Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A

Hazırlayan: Dr. Metin Erkaya

---------------

FÂTİH'İN KİŞİLİĞİ VE FETİH RUHU

Eùzü billâhi mineş-şeytànir-racîm.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve tâci ruûsinâ ve tabîbi kulûbinâ muhammedinil-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaînet-tayyibînet-tàhirîne ecmaîn...

Bizi her türlü hayrın, fütûhât ve füyûzâtın kaynağı olan İslâm dinine bağlı mü'min ve müslümanlar eyleyen yüce Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar, nihayetsiz şükürler olsun... Dileriz ki Rabbimiz bizi iman ve ihsan üzere yaşatsın; hak yolda mü'min-i kâmil olarak can verip, huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasib ü müyesser eylesin...

Alemlerin Rabbi ulu yaradanımızın en son rasûlü, elçisi, en sevgili kulu, âhir zaman peygamberi, enbiyânın serveri, evliyânın rehberi, insanlığın önderi Muhammed-i Mustafâ Efendimiz Hazretleri'ne ve onun yolunda yürüyen mübârek âline, ashâbına, etbâına, evliyâullah ve mukarrabîn ve sâlihînin cümlesine ve cümle mü'minîn ü mü'minâta sayısız, sınırsız salât ü selâmlar, candan tahiyyat ve ihtirâmatımızı, içten muhabbet ve meveddetlerimizi, muhlisâne ittibâ ve merbûtiyetimizi arz eder, cümlesinin şefaatleriyle inâyetlerini, yüce himmetlerini taleb ve niyaz eyleriz.

1

Konuşmamıza konu olan Fâtih Sultan Muhammed Han-ı Cennet-mekân'ın ruhu için ve cümle şühedâ ve gàzilerin ruhları için ve bu konuşmayı dinlemeye gelen siz kıymetli misafirlerimizin ahirete göçmüş, irtihal eylemiş bütün sevgili geçmişlerinin ruhları için, bir Fâtiha, üç İhlâs-ı Şerif okuyup ruhlarına hediye edelim, öyle başlayalım, buyurun...

.............................

Bunlar her işe başlarken yapmamız gereken dinî vazifeler idi. Bunların ifâsından sonra hepinize en derin saygılarımı sunar, her birinizi sevgi ile kucaklar ve selâmlarım! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı üzerinize olsun... Mevlâm gönüllerinizin meşrû bütün muradlarına sizleri erdirsin... İki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin...

a. Fetih ve Fâtih

1999 yılı Osmanlı Devlet-i Aliyyemizinin 700. kuruluş yıldönümüdür. Çünkü tarihlerin yazdığına göre 1299 tarihinde teessüs etmiş. Çeşitli başka görüşler de var. Tabii bizim engin tarihimizin bir sayfasıdır, bizim mâzîmizdir. Daha önceki bize ait devletlerin de devamıdır. İsimler değişmiş ama millet, tarih aynı.

2

Yarın 29 Mayıs... İslâmî, dînî takvimde akşam namazından sonra ertesi gün başlar. Yarın dediğimiz zaman, yâni şu anda belki 29 Mayıs diyebiliriz. İstanbul şehrinin fethinin 546. yıl dönümü... Böylesine anlamlı bir yılda ve anlamlı bir günün gecesinde bulunuyoruz. Böyle bir zamanda böyle bir toplantıyı tertipleyen ve lütfedip davetimize icâbet edip, toplantımıza gelen cümlenize teşekkürlerimi sunarım. Allah hepinizden razı olsun...

Fâtih'in kişiliği ve fetih ruhu konuları fevkalâde önemli konulardır. Bu konuların öğrenilmesinden çok ibretler çıkar ve çok faydalı olur. Konular çok isabetli düşünülmüştür. Bana seçilmiş olarak gönderilmiştir. Seçmeyi tebrik ederim, seçenleri tebrik ederim.

Bunları anlatmak, yâni Fâtih'i anlatmak ve fetih ruhunu anlatmak, Allah yardımcım olsun, yardımcımız olsun, kolay bir şey değil. Şerefli ve zor, ama zevkli, sevaplı bir ödev ve görev diye düşünüyorum. Allah hepinizden razı olsun...

3

Fâtih, bahis konusu zât-ı muhteremin sıfatıdır, doğuştan ismi değildir. Alnının teriyle kazanmıştır, Fâtih olmuştur. Fâtihül-büldan olmuştur. Sadece Fâtih-i şehr-i İstanbul değil, Fâtih-i büldandır; bir çok beldeler fethetmiş, hakkıyla Fâtih sıfatını kazanmıştır. Kendisinin ismi Muhammed'dir. Peygamber-i Zîşân'ımızın Kur'an-ı Kerim'de geçen ismi gibi.

Han sözü de, Türk tarihinin köklü kelimelerinden birisidir, tarih kadar köklüdür. Orhun yazıtlarında kaan diye geçen kelimenin şimdiki telâffuz şeklidir, aynı kelimedir yâni. Oğuz Kağan diyoruz da, Fâtih Han diyoruz. Ama hepsi hükümdar demek yâni.

Ben bu ismin arkasına, han kelimesiyle de secîli düştüğü için bir de cennet-mekân'ı eklemeyi seviyorum. Cennet-mekân, mekânı cennet olsun demek. Belki de, mekânı zâten cennet demek. Rasûlüllah Efendimiz'in müjdesine mazhar olmuş bir kimse; eh bu kadar cami yaptırmış, bu kadar fütûhat yapmış bir kimse, Allah-u âlem, ahiretin ahvâlini biz nâçiz kullar bilemeyiz ama herhalde mekânı cennet olan bir insandır. Onun için cennet-mekân sözünü de çok seviyorum. Fâtih Sultan Muhammed Han-ı Cennet-mekân, aleyhir-rahmeti vel-gufrân; üzerine Allah'ın rahmeti ve mağfireti saçılsın, nisâr olsun...

4

Fetih sözünden başlayalım, çünkü iş kelimelerden kademe kademe açılır. Derinlemesine anlamak için, kelimeleri bilmek lâzım! Bu, Arapçadan bize yâdigâr bir kelimedir. Arapçadan dilimize gelmiş bir aziz misafirdir fetih sözü. Feteha maddesinden gelir. Bu madde açmak mânâsına gelir. Aslı i'sizdir, feth. Ama bunu demek için epeyce Arapça okumak lâzım! Biraz da Kur'an-ı Kerim, tecvid ve mehâric-i hurûf vs. kıraat kavâidini bilmek lâzım! Zor olduğundan halk bunu Türkçeleştirmiş, düzleştirmiş, fetih demiştir, bir i ekleyerek söylemiştir.

Fetih, aslında feth, açmak mânâsına gelir. Aynı kökten fâtih kelimesi, o işi yapan demek, ism-i fâil diyoruz Arapçada buna. Yâni o işi yapan. Açma işini yapana ne derler Türkçede? Açan... Fâtih de ne demek?.. İsm-i fâil, açan. Tabii neyi açıyor? Bir takım beldelerin önümüze gerilmiş olan engellerini açıyor, o belde bizim oluyor. Onun için Fâtih denilmiş.

Fettâh kelimesini de duymuşsunuzdur isim olarak, Abdül-fettâh diye de duymuşsunuzdur. Fettâh sözü ism-i fâilin mübâlağa sîgasıdır. Mübâlâğa-i ism-i fâil derler Arapça'da. Yâni çok çok açan, çok çok fetihler yapan demek. Cenâb-ı Mevlâ nice nice hayırları fethettiği için, Cenâb-ı Mevlâmızın, Rabbimizin isimlerinden bir tanesi de Fettâh'tır. Bize rızık kapıları açıyor, lütuf kapıları açıyor, rahmet kapıları açıyor. Hayatımızda dualarımızın önünü açıyor, imkânların yolunu açıyor... Onun için Fettâh'tır Cenâb-ı Rabbül-âlemîn, yaradanımız.

5

Sonra fütûhât sözünü duymuşsunuzdur. O da çoğuludur. Açılımlar, açılışlar, fetihler, zaferler mânâsına kullanılıyor.

Bir de miftah'ı bilirsiniz. Açma âleti demek, ism-i âlet. Mim, esre olursa âlet ismi oluyor. Açmaya yarayan âlet demek miftah.

Bir de siftah kelimesi hatırınıza gelmiştir belki. Bunun aslı istiftah'tır, istiftah... İstif'al bâbındandır ama, bizim mübarek halkımız onun da biraz baş tarafından kesmiştir, törpülemiştir, siftah yapmıştır. Bir şeyin açılmasını istemek demek... "Bugün siftah yapalım!" Yâni bir işin ilk başlangıcı demek oluyor. Dükkânda siftah, yâni ilk rızkın başlangıcı mânâsına...

İstiftah, bir şeyin açılmasını istemek demek. Nitekim Peygamber Efendimiz'in Mi'racı hadis-i şerifinde, göğün kapısına geldiği zaman, kapısının açılması bahis konusu olduğu zaman, bu kelime geçiyor.

Bir de Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifi var; biliyorsunuz Peygamber Efendimiz SAS cennetin kapısına varacak, mahkeme-i kübrâdan sonra, ahirette, hesap görmeden tabii, Peygamber Efendimiz cennetin kapısına varacak, kendisi anlatıyor:
"Ben varacağım, (ve esteftihu) kapının açılmasını isteyeceğim. Melek de soracak:
'--(Men ente) Sen kimsin?' diyecek. Ben de kendimi tanıtacağım:
'--Ben rasûlüllah Muhammed'im' diyeceğim.
Onun üzerine Rıdvan, cennetin bekçisi olan muazzam melek diyecek ki..."

6

Allah tanıştırsın, görüştürsün hepimizi, âmin... Bu duâya cümleniz eydün âmin!
--Âmin!.. [dediler.]

O zaman diyecek ki Peygamber-i Zîşan Efendimiz'e Rıdvan isimli melek:
"--(Bike ümirtü en lâ eftaha kableke yâ rasûlallàh) Soruşumun sebebi şu, bu kapıyı senden önce, başka bir kimseye açmamakla emrolundum Allah tarafından. Buyur!" diyecek.

Cenneti ilk açan da Peygamber Efendimiz olacak, sallallàhu aleyhi ve sellem. Onun için, sırası gelince onu da söyleyeceğim, maksad birçok şeyi birden size anlatmak...

Peygamber SAS Efendimiz'in isimlerinden birisi de Fâtih'tir. Yâni bir insan çocuğuna Fâtih ismini koymuşsa, aynı zamanda Peygamber Efendimiz'in bir ismini de koymuş gibi oluyor. Ahmed, Mahmud gibi, Tàhâ, Yâsin gibi, Muhsin gibi...

Miftâhül-cenneh; Peygamber Efendimiz cennetin anahtarıdır. Peygamber Efendimiz olmadan cennete girilmez. Girilir mi?.. Girilmez. Miftâhul-cennedir, miftâhür-rahmedir. Peygamber Efendimiz hem Fâtihdir, hem miftâhul-cennedir, hem miftâhür-rahmedir.

7

Bu fetih kelimesi Kur'an-ı Kerim'de de vardır. Biliyorsunuz Fetih Sûresi vardır, çoğunuz da bunu ezbere biliyorsunuz:

(İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ) (Fetih: 1) "Ey Rasûlüm! Ben âlemlerin Rabbi Azîmüşşân, sana öyle bir açılışla açılışlar nasib ettim ki, apâşikâr açılışlar nasib ettim ki, ne kadar muazzam!" mânâsına.

Tabii o fütûhât nedir? Uzun izahları var. Hudeybiye müsâlahasına ve ondan sonraki Cenâb-ı Mevlâ'nın peşpeşe açılan, gelişen lütuflarına, gelen lütuflarına işâret ediyor bu âyet-i kerime.

Herhalde fâtih kelimesinin ne kadar şerefli, mübarek bir kelime olduğunu, böylece hatırlamış olduk.

b. Mekke'nin Fethi

Şehirlerin fethi de, içine giriş engelleniyorken: "Siz buraya giremezsiniz, burası bizim, sizi almayız!" filân derlerken, oranın cebren alınmasıyla kapıları açıldığı için ve girme imkânları zuhûra geldiği için, şehirlerin açılmasına da fetih denmiştir, ülkelerin açılmasına da fetih denmiştir. Falanca ülke sokmuyor sınırdan, ama, "Ben, sen sokmasan da girerim!" deyip, orayı zorlayıp girdi mi, o da orayı fethetmiş oluyor.

8

Böylece, bu çeşit şehir fetihlerinin en başta geleni, en önde geleni, en mutlu olanı, en meşhur olanı nedir?.. Mekke-i Mükerreme'nin fethidir. Bismillâhir-rahmânir-rahim:

(İzâ câe nasrullàhi vel-feth. Ve raeyten-nâse yedhulûne fî dinillâhi efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirhu innehû kâne tevvâbâ.) Nasr Sûresi Mekke'nin fethi hakkındadır. Onun için Zühdü Hoca cuma hutbesinden sonra, namazı kıldırırken, bilerek onu okudu.

Peygamber SAS Mekke'yi de fethettiği için aynı zamanda İslâm dinimizin tarihinde ilk ve en şerefli Fâtih'tir. Mekke'yi fethetmiştir amma, Mekke'nin fethedilmesinden önceki, (İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ) âyet-i kerimesiyle anlatılan fetih, Hudeybiye'dir. Yâni iki yıl evvelden, o zamandan başlamıştır fütühât. Çünkü, o zamana kadar müşrikler, Mekke-i Mükerreme'ye müslümanları sokmak istemiyorlardı ve sokmuyorlardı. Bu anlaşmayı mecbur oldular, imzaladılar. Şartlarını biliyorsunuz. Hudeybiye'nin nasıl önemli bir anlaşma olduğu mâlum.

9

Ondan sonra müslümanlar Mekke'ye girip çıkmaya başladılar. Akrabalarını ziyaret etmeye başladılar. Kendilerini, nasıl iyi insan olduklarını göstermeye fırsat oldu. Mekke'nin içindeki insanlara da:

"--Bırakın şu putperestliği, yanlış yolu; hak yola gelin!" deme imkânı oldu.

Hudeybiye'ye Peygamber Efendimiz bindörtyüz kişiyle gelmişken, Hudeybiye'deki elde edilen güzel şartlar dolayısıyla Mekke'nin fethine geldikleri zaman onbin kişi olmuşlardı. O zamanlar için bu rakamlar önemli rakamlar...

İşte o bindörtyüzü onbine çıkartan, o müslümanları rahatlatan, geliştiren fütûhâtın ilk kapısı Hudeybiye... Ordan fırsatlar, imkânlar zuhûra geliyor. Ondan sonra da arkasından Mekke-i Mükerreme fetholuyor, müslümanların eline geçiyor. Peygamber Efendimiz'in hilmi ile, sabrı ile, lütfu ile, merhameti ile, çok az bir insanın canı yanarak ve çok insan kazanılarak Mekke-i Mükerreme fethediliyor; hicretin 8. yılında... O da bizim mühim fetihlerimizden birisi.

10

Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'inde bize bir takım görevler yüklemiştir, cihada davet etmiştir ve müslümanlar bu cihadı yaparlarsa, fütûhât olacağını vaad etmiştir. Bu husustaki âyet-i kerimeler pek çok, bir tane, iki tane numûne olsun diye okuyayım; yazdıklarımın hepsini okumayayım.

Saf Sûresi'nde Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Yâ eyyühellezîne âmenû hel edüllüküm alâ ticâretin tüncîküm min azâbin elîm. Tü'minûne billâhi ve rasûlihî ve tücâhidûne fî sebîlillâhi biemvâliküm ve enfüsiküm, zâliküm hayrun leküm in küntüm ta'lemûn.) (Saf: 11-12)

Cihadı tavsiye ettikten sonra; bunu yaparsanız cenneti kazanırsınız, büyük mükâfatları kazanırsınız, sonuçları çok iyi olur diye âyet-i kerimelerde mükâfatlar anlatılıyor, devam eden âyetlerde. Mü'minlerin cihad etmesini emrettikten sonra da buyuruyor ki:

(Ve uhrâ tühibbûnehâ) "Bir de hoşunuza gidecek bir şey daha var, bu mükâfatların arkasından; (nasrun minallàhi ve fethun karîb) Allah'tan size gelecek olan bir yardım, nusret ve yakın bir fetih. (Ve beşşiril-mü'minîn)" (Saf: 13)

11

Bu fethun karîbun, yakındaki bir fetih, bir açılım. Bu ya Mekke'nin fethi idi müfessirlere göre... Ya da Kureyş'e gàlibiyet, onları altetmek... Yahut da İran ve Doğu Roma'nın müslümanların hakimiyetine gireceğinin müjdesi... Yâni: "Siz cihada devam ederseniz, buraları sizin elinize geçecektir." diye o müjde.

c. Peygamber Efendimiz'in Fetihleri Haber Vermesi

Peygamber SAS Efendimiz de hadis-i şeriflerde bu fütûhâta işaret buyurmuştur. Onlardan da bir kaç tanesine işaret etmek istiyorum; "İleride fütûhât olacak!" dediği zaman çok önemli...

"İlerde fütûhât olacak!" dediği zaman Peygamber SAS Efendimiz, müslümanlar mazlum, müslümanlar mağdur, müslümanlar mağlûb, müslümanlar işkenceye mâruz, müslümanlar fakir, müslümanlar beldesinden çıkartılmış... Böyle bir durumda iken diyor.

Yâni hani bir şeyin başlangıcı görülüp da arkasından çorap söküğü gibi olayların nasıl gideceği anlaşılırsa, insan şöyle olacak diyebilir, herkes tahmin edebilir ama; hiç böyle emâre yokken, Peygamber SAS Efendimiz müjde veriyor.

12

Meselâ ne zaman müjde veriyor?.. Kureyşliler kocaman orduyu toplamışlar, intikam alacağız diye Medine-i Münevvere'ye gelmişler. Müslümanlar onlarla savaşacak durumda değil. Selmânül-Farisî demiş ki:

"--Müdafaa harbi yapalım!"

Medine-i Münevvere'nin her tarafı böyle içeriye girmeye müsâid değil. Volkan püskürmüş, lavlar kumların üstüne yayılmış. Böyle kalorifer cürufu gibi eğri büğrü, çok keskin kalıntılar kalmış. Sert, deve basamaz, insan basamaz. Kazârâ üstüne düşse, yüzü gözü yırtılır insanın. Hàrre diyorlar bunlara. Yâni harâretten, lavlar yandığından öyle olmuş.

Oralardan Medine'ye gelmek mümkün değil. Sadece bir kısım var, kumluk, kolaylık; ordan gelebilirler. "Buraya bir hendek yapalım; bu kâfirler, müşrikler bize saldıramasın!" diyorlar. Yâni meydan harbi yapacak durumda değiller, çünkü karşı taraf çok kalabalık. Yiyecekleri, içecekleri yok. Hendek kazmaya başlıyorlar. Aç...

Hani, insan bol bol yemek yerse, Avustralya'da her zaman bildiğimiz gibi, kebaplar, yemekler; e o zaman ağır işi de yapabilir. "Ağır işte çalışacaklar üçbin, dörtbin kalori alsın, çok yesin! Daha hafif işler ikibinbeşyüz kaloriyle olur; daha aşağısı binbeşyüz kaloriyle olur. İhtiyarlar daha az yesin, perhiz yapsın; bin kalori, bin ikiyüz kalori yeter..." Doktorlar böyle lâflar söylüyor.

13

O mübareklerin hiç yiyecekleri yok, karınları sırtlarına yapışmış. Bir keresinde Peygamber Efendimiz'in açlığını görüp de üzüldükleri için, evine çağırdı mübâreklerden birisi. Birazcık bir aş yapmış. Kaç kişilik? İşte sekiz-on kişilik, bir sofralık bir yemek yapmış.

Peygamber Efendimiz bütün hendeği kazanların hepsine:
"--Buyurun bizi yemeğe çağırıyorlar!" dedi, herkesi çağırdı.

Çağıran kıpkırmızı kesildi, çok fenâ oldu. Yâni onların hazırlıkları, o kadar büyük kalabalığa mümkün değil yetmez.

Hanımına geldi dedi ki:
"--Hay Allah müstehakını versin, gördün mü başımıza gelenleri? Rasûlüllah Efendimiz bütün ashâbı çağırdı evimize!.." dedi.

Hanım dirâyetli, ibret alınacak bir hanım. Dedi ki:
"--Rasûlüllah'a yemeğin ne kadar olduğunu söyledin mi sen?"
"--Söyledim."
"--O zaman korkma, gerisine karışma!" dedi, kocasını teselli etti.

Rasûlüllah Efendimiz eve geldi.
"--Yemeği getirin!" dedi.
Getirdiler.

"--Üstünü örtün" dedi.

Örttüler. Kendi eliyle tevzî etti. Herkese bol bol yemek yetti ve arttı. Bereket... Bu olaylar hep böyle; Peygamber Efendimiz mucize gösteriyor, öyle gidiyor vaziyet.

14

Hendekte bir taş çıktı, kıramıyorlar, çok sert. Vuruyorlar, kıvılcım çıkıyor. Peygamber SAS dedi ki:

"--Verin bana!.."

Bir vurdu, o kimsenin kıramadığı taşı, nübüvvet gücüyle parça parça etti. Ama bir kıvılcım çaktı o vurduğu esnâda; o kıvılcımın ışığından Cenâb-ı Hak, Peygamber SAS Efendimiz'e Doğu Roma İmparatorluğu'nun ve İran'ın topraklarının müslümanlara fethedileceğinin sahnesini gösterdi. Allah gösterdi, kàdir her şeye...

O kıvılcımın ışığından onu görünce ashabına müjdeledi, dedi ki:

"--Siz oraları fethedeceksiniz."

Müşrikler alay ettiler, dediler ki:

"--Şunlara bak! Bizim karşımıza çıkacak güçleri yok. Savaşamadıkları için hendek yapmışlar, hendeğin arkasına çekilmişler. Biz biraz sonra bunları hakladığımız zaman, dünyada namları kalmayacak, varlıkları kalmayacak. Doğu Roma'yı yıkacaklarmış, Sâsânî İmparatorluğu'nu yıkacaklarmış..." diye alay ettiler.

İşte o zamanlarda verdi bu müjdeleri Peygamber Efendimiz. Hak Peygamber olduğu için, Allah'ın va'di hak olduğu için, dedikleri çıktı.

15

İbn-i Mes'ud RA'ın rivâyet ettiğine göre, bir hadis-i şerifinde, Peygamber SAS buyuruyor ki:

RE. 136/5 (İnneküm mansûrûne ve musîbûn) "Ey ihvânım, ey ashâbım! Siz Allah'ın nusretine mazhar olacaksınız. Mal, mülke kavuşacaksınız." Musîbûn, (isâbetül-mâl el-kesîr) yâni çok mal mülke sahip olacaksınız, ganimetler elde edecekseniz. (Ve meftûhun leküm) "Sizin önünüz açılacak; diyarlar, beldeler sizin olacak!" mânâsına.

Bir başka hadis-i şerif. Abdullah ibn-i Büsr RA'den Taberânî Rivâyet etmiş. Buyurdu ki burada Peygamber Efendimiz:

RE. 459/5 (Vellezî nefsî biyedihî letüftehanne aleyküm fârisün ver-rûm) "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki..." diyor. Bazen böyle yemin ederdi, bu ifadeyle yemin ederdi Peygamber Efendimiz'in ifedesini aynen kullanıyoruz. (Letüftehanne aleyküm) "Sizin önünüze açılacak, (fârisün ver-rûm) diyâr-ı Fâris, yâni Pers İmparatorluğu'nun, Sâsânî İmparatorluğu'nun arazilerini fethedeceksiniz; (ver-rûm) ve Bizans'ın arazilerini fethedeceksiniz. (Ve letusabbenne aleykümüd-dünyâ sabbâ) Dünyalık, mal, mülk üzerinize böyle bardaktan boşanırcasına, Allah tarafından yağacak."

16

Aynen böyle oldu. Akşama, sabaha aç duran sahabenin her birisi bir şehrin valisi oldu. Abdullah ibn-i Abbas, Abdullah ibn-i Mes'ud, Selmânel-Fârisî vs. hepsi vali oldular. Bu vaadlerin hepsi gerçekleşti.

d. İstanbul Mutlaka Fethedilecek!

Böyle İran'ın, Bizans'ın fethedileceğini bildirdiği gibi Peygamber Efendimiz, İstanbul'un fethedileceğini de hadis-i şeriflerde müjdeledi. Bu bir hadiscik değil: (Letüftahannel-kostantiniyyetü...) hadis-i şerifi değil sadece. Onu da anlatacağım ama, bu hususta sahih hadis kitaplarında daha pek çok hadis-i şerifler var. Yaygın bir şey bu. Çok söylemiş Efendimiz, çok müjdelemiş. Yaygın, bilinen bir hakîkat.

Peygamber Efendimiz, İstanbul denmiyordu tabii o zaman. İstanbul ne demek? Biraz açıklama yapayım. İstanbul'un o zamanki adı Konstantinopol. Pol-polis, şehir demek Rumca, Yunanca yâni. Konstantin'in şehri demek. Yâni o adam kurmuş diye, Konstantinopol demişler. Müslümanlar orayı alınca: "Ne Kostantin'i, İslâmpol!" demişler. Yâni: "İslâm şehri; Kostantin'in filân değil, İslâm şehri burası!" demişler.

17

İslâmpol, İslâmbol olmuş, İstanbul olmuş. Bizim köyde hâlâ, ben küçüklüğümden hatırlarım, tabii konuşmasında köylüler, "İslâmbol'a gittim." derlerdi. İstanbul demezler yâni. İslâmların şehri, fethinden sonra isim değiştirmesi bu.

Pekiyi eskiden ne denilirdi?.. Konstantinopolis... Araplar ne derlerdi?.. Kostantîniyye... İkinci tı'dan sonra bazı yazılışlarda ye var, bazı yazılışlarda yok. Meşhur olanı ye'li.

Bazen Kostantıniyye derdi Peygamber Efendimiz anlatırken, bazen de (medinetü kayser) kayserin şehri derdi. Kayser, hükümdar demek. Bizans hükümdarının lâkabı kayser. İran hükümdarınınki kisrâ... Hangi kelimeden gelmiş?.. Farsçadaki hosrav kelimesinden gelmiş, hükümdar demek.

Habeş hükümdarının lâkabı ne?.. Necâşî... Necâşî özel isim değil. Necâşîler, yâni hükümdarlar... Peygamber Efendimiz'in zamanındaki Peygamber Efendimiz'e iman etmiş, müslüman olmuş. O müslüman necâşî vefat edince, Peygamber Efendimiz gıyâbında namaz da kılmış.

18

Mısırlıların hükümdarlarına ne derlerdi?.. Firavun. Türklerin hükümdarlarına ne diyorlar?.. Kaan, kagan, kağan, hakan, han...

Medinetü kayser, yâni kayserin şehri. Veyahut (Medinetü herakl) derdi Peygamber Efendimiz, bazı hadislerde de böyle geçmiş. Herakl, o zamanki Bizans hükümdarının adı, Heraklius. (Medinetü Herakl) Herakl'in şehri, oturduğu şehir mânâsına.

Bir keresinde Peygamber Efendimiz süt teyzesi Ümm-ü Haram'ın evine gitti. Ümm-ü Haram, Übâdetübnüs-Sâmit RA'ın zevcesi idi. Peygamber Efendimiz'in süt teyzesi. Efendimiz böyle akrabalarını ziyaret ederdi. Oraya gitti, orada istirahat etti. Yemek ikram edildikten sonra istirahat etti. Uykusundan tebessümle, gülümseyerek uyandı.

Ümm-ü Haram, süt teyze meraklandı:
"--Yâ Rasûlallah! Neden tebessüm ediyorsunuz, sebep ne?"dedi.

Rasûlüllah Efendimiz dedi ki:
"--Allah bana rüyamda ümmetimden bazı mücahidlerin sultanlar gibi, gemilere haşmetle binerek deniz tarafından cihada, gazaya gittiğini gösterdi. Sevindim, ona gülüyorum."

19

Ümm-ü Haram, akıllı hanım... Sahabe-i kiramın akıllı hanımlarını öğrenin, isimlerini, hayatlarını... Akıllı hanım, zekî... Dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah dua et, Allah beni onlardan eylesin!"

Dua etti Peygamber Efendimiz ve o şahıs, Ümm-ü Haram deniz seferine çıktı, gemilere bindi. O dua berekâtı oluşuyor işte, seneler sonra... Kıbrıs'a çıktığı zaman şehid oldu. Kıbrıs'ta defnedildi, türbesi orada, Hala Hâtun Türbesi...

İşte bir müjdesi Peygamber Efendimiz'in. Buyurdu ki Peygamber Efendimiz:

RE. 159/9 (Evvelü ceyşin min ümmetî yağzûnel-bahra kad evcebû) veyahut (kad ûcebû) "Benim ümmetimden ilk defa gemilere binip de İslâm yolunda gàza ve cihad yapanlara, Allah büyük mükâfatlar verecek, mükâfatı hak edecekler. (Ve evvelü ceyşin min ümmetî yağzûne medînete kaysar) Ve yine ümmetimden kayserin başşehrine sefere gidenler de, (mağfûrun lehüm) Allah'ın mağfiretine erecekler."

Ümm-ü Haram bunu da istemiş, demiş:
"--Duâ et, onlardan da olayım!" diye.
"--Yok; sen birincilerdensin." demiş Peygamber Efendimiz.

20
21 ilâ 40. sayfalar