9. MERHAMETİN KARŞILIĞI
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlenizden razı olsun... Cümlenizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin...
Evliya Çelebi’yi hatırlıyorum, rahmetli, diyar diyar gezmiş; bu sefer ben de size Medine-i Münevvere’den sevgiyle, sevinçle hitab ediyorum. Bizimle irtibat kuran kardeşlerimizden de Allah razı olsun... Bize radyo yayını yapma nimetini veren Allah’a hamd ü senâlar olsun...
Peygamber SAS Efendimiz’in mübarek Medine-i Münevvere- sinden size bu cuma canlı yayın yapıyorum, sesleniyorum. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi Peygamber Efendimiz’in şefaatine nâil eylesin... Cümlemizi Peygamber Efendimiz’in bu güzel beldesini severek ziyaret etmeye, sıhhat ve afiyet üzere ziyaret etmeye muvaffak eylesin, nasib eylesin cümlemize...
a. Peygamber SAS Efendimiz’i Ziyaret
Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz’in kabrini ziyaret etmenin, mescidini ziyaret etmenin sevabı var. Sahih hadislerde:31
31 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.398, Tatavvu’ 26/14, no:1132; Müslim, Sahîh, c.II, s.1014, no:1397; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.620, no:2033; Neseî, Sünen, c.II, s.37, no:700; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.452, no:1409; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.278, no:7722; Dârimî, Sünen, c.I, s.389, no:1421; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IV, s.498, no:1619; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.192, no:1348; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.283, no:5880; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IV, s.67, no:15793; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.244, no:10043; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.1, s.258, no:779; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.345; Ebû Hüreyre RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.II, s.975, Hac 15/74, no:827; Tirmizî, Sünen, c.II, s.148, no:326; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.45, no:11435; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IV, s.495, no:1617; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.321, no:2101; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.2, s.388, no:1160; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.3, s.419, no:15548; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.10, s.82, no:19921; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
İbn-i Mâce, Sünen, c.1, s.452, no:1410; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.4,s.71, no:3638; Hz. Ali RA’dan.
Bezzâr, Müsned, c.1, s.291, no:187; Hz. Ömer RA’dan.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.9, s.308; Ebû Ümâme RA’dan.]
لاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ، إِلاَّ إلٰى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ: الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ، وَ مَسْجِدِي
هٰذَا، وَمَسْجِدِ اْلأَقْصٰى (خ. . د. ن . ه .حم . عن أبي هريرة؛ حم. ق . ت . ه . عن أبي سعيد؛ ه . عن ابن عمرو)
(Lâ tüşeddü’r-rihàlü illâ ilâ selâseti mesâcid) “Üç mescidden başkasına ziyaret caiz değil; ama, üçüne câiz:
1. (El-mescidi’l-harâm) Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram . 2. (Ve mescidî hâzâ) Şu benim mescidim; yâni Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevî. 3. (Ve mescidi’l-aksà.) Kudüs'teki Mescid-i Aksâ.” diye bildirilmiş.
Bir hadis-i kudsîde de, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:32
إِنَّ عَبْدًا أَصْحَحْتُ جِسْمَهُ، وََوَسَّعْتُ عَلَيْهِ فِي رِزْقِهِ، لاَ يَفِدُ إِلَيَّ فِي
كُلِّ خَمْسَةِ أَعْوَامٍ، لَمَحْرُومٌ (عد. كر. ق. عن أبي هريرة)
(İnne abden eshahtü cismehû) “Bir kul ki, vücuduna sıhhat ve afiyet verdim, (ve vessa’tü aleyhi fî rizkıhî) onun üzerine rızkı
Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.197, no:34648; Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.668, no:5848; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.354, no:3016; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.173, no:16525; RE. 474/4. 32 İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IX, s.16, no:3703; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.304, no:1031; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.483, no:4133; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.262, no:10172; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VIII, s.318, no:4414; İbn- i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.63, no:612; Dâra Kutnî, İlel, c.XI, s.309, no:2303; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.262, no:10173; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.78, no:926; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.206, no:737; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIV, s.38, Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.5, s.28, no:11857, 11858; Münâvî, el-Ehàdîsü’l-Kudsiyye, c.I, s.24, no:38; Süyûtî, Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.277, no:7296; RE. 327/3.
genişlettim. (Lâ yefidü ileyye fî külli hamseti a’vâmin) Bu sıhhatine, rızık bolluğuna rağmen, beş senede bir bile bana
gelmiyor; (lemahrûmün) muhakkak o mahrumdur.”
Nedir bu Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne gitmek?.. Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne gitmekten murat, burada haccetmek, umre yapmak... Demek ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri zengin, sıhhatli, güçlü kuvvetli bir insanın, hiç olmazsa beş senede bir haccetmesini seviyor. Buradan o anlaşılıyor.
Tabii, dinimizin temellerinden, çok önemli esaslarından birisi Peygamber SAS Efendimiz. Onun sünnet-i seniyyesi dinimizin ana kaynakları, onun sevgisi imanımızın temeli... Bir mü’min, Rasûlüllah SAS Efendimiz’i annesinden, babasından, evlâdından, bütün sevgililerinden, sevdiği insanların hepsinden daha çok sevmek seviyesine yükselebilmişse, hakiki iman sahibi olabiliyor. Aksi takdirde henüz daha kenarda dolaşan, henüz daha için iç yüzünü kavrayamamış bir kimse olmuş oluyor. Allah hidayet eylesin, gerçekleri göstersin...
Dün akşam cuma gecesi olduğu için, —hani perşembeyi cumaya bağlayan geceye, ertesi günün adı veriliyor biliyorsunuz, cuma gecesi deniliyor— buradaki ihvânımız, kardeşlerimizle buradaki misafirhânemizde toplandık. Biliyorsunuz, Medine-i Münevvere’de Allah bize, kiralık da olsa, bir misafirhâne nasib etti. Hocamız cennetmekân çok arzu etmişti. Hatta Türkiye’den paralar toplamıştı, hayırları yapmak isteyen insanlara işaret buyurmuştu;
“—Medine’de bizim de bir yerimiz olsun!” diye.
Aslında çok yerlerimiz var. Ecdaddan kalma tekkelerimiz var, tarikatlarımızdan kalma Nakşibendî tekkesi, falanca yer, vakıf filân. Aslında bunlarla, vakıflar idaresi olarak güzel temaslarla, zamanında belki onların hepsini geri alabilirdik. Vakıf çünkü... Mü’min olan insanlar vakfın şartlarına riâyet eder.
Burada da, şeriatin ahkâmının uygulandığı bir ülke olması dolayısıyla, delil gösterildiği zaman, birtakım şeylerin itirazsız kabul edilme durumu olacağını tahmin ediyorum ben. Yâni aslında çok yerlerimiz vardı. Hani bizim veya tarikatımızın veya büyüklerimizin çok yerleri vardı. Ama neyse...
Hocamız da, böyle bir yer edinmek için çalışmalar yapmıştı. Yüz binlerce riyallerle bir yerler alınmıştı, bir katlar yapılmıştı filân... Allah büyük sevaplar versin Hocamız’a... Fakat onlar, netice itibariyle bize yâr olmadı. Hocamız için yapılmış olan dairelerde, şimdi başkaları oturuyorlar. Onların hesabı tabii ahirete kaldı. Ama hülâsası, bizim burada, kiralık da olsa bir misafirhânemiz oldu, sevgili dinleyiciler! Hani dertli olan söylermiş. Biraz bu konuda benim derdim olduğundan, konuyu biraz kaydırdım.
Misafirhânemizde dün akşam toplandık. Allah razı olsun, Türkiye’den çok ağzı dualı kardeşlerimiz var... Hanım kardeşlerimiz var, bey kardeşlerimiz var. Ben böyle, “Hicaz’a gideceğim!” deyince, onlar:
“—Aman hocam şu çektiğimiz tesbihlerin, şu okuduğumuz Yâsinlerin, şu İhlâs’ların, şu kelime-i tevhid hatimlerinin sevabını orada bağışlayıverin, orada duasını yapıverin!” diye söylüyorlardı.
Biz de cuma gecesidir diye, dün akşam toplandık kendi misafirhânemizde, el-hamdü lillâh… Ziyarete gelen hacı kardeşlerimizle beraber; ayrıca burada çalışmakta olan mühendis veya işçi dostlarımız, kardeşlerimizle beraber...
Tabii, biz toplanınca, Türkiye’de de ne yapıyoruz normal olarak: Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerini okuyoruz. Çünkü hadis-i şerifler çok önemli. Hadis-i şerifleri, sünnet-i seniyye-yi nebeviyyeyi bilmek çok önemli!.. Sünnet-i seniyye-yi nebeviyyeyi ihyâ etmek çok sevap... Peygamber Efendimiz’in sünnetine uygun yaşamak çok çok önemli... Onun için, biz Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesini okumaya, öğrenmeye ve uygulamaya gayret eden bir topluluğuz. Ana vasfımız bu.
Tertemiz bir ehl-i sünnet itikadı; yâni, sünnet-i seniyye yolunda yürüyen mübarek alimlerin tertemiz inancı. Hani aşırılık yok, eksiklik yok... Böyle asırlarca büyük, temiz âlimlerimizin ortaya koyduğu, titiz, dikkatli çizilmiş hudutların içinde, cadde-i kübrâda, iman yolunda yürüyoruz. Bir vasfımız bu, imanımızın vasfı bu…
Ondan sonra da, gönlümüzde ana niyetimiz, grup olarak ana amacımız:
إِلٰهِي أَنْتَ مَقْصُودِي، وَرِضَاكَ مَطْلُوبِي!
(İlâhî ente maksùdî ve rıdàke matlûbî) cümlesiyle özetliyoruz. Yâni bunun manası şu: “Yâ rabbi benim arzum, murâdım, isteğim, gece gündüz durmayıp yanıp tutuşup istediğim sensin! Ben senin rızanı kazanmak istiyorum.” diyoruz.
Tabii sevgili dinleyiciler, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin rızasını kazanmak ne ile olacak?.. Onun sevgili kulu, Muhammed-i Mustafâ’sı, Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymakla olacak. Bid’atla olmaz. Bid’at yolunda yürüyen hiç bir şey elde edemez, cezalara uğrar. Hatta bir hadis-i şerif var, çok korkunç:33
أَصْحَابُ الْبِدَعِ كِلاَبُ النَّارِ (أبو حاتم الخزاعي في جزئه
33 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.380, no:1094; RE. 72/5.
عن أبي أمامة)
(Ashàbü’l-bidei kilâbü’n-nâr) “Bid’at ehli cehennemin köpekleridir.” diye bildiriliyor.
Bid’at çok kötü bir şey. Sünnete uygun olmayan bir yol, sünnete aykırı bir çizgide yürümek çok fenâ bir şey... Dinde, Peygamber Efendimiz’in koymadığı birtakım esasları aklından, kalbinden düşünüp çıkartmak çok fenâ... Sünnet-i seniyye-yi nebeviyye uygun yaşayacağız diye, tabii biz hadis-i şerifleri okuyoruz, her zaman. Türkiye’de de biliyorsunuz sohbetlerimiz hadis-i şerifler üzerine... Böyle yolda da, umumiyetle Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerini okuyoruz.
b. Peygamber SAS Efendimiz’in Şefaati
Dün akşam, bir müjdeli hadis-i şerif geldi konunun içinde... O hadis-i şeriflerin bir grubu şefaat ile ilgili idi. Şefaat, Peygamber SAS Efendimiz’in bizler hakkındaki, Allah’a duası, isteği; “Yâ Rabbi bunları affeyle!” demesi, bizim hakkımızda iyi hüküm verilmesini dilemesi, şefaate etmek. Bu tabii çok önemli...
Peygamber SAS Efendimiz, dün akşam okuduğumuz ve Ahmed ibn-i Hanbel Rh.A, o Hanbelî mezhebini kurucusu, aynı zamanda çok büyük bir hadis âlimidir. Çok büyük bir hadis kitabı var onun, Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel diyoruz; otuz beş, otuz altı bin hadis vardır içinde. Ama sahabe ismine göre tertiplenmiştir, konularına göre değil.
Orada Ebû Said el-Hudrî Hazretleri’nden rivayet edilmiş bir hadis-i şerifte, bir müjde vardı:
“—Her peygambere Allah bir fırsat vermiştir: ‘Dile, dilediğini ben ifa edeceğim, vereceğim, yapacağım, iste bakalım!’ diye. Hepsi istemişlerdir bu dünyada...” diyor Peygamber Efendimiz. “Ben ise, Allah’ın bana verdiği bu ikramı, fırsatı tehir ettim, ahirete bıraktım. Ahirette ümmetime şefaat edeceğim!” buyuruyor.
Tabii, şefaatin kimlere olacağı muhakkak.,, Peygamber Efendimiz’i seven. Peygamber Efendimiz’in soyunu, âlini, evlâdını seven, ona bağlı olan insanlara olacak. Günahkâr da olsalar...
شَفَاعَتِي لأَِهْلِ الْكَبَائِر مِنْ أُمَّتِي (حم. د. ت. ن. ع. حـب. طـب. ك. هـب. ض. عن أنــس؛ ط. ه . ت. طـب. ك. حل. ض. هب. وابن خزيمـة عن جابر؛ خط. عن ابن عمر؛ قط. خط. عن كعب بن عجرة؛ طب. عن ابن عباس)
RE. 306/3 (Şefâatî li-ehli’l-kebâiri min ümmetî)34 [Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerinedir.] diye başka bir başka hadis-i şerif de var. Yâni kebîre işlemiş, büyük suçları var, yüzü kara, suçu çok ama, Peygamber Efendimiz gene kendisinin ümmeti olması dolayısıyla, Peygamber Efendimiz’i seven bir kimse olması dolayısıyla şefaat edecek.
34 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.649, no:4739; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.625, no:2435; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.213, no:13245; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIV, s.387, no:6468; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.139, no:228; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.I, s.258, no:749; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.43, no:3556; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.40, no:3284; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.287, no:310; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VIII, s.17, no:15616; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.261; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.166, no:236; Bezzâr, Müsned, c.II, s.325, no:6963; Ziyâü’l-Makdîsî, el-Ehàdîsü’l-Muhtâre, c.II, s.241, no:1549; İbn-i Ebî Âsım, es-Sünneh, c.II, s.361, no:689; Hàris, Müsned, c.IV, s.304, no:1120; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.I, s.170, no:509; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.I, s.349; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.I, s.396, no:366; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIII, s.409; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, c.IV, s.78, no:671; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.I, s.448, no:1401; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Tirmizî, Sünen, c.IV, s.625, no:2436; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1441, no:4310; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XIV, s.386, no:6467; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.140, no:231; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.233, no:1669; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.287, no:311; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.201; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.351, no:3578; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.189, no:11454; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.75, no:4713; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.349; İbn-i Hacer, Lisânü’l- Mîzân, c.VI, s.124, no:428; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.106, no:5492; Bezzâr, Müsned, c.II, s.244, no:5840; İbn-i Ebî Âsım, es-Sünneh, c.II, s.360, no:688; İbn-i Hacer, Lisânü’l- Mîzân, c.III, s.189, no:753; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.398, no:39055; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.10, no:1557; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XIII, s.416, no:13429.
Dün akşam bize çok tatlı geldi. Hem cuma gecesi, hem Peygamber Efendimiz’in Medine-i Münevvere’sinde oturuyoruz, hem de ilim meclisi kurmuş, toplanmışız. Tabii ilim ve zikir meclisleri de çok sevaplı. Meleklerin etrafına toplandığı meclisler oluyor. Bir de böyle hadis-i şerif çıkınca, bize çok anlamlı gelmişti, sevinmiştik. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi Peygamber Efendimiz’in şefaatine erdirsin...
c. Merhametin Önemi
İkinci grup hadis-i şerifler, dün akşam okuduklarımız içinde, size özet olarak söylemek istiyorum, merhametle ilgili hadis-i şerifler, sevgili dinleyiciler! Merhamet, biliyorsunuz, insanın karşısındaki bir başka insana severek acıması, “Yazık!” filân diye
acıma duyması demek. Tabii, bu dinin temelidir. Yâni insanın içinde çeşit çeşit duygular var. Çeşit çeşit huylar var. Çeşit çeşit düşünceler var. İnsanın kalbini bir yarsan da görsen neler olduğunu, içinden neler çıkacağını. Çok çeşitli düşünceler var... Ama bu çeşitli duygu ve düşüncelerin en kıymetlilerinden birisi, dinî bakımdan en önemli olan duygulardan birisi merhamet duygusudur.
Biliyorsunuz, Allah-u Teàlâ Hazretleri Erhamü’r-râhimîn’dir; yâni en merhametlidir, merhametlilerin en merhametlisidir. Rahman’dır, Rahîm’dir. Hem dünyada, hem ahirette mü’minlere rahmetiyle tecelli edecek. Dünyada da, kâfir mü’min ayırmadan herkese rızk veriyor, nimetler veriyor. Hatta kâfir olsa bile veriyor. O da Rahman olmasından dolayı. Yâni yaratmış, kul demiş, rızkını veriyor. Kesmiyor günah işledi diye.
Onun için, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bu Erhamü’r-râhimîn olması, bizler için tabii çok önemli ve Allah-u Teàlâ Hazretleri rahmeti seviyor. Yâni, merhamet etmeyi seviyor. Kulların da birbirlerine merhametli olmasını seviyor.
اَلرَّاحِمُونَ يَرْحَمُهُمْ الرَّحْمٰ نُ؛ اِرْحَمُوا مَنْ فِي اْلأَرْضِ، يَرْحَمْكُمْ مَنْ فِي السَّمَاءِ (د. ت. حم. ك. طس. ش. هب. ق. خط.كر.
عن ابن عمرو)
(Er-râhimûne yerhamühümü’r-rahmân; irhamû men fi’l-ardı, yerhamküm men fi’s-semâi)35 “Merhametlilere Rahman merhamet eder. Yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin!” diye müjde var.
مَنْ لاَ يَرْحَمُ، لاَ يُرْحَمُ (خ. د. ت. حم. حب. ع. ق. خط. عن أبي هريرة؛ حم. طب. حل. خط. عد. كر. عن جرير)
(Men lâ yerham, lâ yürham)36 “Merhamet etmeyen, merhamete mazhar olamaz. Gaddar olan, zàlim olan, merhametsiz olan insan
35 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.703, no:4941; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.323, no:1924; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.160, no:6494; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.175, no:7274; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IX, s.23, no:9013; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V, s.214, no:25355; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.476, no:11048; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IX, s.41, no:17683; Hamîdî, Müsned, c.II, s.269, no:591; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.III, s.260, no:1350; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXIX, s.11; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, el-İyâl, c.I, s.426, no:257; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.165, no:270; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.II, s.288, no:3328; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.303, no:5969.
36 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2235, no:5651; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.777, no:5218; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.318, no:1911; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.228, no:7121; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.202, no:457; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I,s.46, no:91; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X, s.296, no:5892; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.X, s.298, no:20589; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.100, no:13354; İbn-i Ebi’d- Dünyâ, el-İyâl, c.I, s.340, no:178; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.68; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.X, s.177, no:5316; Ebû Hüreyre RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.365, no:19264; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebîr, c.II, s.333, no:2388; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.211; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.VI, s.80; no:291; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.I, s.278, no:893; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.II, s.228, no:678; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.409, no:1892; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXVII, s.246; Cerîr ibn-i Abdillah RA’dan.
Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.43, no:6825; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.III, s.552, no:6672; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.241, no:10163; Tahâvî, Şerhü’l-Maànî, c.IV, s.293, no:6468; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.177, no:3047; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.138; Abdu’r-Rahmân ibn-i Avf RA’dan.
da, Allah’ın rahmetine erişemez.” diye tehditler var. Onun için, merhametli olmak çok önemli.
Onlardan bir hadis-i şerifi okumuştuk. Diyor ki Peygamber Efendimiz:37
قَبَضَاتُ التَّمْرِ لِلْمَسَاكِينِ، مُهُورُ الْحُورِ الْعِينِ (قط. عن أبي أمامة)
RE. 333/2 (Kabadàtü’t-temri li’l-mesâkîn, mühûrü’l-hûri’l-în.) [Avuç avuç miskinlere verilen hurmalar, hurilerin mehirleridir.]
Yâni, şöyle torbana, sepetine elini daldırıyorsun, avuç avuç hurmayı alıyorsun, “Al!.. Al!” diye fakirlere veriyorsun. “İşte bu avuç avuç, bir tutam bir tutam fakirlere verdiğin bu hurmalar, gözlerinin güzelliğiyle ad almış olan, o güzel gözlü cennet hùrilerinin nikâhlarının mehirleri olacak.” buyuruyor Peygamber Efendimiz.
Yâni, “Böyle hurmasını fukaraya avuç avuç dağıtan kimse cennete girecek, huri kızlarıyla da nikâhı olacak ve bu nikâhta da mehirler hani elmas, yakut, yüzük, altın bilmem beşibiryerdeler ve sâireler oluyor dünyada. Ahirette de işte bu yaptığı hayırlar, hurmalar hûri kızlarının mehirleri olacak.” diye müjdelenmiş.
Muhterem kardeşlerim! Tabii biz bugün, “Bir avuç hurma nedir!” deriz ve kendimiz ancak yemekten sonra ağzımızı tatlandırmak için yiyoruz. Daha önce çorbalar geliyor, kebaplar geliyor, pilavlar geliyor, sebzeler geliyor sıra üzere tertipli...
Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.47, no:95; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.136, no:371; Hz. Ömer RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XII, s.403, no:13488; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.II, s.224, no:1068; Üsâme ibn-i Zeyd RA’dan.
İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.V,s.215, no:25367; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.241, no:10164; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.69, no:6943; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.309, no:1006; Câbir ibn-i Abdillah RA’dan.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.341; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
37 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.3, s.221, no:4645; Ebû Ümâme RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.6, s.554, no:16066; Süyûtî, Câmiu’l-Ehàdîs, c.XV, s.109, no:15093.
Masanın üstündeki öteki garnitürleri, salataları ve sâireleri hiç saymıyoruz. Onlar yemekleri daha tatlı yemek için, iştahımızı açsın diye yapılmış, kıyıdan kenardan yiyecekler diye düşünüyoruz. En sonunda da işte hurma da olursa, birkaç tane de hurma alıyoruz.
Ama eskiden öyle miydi?.. Peygamber SAS Efendimiz’in zamanında sahabe-i kirâmın, o mübarek insanların; Allah’ın indinde derecesi evliyaullahın en yükseğinden de daha yüksek olan o insanların, ne sıkıntılar çektiğini; bizzat Peygamber Efendimiz’in nasıl günlerce böyle sabredip, açlığa tahammül edip, bir hurmayla yetinip, oruç tutup, bu sıcaklarda, bu diyarlarda nasıl ömür geçirdiğini tarih kitapları yazıyor.
Tabi o çok önemli. Bir avuç hurmayı tutup birisine verirsen, o belki onun bir günlük yiyeceği olur, belki bir iki günlük yiyeceği olur. Torbasına birazcık hurma biriktiren sefere çıkıyordu. Yâni seferde onları yiyecek. İşte başka süpermarket, çarşı pazar yok. Öyle bir devir, öyle bir yoksulluk ama, tabii mânevî bakından muazzam zenginlik var. O dünyevî fakirlik ama, gönülleri çok zengin, çok mübarek insanlar. Tabii o zaman, kıymeti de çok oluyor.
Bir şeyin kıymeti, yapılış anındaki, işe yarayışındaki, makbule geçişteki pozisyonuyla da ilgili oluyor. Yâni, bir insan bir hayır yapar... E herkesin hayır yaptığı zamanda sen de çıkartıyorsun, herkes zâten dağıtıp duruyor, sen de biraz bir şey veriyorsun. Diyelim ki, Kurban Bayramında göndermişsin bir fakire birazcık et... Tamam, Allah kabul etsin ama, zâten herkes et yiyor, zâten herkes birbirine et veriyor. Hadi bakayım, sen böyle kıtlık zamanında, hiç kimsenin dağıtmadığı zamanda bir kurban kes Allah rızası için de, fakirlere gönder...
“—Oh, aylardır evimizde et yoktu.” filân diye sevinsinler;
çorba yapsınlar, pilav yapsınlar, yesinler zavallılar meselâ... O zaman makbule geçer.
Ben hatırlıyorum, Arafat’tan Müzdelife’ye dönerken, otobüsün içinde saatlerdir gidiyorduk, Hocamız cennetmekân Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin zamanında... Otobüsten inemiyoruz. Yer yakın, otobüsten inemiyoruz. Otobüsü bıraksak, gideceğimiz
yere gitmek zor olur diye. Otobüsün kapısı açık, dışarısı çok sıcak... Birisi kapıdan geldi: “—Selâmün aleyküm Hocam!” dedi.
Elinde termosu vardı. Çıkarttı, bir bardak soğuk su verdi Hocamız’a… Bize de verdi. Ne kadar makbule geçti!.. Evet bir bardak su, her yerde var ama, işte orada yok... İşte o zaman çok kıymetli...
Peygamber Efendimiz’in zamanında da öyle tabii. Bu fukaracıklar, bu zavallılar ne sıkıntılar çekiyorlar. Yiyecek yok, giyecek yok. Müthiş yoksulluk var. İşte o zaman tabii o hurmalardan depo etmeyip, esirgemeyip, sakınmayıp, çekinmeyip, alıp alıp fukaraya: “Alın kardeşlerim!” diye vermek güzel bir şey. Mü’min mü’mini sevecek.
Hatta biz müslümanlar gayrimüslimlere bile yardım etmişiz. Hatta yaralı hayvanlara, kuşlara yardım etmişiz. Onlar için vakıflar tesis etmiş büyüklerimiz var. “Uçamayan yaralı leyleklere bakma vakfı” filân diye, böyle mallar tahsis etmişler. İşte böyle şeye teşvik var. Merhamet edip de yiyemeyen, alamayan, fakir olan insanlara vermenin ne kadar sevap olduğunu gösteriyor bu hadis-i şerif.
d. Annenin Çocuklarına Merhameti
Bir de o devri anlatan bir başka hadis-i şerif vardı aynı sayfada. Onu da size okumak istiyorum sevgili dinleyiciler.
Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:38
قَدْ رَحِمَهَا اللهُ بِرَحْمَتِهَا ابْنَيْهَا (طب. عن الحسن ، قَالَ: جَائَتِ
امْرَئَةٌ إِلَى النَّبِيِّ عَلَيْهِ السَّلاَم، وَ مَعَهَا ابْنَانِ لَهَا. فَأَعْطَاهَا ثَلاَثَ
تَمَرَاتٍ، فَأَعْطَتِ ابْنَيْهَا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا تَمْرَةً، فَأَكَلاَ تَمْرَتَيْهِمَا
ثُمَّ جَعَلَ يَنْظُرَانِ إِلٰى أُمِّهِمَا، فَشَقَّتْ تَمْرَتَهَا نِصْفَيْنِ بَيْنَهُمَا. قَالَ
فَذَكَرَهُ)
RE. 333/9 (Kad rahimeha’llàhu bi-rahmetihâ ibneyhâ.) “Allah bu kadına rahmet etti, şu iki çocuğuna olan merhametinden dolayı.” diyor.
Bu da Taberânî’den rivâyet edilmiş. Şimdi olay nedir, onu anlatayım:
(Caeti’mraetün ile’n-nebiyyi aleyhi’s-selâm, ve meahe’bnâni lehâ) “Kadıncağızın birisi Peygamber SAS Efendimiz’e gelmiş, yanında iki tane erkek çocuğuyla beraber. (Fea’tàhâ selâse temerât) Peygamber Efendimiz de, bu kadıncağıza üç tane hurma
38 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.78, no:2715; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.II, s.97, no:850; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.349; Ebû Nuaym, Ahbâr-ı Isfahan, c.I, s.107, no:99; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.432; Hz. Hasan RA’dan.
Lafız farkıyla: Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.196, no:7349; Buhàrî, Edebü’l- Müfred, c.I, s.45, noـ89; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.204, no:1447; Hz. Aişe RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.252, no:22227; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.192, no:7332; Ebû Ümâme RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.290, no:13500; Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.622, no:45406; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.123, no:15130.
vermiş.” Tabii, Peygamber Efendimiz sayıyla vermezdi. Yok ki, üç tane verebilmiş. Olsa torbasıyla verir, çuvalıyla verir, sepetiyle verirdi Peygamber Efendimiz.
Peygamber Efendimiz’in cömertliği dillere destan... Yâni gökteki bulutlarda, yeryüzündeki deryâlarda yok öyle cömertlik! Verdi mi, tam doyurucu şekilde verirdi. Yokluktan korkmayan insanın verişiyle verirdi Peygamber Efendimiz. Gündüz eline geçeni geceye bırakmazdı, gündüz dağıtırdı. Gece eline geçeni sabaha bırakmazdı, gece dağıtırdı. Etrafına dâimâ hayır, hasenât yapardı, verirdi. Sahabesi de öyleydi, hanımları da öyleydi... Çok cömert insanlardı. Demek ki, az var ki fazla veremedi.
Bazen evinde üç aydır ocak tütmediği olurmuş. Eve gelirmiş:
“—Yiyecek bir şey var mı?”diye sorarmış.
“—Yok yâ Rasûlallah!” derlermiş.
“—Ben de zâten oruç tutmaya heves ediyordum, oruç tutuvereyim.” dermiş.
E bazen bir hurma olursa, işte ağzına atarlarmış. Bazen öyle olurmuş ki, bir tanecik hurma var ama aç insanlar çok... Birisi hurmayı biraz emermiş, ötekisine verirmiş. İnsan başkasının ağzından çıkanı yer mi? Biz yemeyiz, atarız ama hadi bakalım, açlık cana tak ettiği zaman ne yapacak? O zaman mecburen işte o alıyor. Zâten müslüman müslümandan, demek ki temizdir diye tiksinme de olmuyor. O emermiş, o emermiş...
Ama asıl mesele nedir?.. Bir hurmayı bile paylaşacak kadar yoksulluğun olmasıdır. Her zaman söylüyorum: Örtü de yoktu, yiyecek de yoktu... Ev de öyle. Yâni hurma dallarını çatıp, çamurla iki tarafını sıvadılar mı, duvar olurdu. Böyle lüks binalar yoktu. Hurma dallarından örtülmüştü Peygamber Efendimiz’in mescidi… Zemini halı değildi, kumdu. Sahabeden birisi Peygamber Efendimiz’in arkasında namaz kılıp, “Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàh!” deyince hemen kalkar gidermiş. Bir gün, iki gün, üç gün... Birisi demiş ki:
“—Yâ mübarek! Bak burası Peygamber Efendimiz’in mescidi, sevaplı yer. Burada hemen selâm verip neden gidiyorsun? Otur biraz, dua et, sevap kazan!” filân deyince, boynunu bükmüş zavallı…
Tabii herkesin iç yüzünü bilmeden ayıplamak da doğru değil sevgili dinleyiciler. Boynunu bükmüş:
“—Çok haklı söylüyorsun kardeşim. Haklı söylüyorsun ama, şu benim üstümdeki şu örtü var ya, ben bunu sarınmışım, geldim burada namaz kıldım ya, tamam. İşte bu örtüden bizim evde bir tanecik var... Ben bunu sarındım, geldim burada namazı kıldım; şimdi hemen alelacele eve gideceğim, hanımcağız da örtünecek...” Evdeki hanımı... Çünkü biliyorsunuz, namaz kılmak için hanımının örtünmesi lâzım. Örtünecek, o da namaz kılacak. “Sabah namazının vakti geçmesin diye, alelacele gidiyorum evime, örtüyü ona veriyorum. O da sarınıyor, o da namaz kılıyor.”
Ne kadar ibretli... Yâni, anlayın yoksulluğun durumunu, neler çektiklerini o mübareklerin!.. Bizim de, ne kadar büyük nimetler içinde olduğumuzu anlayın da, şükrünüz artsın!
“—Yâ Rabbi, bize ne kadar nimetler vermişsin! En sevgili kulların olmadığımız halde, sana çok güzel kulluk etmediğimiz halde, neler vermişsin yâ Rabbi!” diye, Allah’a teşekkür bâbında severek ibadet edin!
Şükrünüz artsın diye bunları söylüyorum.
Şimdi, “Kadıncağız gelmiş Peygamber Efendimiz SAS’in yanına. Yanında da iki tane çocuk var. Efendimiz üç tane hurma vermiş.” Demek ki hurmalar az, üç tane vermiş. Yâni bir hanıma, birer tane de çocuklara olacak şekilde… (Fea’tati’bneyhâ külle vâhidin minhümâ temreten) “Kadıncağız her bir çocuğa birer tane hurma vermiş; ‘Al evlâdım, al evlâdım!’ demiş. Çocuklar hurmaları almışlar. (Feekelâ temreteyhimâ) Çocuklar kendilerine verilen hurmaları, hop yutmuşlar.” Tabii onlar da aç. Çocuk iktisat etmeyi bilmez ki. Hani insan biraz ucundan ısırsın, biraz çiğnesin, tadını çıkarsın, biraz daha ısırsın filân. Böyle yer az olan şeyi, yavaş yavaş yer. Lup diye yutmuşlar.
(Sümme cealâ yenzurâni ilâ ümmihimâ) “Sonra annelerinin yüzüne bakmaya başlamışlar.” Biliyorlar ya annelerinin elinde bir hurma daha var; böyle yüzüne bakmaya başlamışlar. Sahneyi göz önüne getiriyorum da, yüreğim dayanamıyor. (Feşakkat temretehâ nısfeyni beynehümâ) “Kadıncağız da elindeki son hurmayı ikiye bölmüş, iki çocuğuna vermiş.” Onlar da yemişler.
Yani anne ne oldu?.. Anne taş yedi. Hani annesi taş yer ya, çoluk çocuğu çok oldu mu zavallılar. Ötekiler üçer, beşer yerler; anneler de hiç bir şey yemez, boynunu büker, ama memnun olur. Aç durur, çocuklarım yedi diye memnun olur.
Bu ne duygusudur?.. Bu annelerdeki bu güzel duygu ne duygusudur sevgili dinleyiciler?.. Merhamet duygusudur. Seviyor, çocuğunu seviyor. Kedi de öyledir, koyun da öyledir. Başka mahlûklar da öyledir. Çocukları yer bitirir. Yâni emerken, sanki annesini yer bitirir gibi. Annesi zavallı, zayıftır ama, işte çocuklarım büyüsün diye böyle boynunu büker, gözlerini yarıya kapatır. İşte o çocuklarının yemesinden, içmesinden memnun olur. O çocuklar da yerler, içerler, afacan afacan birbirlerini üstüne atılıp oynarlar.
İşte bu çocuklar da yemişler. Anne ne yaptı?.. Aç kaldı. Halbuki, Peygamber Efendimiz üç tane vermişti. Bir tanesini de o yiyebilirdi.
Hatta ben düşünüyorum ki sevgili dinleyiciler, annenin biraz kendisini de beslemesi lâzım!.. Niçin?.. Çocukları için... Anne
kendisini çocukları için beslerse, kuvvetli olursa, çocuklarına iyi bakabilir. Amma beslemezse, zayıf düşerse, anneye kim bakacak?.. O zavallı bebekler mi kalkıp bakacak. O bakımdan, “Annenin kuvvetli olması, çocukları için de iyi!” diye düşünüyorum ben. Ama işte anne kalbi, anne şefkati, annenin merhameti böyle yaptırtıyor.
Annelik duygusu çok kıymetli bir duygu, muhterem kardeşlerim! Bir annesinin çoluk çocuğuna bakması, beslemesi; gazinin, mücahidin düşmanla savaşması gibi sevaplıdır. Az bir şey değildir. Onu emzirmesi, ona bakması, onun ağlamasına tahammül etmesi, gece gündüz başucunda beklemesi, onun büyümesi için gayret göstermesi cihad gibidir. Anneler çok sevaplar kazanıyor ve annelerin hakları ödenemez.
Onun için, eğer anneniz, babanız sağ ise, hayatta iseler, Allah uzun ömürler versin; sevgili dinleyiciler, annenize, babanıza çok hizmet edin!.. Hatta bazı anne, babalar bu devirde duyuyorum, İslâm’dan uzak yetişmişler. Hani bir devir geçti ya Türkiye’de...
Gericilik dediler, şöyle dediler, böyle dediler, İslâm’ı hor gördüler, çağdışı sandılar, çöl kanunu sandılar. Hâşâ sümme hâşâ...
Ama sonradan batıdan Avrupalılar müslüman olmaya başlayınca afalladılar, şaşırdılar. Filozoflar müslüman olmaya başlayınca, “Allah Allah!” dediler, yanlışlarını anladılar. Yâni İslâm’ın çağdışı olmadığı, çağlar üstü olduğu, ileri çağlara ait olduğu, ebedî olduğu, ömür boyu, dünya durdukça duracağı nihayet anlaşıldı. Yâni bütün hasımların çalışmaları, karalayanların karalamaları, güneşin balçıkla sıvanmadığı gibi İslâm’a zarar vermedi, İslâm’ın güzel bir din olduğu, en güzel din olduğu, artık gayrimüslimler tarafından da anlaşılıyor da, herkes müslüman oluyor.
Tabii şimdi bizde böyle bir devre geçmiş. Yunan klasiklerini, Zeus’u, bilmem neyi öğretmişler. Yunan mitolojisini, masallarını, efsanelerini öğretmişler millete... Bilmem Lenin’i, Marks’ı öğretmişler. Onları böyle ideal insan olarak göstermişler. İnsanlar sapıtmış, şaşırmış:
“—Ha, din gericiliktir, din yobazlıktır. İslâm’da iş yok... İşte varsa, yoksa her şey batıda… Veyahut Rusya’da veya Çin’de, Mao’da… Veyahut bilmem Che Guvera’da ve sâirede...” diye, onların kendilerine ait insanları, bize örnek göstermişler.
Yâni, senin tarihin var, mâzin var, dinin var, imanın var, şanlı şerefli...
Şimdi neyse, işte öyle bir yanlış eğitim politikasıyla insanlar yanlış yetişmiş; İslâm’ı kötü görüyor, tarikatı kötü görüyor… Nefis terbiye olacak, vicdan terbiyesi, irade eğitimi olacak; tarikatı kötü görüyor.
Pekiyi, nefis nasıl terbiye olacak? Sen içinden gelen duygulara nasıl hâkim olacaksın?.. Nasıl güzel ahlâkı elde edeceksin? Ahlâkın mektebi neresi?..
“—Tasavvuf...” Mevlânâ nasıl yetişmiş? Yunus nasıl yetişmiş?.. Görmüyor musun, sevmiyor musun?.. E niye düşman oluyorsun?..
İşte böyle bazı anne-babalar İslâm’a düşman. Çocuk mü’min, anne-baba kâfir... Allah saklasın... Çocuk anne-babasını doğru yola getirmeğe çalışıyor; anne-baba doğru yola gelmiyor. Anne-
baba, açık saçık, günahkâr, içkici, kumarcı, pokerci sabahlara kadar... Çocuk da utanıyor onların hâlinden;
“—Yapmayın anneciğim! Yapmayın babacığım!” diye doğru yola çekmeye çalıyor. Böyle bir mücadele devam ediyor.
Sevgili ve muhterem kardeşlerim! İşte ne yapıp yapıp, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin yolunda yürümeye gayret etmesi lâzım herkesin... Tabii annesi, babası yanlış yoldaysa; evlâdın anne- babasına da doğruyu söylemesi lâzım! Karşısındaki kim olursa olsun, ona da hakkı, gerçeği söylemesi icâb ediyor.
Sevgili dinleyiciler, zaman ilerledi; bizim de bu Medine-i Münevvere’de camiye erken gitmemiz lâzım! Cuma namazına erken gitmek, hem yer bulmak bakımından, hem de sevapları çok almak bakımından gerekli...
Cumaya erken gidenin, daha sonra gidenden sevabı daha fazla oluyor. Ne kadar çok durursa orada, sevabı o kadar çok oluyor. Melekler kapıdan girenleri yazıyorlar:
“—Şu daha erken girdi, şuna bir deve kurban etmiş gibi sevap... Buna koyun kurban etmiş gibi sevap...” diye.
Artık hatip minbere çıktığı zaman, defteri kapatıp onlar da konuşmayı dinlemeye başlıyorlar. Artık gireni yazmıyorlar. Yâni evet, cumayı kılmış oluyor ama, sevabı kazanma imkânı kalmıyor diye.
Konuşmanın neresindeydik, sevgili dinleyiciler: O kadıncağız, bu iki çocuğuna merhamet etmiş, vermiş, kendisi yememiş ve memnun gene hâlinden, yemediği halde... Biz de diyorduk ki: “—Ey sevgili dinleyiciler! Anneniz, babanız sağsa güzel hizmet edin. Hatta İslâm yolunda gitmiyorsa bile. Geçmişte bir fırtınalı devre geçti. Müslüman kafada, havada değil... Kalbi imana ısınmamış. Gene yardım edin, gene hizmet edin ki, müslümanın ne kadar iyi evlât olduğunu görsünler. Yavaş yavaş onlar da anlarlar hatalarını…”
Kolay değil, bir insanın yaşlı başlı olup da hatalı olduğunu hazmetmesi kolay değil, hazmedemiyor insan: “—Vay, benim oğlum doğruyu görüyor da ben göremiyormuşum; öyle şey olur mu?.. Ben onu yetiştirdim, o
küçük!” filân diye inanmak istemiyor ama, yine de anlatmak lâzım, göstermek lâzım:
“—Bak bunu ben söylemiyorum sevgili babacığım, sevgili anneciğim! Allah böyle emrediyor, Kur’an böyle diyor. Bu Allah’ın kelâmı… Bak, Avrupa’dan şu kadar insanlar müslüman oldu. Rusya’dan bile müslüman olanlar var, Japonya’dan müslüman olanlar var... Dünyanın her yerinden nasibi olanlar imana geliyor. Bizim dedemiz, ecdâdımız, soyumuz müslümanken, siz niye böyle yalan yanlış yolları benimsediniz? Ahirete imanınızı zedelediniz, tehlikeye düştünüz, kendinizi kurtarın!” diye.
Tabii hizmet etmemiz lâzım! Anne-babaya evlât hizmet edecek, kâfir bile olsa... Onu imana çekmeğe çalışacak, hizmet edecek. Tabii, bir de mü’minse anne-baba; o zaman öpüp baş üstünde gezdirmek lâzım!.. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirtmeden hizmet etmek lâzım!
Hani eski manzara ama; ibrik elde, peşkir, havlu omuzda; eline, ayağına su döküp, havlusuyla kurulayıp, hizmet etmek lâzım!.. Duasını almak lâzım! “Allah razı olsun!” dedirtmek lâzım!..
Bir hadis-i şerifi her zaman söylüyorum sevgili kardeşlerim:
“—Bir evlât, anne-babasına eğer şöyle bir ‘Allah razı olsun!’ dedirtebilse çok sevaba girer. Bir kere kendisine sevgiyle baktırtabilse, bir köle âzâd etmiş gibi sevap kazanır.” diyor Peygamber Efendimiz SAS.
Yâni baba veya anne evlâdına bakacak şöyle, “Bu benim evlâdım!” diye sevgiyle bakacak. Kızarak değil, severek bakacak. Evlat sevap kazanıyor. Ne kadar?.. Bir köle âzâd etmiş kadar sevap… Bir köle ne demek bu devirde?.. En aşağı, bir araba demek... Yâni, bir araba alıp da bağışlayabiliyor musun? Yâni, köle az bir şey değil, büyük bir varlık yâni. Bir köle âzâd etmek
büyük bir iş.
Demişler ki:
“—Yâ Rasûlallah! Anne-baba evlâdına günde üç yüz altmış defa bakar.”
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
“—Allàhu ekber!..”
Yâni, “Allah en büyüktür. Allah her şeye kàdirdir. Yâni, üç yüz altmış defa bakınca, ‘Yoo, ben o kadar sevabı veremem!’ mi diyecek? Hepsine verir. Yâni, her bakışına bir köle azad etmiş gibi sevap verir.”
Onun için, annenizin size sevgiyle bakmasına, babanızın size sevgiyle bakmasına gayret edin! Çok sıkıntı çektiler diye düşünün! Yâni zengin de olsalar, fakirlik çekmemiş de olsalar, bir çocuğu dokuz ay karnında taşıyor annesi... Ne ızdıraplar çekiyor. Taşıması kolay değil. Yemek yiyemez, midesi bulanır, gece uyuyamaz, ayakları şişer, doktorlara gider. Doğum çok zor bir olay, çok acılı, ızdıraplı bir olay.
Doğan, hiç bir şeyden habersiz bir bebek, cıyak cıyak bağırır. Ondan sonra ona bakacak, altını temizleyecek, yıkayacak, öpecek, koklayacak, sallayacak... Hastalandığı zaman başucunda sabahlayacak...
Annenin hakkı ödenmez, babanın hakkı ödenmez; onlara sevgi gösterelim! Onların o merhametlerine… Bak, “Bir kadının bir hurmayı ikiye bölüp iki çocuğuna vermesinden dolayı, Allah ona merhamet etti” diyor Peygamber Efendimiz.
Sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri bir iyiliğinden dolayı insanı cennete sokar. Yâni, kabul olmuş bir iyilikten dolayı, insan cennete girer. Bak bu kadıncağız bir hurmayı ikiye böldü, iki çocuğuna verdi diye, Allah’ın rahmetine nâil oldu. Onun için, iyilik fırsatlarını ganimet bilelim, kaçırmayalım! İyilik fırsatı elimize geçti mi iyilik yapalım, merhametli olalım!
Bakın dünya üzerinde çok muzdarib, sıkıntı çeken müslüman var. Dünyanın her yerinde... Gazeteler yazıyor, görüyorsunuz. Bosna’da, Hersek’te, yüreğimiz parçalanıyor. Orta Asya’da, Çeçenistan’da yüreğimiz parçalanıyor. Somali’de, Afrika’da hâkezâ... Dünyanın her yerinde müslüman kardeşlerimiz sıkıntı çekiyor. Biz de merhametli olacağız. Biz de hurmamızı ikiye böleceğiz, kardeşlerimize vereceğiz. Allah’ın rahmetine ermeye çalışacağız.
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi rahmetine eren kullarından eylesin... Hem dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar eylesin... Ümmet-i Muhammed’i umûmî olarak aziz eylesin,
rahmetine mazhar eylesin... Hastalarımıza şifâ versin, dertlilerimize devâ versin... Dertli olanlarımızın, hasta olanlarımızın hastalıklarına şifâlar ihsân eylesin... Mücâhid kardeşlerimize yardım eylesin, gàlip eylesin, mansur eylesin, muzaffer eylesin...
Beldelerimizi korusun... İstilâya uğramış İslâm beldelerini kurtarsın... Şaşıranlara doğru yolu göstersin, hidayet eylesin... Evlâtlarımızı, zürriyetlerimizi hayırlı evlâtlar, zürriyetler eylesin... Bizi sevdiklerimizle beraber; annemizle, evlâtlarımızla, ecdadımızla ve ahfadımızla, soyumuz, sopumuzla sevdiği kulları zümresine dâhil eyleyip, cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin...
Aziz ve sevgili dinleyiciler! İşte Peygamber Efendimiz’in Medine-i Münevvere’sinden size böyle dualar... Allah-u Teàlâ Hazretleri nice cumalara, nice mübarek günlere sıhhat, afiyetle cümlenizi erdirsin...
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
18. 08. 1995 - Medine