14. RÂMÛZÜ’L-EHÂDÎS

15. BİD’AT / SÜNNET



a. Bid’at Nasıl Anlaşılır?


1. Soru:

Bir bid’atin bid’at olduğunu biz nereden anlayacağız?


Bu ilim işidir, herkes anlayamaz. Karşına getirilen renkli parçanın cam mı, elmas mı olduğunu sen anlayabilir misin? Bir paranın kalp mı, hakîkî para mı olduğunu sen anlayabilir misin? Anlayamazsın. Her şeyin bir mütehassısı vardır, her işin mütehassısı vardır. Bid’ati anlamak için sünneti bilmek lâzım, dini bilmek lâzım, dinde fakîh olmak lâzım!

Onun için müslümanların en kıymetli varlıkları alimlerdir. Hayrı şerri bilmez yanlış insanlara tabi olsalar, yanlış yollara götürürler. Onun için, bir alime sorulur; şu şöyle midir, böyle midir diye... Fakat, mümkün olduğu kadar da hadis-i şerifler okunur. İşte fetvâ kitapları var, muhtelif hocaefendilerin çıkarttığı... Meselâ, Günümüzün Meselelerine Fetvâlar diye Halil Gönenç Hocaefendi’nin, sevdiğimiz hoca kardeşimizin kitapları var; üç cilt çıktı. Merak edip bu meseleleri tâkip etmek lâzım, yazıp çizmek lâzım!


2. Soru:

Bid’atleri hasene ve seyyie diye ikiye ayırmak doğru mudur?


Evet, bazı kitaplarda, bazı büyüklerimiz böyle ayırım yapmışlar. Peygamber Efendimiz’in zamanında olmayan bazı şeyler var ki, dinin icabı olarak düşünülmüş, alimlerimiz karar vermiş, yapmıştır. Evet bid’at gibi bir şey, yeniden çıkmış bir şey ama, o dinin gereği olarak yapıldığı için hasene olarak adlandırılmıştır. Böyle bir taksim kitaplarda vardır. Aslında ona bid’at denilmese, istihsan filân gibi başka isim verilse daha iyi olur.

388

3. Soru:

Hocam bid’at-ı hasene olunca dinen sakıncası var mı? Kabul olunur mu?


Bid’at-ı hasenenin böyle adlandırılması doğru değildir. Yani bid’at-ı hasene değil ki o da bid’at sanılıyor. Halbuki buna başka mezheplerde istihsan deniliyor. Yani Malikî mezhebindeki adı başkadır. Mesâlih-i mürsele deniliyor. Binâen aleyh o isimle anılırsa daha iyi olur.

Yani nedir? Müslümanların yaşamı dolayısıyla yapmaları gereken bir şey ortaya çıktığı zaman bir tedbir düşünüp maslahata uygun bir şeyi yapalım demek.

Mesela Hz. Ömer zamanında bakmışlar ki herkes bir köşede teravih kılıyor; kimisi sekiz kılıyor, kimisi 20 kılıyor, kimisi 33 kılıyor filan, Hz. Ömer Efendimiz demiş ki:

“—Böyle karışıklık olmasın, imamın arkasında beraberce kılalım!” Bu bir tedbirdir yani maslahatın güzel olması, yürümesi için düşünülmüş tedbirdir. Kitaplarda bid’at-ı hasene kelimesi de kullanılıyor ama bunu bid’at diye söylememek daha iyi. Mesâlih-i mürsele demek, istihzan demek, öteki mezheplerdeki ismiyle kullanmak karışıklık olmaması bakımından daha iyi.


Mesela bakmış ki, Ümmet-i Muhammed cumaya geç geliyor, e ne oluyor? Hutbe okunmuş oluyor, dinlenmemiş oluyor. Önceden bir ezan okutturuyormuş, herkes ezan okunduğunu duyunca geliyor camiye, toplanıyor sünnetlerini kılıyorlar, ondan sonra asıl ezanı içeride okuyor.

Cuma günü okunan asıl ezan hangisidir? İçerideki ezandır, ötekisi toplamak içindir, asıl ezan içeride okunuyor. Hutbeyi o zaman bütün cemaat dinlemiş oluyor. Bu bir maslahattır yani işin güzel olması için düşünülmüş tedbirdir. Bunlara bid’at denmiyor başka fıkhî ismi var.

Tabii bunların yani bir hikmete mebnî konulması dolayısıyla

389

ümmetin karar verdiği, alimlerin karar verdiği bir şey olduğu için dini bozucu şeyler olarak görmemek lazım.


Şimdi biz mesela mikrofon kullanıyoruz, Kâbe’de de kullanılıyor. Medine-i Münevvere’de, Mescid-i Nebevî’de de kullanılıyor. E bu Peygamber Efendimiz’in zamanında yoktu, bu bid’at mıdır? Değildir. İmamın sesini, cami çok büyüdüğü, cemaat çok kalabalıklaştığı için ta arkalara kadar duyulması için alınan bir tedbirdir, bir maslahattır, bu bir işe yarıyor, binâen aleyh buna bid’at denmez.

Buna bid’at deyip bunu kullanmayanlar var?

O zaman sen cemaatini kaşık kadar, yani sesinin ulaştığı yere kadar tutuyorsun. Olmaz, yani bunun bir mahzuru yok, bu gerekli bir şey.


b. Nazardan Korunmak


Soru:

Nazara karşı geleneksel olarak kurşun dökmek, muska yazmak gibi şeyler yapılıyor. Bu işleri yapanlara inanmanın hükmü nedir?


Duanın, dualı çörek otu taşımanın hadis-i şeriflerde önemi anlatılmış. Kurşunu duymadım, okumadım. Kurşun dökmenin bir aslı olduğunu sanmıyorum. Ama dualar etmek olabilir. Kul huva’llah, Kul eùzü bi-rabbi’l-felak ve Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs sureleri okunabilir. Bu sûreler böyle her çeşit şeytanlardan, cinlerden gelecek mânevî musibetlere, şerlere karşı koruyucudur. Bunları okursunuz, Allah’ın lütfuyla korunursunuz.


c. Mermerden Mezar Yapmak


Soru:

Mezarlar üzerine mermer gibi maddelerden kasalar vs. yapılıyor; doğru mudur?

390

Doğru değildir. Peygamber Efendimiz SAS, mezarlıkların sade olmasını tavsiye etmiştir. İsraftır, yazıktır. Öbür tarafta müslümanlar açıkta kalıyor, açlıktan ölüyor; burada ev parasından fazla para veriliyor mezara... Yazıktır.


d. Saati Sağ Kola Takmak


Soru:

Saati sağ kola mı, sol kola mı takalım?


Hocamız sağ kola takılmasını severdi. Mehmed Zahid Hocamız şöyle bir hatırasını anlatmıştı:

Suud’a gitmiş. Oradaki talebelerle konuşmalar yapıyormuş. Bakmış ki onlar saati sağ kollarına takıyorlar.

“—Niye sağ kolunuza takıyorsunuz?” demiş.

“—Efendim sağ kol daha şerefli olduğundan takıyoruz.” demişler.

Şuurları Hocamız’ın hoşuna gitmiş. “Aferin, bak öyle bir şuura sahipler, her şeyi ölçüp biçip öyle yapmaya çalışıyorlar.” diye böyle söylemişti.


Kendi seviyor. Fakat sağ eliyle çalışan insanın saati bozulur. Demirci mesela tak tak tak vurdukça o sarsıntıdan saat bozulur. Sağ el fazla faaliyet gösterdiği için çarpma vesaire fazla olabilir. Ondan saatlerin esas yapılışı da sol kola göre yapılmıştır. Saat hassas bir âlet olduğundan, çok çalışan kola değil de sola takılır.] Kurmaları filan dikkat edilirse sol kola göredir.

Sağ kola taksanız, kurması buradan biçimsiz olacak gibidir. Ben de onun için yapılışına uygun olarak, biraz da sağ kolu fazla kullandığım için, sol tarafa takıyorum. Bunlar mühim değildir, ictihat meselesidir. İyi bir kanaatle öyle de yapabilir bir insan, iyi bir kanaatle şöyle de yapabilir, “Benim durumum şudur, şöyle yaparım.” da diyebilir. Tabii farzda, sünnette, Allah’ın emrinin olduğu yerde değil de bu gibi serbest konularda...

391

e. Cenazeden Sonra Yemek Vermek


Soru:

Bir ölünün arkasından cemaate yemek vermek var mı?


Bu yapılmayacak bir şey değil, ölüye hayır olsun diye yapılabilir ama, “Hele hele vefat eden kimsenin o vefat ettiği günde, asıl cenâze evine yemek getirmek lâzım!” demişti Mehmed Zâhid Hocamız Rahmetullahi aleyh...

“Adamların felekleri şaşmış kalabalıktan... Cenâze çıkmış, yemek yapacak halleri kalmamış; bir de ona ziyafet yüklemek yerine, sen yemek getir! ‘Siz bugün çok üzüntülüsünüz, bir tencere getiriverdim.’ de, daha iyi olur.” dediğini hatırlıyorum, böyle ikaz etmişti.

Ama hayır olsun, ölünün ruhu şad olsun filân diye, “Paramız var, hizmetçimiz var... Dayıyoruz parayı, yaptırtıyoruz yemeği... Dağıtıyoruz tatlıyı, helvayı...” deniliyorsa; olabilir.


f. Gümüş Yüzük Kullanmak


Soru:

Gümüş yüzüğün sünnet olup olmadığını öğrenebilir miyim? Kardeşlerimizden bid’at olduğunu işittim.


Hayır, bid’at değildir! Peygamber Efendimiz yüzük kullanmıştır. Kullandığı zaman da olmuştur, kullanmadığı zaman da olmuştur. Yüzük kullanmak câizdir, altın olmamak şartıyla... Ümmet-i Muhammed’in erkeklerine altın zînet eşyası ve altın yüzük kullanmak haramdır. Gümüş yüzük kullanabilir, mahzuru yoktur.


g. Unun Elenmesi


Soru:

Bir dergide okudum: Buhàrî’de mevcut olan iki hadise göre,

392

Peygamber Efendimiz elenmiş undan yapılmış ekmek yememiş. İhyâ’da da, “Ümmetimin en kötüleri, buğdayın özünü yiyenlerdir.” dediği görülüyor. Şir’atü’l-İslâm adlı eserde de, İslâmiyet’te ilk bid’atlerden birinin unu elekten geçirmek olduğu ifade ediliyor. Aynı eserde satmak için değil de, ev için yapılan ekmeklerde buğday ile arpanın karıştırılmasında bereket olduğu naklediliyor. Sünnete uymak için arpa ve buğdayın dolap veya hayvanlar yardımıyla değil de, bizzat el ile öğütülmesi gerektiği dile getiriliyor. Bu konuyu açıklar mısınız?


Şunu söyleyeyim ki, İslâm tevâzuu emrediyor. Giyimde, yemede itidali tavsiye ediyor. Peygamber Efendimiz’in hareket tarzı da öyle... Bu işlerde lükse, şatafata kaçmamayı tavsiye ediyor. O bakımdan, o zamana göre unun elenmesi lüks bir şey olması dolayısıyla —yâni elenmeyince kaba saba oluyor, elenince güzel bir has ekmek oluyor— böyle buyrulmuş.

Bu meselelerde Peygamber Efendimiz’in doğrudan doğruya söylediği şeyi, tavsiye ettiği şekilde yapmağa çalışmak, en iyisidir. Çünkü, bazı şeylerin hikmetini biz anlayabiliriz, bazılarını anlayamayız. Meselâ; şimdi çok iyi anlıyoruz ki, aslında buğdayın ununu eleyenler, buğdayın kıymetli kısmını elekte bırakıyorlar, kıymetsiz kısmını yiyorlar. İşin aslı öyle... B vitamini, diğer

vitaminler, kıymetli besleyici şeyler kepeğinin içinde...

Peygamber Efendimiz’in yaptığı şey daha güzel... Elbette, müslümanlar mânâsını anlasa da anlamasa da, tam Peygamber Efendimiz’in yaptığı şekilde hareket ederlerse uygun olur.


Yalnız bugün, bu işler fabrikasyon hale gelmiştir. Çok kimse ekmek yapmıyor. Halkın %95’i gidip fırından alıyor ekmeği ve bu işle meşgul olmuyor. Fırınlar da eliyorlar, elemiyorlar, şöyle oluyor, böyle oluyor... Bu mesele şimdi, bir lüks meselesi olmaktan ayrı bir mesele haline gelmiştir. Lüks meselesi değildir. Belki öteki türlü hareket etmek, bir başka külfet durumuna gelecektir. Halka kolaylaşmış olan bir şeyi tekrar yokuşa sürmek, zora götürmek, fıkhın kaidelerine aykırıdır. Doğru bir şey değildir.

393

Millet ekmeğini alsın fırından... Afiyetle yesin, Allah’a şükretsin; öbür ibadetlerine, taatlerine koşsun! Ama kendisi ekmek yapma durumunda olan kimseler varsa; köyde oturup, kasabada oturup bu imkâna sahip olan, zâten böyle yapmakta olan kimseler varsa; onlara da tavsiyemiz, kepeğini ayırmasınlar!

Çünkü hem sünnete uygundur, oradan kârları var; hem de vitaminler bakımından, besleyicilik bakımından daha iyidir, oradan kârları var...


h. Camide Hoparlör Kullanmak


1. Soru:

“Hoparlör ile ezan okumak, konuşma yapmak bid’attir.” deniliyor; bu doğru mudur?


Hoparlör ile ezan okumak ve konuşmak bid’at değildir. Bunun bir mahzuru yoktur. Bu faydalı bir cihazdır ve vaazın, ayetin, hadisin, nasihatın daha fazla insanlara duyurulmasına vasıtadır, vesilesidir.

Hayra vesile olan, hayra delâlet eden de hayrı işleyen gibidir. İnsan camide namaz için beklediği müddetçe bile namazda sayılıyor. Neden? Namaz için bekliyor... Kâbe yoluna çıksa bir insan; kapısından çıktıktan sonra caddede kazaya uğrasa, ölse; hac yolunda ölmüş oluyor, şehid oluyor. Daha Kâbe’yi görmedi? Görmedi ama yolunda...

Onun için hayra vesile olan şeyler, sevaptır. Bu hoparlör olsun, bu teyp olsun, bu bant olsun, vs. olsun; bunlar hayra vesile olan şeylerdir. Meselâ, geniş bir kalabalık... Diyelim ki Harem-i Şerif, Mekke-i Mükerreme... Hoparlör olmasa ne yapacağız? Çok zor olur. İmama uyup namaz kılmak çok zor olur. Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de imam önüne güzel mikrofonları koyuyor, okuyor; her yerden gümbür gümbür duyuluyor, namazı kılıyoruz.

Bunlar alet edevattır. Alet ve edevat Peygamber Efendimiz tarafından kullanılmıştır. Yemek yeme hususunda, bir şey

394

kesmek hususunda o zamanlar da kullanılmıştır. Aletlerin bir zararı yoktur. Bunu duyuyorum hayret ediyorum. Hoparlörle ezan okumak bid’at değildir; ses daha uzaklara gider. Hoparlörle konuşmak bid’at değildir; herkes uzaklardan duyar.


Büyük mürşid hocalarımız, evliyâullah büyüklerimiz bizden önce bu mikrofonlardan konuştular. Camilerde namaz kılındı. Türkiye’nin her camisinde aşağı yukarı bu mikrofon vardır. Her yerde okunuyor. Bu insanların hepsinin ayağını bir papuca sokarsan, hangi mesnede dayanarak soktun? Böyle saçmalık olmaz! Ama teybe alsan, teypten ezan okutsan olur mu? O zaman olmaz. O iş başka, bu iş başka... Müezzin kendisi camiye geliyor, mikrofonu eline alıyor, okuyor, her taraftan duyuluyor. Sabahleyin kalkıyoruz; Fatih camiinde bir ezan okunuyor, bütün İstanbul’un üstünde bir mübarek hava... İnsan yatağından kalkıyor, mest ü hayran dinliyor. Hoparlör olmazsa hiç bir yerden duyulmaz! Minarenin dibinden bile duyulmaz.

Onun için bu iş böylece bilinsin, yanlış fikirlere itibar edilmesin.


2. Soru:

Hocam bazı kimseler mikrofon kullanmıyorlar ve hatalı olduğunu söylüyorlar ve İslâm’da kullanmanın yasak olduğunu söylüyorlar. Bu konudaki hüküm nedir?


Mikrofon olmasa benim arkadaki kardeşlerim benim sesimi nereden duyacak? Şu karşı köşedeki insana bile ben sesimi duyuramam; ben âciz nâçiz bir insanım. Bu bir alettir, bu kullanılır. Niye kullanılmasın, ne mahzuru var?

Bu sözü söyleyende hata var ama nasıl bir hata?

Bilmiyorum da, şöyle bir hata olabilir: İmam burada namaza duruyor. Buna kim uyabilir? Şu camidekiler uyabilir, caminin şurasında veya burasında veya yanında cami hükmünde olan yerde uyabilir.

Karşı apartman uyabilir mi bu imama? Mikrofon çekti, benim

395

bu konuşmalarımı da dinliyor karşıdaki daireden, imama da uyabilir mi?

Mikrofonla iktida olmaz. Çünkü arada yol var, orası cami değil. O zaman imama uyma olmaz.

Belki böyle bir şey söylenmiştir yanında, o cahil bilmiyordur, yoksa bu mikrofon niye kullanılmasın? Bak, sesi ne güzel duyuruyor, ilim öğreniliyor, istifade oluyor, sonunda hayır oluyor.

Mikrofonu bu mânada, şu şekilde kullanmakta hiçbir şekilde mahzur yoktur. Ama mikrofonla ayrı mekânlarda bir imama uymak gibi bir şey câiz olmaz. Başka yerde her zaman kullanılır. Bunu böylece bilsin.


i. Müezzinin Tesbih Çektirmesi


Soru:

Müezzinin komutuyla tesbih çekmek bid’at midir?


Müezzinin komutuyla tesbih çekmekte bir mahzur yoktur. Bu tesbihlerin çekilmesi hadis-i şerifte bildirilmiştir; “Her kimse ki,

namazın arkasından, “33 Sübhâna’llah, 33 El-hamdü li’llâh, 33 Allàhu ekber” derse, şöyle şöyle sevaplara nail olur.” diye... “Lâ ilâhe illa’llàhu vahdehû lâ şerîke leh...” de sonuna eklenecek.

O hadis-i şerifte bildirildiği için, müezzin onu hatırlatmış oluyor. “Ey cemâat-i müslimîn! Hani böyle bir hadis vardı ya, onu unutmayın! Atlamayın onu, hadi bakayım çekin!” demiş oluyor. Hatırlatıyor; Allah razı olsun... Onun bid’atle ilgisi yok...


2. Soru:

Namazlardan sonra topluca çekilen tesbih bid’at mi?


Hayır, bid’at değildir, sünnettir. Peygamber SAS Efendimiz’in tavsiyesidir.


j. Camide Musafaha


1. Soru:

396

Bazı günler sabah namazından sonra cami içerisinde sıra ile salevât-ı şerife getirilerek musafaha yapılıyor; bu olur mu?


Olur; çünkü, musafaha etmek İslâm’da vardır. Herkes birbiriyle musafahayı tamamen yapsın diye, böyle bir düzenle yapılıyor. Bir mahzuru yoktur.

Yalnız bu gibi şeyleri, dinin aslından, esasından, dinin merasimlerinden, zorunlu bir ibadettir gibi düşünmemek lâzım! Sokakta bir müslüman kardeşimizle karşılaştığımız zaman musafaha ettiğimiz gibi düşünmek lâzım! O zaman bir mahzuru yoktur, olabilir.


2. Soru:

Mescidde musafaha yapmanın sakıncası var mıdır?


Yoktur. Musafaha yapılabilir, yemek yenilebilir, yatılabilir. İçeri girerken diyecek ki: Neveytü’l-sünnete’l-i’tikâf fî

397

haze’l-mescid. ”Bu mescidde itikafa niyet ettim.” Böyle derse mescidde yatar da, yemek de yer. Yalnız mescidde levhiyat olmaz, boş şeyler olmaz. Öteki ibadet edenlerin ibadetine mâni olmak doğru değil. Onun dışında bir kardeşiyle musafaha eder mahzuru yok.

“—Ben devemi kaybettim gören var mı?” Mescidde Peygamber Efendimiz zamanında mesela böyle seslendirmek isteyenler olmuş, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “—Kaybettiğini bulamasın.” Mescid oyuncak değil ciddi yerdir. Ciddiyetine uygun olmak şartıyla bazı şeyler olabilir bazı şeyler ciddiyetine aykırı olduğu için olmaz. Musafahanın mahzuru yoktur; musafaha kardeşliktir o kardeşlikten dolayı iki müslümanın elini tutup birbiriyle musafaha ettiği zaman günahları hazan yaprakları dökülür gibi ağaçtan dökülür. O muhabbetten dolayı hayır olur iyi olur inşallah.


3. Soru:

Halk arasında cami içerisinde musafaha yapmak bidattır deniyor. Bu ne derecede doğrudur? Bid’at çeşitleri hakkında biraz bilgi verir misiniz?


Muhterem kardeşlerim, musafaha sünnettir. Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Müslümanın müslümanın elini tutupta musafaha etmesi ikisinin de günahlarının sonbahar yapraklarının dökülmesi gibi dökülmesine sebeptir. Bu musafaha namaz kıldıktan sonra caminin içinde de olur, dışarıda da olur. Bunun bir şeyi yok. Burada karşılaştığın namaz kılmış insanla musafaha ediyorsun.

“—Aman elin değmesin bana!” Ne o elektrik mi var, pislik mi var, niye çekiyorsun elini?

“—Cami içinde bid’atmış.” Böyle bir şey yok, musafaha edebilirsin. Yalnız bunu bir merasim hâline getirip hani, “Başla! Bir iki üç!” der gibi böyle; “Haydi bakalım, herkes bir daire olacak, böyle bir şey yapacak. Her namazdan sonra bu böyle olması şart. Haftada bir şöyle

398

olacak!” demek uygun olmaz. Yani âdet ve töre hâline, gelenek hâline getirilirse o zaman bid’at denilebilir.

Neden? Bu böyle kendiliğinden olan bir şeydi, sen şimdi bunu bir merasime bağladın, bir usul hâline getirdin, o zaman ne olur? O zaman bid’at hâline gelir. Yoksa normal şartlar altında namazını kılmışsın, tesbihini çekmişsin, camiden çıkarken adama tebessüm ediyorsun; cemaatten kardeşin veya büyüğün veya dostun veya komşun, musafaha ediyorsun. Hiç bir şey olmaz.


Asıl bid’at dinde, ibadetlerde aslı olmayan şeyler çıkartmaktır, Peygamber Efendimiz’in sünnetine aykırı durum ortaya koymak demektir. Sünnet bid’atın, bid’at sünnetin zıttı demek, iki ayrı kutup oluyor.

Müslümanlar sünnet-i seniyyeye uygun yaşayacaklar, sünnet-i seniyye nasılsa öyle hareket edecekler.


Peygamber Efendimiz’in camisinde kişiler acaba musafaha etmedi mi? Ettiler. Peygamber Efendimiz’in mescidinde kişiler konuşmadılar mı? Konuştular.

Peygamber Efendimiz’in mescidine başka ülkelerden heyetler geldi de, onları bile kabul etti Peygamber Efendimiz. Yemen’den gelmişler hıristiyanlar, 70 kişilik kalabalık, sırmalı elbiseler, başlarında hıristiyan başlıkları, bilmem neler filan. İçeri girmişler, Peygamber Efendimiz kabul etti, konuştu, onlara İslâm’ı tebliğ etti.

Yâni bu iş bu kadar katı değil biraz daha yumuşak bir tarzda. Ama özel bir tören, özel bir merasim hâline getirirsen o zaman bid’at hâline geliyor denilebilir. Çünkü bir töre hâline getiriyorsun.


4. Soru:

Her namazdan sonra musafahayı adet haline getirmek doğru mu, bid’at mi?


Her namazın arkasından bir mecburiyet gibi, sıraya dizil,

399

halka ol, salevat getir; böyle bir mecburiyet yoktur. Mecburiyet olmadığına göre, onu böyle dinî bir asılmış, esasmış gibi her zaman yapmamak icab ediyor. Yâni, arada yapmamak lâzım! Ama, yeri geldiği zaman, meselâ uzaktan bir kardeş gelmiş; onun elini sıkarsın, musafaha yaparsın, olur.

Her zaman yapmamak uygun... Her zaman yapmayı mecburiyet sanmak, doğru olmaz.


5. Soru:

Namazdan sonra devamlı olarak musafaha yapılınca bid’at olduğunu söylüyorlar; ne dersiniz?


Peygamber Efendimiz’in zamanında sahâbe-i kirâmın birbirine musâfaha etmesini Efendimiz emretmiştir, tavsiye etmiştir, sünnettir. İki kişi elini tutup da şöyle tutacak yalnız, Avrupalılar böyle tutuyorlar elleri müslümanlar böyle tutarlar. Şekil olarak müslümanın musâfahası Avrupalıların gibi değildir; başparmakları kavrayarak karşılıklı yapılır musâfaha.

Peygamber Efendimiz musâhafayı tavsiye ediyor:

“—Musâfaha ediniz, içinizdeki ters duygular geçsin. Musâfaha ediniz, birbirinize muhabbetiniz artsın.” diye tavsiyeleri vardır.

Musâfaha normal bir şeydir. Fakat, “Nasılsın, iyi misin?” diye sevdiği insanların birbirlerine musafaha etmesinden ayrı olarak camiden çıktıktan sonra, her namazın arkasından, ben de bir iki yerde rastladım, namaz bitiyor, birisi kenara diziliyor, ötekisi geliyor, ötekisi geliyor ötekisi geliyor; mecburi bir merasim edası vermek yanlış. Namazın rüknüymüş, esasıymış, vazgeçilmez şartıymış gibi ona bir merasim edası vermek doğru olmuyor, o güzel değil. Ama İslâm’da musâfaha etmek var.

Şimdi burada birisinin musâfaha ettiği zaman, ötekisinin de arkadaşın olduğundan bırakmak istemeyince, sırayla hepsiyle musâfaha etmiş oluyorsun, normal bir şey. Musâfaha edilince günahlar dökülüyor, muhabbet artıyor. Yalnız bilinmeli ki bu mecburi bir şey değil, bazen yapılsa olur bazen yapılmasa olur, kâfi.

400

k. Hürmet İçin Ayağa Kalkmak


Soru:

Alim bir kimse gelince ayağa kalkılıyor; bu davranışı Peygamberimiz yasaklamış mıdır?


Hayır yasaklamamıştır. Hendek Savaşı’ndan sonra Benî Kureyza kuşatıldığı zaman, Yahudiler Sa’d ibn-i Muaz RA’ın hakemliğine razı olacaklarını söylediler. Sa’d ibn-i Muaz Hendek savaşında yaralanmıştı, evinde yatıyordu. Haber gönderildi. Bir eşeğe binmiş olarak, Peygamber SAS Efendimiz’in yanına geldi.

O sırada Peygamber SAS, etrafında oturanlara:35


قُومُوا إِلَى سَيِّدِكُمْ (خ. م. د. حم. عن أبي سعي د الخدري)


(Kumû ilâ seyyidiküm!) “Efendiniz için kalkın ayağa!” dedi.

Onların eşrafından bir kişi olduğu için, onun için ayağa kalkmalarını istedi. Demek ki kalkılabiliyor.

Kendisi, kızı Fatıma geldiği zaman “Gel bakalım kızım!” diye ayağa kalkardı. Peygamber Efendimiz Fâtımatü’z-Zehrâ’nın evine gittiği zaman, o ayağa kalkardı.

Peygamber Efendimiz bir keresinde, evinde misafirlerine hizmet ettikleri esnâda, içeri girip çıkarken, Sahabe-i Kiram her seferinde ayağa kalkmak istediklerinde, onlara dedi ki:


لا تقوموا لى كما تقوموا لبعض الاعاجم




35 Buhàrî, Sahîh, c.X, s.251, no:2816; Müslim, Sahîh, c.IX, s.223, no:3314; Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.442, no:4539; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.22, no:11184; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.57, no:11096; Neseî, Sünenü’l- Kübrâ, c.V, s.62, no:8222; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

401

(Lâ tekùmû lî kemâ tekùmû li-ba’dı’l-eâcim) “Bazı yabancılara kalktığınız gibi, benim için her seferinde ayağa kalkmayın!” dedi. O da normal tabii... Girip çıkıyor, ikram ediyor. Böyle demesi de normaldir.

Fakat ulemâya, anaya babaya, büyüklere hürmeten, geldiği zaman ayağa kalkmak olabilir. Bir mahzuru yoktur.


l. İşrak’tan Sonra Uyumak


Soru:

Sabah namazından sonra İşrak vaktine kadar, yâni kerahat vakti çıkıncaya kadar ibadet ve zikirle meşgul olmak hadis-i şerifte geçiyor. Ondan sonra, İşrak namazını kıldıktan sonra yatılabilir mi?


İnsanın durumu gerektiriyorsa, yatabilir. Meselâ gece geç yatmış, durumu uykusuz, vakti müsait, iş sıkıştırmıyor, serbest; yatabilir. Ama genel kaide olarak Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi, “Sabah namazından sonra uyumayın da, rızkınızı aramaya koşun!” tarzındadır. Erken işe gitmeğe genel bir teşvik var... Çünkü, güne erken başlayıp, işleri bitirip, ondan sonra erkenden dönmek lâzım! O zamanın adeti öyleydi. Şimdi durum değişti. Çarşı pazar dokuzda onda ancak açılıyor.

İşin doğrusu sabah namazından sonra uyumayıp, ilimse ilim, ticaretse ticaret, yapılacak işleri bitirmek... Peygamber Efendimiz öğleye doğru uyurdu, kaylûle uykusu... Mümkünse öyle yapmak... Öğleden biraz evvel, yarım saat kırk beş dakika istirahat ederse, bu sünnete uygun bir şekil olur.


m. El Öpmek


Soru:

İslâm’da el öpmek var mıdır? Varsa, kimlerin eli öpülür?


İslâm’da el öpmek vardır. Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i

402

şeriflerinde var, el öpülebilir. Peygamber Efendimiz’in kızı Hazret- i Fatıma’yı başından öptüğüne dair rivayetler var... Peygamber Efendimiz’in ayaklarının dahi öpüldüğüne dair rivayetler var... Büyüklerin, hürmete şâyan kimselerin eli öpülür.


n. Konaklar ve Saraylar


Soru: Peygamber Efendimiz mütevâzi yaşadı. Eski sultanlar saraylar yapmışlar, konaklar yapmışlar, lükse dalmışlar; biz de onları niye müdafaa ediyoruz?


Muhterem kardeşlerim! İsraf haram, lüks haram... Mütevâzi olacak insan... İhtiyaçtan fazla şatafata, gösterişe kaymayacak. Böyle köşkler, saraylar doğru değil...

Bu zamanda bizde de bu var... Eski insanlar, “Buğday ekmeğini bulunca katık istemek gerekmez!” demişler. “Arpa ekmeği olunca yanına biraz zeytin, tuz, biber lâzım ama; buğday ekmeği bu... Pamuk gibi, sünger gibi ekmek; bu da mı katık ister? Gerekmez, bu katıksız âlâ yiyecektir.” demişler.

Şimdi biz çok lüks durumdayız. Ben şahsen kendime bakıyorum, kendimde de o kusurları görüyorum. Kardeşlerime de baktığımız zaman görüyoruz. Evlerimiz eşya dolu... Dolaplarımız yiyecek dolu... Ceplerimiz para dolu... En fakirim diyen insanın bile haline şöyle bir bakacak olsanız, zekât alır mı almaz mı şüpheli yâni... El-hamdü lillâh bolluk memleket... Böyle olunca tabii, lükse kaçmamak lâzım!


Gelelim müdafaa etmek meselesine:

Eski sultanlar saraylar yapmış; niye biz onları savunuyoruz?

Bir insanın iyi tarafını savunursun, kötü tarafını tenkid edersin. Eğriye eğri, doğruya doğru... Bir insan ramazanda oruç tutsa, ne diyeceğiz? “Aferin, maşaallah! Vazifesini yapıyor, farz orucunu tutuyor.” Namaz kılmasa ne diyeceğiz? “Aaa, şimdi olmadı. Oruç tutuyorsun; oruç Allah’ın emri de namaz Allah’ın

403

emri değil mi? Namaz da kıl bakalım!” diyeceğiz.

Kolayına geliyor milletin... Daireden çıkıp, lokantaya gidip yemek yiyecekti, para verecekti. Onlar olmadığı için oruç tutmak kolayına geliyor. Camiye, cumaya gelmiyor. “Eh, bu tarafta iyi yaptın, bu tarafta yanlış yaptın!” diyeceğiz. Yâni, eğriye eğri, doğruya doğru...

Şimdi Osmanlı sultanı, Selçuklu sultanı... Bunlar bizim tarihimiz, bunlar bizim çoğu dedelerimiz, ecdâdımız... Kimisi dinimize uygun yaşamış, mütevâziâne ömür sürmüş, Allah yolunda cihad etmiş, hayırlı işler yapmış; kimisi de zevk ü sefâya dalmış... Zevk ü sefâya dalmışsa, o zevk ü sefâya dalanı tenkid ederiz, ediyoruz. Allah rızası için, doğruyu söylemiş olmak için tenkid ediyoruz. Babamız olsa ederiz. Kendimiz olsak, kendimizin bile aleyhine olsa doğruyu söylemek vazifemiz olduğundan söyleriz.


Ama bir taraftan, bir kötü şeyi yaptı diye hiç savunmayacak mıyız? Şu mübârek Fatih Sultan Mehmed Han’ı, saray yaptı diye karalayalım mı; yoksa, “Allah razı olsun İstanbul’u fethetti, cihad etti. Bu beldeyi bize miras bırakmış, Fatih Camii’ni yaptırmış, hayırlar hasenât yaptırmış. Allah kusurlarını affetsin, cennet mekânı olsun mu diyeceğiz?” Elbette “Cennet mekânı olsun!” diyeceğiz, hayır dua edeceğiz. “Allah kusurlarını affetsin!” diyeceğiz.

Biz de kendimize dönüp bakacağız;

“—Yâhu biz de kendimize müslümanız diyoruz ama, bir taraftan iyi işler yaparken acaba bir taraftan da kusurlarımız var

mı?” diyeceğiz.

Değil mi? Eğriye eğri, doğruya doğru... Kardeşçe, eğer faydası varsa söyleyeceğiz, tenkid edeceğiz, düzelteceğiz, ıslah etmeğe çalışacağız. Faydası yoksa ayıpları örteceğiz. Ayıpları örtmek, kusurları örtüp kardeşi korumak; o da sevaplı bir şey... “Yâ Rabbi, şu kardeşim benim anlayışıma göre biraz kusurlu hareket etmiş, günah işlemiş; affet bunu... Öldü gitti; bağışlayıver yâ Rabbi!” diye hakkında dua etmek de uygun olur.

404

Ama filânca zâlim, falanca gaddar, şu kadar adam asmış, bu kadar adam kesmiş... “Vayy zâlim!” diye onu da söyleriz.


o. Sünnet Olmayan Kimse


Soru:

On beş yaşını geçmiş ve henüz sünnet olmamış bir kimse, namaz, oruç, Kur’an vs. ibadetleri yapabilir mi?


Elbet yapacak! Sünnet olmamışsa, orada pislik kalmasın diye temizliğini yapacak. Sünnet olsun ama, onu yapmadım diye ibadetleri bırakmak yok... Sünnet olmamak ibadetlere mânidir gibi bir şey düşünmesin! Hepsini yapacak; namazını kılacak, orucunu tutacak, sair ibadetlerini yapacak.

Peygamber Efendimiz, “On şey vardır ki hilkattendir.” diye niye sünneti tavsiye etmiş? Çünkü o kesilen kısım kesilmediği zaman, içerde pislik kalıyor, necaset kalıyor ve temizlik eksik oluyor. Onun için münâsib zamanda, daha çocuk büluğa ermeden önce bir zamanda kesiyorlar ki, avret yeri göründüğü zaman çok vebal olmasın filân diye... Ama kesmemişse, şimdi hastanede kestirsin, başka yerde kestirsin. Sünnet olmasını tavsiye ederiz.


p. Camide Bid’atler


Soru:

“Her bid’at sapıklıktır.” hadîs-i şerifini söylüyorsunuz, oysa burada da bid’atler yapılmakta. Buna ne dersiniz?


Bid’atlerin üzerinde bilgi sahibi olmak lazım. Önüne gelen herkes her şeye pat “Bid’at!” diye bir yapıştırıyor...

Küllü bid’atin dalâletün. Bu, dinin aslını değiştiren, itikada muhâlif olan, insanları İslâm’dan uzaklaştıran şeyler. Yoksa burada mesela farzla sünnet arasında Kul hüva’llàhu ehad

okunuyor, buna “bid’at” diyorlar. Canım Kur’an okumak sünnet ama, bu arada okunduğu zaman işte namaz kılanlar şaşırıyormuş da uygun olmuyor veya bu âdet hâline getirilince doğru

405

olmuyor... Ama netice itibariyle o kadar, ötekiler gibi olan bir şey değil.

Adam tesbih kullanıyor, zikrinin sayısını bilsin diye. Bid’at. Bu bid’at ötekiler ölçüsünde değildir. Sapıklık kelimesi oradaki bid’atin hangi cins bir bid’at olduğunu açıklayan bir bid’attır. Dini tağyir eden, değiştiren, ölçüsünden çıkartan şeydir.

Tabii burada başka bid’atler varsa, hakikaten dine uygun olmayan, onları arkadaşlar birbirlerine söylesinler, düzeltsinler.


Bid’atin avukatlığını yapar mıyız? Mümkün mü?

Bid’ati kim nerede görüyorsa, o arkadaşın yanına gitsin:

“—Kardeşim, bu yaptığın bid’attir, doğru değildir.” diye emr-i mâruf, nehy-i münker bâbından yumuşak yumuşak ona dinin aslını öğretsin!

Burada yapılıyor, her yerde yapılabilir. Mümkündür. Burası kalabalık bir yer, adamları içeriye kontrol edip de imtihanla almıyoruz ki... Caminin kapısında durup da imtihanla mı alıyoruz içeriye?

Herkes geliyor, hadis-i şerifi dinlesin diye. Bizim başımızın tacıdır, Allah hepsinden razı olsun. Hiçbir şey bilmeden gelsin ki bir şey öğrensin. Ama bilmediği bir hatalı şey varsa sen de ona yumuşak yumuşak, kaçırmayacak gibi yumuşaklıkla anlat.


Çünkü ben bir kere Ankara’da bizim komşuya dedim ki;

“—Hadi gel, seni camiye götüreyim.” “—Hocam, birkaç defa camiye geldim, hacı amcalar bana öyle

bağırdılar ki şimdi korkuyorum.” dedi.

Adam tabii namaz kılmasını bilmiyor, otururken kalkarken diz çökerken doğru düzgün beceremiyor, acemiliği belli oluyor; hacı amcalar oradan yüklenmişler buradan yüklenmişler, adamı korkutmuşlar; camiye gidemiyor.

Öyle olmayacak. Yumuşak yumuşak... Adamın hâline bakacaksın; daha bu ibtidaî, yeni başlamış, yumuşak yumuşak muamele edeceksin. Tatlılıkla:

“—Aferin, namaz kılmaya başlamışsın, çok güzel! Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyurmuş, şöyle yaparsan daha da iyi olur, daha çok sevabı var...” diye teşvik ederek, yumuşak yumuşak yapmak lazım. Kaçırtmadan yapmak lazım. Yoksa emr-i

406

mâruf, nehy-i münker yapılsın, burada hiç bid’at bırakmayalım.


Burası, bu cami Türkiye’nin, belki de dünyanın önemli camilerinden biridir. Ben dünyanın birçok yerlerine gittim el- hamdü lillâh, Avustralya’yı gördüm, Avrupa’yı gördüm, Orta Doğu’yu gördüm, İran’ı gördüm; şöyle bir cami kolay kolay bulamazsınız. Şu caminin kıymetini bilmek lazım. Bu camide sünnet-i seniyyeye uygun çok güzel haller vardır.

El birliğiyle, bunu uzaktan tenkit yoluyla değil de gördüğümüzü lütf ile kardeşçe düzeltelim. Herkes hata yapabilir. Allah’ın kullarıyız. Hatamız olabilir. Güzellikle düzeltelim!


r. Alimlerin Fetvası


Soru:

Rasûlüllah SAS Efendimiz’in sünneti biliniyorken, alimlerin fetvalarıyla hareket etmek câiz midir?


Alimler alimse sünnete aykırı fetva vermezler. Sünneti biliyor demek. O zaman sen başka içtihattasın, alim başka içtihatta demektir. Sen cahilsen alimin içtihadına uyacaksın. Alim o hadisi de biliyor da sana fetvayı öyle veriyor. Sen o tek sünnetten hüküm çıkartmasını bilmezsin. Ama alim, alim değilse, sünnete aykırı hüküm veriyorsa, sünnete uyacaksın tabii.

Meseleyi şöylece özetleyeyim:

Alim hakiki alimse, senin bilgin ondan eksikse, bir bildiği vardır dersin, onun fetvasına uyarsın. Ama sen biliyorsun ki onun ilmi ölçülü, kısa, hadise aykırı laflar söylüyor, “Canım şunu da yeyiversen olur, bunu da yapıversen olur...” diyor. O zaman sünnete uyarsın, ona uymazsın. Cahile uyma mecburiyeti yok ki, sünnete uymak mecburiyeti var.


s. Kısmeti Bağlanmak


Soru:

Bir kişinin kısmeti bağlanırsa, gidip bir hocaya açtırmak olur mu?

407

Olmaz öyle şey! Çünkü, kısmetleri Allah tayin ediyor. Kısmetin bağlanması da, Allahın bir takdirinin neticesidir. Onun bunun bunu bağlamaya gücü yetmez. Allah bir kimseye bir rızık nasib etti mi, kimse engelleyemez; bir rızıktan nasibini kesti mi de, kimse onu ona ulaştıramaz. Onun için, bu yanlış bir düşüncedir. Allah’tan istesin. Allah hayırlı bir kimseyle karşılaştırsın, hayırlı bir yuva kurmasını nasib etsin...

Öyle, onun bağlamasıyla değildir bu... Ama bazıları palavra atıyor. Geliyor:

“—Haa, senin kısmetin bağlanmış!” diyor.

“—E, ne olacak?” “—Ben sana bir muska yazacağım, sen benim yan cebime şu kadar para koy!” Böyle yapıyorlar, istismar ediyorlar bu duyguları... Olmaz!


t. Kıbleye Dönük Oturmak


Soru:

Abdest alınan yerin veya abdest alanın kıbleye karşı abdest alması gerektiğini okudum. Fakat camiye gittiğimde şadırvanın yuvarlak olması nedeniyle sırtım kıbleye gelmiş oluyor.


Bu mühim değil. İnsanın her oturuşunda kıbleye doğru oturması iyidir. Oturduğu zaman oturuşların en güzeli kıbleye doğru oturmaktır; ama bazen gerekmeyebilir. Mesela imam namazı kıldırdıktan sonra cemaate doğru kıbleye sırtını dönüyor. Gerekiyor.

Siz şimdi kıbleye doğru dönük değilsiniz. Hadis okuyorum diye, ben hocayım diye bana dönük oturuyorsunuz. Olabilir. Abdest alırken de bu olur. Asıl abdest alırken değil de, Peygamber Efendimiz’in açık ifadesi var; abdest bozarken yani küçük abdesti büyük abdesti yaparken yönü veya sırtı kıbleye gelmemesine dikkat etmek, ters durmak, yan durmak tavsiye edilmiş, o önemli. Yüznumaraları yaparken taşlarını, oturma şeklini ona göre koymak lazım.

408

Kıbleye dönük küçük abdest büyük abdest yapmak veya sırtı dönük yapmak mekruhtur, doğru değildir. Kıble cihetine sevgi, hürmet göstermek lazım. Asıl abdest bozarken önemli. Ama abdest alırken o kadar şart değil, nerede olursa olur. Camide otururken kıbleye doğru oturur. Ama oturmasa da o kadar mühim değil. Fakat abdest bozarken önemli.


u. Sakal-ı Şerif Ziyareti


Soru:

Hırka-i şerifi, sakal-ı şerifi, Mevlânâ’yı, camileri ziyaret etmenin bid’at olduğunu söyleyenler var, doğru mu?


Bunlar ziyaret edilebilir ama bunları ziyaret etmek dinin aslıymış, esasıymış, farzmış, sünnetmiş veyahut mecburiyetmiş gibi bir mecburiyet olmadan, “Peygamber Efendimiz’in bu hırkası mı, sakal-ı şerifi mi?” diye ona teberrüken yapılabilir. Onda bid’at yok… Çünkü Peygamber Efendimiz’in zamanında kullandığı suları kapışırlardı. Tıraş olurken, berberin kestiği kılları kapışırlardı. Doğru olmasaydı, Peygamber Efendimiz onlara yasak ederdi.

Öyle bir şey yoktur. Peygamber Efendimiz’in her şeyi mübarektir, her şeyi güzeldir. O sevgiden dolayı onlar bid’at sayılmaz. Ama “Bu farzdır, vazifedir.” gibi bir merasim hâline getirmek olmaz.


Bilmiyorum aradaki inceliği anlatabildim mi?

Mesela kadın, başı yarım yamalak örtülü;

“—Ben bin bir tane cami ziyaret etmeyi nezrettim.” diyor.

“—Sekiz oldu, dokuz oldu, on bir oldu...” cami cami dolaşıyor.

Dinimizde böyle bir merasim, ibadet şekli yok. Kendi kendine böyle şeyler uyduruyor. Öyle olursa olmaz.

Ama Peygamber Efendimiz’in sakal-ı şerifi, öperiz başımıza koyarız; hırka-i şerifi, öperiz başımıza koyarız. Mevlâna, Allah’ın sevgili kullarından bir büyük alim diye, hakkında sevgi

409

beslediğimiz bir kimse, kabir ziyareti olur. Yani yasak değil, müsaade olmuş bir şeydir, olur.

Zaten camilere gitti mi insan, sevap kazanır. Ama hadis-i şerifte geçiyor ki:36


لاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ، إِلاَّ إلٰى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ: الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ، وَ مَسْجِدِي


هٰذَا، وَمَسْجِدِ اْلأَقْصٰى (خ. . د. ن . ه .حم . عن أبي هريرة؛ حم. ق . ت . ه . عن أبي سعيد؛ ه . عن ابن عمرو)


RE. 474/4 (Lâ tüşeddü’r-rihàlü illâ ilâ selâseti mesâcid) “Üç mescidden başka bir mescide özel sefer yapılmaz.” “Şu mescidi ziyarete gideyim.” diye öyle ziyarete bir ibadet çeşnisi vererek gitmek olmaz.

Ancak şu üç mescide gidilebilir: ( El-mescidi’l-harâmi, ve mescidî hâzâ, ve mescidi’l-aksâ) [Mescid-i Haram, şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa…] Yani, Mekke’deki Beytullah,



36 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.398, Tatavvu’ 26/14, no:1132; Müslim, Sahîh, c.II, s.1014, no:1397; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.620, no:2033; Neseî, Sünen, c.II, s.37, no:700; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.452, no:1409; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.278, no:7722; Dârimî, Sünen, c.I, s.389, no:1421; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IV, s.498, no:1619; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.192, no:1348; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.X,

s.283, no:5880; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IV, s.67, no:15793; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.244, no:10043; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.1, s.258, no:779; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.345; Ebû Hüreyre RA’dan.

Müslim, Sahîh, c.II, s.975, Hac 15/74, no:827; Tirmizî, Sünen, c.II, s.148, no:326; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.45, no:11435; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.IV, s.495, no:1617; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.321, no:2101; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.2, s.388, no:1160; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.3, s.419, no:15548; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.10, s.82, no:19921; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan. İbn-i Mâce, Sünen, c.1, s.452, no:1410; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.4,s.71, no:3638; Hz. Ali RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.1, s.291, no:187; Hz. Ömer RA’dan.

Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.9, s.308; Ebû Ümâme RA’dan.]

Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.197, no:34648; Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.668, no:5848; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.354, no:3016; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.173, no:16525; RE. 474/4.

410

Medine’deki Mescid-i Nebî, Kudüs’teki Mescid-i Aksa… Bunlara sefer yapılabilir, “Kudüs’e gideceğim, Medine’ye gideceğim...” diye yola çıkılır. Ama ötekilere çıkmak gerekmez.

Fakat camidir, tabii namaz kılmaya gideriz, başka sebeple gideriz; gidilebilir. Bunu dinin bir aslı, esasıymış gibi bir merasim edâsı vererek yaparsa bid’at olur, doğru. Çünkü dinimizin aslında, esasâtı içinde, kitaplarda böyle bir maddede, Cuma namazı, bayram namazı derken böyle bir şey de zikredilmiş değildir. Ama bunların normal bir sevgiyle, tabiî bir tarzda ziyaret edilmesi bid’at değildir. Hissiyata bağlı bir şey, zihniyete bağlı bir şey.


v. Kandil Geceleri


Soru:

Bir profesör mübarek gecelerin bid’at olduğunu söylüyor. Ne dersiniz?


Mübarek gecelerin bid’at olduğu; o da doğru değildir. Bu gösteriyor ki her profesör tam profesör değil, demek ki. Bu da başka bir şeyin profesörü demektir. Cahillik profesörü belki. Osmanlıca bir şiir var: Hani birisi demiş ki karşısındaki adama:


Cehlin bu kadarı sehl olmaz.

Tahsilsiz bu rütbe cehl olmaz.


Yâni, “Cahilliğin bu kadarı kolay elde edilen bir şey değil. Bunun için bayağı bir gayret sarf etmek lazım! Sen galiba cahillik tahsil ettin.” demiş.

Neden doğru değil bu profesörün dediği?

“Mübarek gecelerin bid’at olduğu” diyor ya, hiç Kadir Sûresi’ni okumadın mı be adam? Profesörsün, Kadir gecesi bid’at değil işte... Kur’an-ı Kerim’de var:


لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ(القدر:٣)

411

(Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehrin) “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir, 97/3) buyruluyor.

Yığınla da hadîs-i şerif var. Kadir gecesini Peygamber Efendimiz aramış kendisi, i’tikâfa girmiş, ümmetine tavsiyelerde bulunmuş. Kuvvetli ihtimal şudur, zayıf ihtimal budur. Bir sürü rivayet var. Bid’at olur mu Efendimiz’in bu kadar üzerinde durduğu şey? Boş bir laf… Sonra Regaib gecesi hakkında hadîs-i şerifler var. Berat gecesi hakkında rivayetler var. Miraç gecesini biliyoruz Peygamberimiz miraca çıkmış. Bunlar boş laflar. Bu kadar, 1400 yıl geçmiş, büyüklerimiz, alimlerimizin uygun gördüğü şeyler süzgeçten geçmiş. Standart kalite belgesi damgalanmış şeylerdir.


y. Tesbih Kullanmak


Soru:

Peygamber Efendimizin zamanında tesbihin olmadığını, tesbihin bid’at olduğunu söylüyorlar; ne dersiniz?


Tesbih bid’at değildir. Peygamber Efendimiz’in zamanında tesbih vardı. Hurma çekirdekleriyle, çakıl taşlarıyla bunları yapıyorlardı. Ebû Hüreyre RA bir ipi düğüm düğüm yapmış, iki

bin düğümlü tesbihi vardı.

Bid’at değildir. Bid’at dinde olmayan şeylere derler. Bunlar sahabe-i kirâmın tesbihleri, zikirleri saymak için kullandıkları vasıtalardır. Peygamber Efendimiz’in zamanında da vardır.

Parmaklarıyla yapmışlar, o da bir tesbihtir. Ondört boğum sağ elde var, onbeş boğum da sol elde var... Ondört ondört daha yirmi

sekiz eder. Beş tane de eklersen 33 olur ama; yüz olursa, bin olursa bu parmaklar karışır. O zaman tesbih kullanılır.

Peygamber Efendimiz Ümmü Hânî Hazretleri’ne, “Günde yüz defa ‘Lâ ilâhe illa’llah’ de her gün!” demiş. Ümmetine, “Günde yüz defa ‘Estağfiru’llah’ deyin, ben de her gün diyorum.” buyurmuş. Şimdi bu yüz defayı karıştırmamak için insanın cebinde yüz

412

boğumlu bir şey olması nedir? O sünnetin güzel yapılması için bir vesiledir. Yetmiş dokuz oldu, seksen oldu diye rakamla meşgul olacağına, elinde tesbih olunca çeker, mânâyı düşünür. Rakamı kaçırmayayım diye zihnini oyalamakdan, doğruda doğruya mânâyı düşünmek daha iyidir. Onun için bu bid’at değildir.


z. Köpek Uluması


1. Soru:

Bizim camide ezan okunurken, bir köpek devamlı uluyor; hayır mıdır, şer midir?


Tabii, köpeğin işi ulumaktır, havlamaktır. Bir şey değil... Belki ezanın manâsından etkileniyordur. Onun da duygulandığı bir şeyler vardır. Ondan bir uğursuzluk çıkarmak yasaktır. İslâm’da uğursuzluğa yormak, teşe’üm yoktur. O bakımdan “Köpek uludu... Baykuş öttü...” gibi şeylerden ters mânâ çıkarmamak gerekiyor.


2. Soru:

Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz diyorlar; ne dersiniz?


Ben böyle bir yasak bilmiyorum, duymadım. Gerekirse yıkanır.

413
16. AHLÂK