07. NAMAZ VE ZİKİR

08. SALÂT Ü SELÂMIN ÖNEMİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîn... Emmâ ba’d.


a. Her Şey İnsanın Hizmetinde…


Şeyh Sa’dî çok muazzam bir şair, diyor ki:


ابر و باد و مه و خورشيد و فلك در کارند تا تو نانی به کف آری و به غفلت نخوری


Ebr u bâd u meh u hurşîd u felek der kârend,

Tâ tû nâni be kef âriy u be gaflet nehàri


Ebr, bulutlar; bâd, bulutları sürükleyen rüzgâr… Meh, Ay; Hurşîd, Güneş… “Ay, Güneş, rüzgâr, bulutlar, felekler; (der kârend) tıkır tıkır, şıkır şıkır çalışıyorlar. Her şey çalışıyor, muazzam bir hareket…

Ey gafil, ey cahil, ey küstah, ey àsî insanoğlu! Tâ ki, sen yaşayasın diye, sen bir ekmek yiyesin diye, bütün kâinatı Allah senin hizmetine vermiş. Yağmurlar yağıyor, topraktan otlar bitiyor, başaklar oluyor, meyvalar oluyor, sebzeler oluyor, yiyecekler oluyor, her şey Allah’ın emriyle, kudretiyle, hikmetiyle bir nizam içinde, muazzam bir nizam içinde çalışıyor. Ey insanoğlu, sen yaşayasın diye; yiyip, içip, gaflete düşmeden yaşayasın diye oluyor.

Bütün bu varlıklar senin için faaliyetteler. Allah’ın emrine itaat edip, çalışıp durmaktalar da; kâinatı senin için çalıştıran, bütün bu yaratıkları senin hizmetine veren Allah onları

166

çalıştırıyor da; hizmet edilen, izzet ve itibar gören sen nasıl olur da Allah’a isyan ediyorsun?

Bu yeryüzünü Allah insanoğlu için yarattığını bildiriyor. Bu yeryüzündeki nizam, hayat için, yaşam için müsait. Başka gezegenlerde yok bu. Acaba var mı hayat filan diye araştırıyorlar. Zayıf ihtimaller var, ama burayı Allah-u Teàlâ Hazretleri insanoğlunun yaşamına uygun olarak yaratmış. İnsanoğlunu yaratmış ve her şey insanoğlu için, insanın emrine musahhar kılınmış, emrine verilmiş. Hepsi Allah’a itaat ediyorlar, harıl harıl çalışıyorlar. İnsan çalışmıyor, insan isyan ediyor. Bu kadar nimetlere mazhar olan, bu kadar hediyeleri alan, bu kadar izzet ve itibara sahip olan İnsanoğlu teşekkür edecek yerde isyan ediyor.


Kim isyan etmezse, Allah’a itaat ederse; muazzam bir mükâfata nail olur, fevz ü felâh bulur. Tabii biz, Allah’a itaat edeceğiz, etmeliyiz, severek itaat edeceğiz. Aşk ile sevk ile Allah’a

167

kulluk edeceğiz. Elbet bizim yaratanımız o... Hani insan, veliyy-i nimeti bi-minneti olan kimselere nasıl sevgiyle, aşk ile sevk ile hizmet ediyor. Meselâ, insanın anasına-babasına hizmeti: nasıl yapıyor?

“—Anacığım sen otur, ben sana terliğini getiririm! Çay yapayım, ne istersin anacığım? Şap-şup yanaklarından öpüyor, bilmem ne filan… Emret, hemen istediğini yapayım!

“—E, niye bu kadar kendini böyle hizmete koşturuyorsun?”

“—O benim annem! Bir tanecik anacığım, bir tanecik babacığım.” Severek yapıyoruz, çok severek yapıyoruz; gocunmuyoruz, zor gelmiyor. Yorgunluğundan bile zevk alıyoruz. Anacığıma sunu götüreyim, mübareğin bir duasını alayım sabah sabah filan diyoruz. Aşk ile sevk ile yapıyoruz hizmeti, sevdiğimiz kimseye…


E, Allah? Her türlü nimeti veren alemlerin Rabbi? Ne iyi olurdu keşke, o anamıza, babamıza veya tatlı çocuğumuza, kendi evlâdımız diye yaptığımız hizmet gibi, Rabbimize öyle aşk ile şevk ile severek hizmet edecek bir kul olabilseydik. Ne iyi olurdu. O duyguları Mevlâmıza karşı yapabilseydik de, böyle namaza tembel tembel kalkmasaydık; Allah’ın emirlerini böyle üşene üşene yapmasaydık, geri geri durmasaydık, surat asmasaydık; ne iyi olurdu.

Allah sevgisi olsa… Anne-baba sevgisi olunca, evlât sevgisi olunca, nasıl onlara hizmet ediliyor? Allah sevgisi olsa, Allah’a ibadet de öyle aşk ile sevk ile yapılacak.


b. Sağlık Çok Önemli


Ama, bunları anlayamıyor insanoğlu. Bir nimetinin şükrünü ödemek için, Allah’a Ömür boyu severek, aşk ile kulluk edilebilir. Meselâ, akıl nimeti. Akılsız insanlara bak. Delilere, divanelere, mecnunlara, geri zekâlılara bak!

Aman ya Rabbi, çok şükür ki, beni öyle yapmamışsın! El- hamdü lillâh, aklım var, aklım başımda, elim ayağım tutuyor. El-

168

hamdü lillâh, yaşıyorum. Ne büyük nimet ya Rabbi! Ya alsaydın benden de? Ailemin başına belâ olacaktım, ne zor olacaktı. Şimdi aklettiğim hiç bir şeyi de akledemeyecektim, düşünemeyecektim.

Ya Rabbi, düşünüyorum taşınıyorum da, senin bana verdiğin nimetleri saymak mümkün değil! En başta akıl, ne kadar büyük nimet… Sonra, sıhhat...


Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.


Sağ mıyız? El-hamdü lillâh...

“—Sağ mısın, esen misin, iyi misin, hoş musun? Ne yapıyorsun, nicesin?” “—El-hamdü lillâh, çok iyiyim.”

“—Ağrın sızın yok ya?”

“—El-hamdü lillâh. Hiç bir şeyim yok.

“—Derdin üzüntün, gamın kederin?” “—El-hamdü lillâh. Sağol kardeşim, bir şeyim yok.

Bak, insanın dertsiz olması ne güzel bir şey. Sıhhatli olması ne kadar güzel bir şey…


Neden? Bir dişi ağrıdığı zaman, burası şişiyor. Zonk, zonk,

zonk, off… Ütüyü tutuyor, elini tutuyor, ilaç milaç, doktora gidiyor.

“—Yahu doktor, şu dişin bir çaresine bak, ne olur!” “—Yapamam, iltihaplanmış, şu anda müdahale edemem.” “—Ne olacak?”

“—Şu hapları yut, iki gün sonra gel!”

“—Yahu, ölüyorum doktor! Şu küçücük diş ağrısı mahvediyor beni. Ne yapayım?” “—İltihaplandırmışsın, iki gün sonra gel!” diyor.


Bir küçücük diş ağrısından mahvoluyor insan… Neşeyle, keyifle ortada dolaşan insan, bakıyorsun bir kenara oturmuş. Rodin’in düşünen adamı gibi böyle… Ne oluyor yahu?

169

“—Sorma be kardeşim, muazzam başım ağrıyor. Kafam çatlıyor.” “—Dur bakayım, neresinden çatlıyor? Çevir kafanı muayene edeyim.”

Çatlıyor, içinden çatlıyor, çok fenayım!

Veya, ahh.. ahhh, amaan... Ne oluyor? Midem ağrıyor, bilmem safra kesesi... Ben üç defa safra kesesi krizi yaşadım. Hecme diyor Araplar. Arapçadan geçmiş, doktorlar söylüyor. Hecme, hücum demek, bir hücum demek.

Bir safra kesesi ağrısı hücumuna uğradım, mahvoldum. Sapanca’dan beni İstanbul’a Mercedes arabayla getirdiler. Niye

Mercedes diyorum? Ömer Bey bilir, Mercedes’in yayları sağlam olur. Yani şöyle iyi bir araba... Sanki demir tekerlekli arabayı taş yolda sürüp getiriyorlarmış gibi mahvoldum. Arabada bir şey yok ama safra kesesi ağrısı çok fena. Böyle ayy, aman, bilmem ne…” filan diye diye zor geldim.


Üç defa kaçtım ameliyattan, Avrupa’ya, Amerika’ya haber saldım. Ameliyat yapmadan, şu safra kesesinin derdini def etmenin çaresi var mı? Cihanın doktorları, “Çare yok!” diye haber gönderdiler bize…

Şimdi yeni usüller çıkmış, küçücük bir delik açıyorlarmış, fırt oradan alıyorlarmış. Bizim o zamanda yoktu. Beni yatırdılar, karnımı kestiler, barsaklarımı deştiler, karıştırdılar, ne yaptılarsa bilmiyorum. Ondan sonra, kaç saat sonra uyandım. Burnumda bir boru, nefes alamıyorum. Elimde bir iğne, serum veriyorlar. Deldikleri yeri kapatmışlar, oradan akıntıyı dışarıya almak için bir lastik boru burada... Bir de vücut tabii çalışıyor... Yaşamak için emir tutmağa çalışıyor, hayat mücadelesi veriyor. Ve idrar birikiyor, idrar için de bir sonda vurmuşlar. Dört yerden borulu

Es’ad Coşan…

Nefes alamıyorum, ölecek gibi oluyorum böyle, kuş gibi çırpınıyorum yatakta… Yahu bir nefes almak ne büyük nimetmiş. Ben hiç eskiden bunun böyle bir nimet olduğunu bilmiyordum.

Bak şimdi, nefes sıkıntım var mı? Yok.

170

“—Fahri, senin nefes sıkıntın var mı? Yok.” Tamam, bir nefes darlığı bile zor oluyor. Bir de her tarafı kapalı insanın, alnım boncuk boncuk terliyor. Geliyorlar acıyorlar bana, teri siliyorlar.

“—Yahu, bu günler geçecek mi? Ya Rabbi, acaba bu saatler geçecek mi? İnsan demek ki, son nefeste nefes alamayınca, böyle olacak… Ölümlerin sınırına kadar gelip, teğet geçiyorum böyle. Ölecek gibi olacakken, geri dönüyorum. Meğer ne kadar büyük nimetmiş.”


وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللهَِّ لََ تُحْصُوهَا، إِنَّ اللهََّ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (النحل:٨١)


(Ve in teuddû ni’meta’llàhi lâ tühsùhâ, inna’llàhe legafûrun rahîm.) “Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin nimetlerini saymaya çalışsanız, bitiremezsiniz, mümkün değil. Allah-u Teàlâ Hazretleri çok mağfiret edicidir, çok rahmet sahibidir, kullarına çok lütuflarda bulunuyor.” (Nahl, 16/18)

Bunca nimeti veren Allah’ın nimetlerini saymaya, sıralamaya kalksanız, takat getiremezsiniz, nimetleri bitiremezsiniz. Nimetlerin sayısını, sıralamayı bile bitiremezsiniz. Ömür biter, sıralama bitmez. Allah’ın nimetleri o kadar çok…

Fakat biz gene Allah’a severek kulluk etmiyoruz, iterek kulluk ediyoruz. Anamız, babamız kalk diyecek, ayağımızdan sürükleyecek, haydi yahu diyecek.

“—Off yahu, aman be!” diyeceğiz, kedi gibi gerineceğiz...

Kedi şöyle bir güzel gerinir. Ondan sonra kalkacağız, abdest alacağız. Bazen almayacağız, bazen zor gelecek uykuyu bırakmak;

“—Boş ver yahu, güneş doğduktan sonra kılarım!” filan diyeceğiz.


c. Rasûlüllah’a İtaat Etmek


Allah’ın emirlerini tutmakta zorlanıyoruz. Çok ayıp, düşünsek çok ayıp; Allah bunların hepsini de biliyor. Bütün duygularımızı

171

da biliyor. Hepsini takip ediyor. Anında takip ediyor. Ve biz de çok ayıp ediyoruz yani, çok ayıp ediyoruz. Ne kadar ayıp... Bu kadar da ayıp edilmez yani…


أَطِيعُوا اللهََّ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ (النساء:٩٥)


Etîu ’llàhe ve etîu’r-rasûl) “Allah’a ve Rasûlüllah’a itaat ediniz!” (Nisâ, 4/59)

Rasûl’e itaat nereden çıktı? Allah rasül olarak gönderdiği için, peygamber olarak gönderdiği için, vazifeli kul olarak gönderdiği için, ona itaat lâzım! Neden dolayı? Allah’a kulluğun bir sonucu olduğu için.

“—Sen Allah’a kul musun? Allah’a severek kulluk edecek misin?”

Evet, ben Allah’ın kuluyum; inşâallah aşk ile, şevk ile

yüksünmeden, gocunmadan, üşenmeden, üzülmeden Allah’a kulluk edeceğim. Tamam.

Allah sana elçi göndermiş, o elçiye itaat edeceksin. O Rasûlüllah, Nebiyullah, Halilullah, Safiyullah, Sa’dullah, Rahmetullah, Hidayetullah, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin sevgili kulu Muhammed-i Mustafasına itaat edeceksin. Neden? O gönderdi.


Zaten dünyada insanlar birbirleriyle dost oluyor:

“—Merhaba kardeşim. Nasılsın iyi misin? Yahu, ben seni çok seviyorum. Gel bir sarılalım!” “—Çok sıkma yahu, belimi acıttın…” bilmem ne filan.

Muhabbet ediyor, bazen bir insan bir insanı seviyor. Seni sevdim diyor, samimi arkadaş oluyor. Sımsıkı beraber, yemekte beraber… Bir yedikleri, içtikleri ayrı gidiyor, boğazlar ayrı olduğundan; her şeyleri beraber. Seviyor.

“—Neden seviyorsun bu adamı?” “—Hocam, bu adam çok dürüst bir adam, çok iyi huylu adam, çok fedakâr bir kardeş... Benim sıkıntılı filanca zamanımda bana

172

öyle bir yardım etti ki, para bakımından daralmıştım, al kardeşim dedi, para verdi. Bir keresinde hastalanmıştım, başucumda günlerce refakatçilik yaptı. Ben yüznumaraya gidemiyordum, kalkamıyordum, hizmetimi yaptı. Utanıyorum, ne kadar hizmet etti. Melek gibi bir insan, ben bunu çok seviyorum.” “—Haa, iyi huylu olduğundan seviyorsun öyle mi?” “—Bu insan çok iyi huylu, hem de bana çok faydası dokunuyor; ondan seviyorum.”


İnsanların en güzeli Rasûlüllah, Muhammed-i Mustafa SAS. En güzel insan Muhammed-i Mustafa… Sevmek ne kelime? Àşık olacaksın.

Rasûlüllah’ı kim görürse, ilk önce titrerdi karşısında Peygamber Efendimiz’in. Peygamber Efendimiz çok heybetliydi, muazzam bir tesiri vardı. Bir de, mânevî etkisi vardı. Bir aylık ötedeki düşmana, Rasûlüllah’ın korkusu tesir ederdi. Bu konuda Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:18


نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَةَ شَهْرٍ (خ. عن جابر


(Nusirtü bi’r-ru’bi mesîrete şehrin) “Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmak suretiyle Allah bana yardım eyledi.”

Şehir, ay demek. Bir aylık uzaklıktaki, bir aylık yol mesafedeki düşmana, Rasûlüllah’ın korkusu tesir ederdi, titretirdi onu. Heybetliydi Rasûlüllah Efendimiz.

Rasûlüllah Efendimiz’i tarif ederken, sahabe-i kiram diyor ki:19



18 Buhàrî, Sahîh, c.II, s.58, no:323; Neseî, Sünen, c.II, s.204, nmo:429; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.212, no:958; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.349, no:1154; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.438, no:32062; Câmiü’l-Ehàdîs, c.V, s.74, no:3763.

19 Tirmizî, Sünen, c.V, s.599, no:3638; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.328, no:31805; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.148, no:1415; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.15; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.412; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XI, s.30, no:5699; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.III, s.262; Ebü’ş- Şeyh, Ahlâku’n-Nebiy, C.I, s.90, no:84; Hz. Ali RA’dan.

173

مَنْ رَآهُ بَدِيهَةً هَابَهُ، وَمَنْ خَالَطَهُ مَعْرِفَةً أَحَبَّهُ، يَقُولُ نَاعِتُهُ:


لَمْ أَرَ قَبْلَهُ وَلََ بَعْدَهُ مِثْلَهُ (ت. ش. هب. عن علي)


(Men raâhû bedîheten hâbehû) “Hiç görmemiş bir kimse, Rasûlüllah’ı birden bire görüverirse, Rasûlüllah’ın mânevî makamının ve görünümündeki heybetin tesirinden müthiş bir duygu içine düşer, titremeye başlardı. Heybetinin altında ezilirdi.

(Ve men hàletahû ma’rifeten ehabbehû) “Ama onu tanıyan, sohbetine devam edip sözünü dinleyen, mübarek cemâline baktı mı, severdi ve artık aşık olurdu.” Güzelliği yakından tanıyınca, o zaman seviyor, aşık oluyor. Aşkı da çok yüksek noktalara çıkıyor.

(Ve yekùlü nâitühû) “Onu vasfeden, ancak şu sözü söyleyebilirdi: (Lem era kablehû ve lâ ba’dehû mislehû) Ben ondan önce de, ondan sonra da onun gibisini asla görmedim!”


Birisi diyor ki:

“—Rasûlüllah’ın yüzü parlıyordu, kılıç gibi parlıyordu.”

Ötekisi diyor ki:

“—Haydi oradan, ne kılıç gibisi? Ay gibiydi, Güneş gibiydi, öyle parlıyordu.”

Nuru vardı Rasûlüllah Efendimiz’in… Vech-i pâkinin, mübarek yüzünün nuru vardı. Münakaşa ediyorlar. Şöyle mi parlıyordu, böyle mi parlıyordu, ama parlıyordu; pırıl pırıl parlıyordu yüzü.

Bak, o Edirneli garibana, yüz defa görmüş. Saymış da mübarek, yüz defa gördüm diyor. Ne mutlu!


Gül yüzünü rüyamızda, görelim yâ Rasûlallah!

Gül bahçene dünyamızda, girelim yâ Rasûlallah!


Yeter bu hasret.

174

d. Rasûlüllah’a Salevat Getirmek


Allah-u Teàlâ Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki, bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


إِن اللهََّ وَمَلََئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ


وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا (الْحزاب:٦٥)


(İnna’llàhe ve melâiketehû yusallûne ale’n-nebiyyi) “Hiç şüphe yok ki, Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar.” İnne, hiç şüphe yok ki mânâsına gelen, muhakkak ki mânâsına gelen bir söz Arapçada… İnne dedi mi, muhakkak öyle demek. Edat-ı tahkik derler, yâni muhakkak öyle olduğunu gösteren bir kelime demek.

175

(İnna’llàhe) Muhakkak ki, hiç şüphe yok ki Allah CC, (ve melâiketehû) Sonra, cümle melekleri…”

(Amentü bi’llâhi ve melâiketihî) “Biz Allah’a da gönül vermişiz,

inanmışız; meleklerini de biliyoruz.” Melekler var. Ne kadar var? Sayısız melekler var. Yerde, gökte, Arş’ta, feleklerde, senin vücudunda… Biliyor musunuz, her yağmur tanesini bir melek aşağıya indiriyormuş. Meleklerin sayısını anla! Senin vücudundaki melekler, gökteki melekler, yedi kat semadaki melekler, sayısız melekler.


“Hem Allah, hem de Allah’ın melekleri, (yusallûne ale’n- nebiyyi) Peygamber’e salât ediyorlar.”

“—Hocam, salât etmek ne demek? Türkçe bir kelime değil bu. Peygambere salat ediyorlar ne demek? Allah, Muhammed-i Mustafa’ya salât ediyor. Melekler, Muhammed-i Mustafa’ya salât ediyor ne demek?” Allah’ın salâtı, aslında teveccüh demek. Teveccüh ediyor. Yönünü dönüp böyle yönelmek demek. Sırt dönmemek, yönelmek demek. Allah’ın yönelmesi, teveccühü ne demek? Yani, Allah lütf’ediyor, ihsan ediyor, ikram ediyor, rahmediyor mânâsına…

Meleklerin salâtı ne demek? Melekler, Allah’ın görevli yaratıkları; onlar dua ediyor demek.

Allah’ın teveccühü nasıl olur? Rahmetine daldırmak, bol bol ihsanını ona vermek, lütfetmekle olur.

Meleklerin teveccühü? Dua ederler.

“—Yâ Rabbi, bu Muhammed-i Mustafana şöyle olsun, böyle olsun!” diye.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا (الْحزاب:٦٥)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslimâ) “Ey iman edenler! Mâdem Allah salât ü selâm ediyor, melekleri salât ü selâm ediyor o mübarek Peygamber’e; siz de o salât ü selâmı çok edin!” (Ahzâb, 33/56) diye buyurmuş.

176

(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler, yani hepimiz. Ey iman edenler, (sallû aleyhi) siz de ona salât ediniz; (ve sellimû teslimâ) ve ona selâm getiriniz.” Şimdi, Allah bir şeyi emretti mi, ona ne denir? Farz denir. Allah’ın emri, mutlaka tutulacak. Mutlaka, kesinlikle tutulur. Yani bunun, bu işin bir başka çaresi yok; tutulması lâzım! Allah emrediyor: Salat u selâm getirin! Bütün müslümanların boynuna borçtur ve farzdır salat-u selâm getirmek ve biz de getiriyoruz.

Ne zaman getiriyoruz? Namazın içinde oturduğumuz zaman. Bitireceğimiz zaman namazı, son oturuşta:


اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّد، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ،


وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.


(Allàhümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin kemâ sallayte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdün mecid) diyerek.

“Allahım, Muhammed AS’a ve Muhammed AS’ın âline (ümmetine) rahmet eyle, şerefini yücelt; İbrâhim AS’a ve İbrâhim

AS’ın âline (ümmetine) rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”


اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ، وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ،


وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ، إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.


(Allàhümme bârik alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin kemâ bârekte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdün mecid)) diyerek.

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in âline (ümmetine)

177

hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in âline (ümmetine) verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.” Başka nerede salât ediyoruz? Namazların arkasından (Salâten tüncînâ)’yı okuyoruz:


اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِِّدنَا مُحَمٍَّد وَ عَلٰى آلِ سَيِِّدنَا مُحَمٍَّد، صَلََةً تُنْجِينَا


بِهَا مِنْ جَمِيعِ الَْهْوَالِ وَالآفَاتِ، وَتَقْضِي لَنَا بِهَا جَمِيعَ الْحَاجَاتِ، وَ


تْطَهُِّرنَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ السَِّيِّئات، وَتَرْفَعُنَا بِهَا عِنْدَكَ أَعْلَى الدَّرَجَاتِ،


وَ تُبَلِّغُنَا بِهَا أَقْصَى الْغَايَاتِ، مِنْ جَمِيعِ الْخَيْرَاتِ، فِي الْحَيَاةِ، وَ بَعْدَ


الْمَمَاتِ، برحمتك يا ارحم الراحمين، حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ، نِعْمَ


الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَِّصيرُ، غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ .


(Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed, salâten tüncînâ bihâ min cemîi’l-ehvâli ve’l- âfat… Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât… Ve tutahhirunâ bihâ min cemîi’s-seyyiât… Ve terfeunâ bihâ indeke a’le’d-deracât… Ve tübelliğunâ bihâ aksa’l-gàyât… Min cemîi’l-hayrâti fî’l-hayâti ve ba’de’l-memât… Bi-rahmetike yâ erhame’r-rahimîn… Hasbuna’llàhu ve ni’me’l-vekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’n-nasîr… Gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l-masîr…) [Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve onun ehl-i beytine salât eyle… Bu salevat o derece değerli olsun ki, onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtarırsın... Bizim ihtiyaçlarımızı o salevat hürmetine yerine getirirsin… Bizi bütün günahlardan bu salevat hürmetine temizlersin… O salevat hürmetine bizi derecelerin en üstüne yüceltsin… O salevat hürmetine hayatta ve

178

öldükten sonra düşünülebilecek bütün hayırlar konusunda gayelerin en sonuna kadar ulaştırırsın… Ey merhametlilerin merhametlisi, bize bunları merhametinle nasib eyle…

Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. O ne iyi bir dost, ne iyi bir yardım edicidir. Ey Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüş yalnız sanadır.]

Bakın, bir salevat da bu...


Ooo iyi, bayağı salât ü selâm ediyormuşuz biz. Sonra, ezanı duyduğumuz zaman salevat getiriyoruz. Adını andığımız zaman salevat getiriyoruz. O neden? Her ne zaman Muhammed desek, “Allàhümme salli alâ şeyyidinâ muhammed” diyoruz. Ne zaman adını duysak, salât u selâm getiriyoruz.

Neden böyle yapmışız? Niye bu adet olmuş? Biz bunu büyüklerimizden böyle gördük de, sebebi neymiş? Kökeni neymiş bu işin? Aslı ne sebepleymiş?

Peygamber SAS’den rivayet ediliyor ki:20


قَالَ رَسُولُ اللهَِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اُحْضُرُوا الْمِنْبَرَ! فَحَضَرْنَاهُ.


فَلَمَّا ارْتَقٰى دَرَجَةً، قَالَ: آمِينَ! فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّانِيَةَ، قَالَ:


آمِينَ! فَلَمَّا ارْتَقَى الدَّرَجَةَ الثَّالِثَةَ، قَالَ: آمِينَ!


(Kàle rasûlü’llàh SAS: Ühduru’l-minber!) “Peygamber SAS



20 Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.225, no:645; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.192, no:1888; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.304, no:8287; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IX, s.17, no:8994; Bezzâr, Müsned, c.II, s.411, no:8116; Ebû Hüreyre RA’dan. Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.224, no:644; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XIX, s.144, no:315; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.170, no:7256; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.215, no:1572; Kâ’b ibn-i Ucre RA’dan. İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.143, no:1362; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.967, no:24295 ve c.XVI, s.43, no:43854; Câmiü’l- Ehàdîs, c.XV, s.96, no:15061 ve c.XXXIII, s.71, no:35811.

179

Efendimiz bir keresinde, ‘Minberi hazırlayın!’ dedi. (Fehadarnâhu) Minberi hazırladık. (Felemme’rtekà dereceten, kàle: Âmîn!) Minbere bir basamak çıktı, ‘Âmin!’ dedi. (Felemme’rteka’d- derecete’sâniyeh, kàle: Âmîn!) İkinci basamağa çıktı, ‘Âmin!’ dedi. (Felemme’rteka’d-derecete’sâliseh, kàle: Âmîn!) Üçüncü basamağa çıktı, yine ‘Âmin!’ dedi.”


فَلَمَّا نَزَلَ، قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهَِّ، لَقَدْ سَمِعْنَا مِنْكَ الْيَوْمَ شَيْئًا مَا


كُنَّا نَسْمَعُهُ؟ قَالَ: إنَّ جِبْرِيلَ عَرَضَ لِي، فَقَالَ: بَعُدَ مَنْ أَدْرَكَ


رَمَضَانَ فَلَمْ يُغْفَرْ لَهُ! قُلْتُ: آمِينَ .


(Felemmâ nezele, kulnâ) Minberden aşağı indiği zaman, dedik ki: (Yâ rasûla’llàh) “Yâ Rasûlallah! (Lekad semi’nâ minke’l-yevme şey’en mâ künnâ nesmeuhû?) Bu sefer sizden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk.” Yâni, “Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken her merdivende ‘Âmîn...’ dediniz. Niye dediniz?” diye sordular.

(Kàle) Peygamber SAS buyurdu ki: (İnne cibrîle arada lî) “Cebrâil AS bana göründü, karşıma geldi. (Fekàle: Beude men edreke ramadàne felem yuğfer lehû) ‘Ramazan’a yetişmiş, Ramazan’ı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret olamamış kimseye yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun!’ dedi. (Kultü: Âmîn) Ben de, ‘Âmîn!’ dedim.”


Bir insan Ramazan ayına kadar gelmiş yaşamış, Ramazan geçmiş bitmiş de, cenneti kazanamamış, mağfiret olunmamış, Allah’ın affına, mağfiretine nail olamamış, mazhar olamamış. Yerde sürtsün o herifin de burnu… O da beddua.

Neden? Kim bilir Ramazan’ı nasıl geçirdi. Herkes camiye giderken, o ne yaptı? Herkes oruç tutarken, o ne yaptı? Kim bilir Ramazan’da nasıl yaşadı da, Ramazan geldi geçti, mağfiret olmadı, afv u mağfiret olmadı.

180

Bundan çıkan sonuç ne? Ramazan’a kaldı şurada on gün kadar bir şey. Aman, Ramazan’ın kadrini, kıymetini bilelim! Ramazan’dan istifade edelim! Ramazan bittiği zaman, geçtiği zaman, mağfiret edilmeden kenarda mahrum kalanlardan olmayalım! Cebrail’in bedduasına, Rasûlüllah Efendimiz’in âmîn demesine maruz kalmayalım!


Peygamber Efendimiz Receb ayı girdiği zaman, duaya başlardı.

Peygamber kendisi amma, Receb ayı girdiği zaman derdi ki:21


اللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ، وَبَ ـلِّغْـنَا رَمَضَانَ (طس. هب.

حل. كر. والديلمي عن أنس)


(Allàhümme bârik lenâ fî recebe ve şa’bân, ve belliğnâ ramadàn) “Yâ Rabbi, bize Receb ayını, Şa’ban ayını mübarek eyle; ve bizi Ramazan’a ulaştır!” diye dua ederdi.

İki ay önceden hevesi, şevki, arzusu, duası öyleydi. “Ramazan’a bizi ulaştır!” diye dua ederdi. Ramazan öyle bir ay.

Allah Ramazan’a sıhhat afiyetle ulaştırsın… Ramazan’da mağfiret olanlardan eylesin cümlemizi… Allah cümlemizi Ramazan’dan istifade edenlerden eylesin…


İkincisi:


فَلَمَّا رَقَيْتُ الثَّانِيَةَ، قَالَ: بَعُدَ مَنْ ذُكِرْتَ عِنْدَهُ، فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْك!


قُلْتُ: آمِينَ .



21 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.259, no:2346; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.IV, s.189, no:3939; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.375, no:3815; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.269; Bezzâr, Müsned, c.II, s.290, no:6494; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXX, s.57; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.485, no:1985; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.161, no:309; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.138, no:18049; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.211, no:554; RE. 532/10; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXIII, s.24, no:35704, 36125.

181

(Felemmâ rakaytü’s-sâniyete, kàle) “İkinci basamağa çıktığım zaman, Cebrâil AS dedi ki: (Beude men zükirte indehû, felem yusallî aleyke) ‘Bir kimse yanında senin adın anıldığı halde, sana salât ü selâm getirmezse, getirmemişse, o da rahmetten uzak olsun!’ dedi; (kultü: Âmîn) ben de, ‘Âmîn!’ dedim.” Peygamber Efendimiz’in adı müslümanların yanında anıldığı zaman, ne demeleri lâzım? “Allàhümme sallî alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim” demeleri lâzım, salât ü selâm getirmeleri lâzım!

Demek ki, Rasûlüllah SAS Efendimiz’e sevgimizin, bağlılığımızın gereği olarak ne yapacağız? Efendimiz anıldı mı, “Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ rasûla’llàh.” veya “Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm.” diyeceğiz; veyahut “Allàhümme sallî alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.” diyeceğiz. Yâni bir çeşit salât ü selâm ile salât ü selâm getireceğiz. “Getirmediği takdirde, o müslüman Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” diye Cebrâil AS beddua ediyor, Peygamber Efendimiz de “Amin!” diyor. Bu da ikinci âmin sebebi...


Üçüncüsü de nedir:


فَلَمَّا رَقَيْتُ الثَّالِثَةَ، قَالَ: بَعُدَ مَنْ أَدْرَكَ أَبَوَيْهِ الْكِبَرُ عِنْدَهُ أَوْ أَحَدَهُمَا،


فَلَمْ يُدْخِلََهُ الْجَنَّةَ! قُلْتُ: آمِينَ (الحكيم عن كعب بن عجرة)


(Felemmâ rakaytü’s-sâlisete, kàle) “Üçüncü basamağa çıktığım zaman, Cebrâil AS dedi ki: (Beude men edreke ebeveyhi indehû ev ehadehümâ, felem yüdhilâhü’l-cenneh) ‘Bir kimse annesi ve babası ile beraber yaşamış, annesi ve babası veya bir tanesi onun yanında olmuş, sonra vâdesi yetince ahirete göçmüş ama, cenneti kazanamamış; o da rahmetten uzak olsun! Yazıklar olsun ona, burnu yerde sürtsün onun!’ dedi; (kultü: Âmîn) ben de, ‘Âmîn!’ dedim.” (Bir). Buradan ne anlıyoruz? Anne-baba bizim için bir fırsattır, bir ganimettir, bir nimettir. Elini bırakıp ayağını öpmeliyiz,

182

duasını kazanmağa çalışmalıyız, gönlünü elde etmeğe çalışmalıyız. Politikacılar nasıl halkın gönlünü hoş edip de, oyunu almağa çalışıyor, reyini kazanmağa çalışıyor. Biz de allem edip, kallem edip, uğraşıp, didinip; kafamızı kullanıp, politika yapıp; ne yapıp yapıp, anamızın, babamızın duasını kazanmağa çalışmalıyız.

Öyle değil mi? Bu çıkıyor bundan… Anne baba bir fırsatmış, anne baba insanı cennete sokarmış, dua ederse… O halde, onların duasını kazanmağa çalışmalıyız.

Pekiyi, Peygamber Efendimiz anne babadan önde gelir mi? Gelir. Ayet-i kerimede buyruluyor ki:


النَّبِي أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ (الْحزاب:٦)


(En-nebiyyü evlâ bi’l-mü’minîne min enfüsihim) [Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır.](Ahzab, 33/6)

Anadan, babadan ve kendi şahıslarından bile önde gelir, Peygamber Efendimiz.

O zaman, insanın hocası da, anadan babadan önce gelir. Bunu da söylüyoruz. Peygamber Efendimiz söyledi diye söylüyoruz.


Cebrail AS’ geldi, üç şeyi söyledi, ama beddua… Dua iki türlü olur. Bir, normal dua olur:

“—Ya Rabbi, şu kardeşime sen sıhhat ver, afiyet ver!”

Tamam. Bir de: “—Ya Rabbi, şu adamın boynu devrilsin. Hay Allah kahretsin. Mahvolsun, gözleri aksın!”

Böyle çeşit çeşit dualar var. Ne diyoruz buna? Beddua diyoruz. Lânet etmek, beddua etmek diyoruz. Birisini kızdırdın mı, damarına bastın mı, açıyor ağzını, beddua ediyor. Haa, Cebrail AS’ gelmiş, beddua etmiş.

Beddua. Bed ne demek? Farsça kötü demek. İngilizcedeki gibi, Allah Allah... Farsçadaki bed’le, İngilizcedeki bed birbirine benziyor. Benzer tabii, kardeş dil de ondan. Aynı dil. İngilizce’de

183

fadır (father) diyorsun, Farsça’da peder diyorsun. İngilizce’de madır (mother) diyorsun, Farsça’da ne diyorsun? Mader diyorsun. İngilizce’de doğter (daughter) diyorsun, Farsça’da ne diyorsun? Duhter diyorsun. Aaa, yakınlığı da anlaşılıyor. Tamam, öyleymiş kardeş. Beddua, yani İngilizce dua nedir? Praying bed, beddua etmiş.


Belki bu, (rağime enfu raculin) sözleri beddua değildir de, bir hakikatin işaretidir. Yani, burnu yerde sürter. Ana-babasının duasını alamayan insanın burnu yerde sürter. Ramazan’dan istifade edemeyen adam saçını başını yolar, burnu yerde sürter, çok pişman olur ahirette… Peygamber Efendimize salat ü selâm getirip de, istifade etmek varken; mânevî birçok ikrama nâil olmak varken; bunu yapmayanın burnu yerde sürter demek. Hem ihbar mânâsı var. bu böyledir haa .diye bilgilendirme mânâsı var. Hem de beddua mânâsı var.

Onun için, salât ü selâm getirmek lâzım. Sözün başında salât u selâm getirmek lâzım. Ortasında salât u selâm getirmek lâzım. Sonunda salat-u selâm getirmek lâzım! Rasûlüllah’ı sevmek lâzım. Ona salat u selâmı çokça getirmek lâzım ve Rasûlüllah’a itaat etmek lâzım!

Allah bizi Rasûlüne itaat edenlerden, Rasûlünün şefaatini kazananlardan, Gül cemalini çok görenlerden eylesin.

El-fâtihah!

………………….

Size Salâten Tüncînâ’yı anlatacaktım aslında ama… (Allàhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlî seyyidinâ muhammedin salâten tüncînâ…) Bunun mânâsı nedir, onu anlatacaktım. Unutturmayın, bir dahaki sefer anlatayım inşâallah… Çünkü çok güzel bir mânâsı var.

İki rekât İşrak namazı kılabilirsiniz. Güneş bir mızrak boyu yükseldi...


31. 12. 1996 - İşrak Sohbeti

Toowoomba / Avusturalya.

184
09. ALLAH SEVGİSİ