31. ŞEHİD OLMANIN KARŞILIĞI
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesiran tayyiben mübâreken fîh… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn… Emmâ ba’dü, fekàle rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve sellem:
a. Şehide Verilen Mükâfâtlar
Ahmed ibn-i Hanbel’in rivâyet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:59
يُعْطَى الشَّهِيدُ سِتَّ خِصَالٍ: عِنْدَ أَوَّلِ قَطْرَةٍ مِنْ دَمِهِ يُكَفَّرُ عَنْهُ كُلُّ
خَطِيئَةٍ، وَيُرَى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ، وَيُزَوَّجُ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ، وَيُؤَمَّنُ
مِنَ الْفَزَعِ الَْكْبَرِ، وَمِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَيُحَلَّى حُلَّةَ اْلإِيمَانِ (حم . وابن سعد عن قيس الجذامي)
RE. 512/4 (Yu’ta’ş-şehîdü sitte hisâlin: İnde evveli katretin min demihî yükeffiru anhu küllü hatîetin, ve yerâ mak’adehû mine’l-cenneh, ve yüzevvecü mine’l-hûri’l-în, ve yüemmenü mine’l- fezai’l-ekber, ve min azâbi’l-kabr, ve yuhallâ hullete’l-îmân)
(Yu’ta’ş-şehîdü sitte hisâlin) “Şehide altı özel lütuf, altı özellik
59 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.200, no:17818; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l- Kübrâ, c.VII, s.426; Buhàrî, Târih-i Kebîr, c.VII, s.143, no:642; Kays el-Cüzâmî RA’dan.
Mecmaü’z-Zevâid, c.V, s.533, no:9517; Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.705, no:11152; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.160, no:26868.
verilir, özel muamele verilir. (İnde evveli katretin min demihî) Kanının ilk damlası yere damladığı zaman, kanının ilk damlasıyla beraber altı tane özel lütfa, muameleye mazhar olur:
1. (Yükeffiru anhu küllü hatîetin) Bütün hataları, günahları affolunur.” Birincisi bu… Bütün hataları silinir, affolunur.
2. (Ve yürâ mak’adehû mine’l-cenneh) “Cennetteki oturacağı yeri gösterilir. Köşkünü ve sâiresini daha hemen, kanının ilk damlasında görür.” 3. (Ve yüzevvecü mine’l-hùri’l-în) “O güzel gözlü, tatlı bakışlı Hûrî kızlarıyla evlendirilir.” 4. (Ve yüemmenü mine’l-fezai’l-ekber) “En büyük korku, heyecandan emin kılınır.” En büyük heyecan kıyamet günündeki heyecandır. (Yevme’l-fezai’l-ekberi) En büyük korkuların yaşanacağı, en büyük üzüntülerin çekileceği, en büyük telaşın olduğu gün. O onların hiçbirisine uğramaz, gayet rahat.” 5. (Ve min azâbi’l-kabr) “Kabir azabından da emin olur, kabir azabı görmez şehid.
6. (Ve yuhallâ hullete’l-îmân) “Ve kendisine iman kaftanı, iman elbisesi giydirilip süslenir.” Yâni iman elbisesiyle süslenir. Yuhallâ, yâni süslenir, zînetlendirilir. (Hullete’l-îmân) İman elbisesi, artık ne kadar güzel bir elbise, şerefli bir elbiseyse onunla zînetlendirilir.”
“Kalbinde şehidlik arzusu olmayan bir müslüman münafıklıktan bir çeşit üzeredir.” diye Peygamber Efendimiz buyuruyor. Şehid olmayı isteyecek müslüman. Allah yoluna canım feda olsun diye isteyecek.
“Kim Allah rızası için şehid olmayı isterse halis niyetle, samimi, sahte değil; Allah onu şehidler makamına eriştirir, evinde, yatağında olsa bile ölse...” Bu da niyetine göre Allah’ın mükâfatlandırmasıdır.
Şehid olmayı istedi, cân u gönülden istedi, olamadı, nasib. Ama cân u gönülden istedi. İsteyince, yatağında ölse bile Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır. Çünkü ameller niyetlere göredir. Çünkü yarın sen bir hayırlı iş yapmaya niyet ettiğin zaman ertesi
gün o işi yapamazsan bile bu günden niyet ettin diye Allah o sevabı veriyor. Yapamadığı halde niyet ettiği için sevap veriyor Allah… İslâm’ın güzelliği bu. Niyetinden dolayı insan sevap kazanıyor icraatı olamadığı halde. Bir mani çıktı, olmadı.
“—Ben yarın falanca kardeşimi Allah rızası için hastanede ziyaret edeyim, sevaptır cuma günü hasta ziyareti...” diye niyetlendin. Bir misafir bastırdı, gidemedin... Tamam, o ziyareti yapmış gibi sevap yazılır. Çünkü ameller niyetlere göredir. Bu böyle.
Onun için, güzel şeylere niyetlenmeli, planlamalı, tasarlamalı, istemeli! Ama olmazsa, kendisi bilir Mevlâ... Her şeyi takdir eden o; veren o, alan o… Yaptıran o, engelleyen o… Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llàh… Vardır bir sebebi.
Ca’fer-i Sâdık Efendimiz Rh.A şöyle dua edermiş:60
اَللَّهُمَّ أَحْيِنِي سَعِيدًا، وَأَمِتْنِي شَهِيدًا.
(Allàhümme ahyinî saîden, ve emîtnî şehîdâ) “Yâ Rabbi, beni senin yolunda yürüyen ehl-i saadet kullarından biri olarak yaşat, şehid olarak öldür.”
Ehl-i saadet demek yâni düğünlü, bayramlı, davullu, zurnalı, mutlu mânâsına değil. Saadet Arapça’da şekàvetin karşıtıdır, daha doğrusu şekàvet saadetin karşısıdır. İnsanlar ya saiddir, ya şakîdir.
Kur’an-ı Kerim’de öyle bildiriliyor:
فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ (هود:٥٠١)
(Feminhüm şakıyyün ve saîd) “İnsanların bir kısmı saîddir, bir kısmı şakîdir.” (Hûd, 11/105)
60 Hàkim, Müstedrek, c.III, s.114, no:4566, Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا (هود:٨٠١)
(Ve emme’llezîne suidû fefi’l-cenneti hàlidîne fîhâ) [Saîd olanlara gelince, onlar cennettedirler, orada ebedî kalacaklardır.] (Hûd, 11/108) Onlar cennetlik.
فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ . خَالِدِينَ فِيهَا (هود:٦٠١-٠١٧)
(Feemme’llezîne şekù fefi’n-nâri lehüm fîhâ zefîrun ve şahîk) “Şekàvet ehli, şakî olanlar ateştedirler, onlar için orada fecî bir inleme ve soluma vardır. Orada ebedî kalacaklardır.” (Hûd, 11/106-107) Demek ki saîd ve saadet demek, cennetlik olmak demek. Saadet demek, mutlu olmak demek değil, cennetlik olmak demek… Şekàvet demek de, cehennemlik olmak demek…
Şekàvet, şakî olmak demek… Çoğulu eşkiyâ geliyor. İşte dağdaki adam şakîdir. Elinde tabanca, yol kestiği zaman… Ama asıl saadet cennet ehli olmak olduğu gibi, asıl şekàvet de cehennem ehli olmak olduğundan, saîd ve şakî denildiği zaman bu anlama geliyor.
(Allàhümme ahyinî saîden) “Beni saîd olarak yaşat yâ Rabbi!” demek, “Cennetliklerin yolunda giden, cennet ehli bir insan olarak, senin rızana uygun yaşayan bir insan olarak yaşat!” demek… (Ve emîtnî şehîdâ) “Şehid olarak da öldür.” demek. Öyle dua edermiş Cafer-i Sadık Efendimiz.
b. Uyurken Şeytanın Düğüm Vurması
İkinci hadis-i şerif:61
61 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.383, no:1091; Müslim, Sahîh, c.I, s.538, no:776; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.32, no:1306; Neseî, Sünen, c.III, s.203, no:1607; İbn-i Mâce,
يَعْقِدُ الشَّيْطَانُ عَلَى قَافِيَةِ رَأْسِ أَحَدِكُمْ إِذَا هُوَ نَامَ ثَلََثَ عُقَدٍ،
يَضْرِبُ مَكَانَ كُلِّ عُقْدَةٍ :عَلَيْكَ لَيْلٌ طَوِيلٌ فَارْقُدْ! فَإِنِ اسْتَيْقَظَ
فَذَكَرَ الله، انْحَلَّتْ عُقَدَةٌ؛ فَإِنْ تَوَضَّأَ، انْحَلَّتْ عُقْدَةٌ؛ فَإِنْ صَلَّى
انْحَلَّتْ عُقَدُهُ كُلُّهَا. فَأَصْبَحَ نَشِيطاً طَيِّبَ النَّفْسِ؛ وَإِلََّ، أَصْبَحَ
خَبِيثَ النَّفْسِ كَسْلََنَ (مالك، حم . خ . م . د. ن . ه. حب. عن أبي هريرة)
RE. 512/7 (Ya’kıdu’ş-şeytànü alâ kàfiyeti re’si ehadiküm izâ
hüve nâme selâse ukad, yadribu mekâne külli ukdetin, aleyke leylün tavîlün fe’rkud, feini’steykaza fezekera’llàhe in hallet ukdetün, fein tevaddaa inhallet ukdeh, fein sallâ inhallet ukaduhû küllehâ, feasbaha neşîtan tayyibe’n-nefsi ve illâ asbaha habîse’n- nefsi keslân.)
İmam Mâlik, Mâlikî Mezhebinin imamı, hadis âlimi aynı zamanda, mübarek insan. Allah şefaatlerine erdirsin... İmam Ahmed ibn-i Hanbel, Hanbelî Mezhebinin imamı, hadis âlimi aynı zamanda. İmam Müslim, İmam Ebû Dâvûd, İmam Neseî, İmam İbn-i Mâce rivâyet etmişler, İbn-i Hibbân rivâyet etmişler,
Sünen, c.I, s.421, no:1329; İmam Mâlik, Muvatta’ (Rivâyet-i Yahyâ), c.I, s.176, no:424; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.243, no:7306; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VI, s.293, no:2553; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.501, no:4418; Beyhakî, Sünenü’s-Suğrâ, c.I, s.472, no:827; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.166, no:6278; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.IV, s.290, no:3328; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.515, no:8934; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.146; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.174, no:1131; Ebû Avâne, Müsned, c.II, s.34, no:2215, 12217: Bezzâr, Müsned, c.II, s.388, no:7821; Hamîdî, Müsned, c.II, s.426, no:960; er-Rebi’,
Müsned, c.I, s.63, no;130; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.356, no:299; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.780, no:21378; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.162, no:26874.
rahmetullahi aleyhim ecmaîn… Ebû Hüreyre RA’dan. Demek ki kaynaklar çok kuvvetli, sahih bir güzel rivâyet. Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Ya’kıdü’ş-şeytânu alâ kàfiyeti re’si ehadiküm izâ hüve nâme,
selâse ukad) “Şeytan düğümler...” Ya’kîd, ukde, akd; düğümlemek demek. Bir insan da bir işte akit yaptı mı, yâni o işi düğümlemiş gibi olduğundan. İçimde bir ukde var, yâni içinde bir düğüm var, tam bir şey değil mânâsına. Böyle Arapça’da kelimeler böyle böyle kayıyor yâni çeşitli anlamlara.
“Şeytan üç tane düğüm düğümler.” Nereye? (Alâ kàfiyeti re’si ehadiküm) “Sizden birinizin kafasının arkasına...” Kàfiye arkası demek. Şiirin de en arkasındaki ses benzerliğine kàfiye deniliyor çünkü kelimenin en sonunda bir hece var, aynı. Ses benzerliğinden bir sanat oluyor. Ona kafiye deniliyor. Bu şiirin kafiyesi deniliyor Meselâ:
A benim bahtı yârım,
Gönlümün tahtı yârım; Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârım?
Bahtı yârım, tahtı yârım... Bu kelimeler kafiye işte. Sesleri birbirine benziyor. Sonlardaki ses benzerliğinden dolayı onlara da kàfiye demişler.
(Kàfiyetü re’si ehadiküm) Sizden birinizin kafasının arkası demek, ense demek, şurası. Ense kökü, tam tokat vurulacak yer.
“Üç tane düğüm düğümler şeytan oraya.” Ne zaman bu düğümleri oraya düğümler bu şeytan? (İzâ hüve nâme) “Uyuduğu zaman.” Vayyy... Uyuduğu zaman geliyor, kafasının arkasına üç tane düğüm düğümlüyor şeytan, bağlıyor. Yâni ensesini, ensesinden omuriliği filan geçiyor. Oradaki sinirler her tarafa gidiyor, geliyor. Tam önemli yer orası… Oraya üç tane düğüm bağlıyor, bağladı. Ne dermiş? (Yadribu mekâne külli ukdetin) “Her düğümün üstüne yazar.” Yazı yazıyor, mühür gibi. (Aleyke leylün tavîlün) “Senin gecen uzun bir gece
olsun, (ferkud) uyu kal, uyu dur! Gecen uzun olsun, uyu dur!” diye yazar şeytan… Her düğümün üstüne böyle bir yazı yazıyor.
(Feini’steykaza) “Eğer geceleyin uyanırsa adam...” Neden uyanır? Çatıya çam ağacından koca bir kozalak pat diye düşer, hop diye uyanır. Bizim evde öyle oluyor. Garajın üstüne kocaman çam ağacından bir şey düştü mü, yüreğimiz hop ağzımıza geliyor, güp yerine iniyor. Ne oldu, dışarıda bir şey mi var? Tabancayı tüfeği al, haydi dışarı… Bir şey yok, kozalak düştü. Onun sesine uyanır.
Ya da şeker hastasıdır benim gibi, sıkıştırır şeker hastalığı, kalkması icab eder, gider, gelir. Mecburen. Gitmezse olmuyor, şeker hastası. Ya da dönerken üşüdü, beli acıdı filan, o zaman uyanır. Bir sebeple uyandı, uyanır.
(Feini’steykaza fezekera’llah) “Uyanır da Allah’ı zikrederse...” Lâ ilâhe illa’llah, Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, Lâ ilàhe illa’llàh, muhammeden rasûlüllah SAS, Bismi’llah, Allàhu ekber, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llah... Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah... Bunların hepsi zikir…
“—Belim amma acımış hanım, oooo, Allah, Allah!”
Allah, Allah dedi ya, Allah’ı zikretti ya... Eğer uyanır da Allah’ı zikrederse, (in hallet ukdeh) ukdelerden bir tanesi çözülür. Bağlardan, düğümlerden bir tanesi çözülür. Zikretti mi. düğümlerden bir tanesi çözülür.
Zaten Peygamber Efendimiz SAS, “Uykudan uyandığınız zaman böyle kelime-i şehadet getirin, zikredin!” diye tavsiye ediyor. Bir de onları bilen bir uyanık müslümansa, bilgili Müslümansa, işte onu söyleyince bir düğüm çözülür. Kaldı iki düğüm…
(Fein tevaddaa) “Kalkar bir de abdest alırsa, (in hallet ukdetün) bir düğüm daha çözülür. Abdest de bir düğümü çözer. (Fein sallâ) Aldığı abdestle bir de namaz kılarsa ki, buna teheccüd namazı derler, çok sevaptır; (inhallet ukaduhû küllehâ) bütün düğümleri çözülmüş olur.
Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:62
رَكْعَتَانِ مِنَ اللَّيْلِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنـْيَا وَمَا فِيهَا .
(Rek’atâni mine’l-leyli hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) “Geceleyin iki rekât namaz kılmak, dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.”
Dünyadaki her şeyden, Topkapı Sarayı’ndan bile hayırlı, hazinelerden bile hayırlı... Washington müzesinden bile hayırlı, British müzelerinden bile hayırlı... Hindistan’daki, bilmem neredeki mücevherâttan bilmem neden... İki rekat namaz, kardeşim çok mu zor? Değil! Zalim nefse ağır geliyor ama hiç zor bir şey değil…
“İki rekât da namaz kıldı mı, üçüncü bağ da çözülür; bütün bağlar çözülmüş olur. (Feasbaha neşîtan) Sabahleyin çakı gibi kalkar, neşeli olarak kalkar, şen şakrak, dipdiri kalkar.” Öyle ahh, ohhh, esnemek, bilmem ne yapmak filan yok; rahat kalkar. (Tayyiben nefsi) “Hoş halde, huzurlu, gönlü hoş bir şekilde kalkar.
(Ve illâ) “Böyle yapmazsa, o bağlar bağlı duruyor ya ensesinde üç tane düğüm, düğüm üstüne düğüm, düğüm üstüne düğüm, düğüm üstüne düğüm... Üstüne de gecen upuzun olsun, uyu dur diye yazdı şeytan...” Haaa... “O vaziyette sabahlarsa, (asbaha habîsen nefsi) pis bir nefisle kalkar, berbat bir nefisle kalkar, perişan bir şekilde kalkar, (keslân) tembel olarak kalkar. Uyuşuk, tembel, pis bir iç haliyle, berbat diyelim, berbat bir nefisle, tembel olarak kalkar.”
Onun için ne yapmak lâzım? Gece yatarken abdestli yatmak lâzım! Çünkü gece yatarken abdestli yatmak, gece namazına
62 Lafız farkıyla: Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.455, no:5404; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.785, no:21405; Camiü’l-Ehadis, c.XIII, s.145, no:12782.
kalkmanın ilacıdır, çaresidir. Gece abdestli yattın mı, kalkabilirsin. Abdestli yatmadın mı, uyansan bile kalkamazsın. Ya hava soğuk... Bak yarın nasıl olacakmış hava? 6 derece, bayağı düşük yâni. 6 derece, soğuk bir sabah olacakmış.
Şimdi alnına insanın soğuk yapışır evde kalorifer yoksa, yakmıyorsa; sobası yoksa, yakmıyorsa... Yorganı örter, alnı üşür. Başından aşağı çekerse o zaman terler filan ama dışarısı soğuk. Şimdi bir uyanır, kalkacak ama dışarısı soğuk.
Şeytan der ki:
“—Ne kalkacaksın ya yat aşağı.” der. “Nasıl olsa farz değil.” der. Gece kalkmak farz değil, onu da biliyor. Aldatmak için der ki: “Zaten farz değil ki ya ne olacak zaten sen farzları yapsan bile yeter, ne yapacaksın, boş ver, kalkma.” filan der, “Hem de soğuk.” der. “Bak bir de terlisin, kalkarsan, bir de üşütürsen al başına belayı, öhü öhü öhü... Bilmem ne... Yat aşağı.” der. Yatak da bir tatlı gelir, uyku da bir güzel gelir ki insana, kaldırmaz, uyutturur.
Veyahut biraz daha kabadayıysa insan, o zaman ona der ki:
“Tamam aslanım, sen aslansın, kaplansın, biliyorum babayiğitsin, birazcık daha uyu da zaten dört saat daha var imsakın kesilmesine… iki saat daha sonra kalkarsın, o zaman kılarsın. Ooo... Bir uyanır ki sabah namazının vakti bile geçmiş. Öyle kandırır bazısını da. İleride yaparsın diye kandırır.
Şeytanın kandırmacalarından bir tanesi nedir? İleride yaparsın. Şimdi yapma da sonra yaparsın diye hayrı tehir ettirmektir. Tehirlerden bir tanesi tesvif, ileriye atmak. Tesvif derler Arapça’da buna. Tesbih değil, tesvif… Sevfe ef’alü yapacağım ileride...
Hava yaparsın. Alnını karışlarım senin, yapamazsın. Neden? Öyle aldatıyor. Şeytan seni bir uyuttu mu, bir daha sabah namazına bile kaldırmaz. Bir bakarsın, güneşin ışınları perdenin arasında yüzüne vuruyor da, yakmaya başlamış da ondan uyanmışsın.
“—Tüh be, hay Allah, camiye de gidemedik. Hocaefendi de bize bir çentik attı, ceza yazacak…” filan. Ama iş işten geçti.
Allah CC bizlere yardım eylesin... Kendisine güzel kulluk yapmaya muvaffak eylesin... Yoksa düşmanlarımız çok amansızdır, çok zalimdir, çok büyüktür, çok zayıf noktalardan bizi yakalar, yakayı onlardan kurtarmak çok zordur.
Şeytan çok zayıf noktasından yakalar insanı. Nefis de çok inatçıdır. İnatçı keçiden, köprü üstünde karşı karşıya gelmiş iki inatçı keçiden daha inatçıdır nefis. Çok inatçıdır. Keyfe, zevke çok düşkündür. Yaptırmamakta da çok direnir. Şeytanı yenmek o pis kokulu tekeyi, iri tekeyi yenmek kadar zordur. İnce köprünün üstünde tos atmaya kalkıyor. Al başına belâyı, aşağısı uçurum...
Nefis çok zordur. Allah nefsi yenmeyi nasib etsin... Çok zorludur, zorbadır, toslar, boynuzlar, ısırır, her şeyi yapar. Zalim nefis müslüman olmazsa, ıslah olmazsa, mutmainne nefis olmazsa, mutmainne nefis ne demek? Yumuşak. Böyle esmiş, durulmuş, berraklaşmış demek. O hale gelmezse yapamaz. Tuh der, vah der, bir dahaki sefer yapacağım der, gene yapamaz. Bu sabah kalkamadım, gene yapacağım, dur, bu sefer olmadı ama yarın olacak... İşte öyle düşe kalka gidiyor, daha mutmainne
olmamış.
c. Dört Şey İçin Gusledilebilir
Üçüncü hadis-i şerif:63
يُغْتَسَلُ مِنْ أَرْبعَ: مِنَ الْجَنَابَةِ، وَيَوْمِ الْجُمُعَةِ، ومِنْ غُسْلِ الْمَيِّتِ، وَ
الْحِجَامَةِ (حم. ش. ك. وابن جرير عن ابن الزبير عن عائشة)
RE. 512/9 (Yuğteselü min erbain: Mine’l-cenâbeti, ve yevmi’l- cumuati, ve min gusli’l-meyyiti, ve’l-hicâmeh.)
Ahmed ibn-i Hanbel, Hàkim ve İbn-i Cerir Abdullah Zübeyr RA’dan, o da Hazret-i Aişe Vâlidemiz’den rivâyet etmiş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(Yuğteselü min erbain) “Dört şeyden dolayı yıkanılır, boy abdesti gusül abdesti alınır:
1. (Mine’l-cenâbeti) “Cünüplükten yıkanılır.”
2. (Ve yevmi’l-cumuati) “Cuma günü yıkanılır.” Aaah... Cuma günü yıkanılır. Yâni ne demek? Yarın yıkanacağız demek. Yarın cuma değil mi? İyi bak rast geldi, yarın yıkanacağız. Pekiyi yarın yıkanmanın faydası ne? Kim inanarak, sevabını Allah’tan bekleyerek cuma günü yıkanırsa geçmiş haftalık günahları affolunur üç gün ziyadesiyle. Bir hafta yedi gün. Üç gün daha, on günlük günahı affolur. Yıkanılır. Yapmak lâzım bu işi yâni. Tepeden tırnağa gusül abdesti almak lâzım. Demek ki cuma günü
63 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.152, no:25231; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.267, no:582; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.299, no:1328; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.I, s.126, no:256; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.113, no:8; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.93, no:5032; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.II, s.81, no:549; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.541, no:9290; Abdullah ibn-i Zübeyr RA’dan, o da Hz. Aişe RA’dan.
Lafız farkıyla: Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.423, no:294; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.260; Abdullah ibn-i Zübeyr RA’dan, o da Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.380, no:26566, 26567: Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIV, s.166, no:26886.
yıkanılır.
3. (Ve min gusli’l-meyyit) Bir kardeşi ölmüş, arkadaşı ölmüş, müslüman ölmüş de, o da onun cenazesini yıkayıvermiş. “Cenazeyi yıkayan da gusül abdesti alır.” O da Efendimiz’in tavsiye ettiği bir şey…
4. (Ve’l-hicâmeh) “Bir de kan aldırmışsa, hacamat olmuşsa...”
Cırt cırt kesiyorlar, kan aldırtıyorlar, hacamat olmak var ya... Kan aldırmak diye bir şey var, hacamat derler buna… Müslüman zaman zaman kan aldırır. Bu da çok faydalı bir şeydir. Kanın fazlası gitmiş oluyor, tazelenmiş oluyor filan. Hacamat yapmak derler. “İşte o hacamat olan kimse de gusül abdesti alır.” diye Peygamber Efendimiz buyurmuş.
Eskiden şırınga filan yoktu. Çizikle şişe tutarak çizikten kan çıkartarak alırlardı. Bu, Arabistan gibi ülkelerde kan tazyiki için, yâni tansiyon için çok güzel bir çare idi. Tabii her taraf için de güzel olmalı... Efendimiz’in tavsiye ettiği bir şey kan aldırmak.
Tabii, şimdi iğneyle alıyorlar, hastalık bulaşmasın diye tedbirler daha kuvvetli... Eskiden bir iğneyi kaynatıp kaynatıp, kullanırlardı. Şimdi o da kalktı, her iğne yapıldıktan sonra atılıyor, yenisi kullanılıyor. İlerledi işler… Aynı iğneyi başkasına kullanmanın zararları görüldü.
Kan aldırdığı zaman, güzel sonuçlar olduğu söyleniyor, doktorlar tarafından… Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi sağlıklı, afiyetli, sıhhatli, saadetli, selâmetli, kuvvetli, izzetli, devletli, şevketli müslüman eylesin...
El-fâtihah!
Ağustos 2000 - Brisbane /AVUSTRALYA