HACI BEKTAŞ-I VELİ

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

Hazırlayan: Dr. Metin Erkaya

İÇİNDEKİLER

Önsöz

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Terceme-i Hâl)

Hacı Bektâş-ı Velî ve Makàlât

Hacı Bektâş-ı Velî veTasavvuf

1

ÖNSÖZ

Son yıllarda ülkemizde, içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyâsi sıkıntılara ilâve olarak, yeni bir anlaşmazlık konusu geliştirilmek istenmekte; alevî-sünnî meselesi sık sık gündeme getirilmektedir. Basında, televizyonlarda, radyolarda, açıkoturum programlarında ileri geri çeşitli şeyler söylenmekte; her iki taraf birbiri hakkında önyargılarla, varsayımlarla hareket etmektedir.

Bu arada sık sık adı zikredilen ve kendisine bağlı olunduğu ifade edilen, bayraklaştırılan büyüklerden birisi de Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri'dir. Başta alevîler olmak üzere geniş bir kesim tarafından sevilmekte, kabri ziyaret edilmekte, adına anma programları düzen-lenmektedir.

Acaba bu zât kimdir?.. Görüşleri nelerdir, hangi fikirleri savunmuştur?.. Hangi eserleri vardır?.. Dünya görüşü, hayata bakışı nedir?.. Gösterdiği yol ve hedefler nelerdir?.. Bu konularda toplumumuz yeteri kadar bilgilenmiş değildir.

O bakımdan, toplumu bilgilendirmek, çeşitli müslüman gruplar arasında diyaloğu sağlamak, hak ve hakîkatı ortaya çıkarıp herkesi ona davet etmek amacıyla, camiamız tarafından çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. İşte bu tür programlarda, Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Hocamız'ın yaptığı iki konuşmayı ilginize sunuyoruz.

Hocamız'ın daha önceden yayınlanan, Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri'nin Makàlât adlı eserini ortaya koyan çalışması, kamuoyunda güzel tesirler uyandırmıştı. Burda arzettiğimiz konuşmalarının da her kesim için faydalı olacağını ümid ediyoruz.

Dr. Metin ERKAYA

Sincan, Şubat 1995

2

PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN

(TERCEME-İ HAL)

1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.

3

1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.

Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.

4

Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.

Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.

Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.

5

Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.

Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.

Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).

Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.

6

Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).

Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.

Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.

Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.

İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.

7

Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.

Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.

Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.

Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.

8

Yayınlanmış Eserleri:

01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)

02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât

03. Gayemiz

04. İslâm Çağrısı

05. Yeni Ufuklar (1992)

06. Çocuklarla Başbaşa

07. Başarının Prensipleri

08. Türk Dili ve Kültürü

09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş

10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4

11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)

9

12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)

13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)

14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)

15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)

16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)

17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)

18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)

19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)

20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)

21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)

22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)

23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)

10

24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)

25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)

26. Haydi Hizmete!.. (1997)

27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)

28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)

29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)

30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)

31. Mi'rac Gecesi (1998)

32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)

33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)

11

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

HACI BEKTÂŞ-I VELÎ VE MAKALÂT

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

Bu kadar güzel konuşmacılardan sonra bana geldi söz... Ayakta konuşacağım, size hürmetimden...

Bizi eşref-i mahlûkat olarak yaratan ve yeri göğü bize musahhar kılan, --İbrâhim Hakkı Erzurumî'nin Ma'rifetnâme'deki ifadesiyle-- dû cihânı, hem dünyayı hem ahireti benî Adem için, sizler ve bizler için yaratan Allah'a hamd ü senâlar olsun...

Onun elçisi, sevgilisi, efendimiz, rehberimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ'sına salât ü selâm, tahiyyat ve ihtiramlarımızı arz ederiz.

Rabbbimiz bizi rızâsı yolundan, Habîbi'nin izinden ayırımasın...

Bendeniz üniversitedeki çalışmalarım esnasında, Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri'ni --kaddesallahu sirrahul azîz-- doçentlik tezi olarak seçmiştim. Önce niçin bu konuyu seçtiğime dâir çeşitli sebepleri arzetmek istiyorum:

Elhamdü lillâh, Peygamber Efendimiz'in, Hazret-i Ali Efendimiz'in evlâdından olduğumuz için; dedemizi, akrabalarımızı anmış olduğumuzdan, o büyüklerimizden birisini seçtim.

12

Tasavvuf yönünden de, Ca'fer-i Sâdık Efendimiz Hazretleri, silsilemizin büyüklerinden olduğu için; hem de fıkhen hanefî mezhebindeniz, İmam-ı Azam Efendimiz o büyüğümüzün talebesi olduğundan ve onlara hürmetle baktığından dolayı, mezhebimizin imamının yolunda yürümek istediğimden, severek bu konuyu seçtim.

Fakültedeki konum, Türk-İslâm Edebiyatı'ydı. Hacı Bektâş-ı Velî Efendimiz'in Makalât'ı da, Anadoluda'ki dînî Türk edebiyatının ilk çağlarına ait, nadir ve çok önemli misallerinden birisi idi. Dil bakımdan çok önemliydi. Muhtevâ bakımından, içerdiği konular bakımından önemliydi. Ayrıca yazarı yönünden, çok sevilen bir kimsenin eseri olması bakımından önemliydi. O bakımdan da bu konuyu seçtim.

Bizim hocalarımızdan aldığmız terbiye gereği ve onun işaretiyle kurduğumuz Hakyol Vakfı'mız var... Cennetmekân Hocamız Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri, bir vakıf kurmamızı emretmişti. Oturmuş tüzüğünü hazırlamış, kendisine arzetmiş, tasvibini almıştık. Bu vakfımızın üç ana hedefi var:

1. Eğitim

2. Yardımlaşma

13

3. Dostluk

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi imanda kardeş ettiği için, dünyanın neresinde olursa olsun, ırk, renk, soy sop farkı gözetmeden bütün müslümanlar canımızdır, kardeşimizdir.

(İnnemel mü'minûne ihvetün) İnnemâ, edat-ı tahsistir; özellikle, bilhassa bir noktaya işaret etmek için kullanılır. (İnnemel mü'minûne ihvetün) "Mü'minler ancak kardeştir, sadece ve sadece kardeştir!"

"Ancak mü'minler kardeştir." değil... Öyle olsa, (İnnemel ihvetü mü'minûne) derdi.

(İnnemel mü'minûne ihvetün) "Mü'minlerin birbirleriyle olan alâkaları, başka bir şeyle izah edilmez; ancak kardeştir, sadece ve sadece kardeştir. Daha başka bir sıfat, onları ifade edemez!" demektir. Onun için, bütün müslümanları kardeşimiz olarak görüyoruz.

Bir de bütün insanları --Şeyh Sâdî-yi Şirâzî gibi-- Hazret-i Adem'den kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Samîmi olarak öyle görüyoruz. Benî Adem olduğumuzdan, aynı cevherden yaratılmış olduğumuzdan, hepsine karşı kardeşlik borcumuz var...

Ama bu kardeşlik borcu, mü'mine hizmet götürmek; mü'min olmayana da hidâyete ermesi konusunda yardımcı olmak tarzındadır. Bir insan Rus olabilir, İngiliz olabilir, Amerikalı olabilir, Fransız olabilir, Yunanlı olabilir, Ermeni olabilir... Şimdi en kızdığımız kelimelere doğru çekiyorum; Sırp olabilir... Ama mü'min olunca, her şey değişiyor. Cat Stevens, Yusuf İslâm olunca başımızın tacı oluyor. Barsam Usta, mü'min olunca başımızın tacı oluyor.

14

Demek ki küçük bir hamle, bir adım, bir bıçak sırtı ötesi, biraz ötesi dostluk... Çok küçük bir hamle ile bütün insanlar kardeş olabilir, bütün ihtilâflar bitebilir.

Herhalde bizim de en ulvî çalışmamız, bu kardeşliği sağlamak olmalı!.. Yâni, henüz İslâm ile müşerref olamamış, İslâm'ın nuruyla aydnlanamamış olan insanlara İslâmı götürmek, anlatmak; "Bakın, böyle bir hazine var, böyle bir cevher var; siz de bilin!" demek... Mü'min olanlara da kardeşliğimizin gereği olarak, "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır." diye, malımızla canımızla hizmet etmek... Çeşme yapmak, yol yapmak, köprü yapmak... Açların karnını doyurmak, ziyafetler çekmek, dullara yetimlere bakmak... Daha başka binlerce hayır çeşitleri...

Vakfımızın bir gayesi de eğitim olduğu için, ilim adamları bizim başımızın tâcıdır. Onun için, avuçlarımın içi acıyıncaya kadar alkışladım, konuşmacı kardeşimizin sözünü... Biz onun için, bütün toplantılarımızda bilim adamlarını konuşturuyoruz. Bize de haklı haksız hücumlar oluyor; tarikatçıyız diye, mutasavvıfız diye, s™fiyiz diye... Onların taklidiyiz, karınca kararınca onların yolunda gidiyoruz diye... Kendimiz cevap vermiyoruz. Bakalım ilim erbabı serbest olarak konuşsunlar, bizim hatamız varsa, biz hatamızı düzeltelim; bizi tenkid edenlerin hatası varsa, onlar da biraz meseleleri bîtaraf insanların gözlüğüyle görsünler, gerçekleri anlasınlar diye, onları konuşturuyoruz.

15

O bakımdan, Diyânet İşleri Başkanı'nın buraya teşrifi bizim için çok büyük şereftir... Profesör, doçent, yardımcı doçent kardeşlerimizin buraya teşrifi ve şâhâne konuşmaları büyük şereftir ve bizim vakfımızın eğitim çalışmalarının bir gereğidir.

Bir hadisi şerif var; çok seviyorum ve çok konu ediniyorum, konuşmalarımda zikrediyorum bu hadis-i şerifi... Peygamber SAS Hazretleri buyurmuş ki:

(El'ilmü hayâtül islâm) "İlim, bilgi İslâm'ın canıdır, hayatıdır." İlim varsa, İslâm vardır. İlim yoksa İslâm ölür, can çekişir, solar, buruşur, yıkılır. (ve imâdül îmân) "Ve imanın da direğidir." İlim olmazsa, iman da yıkılır. İşte görüyorsunuz, hakkı bulmamak için ne kadar tuzaklar var!.. Hakka ulaşma yolunda, ulaşılmasın diye konulmuş nice mâniler var... Bunları aşmak için de ilim lâzım!.. Hepimiz ilme râm olmalıyız!.. Hepimiz ilme hürmet etmeliyiz!.. Hepimiz ilme teslim olmalıyız!.. O zaman ihtilâflar hallolacak. Başka türlü bir yol yok!.. İlim adamı ne söylerse söyleyecek, hakem ilim olacak... Hakem ilim olunca da, işler düzelecek.

16

Biz böyle toplantıları yapıyoruz, ondan sonra da kitap haline getiriyoruz; tesiri devam etsin diye... Meselâ, Hocamız'ı anma münâsebetiyle bir tasavvuf sempozyumu yapmıştık, kitap haline getirdik. Çok kıymetli ilim adamlarının tasavvuf ile ilgili konulardaki konuşmaları kitap haline gelmiş oldu. Biz istiyoruz ki, şu toplantımızdaki bu konuşmalar da bir kitap haline gelsin!.. Bu kavga, bu ihtilâf, bu bürûdet, bu soğukluk, bu düşmanlık kalksın!.. Herkes ilme tâbi olsun, ilmin icâbı neyse ona göre hareket etsin!..

Onun için biz, bir sözü dokuz defa kafamızda çevirip, ondan sonra söylüyoruz. Söylediğimiz bir sözün kaynağı var mı, yok mu diye araştırıp, "Acaba yanlış olabilir mi?" diye düşünüp, binbir ihtiyatla en doğru olan sözü söylemeğe çalışıyoruz.

O bakımdan konuşmacı kardeşlerimi çok takdir ettim. Meselelere bakışlarındaki bîtaraflık, ama hakka bağlı oluşlarındaki sımsıkı sağlamlık fevkalâde güzel... Son derece tatlı... Bu tadı almış insanlar için, bulunmaz bir ziyafet bu...

Ben de, bu kadar büyük kitleleri ilgilendiren bir şahsın hayatını, doçentlik tezi olarak almıştım. Dört sene doçentlik için çalıştım. Ondan önceki doktora çalışmalarımda da, konunun içine girmiştim. Konu benim önüme Allah tarafından getirilmişti. Çünkü, doktora tezimin mevzuu içinde karşıma çıkmıştı, oradan dikkatim bu konuya çekilmişti. Demek ki, bu konu üzerinde çalışma yapmak, kaderde varmış diye düşünüyorum. Kendi şahsî düşüncem böyle...

17

Dinleyicilerim beni mazur görsünler, benim de hatam vardır muhakkak... Bendeki hataları da başkaları söylemeli; ben de hatamı kabul etmeliyim. Bazı konularda da gözü kara, ilimle hiç ilgisi olmayan hatalı bir tutum benimsenmiştir ve asırlardır devam ediyor. Buna biz, nemelâzımcı bir tavırla lâkayd kalamayız. Çünkü mü'miniz... Çünkü, insanlara gerçekleri öğretmek de vazifemiz!..

Sonra bu, bizim yaşadımız topraklarda bir problem ise, veyahut dünya üzerinde İslâm Alemi için bir problem ise; "Niye ben İran'la kardeş değilim?.. Niye ben Mısır'la kardeş olmayayım?.. Niye daha başka yerlerdeki kimselerle kardeş olmayayım?.. Bunun önündeki mâniler nedir?.. Bunları aşmamız lâzım gelir." diye düşündüğüm için bazı şeyleri söyleyeceğim.

Burada proğramın ana planını yaparken dedik ki: "İslâm'ın esaslarını bir kardeşimiz anlatsın. Acaba İslâm nedir, Kimsenin itiraz etmeyeceği ana esasları nelerdir?.. Delilli isbatlı bir şekilde o anlatılsın!" dedik.

Ondan sonra... "İhtilâfları çok iyi bilmek, ilmin tâ kendisidir." demişler. Bu zihniyet çok yüksek bir bilimsel zihniyet...

18

Galibâ, Hazret-i Ali Efendimiz'den bir söz olarak nakledilir. Çok takdir ediyorum. Hazret-i Ali (RA ve KV) Efendimiz buyurmuşlar ki:

(Lâ ta'rifil hakka birricâl, i'rifil hakka ta'rif ehleh) Hakîkati kişilerin ağzına bakarak, bazı kimseleri severek, sempati duyarak, sayarak, "O söyledi." diye kabul etmeyin!.. Onunla anlamaya çalışmayın!.. "Bu biliyordur, bunu dinleyin!.. Bunun söylediğine göre böyle olsun!" diye bir yaklaşımla, bu yönden yaklaşmayın!.. (i'rifil hakka ta'rif ehleh) Önce hakkın ne olduğunu öğrenin; --öğren diyor da, ben çoğul ifade ediyorum-- o zaman kimin hak ehli, kimin batıl ehli olduğunu daha iyi anlarsınız."

O halde önce bizim yapmamız gereken, hakkın ne olduğunu, gerçeğin ne olduğunu tesbit etmektir. Onun kaynakları bilinsin diye...

--İslâm'ın kaynakları nedir, mahiyeti nedir?.. Biz platonik sevgiyle mi bağlıyız İslâm'a?.. Yoksa, folklor malzemesi olarak mı bağlıyız?.. Anamız atamız müslüman olduğu için mi biz müslümanız?..

--Hayır!.. Biz İslâm' kırk defa tahkik ettik, kırk defa hudutta bocaladık... XX. Yüzyıl'ın Türkiye ve dünya müslümanları olarak, bütün küfür saldırılarını duyduk, bütün iddiaları gördük. Ama sonunda İslâm'ın hak din olduğunu anladık.

19

Bizden başkaları da anladılar. Avrupa'da yetişmiş, hristiyan olarak büyümüş, felsefe okumuş; hattâ çeşitli doktrinleri o konuda liderlik yapacak, sürükleyecek, yeni fikirler üretecek kadar bilen insanlar sonunda müslüman olmuş.

O bakımdan görüyoruz ki İslâm, bizim platonik bağlanmamızın ötesinde aklen de, mantıken de bağlanmamız gereken bir yol... Onun için biz ona bağlıyız. Biz bunu kırk defa, belki binlerce defa hayatımızda tahkik ettik. Siz de tahkik ettiniz, siz de çeşitli inkârlarla karşılaştınız ama, elinizi vicdanınıza koyup, gerçeği buldunuz.

Bendeniz, Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri'nin (KS) hayatını araştırmak için, o kadar gayret ettim ki; "Ah o devirden kalma bir kitâbe bulsam!.. Ah yeni bir şey çıkarsam ortaya!.." diye, mezar taşlarını bile araştırdım. Hiçbir alimin sözünü, o öyle söyledi diye incelemeden almadım. Köprülü öyle demiş, İsmâil Hikmet Ertaylan böyle demiş, ordinaryus profesör falanca şöyle demiş... İngiliz müsteşrik şöyle demiş... "Neden acaba böyle dedi; doğru mu, yanlış mı?.." diye hepsinin araştırmasını yaptım. Kabirlerde araştırma yaptım, mezar taşlarında araştırma yaptım, kütüphanelerde araştırma yaptım.

20
21 ilâ 40. sayfalar