37. GÜNAHLARI AFFETTİREN ŞEYLER
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesîren tayyiben mübareken fîh, alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn…
Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn… Emmâ ba’d:
a. Günahların Keffareti Olan Üç Şey
İbn-i Mâce Rh.A, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet eylemiş ki, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:82
كَفَّارَاتُ الْخَطَايَا: إِسْبَاغُ الْوُضُوءِ عَلَى الْمَكَارِهِ، وَإِعْمَالُ اْلَْقْدَامِ
إِلَى الْمَسَاجِدِ، وَانْتِظَارُ الصَّلََةِ بَعْدَ الصَّلََةِ (ه. عن أبي هريرة)
RE. 339/16 (Keffârâtül-hatâyâ: İsbâğu’l-vudùi ale’l-mekârih, ve i’mâlü’l-akdâmi ile’l-mesâcid, ve’ntizàru’s-salâti ba’de’s-salâh.)
“Hatasız kul olmaz!” diyoruz ya, insanlar, müslümanlar çeşitli hatalar işliyor, günahlara düşüyor. Yapmaması lâzım ama yapıyor. Bunlar nasıl affolunacak? Bunların affedilmesi için ne yapmak lâzım? Onu bildiriyor bu hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz, (Keffârâtü’l-hatâyâ) “Hataların kefaretleri şunlardır.” diyor, üç şey sayıyor. Dikkatle dinleyelim:
1. (İsbâğu’l-vudùi ale’l-mekârih) “Hoşlanılmayacak, zor gelecek, nâhoş zamanlarda, kalkıp abdestini güzelce almak.” Bu günahları sildirir.
Hoşlanılmayacak zamanlar nedir? Çok soğuktur. Şiddetli
82 İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.20, no:422; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.V, s.425, no:3263; Bezzâr, Müsned, c.II, s.412, no:8129; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.284, no:26029; Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.160, no:2130; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.299, no:15534.
soğuktur, ayazdır. Elini suya değdirdiği zaman buz gibi oluyor, yıkarken titriyor, kıpkırmızı oluyor yüzü... Böyle olabilir.
Veyahut sabah namazına kalkacak, yataktan kalkmak zordur; uykuyu yenmek, nefsi yenmek zordur. Ama kalkıyor, abdestini alıyor.
İşte böyle hoşlanılmayacak şartlar altında, hoşlanılmayacak zamanlarda bile, ben ibadetimi yapayım diye insan abdest aldı mı, günahları dökülüyor. Güzelce abdest almak, günahlarına keffâret oluyor. Yâni soğuk da olsa, sıcak da olsa, Erzurum’da da olsa, Kars’ta da olsa, kar da yağıyor olsa, sıfırın altında soğuk da olsa, damın kenarından buzlar da sarkıyor olsa; veyahut daha başka zorlukların olduğu yerlerde abdest alıyor, abdesti güzelce alıyor. O zaman günahlar dökülür.
Yüzünü yıkarken; yüzündeki, gözündeki, ağzındaki, burnundaki günahları dökülür. Elini yıkarken, eliyle işlediği günahlar dökülür. Ayaklarını yıkarken; ayaklarıyla hatalı,
günahlı yerlere varıp günahlar işlemişse, onlar dökülür.
Abdest almak günahların affına bir sebeptir muhterem kardeşlerim; bir.
2. (Ve i’mâlü’l-akdâmi ile’l-mesâcid.) “Şu ayakları mescidlere yürüttürmek...” Biliyorsunuz abdest almak lâzım, namaz kılmak lâzım. İnsanoğlunun nefsi rahatını bozmak istemez ve abdest almak istemez. Nefsi yendin, abdesti aldın.
Namaz kılmak istemez. Namaz kılacaksın, bu sefer der ki:
“—Evinde kılıver! Evde kılıver işte namazını, tamam abdest aldın, kıl!” der.
Halbuki, camiye gidince yirmi yedi kat sevabı fazla... Camiye gittiği zaman attığı adımlarla günahlar affolacak, derecesi yükseltilecek. Allah derecesini yükseltecek, haseneler verecek, mükâfatlar verecek, afv u mağfiret edecek.
Camiye gitmekten alıkoymak ister. Ama insan:
“—Yok, benim camiye gitmem lâzım. Camiye gitmek Peygamber Efendimiz’in büyük tavsiyesi, ısrarlı tavsiyesi.” deyip, kalkıp camiye gelirse; o da günahların affına sebep olur.
Her attığı adımda günahları affolur. Her attığı adımda derecesi yükselir. Her attığı adımda bir mükâfât alır.
Onun için şeytanı yeneceğiz, nefsi yeneceğiz, soğuk da olsa, zor da olsa, abdesti alacağız. Yine nefsimizi yeneceğiz, şeytanı yeneceğiz, namazı camide kılacağız. Cami, cemaat çok sevaplı. Onun için, camiye gitmeyi de adet edinin!
3. (Ve’ntizàru’s-salâti ba’de’s-salâh) Bir sevaplı iş daha var, camiye geldi, namazı kıldı, çıkacak. Çıkınca nereye gidecek?
“—Çıkacaksın da nereye gideceksin kardeşim?” “—Kahveye gideceğim, oturacağım!”
Veyahut; “—Eve gideceğim, oturacağım, yatacağım...” Eğer camiden çıkmazsa, o namazdan öteki namaza kadar beklerse, bir vakitten öteki vakte kadar bekler de, o namazı da kılarsa... Meselâ; öğle namazını kıldı, ikindiye kadar bekliyor...
Meselâ; ikindiyi kıldı, akşama kadar bekliyor... Meselâ; akşamı kıldı, yatsıya kadar bekliyor...
Bunları hacca gidenler hacda çok yapıyorlar.
“—Otele tekrar tekrar gidip ne yapayım?” diyor, Harem-i Şerif’e girince kaç namaz bekliyor, çok sevap kazanıyor. Hem de oranın sevabı çok yüksek. Burada da öyle yapıvermek lâzım!
Camiye gitti mi, öteki namaza kadar beklemek, günahların çok çok affedilmesinin bir sebebi oluyor.
Bizim rahmetu’llàhi aleyh, mübarek hocalarımızdan meselâ Hasib Efendi, evi Mahmutpaşa’da, iş yeri, yâni camisi Şehzâdebaşı’nda [Damat İbrahim Paşa Camii]... Sabah namazına gelirmiş mübarek, camiye otururmuş; yatsı namazını kıldıktan sonra, camiden kalkar evine gidermiş. Ne kadar sevap var, ne kadar sevap var...
Tabii onun camide ayrıca çektiği tesbihler, kıldırdığı namazlar,
verdiği vaazlar, okuttuğu çocuklar... Daha nice sevaplar kazanıyor.
Onun için camileri sevin, camiler ikinci adresiniz olsun! Camiler ikinci eviniz olsun! Camiden hemen kaçmaya bakmayın,
camide mümkünse durmaya bakın! “Acaba çıkmasam da dursam, olur mu?” diye düşünün, olursa duruverin!
“—Bir cüz Kur’an okuyuvereyim, şu namaz borcumu bitirivereyim, hatmimi tamamlayıvereyim, tesbihimi çekivereyim...” diye böyle camide durursanız, sevap çok oluyor.
b. Takvâ, Akıl ve Güzel Huy
Hadis-i şeriflerin ikincisi:83
كَرَمُ الرَّجُلِ تَقْوَاهُ، وَمُرُوءَتُهُ عَقْلُهُ، وَحَسَبُهُ خُلُقُهُ
(العسكري عن أبي هريرة)
RE. 339/9 (Keremü’r-raculi takvâhu, ve mürûetühû akluhû, ve hasebühû hulükuhû.) Ebû Hüreyre RA’dan rivayet olunmuş.
(Keremü’l-mer’i dînühû) diye başlayan şekli de var:84
كَرَمُ الْمَرْءِ دِينُهُ، وَمُرُوءَتُهُ عَقْلُهُ، وَحَسَبُهُ خُلُقُهُ (حم. ع.
83 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.5, no:6686; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d- Duafâ, c.VI, s.126; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.92, no:5648; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.295, no:15524.
84 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.365, no:8759; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.232, no:483; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.212, no:425; Dâra Kutnî, Sünen, c.III, s.303, no:214; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.160, no:4657; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VII, s.136, no:13555; İbnü’l-Ca’d, Müsned, c.I, s.435, no:2962; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.143, no:190; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mekârim-i Ahlâk, c.I, s.17, no:1; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.VI, s.311; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XV, s.245, no:3774; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.379, no:7035; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.296, no:15525.
حب عد. ك. ق. و الـبغوي، و العسكري، والخرائط ي
عن أبي هريرة)
RE. 339/8 (Keremü’l-mer’i dînühû ve mürûetühû akluhû ve hasebühû hulükuhû.) Bunun râvisi de yine Ebû Hüreyre. Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Abdilber, İbn-i Hibban, Hakîm, Beyhakî, Begavî rivayet etmişler. Şimdi bunu açıklayalım:
1. (Keremü’l-mer’i) veyahut (Keremü’r-raculi) Kerem ne demek? Bir kişinin asâleti demek, soyluluğu demek, değerliliği demek, kıymetliliği demek. Kişinin kıymeti ne imiş, bir rivayete göre (takvâhu); takvâsı varsa, müttakî kulsa, Allah’tan korkuyorsa, dindarsa, dindarlığında da ciddî ve titizse; tamam, en asil kimse odur. İsterse köle olsun...
Bakın dikkat edin, Avrupalılara göre asaletin şartı, asil bir aileden gelmektir. Yüksek bir insan olmanın şartı başka türlüdür. İslâm’da yüksek insan olmanın şartı dindarlıktır, takvâdır. İsterse köle olsun... Köle, daha satın da alınmamış, âzâd da edilmemiş, bir adamın kölesi. Hizmetçi yâni, hizmetçiden de aşağı, hürriyeti de yok. Çünkü hizmetçi hizmeti bittiği zaman, çıkar evine gider. Ama onun o hakkı da yok... Ama eğer dindarsa, takvâ ehliyse; o adam işte kıymetli adam, yüksek insan.
Onun için dindarlığa, müttakî olmaya çok dikkat edelim!
2. (Ve murûetühû akluhû) Mürûet, biz mürüvvet diyoruz, yâni hemzeyi vava kalbedip şeddeli okuyoruz. Mürûet, aslında erkeklik demek, erlik, mertlik demek. “Kişinin mertliği de, er kişi oluşu, kahraman kişi oluşu da, aklındandır.” Akıllı uslu, vakur düşünceli, böyle düşüne taşına iş yapan bir kimse ise; tamam, o adam mert kişidir, kahraman kişidir, mürüvvetli kişidir.
3. (Ve hasebühû hulükuhû) “Hasebi de, yâni hatırı sayılır, itibarlı kişi olması da nedendir, asıl sebep nedir? Güzel huylu olmasındandır.” İslâm’a göre bir insan güzel huyluysa, haseblidir. Kötü huyluysa; isterse ağa olsun, isterse yüksek makamlı bir kimse olsun, kıymeti yoktur. İsterse padişah olsun, vezir olsun,
kıymeti yoktur kötü huyluysa... İyi huyluysa, işte kıymetli insan odur.
Bu üç şeyi elde etmeye çalışalım! Takvâyı elde etmeye çalışalım; bir... Akıl dediğimiz, düşünme kabiliyetimiz, yâni düşüne taşına hareket etmek, ağırbaşlı hareket etmek; iki... Bir de güzel huylu olmak; üç... Bunlara dikkat edelim! İslâm’a göre bir insanın kıymeti bundandır. Güzel huylu olmaktandır, dindar olmaktandır, düşüne taşına iş yapan, akıllı uslu insan olmasındandır. Bunları elde etmeye çalışalım!
c. Kur’an ve Sünnetin Ayrılmazlığı
Üçüncü hadis-i şerif:85
كِتَابُ اللهِ وسُنَّتِي لَنْ يَتَفَرَّقَا، حَتَّى يَرِدَا عَلَىَّ الْحَوْضِ
(ابو نصر عن ابي هريرة)
RE. 339/5 (Kitâbu’llàhi ve sünnetî len yeteferrakà, hattâ yeridâ aleyye’l-havd.)
Ebû Hüreyre RA’dan Ebü’n-Nasr Rh.A rivayet etmiş. Diyor ki Peygamber SAS Efendimiz:
“Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim; bir... Ve benim sünnetim; iki... Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, (len yeteferrakà) birbirlerinden ayrılmayacaklar. Ne zamana kadar? Kıyamete kadar. (Hattâ yeridâ aleyye’l-havd.) Havz-ı Kevser’in başında, Peygamber Efendimiz’in yanına gidinceye kadar ayrılmayacak, ikisi bir arada olacak.”
Bundan ne çıkıyor: Hem Kur’an’a sarılacağız, Kur’an okuyacağız; hem de sünnet-i seniyyeye sarılacağız, Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılacağız. Çünkü Kur’an’ın da, dinin de bütün açıklamaları, bu sünnet-i seniyye-i nebeviyye hazinesinde...
85 Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.187, no:955; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.289, no:15504.
Hazine bu, mücevher hazinesi… Hem de bir sandık değil, vadiler dolusu hazine.
Onun için, Kur’an-ı Kerim’i çok okuyacağız, mealini okuyacağız, tefsirini, açıklamasını okuyacağız... Hadis-i şerifleri okuyacağız, ezberleyeceğiz. Peygamber Efendimiz’in sünnetine uymaya çok dikkat edeceğiz!
Yarın hadis yarışması yapacağız inşallah kırda... Kırda bile sevap kazanmaya çalışacağız. Gezmeye gittiğimiz zaman, orada hadis yarışması olacak.
Bir de bu devirde öyle insanlar çıkıyor ki, bizim Türkiye’de çok. Çok bollaştı böyle... Avrupa’da da var. Onların propagandaları, telkinleri altına düşmüş, onlardan etkilenmiş olan insanlar var. Her İslâm ülkesinde batı tesiri altında kalmış insanlar var... Diyorlar ki:
“—Canım Allah’ın kitabı bize yeter, sünnete ne lüzum var?”
Ne oluyor? Sünnetten niye kaçmak istiyorlar? Çünkü sünnet,
sımsıkı İslâm’a bağlıyor, kaçamak noktası bırakmıyor. Kur’an-ı Kerim öz olarak söylediği için, “Kur’an-ı Kerim’de yok bu!” diyecekler. Yok ama, hadis-i şerifte var. Peygamber Efendimiz böyle yapmayın demiş. Kaçmak istiyorlar.
Onun için, “Kur’an-ı Kerim’e sarılalım!” diyorlar ama, onlara deyin ki siz:
“—Tamam Kur’an-ı Kerim’e sarıldık, hadis-i şerifi de istemiyorsunuz. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teàlâ Hazretleri:
وَأَقِيمُوا الصَّلََةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ (المزمل:٠٢)
(Ve akîmüs-salâte ve âtüz-zekâte) ‘Namaz kılın, zekâtı da verin!’ buyuruyor. (Müzzemmil, 73/20)
Namazı nasıl kılacağız? Gel bakalım, namazı nasıl kılalım?
Ey sünneti inkâr eden, batı tesiri altında kalmış yamuk kafalı, yarım taraflı, bir tarafı var, bir tarafı yok müslüman! Gel bakalım, namazı nasıl kılacağız?
Namazda “Allàhu ekber” diye böyle el kaldırılacağını, elin böyle bağlanacağını, Sübhàneke okunacağını, Fâtiha okuyacağını; rükûde (Sübhàne rabbiyel-azîm) denileceğini, secdede (Sübhàne rabbiyel-a’lâ) denileceğini; tahiyyatı, oturduğun zaman tahiyyat okumayı, salât ü selâm getirmeyi; hiç birisini yazmıyor Kur’an-ı Kerim... Bütün bu bilgileri nereden alıyoruz? Peygamber Efendimiz’in sünnetinden.
Demek ki, sünnet-i seniyye olmasaydı biz namazı kılamazdık. Çünkü, nasıl kılacağımızı bilemezdik.
Zekât... Zekât nasıl verilecek? Uzun teferruatı hadis-i şerifte. Hadis-i şerif olmasaydı, —kabul etmeyeceğiz ya bu adamların dediğine göre, öyle istiyorlar, kabul etmeyelim diye istiyorlar— o zaman zekâtın nasıl verileceğini kimse bilemezdi... Haccı nasıl yapacağını kimse bilemezdi muhterem kardeşlerim! Onun için, sakın inanmayın.
Bir de diyorlar ki:
“—Hadislerin hepsi sahih mi bakalım?”
Çoğu sahih... Sahih olmayanlarını alimlerimiz ayırmışlar zâten. Bunlar çürük demişler, bunlara inanmayın demişler. Ama inanılacak olanları da, bunlar sağlam diye belirtmişler.
Diyorlar ki:
“—İşte hadis-i şerifler çok...”
Bre insafsız, yirmi üç sene Peygamber SAS Efendimiz’in etrafında ashab-ı kiramı, yüzüne aşık aşık, hayran hayran baktılar, ağzının içine baktılar, söylediği her sözü can kulağıyla dinlediler. Yirmi üç sene... Yirmi üç senede Peygamber Efendimiz onlara neler öğretti! Bak biz burada bir hafta olmadı, bir haftadır duruyoruz burada; bir haftada ne bilgiler kazandık el-hamdü lillâh... Yirmi üç sene Peygamber Efendimiz etrafındakilere, ailesine, hanımlarına, çocuklarına, sabah, öğlen, ikindi, akşam, yatsı, gece, gündüz, seferde, hazerde neler neler söyledi... Az bile tesbit edilmiştir.
Hadis-i şerifler çok diyorlar. Yâni nereden itiraz edeceklerini, nereden yıkmağa çalışacaklarını düşünüp duruyorlar. Böyle etrafında dolanıp duruyorlar.
Kur’an-ı Kerim hakkında:
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (الهجر:٩)
(İnnâ nahnu nezzelne’z-zikra ve innâ lehû lehafizûn.) “Kur’an’ı biz indirdik, biz koruyacağız!” (Hicr, 15/9) diyor Allah.
Kimse Kur’an’ın kılına dokunamaz. Evet konuşur ama, it ürür, kervan yürür. Konuşur ama, Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar duracak.
Bu hadis-i şeriften neyi anlıyoruz? Peygamber Efendimiz’in sünneti de ondan ayrılmayacak, o da duracak. El-hamdü lillâh sünnet de duracak. İtiraz edenlerin havlamalarına, ulumalarına aldırmadan takvâ kervanı, sünnet-i seniyyeye bağlı sağlam müslümanlık kıyamete kadar devam edecek. Dâimâ Kur’an ve
sünnet yolunda, Allah’ın sevdiği yolda yürüyen insanlar mevcut olacak. Şaşıran, ayrılan ayrılır.
مَنْ شَذَّ، شَذَّ فِي النَّارِ (ك. والحكيم، وابن جرير عن ابن عمر؛ ك. عن ابن عباس)
RE: 484/3 (Men şezze, şezze fi’n-nâr)86 “Kim toplumdan, topluluktan ayrılırsa, cehenneme doğru ayrılır.” Ama bir topluluk, fırka-i nâciye sırat-ı müstakimde, dosdoğru yolda yürüyecek ve cennete gidecek. Allah bizi onlardan eylesin...
Kur’an-ı Kerim’den ve Peygamber Efendimiz’in sünnetinden kıl kadar ayrılmayalım! Her işimizi Peygamber Efendimiz’in sünnetine göre yapalım.
Allah hepinizden râzı olsun...
d. Dua
Bir adet yetmiş bin kelime-i tevhid çekilmiş, Allah kabul etsin... İki adet de bin bir ihlâs-ı şerif çekilmiş, Allah kabul eylesin... Vefat eden Gülsüm kızı Fikriye Teyzemiz için… Buyurun, onun duasını yapalım:
Subhàne rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-vehhâb… El-hamdü li’llâh, el-hamdü li’llâh, el-hamdü li’llâh...
Hamden kesiren tayyiben mübâreken fîh…Ve’s-selâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn. Emmâ ba’dü.
Yâ rabbenâ, yâ rabbenâ, yâ rabbenâ! Yâ mücibe’d-deavât, yâ kàdıe’l-hâcât, yâ mu’tıye’l-mes’ulât! Yâ ekreme’l-ekremîn, yâ erhame’r-râhimîn!
86 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.71, no:2039; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.199, no:391; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.258, no:8116; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.206, no:1030; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.333, no:1074;
Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVII, s.43, no:17515.
Yâ Rabbi, yapmış olduğumuz cümle hayrât-ü hasenâtımızı, bu kardeşlerimiz tarafından okunmuş olan yetmiş bin kelime-i tevhidi, iki adet bin bir tanelik ihlâs-ı şerifleri ve diğer dualarımızı, hayırlarımızı, sûrelerimizi, Kur’anlarımızı, ayetlerimizi, ibadet ve taatlerimizi kabul eyle...
Bizi rahmetine nâil eyle... Rahmetin deryâsına gark eyle... İçimizi dışımızı pâk eyle... Dünya ve ahiretimizi mes’ud eyle yâ Rabbi... İki cihanda bizleri aziz ve bahtiyar eyle yâ Rabbi...
Bunları bugün kabrine tevdî ettiğimiz sevgili mübarek teyzemiz merhume Fikriye Teyze için okumuşlar kardeşlerimiz, Allah-u Teàlâ Hazretleri cümle geçmişlerimizle beraber, okuyanların geçmişleriyle beraber, burada el açıp bu duaya katılan kardeşlerimizin geçmişleriyle beraber ona da, anasına da, geçmişlerine de lütfuyla muamele eylesin... Kabrini pûrnûr eylesin... Ruhunu şâd eylesin... Kabrini genişletsin... Cennet bahçesi eylesin... Kabir istirahatini yevmen feyevmen müzdâd eylesin... Ona ve bize ve geçmişlerimize rahmetiyle muamele eylesin...
Biz yaşayan mü’min kullarına sevdiği kul olmayı nasip eylesin... Hayırlı uzun ömürlerle muammer eylesin cümlemizi... Bu ömürlerimizi sürerken de ibadet ve tâat ederek, İslâm’a güzel hizmetler eyleyerek, müslümanlara faideli işler yaparak Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun ömür sürmeyi bizlere ve çoluk çocuğumuza ve sevdiklerimize Mevlâm nasip eylesin...
Tevfikini bize yâr ve refik eylesin... Her zaman Kur’an-ı Kerim yolunda, Peygamber Efendimiz’in sünneti yolunda yürümeyi nasip eylesin... Son nefesimizde cümlemize hayırlı bir yoldayken, hayırlı bir iş yaparken sevdiği bir kul halindeyken ve gözümüzdeki perdeler kaldırılıp da, bak gideceğin cennetteki yerlerin şuraları, şu köşkler diye cennetteki yerlerimizi Mevlâmız göstere göstere ve buyrun biz de aşk ile şevk ile beraber söyleyelim: Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasûlühü
diye diye, şu can emânetimizi vermeyi Allah cümlemize nasip eylesin...
Kabirlerimizi cennet bahçesi eylesin... Ve kabirden kalktığımız
zaman bizi böylece geçmişlerimizle, sevdiklerimizle, evlatlarımızla, torunlarımızla beraber Peygamber SAS Efendimiz’in Livâü’l-Hamd’i altında peygamberlerle, sıddîklerle, şehidlerle, salihlerle beraber haşreylesin...
Havz-ı Kevserinden doya doya içmeyi nasib eylesin... Arş-ı A’lâsının gölgesinde gölgelendirsin... Hesabımızı âsân eylesin... Hatta bi-gayrı sebki azâbin ve ikàbin, dühûlü evvelîn ile cennât-i âliyâtına cümlemizi dâhil eylesin... Habib-i Edîbine komşu eylesin...
Hayat ve ölüm hadisesi dolayısıyla birbirimizden ayrılmış oluyoruz, ailenin fertleri olarak. Aramızdan bazıları ayrılıyor ahirete göçüyor, bazıları bu dünyada kalıyor. Cenâb-ı Hak cümlemizi cennete buluştursun... Sevdiklerimizle beraber eylesin... Ebedî saadete nail eylesin...
(Selâmün kavlen min rabbin rahîm) diye Yâsin Sûresi’nde okuduğumuz, sevdiği kullarına Allah-u Teàlâ Hazretleri cennette selâm verecek, o selâma mazhar olmayı nasip eylesin...
Ayın on dördünü seyrettiğimiz gibi Cemâlullah’ı seyretmeyi nasib eylesin... Rıdvân-ı Ekberine cümlemizi nail eylesin...
Şu mübarek cuma gecesi hürmetine, İsm-i A’zamı hürmetine, Nebiyy-i Ekremi hürmetine, okunan kelime-i tevhidler, ihlâs-ı şerifler hürmetine, ve bi-hürmeti esrâri sûreti’l-fâtihah!
11 Ocak 2001 - AVUSTRALYA