11. UMRE İBADETİ
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!
Sayınız çok genişledi, çünkü hitap sahamız çok genişledi. Allah’a hamd ü senâlar olsun... Verdiği sonsuz nimetlerden dolayı hamd ederiz. El-hamdü lillâh, şu andaki yayınlarımız sayesinde, İsveç’ten Orta Asya’ya kadar yayınımızı dinleyen kardeşler var. Çanak anteni olanlar, uzaydan yayınımızı alıp dinleyebiliyorlar. Çok güzel bir gelişme... Allah hepinizden razı olsun... Cumanız mübarek olsun...
Burası Mekke... Size yine bu mübarek şehirden, Mekke-i Mükerreme’den bu hafta da hitab ediyorum. Mekke-i Mükerreme’de bulunduğum için, size Mekke-i Mükerreme ile ve burada bulunuş sebebimiz olan umre ile ilgili bilgi vermeyi uygun görüyorum.
a. Kâbe’nin Şerefi ve Kıymeti
Biliyorsunuz, Mekke-i Mükerreme insanoğlunun tarihi kadar eskidir. Son derece önemli bir kutsal yapıya sahiptir. Hazret-i Adem Atamız AS zamanına kadar gider onun kutsallığı... Ve Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teàlâ Hazretleri bildiriyor, biz de böylece şeksiz şüphesiz, kesin bir şekilde vâkıf olmuş, öğrenmiş oluyoruz. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ
(آل عمران:٦٣)
(İnne evvele beytin vudıa li’n-nâsi lellezî bi-bekkete mübâreken ve hüden li’l-àlemîn.) “İnsanoğulları için ortaya konulmuş, yeryüzünde tesis edilmiş, yapılmış olan ilk mâbed, mübarek Mekke’deki mübarek mesciddir, mâbeddir.” (Âl-i İmran, 3/96) deniliyor.
Demek ki, bu Mekke-i Mükerreme’deki ibadethâne, hem tâ Hazret-i Adem devrine kadar gidiyor; hem de eşsiz, emsalsiz, ilk defa insanoğlu için yapılmış mâbed olmak şerefine sahip... Tabii işin tarihî ve dînî ve kudsî derinliği bu.
Çok mübarek bir beldede bulunuyorum şu anda. Size oradan hitab ediyorum. Ses size oradan yayılıyor, geliyor el-hamdü lillâh. Bu çok güzel!..
Tabii, işin bir de hesap yönü, sevap yönü konusunda konuşmak istiyorum. Biliyorsunuz Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri, ona mübarek cuma gününde, cuma sabahımızda sonsuz tahiyyat ve ihtiramlarımızı arz ederiz. Allah-u Teàlâ Hazretleri, salât ü selâmlarımızı, tahiyyat ve ihtiramlarımızı rûh-u pâkine vâsıl eylesin... Şefaatine cümlemizi nâil eylesin... Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuşlar ki:42
42 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.451, no:1406; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.343, no:14735; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.425, no:34821; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIV, s.2, no:13640.
صَلاَةٌ فِي مَسْجِدِي، أَفْضَلُ مِنْ أَلْفِ صَلاَةٍ فِيمَا سِوَاهُ، إِلاَّ الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ؛ وَصَلاَةٌ فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ، أَفْضَلُ مِنْ مِائَةِ أَلْفِ صَلاةٍَ فِيمَا
سِوَاهُ (حم. ه. و الطحاوي، و الشاشي، و ابن زنجويه، ض . عن جابر)
RE. 310/1 (Salâtün fî mescidî, efdalü min elfi salâtin fîmâ sivâhu) “Şu benim mescidimde kılınan bir namaz...” Benim mescidim dediği, Medine-i Münevvere’de Peygamber SAS Efendimiz için yapılmış olan, Efendimiz’in emriyle yapılmış olan mescid, orası da kutsal bir yer. Kutsallığı Peygamber Efendimiz’den geliyor. “O mescidde kılınan bir namaz, başka yerde kılınan, herhangi bir yerde kılınan namazdan bin kat daha fazla sevaplıdır; (ille’l-mescide’l-harâm) sadece Mescid-i Haram, yâni Kâbe’nin etrafındaki, Mekke-i Mükerreme’deki mescid müstesnâ...”
(Ve salâtün fi’l-mescidi’l-harâm) “Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, (efdalü min mieti elfi salâtin fîmâ sivâhu) herhangi bir yerde kılınan namazdan yüz bin kat daha fazla sevaplıdır.” buyuruyor.
Şimdi buradan anlıyoruz ki, insan, Kâbe’nin karşısında, Mekke-i Mükerreme’de Mescid-i Haram denilen bu mübarek mescidde; ki ben şu anda ona 200-250 yüz elli metre mesafeden hitab ediyorum. Bu mübarek mescidde insan bir namaz kıldı mı, yüz bin misli oluyor. Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimiz’in Mescid-i Saadeti’nde bir namaz kıldı mı, bin misli oluyor. Meselâ İstanbul’da veyahut Avrupa’da, veyahut Asya’da, veya Anadolu’da bir yerde kıldığımız bir namaza göre... Yâni, namazın kalitesi aynı olduğu halde, aynı sûreleri okuyarak kıldığımız halde, yer değişince, yerin kutsallığından dolayı sevap büyük oluyor. Peygamber Efendimiz’in mescidinde bin misli, burada [Mescid-i Haram’da] yüz bin misli...
Onun için, tabii buranın ibadetlerinin fevkalâde büyük sevabı var ve gerçekten de buranın ibadetlerinin insan üzerinde muhteşem rûhî tesiri var. İnsanın ruhuna etkisi muazzam... Yâni, insanın Kâbe-i Müşerrefe’nin örtüsüne yapışıp da, “Aman yâ Rabbi!” diye, “Allàhümme!” diye başlayıp dua ettiği zaman, gözlerinin tutması mümkün olmuyor. Etrafınızda duyuyorsunuz, herkes, her dilden, hüngür hüngür, ılık ılık gözyaşları dökerek Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne ibadet ediyorlar. Kâbe-i Müşerrefe böyle muazzam bir kıymete sahip, tesire sahip ve burada yapılan ibadetler de o kadar sevaplı...
b. Hac İbadeti
Tabii, bu güzel yeri uzak da olsa, yakın da olsa gelip görmeyi, ziyaret etmeyi, Allah-u Teàlâ Hazretleri sıhhatli ve kuvvetli ve zengin her müslümana farz eylemiş. Yâni bunları niçin sayıyoruz?..
مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً (آل عمران:٥٣)
(Men’istetàa ileyhi sebîlâ) “Yoluna güç yetirebilen” (Âl-i İmran, 3/97) diye geçtiği için ayet-i kerimede, ona gitmeye gücü yetebilen her insanı görevlendirmiş Allah-u Teàlâ Hazretleri. Buraya gelecek, bu ziyaretleri yapacak ve buraları görecek diye bir emir bu. İslâm’ın en büyük emirlerinden birisi...
Senenin belli bir tarihi var, hicrî takvimin aylarına göre Zilhicce ayı var, Zilhicce ayının o belli günlerinde, 8’i, 9’u, 10’u ve Kurban Bayramı günlerinde yapılırsa bu ziyaret; o zaman bunun adı hac oluyor. Hac ibadeti, İslâm’ın büyük, muhteşem ibadetlerinden birisidir. Ama tek bir özel şartı var: İlle ve muhakkak Zilhicce ayının şu söylediğim zamanlarında yapılacak! Belli bir şekli var tabii. Bizim keyfimize veya buluşumuza veya düşüncemize veya zevkimize bırakılmış da değil. Şöyle ibadet edilecek diye şekli var. Bir kere ihramlanıp gelinecek. Ondan sonra Arafat’ta vakfede durulacak. Ondan sonra farz olan tavaf Kâbe’nin etrafında yapılacak... Diğer vacipler, kurban kesmek, şeytan taşlamak gibi vazifeler yapılacak. O zaman hac ibadeti
oluyor. Senenin muhakkak Zilhicce ayının dokuzundan bayramın günleri içinde olan, Kurban Bayramı dediğimiz zamanda olan ziyaret şekli.
Bunun dışında, bunun dışında sevgili dinleyiciler, bu mübarek beldeyi senenin tabii her zamanında müslüman ziyaret edebilir, gelebilir, görebilir. Pekiyi o zamanki bu ziyaretlerin adı ne? İşte haccın dışındaki ziyaretlerin adına umre diyoruz. Biz Türkçe’de umre yapmak diyoruz, Arapça’da, i’temere–ya’temiru–i’timar
deniliyor. Yâni, o da umre yapmak demek. Arapça bir iftial sîgasından bir kelime masdarla tarif edilmiş. İ’timar etmek, umre yapmak demek Arapça’da.
Şimdi demek ki eğer tarih Zilhicce ayı değilse, insan o günlerde değilse, hac günlerinde değilse buraya gene gelebilir, gene ziyaret yapabilir. Bunun adı umre oluyor.
Haccın sevabı nedir? Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: “Eğer hac böyle Allah’ın istediği gibi güzel bir hac olursa...” Yâni, güzel hac nedir?..
فَلَا رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ (البقرة:٥٣٦)
(Felâ refese ve lâ füsûka ve lâ cidâle fi’l-hac) [Hacda refes43 yok, füsuk44 yok, cidal45 yok.] (Bakara, 2/197) Yâni böyle fısk ü fücur olmadan, küfür veyahut kötü fiiller olmadan, küfürbazlık vs. olmadan hakkıyla böyle güzelce, cömertçe, edeble yapılan bir haccın mükâfâtı ancak ve ancak cennet... Başka bir şey değil. Yâni cenneti kazanmaya, cennetlik olmaya insanı kavuşturan bir ibadet hac.
Evet, zor... Kabul ediyoruz ki, uzaklığına göre zorluğu artıyor. Buraya gelmek kolay değil ve burada bu ibadetleri yapmak mevsim bakımından da bizlere kolay değil. Tabii dünyanın
43 Refes: Doğrudan doğruya cinsî ilişki veya bu ilişkiye dair laflar, sözler, sohbetler...
44 Füsuk: Cenâb-ı Hakk’ın emrine aykırı işler yapmak, emrinin dışına çıkmak demek.
45 Cidal: Çekişmek, mücadele etmek, kavgalaşmak, münakaşa etmek demek.
üzerindeki bütün müslümanlara hac bir vazife olarak emredilmiş. Bizim ülkemizi biz daha iyi biliyoruz ama, şu anda tabii artık bizim ülkemiz deyince de ben Ak-Radyo’dan sizlere hitab ederken, artık bizim ülkeyi de aştığımız için, çok şükür, el-hamdü lillâh Avrupa’dan, Asya’dan dinlendiği için, artık bizim ülkemizde diyemem, Anadolu’yu düşünmekten daha geniş düşünmemiz gerekiyor. Çünkü dinleyenler çok... Şimdi uzaklardan gelmek bir kere zor... Yâni masraf istiyor, bir. Uçak parası, vasıta parası, otel parası, çeşitli masrafları büyük... Yâni, milyonlar tutan büyük masraflar.
Sonra zor. O kadar uzak yolu, gümrük işlemlerini ve sâireleri, yolculuk meşakkatlerini çekip gelmek zor. Otobüsle gelse, yâni nisbeten yakın olan Suriye’den, Irak’tan, İran’dan... Otobüs yolculuğu zor...
Yollar çok sıcak. İklim, hele şu mevsimde çok sıcak oluyor. Başka zamanlarda da, dünyanın öbür yerlerinden farklı bir iklime sahip... Sıcağı fevkalâde sıcak oluyor. Güneş çarpması denilir biliyorsunuz, Arapça’da darabânü’ş-şems derler. Güneş çarpıyor insanı. O kadar şiddetli güneş var ki, insana bir çarpıyor ki, bir vuruyor ki, yere yatırıyor.
Tabii güneş çarparsa ne olur?.. Belki siz bilmezsiniz serin bir ülkede yaşadığınız için, belki görmediniz güneş çarpmış bir insanı. Güneş çarpması insanı öldürür. Yâni burada güneş çarpmasından, ihtiyatsız ve bilgisiz olan ziyaretçiler, hacılar, umreciler, eğer tedavi görmezlerse güneş çarpmasından ölürler. Çünkü vücudun dengesi bozuluyor, aklı gidiyor insanın, şuuru kaçıyor. Vücut faaliyetleri doktorların daha iyi bildiği şekilde bozulduğu için, alıyorlar hastayı, ale’l-acele hastaneye görüyorlar, buzlara yatırıyorlar. Buzların içine yatırıyorlar bayağı soğusun vücudu diye... Uzun iğneler, tedavilerden sonra güneş çarpmasından kurtuluyor...
Yâni iklim zorlukları var, mesafe zorlukları var, parasal, finans yönünden meseleler var. Zor bir ibadet... Onun için;
وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً (آل عمران:٥٣)
(Ve li’llâhi ale’n-nâsi hiccü’l-beyti meni’stetàa ileyhi sebîlâ.) “Allah’ın bir emridir insanlara, insanların boynuna yazdığı bir vazifedir, güç yetirenlerin beytini ziyaret etmesi, haccetmesi...” (Âl-i İmran, 3/97) diye, güç yetirmek, ıstıtàat kelimesi bunun için kullanılıyor.
Tabii sıhhî bakımdan da ıstıtàat meselesi var. Şimdi bizim umreye geldiğimiz kardeşlerimizden birisinin annesi, dua buyurun, Allah selâmet versin, hastanede... Kolay değil, hastanede tedavi görecek de umresini yapabilecek. Yâni, yaşlılığın verdiği sıkıntılar var, tansiyonlar artıyor, çeşitli sıkıntılar olabiliyor. Yâni sıhhî bakımdan da insanın sağlam, arızasız, sahih, tam olmasını da istiyor bu ibadet.
Ben arkadaşlara söylüyorum vaazlarımda her zaman. Size de şu anda fırsatı bulmuşken, elime fırsat geçmişken hatırlatayım: Bu hac ibadetini gençken, dinçken, gücünüz, kuvvetiniz yerindeyken yapın ki, kolay bir şey değil... Bayağı bir disiplin, askerî sefer gibi bir takım güçlükleri ihtivâ ediyor. İnsan ne kadar parası olsa, zengin olsa da bu sıkıntılar biraz çekiliyor ister istemez.
Tabii mükâfât ne?.. Güzel bir haccın mükâfâtı cennetlik olmak, Allah’ın sevdiği bir kul olup cenneti kazanmak. İnsan cenneti kazanacak olduktan sonra, her türlü üzüntüye, sıkıntıya katlanır. İnsanlar Allah rızası için, seve seve canlarını bile verebiliyorlar. Mallarını değil, cihad edip şehid oluyorlar, canlarını bile veriyorlar Allah’ın rızasını için. Şehid niçin olunuyor?.. O da cennetlik olmanın bir vesilesi, sebebi olduğundan.
Evet, zor da olsa, meşakkatli de olsa, yorucu da olsa, masraflı da olsa, uzak da olsa, onun için buraya gelip bu ibadeti yapmak, herkesin seve seve yaptığı bir şey... Ve çok da muazzam faydaları oluyor. Maddî ve manevî faydaları oluyor. Ben kardeşlerime diyorum ki: “Bir müslüman hac vazifesini yapmışsa, tamam, yâni arzuları da dengelenmiştir artık.” Hani böyle bazı insanlar vardır, seyahatte zorluk çekerler, çıkamazlar, gezemezler, gidemezler, beğenmezler oturdukları yerleri, kalktıkları yerleri... İşte ben diyorum ki, “Bir insan hac vazifesini yapmışsa, tamam, bu eğitimi görmüştür. Yorulmuştur, kuru yerde yatmıştır, konfor yoktur, su yoktur, sıcak vardır vs. O eğitimi geçerse insan, tabii artık başka yerdeki sıkıntılar gözüne görünmüyor, onları kuş gibi hafif atlatıyor.” Hac ibadeti bu.
“—Pekiyi tekrar tekrar yapılması?..”
O da hadis-i şeriflerde tavsiye edilmiş. Yâni beş sene geçmişse, yapılması hakkında Efendimiz’in hadis-i şeriflerinde işaret var. Tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz:
“—Beş sene geçmiş de beni ziyaret etmemişse, bana cefâ etmiş olur, gelsin beni ziyaret etsin!” diyor. Tabii ziyaret, hacla beraber olacak demektir.
c. Umre İbadeti ve Yapılışı
Tabii, ömürde bir defa farz olan mecburiyettir ama, farzın dışında bu sevaplar yapıldıkça tekerrür eder, kazanılır ve bir hac, bir önceki hac ile aradaki günahların affına sebeptir. Bir umre, daha önceki umreyle arada yapılmış olan günahların affına sebeptir. Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, ötekilerin hepsi siliniyor. İnsan saf, tertemiz, rûhî bakımdan, dînî bakımdan, mânevî bakımdan Allah’ın huzurunda tertemiz bir kul olmuş oluyor. O bakımdan, dînî bakımdan çok önemli olduğundan,
buralara müslüman kardeşlerimiz geliyor. “Aman vizeler açılsa da, imkânlar meydana gelse de gitsek, umremizi yapsak!” diyorlar.
Biz de tabii, bu sene ağustos ayında umre yapmak nasib oldu bize... Ağustos ayı tabii burada hurmaların olgunlaştığı, muazzam sıcakların olduğu kırk beş derece, elli derece, daha fazla sıcakların olduğu bir zaman. Tabii bu zamanda, bu sıcaklarda bu vazifeleri
yapmak insana biraz zor gelebilir ama, Allah nimetler de vermiş. Biliyorsunuz, Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre, İbrahim AS’ın elini açıp da:
“—Yâ Rabbi ben evlâdımı, hanımımı buraya yerleştirdim. Sen bunlara insanların gönüllerini çevir. İnsanlar sevsinler, gelsinler. Bunları çeşitli meyvelerle, rızıklarla rızıklandır, nimetlendir. Ben böyle ekin bitmeyen, taşlar arasındaki bir kuru vadiye hanımımı, çocuğumu yerleştirdim.” diye el açıp dua etmişti. “İçlerinden bir Peygamber gönder...” demişti. O da işte Peygamber Efendimiz’e işaret.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “Kendinden bahset bize yâ Rasûlallah!” denilince: “Ben, atam İbrahim AS’ın duasıyım. O el açıp da, ‘İçlerinden bir peygamber gönder...’ dedi. İbrâhim AS’ın nesli çoğalmış, genişlemiş, asırlar geçmiş aradan ama, işte onların içinden Allah beni gönderdi.” buyurmuş.
رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ، إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (البقرة:٣٤٦)
(Rabbenâ veb’as fîhim rasûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimühümü’l-kitâbe ve’l-hikmete ve yüzekkîhim, inneke ente’l-azîzü’l-hakîm.) "Yâ Rabbi, burada oluşacak olan, zürriyetimden meydana gelecek olan insanların içinden, onlara senin ayetlerini okuyan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten; onları tertemiz, mânevî bakımdan pırıl pırıl yapan bir peygamber gönder! Hiç şüphe yok ki sen, çok izzet sahibisin, çok hikmet sahibisin...” diye İbrâhim AS’ın da duası var. (Bakara, 2/129)
“Buralarda bereket olsun...” diye de duası olduğundan, tabii buralarda bereket de var el-hamdü lillâh... Şimdi tekniğin rahatlıkları var, konforu var... Harem-i Şerif’e gittiğiniz zamanda, air condition’la serinletilmiş kısımları, kapalı kısımları var, gölgelik kısımları var. Pervaneler, yâni vantilatörler çalışıyor. Hava serinliği, sirkülasyonu, deverânı oluyor. Rahatlıklar var...
El-hamdü lillâh yakın yakın mesafelere, serbest serbest, kolayca ulaşabileceğiniz yerlere termoslar koymuşlar. Büyük muazzam termoslar, düğmesine basıyorsunuz, yanında bir defada içilen, atılan bardaklar var. Oradan alıyorsunuz, bir bardak çekiyorsunuz. Buz gibi zemzem suyunu dolduruyorsunuz. Duasını yaparak:46
اَللَّهُمَّ إنِ ِّي أَسْأَلـُكَ عِلْمًا نَافِعًا، وَرِزْقًا وَاسِعًا، وَشِفَاءً مِنْ
كُلِّ دَاعٍ وَسَقَمٍ .
(Allàhümme innî es’elüke ilmen nâfian, ve rızkan vâsian, ve şifâen min külli dâin ve sekam.) “Yâ Rabbi, ben senden faydalı ilim istiyorum. Geniş rızık istiyorum. Her türlü maddî, manevî hastalıktan şifâ ve devâ istiyorum. Beni her bakımdan hastalıklardan kurtar. Bana hayırlı ilimler öğret... Rızkımı geniş et...” diye dua ederek. Çünkü zemzemi içerken yapılan dua da makbul. Böyle zemzem içmek mümkün... Yâni, su ihtiyacı karşılanıyor, gölgelik kısımları var. Çok rahat...
Ben bunları gördükçe, böyle nimetlerden istifade ettikçe, eski insanların hac yapışlarını düşünüyorum. Tâ İbrâhim AS’ın buraya hanımı Hâcer Vâlidemiz’le İsmâil AS’ı getirdiği zamanları, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı zamanları. Hattâ biraz daha bu asra gelelim, hani Yirminci Yüzyıl’ın bile ilk yıllarını düşünüyorum. Böyle air condition’ın, klima cihazının olmadığı, soğutma tesislerinin olmadığı zamanlarda insanların neler
46 Hàkim, Müstedrek, c.1, s.646, no:1739; Dâra Kutnî, Sünen, c.2, s.288, no:237; Abdürrezzak, Musannef, c.5, s.113, no:9112; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
çektiğini düşünüyorum, anlamağa çalışıyorum ve anlıyorum. Hakikaten kolay değil. Su sıcak, su bol değil, çevre sıcak... Ve gelenler hakikaten çok meşakkat çekiyorlarmış. Peygamber SAS Efendimiz:
“Bir insanın Allah rızası için harbe cihada gitmesi, tabii büyük bir fedâkârlık, büyük bir sevap; hacca gitmesi de onun gibidir, ona denktir. Haccetmemiş bir insanın önce haccetmesi daha öncelikli oluyor. Haccetmiş bir insan, eğer varsa vazife cihad yapması daha öncelikli oluyor. Ama ikisi birbirine çok yakın ibadet.
Evet, özetleyecek olursak, burayı ziyaret Zilhicce ayının belirli günlerinde, belirli şekilde ziyaret ederek olursa ona hac diyoruz. Senenin öteki aylarında olursa... Şu anda Arabî ayların hangi- sindeyiz? Rebîü’l-âhir ayındayız. Yâni geçen ay Peygamber Efendimiz’in doğduğu ay Rebîü’l-evvel ayı idi. Rebîü’l-âhir ayındayız. Bu Arabî aylardan kaçıncısı? Muharrem, Safer, Rebîü’l- evvel, Rebîü’l-âhir... Yâni dördüncü Arabî aydayız. Tabii Rebîü’l- âhir bitince ne olacak?.. Cumâde’l-ûlâ, Cumâde’l-âhireh... Türkler buna da ayrı telaffuz koymuşlar; Cemâziye’l-evvel, Cemâziye’l- âhir demişler. Arapça bakımından uygun değil ama, böyle yerleşmiş.
Ondan sonra Receb geliyor. Yâni yedinci ay, üç aylar Receb, Şa’ban, dokuzuncu ay, Ramazan ayı... Ramazan bittikten sonra, Şevval ile beraber hac mevsimi başlıyor. Mevsimü’l-hac, yâni artık hac yapacak insanlar uzaktan, yakından yaya veya binekli, havadan, karadan, denizden gelmeye başlayacaklar. Ona da mevsimü’l-hac deniliyor, fıkıhta ayrı bir bahis.
Demek ki, Zilhicce’nin dışında yapılan ziyaretlere umre deniliyor ve bunlar çok sevap... İnsanların günahlarının affına sebep oluyor ve burada çok faydalar müşâhede ediliyor.
لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ(الحج:٨٤)
(Li-yeşhedû menâfia lehüm) “Çeşit çeşit faydaları burada gelsinler, görsünler, karşılaşsınlar, müşahede etsinler diye” (Hac, 22/28) Allah-u Teàlâ Hazretleri bu haccı emretmiş. Bu umre de
küçük bir hac gibi. Hac büyük bir umre gibi, umre de küçük bir hac gibi.
Ben tabii hiç hac yapmamış, biraz da tecrübesi olmayan kardeşlerime, yakınlarıma, akrabama umreyi tavsiye ediyorum. Böyle kimseler oluyor; tahsilli, biraz dînî hayattan uzak yaşamış, yetişmiş olabiliyorlar. Ama sonradan anlamış dinin önemi, İslâm’ın Allah’ın sevdiği gerçek din olduğunu, mâkul olduğunu, güzel olduğunu... Ahkâmının hepsinin pırıl pırıl olduğunu, dünyadaki birçok insanların bile gayr-i müslim iken İslâm’ı sevip, beğenip, gelip İslâm’a girdiklerini öğrenmişler. Onlar da tabii yavaş yavaş ısınıyorlar. İşte tevbe etmiş oluyor. Yolunu, yönünü, hayat tarzını değiştirmiş oluyor. Hidâyeti bulmuş oluyor. Kendisi de biliyor kendisini, diyor ki:
“—Ah hocam, ben bundan üç sene önce böyle değildim, üç sene evvel başladım.” veya “İki ay önce başladım Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini tutmağa... İyi bir insan olmağa gayret ediyorum.” diyor.
Uyanışını böyle kendisi de anlatıyor. Ondan önceki hayatına üzüntüsünü kendisi de beyan ediyor. Allah cümlemize böyle dönüşler, tevbeler nasib etsin...
İşte ben öyle kardeşlerimize de diyorum ki:
“—Bakın, hacca gitmeden evvel, evvelâ böyle bir umre yapın, burası çok kalabalık değilken gelin! Böyle iki milyon, üç milyon izdiham gelip de buralara yüklendiği zaman, her şey zorlaşıyor. Yâni, para da yetiremeyecek kadar, çözemeyecek kadar izdihamdan doğan problemler çıkıyor ortaya... Otellerde yer bulmak zorlaşıyor ve otellerin fiyatı artıyor ve işler zorlaşıyor. Şöyle umre zamanında gidin, oraları bir görün!”
Şimdi biz burada, beraberce umre yaptığımız sevgili kardeşlerimizle beraber, meselâ ben onları aldım, bir turist rehberi gibi, elimde mikrofon, güzel konforlu bir otobüsle şöyle çevreyi gezdirdim. Çok memnun oldular. Ben de sevindim doğrusu...
Önce gittik Sevr Dağı’na... Peltek se ile yazılır. Sevr Dağı. Peygamber Efendimiz’in hani Mekke’den ayrılıp da hicrete başladığı zaman, ilkönce sığındığı mağaranın olduğu Sevr Dağı…
Orayı gösterdim: Bakın dedim, hicreti anlattım, Peygamber Efendimiz’in Mekke-i Mükerreme’de çektiği sıkıntıları, nasıl üzüntüyle oradan ayrılmak zorunda kalışını, Medine’ye hicret edişini anlattım. İşte bakın bu Sevr Dağı’nda, görüyorsunuz yüksek, yalçın bir dağ... Burada, ta tepesindeki mağarada, üç gün kalmış. Ama o kayalara rağmen, izini oralarda bile az çok sezinlemişler, müşrikler peşine kadar gelmişler.
Hayret ettiler, nasıl buldular izini de, oraya kadar geldiler diye. Çünkü toprak olsa, toprakta bastığınız yerin izi olur ama, kaya çatır çatır ve dağın tepesi... Ama işte oralara kadar gelmişler de, Allah nasib etmemiş, göstertmemiş Habîb-i Edîb’ini ve Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’i RA, göstertmemiş gözlerine. “Bu Sevr Dağı’dır.” diye gösterdim.
Ondan sonra, Peygamber Efendimiz’in peygamber olmadan önce özel hayatında bir adeti var... Zâten özel hayatı hep güzel, tertemiz, ibadete düşkünlüğü var, insanlardan ayrılıp Hıra Dağı’na çıkıp oradaki mağarada günlerce eve de dönmeyip ibadet etmesi var. O Hıra Dağı’nı gösterdim. O da böyle ovanın ortasında
sipsivri külah gibi bir dağ ki, üç tarafından yukarıya çıkmak mümkün değil, dağcılar bile çıkamaz. Ancak şöyle bir arka tarafından, emekleyerek zorla çıkılabilen yeri var. Tabii bir saat kadar sürüyor yukarıya çıkmak.
İşte Hıra mağarasının olduğu dağı gösterdim. Keşke mümkün olsa da... Hani oralara yaşlılar çıkamıyor ama çıkılsa da, “İşte şu mağara... Efendimiz burada durmuş, işte şu manzarayı görüyorsunuz, hava püfür püfür esiyor.” diye anlatmak mümkün olsa...
Sonra tabii Arafat’ı gösterdim, Arafat Dağı’nı gösterdim. Arafat Dağı, işte bu hacıların vakfe yaptığı, Kurban Bayramı’nın Arafe gününde gelip de baş açık, yalın ayak, beyaz örtülerle —
erkekler için diyorum tabii, kadınlar gene başları örtülü olacak, vücutları örtülü olacak— orada akşam ezanına kadar vakfe yapıp, dua edip, niyaz edip, tesbih çekip ne güzel ibadetler yaptıkları yer...
O Arafat ovasını gösteriyorum, hayret ediyorlar. “Allah Allah!” İşte Arafat ovası bu, ağaçlıklı, yeşillikli, ağaçlandırmışlar, muntazam, asfaltlı, bomboş geniş bir saha... Sen bir de hacda gel
bakalım bomboş mu?.. Oturacak yer bulabilir misin, arabanı park edecek bir yer bulabilir misin?.. Nasıl izdihamlı, kalabalık... Tabii onları tenhâ görünce de güzel oluyor.
Oradan Müzdelife’yi, yâni Arafat’tan ayrılınca hacıların kaldığı Müzdelife’yi gösterdim. El-Meş’ari’l-Harâm diye;
فَإِذَا أَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللَّهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ (البقرة:٨٣٦)
(Feizâ efadtüm min arafâtin fezküru’llàhe inde’l-meş’ari’l- harâm) “Arafat’tan çıkıp da Hac vazifenizi yapmak üzere akşamüstü yürümeye başladığınız zaman, Müzdelife’ye geldiniz zaman, Meş’ari’l-Harâm’ın yanında Allah’ı zikrediniz!” (Bakara, 2/198) diye emrediliyor ayet-i kerimede.
Onun için Müzdelife’de kalınıyor geceleyin. Akşam ve yatsı namazı beraber, cem’an toplu olarak, peş peşe orada yatsının vaktinde kılınıyor. Ondan sonra gece yatılıyor, işte şeytan taşlama taşlarını toplarlar, biraz çay içerler hacılar, yatarlar, uzanırlar. Ne yapsınlar... Sabah namazı kılınıyor, vakfe ediliyor, dua ediliyor, niyaz ediliyor. Münâcaat ediliyor orada.
Ondan sonra Mina’ya doğru gidiliyor, orayı gösterdim. Mina’yı gösterdim. Tabii zamanımız doldu. Mina ayrı bir alem, ibret dolu... İbrâhim AS’ın İsmâil AS’ı kurban etmek için götürdüğü yer. Ama Allah koç göndermiş: “—Bunu kes ey İbrâhim! Sadık olduğunu gösterdin, rüyandaki emri tuttun.” diye. Oraları, şeytanın niçin taşlandığını anlattım. Tabii tenhada bunları görmek güzel oluyor. Onun için, ben hac yapmamış, böyle yeni uyanmış müslüman kardeşlerime diyorum ki:
“—Umre yapın da gelin görün, güzellikleri müşahede edin! Alışmış olursunuz. Ondan sora da tabii, haccı yapmaya geldiğiniz zaman rahatlıkla yaparsınız.” diyorum.
Böylece kısaca bir özetlemiş oldum size hac vazifesini.
Tabii umre nasıl yapılır?.. Senenin herhangi bir gününde ve Kâbe’yi ziyaret kasdıyla, mîkat mahallerinden ihrama girerek, niyet ederek Mekke’ye gider de, Kâbe-i Müşerrefe’yi yedi defa dolaşır, tavafını yapar da, ondan sonra Safâ ile Merve arasında yedi defa gelip giderek sa’yini de yaparsa; ondan sonra tıraş olur ihramdan çıkarsa, umre yapmış olur. Senenin herhangi bir zamanında olabilir. İlle şu ayın şu günleri arasında olacak diye bir şey yok.
Mekke-i Mükerreme’nin etrafında kutsal bir mıntıka var... Kutsal kelimesini böyle tabii bütün derinliğiyle düşünmek lâzım! Mukaddes bir mıntıka... O mıntıkaya girerken insanın derlenip toparlanması lâzım. Normal elbiselerle girilemiyor. O elbiseler çıkacak. Beyaz bezden peştamal tutunulacak... Yâni ihrama girilecek.
Diyelim ki, Türkiye’den hareket ediyor. Mukaddes hudutlar var, yerleri belli. Uçağa bindiği zaman da, uçakta giderken hoparlörle bildirirler:
“—Şimdi mîkata yaklaştık, oradan geçeceğiz. Buradan öteye ihramlı olarak geçin, hazırlığınızı yapın!” diye söylerler.
Tabii, o noktaya gelmeden, önceden de ihram giyse, ihramlansa, ihrama niyet etse olur. Evinde bile niyetlense olur.
İhramlanma neden oluyor?.. Kâbe’ye hürmetten... “Bu ibadet ciddî bir ibadettir!” diye dünyevî rütbelerden, makamlardan, süslü elbiselerden sıyrılıp, eşit bir kıyafet; üst havlu, alt peştemal havlu, iki bez parçasına bürünüp, ondan sonra:
“—Yâ Rabbi, ben senin Kâbe-i Müşerrefe’ni ziyarete niyet ettim, umreye niyet ettim; bunu bana kolaylaştır, bunu benden kabul eyle!” deyip, iki rekât ihram namazı kılıp, dua edip Lebbeyk çekti mi, ihramlanma vazifesi olmuş oluyor.
Ondan sonra ihrama uygun, ihramlanmış bir kişinin yapması gereken işleri yapabilir. Yapmaması gereken işleri yapamama durumu başlıyor. Yâni, ibadetteki sıkıyönetim gibi durum başlamış oluyor. Gayet sıkı, ciddî, dikkatli olacak hacı. Tıraş olmayacak, kıl bile kopartmayacak, koku sürünmeyecek, yasaklara riayet edecek. Riayet etmezse, bunlara haccın ve umrenin cinayetleri deniliyor. Yâni yasaklar işlenirse, cinayet işlenmiş diye isimlendiriliyor bu.
Böyle ihramlı olarak Mekke’ye gelen insan, “Ben umre tavafını yapmağa niyet ettim; bunu bana kolaylaştır ve bu ibadetimi lütfunla, kereminle benden kabul eyle Allahım!” diyerek, Kâbe-i Müşerrefe’yi tavaf ediyor. Belirli usülle, Hacerü’l-Esved’den başlayarak, Hacerü’l-Esved’i istilâm ederek, dualar ederek Kâbe’yi yedi defa dolaşıyor, tavaf yapıyor.
Sonra ne yapıyor?.. Tavaftan sonra, Safâ ile Merve arasında sa’y ediyor. Yâni Safâ tepesine çıkıyor, Kâbe-i Müşerrefe’ye dönüyor, “Ben umremin sa’yini yapmağa niyet ettim; bunu bana
kolaylaştır, benden kabul eyle yâ Rabbî!” diye niyet ediyor. “Bi’smi’llâhi allàhu ekber!” diye eliyle Hacerü’l-Esved’e doğru işaret edip, Safâ’dan Merve’ye doğru hızlı adımlarla yürüyüşe geçiyor.
Safâ ile Merve arası sanıyorum dört yüz küsur metre, 420 m
olabilir; o kadar bir mesafe. Oraya kadar gidiyor, bir; dönüyor, iki; gidiyor, üç; dönüyor, dört; gidiyor, beş; dönüyor, altı; gidiyor, yedi... Merve’de sa’yi tamamlamış oluyor. Ondan sonra orada duasını yapıyor. Duasını yaptıktan sonra, tıraş oluyor, ihramdan çıkıyor. Böylece umresini tamamlamış oluyor.
................
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi sevdiği işleri işlemeğe muvaffak eylesin... Haclar, umreler nasîb eylesin... Sevdiği güzel ahlâka sahib eylesin... Sevdiği yollarda yürütsün... Sevdiği kullardan eylesin... Sevdiği kullarıyla beraber, cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin...
Aziz ve sevgili Akra dinleyicilerim, size Mekke’den sayısız selâmlar, sevgiler, kucak dolusu dualar ve temennilerimi arz ederim.
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
01. 09. 1995 - Mekke