13. İLİM
a. İlim Öğrenmek
1. Soru:
Dinî ilim öğrenip cihad etmek isteyen bir lise öğrencisiyim, nasıl bir yol tutmamı tavsiye edersiniz?
Lise öğrencisi cihad etmek istiyor Allah yolunda; ne güzel! Allah razı olsun, çok güzel... Niyetine göre Allah büyük ecirler ihsan etsin...
İlim öğrensin; çünkü, ilim öğrenmeden olmaz! İslâm’ı güzel öğrensin! Ondan sonra cihadı da ona göre, ayetlere, hadislere göre güzel yapar.
Bir büyük alime sormuşlar ki:
“—Ömründen bir gün kaldı, yarın öleceksin deseler, ne iş yapardın o bir günlük zamanda?” “—İlim öğrenirdim!” demiş.
Çünkü, en sevaplı iş odur. İlim öğrensin; bir taraftan da, öğrendiğini tatbik etsin ve başkalarına da söylesin, emr-i ma’rûf nehy-i münker yapsın! O da cihaddır. Emr-i ma’rûf neh-i münker yapmaya devam etsin; onun yaşı yok... Evinde olur, mahallesinde olur, arkadaşları arasında olur; emr-i ma’ruf nehy-i münkere devam etsin! Maşaallah, hoşuma gitti, Allah razı olsun...
2. Soru:
Bir insan ilk önce fıkıh bilgisi mi öğrense daha iyi olur, yoksa Kur’an’dan ayet ezberlese mi kazançlı olur?
İlim daha önce gelir tabii de, bu gibi şeylerde benim daima hatırlattığım nokta şu, muhterem kardeşlerim: İyi şeyleri birbirlerine tokuşturtmamak lâzım, onu da onu da yapmak lâzım! Deminki arkadaşımızın hani, “Dersime mi çalışayım, dinî bilgileri
mi öğreneyim?” diye sorması gibi... Yâhu onu da yap, onu da yap! Mümkün... İlle birisini yapınca, ötekisini yapmamak diye bir şey yok...
Şimdi fıkıh bilgisi önemli... İnsan namaz kılmasını bilmiyorsa, ayet ezberlemesinin ne faydası var? Onu öğrenecek. Ama onu öğrenirken, Kur’an’ı ezberlemekten vaz geçse; o da doğru olmaz. Bir taraftan fıkıh bilgisini ilerletsin, her gün bir iki saat onu okusun; her gün bir iki sûre de ezberlesin! İkisini birden yapsın!
Güzel şeyleri birbirleriyle rakip haline getirmeyin, çatıştırtmayın, beraberce yapmağa çalışın!
3. Soru:
Gençlere ne gibi çalışmalarda bulunmalarını tavsiye edersiniz?
Bir kere gençlerin İslâm’ı iyi öğrenmesi lâzım! Farzları, sünnetleri iyi öğrenmesi lâzım! Farzlara, sünnetlere, dinin ahkâmına hürmet edilmesini öğrenmesini lâzım!
Dini bilmeyen insan, cihadı da berbat edebilir, yanlış iş yapabilir. İyi müslüman olması lâzım! Kendi başına olunca belki hatalı işler yapabilir diye, iyi insanlarla bütünleşerek çalışması lâzım!
4. Soru:
Ben Ankara’nın en zor okulunda, en zor bölümünde okuyorum. Derslerim çok ağır ama buna rağmen Arapça dersi alıp öğrenme niyetindeydim. Arkadaşlarım vazgeçirdiler.
Ben o kanaatte değilim. İnsanın zihin kapasitesi, zihninin kabiliyeti, imkânları, -ay kapasite demeyecektik,- çok fazladır. İnsan zihnini çalıştırdıkça insanın zihni açılır. Onun için hele böyle mübarek bir çalışmaya giriştiği zaman çok güzel olur.
Bir misal söyleyeyim, bir ihvanımızdan kardeşimiz var… Süleyman Demirel ile Teknik Üniversitede sınıf arkadaşıymış. Teknik Üniversiteyi bitirmeden Arapça’yı çok mükemmel öğrendikten gayri, bir de altı tane hadis kitabını baştan sona
okumuşlar, Kur’an-ı Kerim’i de ezberlemiş. Çalıştıkça gelişir insan, onun için korkmayın. O kadar çok şeylere boş vakit harcıyoruz ki, onlardan tasarruf edin, bu tarafa hayra sarf edin! Arapça öğrenmek çok bereketlidir, çok güzeldir.
5. Soru:
Bazı kardeşlerimiz tahsil için Mısır’a gitmek istiyorlarmış.
Umumiyetle dinî tahsil için gitmek istiyorlar. Olur, güzel. Mısır’da hocalar var, müesseseler var. Kardeşlerimizden kalabalık bir grup da var. Yani orada bir cemaatimiz de var. Gitsinler, onlarla birlik beraberlik kursunlar, irtibat kursunlar. Derslerine çok çalışsınlar. “Mısır biraz sıcak olduğundan insan gevşiyor, talebeliği biraz zayıf oluyor.” diyorlar, sıcaktan gevşemesinler.
Mısır’a gidip gelmek umumiyetle hava yoluyla oluyor. Şam’da da güzel hocalar varmış, özel dersler oluyormuş, dinî bilgiler için oraya da gidilebilir. Ürdün’de de okuyan bazı kardeşlerimiz oldu. Ürdün de ciddi bir yer, orada da bir şey olabilir.
6. Soru:
İmam-hatip lisesi mezunuyum. Üniversite imtihanını kazanamadım. Şimdi Mısır’da el-Ezher Üniversitesi’ne gitmek istiyorum. Bu işe ne dersiniz?
Senenin boş geçmesinden ilimle geçmesi daha hayırlıdır. İlmi nerede öğrenebilecekse muntazam öğrenebileceği bir yere gitmesi prensip itibariyle uygundur. Mısır’a gitmiş olan başka kardeşlerimiz var. Onlarla konuştuk, tanıştık. Bazılarıyla Mekke-i Mükerreme’de tanıştık, bazıları geçen hafta Sapanca’da bizim eve geldiler, onlarla görüştüm.
Kahire’de bizim 300 kadar müslüman kardeşimiz var. Bir kısmı da mâlî bakımdan sıkıntı çekiyorlarmış. Aşağı yukarı orada iyi tahsil yapabilecek bir kimsenin ayda -evli olursa- 500 bin lira kadar para sahibi olması gerekiyormuş. Bekâr olursa herhalde bunun yarısı kadar bir para lazım.
Öyle bir parayı bulabilirse gider; bulamazsa oradaki imkânlar mahduttur veya yoktur. O zaman Türkiye’deki ilim yuvalarında ilmini öğrenmeye, ilerletmeye çalışır; vaktini boş geçirmemeye çalışır. Kahire’de kardeşlerimiz var ve ilim öğrenilen yerler var. Mümkündür, durumu müsaitse gitsin. Sonuç olarak gitsin diyebilirim.
7. Soru:
Muhterem hocam! Dünya ve ahiret saadetini kazandıran en büyük amel nedir?
İlimdir. İlim öğrensin! Tek kelimeyle bu ama, öğrendiğini de uygulamak lazım. Öğrendiğini uygulamazsa vebal olur. İlmi öğren!
8. Soru:
İlmî çalışma yapayım mı? Yoksa cemaat faaliyetlerine mi katılmamı tavsiye edersiniz?
Bu gibi sorulara cevabımın nasıl olduğunu biliyorsunuz:
İki güzel işi birbirine tokuşturmamak lazım. Hem onu yap hem onu yap, ikisi birbirine mâni değil. Hem ilim yoluna gir hem de cemaat faaliyetlerin de görev al, çalış.
Birisi gelmiş bana soruyor:
“—Hocam! Bir camide imamım. Çocuklara Kur’an öğretiyorum. Ramazan’ın son on günü geliyor. İtikâfa gireyim mi yoksa çocuklara Kur’an okutmaya devam edeyim mi?” “—Bana bak, sen niye itikâfla Kur’an öğretmeyi birbirine tokuşturuyorsun? İkisi de güzel şey, ya o olacak ya o olacak diye niye öyle yapıyorsun? Camiinde itikâfa gir, çocuklara Kur’an okutmaya devam et.” dedim.
Mümkün! Bir şeyin ikisi birden yapılması mümkünse ona alternatif olmaz. İkisini birden yaparsın olur biter.
9. Soru:
Bir kimsenin İslâm’ı yaşamasına, ilim öğrenmesine ailenin yanında kısa süre kalması dahi engel oluyorsa ailesinden belli bir süre uzak yaşaması için anne ve babasının rızasını göz önünde bulundurması gerekir mi?
Hayır. İslâm’ı öğrenmesi lazımdır. İslâm’ı öğrenmek için yapabilir. Allah’ın rızasına nâil olmaya çalışmak en önde geliyor. Fakat bunu yaparken de mümkün olduğu kadar anneyi babayı kırmadan, üzmeden yapmaya çalışmak lazım.
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddîn Efendimiz ilim öğreneceğim diye İstanbul’a gelmiş. Annesine babasına mektup yazmış; “Ben Allah yolunda ilim öğrenmeye karar verdim.” diye. Ondan sonra
da çok büyük bir alim olmuş.
Olabilir. İslâm’ı öğrenmek olunca, öğrenmek öne geçiyor. Ama öbür tarafı üzmeden yapmaya çalışmalı.
10. Soru:
Yaz tatillerinde bir kaç senedir, ilkokulu yeni bitirmiş
talebelere bir şeyler öğretmeye çalışmaktayım. Köyümüzün imamı var; çocuklarla pek sohbet etmiyor. Ben de artık büyüdüler diye çekiniyorum. Müsaade eder misiniz, tatilde bunu yapmalı mıyım?
Allah razı olsun... Boş durmayıp ilim öğretmek çok uygun bir şeydir. Kız erkek karışık anlaşılan... Mestûre olurlarsa olabilir. Caminin bir köşesinde kız çocukları durur, bir köşesinde erkek çocukları durur. İlim öğretir, hayırlı bir faaliyet yapmış olur.
b. Alimlere Sormak
Soru:
Herhangi bir meseleyi öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’den sayfa açmak doğru mudur?
Olmaz, doğru değil! Müslümanın bir meseleyi kararlaştırması için pırıl pırıl ilim var... İlkönce ilim erbabına soracak!
فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ (الانبياء:٧)
(Fes’elû ehle’z-zikri in küntüm lâ ta’lemûn) “Bilmiyorsanız, bilen insanlara, ilim erbabına sorun!” (Enbiyâ, 21/7) diyor Kur’an-ı Kerim...
İlkönce meseleyi, gideceksin soracaksın, “Hocam, bu hususta hüküm nedir?” diye... Allah’ın emri varsa, o da size bildirecek, mesele kalmayacak. Meselâ;
“—Hocam, acaba ben içki içebilir miyim?” “—Hocam ben acaba içki satabilir miyim?” Bir sor bakalım, o onun cevabını verir. İlkönce cevap ilimledir.
İlimden cevabını bulamazsa insan, meselâ;
“—Ticaret yapacağım; acaba bakkal dükkânı mı açsam, manifatura dükkânı mı açsam?” Veyahut;
“—Üç tane namzet var; ona mı, ona mı, ona mı gitsem?” Bu gibi şeylerde istihâre yapılır. Abdest alırsın, istihare namazı kılarsın, elini açarsın, dua edersin: “Yâ Rabbi, sen bana hayırlısını göster!” dersin. Ama istişâre; yâni müşavere etmek, istihareden önce gelir. İstihareye lüzum kalmadan, müşavere ile hallettiğin şeyi, istihareye bırakmak doğru olmaz! Çünkü, ilim önemlidir.
“—Ya ilim adamı hata ediyorsa?” İlim adamının hatası bile sevaptır. Müctehid, ictihadında yanılsa bile sevap kazanır. Sen de onun ilmine hürmet ettiğin için, doğruyu bulmak için ona sorduğundan yine sevap alırsın.
O bakımdan ilmi ayaklar altına alıp da, işi hayallere, vehimlere bağlamayalım! İlkönce ilme, alime; ondan sonra istişareye, ondan sonra istihareye bırakırsınız. Ondan sonra artık bir şey çıkar tabii, insanın karşısına...
c. Kapasiteyi Artırmak
Soru:
İnsanın hayal edebilme kapasitesi ne kadardır?
Bu şahıstan şahısa değişen bir şeydir. Hayal kapasitesi hakkında bir birim de şimdiye kadar ben bilmiyorum. Metreküple mi ölçülecek? Metreyle mi ölçülecek? Ağırlıkla mı ölçülecek? Ama bildiğimiz bir şey var ki bazı insanların hayal gücü ve kapasitesi çok geniş oluyor.
Eğer kardeşimiz, “Hayal gücümüzü genişletmek için tavsiye edeceğiniz bir şeyler var mı?” demek istiyorsa; tabii çok kitap okumak, zihnindeki kavramları çoğaltmaya çalışmak bu hususta iyi bir çaredir. Kaliteli kitaplardan çokça okumalı. Zihnini çalıştırmalı. Çalışan insanların zihin çalışmalarını model almalı. Onları tekrar ede ede, yavaş yavaş kendisi de hayal etmeye, kendisi de düşünmeye, kendisi de bir şeyler ortaya koymaya başlar.
Ama ilk önce iyi bir hazım şarttır. Yani, mevcut şimdiye kadar yazılmışları iyice hazmetmeden, insan o konuda iyi bir şey ortaya koyamaz. Meselâ, iyi bir edebiyatçı olmak için insanın edebiyat tarihini çok iyi bilmesi lazım. Edebî metinleri okuması lazım. Şiirleri tahlil etmesi lâzım.
Bu hususta iyice bir birikim kazandıktan sonra, temel malzeme biriktirdikten sonra ve o ilmin ana esaslarını güzel bir şekilde öğrendikten sonra, 40 yaşında 50 yaşında eser vermeye, şiir yazmaya başlayabilir. 15 yaşında yazarsa ya vezni bozuk olur, ya kâfiyesi bozuk olur, ya fikri yanlış olur, ya söylediğinden sonra pişman olur.
O bakımdan, yeryüzünde yeni, orijinal şey çok azdır. İnsan ilk önce o sahadaki mevcut malzemeyi tanımalı. Bir ilimde temeyyüz etmek istiyorsa, o konudaki literatürü, ana kitapları okumalı, faydalanmalı. Hatta onları iyice hazmettikten sonra okutacak, talebenin sorularıyla karşılaşacak.
Bak biz bir konferans veriyoruz, konferans kadar da sorulara cevap veriyoruz. Halkın içinde olmanın bu faydası var. Yani sorular bizi yetiştiriyor. Halk nereye takılıyor? Neleri öğrenmek
istiyor? Dinleyicilerin problemleri nedir? Onları anlamış oluyoruz.
Onun için, Osmanlı bir kimseyi medreseden mezun oldu mu uzak bir diyarın bir kasabasındaki bir medreseye atarmış; “Sen burada vazife gör!” dermiş. Orada bir müddet, belki senelerce hizmet gördükten sonra, daha büyük bir şehre getirirmiş; “Şu kadar da burada hizmet gör.” Dermiş. Ondan şu kadar zaman geçtikten sonra, İstanbul’a gelmeden önce Bursa gibi, Kütahya gibi önemli medreselere, önemli şehirlerin medreselerine getirirmiş. Oradan İstanbul’un kenar medresesine getirirmiş. Oradan Süleymaniye’ye getirdiği zaman, artık adamın saçı sakalı ağarmış olurmuş. Metinleri ezbere bilen, talebelerle düşe kalka böyle ilmin içinde pişmiş, derya gibi bir kimse olurmuş. Ondan sonra konuştuğu zaman güzel konuşurmuş.
Bu bir birikim meselesi. Eskilerin ne söylediğini bilmeden insan yeni bir şey ortaya koyamaz. “Yeni bir şey ortaya koydum.” sanır; eskilerin yaptığından da daha düşük kaliteli, basit bir şey olur.
Hangi daldaysanız, mutlaka o dalın ilim tarihini iyice öğrenin! Literatürünü hazmedin. İlmin ana konularına sahip olun. Ondan sonra kendiniz bir şey ortaya koymaya çalışın! Onunla çalıştıkça, o konuda hayal gücünüz de genişleyecek, zihin gücünüz de genişleyecek. Yazma kabiliyeti, okuma kabiliyeti, anlama kabiliyeti, düşünme kabiliyeti, hepsi okumaya bağlı şeylerdir.
d. İlmihal Okumak
Soru:
Kadınlara ait haller; hayız, nifas, ihtilam olmak, gusül hakkında bir saatlik vaaz istiyorum. Bir dersinizi bu önemli konuya ayırır mısınız?
İlmihâlin o bahsini açsa okusa, zor bir şey değil. Hani nerede olacağı bilinmeyen bir mesele değil. Evimizdeki ilmihâlde mutlaka bu bahis vardır. Hepsi vardır. Bazı ilmihâlde bulunmayan meseleler sorulabilir de, bu olan bir şey. Kadınlara ait hâller, kaç
çeşit maddesi var... Mesela ne yapar, ne yapamaz; onları hepsini anlatıyor. İhtilam olmayı anlatıyor, guslün şeklini anlatıyor.
Biraz kardeşlerimiz kitap okusunlar. Biz bu kitaplar okumaya, okumaya çok vebal altına gireceğiz. Hani hocalar dua eder ya;
“—Yâ Rabbi! Kur’an’ı bizden davacı etme.” Bu Kur’an-ı Kerim davacı olur mu?
Olur, insanın yakasına yapışır;
“—Yâ Rabbi! Ben bunun evinde durdum da açmadı, beni okumadı, benim içindeki ahkâma uymadı.” diye davacı olur.
Bu kitaplar da davacı olacak.
“—Onlar Kur’an-ı Kerim değil.” Olsun, din kitabı, ilmihâl kitabı. Onları da okumuyoruz.
Benim âcizâne en uygun zaman olarak gördüğüm kardeşlerim; akşam namazından sonra evinizde bütün ev halkını toplayın;
“—Akşamla yatsı arasında bir saat, iki saat ailemizin din saatidir, bu saati hiçbir şeye feda ettirmem. Hanım, bulaşık yıkamaksa sabah yıka, akşam yıka, yatsı yıka; şu anda gel! Çocuğum, ders çalışmaksa önce çalış, mektepten gelince çalış, ikindide çalış, sabah çalış, gece çalış; şu saatte gel.” deyip... Siz de akşam geleceksiniz, akşam yemeği için nasıl olsa kendi başına herkes toplanıyor mu?
Toplanıyor. O zaman ilmihâlden her gün bir bahis okumaya kendimizi alıştıralım. Dinî kitaplarımızdan birer bahis okumaya çalışalım.
Çok cahiliz! Biz bu camiye gelenler cahiliz, dışarıdakiler zır cahil! Çok berbat. Karikatür yapıyor, yazıyor gazetesinde; dinden imandan haberi yok.
Onun için muhterem kardeşlerim, kendimiz dinimizi öğrenelim, başkalarına da tatlı tatlı öğretelim.
ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي
هِيَ أَحْسَن (النحل:٥٢١)
(Üd’u ilâ sebîli rabbike bi’l-hikmeti ve’l-mev’izati’l-haseneti ve câdilhüm bi’lletî hiye ahsen) “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl, 16/125)
Kendin bileceksin ki, öğreteceksin. Biraz okuyalım, okuma itiyadımız olsun.
Allah cümlenize rızası yollarını göstersin… Dinde bilgili, fakih eylesin. Hepinizi ârif kimseler eylesin, güzel huylu, sevdiği kullar
eylesin. İki cihanda aziz olun.
e. Okunacak Kitaplar
1. Soru:
Bir müslümanın evinde ilk önce bulunması gereken dinî eserler hangileridir?
Güzel, anlayabileceği bir tefsir kitabı bulunması şart. Dilini anlayabileceği, mânasını takip edebileceği, akıcı bir dille yazılmış bir tefsir kitabı bulunması şart. Çünkü Allah’ın kelâmını öğrenmesi mecburî.
Ondan sonra Buhârî’nin şerhi olan şu 12 ciltlik, veyahut Riyâzu’s-Sàlihîn üç ciltlik, veyahut Bülûğu’l-Merâm, Selâmet Yolları dört ciltlik gibi, bizim fıkhî bahislerimizi de anlatan bir hadis kitabı bulunması uygun olur.
Bir ilmihal kitabı bulunması uygun olur. Mesela Fikri Yavuz’un açıklamalı ilmihâli, İslâm Fıkhı ve Hukuku diye bir kitabı var, bütün bahisleri ihtiva ediyor, güzel, biraz da anlaşılır bir dille yazılmış. Böyle bir eser olabilir. Ahmed Hamdi Aksekili’nin daha sade, basit yazılmış bir kitabı var, çok baskıları yapılmış. Bilgisi azsa ondan başlayabilir, ondan sonra ötekisini okur. Ondan sonra o Selâmet Yolları isimli kitaba geçer.
Bunları öğrenmesi lazım.
Sonra tasavvufu, ahlâkı öğreten kitaplardan bulunması uygun olur ki mânevî eğitimini sağlasın.
Ondan sonra artık ihtiyacına göre, merakına göre çeşit çeşit kitaplar bulundurabilir.
Bunlar itikadını öğrenebileceği, İslâm inançlarını öğreneceği bir güzel kitap... Meselâ, İslâm diye iki ciltlik bir eser var, Said Havva yazmış, oldukça güzel anlatmış, ben beğendim, ifadesi de güzel, İkbal Yayınları arasından. Ben onu arkadaşların anlayabileceğini sanıyorum. Onu okusunlar, öteki saydığım kitapları okusunlar.
2. Soru:
Hangi tefsir kitaplarını okumalıyız?
Elmalılı’nın tefsirini okuyun. Kendisi büyük bir alimdir. Tefsiri selâhiyetle yazılmış güzel bir tefsir kitabıdır.
Eğer Arapçası’ndan okuyabiliyorsanız Kurtûbî Tefsiri’ni tavsiye ederim. Çok geniş, çok metotlu, çok sağlam malzeme ihtivâ eden bir tefsirdir.
İbn Kesîr’in tefsirini tercüme ettiler ama çok ilaveler koymuşlar. Bazı yerleri sıkıcı... Almış jeoloji kitabından; âyet-i Kerimede arzdan bahsediyor diye jeoloji kitabının sekiz sayfa, on sayfa mâlumâtını yazmış. İbn Kesîr yazmadı ki bunu; sen İbn Kesîr Tefsiri’ni tercüme ediyorsun, ne diye bunu koyuyorsun? “Bak filanca yerde...” desin. Oraya bakması zahmet olmasın diye jeoloji kitabının, biyoloji kitabının malzemesini araya eklemiş. Tabii o zaman İbn Kesîr Tefsiri olmuyor, “İbn Kesîr Tefsiri’nden mülhem olarak yazdığımız bizim tefsirimiz” demek oluyor.
İbn Kesîr’in tefsiri hadislerle âyetleri izah eden, metot olarak hadisleri tefsirde kullanan güzel bir tefsirdir. Onun da açık seçik bir Türkçe ile yazılmış tercümesi var. O da bulunabilir, okunabilir.
3. Soru:
Hangi tefsir kitaplarını tavsiye edersiniz.
Çeşitli tefsir kitapları çıkmaya başladı, bazılarını beğeniyoruz. Gerçekten tefsir sahasında neşriyat zenginleşti, çok güzel bir şey. Bunların içinde tamamlanmış bir tefsir kitabı olarak İbn Kesir’in tefsiri var, hadislere dayalı, biraz da tercüme edenler
kendi bilgilerini ilave etmişler.
Sonra Said Havva’nın çeşitli kaynaklardan faydalanarak neşretmeye başladığı bir tefsir kitabı var, onu da gördüm, el-Esas fi-t-Tefsîr diye. Onun da üç cildini gördüm. Devamı çıkacak herhalde. O da güzel bir tefsir gibi geldi. İbn-i Kesîr’inki güzel.
Elmalılı Hocaefendi’nin tefsirini okuyup anlayabilirse, çok güzel.
Bazıları baskısı, bilgi verişi ve tercüme ediş tekniği bakımından güzel değil; başarısız. Teknik kusurları var. Mesela altı ciltlik tefsir var. Bir arkadaşın evinde gördüm, “Ben de alayım.” diye şöyle bildiğim bir kaç sayfayı karıştırdım, ne tertip var, ne noktalama güzel, ne de bilgiler güzel. Demek ki biraz çalakalem yapılmış. Bu soru o bakımdan güzeldi. İyi tefsirleri bulup onları okumak istemek arzusu güzel. Kitapevlerine gidip de oradaki itimat ettikleri kimselere de sorabilirler. Benim söyleyeceğim bunlar.
4. Soru:
Fıkıh ilmini öğrenmemiz için hangi kitapları tavsiye edersiniz?
Mülteka’l-ebhur’dan başlasın, kısa bir kitaptır; ondan sonra devam etsin.
4. Soru:
Hanım kardeşlerimiz ilmi çalışmalar yapmak için bir araya gelmişler. “Hangi kitapları okuyalım?” diye soruyorlar.
İbn-i Kesîr tefsirini bitirsinler, Kur’an-ı Kerim’i tam öğrenmiş olurlar. Sahîh-i Buhârî’yi şerhiyle beraber okusunlar, Diyanet neşretti. Bir dahaki hacca kadar bu malzeme size yeter. Daha fazla kitaba lüzum yok. Bir dahaki umreye kadar… Onları da okursanız alim olursunuz; “Şu mesele nasıldı ya, ben unuttum, sen yeni okudun.” diye biz size soru sormaya başlarız.
5. Soru:
Bize en uygun olan tefsir ve fıkıh kitabını tavsiye eder misiniz?
Tabii, çok kitaplar var... Benim çok beğendiklerimden bir tanesi merhum Said Havvâ’nın tefsiri... Çok güzel anlatmış, mekânı cennet olsun...
Fıkıh kitabı olarak, yeni kitaplar içinde Selâmet Yolları
(Bülûğu’l-Meram) güzel bir fıkıh kitabıdır. Fikri Yavuz Hocaefendi’nin Muamelâtlı İslâm Fıkhı ve Hukuku güzel bir fıkıh kitabıdır. Ömer Nasuhî Hocamız’ın kitabı güzel bir kitaptır. Artık bir tanesini seçersiniz.
Eski kitaplardan el-İhtiyâr çok seviliyor, okunuyor. Mültekâ el- Ebhûr vardır, Hidâye vardır... Daha başka kitaplar vardır. Kişilerin bilgi seviyesine göre çeşitli kitaplar tavsiye edilebilir.
6. Soru:
Tasavvuf hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Tasavvufu her şeyiyle gönlümüze sindirmek, öğrenmek ve yaşamak istiyoruz. Bize hangi kitapları okumamızı ve ne yapmamızı tavsiye edersiniz?
Risâle-i Kuşeyriyye’yi okuyun. İmam Kuşeyrî tasavvufta imamdır. İmam, ‘önder’ demek. Risâle-i Kuşeyriyye’yi okuyun, ondan sonra bir daha bizimle görüşün.
7. Soru: İlmî sahada az bir bilgiye sahip olan bir insan için temel olarak ne tür kitaplar okumasını tavsiye ederdiniz? Birkaç kitap ismi verebilir misiniz?
Bir, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Kur’an-ı Kerim
tefsirini Hak Dini Kur’an Dili kitabını bir okumalı.
Riyâzü’s-Sâlihîn’in şerhlerinden birini bitirmeli.
Buhârî’nin Tecrîdü’s-Sarîh’ini açıklamalarıyla bir bitirmeli.
Sübülü’s-Selâm, Selâmet Yolları isimli eseri bir bitirmeli. Dört ciltlik, Sönmez Yayınları’ndan.
Ondan sonra tasavvufî kitaplardan İhyâu Ulûm’u bitirmeli.
İmam Kuşeyrî’nin er-Risâle’sini bitirmeli. Onları bitirdikten sonra yine gelsin, yine sorsun.
f. Kadınlar ve İlim
1. Soru:
Fakültede bir hoca, İslâm’ın sadece erkeklerin ilim öğrenmesine müsaade ettiğini, kadınların bundan mahrum bırakıldığını; ilimle ilgili hadislerde kadın ibaresinin bulunmadığını söyledi. Ayrıca, İslâm tarihinde kadınların ilim öğrenmesini yasaklayan misaller olduğunu söyledi. Bu konuda ne dersiniz?
Yalan söylemiş, yanlış söylemiş; öyle değil! Peygamber Efendimiz SAS bir şerifinde buyurmuş ki:29
طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَمُسْلِمَةٍ
(Talebü’l-ilmi farîdatün alâ külli müslimin ve müslimetin) “İlim taleb etmek, kadın ve erkek bütün müslümanlara farzdır.”
Herkesin bildiği bir hadis-i şeriftir. Sonra Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde hem müennes, hem müzekker sîgali bazı emirler vardır.
Peygamber Efendimiz’in mübarek zevcesi Hazret-i Aişe Validemiz’den başlayarak en büyük alimler yetişegelmiştir. Hazret-i Aişe Validemiz bayağı alim ve fakih bir kimsedir. Kadın alimlerin en başta gelen misâlidir.
İslâm tarihinde kadın kadılar vardır. Kadın olduğu halde, fıkıhta fetva verecek kimseler vardır. Peygamber Efendimiz, kendi zevcelerine Kur’an-ı Kerim’i öğrettirmiştir.
Onun için, bu bilgi yanlıştır, eksiktir veya kasıtlıdır. İslâm, kadın erkek ayırımı yapmaksızın herkesin ilim öğrenmesini emrediyor, tavsiye ediyor. Hattâ ilmihal bilgileri, her müslümanın
29 İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.259, no:219; Ebü’d-Derdâ RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.131, no:28653.
mutlaka bilmesi gereken şeylerdir, farzdır. Onları bilmezse ibadetini yapamayacağı için, kadına da namaz kılmak gerektiğinden, kadına da zekât vermek gerektiğinden, kadınların da öğrenmesi lâzımdır.
Herhalde müsteşrikleri filân okuyorlar, yalan yanlış şeyler söylüyorlar. Veyahut İslâm’ı yarım biliyorlar. Yarım hoca insanı dinden eder ya, işte üniversite hocalarının bir kısmı böyle... Ben de üniversite hocasıyım, bir kısmı diyorum, hepsi demiyorum. Dini güzel öğrendikleri zaman, hadis-i şerifleri okudukları zaman; hadis kitaplarının indekslerine bakarlarsa görecekler, dedikleri doğru değildir, yanlıştır.
g. İslâmî İlimler
2. Soru:
“İlim Çin’de de olsa, gidip alınız!” diye bir hadis-i şerif var mı? Varsa, burada kasdedilen hangi ilimdir, açıklar mısınız?
Böyle bir hadis-i şerif var ve bu rivayet hakkında çeşitli görüşler var... Hadis alimleri bir takım araştırmalar yapmışlar ve rivâyet yönünden zayıf bulmuşlardır. Ama, mânâ yönünden öbür hadis-i şeriflerin gösterdiği ana istikamete uygundur. Yâni ilim nerede olursa olsun alınır. İlim bilmek demektir. Her şeyin bilgisi onun ilmidir.
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?
Bunlar da Yunus’un mısraları...
Her şeyin bir ilmi vardır. Marangozun ilmi, ağacı güzel işlemektir O bakımdan bu ibarede ilim sözü mutlak bilgi mânâsıyla değil, geniş mânâsıyla kullanılmıştır.
Bilgi nerede olursa olsun, insan o bilgiyi elde etmek için oraya
seyahat edebilir. Gayr-i müslim bir hocadan okuyabilir. Gayr-i müslim bir diyara gidip, oradan o bilgileri alabilir. İslâm fıkhının hükmü budur. Burdaki ilim bizim tebcîl ettiğimiz yüksek ilim mânâsına değildir, genel bilgi mânâsınadır.
İlimler ikiye ayrılır:
1. Alet ilimleri
2. Yüksek ilimler
Yüksek ilimler, İslâm ile ilgili ilimlerdir. Öteki ilimler, alet ilimleri; Arapça, Farsça, nahiv, edebiyat, belâğat, bedi’, beyan, tarih, coğrafya, fizik, kimya... vs. Bunlar da ilimdir. İslâm bunlara ilim değildir demiyor. Ama, ilimlerin taksimatında fazîlet dereceleri farklıdır. En yüksek ilim, konusu itibâriyle en şerefli olduğu için ma’rifetullah, Allah’ı bilme ilmidir. Ama, öteki ilimler de ilimdir.
h. Alimlerin Allah Korkusu
1. Soru:
Allah-u Teàlâ Hazretleri, Fâtır Sûresi, 28. ayette:
إِنَّمَا يَخْشَى اللهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ (فاطر:٨٢)
İnnemâ yahşa’llàhe min ibâdihi’l-ulemâ’) “Allah’tan ancak alim olan kulları korkarlar.” buyurmuş. Bunu açıklar mısınız?
İnsanın dünyayı tanıması, dini anlaması, ahireti anlaması, cenneti tanıması, cehennemi tanıması hep bilgiye dayandığından, herkesin ilme gayret etmesi gerekiyor. O bilgiler olmadan insanın kavrayışı eksik oluyor. Cenneti bilmiyor ki, rağbet etsin... Cehennemin şiddetini okumamış ki, durumun ne kadar kötü olduğunu bilsin ve ondan korksun... Dini konularda bilgisi zayıf; ayet bilmez, hadis bilmez. O zaman, (El-câhilü cesûrun) cahil cesur olduğu için, yalan yanlış işleri yapıyor. “Allah affeder!” diyor.
“Allah bu gibi durumlarda affetmez, cezâsı şöyle şiddetlidir. Bak, şu kavmi şöyle helâk etmiş, bu kavmi böyle helâk etmiş...” diyecek ki, korkması mümkün olsun. O bakımdan, Allah’tan ancak ilmi olanlar korkar.
2. Soru:
Evliyâullahın hepsi alim midir? Alim olan her kişi evliyâullah mıdır?
Evliyâullahın hepsi mektep medresede okumuş, mürekkep yalamış değildir. Kimisi Allah-u Teàlâ tarafından yine bilgilendirilmiştir ama, mektep yoluyla değil, Allah’ın özel lütuflarıyla yetişmiştir. Nitekim, Peygamber Efendimiz de hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
أَدَّبَنِي رَبِّي فَأَحْسَنَ تَأْدِيبِي
(Eddebenî rabbî feahsene te’dîbî) “Beni Rabbim terbiye eyledi ve çok güzel yaptı terbiyemi...” Hakîkaten, Peygamber Efendimiz üniversitede ve sâirede okumadı ama, en güzel şekilde Allah onu yetiştirdi.
Demek ki, netice itibariyle bilgili bir kimse yapar onu ama, bu ille mektepten diploma almak tarzında olmaz. Neticede arif olur, uyanık olur, bilgili olur, çoban da olsa... Çünkü, Allah bildirince bir çok şeyleri bilir.
Her alim evliyaullah olamaz! Kuru alim olur, zâhir alimi olur, zâhir ilmini bilir... Ezberi vardır, bilgisi vardır ama, ahlâkı, kalbi gönlü geridir. O bakımdan, evliyâullah olamaz. Bilginin çokluğu insanı evliyâ mertebesine yükseltmez. Kalbin temizliği ve sâfîliği, ibadetlerdeki ihlâsı ile insan yükselir. İhlâsı yoksa, olmaz!
Dünya için ilim öğrenmişse, mâneviyâtın bir koklamını koklayamaz. Allah rızâsı için ilim öğrenmişse, Allah alime evliyâlık yolunu da açar. Ama her alim evliya olamaz. Çoğu yanlış
yollara da sapıyor. Çünkü ilim bazı kimselere de kibir verir, mütekebbir olur. O zaman, Allah’ın hiç sevmediği bir insan olur. Tamamen sapık bir insan olur. Olmadık laflar söylemeğe başlar, iyice sapıtır.
i. Bilginin Kaynağı
1. Soru:
Tasavvufta bilginin kaynağı sezgiler midir? Kur’an ve sünnetle çatışır mı?
Bilginin kaynağı hakkında İmam-ı Gazâlî’nin İhyâ’sında güzel bilgi veriliyor; oradan okuyabilirsiniz.
Bilginin kaynaklarından bir tanesi keşif yoludur. Sezgi sözü bu mânâyı tam olarak ifade etmeye yetmiyor. İnsan bir şeyi seziyor. Şimdi ben dışarıda bir şey olacak gibi sezdim. Bu tasavvufî bir şey değil... At da meselâ, zelzele olacağını seziyor. Kuşlar da ormandan kaçıyor, yanardağ patlayacak filân diye seziyor. Bu tasavvufî bir sezgi değil...
Keşif ilmi, sezgiden başka bir şey... O Allah-u Teàlâ
Hazretleri’ne ermekten hâsıl olan bir müşâhede, başkasının görmediği şeyi gönül gözüyle görme meselesidir. Bunda Kur’an ve hadisle bir çatışma yoktur. Sırf sezgiye kalmış bir şey, Kur’an-ı Kerim’le de çatışır, her şeyle de çatışır.
Geçenlerde Denizli’den bir arkadaş anlattı bana... Orada birisi: “Allah’la konuştum. ‘Sabah namazını kılmayabilirsiniz!’ dedi bana...” diyormuş. Böyle bir sezginin, böyle bir ilhamın, böyle bir konuşmanın hakîkatle ilgisi yok...
Gerçekten bir kişinin gönül gözü açılmışsa, bazı şeyleri görüyor ve biliyor. Bunun böyle olduğuna ben şahidim. İnsan olacağı bile bilebiliyor yâni... Olabilir. Ama böyle bir insan, ancak Allah’ın sevgili kulu olduğu zaman, böyle bir makama eriyor. Allah’ın sevgili kulu da Allah’ın kelâmına, Rasûlüne ters düşmüyor. Böyle bir şey bahis konusu değil...
2. Soru:
Kafamıza takılan bir sorunun cevabını ilmihalde bulamazsak, nasıl davranmalıyız? Kendimiz kıyas yaparak karar verebilir miyiz?
Veremezsiniz! Çünkü, kendi reyiyle fetvâ vermek çok veballidir, çok günahtır ve çok da tehlikelidir. Müftülere sormak lâzım! Müftülerin takvâ ehli, bilgili olanlarına sormak lâzım!
j. Hafızayı Güçlendirmek
1. Soru:
Hiç bir şey bilmez oldum, hatırlayamıyorum. Benim için dua eder misiniz?
Bir insanın hafızasının zayıflamasının bir sebebi günahlardır, haramlardır. İnsan haramlara baktı mı, hafızası zayıflar. Belirgin vasfı budur. Harama bakmak hafızayı zayıflatır. O bakımdan haramlara bakmamak lâzım!
Haramlara bakmayan babayiğit var mı? Çok az! Televizyon seyrediyor musunuz? Ediyoruz. Tamam, yandınız. Çünkü, televizyonda şarkıcı var, televizyonda dansöz var, televizyonda film var... Televizyonda —affedersiniz— aile hayatının sahneleri var... Televizyonda her şey var... Evin içine her şey giriyor. Evin içi meyhane oluyor, evin içi umumhane oluyor... Evin içi kumarhane oluyor... Evin içi her şey oluyor.
Onun için insanın hafızası da gider, feyzi de gider... Allah saklasın, imanı da gidebilir. Allah bizi korusun... Vakit de telef olmasın diye, mümkünse eve sokmamak en iyisidir. Vakti kitap okuyarak geçirmek, gençleri hayırlı ilimli meşguliyetlerle meşgul etmek daha iyidir. Onu yapabilirse, kurtulur. Onu yapamadığı zaman, hafızam zayıf der, feyzim gelmiyor der, şu der, bu der...
2. Soru:
Unutkanlığın sebepleri nedir? Unutkanlığı önlemek için neler
yapmak lazım?
Unutkanlığın maddî sebepleri vardır, fizyolojik sebepleri vardır, mânevî sebepleri vardır. Bazıları diyorlar ki:
“—Protein bakımından az olan beslenmelerde zihin fonksiyonlarında eksiklikler oluyor.”
Doktorların bildiği şeyler. Ama ben onların da doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü bizim eskiler aylarca bir hurmayla geçinirlermiş. Yine de pırıl pırıl hafızaları, muazzam zekâları varmış. Bu işte biraz maddiyatın tesiri olsa bile durum büyük ölçüde mâneviyatla ilgilidir.
Bir insanın unutkanlığı, büyük ölçüde günahlardan dolayıdır, harama baktığından dolayıdır. Harama bakınca, günahı işleyince sevabı kaçar, günaha girer; bir de hafızası zayıflar. Risâle-i Kuşeyrî’de anlatıyor:
Evliyâullahtan birisiyle talebesi yolda gidiyorlarmış. Karşıdan boylu poslu bir delikanlı geliyormuş. Talebe, mürid şeyhine diyor ki: “—Hocam, üstadım! Allah şu delikanlıyı ne güzel yaratmış! Boylu poslu, yakışıklı, kaytan bıyıklı, hilal kaşlı, kırmızı yanaklı, efe, levent… Ne güzel yaratmış! Bunu bu kadar güzel yaratmış. Acaba bunu cehenneme atıp da cayır cayır yakar mı, kıyar mı?” Yakar yakar. Kıyar kıyar. Sormuş işte. Soruya da dikkat etmek lazım. Her şey de sorulmaz. Sözün de, sorunun da mâkul bir maksadı olması lazım. Tabi soru saçma. Yakar mı yakar. Allah yüz güzelliğine bakmaz, huy güzelliğine bakar. Günah işlemişse yakar, sevap işlemişse cennetine sokar. Besbelli bir kanun, aşikâr. Bunu herkes çocukluğundan beri bilir. Tabi Hocaefendi onun o sorusuna cevap vermemiş; abes, boş, cevabı belli bir soru. Yalnız şöyle dönmüş.
“—Sen onun yüzüne o kadar dikkatli baktın mı?” demiş.
“—Baktım.” deyince;
“—Sen bu işin âkıbetini görürsün.” demiş.
Eve gitmiş. Adamın hafızası uçmuş. Kur’an-ı Kerim’i tam
okuyamıyor. Ezberindeydi Kur’anı Kerim. Anlamış ki, birisinin yüzüne o kadar fazla dikkatli bakmaktan hafızasına zarar geldi.
Sonra bir şiir vardır. Birisi Vekil ibn-i Cerrâh isimli bir zâta;
“—Hafızam zayıf, unutuyorum.” diye yakınmış.
“—Vekil ibn-i Cerrâh’a, ‘Hafızam zayıf!” diye sordum. ‘Günahları terk et!’ diyerek bana ilacı, çareyi söyledi.” Şöyle izah etmişti:
“—İlim, irfan Allah’ın bir ikramıdır. Allah âsilere o ikramı vermez. Günah işleyince kesiliyor.” demiş.
İlim hafızayla olduğundan günah işleyince kesiliyor.
İmam Buhârî bir milyondan fazla hadîs-i şerifi ezbere biliyor.
Neden? E bakışını, ömrünü günaha harcamamış. Sevaplı yolda yürümüş. Günaha daldıkça harama baktıkça hafıza zayıflar.
Atladığımız hadîs-i şeriflerden birisi var:
“—Karı koca birbirinin avret yerine bakarsa, körlük ârız olur.
Açılması, soyunması doğru değil.” diyor.
Böyle sebepleri vardır. Mânevî bakımdan bu gibi şeyler edepsizlikler ve günahlar sebebiyle olur. Onun için büyüklerimiz;
“—Takvâya sarılırsa, lokmasına dikkat ederse, günahlardan gözünü, dilini, elini, midesini korursa hafızası kuvvetli olur.” demişler. Ben de naklettim.
k. Bir Mezhebe Uymak
1. Soru:
Mezhebi reddedenlerin durumu ve fıkhî hükmü nedir?
Mezhebleri reddeden de fıkıh ilmini bilmiyor demektir. Fıkıh mezheblerindeki ihtilâfı anlatan bir kitap var, güzel bir kitap... Onu okusun!
Mutlaka insanlar arasında fikir farkı olur. Beş kardeşin beşi bir olmaz, beş parmağın beşi bir olmadığı gibi... Onun için, ihtilâfların bir kısmı Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin anlaşılmasıyla ilgilidir. Bir kısmı hadis-i şeriflerin anlaşılması ve yorumuyla
ilgilidir. Bir kısmı başka prensiplerle ilgilidir. Bu kanaatler mezhebleri teşkil etmiştir. Bilimsel bir olaydır. Bunu reddeden cahilliğini isbat etmiş olur.
Mezhebi reddedince ne yapacak? Bir yola gidecek. O zaman kendisi bir mezheb kurmuş olur, yeni yol açmış olur. Tabii, ötekiler kadar alim olmadığından, hatâ eder. Allah islah eylesin...
2. Soru:
Şâfiî mezhebinden olan bir kişi Hanefî mezhebini uygulayabilir mi?
Mezhepler ehl-i sünnet mezhebleridir. Bir insan nasıl tutturmuşsa öyle gitmesi iyidir. Ama Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçer, bir oradan bir oradan… Olmaz. Zikzak çizmek olmaz! Bir mezhebi tutup tam gitmek lâzım. Çünkü her mezhebin bir sistemi vardır, o sistem bozulur.
İkisi de arabadır. Mercedes arabasının parçasına götürüp de BMW arabasına Volkswagen arabasına takamazsın ya! Hepsi gitmeye yarıyor; aldığın zaman uygun olmuyor, böyle kurnazlık tarzında yapmamalı. Müsaade ise zaten mezhep müsaadeyi
verir, bir zaruret olduğu zaman, fetva, müsaade çıkar, ona göre olabilir.
3. Soru:
Mezhepleri açıklar mısınız? Nasıl dört mezhebe ayrıldı?
Şimdi, Peygamber SAS Efendimiz’in zamanında insanlar dini konuları Peygamber Efendimize soruyorlardı, yapıyorlardı. Peygamber Efendimizden sonra, Sahabe-i kiram devrinde de aşağı, yukarı Peygamber Efendimiz’in sözleri hatırdaydı. Şöyle yapılır, böyle yapılır diye. Ondan sonra Tabiîn devri, Tebe-i tabiin devri…
Peygamber Efendimiz’in vefatından yıllar geçtikçe, uzaklaştıkça; hangisi doğru, hangisi yanlış? Nasıl yapılıyordu, nasıl yapılmıyordu? Bilgiler, rivayetler çoğalınca; her şeyin doğrusunu araştıran İslâm alimleri, İslâm bilginleri, fıkıh bilginleri aralarında görüş ayrılıkları çıktı.
“—Acaba, Peygamber Efendimiz Allahu ekber derken, namaza başlarken, şöyle mi kaldırıyordu elini, böyle mi yapıyordu? Elini böyle mi bağlıyordu, şöyle mi bağlıyordu? Bağlamayıp da sarkıtıyor muydu?” Tabii bunlarla ilgili çeşitli bilgiler gelmeğe başladı. Yani, Bazısı diyordu ki şöyle. Bazısı, hayır öyle değil böyle… Bunların incelenmesi, hadis-i şeriflerin incelenmesi, ayetlerin yorumlanması, yeni ortaya çıkan meseleler hakkındaki yeni görüşler dolayısıyla, fikirler çoğaldı... Böylece çeşitli fıkıh mezhepleri ortaya çıktı.
Bu, bilimsel bir olaydır. Yani, bir konuda bilimsel bir araştırma yapan alimlerin görüşlerinin farklılaşmasıdır. Yeni meseleler karşısındaki düşüncelerinin farklılaşmasıdır, normaldir. Yani, hangisine uysa insan; neticede bir alimin çalışması ve fikrinin sonucuna uyduğu için, doğru bir şey yapmış olur, sevap kazanır.
l. Arapça Öğrenmek
1. Soru:
Arapçayı merak ediyoruz, öğrenmek istiyoruz. Fakat cumartesi pazar günü hariç çok yoğun bir çalışma sistemimiz var. Bu şartlar altında Arapçayı nasıl öğrenebiliriz? Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?
Arapça konusunda benim çok hevesim var. Bana öyle geliyor ki, içimdeki hevesten neşemden dolayı, bir haftada otursam Arapça öğretirim gibi geliyor. Çok kolay.
Bizim hocamız var, Mahmud Bayram Hoca, şurada oturur. Belki namaza geliyor, belki şu anda yazlıkta olabilir. Ben liseyi bitirdim, edebiyat fakültesine gittim. Beni babamdan istemiş;
“—Onu çağır bana. Onlar dilbilgisi okudukları için dili kolay öğrenirler.” demiş.
İlk ders bir şeyler yazdırdı, ikinci ders cümle kurdurdu. İkinci ders Arapça cümleler kurduk. Ben de birkaç hafta sonra köydeki dedeme Arapça mektup yazdım. Kim bilir o mektup şimdi elime geçse, nasıl yazmışımdır Allàhu a’lem... Ama bir cesaret, bir heves... Olabilir.
Onun için, korkmayın. Cumartesi pazarları çalışmakla çok şeyler elde edilir. Keşke muntazam bir çalışma olabilse... Keşke burada bir esnafa, iş güç sahibi kimselere bir cumartesi pazar okulu açsak da bu dersleri versek. Zor değil, kolay...
2. Soru:
Bizim memleketlerde ana dil Arapça’dır. “Ana dilde bazı hocaların Arapçası fasih değil.” deniliyor. Bizim hocalar öyle diyorlar.
“Bizim iller” dediği bu kardeşimizin, Türkiye’nin içinde. Mesela Siirt olabilir, Mardin olabilir. Oranın Arapçası var. Oranın Arapçası hiç fasih değildir. Onlar hani beğenmiyorlar ya… Biz mesela üniversitede, Edebiyat Fakültesinde Arapça okuduk, Arap Dili ve Edebiyatı okuduk. Bizim Siirtli bir arkadaşımız vardı, iktisada gidiyordu. Dedi ki: “—Ne yapıyorsun?”
Ben Ebu’l-Ferec el-İsfehânî’nin Kitâbü’l-egânî’sini okuyordum.
“—İşte bu kitabı okuyorum.” dedim.
“—Yardımcı olayım. Benim anadilim Arapçadır.” dedi.
“—Olur, yardımcı ol!” dedim.
Ben paragrafı verdim, “Oku!” dedim.
“—Sen oku, ben sana tercüme edeyim.” dedi.
O çok edebî bir metin, ben onu okudum. Hiçbir şey anlamadı.
Onların Arapçası avam Arapçasıdır, âmmî Arapçasıdır; yeterli değildir. Medreselerde okuyan hocaları daha iyi Arapça öğreniyorlar. Mâlum, mesela Karadenizli Türkçe’yi biraz başka türlü konuşur veya göçmense Türkçe’yi biraz başka türlü konuşur. Bunlar olur. Biz anadilimiz Türkçe olduğu için, Arapça’yı sonradan öğrendiğimiz için, telaffuzlar veya kullanım eksiklikleri olabilir.
Mesela, sabahleyin Kanada’dan bir profesör geldi. Biz çat pat İngilizcemizle konuştuk. Laf arasında dedi ki; “Ben sizin İngilizcenizi çok mükemmel buldum, çok beğendim.” Benim de koltuklarım kabardı, sevindim. Ama biliyorum ki eksiklerim var, kelimelerim az. “Yok, telaffuzunuz güzel!” dedi.
Bu bakış açısına göre değişir. Elbette biz İngiliz gibi İngilizce konuşamayız, Arap gibi Arapça konuşamayız. Benim Suudi Arabistanlı bir asistanım vardı. Ben ona doktora yaptırdım. Arabistan’a gitti, hoca oldu. O derdi ki:
“—Hocam, biz Arapça kitap yazmış bir adamın kitabını elimize aldığımız zaman, daha ilk sayfasını açıp bir okuduk mu; bu adam Arap mı, yoksa Arap değil de Arapça bir eser mi yazmış, menşeini ‘şıp’ diye anlarız.” derdi.
Anlaşılır. Hakikaten ben de Türkçe bir eser yazmış bir insanı alayım veya birisini bana dinlettirsinler; bu Siirtli mi, Diyarbakırlı mı, “Vallah ki bilmem!” deyişinden Karadenizli mi, Rizeli mi, Aydınlı mı, Antalyalı mı, ‘şıp’ diye anlarım. Bu normal.
Ama Arapça’nın incelikleri, edebiyatının güzellikleri bakımından ben Arabistan’da hutbe okuyan insanların yanlışlarını çıkartabiliyorum. Yanlış olduğunu, yanlış cümle kullandığını düzeltebiliyorum. Tabii biz Arap diyarına gitmedik, oralarda tahsil görmedik, Arapça uygulamamız yok. Kitap Arapçasıdır. Okuyoruz. Bizimki öyle yazmak vesaire tarzında değildir. Ama böyle olabilir.
m. Geri Kalmamızın Sebebi
Soru:
Bizim en büyük dezavantajımız, bilim ve teknik bakımından hasımlarımızdan geri olmamız. Yarı aydınlar bunun sebebinin dinimiz olduğunu düşünüyor. Böyle olmadığını biliyorum fakat yine de bilim ve teknoloji konusunda yeterli olmadığımızı düşünüyorum.
Bizim gerilememize sebep olanlar, bizi şu anda İslâmî yönden tenkit edenlerdir, o zihniyettir. Bizim yürüyüşümüzü engelleyen, kalkınmamızı baltalayan, bütünlüğümüzü dağıtan; bizim kültürel değerlerimizi tahrip eden, bizim sosyal bünyemizi mikrop gibi içeriden kemiren bu insanlardır.
Biz bundan çok daha fazla dindarken, İstanbul’u almışız. Yâni din gericilik olsaydı, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u asla alamaması lâzım gelirdi. Din geriliğin sebebi olsaydı, İslâm dini zuhur ettikten kısa bir zaman sonra üç kıtaya yayılamaz; İslâm alimleri dünyanın en meşhur, en büyük şahsiyetleri olamaz; yazdıkları eserler Avrupa üniversitelerinde okunmaz ve üniversitelerine Avrupa’dan öğrenciler gelmezdi.
Eğer İslâm gericilik olsaydı, teknik bakımdan geri kalmak dinden dolayı olsaydı, Avrupalı krallar müslüman emirlere, “Ne
olur, benim evladımı üniversitenize kabul edin! Eti sizin, kemiği benim!” diye yalvarmazdı.
Teknik bakımdan geri kalmak dinsizlikten, moral bozukluğundan, kültürel dejenerasyondan olmuştur. Körü körüne Batı’yı taklit edenlerden olmuştur. Onların belâsını hâlâ çekiyoruz.
Beşinci kol gibi içeride çalışıp, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına sebep olanlar da onlardır. Hâlâ da muzırlıklarının radyasyonu bize zarar vermektedir. Onlar olmasaydı çok daha iyi olurdu.
Kur’an-ı Kerim’in üçüncü sayfasında Allah bu tipleri bize bildiriyor:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُوا فِي الأَْرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
)البقرة:١١(
(Ve izâ kîle lehüm lâ tüfsidû fi’l-ardi, kàlû innemâ nahnü muslihùn.) [Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler. (Bakara, 2/11)
İnsanların bir kısmı münafıklardır. “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkartmayın!’ dersiniz. Onlar, ‘Biz fesat çıkarmıyoruz; biz ıslah edicileriz.’ derler.” diyor.
O onların kuruntularıdır; işin aslı böyledir.
“—Dervişlik, miskinliktir. Dindarlık, gericiliktir.” Peki, tarihte niye öyle olmadı? Niye Şeyh Şamil Kafkasya’da Ruslar’a senelerce Azak denizi kadar kan döktürttü durdurttu? Niye İslâm alimlerinin kitapları Avrupa’da okundu?
Avrupa’nın Rönesansı ve Reformu müslümanların tesiriyledir, müslümanların bahşişidir. Avrupalılar’ın Amerika’yı bulması müslümanlardandır. Onların kılavuzları müslümanlardandı ve “Afrika’nın büyük bir İslâm imparatorunun çocuğu 200 gemi ile
deniz içindeki nehirlerden faydalanarak bir başka kıtaya gitmiştir.” diye, Amerika’yı müslümanların bulduğunu vesikalar söylüyor şimdi... Yani gitmiş ve geri gelmiş. 200 gemi gitmiş, üç gemi geri gelmiş. Ya telef oldu yollarda ya da gidenler orada kaldı.
Orta Amerika ve Güney Amerika’ya müslümanların Kolomb’dan çok önce geldiği; Kolomb’un da zaten “Müslüman gemiciler bir yerler buldu, oralarda bir şey var.” diye kraliçelerini öyle ikna ettiği, tarih kitaplarından biliniyor.
Yâni, Batı’nın her türlü gelişmesi İslâm sayesinde olmuştur. Ama bunu Batılılar bilir, bizim mutaassıp devrimbazlar bilmez!
Dr. Sigrid Hunke’nin Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi
diye bir kitabı vardır. Avrupa’nın nasıl geri bir durumda iken müslümanlardan feyz alıp, istifade edip rönesans ve reformu yaptığını orada görebilirsiniz.
n. Fıkhî Meseleler
1. Soru:
Fıkhî meseleleri öğrenmek için ne tavsiye edersiniz?
İnsanın ilmihâl kitaplarını okuması lazım. Sizler genç olduğunuz için, hayatın daha başlangıcında olduğunuz için, ilmihâl kitabını bahis bahis her gün okuyarak bitirmeniz lazım. Bir kere bitirdikten sonra bir daha başına geçip yine bitirmeniz lazım, yine bitirmeniz lazım, yine bitirmeniz lazım... Dinimizi öğrenmek için...
Dinin ahkâmını öğreneceksiniz. Her zaman birisine sorarak öğrenmek tarzında değil de, normal yollardan kendiniz bu bilgiyi elde etmeye çalışacaksınız. Hatta hoca olanlara gidip; “Bize fıkıh dersi verin, el-İhtiyar’ı okutun, falancayı okutun, filancayı okutun...” diye sorup bu dersleri takip etmek lazım.
Belki bizim de bunu yapmamız lazım. Tabii o zaman müşteri azalıyor. Fıkıh biraz zor bir ilimdir, onun için fıkhın bu kadar müşterisi olmaz. Belki fıkıh dersi vermemiz lazım. Çünkü fıkıh,
insanın ne yapması gerektiğini bildiriyor, önemli bir ilim. Hangi şeyin doğru olduğunu, hangi şeyin sevap günah olduğunu, dînen uygun veya uygunsuz olduğunu bildiriyor.
Bunu kendiniz telafi edeceksiniz. Velev burada haftada bir fıkıh dersi bile yapsak, bütün fıkıh derslerini anlatıncaya kadar ömür biter, fıkıh bitmez.
O halde ne yapacaksınız? Her akşam bahisler okuyup, bir fıkıh kitabı baştan sona bir devredilecek, hatim olacak; Kur’an-ı Kerim’in hatmi gibi bir daha olacak, bir daha olacak... Siz de meseleleri öğrenmiş olacaksınız. Meselâ, bir genç kız, “Ne zaman namaz kılabilir, ne zaman namaz kılmaz? Aybaşı halleri nedir?” bunu öğrenmesi lazım. Bu ayıp gibi oluyor, söylenmiyor. Vaizler de söylemiyor. Zaten vaizler söylese karşısında erkekler oluyor. Kadın vaize olması lazım, kadınlara konuşması, anlatması lazım. Veya yoksa bunları kitaplardan okuması lazım. Bu önemli.
Sonra evleniyorlar, çiftler, ne yapması gerektiğini bilmiyor; guslü bilmiyorlar, kelime-i şehadet getirmesini bilmiyorlar, hiçbir şeyden haberleri olmuyor. Bunlar bilgiyle telafi edilecek. Cahil oldu mu insan, mahvolur. O bakımdan, her gün fıkıh kitabından bir parça okumanızı tavsiye ederim.
“—Hangisini okuyalım?” diyecek olursanız;
Ahmed Hamdi Akseki’nin Kur’an kurslarında, İmam-Hatip okullarında okutulan harcıâlem bir kitabı var, hiç olmazsa ilk başta onu bir bitirin.
Sonra, rahmetli Fikri Yavuz’un Muamelâtlı İslâm Fıkhı kitabı, bütün fıkhı içine alır, şöyle bir okuyun! Ben senelerce önce, hatırlıyorum, yirmi sene önce, yeni çıktığı zaman, Almanya’da bir tıp doktoru kardeşimiz arkadaşlarıyla toplanıp o kitabı bahis bahis okuyup bitirmişlerdi. Siz belki ilahiyatçısınız, okumuyorsunuz, Türkiye’desiniz, İslâm ülkesinde okumuyorsunuz; o Almanya’da doktor, okuyor. Okuyan bilgili olur, okumayan cahil kalır.
Her şey de vaazla olmaz. Vaaz haftada bir çeşni olmuş oluyor, muhabbet olmuş oluyor. Ama İslâmî bilgileri metodik öğrenmek için biraz gayret sarf etmek lazım. Allah’ın rızası bu; buna sabredeceksiniz, bu da sevap, namaz kılmak gibi bu da önemli.
2. Soru:
Bir öğrencinin fıkıh ilmini tahsil etmesi için neler yapması lazım? Hangi kitapları tavsiye edersiniz?
En iyisi, iyi bir fıkıh hocası ile beraber kitapları okumaktır. Kendi kendine okuyacaksa biz Ni’met-i İslâm’ı neşrettik ki o güzel bir şerhtir, oldukça güzel bir kitaptır; onu okuyabilir.
Arapçası varsa, bir tarafta Arapça metni bir tarafta tercümesi olan fıkıh kitapları var; onları okuyabilir. Eğer genel bir bilgiyi süratle elde etmek istiyorsa Fikri Yavuz Hocaefendi’nin Muamelatlı İslâm Fıkıh ve Hukuku derli toplu, baştan sona anlatan, öz bir kitap olduğu için onu okuyabilir.
3. Soru:
Bir arkadaşım, “Sen bir hadis okuduğunda onunla amel edemezsin, tek başına ondan hüküm çıkaramazsın; fıkıh kitaplarına başvurman lâzım!” dedi. Bu konuda ne buyurursunuz?
Hadis-i şerifler dökümandır. Fıkıh, dökümanların değerlendirilmesidir, hükümdür. Birisi mahkemeye ibraz edilmiş çeşitli vesikadır; ötekisi mahkemenin îlâmıdır, kat’î hükmüdür.
Binâen aleyh, ola ki o hadis-i şerif mensuh ola... Yâni hükmü neshedilmiş ola... Peygamber Efendimiz bir ara buyurmuş ki: “Benden hadis yazmayın!” Neden? Kur’an’la karıştırırlar diye... “Yazmayın!” demiş; tamam, bir müddet yazmamışlar. Sonra demiş ki, “Yazmayın demiştim, şimdi yazabilirsiniz!” O zaman yazmışlar. Şimdi ilki okuyan, ikincisini duymamış bir insan sonucu bilmediği için şaşırabilir.
Sonra, Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ، فَزُورُوا الْقُبُورَ، فَإِنَّهَا تُزَهِّدُ فِي
الدُّنْيَا، وَتُذَكِّرُ الْخِرَةَ (ه. عن ابن مسعود)
RE. 344/5 (Küntü neheytüküm an ziyâretil-kubûri, fezûru’l- kubûr) “Ben sizi bir zamanlar kabirleri ziyaret etmeyin diye menetmiştim kabir ziyaretinden... Yasaklamıştım ziyareti... Artık şimdi gidebilirsiniz. (Feinnehâ tüzehhidü fi’d-dünyâ) Zira bu, insanı dünyada zâhid kılar, (ve tüzekkirü’l-âhireh) ve ahireti hatırlatır.” buyuruyor. Böyle şeyler olabilir.
Demek ki esas itibariyle fıkıh kat’î sonucu söylediği için, fıkhın ahkâmı doğru... Ama hadis kitaplarının yazarları da fıkhı bilen kimseler olarak hadis-i şerifleri izah ederek, bilgi vererek sunarlarsa, onlarla amel edilir. Meselâ, Diyânet’in yayınlamış olduğu Sahih-i Buhârî, açıklamaları olan güzel bir kitaptır.
o. Kelâm İlmi
Soru:
Kelâm ilminin konusu nedir? Kelâmî tasavvuf nedir? Ayrıca kelam ilminin Kur’an’daki ve sünnetteki yeri nedir?
Kelâm ilmi demek, “İslâm inancının savunulması ilmi” demektir. Yani Allah’ın birliği, Peygamber Efendimiz’in peygamberliği gibi itikadî konuların incelenmesi ve savunulması ilmidir.
İslâm yayıldıktan sonra çeşitli kültürlerle karşı karşıya gelince “Allah Kur’an-ı Kerim’de böyle buyuruyor. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor.” dediğin zaman karşındaki adam hıristiyan veya yahudi veya ateşperest veya Hintli veya Çinli veya Avrupalı; ona bir de mantıklı olarak bunu anlatmak gerekmiştir. “Bak iki tane ilâh olsa olmaz.” vesaire diye muhakeme yoluyla da, mantıkla, akılla onları kazanmak
gerekmiştir.
İlm-i kelâm budur. Yani, akaidin böyle mantık ve akıl yoluyla incelenmesi ve savunulması bilgisidir.
Kelâmî tasavvuf, tasavvufun bu mânada akılla, mantıkla hem kelâm konularının tasavvuf yönünden izahı hem tasavvuf konularının kelâm metoduyla açıklanması şeklidir.
Kelâm ilmi Kur’an-ı Kerim’de vardır. Meselâ Yâsîn Sûresi’nde kemiği eline almış da ufalamış, Peygamber Efendimiz’e gelmiş. “Söyle bakalım bu kemik ufalandıktan sonra bunu kim diriltebilir?” Buna benzer böyle kâfirlerin iddiaları... “Allah insanları öldükten sonra diriltmeyecek.” demeleri, inkârları, şirkleri Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmiştir. Onlara cevapları verilmiştir. Bu kelâm ilmidir.
Meselâ:
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا (الأنبياء:٢٢)
(Lev kâne fîhimâ âlihetün illa’llàhu) “Eğer bu yerde gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, (lefesedetâ) yer gök hercümerc olurdu, perişan olurdu.” (Enbiyâ, 21/22)
Herkes bir başka türlü laf söylerdi. “Ben tanrıyım, şu şöyle olsun!” derdi. Ötekisi de “Ben de tanrıyım, öyle olmasın, böyle olsun!” derdi. Karmakarış olurdu. “Demek ki birden fazla olması mümkün değil. Bu düzen ancak Allah’ın birliğiyle mümkün olur.” diye bir muhakemeyle iddia ediliyor. Yani kâfirin küfrü reddediliyor, cevabı veriliyor. Demek ki kelâm ilmi Kur’an-ı Kerim’de vardır, hadîs-i şeriflerde vardır. Zaten kelâm ilmi akaidi âyet, hadis, mantığı, muhakemeyi de ortaya koyarak savunan bir yoldur.
p. İbn-i Teymiyye
Soru:
İbn-i Teymiyye ile ilgili değişik yazılarla karşılaştım. Bilgili birisi olmadığım için farklı yorumları değerlendiremedim. Şu anda okumam gereken daha önemli acil konulardan olduğundan bu konuyu araştırmaya vakit ayırmak istemiyorum. İbn-i Teymiyye ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
İbn-i Teymiyye Hanbelî mezhebinden bir kimsedir. Çok okumuş, çok tenkitlerde bulunmuş, tenkitlerde isabet ettiği olmuş, hata ettiği olmuş. Her birimiz kendi mezhebimiz büyüklerini okursak, böyle ihtilaflarla uğraşmaktansa büyük alimlerin eserlerini okuyarak çalışmak daha iyi olur.
Geçen gün Şile’de Diyanet’in bir kitabı elime geçti, satın aldım. Muhammed Zâhid-i Kevserî diye bizim dergâhımıza bağlı Düzceli bir büyük alim var. Makàlât diye bir kitabı da Mısır’da neşredilmiş, üç parmak kalınlığında. Mısır alimleri, Ezher’in profesörleri hepsi kendisine hayran. Büyük alim. Onun eserini bizim fakülteden profesör iki kardeşimiz, onlar da benim talebemdi, neşretmişler, tercüme etmişler. Hoşuma gitti. Baktım, ne kadar büyük alimler imiş, ne kadar ince meseleleri incelemişler...
İnsan tabii Hicaz’a gidiyor, hac yapmaya gidiyor; Harem-i Şerif’te bakıyorsunuz İmâm-ı Âzam Efendimiz’e hücum ediyorlar veyahut İmam Mâturidî Hazretleri’ne hücum ediyorlar veyahut mezhep taassubu yapıyorlar. Bunlar doğru değil. Onlardan dolayı da birçok kimsenin gönlü böyle bulanıyor, kafası karışıyor;
“—Efendim şu şöyle mi, bu böyle mi?”
Ama bizim alimlerimiz gerçekten yedi-sekiz asır İslâm Alemi’nin en büyük kitlelerine çok büyük hizmetler vermişler ve çok eserler yazmışlardır. Onları bîtaraf olarak okuduğu zaman o iftira gibi tenkitlerin haksız olduğunu görüyoruz.
Mesela İmâm-ı Âzam’ın hadis bilmediğini, mezhebini hadise dayandırmadığını filan söylüyorlar; ama ispat ediliyor ki öyle değil. Şahane kitaplar yazılmış, Nasbu’r-râye gibi eserler yazılmış. İnsan onları okursa yersiz tenkitlerden kurtulur.
Bu gibi şeylerle uğraşmayın. Kendi mezhebimizin büyük eserlerini, herkesin kabul ettiği büyük alimlerin eserlerini okuyun. Meselâ, bu Nasbu’r-râye’yi yazan şahsı herkes çok methediyor, “Çok büyük alim.” diye. Onu okuyun! O zaman göreceksiniz ki Hanefî mezhebinde de bütün hükümler hadîs-i şeriflerden nasıl güzel çıkartılmış, nasıl takvâ esasına göre yapılmış, anlaşılacak.
r. İlâhiyatçılara Tavsiyeler
Soru:
İlâhiyat Fakültesi’nde okuyoruz. Birçok konuda o kadar tartışma var ki… Bizler sağlam, doğru fikre sahip olmak istiyoruz. Bunun için bize ne tavsiye edersiniz?
İlk başta, her zaman takvâyı tavsiye ederim. Takvâ ehli olun! Allah’tan korkun, tir tir titreyin! Ve günah işlemekten, yanlış söz söylemekten sakının. Birisini yanlış yere itham etmekten, eğriye doğru demekten, doğruya eğri demekten tir tir titreyin, takvâ ehli olun.
Ben İstanbul’da okudum. Ankara’da asistanlığı kazanıp da Ankara’ya giderken -—Allah razı olsun, Allah ömrünü uzun etsin, cennetlik eylesin—- babam bana:
“—Evladım, biz seni Ankara’ya ilim öğrenmeye, ‘Üniversiteye asistan oluyorsun.’ diye gönderiyoruz. Aman evladım, İslâm’dan taviz verme, dininden fedakârlık yapma, eğer üniversitede dinine bir tazyik, bir baskı olursa korkma evladım, bas istifanı, gel yanımıza, biz sana bakarız.” dedi.
“‘—Evlâdım, maaşsız kalacağım, aç kalacağım, açık kalacağım diye korkma! Şu maaş elden gitmesin, şu mevki makam kaybolmasın.’ diye dininden fedakârlık yapma.” dedi.
Bu çok önemli. Kim ne derse desin kınayanın kınamasından korkmayın, hakkı söylemek çok mühim muhterem kardeşlerim! Allah razı olsun, babam bana öyle dedi.
Bir de; her sabah fakülteye giderken on defa:
رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً،
إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ (آل عمران:٨)
(Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh, inneke ente’l-vehhâb) âyetini okumamı söyledi.
Bunun mânâsı:
(Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ) “Yâ Rabbi, kalbimizi saptırma; (ba’de iz hedeytenâ) hidayete erdikten sonra… (Ve heb lenâ min ledünke rahmeh) Bize fazl u kereminden rahmetini ihsan eyle… (İnneke ente’l-vehhâb) Biliyorum ki ya Rabbi, şekkim şüphem yok ki sen Vehhâb’sın, lütfedicisin, bahşedicisin!” (Âl-i İmran, 3/8)
“Böyle dua et. Bu ayeti 10 defa oku, öyle git.” dedi.
İnsan şaşırabilir. Aklına mağrur olur, nefsine güvenirse
Allah’ın istemediği işleri yaparsa edebi terk ederse Allah onu şaşırtır.
Neden? Hidayeti veren de, sapıtan da Allah’tır. Dalâlet te, hidayet te Allah’tandır. Edepsiz olursun, sapıtırsın. Seni edepsiz seni; “Hadi bakalım ne halin varsa gör.” der. Onun için takvâyı tavsiye ediyorum, bu duayı okumanızı tavsiye ediyorum. Elinizi vicdanınıza koyun; tabi her şeyin doğrusunu öğrenmek için de, en büyük alime gidip sormak lazım. Birden karar vermemek lazım. Hâkim iki tarafı dinler, delilleri bulur, değerlendirir; kararı öyle verir. Hâkimlik zor bir meslektir. Hâkimler kıyamet gününde:
“—Keşke hayatta iken hiç hâkimlik yapmasaydık.” diye pişman olacaklar.
Neden? Adaleti temin etmek zor olduğundan, hâkimlik mesleği zor olduğundan. Tabii ilimde de gerçeği bulmak zordur. Çok dikkat etmek lâzım.
s. Hocamızın Emekliliği
Bir kardeşimiz benim özel işimle ilgilenmiş, esef etmiş:
“—Niçin genç yaşta emekli oldunuz? Hocalık da daha yararlı değil miydiniz?” diye soruyor.
Ben üniversitede çalıştığım zaman, iki yüz tane talebeye ders veriyordum. Ama şimdi haftanın her günü bir başka şehre gidiyorum. Orada üç bin kişiye, beş bin kişiye ders veriyorum. Dört tane dergi çıkartıyorum. İnşaallah devam eder, daha da artar. Onları pek çok kimse okuyor. Kitaplar çıkıyor. Başka çalışmalar oluyor. Yani serbest olmak mecburiyetindeydim.
Yurt dışına gittim. İşçi kardeşlerimiz Almanya’dan çağırıyorlar. Avustralya’dan çağırıyorlar. Üniversitedeyken gidilmiyor. Hacca gideceksin, gidemiyorsun. Yurt dışında hizmet yapacaksın, her yerden çağırıyorlar, oralara gitme imkânımız oluyor.
O bakımdan emekli oldum. Çok memnunum. Hürriyetimi elde
ettim. Rahat rahat daha güzel hizmet ediyorum. Zaman zaman radyodan, televizyondan yayınlar da olabilir. O bakımdan hürriyetimi elde ettim, iyi oldu.
t. Sadaka Rasûlü’llah…
Soru:
Bir hadis-i şerifi okuyunca, “Sadaka rasûlü’llah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.” diyoruz. Bunun anlamını söyler misiniz?
(Sadaka rasûlü’llah) “Rasûlüllah doğru söylemiştir.” demek.
(Fî mâ kàl, ev kemâ kàl) “Bu hadis-i şerifi Peygamber Efendimiz ya böyle söyledi, ya da bunun gibi söyledi.” demek.
Kur’an okuduğumuz zaman, (Sadaka’llàhu’l-azîm) “Allah doğru söylemiştir.” diyoruz. Rasûlüllah’ın hadisini okuduğumuz zaman, (Sadaka rasûlü’llah) “Rasûlüllah doğru söylemiştir.” diyoruz.
Ama ya râvi, rivayet eden Peygamber Efendimiz’in sözünü tam
söyleyememişse? Hani râviler, rivayet edenler bazen tereddüt ediyorlar ya... “Rasûlullah’tan duymuştum ama şöyle miydi, böyle miydi, tereddüt ettim.” diyebiliyorlar. Onun için deniliyor ki:
(Fî mâ kàl, ev kemâ kàl) “Bu hadis-i şerifi Rasulüllah
Efendimiz ya böyle söyledi, ya da bunun gibi söyledi.” demek. Yâni, “Söylediğimin ya tam aynısı, ya da bunun gibi.” denmiş oluyor.
Yani râvinin hatasını düşünerek, rivayette eksiklik, kusur olabilir diye, (ev kemâ kàl) diyoruz. Rasûlüllah’ın söylediği kesin olsa, (ev kemâ kàl) demeye lüzum yok.
u. Dünya ve Ahiret Dengesi
Soru:
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız.” şeklinde bir hadîs-i şerif var mıdır?
Evet vardır. Çeşitli kaynaklardan bir kaç rivayet hatırımdadır: Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:30
اِحْرِزْ لِدُنْيَاكَ كَأَنَّكَ تَعِيشُ أَبَدًا، وَاعْ مَلْ لْخِرَتِكَ كَأَنَّكَ تَمُوتُ غَدًا (الحارس في مسنده عن عبد الله بن عمرو)
1. (İhriz li-dünyâke keenneke taîşü ebeden) [Ebedî olarak yaşayacakmışın gibi dünyan için çalış, elde et! (Va’mel li-âhiretike keenneke temûtü gaden) Yarın ölecekmişin gibi de ahiretin için çalış, amel et!]
İkinci hadis-i şerif... Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:31
30 Haris, Müsned, c.II, s.983, no:1093; Abdullah ibn-i Amr RA’dan. 31 Hatîb-i Bağdâdî, Tarih-i Bağdad, c.IV, s.221, no:1918: Deylemi, Müsnedü’l- Firdevs, c.III, s.409, no:5249; İbn-i Asakir, Târih-i Dimaşk, c.LXV, s.197¸Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c. III, s.238, no:6336; Keşfü’l-Hafa, c.II, s.169, no:2139; Câmiü’l-Ehàdis, c.XII, s.402, no:12182.
خَيْرُكُمْ مَنْ لَمْ يَتْرُكْ آخِرَتَهُ لِدُنْياهُ، وَلاَ دُنْياهُ لْخِرَتِهِ؛ ولَمْ يَكُنْ
كَلاّ عَلَى النَّاسِ (خط. عن أنس)
2. (Hayruküm men lem yetrük âhiretehû li-dünyâhu, ve lâ dünyâhu li-âhiretihî, ve lem yekün kellâ ale’n-nâs) [Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.]
Üçüncü hadis-i şerif… Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:32
اَصْلِحُوا دُنْيَ اكُمْ، وَاعْمَلُوا لِْخِرَتِكُ مْ كَأَنَّكُمْ تَمُوتُونَ غَدًا (الديلمي عن أنس)
3. (Aslihù dünyâküm) “Dünyanızı ıslah ediniz, ( va’melû li- âhiretiküm, keenneküm temûtûne gaden) ahiret için de hazırlanın; (keenneküm temûtûne gaden) sanki yarın ölecekmiş gibi…”
32 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.416, no:717; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.101, no:334; Ebû Hüreyre RA’dan. Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.473, no:3568.