12. KUR’AN-I KERİM
a. Kur’an’ı Kerim’i Güzel Okumak
Soru:
Bazı kimseler Kur’an’ı makamla; rast, sabâ, hicaz makamlarıyla okuyorlar. Bu makamlar mûsikî makamları değil midir, caiz olur mu?
İnsan bilse de bilmese de, bir kıraat tutturdu mu, o bir makama girer.
وَرَتِّلْ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً (المزمل:٤)
(Ve rettili’l-Kur’ane tertîlâ) [Kur’an’ı tane tane oku.] (Müzzemmil, 73/4) buyrulmuş. Kur’an’ı tertil ile, makam ile okumak lâzımdır.
Onun için, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:27
27 Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.464, no:1468; Neseî, Sünen, c.II, s.179, no:1015, 1016; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.426, no:1342; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.283, no:18517; Dârimî, Sünen, c.II, s.565, no:3500; İbn-i Huzeyme, c.III, s.26, no:1556; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.25, no:749, 750; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.761, no:2098; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.100, no:738; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.177, no:7206; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.III, s.245, no:1686; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.II, s.484, no:4175; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.257, no:8737; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.386, no:2140; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.53, no:2254; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.348, no:1088; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.435, no:767; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.307, no:2077; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.197; Ukaylî, Duafâ, cIV, s.86, no:1641; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXVIII, s.334, no:7514; Berâ ibn-i Àzib RA’dan. Bezzâr, Müsned, c.III, s.245, no:1035; Ebû Seleme, babasından.
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.139; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.I, s.177, no:567; Hz. Aişe RA’dan. İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.209, no:1016; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
زَيِّنُوا الْقُرْآنَ بِأَصْوَاتِكُمْ (ط. حم. عب. ش. والدارمي، حب. د. ن. ه. ع. وابن خزيمة، روياني، طب. ف ي الصلوة، ك. ق. ض. عن الـُبراء؛ قـُط. طب. وأبو نصر، وابن الـُنجار عن ابن عباس
و أبي هـُريرة)
RE. 293/3 (Zeyyinü’l-Kur’ane bi-asvâtiküm) “Kıraatinizi güzel sesinizle zînetlendirin de, tesirli olsun!” buyrulmuş. Onun için Kur’an-ı Kerim’i böyle bir ahenk ile okumak lâzım. Düz, konuşur gibi, hitab eder gibi bir tarzda değil de; ilâhî okur gibi, —tabiri caizse— melodi ile, makam ile okumak vardır. Peygamber Efendimiz’in emridir.
Bunu ustalar şu makamdan okuyabiliyor, bu makamdan okuyabiliyor; mûsikî niyetine okumuyorlar. Uygun olanı Arap lâhnine uygun olarak okumaktır ama, ötekiler de câizdir.
b. Kur’an’ı Yüzünden Okumak
Soru:
Bugün bazı cahiller diyorlar ki; “Kur’an-ı Kerim’in anlamını bilmeden okunmasının ne mânası var?”
Bir insan Kur’an-ı Kerim’in okumasını da bilmiyor, harflerini de bilmiyor; yüzüne baksa sevabı var. Öyle bir kitap ki, açsa yüzüne hayran hayran sevgiyle baksa, ondan bile sevap kazanır.
Mânasını bilmeden okudu, (Elif, lâm, mîm) dedi. (Elif, lâm, mîm)’in mânasını Arapça bilen de bilmiyor. Sen de bilmiyorsun, ben de bilmiyorum. Esrâr-ı ilâhîden, Hurûf-u Mukattaa’dan. Müfessirler bazı şeyleri söylemişler ama, (Elif, lâm, mîm) acaba
Dâra Kutnî, İlel, c.X, s.148, no:1939; Ebû Hüreyre RA’dan. Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.353, no:11704; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.975, no:2766, 2767; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.424, no:1440; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.197, no:12921.
neye delâlet ediyor, pek iyi bilemiyoruz. Müteşâbihâttan.
Bilmediği halde (Elif, lâm, mîm) dediği zaman elifine bir sevap, lâmına bir sevap, mimine de bir sevap… Her harfine bir sevap var, mânasını anlamasa bile...
Çünkü bu iş böyle yavaş yavaş başlar. Çocuk önce emekler, debelenmeye başlar; yatağın üstüne koyarsın, bakarsın öbür tarafa gitmiş. Ondan sonra emeklemeye başlar. Ondan sonra ayağının üstünde durmaya başlar. Ondan sonra masanın, sehpanın ucundan tutarak sıralamaya başlar. Ondan sonra yürümeye başlar, ondan sonra koşmaya başlar, ondan sonra
uçmaya başlar. Bu böyle gider.
Onun için, yüzüne bakmanın da sevabı var. Oradan başlar, Kur’an’ı okumayı öğrenir. Bir zaman gelir, mânasını da öğrenir.
Mânâsına da gayret edeceğiz. ”Allah’ın kelâmı, Rabbim bana ne buyurmuş?” diye gayret edeceğiz. Ona hepimiz çalışalım! Her gün üç-beş ayet okuyalım!
Böyle müslümanlık olmaz. Bizim müslümanlığımız taklit müslümanlığı. Dünya üzerinde berbat bir müslümanlık sergiliyoruz. Böyle müslümanlık olmaz. Allah kitap indirmiş, kitabını bilmiyoruz. Ahkâmı var, ahkâmını bilmiyoruz. Şöyle buyurmuş, böyle gidiyoruz, dediğinin tersini yapıyoruz. Böyle müslümanlık olmaz. Ayıp, günah, yanlış, yalan. Onun için öğreneceğiz. Bu cahillikleri bırakacağız.
c. Kur’an Okurken Ağlamak
Soru:
Kur’an okurken, zikir yaparken bir türlü gözümden yaş gelmiyor; ne tavsiye edersiniz?
Bunun olması için bazı şartların yerine getirilmesi lâzım! Meselâ, oruçlu iken rikkatlidir insan... Oruç tutuyorsunuz, ikindide gayet rikkatlenirsiniz. Çünkü mide boşaldı, kalp feyizlendi; o zaman göz de rikkatlenir.
Tok karınla, bin bir meşgale ile, ağırlıkla o duygular o kadar incelmiyor; o bakımdan olmuyor. Allah yardımcı olsun, güzel
haller nasîb eylesin...
Allah isteyene, istediğini verir. Ben kendim hayatımda şahidim ki, Allah kullarına neyi isterlerse veriyor, her istediğini veriyor. Siz Amerika’yı fethetmeyi isteyin, Amerika’yı fethi de verir Allah... Ama, istemiyor kimse... Çalışmıyor, gayret etmiyor, vazifesini yapmıyor; ondan olmuyor.
d. Ölülere Kur’an Okumak
1. Soru:
Kur’an-ı Kerim ölülerin ruhlarına hediye edilebilir mi, sevabı onlara ulaşır mı? Yoksa, Kur’an dirilere mi inmiştir?
Evet, Kur’an dirilere inmiştir amma, Kur’an-ı Kerim’in sevabı ölülere de bağışlanabilir. Neden? Peygamber SAS Efendimiz’e sordu birisi, dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah! Annem benden bir çeşme istemedi. Ben o istemediği halde bir çeşme yaptırsam, yaptırdığım çeşmenin sevabını anneme bağışlasam, gider mi sevabı?” Peygamber Efendimiz de:
“—Gider.” dedi.
O da annesinin hayrına çeşme yaptırdı, üstüne de annesinin ismini yazdırdı.
Demek ki, ahiretteki bir insana sevap gönderilebiliyor. Kur’an- ı Kerim okumanın da sevabı vardır, onun sevabı da gönderilebilir. Tabii asıl maksat, bizim okuyup Allah’ın sevgili kulu olmamızdır.
e. Teypten Kur’an Dinlemek
Soru:
Kasetten Kur’an dinlemek caiz mi?
Caizdir. Dinlersin, nasıl telâffuz ettiğini öğrenirsin. Öyle hafızlar biliyorum ki, hafızlığa çalışıyor; kendisi sayfası okuyor,
bir taraftan teypten dinliyor. Yine okuyor, yine teypten dinliyor...
Böylece iyi telâffuz eden bir ağızdan Kur’an-ı Kerim’in telâffuzunu öğrenmiş oluyor. Faydası vardır, tavsiye ederiz.
İyi bir hafızın, çok üstad olduğu mâlûm ve müsellem olan bir kimsenin kasetlerini alın, dinleyin! Güzel öğrenin, güzel okuyun!
f. Kur’an’a Saygı Göstermek
Soru:
Duvarında ayet asılı bir odada ayak uzatmak veya uyumak uygun mudur?
Çok büyük bir mahzuru yok! Biz burada edebimizden böyle şeyleri yapmıyoruz ama, Suud’da adamlar başının altına Kur’an-ı Kerim’i koyup yatıyorlar bile... Öyle yapmak câiz değil tabii...
Osman-ı Gazi Hazretleri Şeyh Edebâli Hazretleri’nin evine gittiği zaman, duvarda asılı bir şey görmüş. “Bu nedir?” demiş. “Kur’an-ı Kerim...” demişler. O da hürmetinden sabaha kadar ayakta durmuş. Tabii, biz bu edeple, Osmanlı terbiyesiyle yetişmişiz yâni...
g. Hangi Meali Okuyalım?
1. Soru:
Türkçe Kur’an-ı Kerim mealleri çok. Hangisini alalım?
Biz dergimizde hediye olarak Hasan Basri Çantay merhumun mealini verdik. Çünkü açıklamaları ciddi ve dipnotları var. Titiz bir şekilde hazırlanmış, çok güzel... Onu beğeniyorum.
Ahmed Davudoğlu Hocamız büyük bir alimdir. Allah rahmet eylesin, sevdiğim bir kimseydi. Onun bir meali var. Baktım, ötekilere nisbetle oldukça güzel… Fakat ben, meal okumaktan ziyade, iyi bir tefsir okumanızı tavsiye ederim. Çünkü, mealden anlamanız gerekli mânâları tam çıkartamazsanız yanlış şeyler düşünür, aklınız yanlış yerlere kayarsa, o zaman vebal bile olur. Onun için, meal çok kısa
olduğundan, kısa sözü herkes anlayamadığından meal değil de tefsir okumanızı tavsiye ederim. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, İbn-i Kesîr Tefsiri gibi tefsirleri okumanızı tavsiye ederim.
2. Soru:
Arabistan’da dağıtılan Kur’an meallerine ne dersiniz?
Orada biraz mezhep taassubuyla bazı mealler kaydırılmış olarak verilebiliyor. Bizim takvâ ehli alimlerimizin yazdığı mealleri okumak, takip etmek daha uygun olur. Ömer Nasuhi Bilmen Hocamız, Hasan Basri Çantay Efendi’nin meali gibi meallere daha dikkat etmek lazım.
Bazıları da iyi insan tarafından yazılmış oluyor, fakat Kur’an’ın muazzamlığını mealde tam nakledemiyor, kusurlu tercümeler yapıyor. Onun için, çok iyi üstadların eserlerini okumak lazım!
h. Abdestsiz Meal Okunur mu?
1. Soru:
Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meali abdestsiz okunabilir mi? Okunursa feyz ü bereketi ne kadar olur? Radikal arkadaşlar, “Abdestsiz okunur!” diye telkinde bulunuyorlar.
Radikal arkadaşlar fakih değildir. Bu iş radikallikle, kendi kafasından hüküm vermekle hiç olmaz. Dînî emirlerin bir ciddiyeti vardır.
Hazret-i Ömer bu hususta diyor ki: “Eğer ben aklımla, mantığımı yürüterek meshetmek düşünseydim, ayağımın üstünü değil altını meshederdim. Çünkü, tozlanan altıdır. Ama Peygamber Efendimiz üstünü meshetmeyi tarif etmiş; o tarzda yapılıyor.” Dînî ahkâmda, hele fakih olmayan bir insanın ictihada kalkması çok büyük edepsizliktir. Hatta alimin birisi diyor ki:
من تفقه بغير فقهٍ ، فهو حمارٌ.
(Men tefakkaha bi-gayri fıkhin, fehüve hımârun) “Fıkıh bilgisi olmadan ahkâm kesmeğe kalkan eşektir.” diyor.
Öyle şey olmaz! Din oyuncak değildir. İlmihali açsın; büyükler ne demişse ona göre hareket etsin herkes...
Ömer Nasuhî Hocamız diyor ki:
“—Meal bile olsa, abdestsiz tutulmaz!”
Dînî kitaplara hürmet edilmesi lâzım! İçinde ayet hadis bulunan kitapların abdestli tutulması lâzım! Tarikat da bir insanın abdestli gezmesini tavsiye ediyor.
لاَ يَمَسُّهُ إِلاَّ الْمُطَهَّرُونَ (الواقعة:٩٧)
(Lâ yemessühû ille’l-mutahherûn) “Bu Kur’an-ı Kerim’e temiz olmayanlar el süremezler!” (Vâkıa. 56/79) diye ayet-i kerime var... Gerçi bu ayet-i kerimenin çeşitli tefsirleri olabilir ama, fıkıh alimlerimiz abdestsiz tutulamayacağı kanaatine varmışlar.
Ötekisine ne oluyor? Arapça bilmez, Kur’an-ı Kerim’i bilmez, tefsir bilmez, hadis bilmez; radikal İslâmcı... Ben öyle çok radikal İslâmcı kimseleri biliyorum. Olmaz böyle şey, bu iş oyuncak değildir. Din ilmi hiç oyuncak değildir.
Tirmizî’nin Abdullah ibn-i Abbas RA’dan rivayet ettiğine göre, Rasûlüllah SAS Efendimiz şöyle buyurmuş:
وَمَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ
(ت. عن ابن عباس)
(Men kàle fi’l-Kur’ani bi-re’yihî) “Her kim kendi reyi ile, görüşü ile Kur’an’ı tefsir ederse, (felyetebevve’ mak’adehû mine’n-nâr)
cehennemdeki yerine hazırlansın!”
Kendi fikriyle olmaz bu işler... Bir şer’î delile, fıkhî bir mezhebe dayanması lâzımdır ictihadın... Bu da, bu işi bilen aklı
başında insanların işidir.
Bizim Mehmed Emin Er Hoca, Mısır’a uğramış. Kendisi fakih... Orada alimlerle sohbet etmiş. Diyor ki: “Orada mesele soruyoruz, ‘Kanaatiniz nedir?’ diye... ‘Şöyledir.’ diye atıyorlar.” diyor. Yâni, delil getirmeyi gerekli görmüyor. Adam düşünüyor kafasından, “Şöyledir.” diyor. Bizim radikaller de öyle...
Bak, ömrünü fıkıh ilmine vermiş olan Mehmed Emin Er Hoca, ayıplıyor. “Delilsiz konuşuyorlar. ‘Pekiyi niçin?’ diyorum; sebep söyleyemiyorlar.” diyor. Sebep söylenmeden olmaz ki! Kaynak gösterilecek, ayet ve hadisten mesned gösterilecek. O olmadan olmaz.
2. Soru:
Gayr-i müslimler Kur’an-ı Kerim’e el sürebilirler mi?
Hayır! Gereken hürmeti göstermeyecekleri için, onlara mümkün olduğu kadar vermemek lâzım. Ama tabii, okuyup anlamaları için Kur’an-ı Kerim’in tercümeleri verilebilir.
i. Mealden Hüküm Vermek Doğru mu?
Soru:
Yalnız Kur’an-ı Kerim’in mealini esas alarak hüküm vermek ne derece doğrudur?
Son derece yanlıştır. Kur’an-ı Kerim’in mealinden hüküm çıkmaz. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’den hüküm çıkartacak babayiğit yoktur. Kur’an-ı Kerim’in açıklaması mahiyetinde hadis-i şerifler vardır; alimlerin, fakihlerin beyanları vardır. Kur’an-ı Kerim’in mânâları incedir. Kur’an-ı Kerim’in esrârı çoktur. Kur’an-ı Kerim’in ifadesi vecizdir. Oradan ahkâm çıkartmak için, İmam-ı
Azam gibi olmak lâzım, İmâm-ı Şâfiî gibi olmak lâzım!
Mealden ahkâm çıkartan kimse, çıkartırsa da yanlış olur. Çünkü o konudaki hadis-i şerifleri de bilmesi lâzım gelir. Çok yanlış bir şey yapar. Yukarıda geçti:
“—Kur’an-ı Kerim’i kendi re’yiyle te’vile, tefsire kalkan, cehennemdeki yerini hazırlasın!” diye hadis-i şerif vardır.
Kur’an-ı Kerim oyuncak değildir. Kur’an-ı Kerim’deki hatâ başka şeye benzemez. Elektrik şebekesi yapan insan, yüksek voltajla çalışan usta, elektriği bağlarken yanlış bir şey yapsa, iki tarafı tutsa, elektrik hatâyı affeder mi? Affetmez; çarpılır, kömür olur. Kartal bile uçarken, bir kanadı oraya değiyor, bir kanadı öbür tarafa değiyor; çarpılıp aşağıya düşüyor. Neden? Elektriğin şakası yoktur, oyuncak değildir.
Kur’an-ı Kerim’in hiç şakası yoktur! Kur’an-ı Kerim çocuk oyuncağı değildir. Zibidilerin oyuncağı da değildir. Kur’an-ı Kerim, çok büyük alimlerin üzerinde konuşabileceği bir şeydir. Öyle mealcilikle, yarım yamalak bilgi ile bu iş olmaz; müctehid olmak lâzım!
Müctehid olmadan, öyle Kur’an-ı Kerim’i okuyacak da, anlayacak... Sen gel bakalım, ben sana Kur’an-ı Kerim’i harekesiz yazayım, harekesiz doğru okuyabilecek misin bakalım? Kur’an-ı Kerim’i harekesi olmadan doğru okuyamayan bir insan, Kur’an-ı Kerim üzerinde hiç konuşmağa kalkmasın, haddini bilsin! Okuyabilecek misin doğru düzgün?
Ben nice insanlar gördüm, üniversitede doçentlik imtihanına girdiler tefsir kürsüsünde; önünde yazılı Kur’an-ı Kerim ayetlerini, harekesiz doğru düzgün okuyamıyorlar. Öyle profesörlükle, doçentlikle de olacak değil, bayağı büyüktür bu iş... Ateşle oynuyorlar. Yanlış bir hüküm verirsin, kendini de mahvedersin, başkasını da...
Bu konuda Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:28
28 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.50, no:100; Müslim, Sahîh, c.IV, s.2058, no:2673; Tirmizî, Sünen, c.V, s.31, no:2652; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.20, no:52; Ahmed ibn-
إنّ اللهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا يَنْـُتَزِعُـُهُ مِنَ الْعِبَادِ، وَلٰكِنْ يَ ـُقْبـُِـُضُ
الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَماءِ، حَتَّى إِذَا َلمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّا سُ رُؤَساءَ
جُهَّالاً، فَسُئِلُوا َفأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ، فَضَلُّوا وَأَضَ لُّوا (خ. م. ت. ه.
حم. ش. عن ابن عمرو؛ والخطيب عن عائشة)
RE. 91/11 (İnna’llàhe teàlâ lâ yakbidu’l-ilme intizâan yenteziuhû mine’l-ibâd) “Allah-u Teàlâ Hazretleri insanlara ilmi verdikten sonra kulların akıllarından, gönüllerinden ilmi çekip almaz.” İlmi alınması nasıl olur? (Ve lâkin yakbidu’l-ilme bi- kabdı’l-ulemâ’) “Alim, fâzıl, kâmil kimseleri, mübarek insanları alır. Yâni vefat ederler.” (Hattâ izâ lem yübkı àlimen) “O evliyâ, mübarek alimler
gidince, geriye cahil insanlar kalır. Hindi gibi kabaran, davul gibi öten, içi boş cahil insanlar kalır. (İttehaze’n-nâsü ruesâen cühhâlâ) Onlar da, cahil insanları önder edinirler.”
(Fesüilû) “İnsanlar dini öğrenmek için onlara soru sorarlar. ‘Şu iş nasıl olacak, bu iş nasıl olacak?’ diye onlardan fetva sorarlar . (Feeftev bi-gayri ilm) Onlar da, ilim olmadan, atarak, tahminen
i Hanbel, Müsned, c.II, s.162, no:6511; Dârimî, Sünen, c.I, s.89, no:239; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.X, s.432, no:4571; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.21, no:55; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.279, no:459; Bezzâr, Müsned, c.VI, s.401, no:2423; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VII, s.505, no:37590; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.II, s.252, no:1660; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.455, no:5907; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.181; Hamîdî, Müsned, c.I, s.264, no:581; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.163, no:1107; Abdullah ibn-i Mübârek, Müsned, c.I, s.15, no:26; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.459, no:2998; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.V, s.477, no:240; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.392, no:2677; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.95, no:172; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.131; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.V, s.312, no:2828; Hz. Aişe RA’dan. İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.223, no:1379; Ebû Hüreyre RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.187, no:28981; Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.472, no:980; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.135, no:6979.
fetvâ verirler.” Tabii, ilim olmadığı zaman, cahilin fetvası çok yanlıştır, çok tehlikelidir. (Fedallû ve edallû) “Onlar hem kendileri dalâlete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalâlete düşürürler, saptırırlar.” buyuruyor.
Onun için, din ahkâmı şakaya gelmez! Bu işin şakası yoktur. Meal ile iş olmaz! Meal ile iş olmadığı gibi, derin Arapça bilgisi olacak, tefsirleri okuyacak, hadisleri okuyacak... O da yetmez; o konudaki bütün ahkâmı inceleyecek. Yine de edeple, hürmetle konuşacak, “Allàhu a’lem bi’s-savab” diyecek.
j. Okunacak Tefsir Kitapları
Soru:
Hangi tefsir kitaplarını okumamızı tavsiye edersiniz?
Ben Said Havva’nın el-Esas fi’t-Tefsir’ini beğendim; o okunabilir.
Elmalılı’nın tefsirini okuyun! Kendisi büyük bir alimdir. Tefsiri, salâhiyetle yazılmış güzel bir tefsir kitabıdır.
Eğer Arapçasından okuyabilirseniz Kurtubî Tefsiri’ni tavsiye ederim. Çok geniş, çok metodlu, çok sağlam malzeme ihtivâ eden bir tefsirdir.
İbn-i Kesîr’in tefsirini tercüme ettiler ama, çok ilâveler koymuşlar. Bazı yerleri sıkıcı... Almış jeoloji kitabından; ayet-i kerimede arzdan bahsediyor diye jeoloji kitabının sekiz sayfa, on sayfa mâlûmatını yazmış. İbn-i Kesîr yazmadı ki bunu; sen İbn-i Kesîr Tefsiri’ni tercüme ediyorsun, ne diye bunu koyuyorsun? “Bak filânca yerde!” diyecek yerde, oraya bakması zahmet olmasın diye jeoloji kitabının, biyoloji kitabının malzemesini araya eklemiş. Tabii o zaman İbn-i Kesîr Tefsiri olmuyor, İbn-i Kesîr Tefsiri’nden mülhem olarak yazdığımız bizim tefsirimiz demek oluyor.
İbn-i Kesîr’in tefsiri hadislerle ayetleri izah eden, metod olarak hadisleri tefsirde kullanan güzel bir tefsirdir. Onun da açık seçik bir Türkçe ile yazılmış tercümesi var... O da bulunabilir, okunabilir.
k. Sûrelerin Esrârı
Soru:
Kur’an-ı Kerim’de sûrelerin esrârı var. Mesela Vâkıa Sûresi’ni okuyan fakirlik görmez. Bu sûreleri okuyan herkes bu lütfa erer mi?
Allah’ın va’di haktır, okuyan erer. Sahabe-i kirâm öyle yapmışlardır. Tabi duaların kabul olmama durumları da vardır. Bazı ibadetler, bazı dualar kabul olunmaz. O kabul olmama mahzurlarından sâlim olmak lazım gelir. Meselâ, Allah-u Teàlâ
Hazretleri, ihlâs ile yapılmadığı zaman bir ibadeti kabul etmeyeceğini beyan ediyor. Binaen aleyh kişide ihlâs yoksa, o amel kabul olmayacaktır. Bağlantısı ana şebekeden kesiktir. Şartı yerine gelmemiştir.
Ayet-i kerimede bildiriliyor:
إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ (المائدة:٧٢)
(İnnemâ yetekabbelu’llàhu mine’l-müttakîn) “Allah ancak
müttakî kulların ibadetlerini, hayırlarını kabul eder.” (Mâide, 5/27)
Takvâdan yoksun insanlarınkini kabul etmez, reddedebilir. Meselâ, riyakârınkini kabul etmez, ucub sahibininkini kabul etmez, kibirlininkini kabul etmez. Bu gibi ayıplardan sâlim olmak şartıyla herkes bu sûrelerin sırrına erer. Yâni, bu sûrenin o hassası tamamdır da, kişide genel olarak kabul olunmama durumları varsa, yolu kesikse, kabul olmuyor. Tabii onunki sûreden dolayı değil, ihlâssızlıktan, riyâdan dolayı kabul olmuyor. “Herkesinkini kabul eder ama, kabul edilmeme cezalarına uğramış olanlar müstesna…” demek lâzım! Amellerinin kabul edilmeme cezasına uğramışlardan olmamak lâzım!
Onlar kimlerdir? İhlâssızlar, takvâsızlar, riyâ ucub ve kibir sahipleri hadis-i şeriflerde bildirilen kusurları olanlar…
Meselâ, namaz. Namaz kabul olur ama kimden kabul olur?
Bazı kimselerinkini Allah kabul etmiyor. Namazı onu Allah’tan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Oruç kabul olur, hem de Allah kat kat sevap verir ama, bazı kimselerin orucunu da kabul etmiyor. Onlar için oruç akşama kadar aç ve susuz kalmaktan başka bir işe yaramıyor.
Gece ibadeti çok sevaplı, çok makbuldür ama bazı insanlarınkini kabul etmiyor. Hadis-i şeriften biliyoruz ki:
“Adamın yediği haram, içtiği haram, her şeyi haram. Ondan sonra elini açmış, ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diyor, bir şeyler istiyor. Her şeyi haramken Allah onu nasıl kabul etsin?” diyor. Demek ki, haram lokma yemişken kabul olmaz.
Sonra biliyoruz ki Allah, bid’at ehlinin farzını, nafilesini, haccını, orucunu, sadakasını kabul etmiyor; hadis-i şerifte bildiriliyor. Adam bid’at ehliyse, dinde uydurma yapmış, sünnette
olmayan şeyler çıkarmışsa onu da kabul etmeyecek.
O zaman tabi, bu genel kabul olmama kusurları bulunan bir insanın ibadeti ve duası kabul olmayacak demektir. Onlardan sâlim olmak lâzım!
Onun için tasavvuf çok önemli oluyor. Tasavvufu bilmek lazım, amellerin kabul olma şartlarını bilmek lâzım! İnsan onları bilmedi mi çok yazık olur.
“—Allah niçin orucu kabul etmiyor? Allah niçin namazı kabul etmiyor?” İhyâu Ulûmü’d-dîn’i okuyun. Bu sebepleri orada gayet güzel anlatıyor. Veya biz böyle söyledikçe not alın. Bak işte bid’at ehlinin duasını, ibadetini Allah kabul etmiyormuş. Bu hatırınızda kalsın. Buna benzer şeyleri de böyle hatırınızda tutun!
l. Kur’an’ın Abdestli Okunması
Soru:
Bazıları abdestsiz oldukları için Kur’an açıp okuyamadıklarından şikâyetçi. “Abdestsiz okuma izni olsa, Kur’an ile muhatap olma durumu daha çok olacak.” diye müsaade istiyorlar. “Kur’an abdestsiz okunmaz.” diye kesin bir kaide, emir var mı? İzah ederseniz memnun oluruz.
Bizim mezhebimize göre abdestli olmak lazımdır. Hem Kur’an- ı Kerim’i hem içinde âyet ve hadis olan fıkıh kitabı, tefsir kitabı gibi eserleri abdestli tutmak lazımdır. Kur’an-ı Kerim’in abdestsiz tutulmayacağına, alınmayacağına dair:
لاَ يَمَسُّهُ إِلاَّ الْمُطَهَّرُونَ (الواقعة:٩٧)
(Lâ yemessühû ille’l-mutahherûn) “Bu Kur’an-ı Kerim’e temiz olmayanlar el süremezler!” (Vâkıa. 56/79) ayet-i kerimesi delil olarak gösteriliyor.
Bazı kimseler:
“—İlim talebesi çok meşgul olacağından sık sık Kur’an-ı Kerim’i eline alacağından ona müsaade verilir.” gibi bir şey söylemişler ama, onu nereden çıkardıklarını bilmiyorum.
Zaten bizim büyüklerimiz de, biz de dervişlerimize ne diyoruz? Devamlı abdestli olacaksınız, hiç abdestsiz olmayacaksınız.” diyoruz. Âdâba uygun olan, doğru olan abdestli olmaktır.
m. Kur’an’ı Ezberlemek
1. Soru:
Bir kızım var, onu Kur’an kursuna verdim. Evde ezber yapıyor, hocanın karşısında unutuyor. Hocası; “Sen hafız olamazsın.” demiş.
Kimin ne olacağını Allah bilir ama, biz şunu biliyoruz ki, bir insan bir işi yapmaya üstün bir gayret ettiği zaman, olabiliyor. Kabiliyettir, bazıları resim yapamaz, bazıları yapabilir. Ama bazen de kabiliyetler gizli kalıyor, anlaşılamıyor.
Meselâ, Avrupalıların sesi çok güzel olan çok büyük bir sanatçıları var. O ilk defa mûsiki dersleri almaya gittiği zaman, şan dersleri diyorlar, hocası demiş ki: “—Sen adam olmazsın, sen ses sanatçısı olamazsın!”
Ama o inat etmiş; sonra o dünyanın en büyük ses sanatkârı olmuş. O bir gayrimüslim insan… Şu noktaya işaret etmek istiyorum, kabiliyet denir ya; bazı insanın sesi güzeldir, bazısının da cırtlaktır. Hocası onda kabiliyet görmemiş de; “Sen sanatkâr olamazsın!” demiş. Adam hem olmuş, hem de dünyanın en önemli ses sanatçısı olmuş. Bazen kabiliyetler insanın gönlünde örtülü kalıyor, bazen çok çalışmayla çıkar.
Su için yeri kazıyorsun; bazen beş metrede, bazen on beş metrede çıkıyor, bazen de dağın yamacından kendisi patlıyor, göze diyoruz, değişik olabilir ama çalışırsa olabilir.
Evde ezberleyebiliyorsa, hocasının yanında yapamıyorsa utangaçtır, zamanla geçer. Öyle hafızlar biliyoruz ki; “Sen bu işi yapamazsın.” diye büyükleri zorladıkça kendisini yerden yere atmış; “Yapamıyorum.” diyor, yerlerde yuvarlanmış ama şimdi hafız olmuş; ümit kesmemek lazımdır.
2. Soru:
Birisi hıfza başlamış. 15’i geçmiş. “Ama çabuk unutuyorum.” diyor.
Allah hafızasını kuvvetlendirsin. Kur’an-ı Kerim ezberlemek, bir kere bu şahıslara göre değişir. Her şahsın ezberleme kapasite ve kabiliyeti farklıdır, bir. İkincisi; ezberleme ciddi bir iştir. Konsantre olmak gerekir. İnsanın aklında bir mesele varken insan zihnini toparlayamaz. Biz hafızayı kuvvetlendirmenin kanunlarını yazarken kitaplarda, başarılı çalışma vesaire kitaplarımızda- diyoruz ki;
“—Zihninizde bir problem varsa onu halledin, işinizin başına öyle oturun! Yoksa o işinizde başarılı olamazsınız. O içinden insanı meşgul eder, hafızası bile kuvvetli olmaz.” İnsan yapacağı işe tam konsantre olur, kendisini verirse o
zaman başarılı olur. Einstein, şu meşhur fizikçi çalışmaya bir otururmuş, adam yemek yemeyi unuturmuş, uykuyu da unuturmuş.
“—Üstad, gel, yemek vakti geldi, yemek ye!” denilince sofraya gelir, otururmuş.
Yemek yemeye başlarmış, bırakmayı da bilemezmiş. “Yeter artık.” denildiği zaman bırakırmış. “Hadi şimdi uyu!” denildiği zaman uyurmuş. Neden? Kafası, gecesi gündüzü, aklı fikri fizikte...
Konsantre olmak lazım. Çaresi odur. Konsantre olmayınca, bin tane iş yapınca unutma oluyor.
İkincisi; tasavvufî yönden, Risale-i Kuşeyriye’de yazar ki:
“—İnsanın gözü harama bakarsa, takılırsa hafıza zayıflar.”
Bu tehlike hepimiz için vardır. Mesela bana günlük gazeteleri takip etmem için, dergilerimiz var, çeşitli faaliyetlerimiz var; günlük gazeteler geliyor. Her sayfasında müstehcen haber, müstehcen resim... Yüz kızartıcı, eve sokulacak gazeteler değil... Bunlar insanı zayıflatır. Sokağa çıkan nâmahreme bakarsa zayıflar.
Şöyle bir menkabe anlatılır:
Şeyh efendi ile müridi yolda gidiyorlar. Karşıdan yakışıklı bir delikanlı geliyor. Mürit şeyhine diyor ki;
“—Şu gelen şahıs ne kadar yakışıklı, yâ Üstad! Bunu Allah bu kadar güzel yaratmışken, vücudunu bu kadar güzel yaratmış da acaba ahirette cehenneme atıp cayır cayır yakmaya kıyar mı? Vücudu bu kadar güzel, yüzü bu kadar güzel; acaba bu güzel yüzlü insanı âhirette cayır cayır yakmaya kıyabilir mi Allah?” deyince...
Tabii münasebetsiz bir soru. Şeyh efendi hemen işin başka tarafını anlıyor, dönüyor:
“—Sen onun yüzüne bu kadar dikkatli baktın mı?” “Bu kadar güzel” demiş, demek ki bakmış...
Halbuki bizim Nakşî Tarikatında prensip nedir? Nazar ber kadem… Ayağının ucuna bak be adam, etrafa ne bakıyorsun? Karşıdan gelen güzelmiş, çirkinmiş, sana ne? Kızmış, erkekmiş, sana ne? Sen kendi işinle meşgul ol.
Allah niye göze kapak yapmış? Gerektiğinde kapatılmak için.
Bazı şeyler görülmeyecek.
Niye ağza dudak yapmış? Bazı lafları söylememek için.
Ama burnun, kulağın böyle bir şeyi yok. Burnun, kulağın yok da bunların var. Çok önemli! Çünkü insan buradan çok günaha girer. Ekseriyetle dilinden dolayı günaha girer, bir de baktığından dolayı günaha girer.
Günahlar hafızayı zayıflatır, takvâ hafızayı kuvvetlendirir, bir. Bir de insanın yaptığı işe kendisini vermesi lazım. Çeşitli işlerle meşgul olduğu zaman iş uzar. Olmaz değil, olur ama uzar. Konsantre olmak lazım.
3. Soru:
Hafızlığa çalışıyorum. Hafızam zayıf, ne tavsiye edersiniz?
Zamanla, devam ettikçe açılır. İlk başta olmuyor gibi olur, sonra hafıza kuvvetlenir.
n. Hastaya Kur’an Okunması
1. Soru:
Ölüm yılı olan bir insana, ölen bir insana, bir kabristana veya şifa olsun diye birine Kur’an-ı Kerim okumak câiz midir? Hz. Peygamber SAS okutmuş mudur?
Vardır, okutmuştur, okunabilir. Hatta meşhur bir hadise var: Bir müfreze göreve gidiyor. Çölde bir oba halkı bu müfrezeyi misafir etmiyorlar. Onun üzerine, kumların üzerine yatmışken
içeriden bir feryat, bir gürültü duyuluyor. Obadan bir cariye geliyor:
“—Zehirli bir yılan efendimizi soktu. Sizde ilaç yapacak bir kimse var mı?” diyor.
Sahabeden birisi gidip Fâtiha okuyor, şifa buluyor.
Kur’an okunur, caizdir. Para almak câiz değil, Allah rızası için okunur.
2. Soru:
“Hastaya ve ölüye Kur’an okumada para alınmaz!” deniliyor. Sahabenin okuduğu kabile reisinin koyun verdiğini biliyorum, olayın devamı ne?
Hasta ve ölüye Kur’an-ı Kerim okunması Allah rızası için yapılır. Allah rızası için okunur, para kazanmak için yapılmaz. Ama o kendisi sonradan o sahabeye hediye vermiş.
“—Tedavi edecek kimse var mı?” diye sorulduğu zaman, galiba Abdullah ibn-i Mes’ûd RA, Allah rızası için okumuş. Adam iyileşince koyun vs. vermiş. İlk başta ücret almak niyeti olmadan,
Allah rızası için okuduğundan, ötekisi hediye vermiş oluyor. O da câiz oluyor. İşin halli böyle…
3. Soru:
Ben cami görevlisiyim. Mevlid ve Kur’an-ı Kerim okutmaya çağrıldığımız zaman bize para veriliyor. Bu paralar alınır mı?
Esas itibariyle dinî ibadetlerden, Kur’an öğretmekten, okumaktan, hatimden ve saireden para alınmaz. Bunlar Allah rızası için olur, pazarlık yapılmaz. Ama onlar da gönül rızasıyla, istemeden bir hediye verirlerse, alınabilir. “İstemeden bir şey verildiği zaman, alın!” diye Peygamber Efendimiz’in bir tavsiyesi olduğu için.