05. HAK İLE BERABER OLMAK

06. ASHAB-I KİRÂMA HÜRMET ETMEK



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn.,, Kemâ yenbağî li- celâli vechihî ve li-azîmi sultânih… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn muhammedini’l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahu bi-ihsanin ilâ yevmi’l-cezâ… Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu teàlâ aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla’llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:


إِن اللََّ تَعَالَى اخْتَارَ لِي أَصْحَابًا، فَجَعَلَهُمْ أَصْحَابِي، وَأَصْهَارِي،


وَأَنْصَارِي؛ وَسَيَجِيءُ مِنْ بَعْدِ هِمْ قَوْمٌ يَنْتَ قِصُونَهُمْ أَوْ يَنْتَقِضُ ونَهُمْ،


٦وَيَسُبُّونَهُمْ ؛ فَإِنْ أَدْرَكْتُمُوهُمْ، فَلاَ تُنَاكِحُوهُمْ، وَلَ تُؤَاكِلُوهُمْ، وَ


لَ تُشَارِبُوهُمْ، وَلَ تُصَلُّوا مَعَهُمْ، وَلَ تُصَلُّوا عَلَيْهِمْ (قط. عن

ابن مسعود)


RE. 86/6 (İnna’llàhe teàla’htârenî ashàben, fecealehüm ashàbî, ve ashàrî, ve ensàrî; ve seyecîu min ba’dihim kavmun yentakisùnehüm ev yentakidûnehüm. ve yesubbûnehüm; fein edrektumûhüm, felâ tünâkihuhüm, vela tüvâkilihüm vela tüşaribûhüm velâ tusallû meahum, velâ tusallû aleyhim.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

192

Aziz ve muhterem kardeşlerim.

Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şerifleri dinimizin direklerindendir. Kur’an’ın açıklamasıdır. Efendimiz’in bizlere emirleridir, tavsiyeleridir. Nümune hayatından manzaralardır, sahnelerdir, parçalardır. O bakımdan son derece kıymetlidir. Biz de bu maksatla her pazar burada ikindi namazından sonra toplanıp, an’anevi olarak Efendimiz’in hadis-i şeriflerini okuyoruz. Ta ki Efendimiz’i anlayalım, Efendimiz’in hadis-i şeriflerine uygun yaşamaya gayret edelim. Efendimiz’in sünnet-i seniyyesini kendimize rehber edinelim! Sünnet-i seniyyey-i nebeviyyeyi bu asırda ihyâ edelim, canlandıralım, yaşayalım. Böylece Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin va’d ettiği büyük mükâfatlara nâil olalım. Dünya ve ahiretimiz hayrolsun, ibadetlerimiz makbul olsun, Allah- u Teàlâ Hazretleri bizi cennetiyle, cemaliyle taltif eylesin… Bu hadis-i şeriflerin okunmasına başlamadan önce Peygamber SAS Efendimiz’in ruh-u pâkine bizlerden hediye olsun diye. Ve onun âline, ashabına, etabına, ezvacına, evladına, zürriyet-i tayyibesine, hulefasına ve mürşid-i kamillerimiz, evliya u mukarrabin, verese-i nebi, ulema-ı muhakkıkîn, sadat-ı meşayih-u turuk-u aliyyemizin ruhlarına;

Bu beldeleri fetheden cümle fatihânın ve hassaten Fâtih Sultan Muhammed Han’ın ve ordusu mensuplarının ruhlarına; şehidlerin, gazilerin, mücahidlerin ruhlarına;

Bütün hayır hasenat sahipleriyle beraber İskender Paşa Hazretleri’nin ve bu camiyi zaman zaman tecdid ve tevsî ve tamir eyleyip hizmette kalmasına vesile olan hayır sahiplerinin ruhlarına;

Uzaktan yakından bu dersi dinlemeye gelen siz değerli, sevgili, candan kardeşlerimizin ahirete göçmüş bütün sevdiklerinin, geçmişlerinin, müslüman ecdad u ceddat. akraba u taallukat, evlad u ihvan u zürriyatının ruhlarına hediye olsun, onların ruhları şad olsun, kabirleri nur dolsun, memnun ve mesrur olsunlar, dereceleri yücelsin diye; Biz yaşayan mü’minler de hakkı görelim, hakka uyalım, Allah’ın rızasını kazanalım, ömrümüzü rıza-i bariye uygun geçirelim,

193

Rabbimiz’in huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varalım diye bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup öyle başlayalım dersimize, buyurun! ………………………………..


a. Ashabıma Sövenlerden Uzak Durun!


Okuduğumuz hadis-i şerif Gümüşhaneli Efendimiz Ahmed Ziyâeddin Hazretleri’nin telif eylemiş olduğu Râmûzü’l-Ehàdis

isimli hadis kitabımızın 86. sayfasının 6. hadisi ve devamı olacaktır. Bu bakımdan hadis hakkında daha geniş araştırma yapmak isteyenler bu sayfaları, rakamları not etmiş olsunlar veyahut banda alınıyor konuşmalarımız, oralarda bulunmuş olsun.

Az önce metnini okumuş olduğum Dara Kutnî tarafından İbn-i Mes’ud RA’dan rivayet edilmiş olan hadis-i şerif, Peygamber SAS Efendimiz’in yakınları, ashabı hakkındadır. Onlara hürmet etmek, sevgi beslemek hakkındadır. Mühim bir konudur. Şimdi Efendimiz’in ne buyurduğunu beraberce görelim.

Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:24


إِن اللََّ تَعَالَى اخْتَارَ لِي أَصْحَابًا، فَجَعَلَهُمْ أَصْحَابِي، وَأَصْهَارِي،


وَأَنْصَارِي؛ وَسَيَجِيءُ مِنْ بَعْدِ هِمْ قَوْمٌ يَنْتَ قِصُونَهُمْ أَوْ يَنْتَقِضُ ونَهُم،


٦وَيَسُبُّونَهُمْ ؛ فَإِنْ أَدْرَكْتُمُوهُمْ، فَلاَ تُنَاكِحُوهُمْ، وَلَ تُؤَاكِلُوهُمْ، وَ


لَ تُشَارِبُوهُمْ، وَلَ تُصَلُّوا مَعَهُمْ، وَلَ تُصَلُّوا عَلَيْهِمْ (قط. عن

ابن مسعود)




24 Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIII, s.473, no:7319; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.I, s.197; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.540, no:32528; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.431, no:6621.

194

RE. 86/6 (İnna’llàhe teàla’htârenî ashàben, fecealehüm ashàbî, ve ashàrî, ve ensàrî; ve seyecîu min ba’dihim kavmun yentakisùnehüm ev yentakidûnehüm. ve yesubbûnehüm; fein edrektumûhüm, felâ tünâkihuhüm, velâ tüvâkilihüm, velâ tüşaribûhüm, velâ tusallû meahum, velâ tusallû aleyhim.) (İnna’llàhe teàlâ ihtara lî ashàben) “Allah-u Teàlâ Hazretleri benim için birtakım kimseleri ashab seçti. Mahlûkatı arasından birtakım insanları, kulları arasından bir tasım insanları bana ashab seçti, öyle takdir etti, öyle tensib buyurmuş. Birtakım kimseleri benim ashabım eyledi Allah.”

Ashab ne demek? Ashab, bir insanla beraber bulunan arkadaşları, onunla musahabet eden dostları demek. Yâni demek ki bunlar Rasûlullah’ın dostları. Sohbetine gelip giden, onunla musahabet eyleyen mübarek insanlar.

(Fecealahüm ashàbî, ve eshârî) “Allah onları bana kimisini dost, arkadaş eyledi. Kimisini akraba eyledi, damat eyledi.”

Mesela kim damadı? Hz. Ali Efendimiz damadı. Kimisi hısım, kimisi hısım olmasa bile, başka bir kabileden olsa, başka bir yerden gelse bile arkadaşı, dostu, Efendimiz’in ashabı oldular.


(Ve ensàrî) “Kimisi de bana yardımcılar oldular, ensàrım oldular.”

Ensàr da kimlerdir? Hassaten en sıkışık zamanda, Peygamber SAS Efendimiz’in etrafında insanlar azken, onun yanına gelip, onunla Akabe’de bey’at edip;

“—Gel yâ Rasûlallah! Bizim şehrimizi şereflendir. Bizim aramıza yerleşirsen, biz seni kendimizi koruduğumuz gibi koruruz, mallarımızı koruduğumuz gibi sahipleniriz, seni hıfz u himaye ederiz. Senin düşmanlarına karşı çarpışırız, bizim şehrimize gel!” diyen Medineliler.

En başta gelen ensar onlar. Yâni ne yapıyorlar, ensar ne demek? Nusret edenler, yardım edenler, Rasûlüllah’a yardım ettiler. Öyle bir yardım ettiler ki, Mekke ahalisi Peygamber Efendimiz’i öldürmeye kalkmışken, Medine ahalisi onu Medine’ye çağırdılar. “Gel bize!” dediler. Öyle ki tam münasib zamanda, tam makbul

195

zamanda, tam uygun zamanda, “Gel yâ Rasûla’llah!” dediler.

Efendimiz de müslümanların hepsine Medine’ye gitmelerini emretti, kendisi sonra gitti. Önce herkesi gönderdi, gönderdi, gönderdi. Ondan sonra kendisi gitti, tamam. Ensar da onlar. Ama kim yardım etmişse Peygamber Efendimiz’e, onlar da ensardır, yardım etmişlerdir ama bunların yardımı çok makbul oldu. Ve Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de bunları bu isimle medh etti ve onların güzel huylarını metheyledi, zikreyledi Kur’ân-ı Kerim’de… Onların ne kadar iyi insanlar olduğuna Kur’ân-ı Kerim şahitlik etti, mühür vurmuş oldu, tasdik eylemiş oldu. Tamam…


Ensarını seviyoruz el-hamdü lillah. Muhacirleri seviyoruz, el- hamdü lillah. Efendimiz’in bir de yakınlığını, akrabalığını elde etmiş olan, neseben de kendisine bağlı olan insanları seviyoruz, nûrun alâ nûr. Hem müslüman, hem Peygamber Efendimiz’in ashabı, hem akrabası. Başımızın üstünde, hoşumuza gidiyor.

Kim mesela? Meselâ, Hz. Hamza, amcası. Meselâ. Hz. Abbas, amcası. Mesela Hz. Ali, amcasının oğlu… Tamam, hepsini seviyoruz. (Ve seyecîu min ba’dihim kavmün) “Onlardan sonra bazı insanlar gelecek, bir kavim gelecek, birtakım topluluklar gelecek diyor Peygamber Efendimiz, daha yok ortada. Gelecek diyor…

(Seyecîu) “İleride gelecek!” diyor Peygamber Efendimiz. Bu nedir? Bu Peygamber Efendimiz’in mucizesidir. Önceden bildiriyor. “Birtakım insanlar gelecek ki, (yentakisùnehüm) onların kadrini aşağı görecekler, alçaltmaya çalışacaklar.”

Nakasa’dan yentakisùnehüm; onların kadrini, kıymetini aşağı çekmeye, indirmeye çalışacaklar. Kötülemeye çalışacaklar onları. Kenarda da nüsha farkı olarak (yentakidùnehum) var, nakz edecekler, onların aleyhinde bulunacaklar, onların zıddına olacaklar, onları reddedecekler manasına.

İki mânâ da olabilir. Bir nokta farkı var. Eskiden rivayetlerde noktalar bazen konulmazdı, onun için böyle şeyler mümkün. İkisi de aynı manaya… Demek ki bunları biz seviyoruz ama onlar sevmemiş, sevmeyen insanlar olacak demek ki.

196

Pekiyi Rasûlüllah’ı sevmiyorsa, Rasûlüllah’ın ashabını sevmiyorsa, Rasûlüllah’a yardım edenleri sevmiyorsa, Rasûlüllah’ın müslüman, hem de akrabası olan insanları sevmiyorsa bir insan, ona karşı biz ne yapalım, biz ne yapmalıyız?

Söylüyor Efendimiz. (Yentakisùnehüm, ve yesübbûnehüm) “Hem kadrini bilmiyorlar, hem kadrini aşağı çekmeye çalışıyorlar, onları noksan göstermeye çalışıyorlar; bir de sövüyorlar, sayıyorlar aleyhinde... Aleyhinde de dil uzatıyorlar, kötü sözler söylüyorlar onlar.” Ne yapacağız biz onlara?

(Fein edrektümûhüm felâ tünâkihûhüm) “İleride gelecek bu insanlar, şu anda yok, benim zamanımda yok ama ileride gelecek.”

Allah bildiriyor demek ki Peygamber Efendimiz’e. Allah

bildirdiği için Efendimiz söylüyor istikbale ait şeyleri.

“—Söyledi mi Rasûlüllah Efendimiz?” Söyledi… İstanbul’un fethini bile söyledi. Kur’ân-ı Kerimle sabit ki Bizanslılar yenilmişken, Bizanslıların Sa’sanileri yeneceğini de söyledi. Kur’ân-ı Kerim ayeti indi çünkü.


وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ ـ فِي بِضْعِ سِنِينَ (الروم:3-٤)


(Vehüm nin ba’di galebihim seyuğlebûn. Bid’a sinîn.) [Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.] (Rûm, 30/3-4) diye ayet-i kerime inince demek ki istikbale ayet bilgiyi veriyor. Neden, nasıl? Allah bildirdiği için veriyor.

İstikbale ait bilgi verilir mi, söylenir mi? Allah söyle derse söylenir, Allah bildirirse… Hem bildirir kendisine bak böyle bir şey olacak diye. Bunu halka söyle derse, o zaman söyler. Peygamber Efendimiz istikbalde nelerin olacağını bildirdi. Ümmetin en ümitsiz olduğu zamanda: “—Korkmayın, siz galip geleceksiniz, bu kötü günler geçecek, bu din okyanusların ötesine gidecek!” diye bildirdi.

Daha bunlar olmadan bildirdi, bunlardan sonra ne olacağını da

197

bildirdi. Ümmet bozulacak, dinden ayrılacaklar, ma’ruflar münker olacak, münkerler ma’ruf sayılacak. Kötülükler, rezaletler makbul olacak. İyiler hor olacak, iyi insanlar ayaklar altında kalacak, kötüler başa geçecek… Bunları da söyledi. Kıyamet alametleri olarak. Efendimiz’in istikballe ilgili sözleri var.


Ben her zaman söylüyorum, bir müjdesi var: Roma da fetholunacak! İstanbul fetholdu, bekleyin Roma da fetholunacak. Hem de Lâ ilâhe illa’llah diye diye… Yâni ne yapmamız lazım bizim? Papaz da olsa, papa da olsa, hıristiyan da olsa, devlet başkanı da olsa mektup yazmamız lazım, söylememiz lazım. Dememiz lazım ki:

“—Allah’ın çizgisine gelin. Hz. İsa’nın aşkına, Hz. İsa’nın razı olacağı çizgiye gelin. Hz. İsa’nın hoşlanmayacağı durumdan kendinizi kurtarın. Ahiretinizi mahvetmeyin. Çalışacağız. Lâ ilâhe illallah diyeceğiz! Allah üç değil, bir diyeceğiz. Allah bir, Allah bir, Allah bir, lâ ilâhe illallah diye, diye, diye, diye onlardan bir kısmının gönlünü yumuşayacak,

“—Yâhu biz yanlışız! Haça tapmamamız lazım, puta

198

tapmamamız lazım diyecekler!”

Roma’yı fethedeceğiz. Kılıçla değil, Lâ ilâhe illa’llah’la.


“—Ashabıma sövenler de olacak, gelecek ileride. Onların kadrini aşağı çekmeye çalışan, onların aleyhinde çalışan insanlar gelecek.” Geldi mi tarihte? Geldi… Peygamber Efendimiz’den sonra böyle insanlar geldi. Sonra?.. “Onlara yetişirseniz, siz yaşar da onların çağına ulaşırsanız, sizin yaşadığınız zamanda onlar zuhur ederse, ortaya çıkarlarsa, (fela tünâkihûhüm) onlarla nikâhlanmayın, evlenip bağ kurmayın onlarla, çoluk çocuğunuzu onların kızlarıyla veya onlara kız vermek suretiyle, onlardan kız almak suretiyle nikâhlanmayın!”

Başka? (Velâ tüvâkilûhüm) “Onlarla yeyip içmeyin. (Velâ tuşâribûhüm)” İçmek bu, ötekisi ekele’den, bu şeribe’den içmek. “Yemeyin içmeyin, bir arada sofraya oturmayın, yemeyin, içmeyin! Yâni ahbaplık etmeyin!”

(Ve lâ tüsallû meahüm) “Onlarla beraber, onların yanında namaz kılmayın!” Çünkü kafaları bozuk, gönülleri bozuk. (Velâ tüsallû aleyhim) “Ölürlerse, cenaze namazlarını da kılmayın!”

Neden? Peygamber Efendimiz çok nasihat etti:

“—Benim ashabıma sövmeyin, benim ashabımın aleyhinde bulunmayın. Benim ashabım yıldızlar gibidir, kötülemeyin onları. Fitnelere karışmayın!” dedi. “Ashabım konusunda ileri geri konuşup da beni üzmeyin, beni ezalandırmayın!” dedi. Çok söyledi bunları.


O halde ne yapacağız? Susacağız. Büyüklerimiz ne demişler? Birisi gelmiş büyüklerimizden bir mübarek büyüğümüze.

“—İşte bilmem şu şöyle yaptı da bu böyle yaptı…” Demiş ki:

“—Mübarek onların zamanında yaşamadık, onların yaptığı harplere katılmadık…” Çünkü birbirleriyle bazı çekişmeler de oldu. Hz. Ali Efendimiz’le falanca filanca arasında filan çekişmeler oldu. “Onların harplerine katılmadık, kılıçlarımızı kanlarına bulamadık. Dillerimizi gıybetine bulaştırmayalım. Aleyhinde konuşmayalım!”

199

Onun için biz ehl-i sünnet, ashaba söz söylemeyiz. Söyletmeyiz de, söylemeyiz de…

“—Efendim, birbirleriyle çekişmişler de bilmem ne de…” İslam tarihini okuturken, okurken, anlatırken üniversitelerde, liselerde çok ince bir iştir. Herkes kolay anlatamaz İslâm tarihini. Neden? Cemel vakası olmuş, Sıffin vakası olmuş, şu olmuş, bu olmuş. Çok ihtiyatlı kelâm kullanmak lazım çünkü ashaba sövmek doğru değil, ashabın ihtilafına karışmak tehlikeli. Ne diyeceksin? Onlar o zaman öyle düşünmüşler, ictihat etmişler, bize gerekmez diyeceksin. Onları örterek gideceksin. İhtilafı açmayacaksın, kavgayı asırlarca öteye taşımayacaksın.


Ben meselâ yazılarımda yazıyorum, konferanslarımda da söylüyorum dinleyicilere, herkes bilsin diye. Aleviler, Sünnilere düşman.

“—Yâ niye düşman oluyorsun? Senin düşmanın Hz. Ali’ye

200

düşmanlık eden, zarar vermiş olan, Hz. Hüseyin’i şehid eden insanlar bizim de düşmanımızdı. Biz öldürmedik ki. Sünniler öldürmedi ki…” Kimler öldürdü? “Emeviler öldürdü. Hariciler öldürdü. Bizim de sevmediğimiz zümreler öldürdü, niye bize düşmanlık ediyorsun?”

Söylüyoruz bunu, yâni yazıyoruz. Siz de söyleyin. Tamam…

Ama bazıları ashabın bazısına sebbederler, yâni söverler. Bazılarının kâfir olduğunu söylerler. Bazılarını Peygamber Efendimiz’den sonra dinden imandan çıktı diye anlatmak isterler, tarif etmek isterler. Tabii bunların hepsi doğru olmuyor, tehlikeli oluyor, yanlış oluyor ve işin gerçeğine de uygun olmuyor.


O bakımdan böyle insanlara fırsat vermemek, yüz vermemek, böyle münakaşaları ortaya çıkartmamak, çıkaranın çıkarttığı konuşmaya dur demek lazım.

Neden? On dört asır önce olmuş bir şey. Şimdi biz bak Bosna’da Sırplar kardeşlerimizi kuşatmış. Çeçenistan’da şehirler yıkılıyor. Dünyanın her yerinde müslümanlar ziyanda… Şimdi biz müslümanlara bir fayda sağlayabiliyorsak, onu sağlamaya çalışalım.

Müslümanlar arasında kavga, gürültü, patırtı çıkartmak doğru değil. Müslümanların birleşmesi lazım. Kur’ân-ı Kerim’in bayrağı altında, Rasûlüllah’ın sünneti yolunda, Kur’ân yolunda, Rasûlüllah

yolunda, sırat-ı müstakimde yürümesi lazım. Her gün kırk defa (İhdina’s-sırata’l-mustakîm) demiyor muyuz? “Bizi doğru yola ilet!” demiyor muyuz? Allah’tan istemiyor muyuz? İstediğimiz o… İşte öyle yapmamız lazım.


Bu neyi gösteriyor? Demek ki sünni-şii, alevi-bilmem ne çekişmesi doğru değil. Ne yapmamız lazım? Yarayı kapatmamız lazım. Birbirimizi sevmemiz lazım.

“—Efendim, herkes istediği yolda gitsin!” Yook! Bu da yanlış.

“—Alevi istediği yolda gitsin, sünni istediği yolda gitsin!”

Olmaz, hangisi doğru ise, herkes doğruya gelecek. Yanlış yolda

201

gitmeye müsaade yok.

“—Herkes bildiğini yapsın, hürriyet var İslâm’da!” İslam’da bâtıla hürriyet yok! Yanlışa hürriyet yoktur! Günaha hürriyet yoktur.

İçki içmek serbest mi İslâm’da? Değil… Hürriyet var mı? Yok! Kötü mü? Hayır değil. Bugün de içki bazı yerlerde yasak, bazı yerlerde değil. Direksiyonun başında içki içmek yasak. Tamam. Şimdi anladın, aferin. Direksiyonun başında içki içilmiyor. Bu tarafta serbest. E burada kötü olan şey, orada iyi mi oldu? Burada niye içirtiyorsun? Orada da içirtme. İslam bak ikiliği kaldırıyor ortadan. Hepsi aynı. İçki kötü mü? Kötü. Vücuda zararlı mı? Zararlı. Karaciğeri siroz yapıyor mu? Yapıyor. Hayatını mahvediyor mu insanın? Mahvediyor. Tamam, yasak... hürriyet yok. E yok tabii. İyi ki yok. El-hamdü lillah ki içki içmeye hürriyet

yok, Allah’a çok şükür ki vermemiş.

“—Ooo hocam, sen bir de üniversite hocasısın! Nasıl böyle söylersin!” E sen de söylüyorsun, sen de Amerikalının kuyruğunda afyon içmenin aleyhinde çalışıyorsun. Narkotik şube var, koşturuyor. Afyon satanları, taşıyanları takip ediyor. Afyon içme diyorsun. Bak ben ne diyorum? Afyon da içme diyorum, içki de içme diyorum, sarhoşluk veren her şeyi yapma diyorum. Akıl lazım bize diyorum. E sen afyon kullanmasını takip ediyorsun, ekimini, biçimini, naklini, satışını yasaklıyorsun. İçkiyi serbest bırakıyorsun, olmaz ki!..

Aynı mahiyette, hepsi insanın sıhhatini, aklını, fikrini bozuyor. Hepsi fena. Batı bundan yaka silkiyor, illallah diyor, ne kötü alışkanlık diyor, vazgeçmeye çalışıyor. Batı İslâm’ın güzelliğini anlıyor. Yasak koymaya çalışıyor, Amerika yasak koymuş bir ara içkiye, tutturamamış. Onun için yasak her yere var muhterem kardeşlerim.


Ben Almanya’yı gördüm, İngiltere’yi gördüm, Amerika’yı gördüm, Fransa’yı gördüm, Avustralya’yı gördüm. Yasaksız yer olmaz. Yasaksız yer, öyle şey yok. Yasaksızlık doğru değil. Kötü şey

202

yasak olacak. Kötüyse yasak olacak işte. Afyon yasak… Tamam. İçki de yasak!

“—Yok onu ben içiyorum, ona müsaade et!” Öyle şey yok. Hepsi yasak. İçmeyeceksin. Neden? Zararlı sana!

“—Sana ne?” Olsun, ben kötü olan bir şeyi başkasının da yapmasına müsaade edemem. Ben dünyayı düzeltmeye memur vazifeli bir ümmetin ferdiyim. Bir kitabın muhibbiyim, seveniyim. Onun için böyle şeye cevaz veremem. Böyle bir şeyi uygun göremeyiz. Bu da bir kusur değildir. Her yerde hürriyet olmaz.

Geceleyin saat on ikiden sonra ben çıkarım sokağa: “—Heyt! Var mı bana yan bakan!” diye bağırırım, sabaha kadar bağırırım.

Bağıramazsın! Neden? Polis gelir, alır karakola götürür, hapse tıkar, mahkemeye verirler. Niye? Niye verirler? E canım başkaları uykuya yattı. Sen şimdi aşka gelmişsin, nara atıyorsun sokakta. Olur mu? Olmaz…

“—E benim hürriyetim aşka geldi, ondan bağırıyorum.” Senin hürriyetin batsın şimdi burada. Öyle şey yok. Bak hayatımızda bir sürü yasak var aslında. O kadar yasak var ki. Bu yasakların bir kısmına da İslâm karşı, biz doğru görmüyoruz bu yasakların bir kısmını. Fakat millete empoze etmişler: şu yasak, bu yasak, oturmak yasak, kalkmak yasak, konuşmak yasak, söylemek yasak, bilmem ne… Millet onlara gık demiyor da içki yasak olunca kendisinin de sıhhatinin aleyhinde. Onun karşısına çıkmaya çalışıyor. Yok! Öyle şey yok! Tezat yok İslâm’da. İslâm dobra dobra konuşur.


Efendim, alevi de şöyle yapsın, sünni de istediği gibi yapsın! Olmaz… Alevi müslümanım diyor mu? Diyor. Tamam… Hz. Ali’yi seviyor mu? Seviyor. Tamam… Kur’ân-ı Kerim’e bağlı mı? Bağlı. Tamam… O zaman Kur’ân-ı Kerim yolunda yürüyecek, Hz. Ali’nin yolunda yürüyecek. O zaman İslâm’ın emirlerine uyacak. İslâm’ın emirlerine uymayan şu işleri yapsın diyemeyiz. Haksızlık olur, yanlışlık olur, iftira olur, Hz. Ali Efendimiz’i üzer, Hz. Hüseyin

203

Efendimiz’in kemiklerini sızlatır, yanlış olur, Allah’ın sevmediği bir şey olur. Kendilerinin aleyhine olur, günah olur. Dünyanın nizamı bozulur, iyi olmaz, onun için olmaması lazım.

Yâni bazı İslamcı yazarların makalelerini okudum da ben, o öyle olsun, bu böyle olsun!.. Olmaz. Herkes doğruya gelecek. Senin dediğini mi dinleyelim biz? Yâhu ben benim dediğimi dinleyin demiyorum, Allah’ın sözünü dinle kâfi... Allah’ın dediğini dinle. Allah ne emretmişse, nerede Allah’ın emrettiği? Kur’ân-ı Kerim’de… Allah neyi emretmişse yap, neyi yasaklamışsa yapma. Bu kadar… Hepimiz öyle yapalım.

Ben de boynumu teslim ettim, kendimi… İslâm ne demek? Teslim olmak demek. Nereye teslim oldun sen? Allah’a teslim oldum. Allah’a teslim oldum ben, Allah ne derse yapacağım.

Sen teslim olmadın mı? Müslüman olmadın mı sen? (Eşhedü en

lâ ilâhe illa’llah) ne demek. (Eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlühu) ne demek? Ben Allah’ın sözünü dinleyeceğim demek. Bana Rasûlüllah’ın öğrettiklerini yapacağım demek. (Eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlühû)’nun manası ne? Şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir. Yâni ne demek istiyor? Rasûlüllah’ı dinleyeceksin demek istiyor, bunu anlayamadın mı? Otuz yıl, kırk yıl yaşamışsın Rasûlüllah’in dediğini dinlemezsen olmaz, imandan çıkar insan.

“—Kabul etmiyorum ben Rasûlüllah’in dediğini…” Haa, şıp diye imandan çıkar böyle diyen bir insan… İmandan çıkar. Neden?


وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوۤى . اِنْ هُوَ اِلَّ وَحْىٌ يُوحٰى (النجم:3-٤)


(Ve mâ yentıku ani’l-hevâ. İn hüve illâ vahyün yühâ) “O kendi hevâ-i nefsinden, kendi isteği, arzusu ile konuşmaz. Onun söylediği şeyler hak ve gerçektir. Allah tarafından ona vahyedilmiştir.” (Necm, 53/1-2) Allah’ın Rasûlü boşuna konuşmaz, söylediği söz Allah’ın emridir. Sen ona itiraz edersen, Allah’a itiraz etmiş olursun. Dinden imandan çıkarsın. Öyle şey olmaz!

204

Herkes ne yapacakmış? Allah’ın yoluna girecek. Eğer benim giyimimde bir falso varsa; hareketimde, sözümde bir eksiklik, kusur, falso, yanlışlık varsa, Allah ne diyorsa CC, oraya gideceğim ben de. Rasûlüllah ne diyorsa oraya gideceğim. Sen de gideceksin.

Alevi de gidecek, Malikî de gidecek, Şafi de gidecek; herkes gidecek, nolacak? Birlik orada olacak işte… Kur’ân-ı Kerim’in bayrağı altında, Rasûlüllah SAS’in rehberliğinin peşinde, izinde, kılavuzluğunun peşinde, sırat-ı müstakimde dümdüz gideceğiz.

“—Efendim ben kendi keyfime göre, folklar bakımından şöyle yaparım, böyle giyinirim, şöyle yaparım!..” Olmaz, yanlış olur.

“—Efendim bizim töremizde şu içkiyi içmek vardır da… Şöyledir de böyledir de…” Olmaz, olmaz! Senin tören filan yok. Kur’ân-ı Kerim’in töresi var, Rasûlüllah’ın töresi var. İşte İslâm bu demek. İslâm bunu kabullenmek demek. E bunu hem kabullen, hem de İslâm’ın yolunda gitme; öyle şey olmaz. Namaz kıl; kılmaz… Zekât ver; vermez… Hacca git; Arab’a para mı yedireceğim?

Yâhu Arab’a para filan yetirmeyeceksin. Gidip geliyorsun. Avrupa’ya gitmiyor musun, Amerika’ya gitmiyor musun? Seyahat etmiyor musun? Ediyorsun… Kimseye para yedirmek değil, ibadet yapmaya gideceksin.

Gözünü açsaydın da kaptırmasaydın, senin memleketindi… Hicaz senin memleketindi. Gözünü açsaydın, kaptırmasaydın. Kaptırmış, şimdi oraya niye gideceğim diyor. Kabahat sende… Malını kaptırmışsın, şimdi ceza olarak parayla gideceksin. Kaptırmasaydın…


Yâni muhterem kardeşlerim, o çizgiye gelmezsek, bakın Rasûlüllah Efendimiz’in… Neden bu sözleri söyledim ben? Şahsi bir şey peşinde miyim? Hayır!.. Rasûlüllah’ın sözünü açıklamak babından söyledim ben. Ne diyor Peygamber Efendimiz:

“—Ashabıma sövenlerin, onların kadrini alçaltmaya

205

çalışanların, onların aleyhinde bulunanların kızlarını almayın, kızınızı onlara vermeyin, nikâhlanmayın onlarla, nikâh etmeyin! Beraber yemek yemeyin, beraber su içmeyin! Onlarla beraber namaz kılmayın! Onlar öldüğü zaman, onların cenaze namazını da kılmayın!”

Halbuki müslüman, birisi öldüğü zaman cenaze namazını kılıyordu. Demek ki, ne kadar kötü durum ki, ne kadar fena ki durumu, Rasûlallah Efendimiz onun cezası olarak namazını dahi kılma diyor.

O bakımdan, hepimiz Rasûlüllah’ın çizgisine gelelim, Kur’ân-ı Kerim’in çatısı, bayrağı altında toplanalım. Başka çaremiz yok.


b. Ashaba Sövmenin Cezası


Bundan sonraki hadis-i şerif:

Bu da yedinci hadis-i şerif. Birincisi gibi başladı ama biraz değişik devam edecek. Bu da yine İbnü’l-Enbârî’de Taberânî’de,

Hakim’in Müstedrek’inde var. Muhtelif kaynaklardan gelen bir ikinci hadis.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:25


إنّ اللَّ اخْتارَنِي وَاخْتَ ارَ لِي أَ صْحَابًا، فَجَعَلَ مِنْهُمْ وُزَرَاءَ ، وَأَصْهَ ارًا،


وَأَنْصَارًا؛ فَمَنْ سَبَّهُمْ، فَ عَلَيْهِ لَعْنَةُ اللََِّّ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّ اسِ أَ جْمَعِينَ؛


لَ يَقْبَلُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفًا، وَلَ عَدْلً (ابن الأنباري، طب.

ك. عن عويم بن ساعدة)




25 Hàkim, Müstedrek, c.III, s.732, no:6656; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVII, s.140, no:349; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.IX, s.738, no:16391; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.334, no:685; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahabe, c.XV, s.178, no:4781; İbn-i Ebî Asim, Sünneh, c.III, s.17, no:833; Uveym ibn-i Saîde RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.529, no:32466; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.431, no:6622.

206

RE. 86/7 (İnna’llàhe’htârenî, va’htare lî ashàben, feceale minhüm vüzerae ve ashàran ve ensàren; femen sebbehüm, ve aleyhi la’netu’llàhi ve’l-melâiketi ve’n-nâsi ecmaîn; lâ yakbelu minhu yevme’l-kıyâmeti sarfen ve lâ adlâ)

Nedir manası?

(İnna’llàhe’htârenî) “Allah-u Teàlâ Hazretleri beni ihtiyar eyledi, seçti.” En hayırlısını alıp ayırmaya, ihtiyar etmek derler, hayırlıyı seçmek. Allah beni en hayırlı olarak seçti. İnsanların en hayırlısı olarak beni tercih buyurdu, ihtiyar eyledi, seçti.

(Va’htare lî ashàben) “Benim etrafıma da benim için ashab seçti.” Şu kulum, sevgili peygamberim Muhammed-i Mustafa’nın ashabı olsun, şu kulum da ashabı olsun, şu kulum da ashabı olsun diye… Bana ashab de seçti, nasib etti, takdir eyledi Allah-u Teàlâ Hazretleri.

(Feceale minhüm vüzerâe) “Onlardan bana yardımcılar seçti.”

Vezir, vizr ü vebali, sorumluluğu yüklenen dosta derler. Padişahın veziri ne demek? Hükmedişlerinden bir kısmını omuzuna yüklenmiş falanca insan demek. “Bana onlardan vüzera seçti.” Ne demek? Yâni benim yapmak durumunda olduğum işlerin bir kısmını yüklenecek yardımcılar demek. (Ve eshàren) Sonra, damatlar, akrabalar, hısımlar seçti. (Ve ensàren) Sonra, yardımcılar seçti.”


Demek ki Allah ashab olarak birtakım insanları seçmiş. Onları Peygamber Efendimiz’e yükünü hafifletecek, hizmetini görecek, ona yardım edecek hısım akraba olabilecek, etrafında toplanacak insanlar eylemiş. Tamam. Tarihte öyle olduğunu biz de tarih aynasında gördük. Öyle oldu.

(Femen sebbehüm) “Bu Allah’ın benim etrafıma seçmiş ve yerleştirmiş olduğu bu mübarek insanlara kim söverse...”

Sebbetmek, sövmek demek. Müslümana sövmek nedir? Çok kötü bir şeydir, günahtır.

(Fealeyhi la’netu’llàh) “İşte o sövenlere Allah’ın lâneti olsun!” Peygamber Efendimiz diyor: Allah’ın lâneti onların üzerine olsun…

207

(Ve’l-melâiketi ve’n-nâsi ecmaîn) “Meleklerin de lâneti, bütün insanların da lâneti onların üzerine olsun...”

Haa!.. O zaman Peygamber Efendimiz’in ashabına söz söyleyemeyiz. Öyle şey olmaz!.. Neden? Allah’ın lâneti, meleklerin lâneti, tüm insanların lâneti sövenin üzerine olacak. Zaten müslümana dilini, ağzını bozmak yakışmaz.


Sonra?.. Ne zararı var başka? (Lâ yakbelü minhu) Yakbelu’nun faili Allah. “Allah kabul etmez ondan... Kimden? Söven insandan… (Yevme’l-kıyâmeti) Kıyamet gününde. (Sarfen ve lâ adlâ) Sarfını, adlini. farzını, nafilesini Allah ondan kabul etmez. Kimden kabul etmez? Rasûlüllah’ın ashabına, vüzerasına, esharına, hısımına, akrabasına sebbedenlerden Allah hiçbir şeyi kabul etmiyor.

İbadetini kabul etmiyor Allah.

Onun için, boşuna kürek çekmiş olur. İnsan bu edepsizliği yapmamalı, yapmaya kalkışmamalı, yoksa mahvolur. Yapacak, yapacak ibadeti kabul olmayacak. Onun için böyle bir edepsizliğe en iyisi hiç girişmemek lazım. Böyle bir şeyi hiç yapmamak lazım geliyor.


c. Allah Bir İşi Murad Ederse


Üçüncü hadis-i şerif. Bugünkü üçüncü hadis-i şerif, sayfanın sekizinci hadis-i şerifi, sonunda.

Peygamber SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:26


إِنَّ اللَََّّ إِذَا أَرَادَ إِمْضَاءَ أَمْرٍ، نَزَعَ عُقُولَ الرِّجَالِ حَتَّى يُمْضِ يَ أمْرَهُ؛ فَإِذَا


أَمْضَاهُ، رَدَّ إلَيْهِمْ عُقُولَهُمْ وَوَقَعَتِ النَّدَامَةُ (السلمى فى سنن الصوفية

عن جعفر بن محمد عن أبيه عن جده)




26 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.110, no:511; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.439, no:6640.

208

RE. 86/8 (İnna’llàhe izâ erâde imdàe emrin, nezea ukùle’r-ricâli hattâ yümdıye emrehû; ve izâ emdahû, redde ileyhim ukùlehüm, ve vakaati’n-nedâmetü)

Konu değişti. Biz ne yapıyoruz burada, her hafta? Hadisleri okuyoruz. Neye göre okuyoruz? Günlük, haftanın içindeki olaylara göre, tam fırsatı bulduk, taşı gediğine koyalım diye mi okuyoruz? Hayır. Sıradan hangi hadis varsa onu okuyoruz. Bu hafta biten yerden, öteki hafta başlıyoruz. Hiç haftanın içinde Alevilerle Sünnilerle ilgili bir olay oldu da biz bunları okuyor değiliz. Neden okuyoruz? Sırası öyle denk geldi. E nasıl denk geldi?

Vallahi bilmem, Allah’ın işleri hikmetlidir. Allah-u Teàlâ Hazretleri her işini hikmetli yapar. Nasihat ediyor Allah... Es’ad Coşan’ın ağızından, İskenderpaşa’da, Peygamber Efendimiz ümmetine nasihat ediyor. “Yapmayın böyle şey!” diyor, “Etmeyin!” diyor. Yâni Alevilik, Sünnilik çekişmesi yapmayın diyor. Derdimiz çok, Ümmet-i Muhammed’in derdi, sıkıntısı çok. Yapmasınlar diye Rasûlallah Efendimiz söylüyor.


E nasıl söylüyor? Allah her şeyi takdir ediyor, işte böyle beni kürsüye çıkarttırıyor, sizi bilmem nerelerden buralara toplattırıyor, söylettiriyor. Ne yapması lazım müslümanların? Hatalı işleri yapmaması lazım, bırakması lazım. Her sözü kendisine söylenmiş gibi düşünmesi lazım.

Neymiş, büyük insanların meclisine gittiği zaman dervişin, şeyhinin meclisine gittiği zaman nasıl bir mantıkla dinlemesi lazımmış konuşmaları? Sırf bana söylüyor bunu, bu benim bir kusuruma işaret, sırf bana işareten bunu söylüyor gibi düşünmesi lazımmış. E herkes öyle düşünecek. Diyecek ki: Bunu sırf bana söylüyor. Benim şu kusurum var da ondan bana şey yapıyor. İçimden şöyle geçiriyorum da bak doğru değilmiş demek ki diye öyle düşünmesi lazım müslümanın.

Tabii Türkiye’nin el-hamdü lillah ahalisi müslüman, Türkiye’deki müslüman ahali de böyle düşünecek. Edeb bu yâni. Burada biz geçen hafta beşinci hadis-i şerifi okuduk bitti. Bu hafta altı, yedi, sekizinci hadisi okuyoruz. Birkaç tane daha okursak

209

okuyacağız, ondan sonraki hafta da devam edecek. Tesadüfen böyle.


Şimdi biz hocamız cennet mekân Mehmed Zahid Efendimiz Hazretleri’nin vefatı seney-i devriyesinde, 13 Kasım’da bir sempozyum yaptık. Yâni sempozyum ne demek? Aynı konu etrafında çeşitli konferanslar veren insanların bir gün, iki gün böyle bir yerde toplanıp o konuyu iyice işlemelerine sempozyum deniliyor. Sempozyum yaptık. Niye? Eh, işte dedik kuru bir anma olmasın da faydalı olsun dedik. İlim adamlarını, üniversite hocalarını topladık, bir program yaptık.

Şimdi o da bir başka işin seney-i devriyesine denk gelmiş, Türkiye’de kalktı bir takım büyük siyasi partilerin liderleri bile bize su-i zanda bulundu. Bak öbür tarafın merasimine katılmamak için alternatif bunu getirmişler. Hayır öyle değil. Bizim her sene yaptığımız bu. Bizim şeyimiz değişmiyor. Gemi böyle suda giderken, suları yara yara dümdüz gittiği gibi, dalgaya göre böyle kıvrılmadığı gibi, biz dümdüz gideriz. Ne gelirse ne yapalım. Yarar geçeriz. Dümdüz gideriz. Su-i zan ettiler, haksız şeyler düşündüler, halbuki öyle bir kasdımız yoktu.

Burada da bir kasdımız yok. Kasdımız varsa gene iyi kasdımız var: Kardeşlerimiz cennete gitsin, cehenneme girmesin, ibadetleri makbul olsun, ibadetleri reddolmasın… Rasûlüllah’ın şefaatine ersinler, Rasûlüllah’ın kalbini kırmasınlar. Allah’ın lânetine uğramasınlar. Gene iyilik. Netice itibariyle iyilik yapmak istiyoruz.


Sonra bu hadis-i şerifleri bu kitabı yazan Gümüşhaneli Hocamız 1311 hicri yılında vefat etmiş. Süleymaniye’nin önündeki kabristanda gömülü. Padişahlar zamanında yaşamış bir insan. O, bu hadiseleri görmüyordu. O da kendisi yazmadı, o da alimlerden gelen rivayetleri yazdı buraya. Kasıt yok. Yâni Rasûlüllah’ın söylediklerini söylüyoruz.

O halde siz de Rasûlüllah’ın ümmeti olarak söylediklerini dinleyeceksiniz. Onlar yazmış, ben söylüyorum, siz dinliyorsunuz. Hepimiz Rasûlüllah’ın sözünü dinleyeceğiz, hepimiz Kur’ân-ı

210

Kerim’in yolunda yürüyeceğiz. Darılmaca, gücenmece, alınmaca yok. Neden? Rasûlüllah söylüyor.

Rasûlüllah SAS Efendimiz rüyamıza girse: “—Evladım, senin şu şu şu kusurların var! Bir daha böyle yapma!” dese ne yaparsın?

Ayağını öpersin Rasûlüllah’ın. Canım feda dersin. Ne emredersen öyle yaparım dersin. Öl de öleyim ya Rasûlallah dersin. (Fidâke ebî ve ümmî yâ rasûla’llah!) “Annem, babam sana feda olsun yâ Rasûlallah!” dersin.

Şimdi birisi sordu bana:

“—Niye annem babam feda olsun diyor?” İnsanın canını feda etmesi bir şey değil. İnsanın canını, çoluğu, çocuğu, anası, babası için çok rahat feda eder. Şurada anası, babası olsa birisi bir şey söylese, önce kendisini öne atar. Müdafaa eder. Annesine, babasına kıyamaz, kendisine kıyar. Kendisini tehlikeye atar.

Annem babam feda olsun ne demek? Yâni en kıymetli varım o… Çünkü insanın bir daha annesi babası yok. İşte kendisini dünyaya getirmiş. Bir anası var, bir anacığı var, bir babacığı var. Başka yok. Çarşıdan alınmaz, müzede bulunmaz, mümkün değil. Hiçbir yerden ne kadar uğraşsan…

“—Canım benim annem iyi-kötü!..” Canım ne yapalım, iyisi kötüsü bir tane. E onu feda ediyor yâni. Yerine telafi edilmesi mümkün değil.


“—Neyse, ben bunu veririm de… Ceketimi veririm, paltomu veririm, bir başkasını alırım… Zaten bu biraz eskimişti…” veya dar geliyordu veya rengini beğenmiyordu.

Tabii, sevmediğini kolay verirsin. Sevdiğini ver bakalım. Sevmediğini herkes verir… Paranın bile, cebinden çıkartıyor, en buruşuğunu veriyor adama. Neden? Buruşuk para olmasın. Gıcır gıcır para oldu mu, harcamıyor.

Adamın birisinin işçileri hep zengin oluyormuş bir fabrikada. Hepsi ev sahibi, bark sahibi, otomobil sahibi. İşçi evli, barklı, otomobilli. Çift anahtarlı; ev anahtarı, araba anahtarı… Her şeyi

211

var. Neden? Sormuşlar fabrikatöre:

“—Ya hu çok mu para veriyorsun?” demişler. “Hepsi bunların ev-bark sahibi olmuş. Çift anahtar sahibi olmuş. Nasıl yaptın?” Demiş ki:

“—Ben maaşları gıcır gıcır, merkez bankasından gelmiş yeni paralar olarak alırım, öyle dağıtırım işçilere.”

İşçiler de kıyamaz onu harcama.

“—Ay, gıcır gıcır para, bunu harcamayayım! Bunu almasam da olur.” Filan diye…

O zaman zengin oluyorlarmış, ev-bark sahibi oluyorlarmış. Bozuk, buruşuk para oldu mu böyle, örselenmiş… Kimisi ağıza alıyor parayı. Gidiyorsun pazardan iki kilo patates alıyorsun, veriyorsun parayı. Adam hap parayı ağızına alıyor, ceplerini karıştırıyor, üstünü veriyor, ondan sonra bunu hop buraya tıkıyor. Ne oldu bu para? Vicirgisi çıktı. Bağırsakları olsaydı patlayacaktı ama yok işte… Böyle buruşuyor.


Şimdi, ne buyuruyor bu son hadis-i şerifte: (İnna’llàhe izâ erâde imdàe emrin) “Allah bir işin olmasını murad ettiği zaman.” Bir işin yapılmasını istiyor. Yürüyecek bu emir, bu ferman yerini bulacak yeryüzünde. E bazıları istemiyor bunu. Kimisi ister, kimisi istemez. Çömlekçi:

“—Ya Rabbi! Güneş çıksın da çömleğim kurusun!” der.

Değirmenci su ister, ekinci yağmur ister. E herkes bir şey ister. Haa… “Allah bir işin yerine getirilmesini murad ettiği zaman, (nezea ukùle’r-ricâli) akıllı insanların akıllarını başlarından alır.” O işi engelleyecek, tedbir alacak öteki insanların akıllarını başlarından alır, (hatta yumdie emdehu) işini yürütünceye, yapıncaya kadar. (Feizâ emdahù) İşi tamamlayınca, akıllarını tekrar onlara, akılları başlarına gelir adamların. (Ve vakaati’n- nedâmetü) Pişman olurlar.” “—Aaa, nasıl olmuş ya hu! Şu iş…”

Neden? Olacaktı da ondan… Fark edemedik ya hu. Hay Allah başka yere bakıyorduk, başka iş yapıyorduk da şöyle oldu.

İşte öyle olur. Allah bir işi yapmak istediği zaman akılları

212

baştan alır. Gözleri görmez eder. Akılları çalışmaz eder, başka şeyler meşgul eder, işi yürütür. Tabii Allah-u Teàlâ Hazretleri bir şeye hükmetti mi, hiç kimse onun karşısında duramaz. Çatır çatır da yapar, aklı da olsa yapar. Yâni karşısındaki adamların engelleyecek aklı olsa, topu tüfeği bile olsa, çatır çatır ezer geçer yapar ama bazen de böyle yapar işte. Hani bazen duyarsınız bir işi:

“—Hay Allah ya! Hiç fark edemedik, gözümüzün önünde kaçmış bu iş. Hay Allah. Yanımızdaki ev kırk bin liraya satılmış ya hu bende seksen bin lira para vardı. Tam da evi almak istiyordum.” Allah sana nasib etmedi, ötekisine nasib etti. Senin tedbirini, feleğini şaşırttırır, aklını başından alır, başka şeyle meşgul eder. O fukaraya, ötekisine nasib eder. Yâni Allah’ın işleri bazen böyle olur.

“—Eee, nedir o zaman bunun sonucu?” Üzülme, hak neylerse güzel eyler.


Hak şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayr eyler,

Mevla görelim neyler,

Neylerse güzel eyler.


İşin önünü, sonunu seyredersin. Bakarsın, hikmetleri görürsün:

“—Allah Allah, ben bunu pek beğenmiyordum ama fena da olmadı ya hu! El-hamdü lillah iyi yaptı Allah-u Teàlâ Hazretleri…”

Tabii iyi yapar. Sen Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne tam teslim olursan ne güzel yapar her işi. Neylerse güzel eyler.


d. Sarıklı Meleklerin Yardıma Gelmesi


Öbür sayfaya geçelim. 87. sayfanın 1. hadisine geçiyoruz.

Ne buyurmuş Peygamber SAS Efendimiz bu hadis-i şerifinde:27




27 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.X, s.14, no:19520; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.23, no:154; Hz. Ali RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.306, no:41141; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.470, no:6698.

213

إِن اللََّ تَعَالٰى أَمَدَّنِي يَوْمَ بَدْرٍ وَحُنَيْنٍ بِمِلاَئِكَةٍ يَعْتَمُّونَ هٰذِهِ الْعِمَامَةَ؛


إِنَّ الْعِمَامَةَ حَاجِزَةٌ بَيْنَ الْكُفْرِ وَالإِيمَانِ (ط. ق. عن على)


RE.87/1 (İnna’llàhe teàlâ emeddeni yevme bedrin ve huneynin, bi-melaiketin ya’temmûne hâzihi’l-imâmete; inne’l-imâmete hàcizetün beyne’l-küfri ve’l-imân)

“Allah-u Teàlâ Hazretleri Bedir harbinde ve Huneyn harbinde beni şu sarıklarla başlarını sarmış meleklerle takviye eyledi, kuvvetlendirdi. Kâfirlere karşı melek gönderdi Allah, benim ordumu kâfirlere galip eyledi.”

Bedir’de ve Huneyn harbinde. Nasıl melekler? Sarıklı melekler. Şu sarığı sarmış olarak. O meleklerle Allah beni takviye eyledi Bedir harbinde, Huneyn harbinde. Tamam.

Evet Kur’ân-ı Kerim’de de geçiyor, müsevvimîn diye geçiyor:


مِنْ الْمَلاَئِكَةِ مُسَوِّمِينَ (آل عمران:٥)


(Mine’l-melâiketi müsevvimîn) [Rabbiniz sizi nişanlı, sarıklı meleklerle takviye eder.] (Âl-i İmran, 3/125)

Müsevvimîn ne demek? Başına böyle sarıklar sarmış melekler Bedir harbinde geldiler, müminleri te’yid ve takviye eylediler. Aralarına katıldılar.


فَاضْرِبُوا فَوْقَ الأَْعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ (الأنفال:12)


(Va’dribû fevka’l-a’nâkı) “Vurun boyunlarına! Vadribû minhüm külle benân) Vurun onların bütün parmaklarına!” diye Rabbin meleklere vahyediyordu. (Enfâl, 8/12)

Melekler nasıl vurur, nasıl yapar? Bilmeyiz.

İnsan bazı şeyleri görüyor, bazı şeyleri görmüyor; ama melek bir kafirin boynuna vurunca tepetaklak gider. Parmaklarına vurunca,

214

parmakları kılıç tutmaz. Parmaklarına, boyunlarına vurdular, sayıları çok olduğu halde ne oldu müşrikler? Yenildi. E melekler böyle takviye etti.

Neden? Peygamber Efendimiz dua etti. Peygamber Efendimiz’e Allah yardım etmek istedi, yardımı murad ettiği için böyle oldu. Melek gönderdi. İnsanlarının sayısı azdı, üç yüz on üç kişilerdi, kâfirler onların üç misli fazlaydı. Daha iyi silahlı, daha iyi binekli idiler. Allah melek gönderdi. E nasıl melek göndermiş? Şu sarıklarla sarıklı, sarıklanmış melekler gönderdi. Tamam, olabilir. O harpleri biz görmedik, tarih kitaplarından okuyoruz.

Tamam böyle melekler gelmiş. Ama cümlenin öbür tarafı önemli ne diyor: (İnne’l-imâmete) Ayın ile bu, amâme de okunur, imame de okunur. İmame diye harekelemiş burada baskıyı yapar. (İnne’l- imâmete hàcizetün beyne’l-küfri ve’l-îmân) “Bu sarık, küfür ile iman arasında alâmet-i farikadır.” Yâni mümin sarık sarar, kâfir sarmaz. İman alâmetidir yâni sarık.


Bu hadis-i şerifin bu kısmı çok önemli? Niye önemli?

“—Bazı kimseler sarığın aleyhinde...” E olsun, İslâm’ın da aleyhinde olan var, imanın da aleyhinde olan var, Kur’ân’ın da aleyhinde olan var, Allah’ın aleyhinde olan var. İnkâr eden var, ateist… Tanrı tanımam diyor.

Tanımazsan tanıma!.. Cehenneme kadar yolun var, bana ne. Dert değil ama bir de Müslümanlardan: “—Efendim, neymiş bu sarık?..”

Ha gel gör bakalım, gel otur bakayım karşıma, sarık neymiş gör. (İnne’l-imâmete hàcizetün beyne’l-küfri ve’l-îmân) “Küfürle iman arasında fark işte budur, sarıktır.” Peygamber Efendimiz sarık sarmış mı? Sarmış. Nasıl sarmış? Bazen takkenin üzerine sarmış, dolamış; bazen takkesiz, sırf sarık sarmış. O da var.

“—E sarıksız kıldığı olmamış mı?” Olmuş ama sarığı methediyor. Olmuştur. Bizim evde de oluyor. Ben bu hadisleri bildiğim halde, sarık yıkanmaya gidiyor, ben

215

sarıksız kalıyorum. İstiyorum sarık sarmayı ama sarık olmuyor, yıkanacak. Kirleniyor burası, tozlanıyor. Yıkanacak. O zaman mecburen sarıksız oluyor. Veya camiye gidiyoruz, camideki sarığı başıma geçiririm, namazı kıldırırım diye. E geç kalıyorum, bakıyorum birisi geçmiş. Sarık onun başında, gitti bizim sarık onun başına… Ben kaldım sarıksız. Bazen oluyor böyle.

Peygamber Efendimiz sarıksız da kılmış ama sarıksızlığı methetmemiş de sarığı methetmiş. Bak sarık imanın alâmetidir. Melekler sarıklıydı diye tavsiye ediyor. Başka hadis-i şerifler var. Diyor ki Peygamber Efendimiz:28


اَلْعَمَائِمُ تِيجَانُ الْ عَرَبِ، فَإِذَا وَضَعُوا الْعَمَائِمَ، وَضَعَ اللَُّ عِزَّهُمْ (ابن السني عن ابن عباس)


RE. 223/14 (El-amâimü tîcânü’l-arab) “Sarıklar Arapların taçlarıdır. (Feizâ vadau’l-amâime, vadaa’llàhu izzühüm) Bu sarığı bıraktıkları zaman, Allah da onların izzetlerini alır. Onlar da hiç bir hayır kalmamış demektir.” diyor.

Bak şimdi Suudi Arabistan’a gidiyorsun, Yemenliler güzel sarık sarıyor. Tamam, onlar eski, İslâm’ı bilen insanlar. Sudanlılar; Allah’ım ne kadar güzel sarık sarıyorlar, kocaman böyle güneş falan geçmez, başı gölgeli, dinç, güneş çarpması olmaz. Boylu poslu da… Fidan gibi, selvi gibi insanlar. Levent gibi her birisi… Güzel sarıkları var. Bembeyaz giyiniyorlar. Tamam, Sudanlılar sarınıyor, Yemenliler sarınıyor, Afganlılar sarınıyor. İranlılar, aman ne lüks ne güzel giyinir o İranlılar. Cübbeleri böyle kat kat. Gayet güzel, sarıklı…

E Araplar ne yapıyor?

Araplar dört köşe bir yazgıyı, örtüyü üçgen yapıyor, başına öyle



28 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.87, no:4247; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.305, no:41133; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.368, no:14511.

216

örtüyor. Bir de uzun entari giyiyorlar. Hendekten atlamak istese, eteği takılıyor böyle, açılmıyor fazla. Hani dar etekli kadınların böyle böyle yürüdüğü gibi. Bir de başına bizim memleketteki kadınların örttüğü gibi şey giyince, arkadan:

“—Aaa, şu hanıma bak!” derken dönünce bir de bakıyorsun, buradan kocaman sakalını görüyorsun.

“—Hay Allah, erkekmiş!” diyorsun. “Tövbe!” diyorsun falan.

Ne bu?

“—Efendim, bu da sarık yerine geçer!”

Yâhu bak, sarık, sarmaktan geliyor. Sarık yerine geçer mi bu? Sarmaktan geliyor. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:

“—Sargısı ne kadar çok olursa, sevabı o kadar çok olur.”

Biraz büyük olacak. Kimisi böyle keçi kuyruğu kadar küçük sarık yapıyor. Tırt şuradan sokuşturuyor, azıcık bir şey. Mendili kıvırmış, sarık yapmış. Öyle olmayacak.

Hocamız derdi ki:

“—Sarık şöyle biraz anlı şanlı olmalı! Yâni insan ölse kefen olacak gibi bir işe yaramalı. Hani kefeni başlarına sarık diye dolayıp, harbe Allah rızası için giderlermiş. Sarığın biraz böyle şeyi var.


Şimdi burada bir kusur ortaya çıkıyor muhterem kardeşlerim. Yâni bizim kâfirlerle tabii problemlerimiz var. Kâfir düşmanımız, tamam. Müşriklerden problemimiz var. Ateistlerden problemimiz var. İllallah, bir de müslümanlardan problemimiz var. Her şeyde dikilirler karşımıza: “—Efendim ne lüzum var sarığa?” İşte bundan lüzum var.

“—Ne lüzum var tesbihe?” Otuz üç defa subhanallah diyeceğim, hesap makinesi mi kullanayım? Tak taka, tak taka, tak taka, öyle mi şey yapayım? Tesbih… Otuz üç Sübhana’llàh, otuz üç El-hamdü li’llâh, otuz üç Allahu ekber...

“—Bid’at!” Bid’at değil, sünnet. Peygamber Efendimiz’in ashabı yapmış,

217

Hz. Ebû Hüreyre’nin iki bin düğümlü ipi varmış. Ne yapsın? Boncuk takamıyor, kurnazlık. İpi düğümlemiş, düğümlemiş, tesbih yapmış. Tıkıtık tıkıtık o da öyle çekiyor. İki bin düğümlü tesbihini çekmeden yatmazmış. Bak sünnet işte. Yâni müslüman olduğu halde bize kan kusturan insanlar da var. Nasıl kan kusturuyor?

“—Efendim, bu hadis-i şerifin senedi sahih mi?” İnceleyelim. Tabii biz hadis alim değiliz ki… Ne yapıyoruz? Mantıklı bir cevap vermek için inceleyelim, araştıralım, söyleyelim… Sonra getiriyoruz. Tamam, sahihmiş bu hadis diyoruz. Hadi bakalım!.. Yuttun mu hapı? Sahihmiş, hadi bakalım. Yap bakalım, sahih olduğunu anladın, şimdi yapmak boynuna borç oldu. Madem sahih olduğunu sordun, sahih olduğunu da anladın, hadi bakalım şimdi yap. Niye hala kaytarıyorsun? Niye hala yan çiziyorsun? Demek ki sahih olmasaydı, ensemde boza pişirecekti. Bir sahih olmasaydı, oohoh çekeceğim vardı.


Kadının birisi geldi, burada bana İslam’da çarşaf meselesini sordu: “—İlle çarşaf giyinmek lazım!” demek istiyor.

Şurada bizim yandaki kısımda kadınların namaz kıldığı zamanlar… Daha sonra oraları yıktık, geniş yer yaptık. Delilin ne dedi bana. Ben dedim ki: Çarşaf mecburiyeti yok. Örtünme mecburiyeti var, neyle örtünürse örtünebilir dedim. Delilin ne?.. Eh delil istiyorsan bir dahaki hafta hazırlanayım, delilleri getireyim. Bir dahaki hafta gittim, dedim: Geçen hafta bana burada çarşaf hakkında soru sormuş bir kadın vardı, bu hafta sözleşmiştik, vaadleşmiştik burada, çıksın meydana.

Tabii erkekse çıksın diyemiyorsun, hanım zaten. Çıkmadı… Hanım olduğundan çıkmadı. Eee, sormuştun, ben de o zaman dedim: Bak filanca fetva kitabında, falanca fakihin eserinde, filanca yerde, filanca yerde, filanca yerde böyle yazıyor. Yâni örtünmek esastır, örtünmenin şekli beldelere, örfe, iklime bağlı olarak değişebilir. Mühim olan örtünmektir.

Örtünmenin ana esasları vardır. Kalın olacak. Yâni altını göstermeyecek, şeffaf olmayacak, dar olmayacak. Vücudun

218

örtünmesi gereken yerlerini örtecek. E işte söyledim. Hadi bakalım, söyleyince bundan sonra sana da ona ittiba etmek mecburiyeti geliyor. Ama kimisi böyle karıştırır karıştırır ortalığı, fırt kaybolur. Ondan sonra yok. Eee, nerede? Yok… Kim bu? Müslümanım diyen insan, bir mesele sordun, cevabını da aldın, daha ne istiyorsun?


“—Efendim, el öpülür mü?” Öpülür. Meselâ el öpmek de bir ihtilaf. Öpmüşler, Peygamber Efendimiz’in elini de öpmüşler, ayağını da öpmüşler.

“—E, sen peygamber misin?” Fesübhanallah! Yâhu Peygamber Efendimiz yanlış olan bir şeyi kendisine yaptırtmazdı. Yanlış oldu mu bir şeyi yaptırtmazdı. Peygamber Efendimiz’in akvali, sözleri, ef’ali hatta sükûtu bile… Sükût ediyorsa, mahzuru yok demek. Tasvib ediyor demek. Tasvib etmezse, susmazdı Peygamber Efendimiz. Hadisi bilmiyor musun sen? Kim dedi sana, peygamber olduğunu kim söyledi? Öyle bir şey söyleyen yok ama, ulemanın eli öpülür diyor alimlerimiz.

Birisi burada gelir giderdi bir kardeşimiz. Biz kapıdan girdiğimiz zaman ayağa kalkıyorlar. Tabii benim için kalkmaları gerekmez ben sizi aciz bir kardeşinizim ama diyelim ki bir alim geldi, ne olacak? hani çok büyük bir zat geldi. Hani ben küçüğüm de büyük bir zat geldi, ne olacak? kalkılır mı, kalkılmaz mı? Mesela nasıl? Kalkılır. Peygamber Efendimiz kendisi buyurmuş, kalkın!

Peygamber SAS Efendimiz, Benî Kureyza kabilesinin kuşatılması sırasında, Sa’d ibn-i Muaz Hazretleri gelirken, mescide yaklaşınca Medinelilere buyuruyor ki:29


قُومُوا إِلَى سَيِّدِكُمْ


(Kùmû ilâ seyyidiküm) “Efendiniz için ayağa kalkın!” demiş.

Demek ki kalkılıyor. Tamam… O zaman itiraz etme. Yâni bilmeyen karışmasın.



29 Buhàrî, Sahîh, c.X, s.251, no:2816; Müslim, Sahîh, c.IX, s.223, no:3314; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

219

Kimisi bilmeden karışıyor ve ortalığı karıştıryor ve şüphe meydana getiriyor. Biz Rasûlüllah neyi emretmişse yaparız, neye müsaade etmişse tamam, neye müsaade etmemişse yapmayız. Bu kadar mantığımız güzel. İşte bak burada sarığı meth ediyor. Onun için ben de bu sarığı takıyorum. Sucuk gibi terliyorum, çeşme gibi iki tarafımdan sular akıyor. Arkadaşlar mendil gönderiyorlar silinelim diye. Eh cübbeyi, sarığı geçiriyoruz. Neden? İşte bak sarık takmak sevap, sarıkla kılınan namaz sarıksız kılınan namazdan yetmiş kat daha sevap. Onun için takıyoruz.

E bazı kardeşlerimiz aranızda, bakın sarık sarmış. Neden? Bunu biliyor da ondan. Sevap kazanmak için sarıyor. Kimisinin şurasında, kimisinin şurasında oluyor, çıkartıyor. Fırt fırt sarıyor, Allahu ekber, namaza öyle duruyor.


e. İnsanlarla Güzel Geçinmek


Bir hadis daha okuyalım, kapatalım bugünkü dersi…

220

Hakîm-i Tirmizî ve Deylemî Hz. Aişe-i Sıddîka Vâlidemiz’den, Aişe Anamız’dan rivayet eylemiş bu hadis-i şerifi.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:30


إنّ اللَََّّ عَزَّ وَجَلَّ أمَرَني بِمُدَارَاةِ النَّاسِ، كَمَ ا أمَرَنـِي بِإِقَامَةِ الْ فَرَائِضِ (الحكيم الترمذي في النوادر، والديلمي عن عائشة)


RE. 87/2 (İnna’llàhe azze ve celle emeranî bi-müdârâti’n-nâs, kemâ emeranî bi-ikàmeti’l-ferâid.) “Allah-u Teàlâ bana farzları eda etmeyi emrettiği gibi, insanları usûlüne uygun idâre etmeyi de emretti.”

(İnna’llàhe azze ve celle emeranî) “Aziz ve celil olan Allah bana emretti…” Aziz ne demek? Son derece kıymetli demek veya her bakımdan sözünü yerine getiren, her şeye galip gelen demek. İki manası var. Sonra? Celil ne demek? Yüce demek. Çok yüce olan ve çok kıymetli olan veyahut her şeye hükmü nafiz olup, her şeye galebe eden, kudret sahibi Allah CC bana emretti. Neyi emretti?

(Bi-müdârâti’n-nâs) “İnsanları dirayetle idare etmeyi bana emretti; (kemâ emeranî bi-ikàmeti’l-ferâid) farzları yapmayı emrettiği gibi, insanları usûlüne uygun idâre etmeyi de bana emretti Allah.”

Dirayet ne demek? Anlayış demek. Müdarât ne demek, insanları

anlayışla, hoşgörü ile idare etmek demek. Yâni, “Vaziyeti idare et!” diyoruz ya bazen. “Tamam aklını kullan, mantığını kullan, idare et vaziyeti!” diyoruz. Onun gibi…


Şimdi insanların hepsinin aklı aynı değil, bilgisi de aynı değil, huyları da aynı değil. Hepsine aynı muamele yapılmıyor.



30 İbn-i Mürdeveyh, Emâlî, c.I, s.215; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.II, s.26, no:93; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.15, no:251; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.176, no:659; Hz. Aişe RA’dan.

İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Müdârâtü’n-Nâs, c.I, s.25, no:4; Zeyd ibn-i Refi’ RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.728, no:7168; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.257, no:679; Câmiü’l- Ehàdîs, c.VII, s.474, no:6708

221

Bakıyorsun haline, tavrına, ahlakına, huylarına… Kafasının yapısına göre ona bir muamele yapmak gerekiyor. Efendimiz buna çok riayet ederdi. İnsanlara akılları ölçüsünde söz söylerdi. Anlayabileceği kadar söz söylerdi. Hoş görürdü. Hoşgörü ile idare ederdi. Bu da önemli.

Biz ne yapacağız? Biz de öyle yapacağız. Biz de İslâm’ı temsil ediyoruz. Müslümanız çünkü. Herkes bizi sakalımızdan, bıyığımızdan, kılığımızdan, kıyafetimizden biliyor. Bakıyor: Bu müslüman… Tamam. Evet, müslümanız el-hamdü lillah bir şeyimiz yok. Halimizden memnunuz. Hamd ediyoruz. Müslümanız, ha! İslâm’ı temsil ediyoruz, her hareketimiz önemli. Herkes böyle bir kusur arar. Bir şey yapsan:

“—Bak şu hacının yaptığına…”

Bir söz söylesen:

“—Bak şu hacının söylediğine…” Hemen parmağa takar kusuru. Onun için insanın sözüne, sohbetine dikkat etmesi lazım. Ölçülü konuşması lazım, dikkatli konuşması lazım, dikkatli davranması lazım.

Bir de müslümanlığın sahibi benim, sen ne olursan ol gibi karşı tarafı uçuruma yuvarlayacak, yâni inkâr edip de ahiretini mahvedecek bir duruma itmemek lazım, düşürmemeye çalışmak lazım.


Rahmetli annem her zaman söylerdi:

“—Bir anne varmış, kendi çocuğuna otuz sene hiç emretmemiş, bir şey buyurmamış şunu şöyle yap diye.”

Neden buyurmamış? Dinlemezse, anaya-babaya asi evlat olur, Allah sevmez diye.

Bizim Hocamız ne yapardı, cennet mekân Mehmed Zâhid Efendi?..

“—Aç şu kapıyı, kapat şu kapıyı, gel buraya, getir şunu, götür bunu!” der miydi?

Demezdi… Ne yapardı?

“—Kapıyı açsanız nasıl olur acaba?” derdi.

“—Sıcak mı oldu acaba, camı açsak mı?” derdi.

222

Ne demek bu:

“—Hava sıcak oldu, aç şu camları!” demek. “Biraz ortalık hava alsın!” öyle demezdi, aç demezdi.

Çünkü açılmazsa, mürşid-i kamile muhalefetten ceza yer. Onu dedirtmezdi.

“—Acaba şöyle mi yapsak?” “—Yok hocam, öyle yapmayalım da böyle yapalım…” Haa, bu cahil, bu mürid cahil. Hocanın zerafetini anlamıyor. Hoca senden akıl istemiyor ki senden kaç kat nesini biliyor, ben biliyorum. O konuyu biliyorum mesela ben. Böyle uzaktan seyrediyorum şu televizyon kamerası gibi. Seyrediyorum, gülüyorum. Bu tamam, bu cahil… Neden? Hocamızı bilmiyor sanıyor.


Hocamız biraz böyle halk lisanıyla konuşurdu. Mesela, “Gardaşlar!” derdi. Tamam. Anadolu telaffuzu.

“—Arkadaşlık pekeyi demekle kaimdir!” derdi.

Biz şimdi İstanbul telaffuzunda pekiyi deriz. O pekeyi derdi. Biz

223

iyi diyoruz, Anadolu eyi der. Böyle şey yapardı.

Şalvar giyerdi, Cübbe giyerdi hocamız. Sakalı vardı. Herkes bakardı, severdi, yakışıklıydı. Çok yakışıklıydı.

Birisi bana soruyor Ankara’da… Bizim mahallemize geldi de Hocamız, biz Ankara’dayken. Geldi bana:

“—Kim bu yakışıklı adam?” diyor.

Daha tanımıyor hiç. Hocamız yakışıklıydı, güzeldi yâni. Ama giyinişi itibariyle böyle millet bir şey bilmiyor sanırdı, cahil sanırdı, ümmi sanırdı. E arifti. Allah bildirince biliyor. Kalbinden geçenleri söylerdi sana. Arkasından giden insana, şurada kapıdan çıkarken dönüp:

“—Öyle şey olmaz, düşündüğün yanlış!” dediğini biliyoruz.

Allah’ın evliyası.

“—Şöyle mi yapsak?” deyince ötekisi anlamıyor, bin bir türlü laf söylüyor.

Yâhu senin o söylediğin bir kere yanlış. Onun alâsını o zaten biliyor, senden de akıl sormuyor aslında… Öyle yapmanı kibarca söylüyor. Anla da, “Pekiyi efendim!” de, yap.


Evet insanları idare etmek tabii çok önemli. İnsanları akıllarına göre idare etmek çok çok önemli. Biz de öyle yapacağız. Biz de kimseyi kızdırmayacağız mümkün olduğu kadar. Üzmeyeceğiz, İslam’dan soğutmayacağız, İslâm’a ısındırmaya çalışacağız, İslâm’ın güzel olduğunu ona anlatmaya çalışacağız, benimsettirmeye çalışacağız filan…

Peygamber Efendimiz bunu niye söylemiş? Ben böyle emrolundum ne demek? Siz de böyle yapın demek. O da bize emir işte. “Allah bana insanları dirayetle idare etmeyi emretti! Farzları yapmayı emrettiği gibi…” Ne demek? Siz de öyle yapın demek. Siz de insanları idare edin demek. Etrafınızdaki insanları idare edin, İslâm’ı sevsinler, sizi sevsinler, İslâm’a ısınsınlar, gönülleri yumuşasın, müslüman olsunlar, sonra gelip Kur’ân’ı dinleyince, işin iç yüzünü anlayınca zaten kendi kusurlarını anlarlar, bin kere pişman olurlar: “—Ben cahilken neler yapmışım, tövbe ya Rabbi, estağfirullah!”

224

derler.


Bir de muhterem kardeşlerim, bu müdârat taviz demek değildir. İhtar ediyorum, not düşüyorum altına, açıkça söylüyorum, taviz demek değildir. Peygamber Efendimiz hiç taviz vermezdi. Hak neyse onu söylerdi. Haksızlık olduğu zaman dobra dobra yanlış olduğunu söylerdi. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun. Hakkı söylemekten vaz geçmek değil bu. İnsanların ahlâkına, aklına göre onu idare edip, hoşça tutup, alttan alıp, gönlünü yapıp, netice itibariyle kazanmak… Yoksa taviz vermek değil.

Sen zaten, Allah’ın emrettiği şeyi yapmayın demeye salâhiyetli değilsin. Allah’ın yasakladığı şeyi de hadi ben müsaade ediyorum, yap demeye de salâhiyetli değilsin. Emri iptal edemezsin, yasağı delemezsin. Ne yapacaksın? Allah’ın emrini tutturacaksın. Hem tutacaksın, hem de başkasına tutturacaksın. Emr-i ma’ruf, nehy-i münker. Allah’ın yasağını hem kendin yapmayacaksın, hem de başkası yapmak istese yaptırtmayacaksın.

Haa!.. İslam’da hürriyet yokmuş. E yok dedik ya, başında söyledik. Daha ne istiyorsun? İslam’da kötü şeyleri yapmaya hürriyet yok. Senin nizamında da yok, Avrupa’daki nizamda da yok. İslâm’da hürriyet yok diye şıkır şıkır oynayacak halin de yok senin. Sende daha beter şeyler var, yasaklar var. Haksız yasaklar var.


İslâm, beş şeyi korumaya çalışıyor: İnsanın sağlığını korumaya çalışıyor, imanını korumaya çalışıyor, vücudunu korumaya çalışıyor… İslâm’ın emirlerinin amaçları itibariyle malı korumaya çalışıyor, nesli korumaya çalışıyor. İslâm’ın beş amacı var. Mala telef veremezsin, nesli heba edemezsin, aklını yok edecek içkiyi içemezsin, vücuduna zarar veremezsin filan… Bunların hepsi İslâm’ın ana amaçları, İslâm bunları yapmak istediği için yasaktır bazı şeyler.

Tabii vücuduna zararlı şey yasaktır. Aklını başından alacak şeyler yasaktır. Neslini berbat edecek şey yasaktır. Tabii imanını berbat edip de seni cehenneme düşürecek şey elbette yasaktır.

225

Bunu anlamak lazım. Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi İslâm’ın güzelliklerini anlayıp, has müslüman olarak yaşamaya muvaffak eylesin...

Kâmil müslüman olarak, ihlaslı müslüman olarak, tam müslüman olarak, işin iç yüzünü anlayarak, Allah’ın kendisini gördüğünü bilerek, kendisi de Allah’ı görüyormuşçasına, makam-ı ihsanda Allah’a güzel ibadet etmeyi cümlemize nasib eylesin… Ömrümüzü rızasına uygun geçirip, huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmaya muvaffak eylesin... Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin… Cehennemine düşürmesin, azabına uğratmasın, ateşlere yakmasın… Tabii cehennem sadece ateş değildir, buzdan da cehennemler varmış. Onu tabii yeri gelirse anlatırız. Sadece ateşle azap değil çeşit çeşit azaplar var. Mühim olan Allah’ın azabına, kahrına, gazabına uğramamak. Uğramayacak şekilde yaşayıp, ahirette Allah’ın lütfuna, ihsanına, ikramına ermektir.

Allah bizi ihsanına erenlerden eylesin… Azabından kurtulanlardan, azabına uğramayanlardan eylesin… Fâtiha-i şerife mea’l-besmele!


18. 06.1995 – İskenderpaşa Camii

226
07. TEVBEDE ACELE EDİN!
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2