, önceleri tekkeye fazla rağbet etmeyip Mahmud Paşa Medresesi’ndeki hücresi ile iktifa etmiştir. Şeyhi el- Ervâdî’nin vefatının ardından 1858’de, Fatma Sultan Câmii tekke ittihaz edilmiştir. Daha sonraları buraya Gümüş- hânevî tarafından bir ev ile bir de tekke yaptırılıp vakfedil- miştir. Ev ve tekke yapımından sonra, Gümüşha- nevî buraya taşınmış, bu cami ve müştemilatı zamanla “Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfi” diye şöhret bulmuştur.11 Mevlânâ Hâlid-i Bağdâ- dî’nin (1776-1826), İstanbul halifelerinde mutlaka bulun- masını istediği şartlara uyarak, Hâlidîlerin İstanbul’daki en kıdemli halifesi olan Abdulfettah Efendi’nin 1864’de vefatına kadar, tarikat neşrinden ziyade ilmî çalışmalarla meşgul olmuş, başta hadis olmak üzere birçok alanda eserler te’lif etmiştir.12
Gümüşhânevî, müridlerinin terbiyesinde ilim tahsiline önem vermiş, bunun için öncelikle Peygamber Efendimiz’in sünnetinin ve hadislerinin öğretilmesine ağırlık vermiştir. Müridlerin terbiyesi için, Râmûzü’l-Ehâdis isimli hadis koleksiyonunu derlemiştir.
11 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.55.
12 Gündüz, İrfan, a.g.e. s.44-45.
Râmûzü’l-Ehâdis, her hadis metninin ilk kelimesi esas alınarak alfabetik olarak sıralanmış hadislerden oluşmaktadır. Her hadis metninin sonunda, hadisin alındığı kaynak, ravi ve bazen de hadisin sıhhati hakkında bilgi verilmiştir.
Gümüşhânevî’nin, az sözle çok mânâ veren, ezberlenmesi kolay, vecîz ve alimlerce muteber 7101 hadisi bir araya getirmesiyle oluşan bu eser, iki bölümden oluşmaktadır: İlk bölüm genel konularda 6400 hadis-i şerif ihtiva etmektedir. İkinci bölüm ise, Peygamber Efendimiz’in evsaf ve şemâilini anlatan 701 hadisten oluşmaktadır. Gümüşhânevî bu eseri, 125’i aşkın kaynağa müracaat ederek hazırladığını bizzat kendisi ifade etmektedir.13
Râmûzü’l-Ehâdis’te, bizzat Gümüşhânevî tarafından hükmü beyan edilen, 10 mevzû, 130 mürsel ve 70 zayıf hadise rastlanmaktadır.14 Gümüşhânevî, eserinde yer verdiği zayıf veya mevzû hadislerle birlikte, aynı mânâyı te’yid eden birkaç sahih hadisi alt alta vermiştir. Böylece Gümüşhânevî, isnad bakımından sahih olmasa bile, mânâ bakımından doğru olduğu kanaatine vardığı bu hadislere, müridlerinin de istifade edebileceğini düşünerek, eserinde yer vermiştir.15
Tarikat neşrine, irşad vazifesini aldıktan altı yıl sonra 1864’de başlayan Gümüşhânevî, haftalık sohbetlerinde umûmiyetle Râmûzü’l-Ehâdis’i okuyup, buradaki hadislerle ilgili açıklama ve yorumlar yapmıştır. Kaynaklarda, zaman zaman sohbet ve derslerine, Sultan Abdülmecîd, Sultan Abdül’aziz ve II. Abdülhamid gibi devlet ricâlinin de devam ettiği rivayet edilmektedir.16 Tebliğ ve irşâd çalışmalarını ömrü boyunca her durumda sürdüren Gümüşhânevî, bizzat katıldığı 93 Harbi’nde, savaşın
13 Gümüşhânevî, Levâmiu’l-Ukùl, I/3.
14 İrfan Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn, Seha, İstanbul, 1984, s. 97. 15 Coşan, Mahmud Esad, Güncel Meseleler 1, Seha, İstanbul, 1995, s. 106- 109; Erkaya, Metin, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku, Seha, İstanbul, s.340-341. 16 Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Sempozyum Bildirileri, Sehâ, İstanbul, 1992, s. 29.
hafiflediği ve durakladığı bir sırada Of’a giderek Ramazan ayı boyunca 280’i aşkın talebeye Râmûzü’l-Ehâdis okutmuştur.17
Savaşın ardından, ikinci hac yolculuğuna çıkan Gümüşhanevî’nin Mekke ve Medine’de hadis dersleri verdiği ve hac dönüşünde üç yıldan fazla kaldığı Mısır’da Râmûzü’l-Ehâdis okuttuğu rivâyet edilmektedir.18 Gümüşhânevî Hazretleri, 7 Zilkàde 1311/13 Mayıs 1893 günü
ahirete irtihal eylemiştir. Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda, Kânûnî Sultan Süleyman Türbesi’nin kıble tarafındadır.
2. Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi (1824-1911)
Hasan Hilmi Efendi, 1240/1824 yılında Kastamonu’nun Azdavay Kasabası’nda doğdu. İlk tahsiline Kastamonu’da başladı. Memleketinin ileri gelen âlimlerinden kıraat, sarf ve nahiv ilimleri tahsil etti. On sekiz yaşlarına geldiğinde, tahsilini tamamlaması için babası onu İstanbul’a gönderdi. İstanbul’da Mahmud Paşa Medresesi’ne yerleşti. Burada Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî ile tanıştı. Elli yılı aşkın bir süre devam edecek olan beraberlikleri böylece başladı. Mahmud Paşa Medresesi’nde Nevşehir’li Büyük Hazım Efendi’nin derslerine devam etti. Tefsir, fıkıh, hadis, hikmet gibi ilimlerde tahsilini tamamlayarak icâzet aldı. Terkedilmiş, ıssız ve ibadete kapalı bulunan Fatma Sultan Camii müezzinliğine gönüllü olarak talip oldu. Camiyi kısa sürede ihyâ ederek, günün beş vaktinde açık hale getirdiği için, bu caminin baş müezzinliğine tayin edildi.
Hasan Hilmi Efendi, Gümüşhânevî Hazretleri’nin delaletiyle Abdülfettah el-Ukarî’ye intisab etti. Şeyhinin vefatına kadar, ona candan bir teslimiyetle bağlı kaldı. Bu arada Gümüşhânevî ile birlikte, Ukarî Hazretleri’nin Ayasofya Camii’ndeki hadis derslerine devam ettiler. Hasan Hilmi Efendi, ilk şeyhinin 1864 yılında vefatından
17 Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn, Seha, İstanbul, 1984, s. 45. 18 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 72.
sonra, Ervâdî’den hilafet alan Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî’ye intisab etti. Onun hadis derslerine devam ederek ilmî icâzet aldı. Hemen ardından seyr-ü sülûkunu tamamlayarak hilâfet aldı. Daha şeyhi hayattayken, irşad makamında vekili ve baş halifesi oldu.
Hasan Hilmi Efendi,1863 yılında şeyhi Gümüşhânevî ile beraber hac farizasını eda etti. 1877’de, şeyhinin ikinci hac seyahati esnasında ve dönüşünde Mısır Tanta’da kaldığı günlerde,
üç sene Gümüşhâneli Dergâhı’nda ona vekâlet etti.
Şeyhi İstanbul’a döndükten sonra, kendisini İzmit-Adapazarı bölgesinin irşadı maksadıyla Geyve’ye gönderdi. Hasan Hilmi Efendi, burada inşa ettirdiği medrese ve tekkede hem hadis okutmuş, hem de tarikat neşrine çalışmıştır.19
Gümüşhânevî Hazretleri, zayıflığı ve ihtiyarlığı sebebiyle dergâh faaliyetlerini yürütemeyecek hale gelince, Hasan Hilmi Efendi’yi Geyve’den İstanbul’a çağırarak tekkeyi ona teslim etmiş, müridlerine de ona bağlanmalarını söylemiştir. Bundan sonra Gümüşhânevî Hazretleri, vefatına kadar yalnızca cuma sohbetlerini ve Hatm-i Hâcegân zikirlerini icra ettirmiştir. Vefat ettiği yıl ise, bu vazifeler de dahil olmak üzere tekkenin bütün mesuliyetlerini Hasan Hilmi Efendi’ye bırakmıştır.
1893 yılında şeyhinin vefatından sonra, on sekiz yıl fiilen Gümüşhâneli Dergâhı’nda irşad vazifesi gören Hasan Hilmi Efendi de, şeyhi gibi hadis ilmi ile iştigali esas almış, tekkenin el kitabı mesabesinde olan Râmûz el-Ehâdîs’i senede iki defa hatmetmeyi itiyad edinmiştir.20 Muhammed Zâhid el-Kevserî başta olmak üzere, elli altı halife yetiştirmiştir. Amasya’lı Eyyüb Sabri, Katip Mustafa Fevzi, Bolvadin’li Ahmed, Kayseri’li Ali Rıza, Geyve’li Yusuf Bahri bunlar arasında sayılabilir.
19 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 143.
20 Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, III/281, İstanbul, 1996; Gündüz, İrfan, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn, Seha, İstanbul, 1984, s. 144.
1896 senesinde yerine Safranbolulu İsmail Necati Efendi’yi vekil bırakarak hacca giden Hasan Hilmi Efendi, Gümüşhânevî’nin Medine’deki müridlerinden Hafız Ahmed Ziyâüddîn Efendi’ye misafir olmuş ve on sekiz gün Ravza-i Peygamberî’de halvet ederek mücavir kalmıştır.
Son zamanlarına doğru, irşad hizmetlerini yürütemeyecek duruma gelince, yerine Gümüşhânevî Hazretlerinin halifelerinden Safranbolu’lu İsmail Necati Efendi’yi vekil ve halife tayin etmiştir.
Hasan Hilmi Efendi, 10 Şubat 1911 Perşembe günü, saat 07.15 ‘de vefat etmiştir. Kabri, Süleymaniye Camii Haziresinde bulunmaktadır.21
3. Safranbolulu İsmâil Necâti Efendi (1839-1919)
İsmail Necati Efendi 1255/1839 yılında, Kastamonu’ya bağlı Safranbolu kazasının Oğulveren Köyü’nde doğmuştur. Ömeroğlu Sülâlesine mensub Hacı Mehmed Efendi’nin oğludur. Gür ve beyaz sakalı, celâl ve heybeti ile İsmail Necati Efendi, şeyhi
21 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 141-145.
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri’ni andırırdı. İlk tahsiline Safranbolu’da Müftü Mehmet Hilmi Efendi’den ders görerek başlamıştır. Ardından İstanbul’a gelmiş, muhtelif hocalardan ilim tahsil ederek icâzet almaya muvaffak olmuştur. Bayezid Medresesi müderris ve dersiâmlarından Aksekili İbrahim Efendi’den, tekmîl-i nüsah eden İsmail Necati Efendi, 1876’da açılan rüûs imtihanında başarılı olmuş ve otuz beş yaşlarında iken Bayezid Medresesi’nde ders vermeye, 1892’den itibaren de talebelerine icâzet vermeye başlamıştır. 1897-1909 yılları arasında huzur dersleri muhataplığı, 1909 ve 1910 senelerinde de mukarrirlik vazifesini yerine getirmiştir.
Zâhirî ilimlerde bu yükselişin ardından İsmail Necati Efendi, Gümüşhânevî Hazretleri’ne intisab etmiştir. Mânevî kemâli için gereken eğitime tamamiyle kendini vererek, zâhirî ilimlerde olduğu gibi bâtınî ilimlerde de temayüz etmiştir. Öyle ki Gümüşhânevî Hazretleri’nin Hasan Hilmi Efendi’den sonra ikinci halifesi olarak, 1329/1911 yılında irşad makamına geçmiş ve
ömrünün sonuna kadar (1338/1919) bu vazifeyi sürdürmüştür. Ayrıca aynı yıl, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye kısm-ı âlî hadis dersi müderrisliğine tayin edilmiştir. İsmail Necati Efendi, irşad makamında bulunduğu dokuz yıl süresince pek çok âlim ve talebe yetiştirdiği gibi, Râmûz el- Ehâdîs’i de okutmuştur. Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin’in de kendisine intisab ettiği ve derslerine devam ettiği bildirilmektedir.
Kendisinden hilafet alanlardan Hacı Ferşad Efendi diye tanınan Of’lu İbrahim Hakkı Efendi, uzun seneler Of, Trabzon, Samsun ve havalisinde ilim ve tarikat neşrinde bulunmuş, eserleri halen mevcut olan hizmetler yapmıştır. İsmail Necati Efendi, 19 Şubat 1919’da (Rûmî 6 Şubat 1335, Hicrî 15 Cemaziyelevvel 1338) vefat etmiş, Süleymaniye Camii haziresindeki kabrine defnedilmiştir.22
4. Ömer Ziyâüddin Efendi (1849-1920)
Ömer Ziyâüddîn Efendi, Dağıs- tan’da Çerkay’a bağlı Miatlı Köyü’nde 1266/1849 yılında doğ- muştur. Babası, zamanın ulemâsın- dan müderris Abdullah Efendi’dir. İlk tahsiline babasından ders görerek başlar. Gençlik yıllarına geldiğinde, Şeyh Şamil’in oğlu Gazi Mehmed Paşa’nın maiyetinde Kafkas Cephesi’nde Ruslar’a karşı at üstünde savaşır. O sıralar yirmi yaşlarındadır. Mücadele sona erince Dağıstan grubu Osmanlı Devleti’ne hicret eder. Böylece Ömer Ziyâüddîn Efendi de İstanbul’a yerleşir, burada Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî’ye intisab eder. Aynı yıl şeyhülislamlığa takdim ettiği “Tecvîd-i Umûmî” isimli eseriyle, taşra ruûsuna nail olur.
22 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 146-148.
Ömer Ziyâüddîn Efendi’nin asıl adı Ömer’dir. Gümüşhânevî Hazretleri kendisini, “Sana Ziyâüddîn adını veriyorum, isminle muammer ol!” diyerek taltif etmiştir. Yine şeyhinin kendisine “Hâfız Ömer!” diye hitab etmesi üzerine, gece-gündüz demeden kendi kendine çalışarak altı ayda hıfzını tamamlamıştır. Kur’ân’ı hıfzettiği gibi, iki yüz bin hadîsi de râvî zinciriyle beraber ezberlemiştir. Daha çocukken, hadis hıfzının isbatı için kendini hâfızlar cemiyetine mümeyyiz seçtirmiştir. Tahsilini tamamlayıp icâzet aldıktan sonra Aralık 1878’de Edirne ikinci Ordu Alay Müftülüğü’ne tayin edilir. Eylül 1892 tarihine kadar, on dört sene bu vazifeyi îfâ eder. Haziran 1893 – Mayıs 1901 yılları arasında Malkara kadılığı vazifesinde bulunur. 1903’de Kudüs mevleviyetine, ertesi yıl Malkara kadılığına tayin olunur.
Ömer Ziyâeddin Efendi KS, Malkara’da iken, son eşi Hafize Hanım’la evlenmiş ve kendisinden sekiz çocuğu olmuştur. Soyu hayatta olan beş çocuğu ile devam etmektedir. İlk üç hanımından doğan çocukları yaşamamıştır. Malkara’da bulunduğu süre içinde, her sene hatimle teravih namazı kıldırmıştır. Altı saatte tam bir hatimle teravihi bitirirler ve eve geldiklerinde sahur olurmuş. Ömrünün son demlerinde bile Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona, Fatiha gibi okuyabildikleri bildirilmektedir.
Malkara kadılığı vazifesinde iki yıl kaldıktan sonra, 1906 yılında İstanbul’a yerleşir. 1908’de saltanat ve hilafeti savunan “Hadîs-i Erbaîn fî Hukûki’s-Selâtîn” adlı eserini neşreder.
1909 yılında 31 Mart Vak’ası’na karıştığı iddiasıyla Dîvân-ı Harb-ı Örfî tarafından müebbet kalebentliğe mahkum edilir. Bir süre sonra, cezası sürgüne çevrilerek Medine’ye gönderilir ve orada yedi ay kalır. Bu arada Mısır Hidiv’i Abbas Hilmi Paşa rüyasında Peygamber SAS Efendimiz’i görür. Kendisine “Medîne-i Münevvere’de bulunan Hâfız Ömer’i himayene al, getir!” diye ismiyle belirterek söyler. Üç gece üst üste aynı rüyayı görür. Nihayet maiyetiyle yola çıkar, Medîne-i Münevvere’ye vasıl olur. Ömer Ziyâüddîn Efendi’yi yanına alır. Mısır’a gelirler. Abbas
Hilmi Paşa kendisine, “Peygamber’in emaneti” der, büyük hürmet gösterir.
Ömer Ziyâüddîn Efendi, böylece Kahire’de Müntezeh sarayına yerleşir. Abbas Hilmi Paşa’nın saray hocalığını ve imamlığını yapar. Burada yaklaşık on yıl kalırlar. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı devam etmektedir. Bir ara Mısır’da İngilizler tarafından hapse atılır. 14 Nisan 1912’de çıkan umûmî af üzerine, şeyhülislamlığa müracaat ederek devrin şeyhülislamından vazife taleb eder. Hilâfeti savunan kırk hadîs-i şerifin yer aldığı, “Hadîs-i Erbaîn fî Hukûki’s-Salâtîn” isimli eseri yüzünden bu isteği geri çevrilir. Uzun süren mücadeleleri sonunda, nihayet hakkı teslim edilerek, önce 5 Ağustos 1919’da Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi hilâfiyat (tartışma ve münakaşa yoluyla, karşı fikri çürütme) müderrisliğine, sonra da yine aynı medresenin hadis dersi müderrisliğine tayin edilmiştir. (27 Ekim 1920).
Ömer Ziyâüddîn Efendi, 19 Şubat 1919 tarihinde, Gümüşhâneli Dergâhı şeyhlerinden İsmâil Necati Efendi’nin vefatı üzerine, Gümüşhânevî’nin üçüncü halifesi olarak postnişin olmuş, irşad görevini üstlenmiştir. Bu arada Râmûzü’l-Ehâdîs adlı hadis kitabını da okutmaya devam etmiştir. Sultan Vahideddin’in bizzat gelip yaptığı şeyhülislamlık teklifini, “İşgal altında bulunan bir memlekette fetvâ makâmı işgal edilemez!” diyerek kabul etmemişlerdir.
Ömer Ziyâüddîn Efendi, 1 Aralık 1921 (Rûmî18 Kasım 1337 / Hicrî 18 Rebiülevvel 1339) Cuma günü, yetmiş iki yaşlarında iken, Gümüşhâneli Dergâhı’nda vefat etmiştir. Kabri Süleymaniye Camii Hazîresi’ndedir.
Eserleri:
Ömer Ziyâüddîn Efendi KS’nin Türkçe, Arapça ve Dağıstan dillerinde pek çok eseri bulunmaktadır. Lezgi dili ile yazılmış (Çerkezce) Mevlîd-i Şerîf’i bin beyitliktir. Dağıstan yöresinde Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gibi meşhur
olmuştur. Şâirlik tarafı baskın olan Ömer Ziyâüddîn Efendi’nin Şeyh Şamil’in kabilesinin dili ile yazılmış Kısâs-ı Enbiya adlı manzum eseri, Dağıstan’da; Mevlid, Mi’rac ve Mu’cizat isimli eserleri de Edirne’de basılmıştır. “Fetevâ-yı Ömeriyye bi-Tarikati’l-Aliyye” adlı eseri Seha Neşriyat tarafından neşredilmiştir.
Diğer eserleri şunlardır:
1. Sünen-i Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye
2. Zübdetü’l-Buhârî 3. Es’ile ve Ecvibe fî İlmi’l-Hadîs 4. et-Teshilatü’l-Atire fi’l-Kıraati’l-Aşere,
5. Metn-i Akâid Tercemesi
6. Adâbu’l-Kur’ân,
7. Mevhibe-i Bârî Terceme-i Buhârî,
8. Mu’cizât-ı Nebeviyye,
9. Zübdetü’l-Buhârî Tercemesi,
10. Zevâidü’z-Zebidî, 11. Mir’ât-ı Kanûn-i Esâsî.
Hadis, Siyer, Fıkıh, Tecvid ve Kıraat gibi ilimlerde eser vermiş, fıkhî ve tasavvufî eserleri ile tanınan Ömer Ziyâüddîn Dağıstanî, son devrin ilim ile tarikatı, tasavvuf ile fıkhı bir arada yürüten muhaddis ve mutasavvıflarından, aynı zamanda hadis hâfızlarından biridir.23
5. Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi (1851-1926)
Mustafa Feyzi Efendi, 1267/1851 yılında Tekirdağ’ın Kılıçlar Köyü’nde doğmuştur. Babası çiftçilikle meşgul olan Emrullah Ağa’dır. İlim tahsiline memleketinde başlayan Mustafa Feyzi Efendi 1869
yılında, on sekiz yaşında iken İstanbul’a gelir. Bayezid Camii
dersiamlarından olan ağabeyi Tekirdağ’lı Mehmed Tâhir Efendi’nin ders halkasına katılır. 1882 senesinde otuz iki yaşında iken tahsilini tamamlayarak ulum-ü aliyyeden icazetname alır. Aynı yıl içinde yapılan rüus imtihanında, ehliyetini isbat ederek ders verebilecek duruma gelir.
Bundan bir yıl sonra, ders vekili sıfatıyla Bayezid Camii’nde ders vermeye başlar. On beş yıl sonra 1898’de, talebelerine ilk icazetini vermeye muvaffak olur.
1887 yılında kendisine ibtidâ-i haric rütbesi ile beraber İstanbul müderrisliği vazifesi verilir. 1907 yılında Musıla-i Sahn rütbesiyle, Şehzâdebaşı İsmail Paşa Medresesi müderrisliğine tayin edilir. Ardından 4. Osmânî ve 4 Mecidî nişanı ile taltif
23 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 148-152.
edilerek 1910 yılında Huzur dersleri muhataplığına tayin edilir. En son huzur dersinin yapıldığı 1919 yılına kadar bu vazifesine devam etmiştir.
Mustafa Feyzi Efendi, Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî’ye intisâb etti. Onun önde gelen halifelerinden oldu. Dağıstanlı Ömer Ziyâüddîn Efendi’nin 1 Aralık 1921 tarihinde vefatından sonra, Gümüşhâneli Dergâhı postnişîni olarak irşad vazifesine başladı. 1925 yılında tekke ve zâviyelerin kapatılmasına kadar bu vazifeyi sürdürmüştür. Yeni Cami’de bir müddet hadis dersleri okutan Mustafa Feyzi Efendi’nin, ömründe yirmi dört defa halvete girdiği, halifelerinden Mehmed Zahid Kotku tarafından ifade edilmektedir.
Mustafa Feyzi Efendi, Gümüşhânevî’nin dördüncü halîfesi olarak beş yıl kadar vazife yapmış, pek çok talebe ve 10’a yakın irşad salâhiyetli âlim yetiştirmiştir. Her yıl bir kere hatim etmek
üzere, Râmûzu’l-Ehâdîs’i okutmuştur.24 Son halvetinde talebelerinden Serezli Hasib Efendi, Kazanlı Abdülaziz Bekkîne ve Bursalı Mehmed Zâhid Efendi’ye hilafet vermiştir.25 Aynı silsile, sırasıyla bu zatlar tarafından devam ettirilerek, günümüze kadar canlı bir şekilde intikal ettirilmiştir. Mustafa Feyzi Efendi, 23 Muharrem 1345 /1 Ağustos 1926 yılında, yetmiş beş yaşlarında iken dâr-ı bekâya irtihal
eylemişlerdir. Kabri Süleymaniye Camii Haziresinde, tekke arkadaşlarının yanındadır.
6. Abdullah Hasib Yardımcı (1864-1949)
Abdullah Hasib Efendi,
1280/1864 yılında Serez’de dünyaya gelmiştir. Babası Ali Efendi Serez’de Cami-i Atik imamı, aynı zamanda da Serez Rüşdiyesi’nde öğretmen ve müdür yardımcısıydı.
Hasib Efendi, orta tahsilini Serez Rüşdiyesi’nde tamamladıktan sonra, İstanbul’a gelmiş ve tahsiline Çarşamba semtindeki Mahmud Ağa Medresesi’nde devam etmiştir. Burada on yıl kadar kaldıktan sonra, 1310/1893’te Tokatlı Hacı Şakir Efendi’den müderrislik icazeti almıştır. Bu icazet merasiminde Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi de davetli olarak hazır bulunmuştur.
Bu sırada, Nakşî meşayihinden Sandıklılı Hasan Efendi’ye intisab etmiştir. Ayrıca, Arap Hoca’dan “tashîh-i huruf” ve Hacı Nuri Efendi’den “ilm-i kıraat” dersleri almış; kendisine kıraat icazeti verilmiştir.
Daha sonra Serez’e dönüp, Cami-i Atik’te görev almıştır.
24 Kotku, Mehmed Zahid, Tezkiretül-Evliyâ arkasında, (M. Cemil Solakoğlu, Gümüşhaneli Hazret-i Ahmed Ziyâüddin) Bahar Yayınevi, İstanbul 1975, s. 323.
25 Gündüz, İrfan, a. g. e. s. 155.
Burada Buhàrî okutmuş ve pek çok talebe ve hafız yetiştirmiştir. 1924 yılında, mübadelede tekrar İstanbul’a gelmişler ve Eyüp semtine yerleşmişlerdir. Bu sırada Abdül’aziz Efendi ve Mehmed Zâhid Efendi ile tanışmış ve ilk şeyhi Sandıklılı Hasan Efendi’nin vefatı üzerine, Mustafa Feyzi Efendi’ye intisab etmiştir.
Kendisini Gümüşhaneli Dergâhı’na Mehmed Zâhid Efendi ile Abdülaziz Efendi getirmiştir. Bilahare Mustafa Feyzi Efendi’den halifelik icazeti almış, kendisine irşad yetkisi verilmiştir.
Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’den sonra, irşad görevi kendisine verilince, aynı camide görev alıp, caminin meşrutasına yerleşmiştir. Bilâhare Şehzâdebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde imam-hatiplik yapmış, Mahmud Paşa semtinde kendi evinde oturmuştur. Son zamanlarında ise, Kapalıçarşı içindeki Merdivenli Camii’nde hatiplik görevi yapmıştır.
Hacı Hasib Efendi, Bayezit Camii’nde, Çarşamba günleri öğle namazından sonra Râmûzü’l-Ehâdîs okutmuştur. Bayezit Camii’ndeki Hünkâr Mahfili altında, mürşidi Mustafa Feyzi Efendi hadis okuttuğu için, teberrüken burada da hadis okutan
Hasib Efendi, hocasına olan bağlılığı dolayısıyla, 84 yaşında ve hasta olmasına rağmen, Cağaloğlu’ndan umumiyetle yürüyerek bu hadis dersine gelmeğe devam etmiştir.26 Hasib Efendi 15 Mayıs 1949 (16 Receb 1368) günü, cumartesiyi pazara bağlayan gece, saat 22.58’de, İstanbul’daki evinde rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştur. Cenaze namazı Fatih Camii’nde, Eyüp Sultan Camii’nin baş imamı Hacı Said Efendi tarafından kıldırılmıştır. Tabutu omuzlarda taşınarak Edirnekapı’daki ilk kabrine kadar götürülmüştür. Sonraki yıllarda, kabristandan E-5 çevre yolu geçeceği için, kabir nakli yapılmıştır. Halen Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde, Hacı Aziz Efendi ile yan yana yatmaktadır.27
7. Abdül’aziz Bekkine (1895-1952)
Abdül’aziz Bekkine, 1313/1895 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası tüccardan Haris Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Haris Efendi aslen Kazan’lı olup, 1880’lerde ailesi ile İstanbul’a göç ettikten sonra, Asmaaltı’nda toptan yağ ticareti ile meşgul olmuştur. Kazan’ın eşrafından olan Hâris Efendi, orada Sultanoğlu (Sultanof) nâmı ile tanınmaktaydı. Kazan’da büyük bir konakları ve geniş arazileri vardı.
Abdül’aziz Efendi okul öncesi Kaptan Paşa Camii İmamı Halil Efendi’den Arapça ve din dersleri almış, daha sonra Dârü’t-tedris
Mektebi’ni bitirmiştir.
1909 yılında, o günkü hükümetin tutumu dolayısıyla, ailesiyle
26 Çataklı Osman, Hacı Hasib Efendi ve Hacı Aziz Efendi, s. 23, İstanbul, 2000.
27 Çataklı Osman, a. g. e. s. 13-33.
birlikte Kazan’a gitti. Kazan’da bir süre kaldıktan sonra, Buhara’ya geçerek orada beş sene kadar ilim tahsil etti.
1917’de Rusya’da Bolşevik ihtilâli olunca, Kazan’da şartlar çok olumsuz hale geldi. Abdül’aziz Efendi de kardeşlerini alarak İstanbul’a dönmeğe karar verdi. 1918 yılında Kazan’dan trenle Bakü’ye, oradan Batum’a geldiler. Batum’dan da bir Türk gemisi ile İstanbul’a döndüler.
Abdül’aziz Efendi, İstanbul’a döndükten sonra büyük bir azimle mürşid-i kâmil arayışına çıkmış ve feyz alacağı kapıyı aramaya başlamıştır. Çarşıkapı Medresesi’ndeki yakın arkadaşı Mehmed Zâhid Efendi, onu kendi mürşidi Mustafa Feyzi Efendi’ye götürmüştür.
23 yaşında Mustafa Feyzi Efendi’ye intisab eden Abdül’aziz Efendi, onun sohbetlerine devam etmiştir. Sonunda Hazret’in himmetiyle mânevî eğitimini tamamlamış, 27 yaşlarında iken hilâfet mertebesine ulaşmış ve kendisine irşad salâhiyeti ve icâzetname verilmiştir.28
Hasib Efendi’den sonra makam-ı irşâda geçen Abdül’aziz Bekkine, evini bir ilim meclisi haline getirerek, kapısını günün her saatinde talebelerine açmıştır. Gece gündüz demeden her zaman cemaati ve ihvanıyla beraber olmuş, onların eğitimleri için bütün ömrünü harcamıştır. Odasında ışık yandığı müddetçe, gecenin her saatinde zili çalınıp içeri girilebildiğini29, gecenin geç saatlerine kadar devam eden konuşmaların bazen sabah namazına kadar sürdüğünü, bizzat sohbetlerine iştirak eden öğrencileri anlatmaktadır.30
Abdül’aziz Bekkine, pazartesi ve perşembe geceleri evinde; pazar günleri ikindiden sonra Ümmügülsüm Camii’nde Râmûzü’l- Ehâdîs derslerine devam etmiştir. Sohbetlerinde genellikle dört ya da beş sayfayı, fazla açıklama yapmadan, hadis-i şeriflere yalnız
28 Çataklı, Osman, a. g. e. s. 43. 29 Çataklı, Osman, a. g. e. s. 93.
30Yılmaz Coşkun, Halil Necati Coşan’la Röportaj, İslâm, sayı:159, Kasım 1977.
mânâ vererek okumuştur. Bu şekilde 562 sayfalık Râmûzü’l- Ehâdîs’i, bir sene üç ay gibi kısa bir zamanda bitirmiştir. Sohbetlerinde tutulan notlar daha sonra derlenerek, Râmûzü’l- Ehâdîs tercümesi oluşturulmuştur.31
Abdül’aziz Bekine, müridlerini üniversitelerde asistan olarak kalmaları konusunda teşvik etmiştir. Birçok kimse onun tavsiyelerini tutarak profesör olmuş, üniversitelerde talebe yetiştirmiştir.32 Abdül’azîz Bekkine iki defâ hacca gitmiştir. İkinci gidişinde, hacdan döndükten sonra rahatsızlanmış; yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamayarak 2 Kasım 1952 (14 Safer 1372) günü, 57 yaşında iken İstanbul’da vefât etmiştir. Kabri Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ndedir.33
8. Mehmed Zâhid Kotku (1897-1980)
Mehmed Zâhid Kotku, 1315/1897
yılında (rûmî 1313) Bursa’da dünyaya geldi. Babası İbrâhim Efendi, annesi Sabire Hanım’dır. Her ikisi de Kafkasya’dan göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir. Bugünkü Azerbaycan’ın Şeki şehridir.
Babası İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşında iken gelmiş (1869), Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber SAS sülâlesinden bir seyyiddir. 1929’da 76 yaşında iken Bursa ovasındaki İzvat
31 Çataklı, Osman, a. g. e. s. 95.
32 Coşan, Mahmud Esad, Tasavvuf Yolu Nedir, Seha, İstanbul, 1997, s. 45.
33 Bekkine Abdülaziz, Hadisler Deryası, Râmûz el-Ehàdîs Tercümesi, c.I, s.XV, İstanbul 1982.
Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuş, ehl-i tarîk bir kimsedir.
Annesi Sabîre Hanım, Mehmed Zâhid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş, Pınarbaşı Kabristanı’na gömülmüştür.
Mehmed Zâhid Kotku Hz. ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi’nde okudu, Maksem’deki idâdîye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebi’ne girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşında askere alındı. Rûmî 14 Nisan 1332’de asker oldu, Sûriye cephesinde bulundu. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra İstanbul’a döndü. 10 Temmuz 1335 Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti.
İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi’den çok istifade etti. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü, namazı Ayasofya Camii’nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek, Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisâb eyledi. Günden güne ahvâlini terakki ettirdi.
Bu zât-ı şerifin, 18 Kasım 1337 (1 Aralık 1921) Cuma günü vefatından sonra, postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etti. Müteaddit defalar halvete girdi, 27 yaşında hilâfetnâmeyi aldı. Ayrıca ondan Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i A’zam ve Delâilü’l-hayrât
icâzetnâmelerini de aldı. Bayezit, Fatih ve Ayasofya Camii ve medreselerinde derslere devam etti. Bu esnada hafızlığını da tamamladı. Hocasının işareti üzerine muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmetle ifâ eyledi.
Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa’ya döndü, evlendi. 1929’da vefat eden babasının yerine, Bursa ovasındaki İzvat Köyü’nde 15-16 sene kadar imamlık yaptı. Daha sonra, Bursa’da Üftade Cami-i Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilince, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşti. Burada 1945-46’dan 1952’ye kadar hizmet eyledi. 1952 Aralığında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdül’aziz Bekkine’nin vefatı üzerine, İstanbul’a naklolarak, Fatih’te bulvara nazır Ümmügülsüm Mescidi’nde
vazife gördü.
1 Ekim 1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Camii Şerifi’ne nakloldu ve 13 Kasım 1980’de vefatına kadar bu vazifede kaldı.34
Mehmed Zâhid Kotku zamanında dergâh hizmetleri yurt çapında yaygınlaşmış, cemaat, imamlık görevi yaptığı camiden dolayı İskenderpaşa Cemaati olarak anılır hale gelmiştir. Mehmed Zâhid Kotku, cuma günleri cumadan evvel kırk beş dakika ve pazar günleri ikindiden sonra bir saat Râmûzü’l- Ehâdîs’ten hadis dersleri yapmaya devam etmiştir. Ayrıca Ramazanlarda her gün öğle ve ikindiden sonra et-Tergîb ve’t- Terhîb’den Ramazan ve oruç ile ilgili hadisleri okuyup izah etmiştir. Sohbetlerine her kesimden kimseler, özellikle gençler ve üniversite öğrencileri ilgi göstermiştir.
Nakşî an’anesine uygun olarak, müslümanların her şeyiyle ilgilenen Kotku, Türkiye’nin en büyük motor fabrikası olan
34 Kotku, Mehhmed Zâhid, Tasavvufî Ahlâk, Terceme-i Hal (Halil Necâtioğlu), c. I, s.14, Seha, İstanbul, 1981.
Gümüş Motor Fabrikası’nı kurdurmuştur.
Politika konusunda da çalışmaları olmuştur. Müslümanların kendilerine mahsus bir siyasi parti kurmalarını tavsiye etmiştir. Milli Nizam Partisi’nin ve Millî Selâmet Partisi’nin kurulmasında katkıları olmuştur. Herhangi bir şahsa doğrudan doğruya bend olmadan bütün politikacılarla ilgilenmiştir. Aşağı yukarı tüm politikacıların kendisini ziyaret ettiği bilinmektedir.35
Mehmed Zâhid Kotku, 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatında dönmek zorunda kaldı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.
Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanı’nda hiç aksatmadan oruç tuttu; hatimle teravih kıldı, vaaz etti. Yazın Balıkesir Ilıca’ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü. Hac mevsimi gelince de Hicaz’a gitti. Fakat, ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüks etmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de çok ağır hasta olarak İstanbul’a döndü. Tam bir hafta sonra, 13 Kasım 1980 (5 Muharrem 1401) Perşembe günü, öğleye yakın, dualar, Yâsin’ler, tesbih ve gözyaşları ile, uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eyledi.
Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul’da, Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanûnî Süleyman Türbesi kıble tarafına, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanına defnolundu.
Eserleri:
1. Tasavvufî Ahlâk (5 cilt)
2. Mü’minlere Vaazlar (2 cilt)
3. Hadislerle Nasîhatlar (2 cilt)
4. Cennet Yolları
5. Ehl-i Sünnet Akàidi
35 Coşan, Mahmud Esad, M. Zâhid Kotku (Rh.A) ve Tasavvuf, Erkaya, Metin, Anılarla Mehmed Zâhid Kotku, s. 350, Seha, İstanbul 1996.
6. Ana Baba Hakları
7. Nefsin Terbiyesi
8. Faydalı Dualar ve Otuziki Farz
9. Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi
10. Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi
11. Evrâd-ı Şerif
12. Zikrullahın Faydaları
13. Özel Sohbetler
14. Peygamber SAS Efendimiz
15. Tenbihler
9. Mahmud Es’ad Coşan (1938-2001)
Mahmud Es’ad Coşan, hocası Mehmed Zâhid Kotku’nun vefatı üzerine 13 Kasım 1980 günü irşad görevine başlamıştır. 4 Şubat 2001 günü Avustralya’da vefat etmiştir. Tezimizin ileriki sayfalarında kendisiyle ilgili geniş bilgi verilecektir.
Rahmetu’llàhi aleyhim ecmaîn...