32. ANNENİN KAZANDIĞI SEVAPLAR

33. CENNETE GÖTÜREN AMELLER



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn...

Emmâ ba’dü, fekàle rasûlü’llàh SAS:


a. Hayırda Yarışmak


Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:68


مَنِ اشْتَاقَ إِلَى الْجَنَّةِ، سَابَقَ إِلَى الْخَيْرَاتِ؛ وَمَنْ أَشْفَقَ مِنَ النَّارِ،


لَهَا عَنِ الشَّهَوَاتِ؛ وَ مَنْ تَرَقَّبَ المَوْتَ، صَبـَرَ عَنِ اللَّذَّاتِ؛ وَ مَنْ


زَهَدَ فِي الدُّنْيَا، هَانَتْ عَلَيْهِ المُصِيبَاتُ (هب. كر. وتمام، وابن


النجار عن علي)


RE. 404/1 (Meni’ştâka ile’l-cenneti, sâbeka ile’l-hayrât; ve men eşfaka mine’n-nâri, lehâ ani’ş-şehevât; ve men terakkabe’l-mevte, sabera ani’l-lezzât; ve men zehede fi’d-dünyâ, hânet aleyhi’l- musîbât.)



68 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.370, no:10618, 10623; Kudàî, Müsnedü’ş- Şihâb, c.I, s.226, no:348; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.74; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXV, s.292; İbn-i Asâkir, Ta’ziyetü’l-Müslim, c.I, s.51, no:67; Kazvînî, Ahbâr-ı Kazvin, c.II, s.485; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.28, no:42; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.602, no:5886; Hz. Ali RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1324, no:43440; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.1403, no:2406; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXXI, s.440, no:45722, 45723.

534

İbn-i Asâkir ve Temmâm ve İbnü’n-Neccâr Hazret-i Ali Efendimiz RA’dan rivâyet eylemişler. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:

(Men iştâka ile’l-cenneh, sâbeka ile’l-hayrât) “Kim cenneti hakikaten istiyorsa, cennete aşkı, şevki, arzusu kuvvetliyse, müştak olmuşsa cennete, o zaman hayrât ü hasenâtı yapmaya koşturur, koşar, yarış yapar. Çünkü cenneti istiyor, cenneti kazanmak için gayretlenir, gayretli olur.

(Ve men eşfaka minen-nâr) Cehennemden de korkan insan, çekinen insan, cehennemi duyunca kendisinde şafak atan insan (lehâ ani’ş-şehevât) şehevât-ı nefsâniyesinden uzaklaşır. Öyle nefsinin şehvetlerine hiç dönüp de bakacağı gelmez çünkü cehennemden korkuyor. Cehennemden korkan öyle şehvetlere, mehvetlere heves duyamaz.


(Ve men terakkabe’l-mevt) Kim ölümü görürse...” Bakıyor ki herkesin başına bu ölüm denilen olay geliyor, (sàbera ani’l-lezzât) o zaman sabreder, lezzetli şeylere, keyifli şeylere kaymaz, o ölüm gelecek diye hayatının her saniyesinin kıymetini bilir, değerlendirmeye çalışır, boşa harcamaz.

(Ve men zehede fî’d-dünyâ) “Dünyanın değersizliğini anlayan, dünyaya kıymet vermeyen kimse de, (hânet aleyhi’l-musîbât) üzerine gelen musibetleri mühimsemez.” Olur böyle şeyler, dünyada. Ne olacak, alt tarafı dünya değil mi... Dünyanın ne kıymeti var ki içindeki böyle bir olayın üzerinde durmaya deysin, mühim değil der, sabreder, aklı fikri ahiret olduğu için onu kazanmak için çalışır.


b. Allah’a İtaat Eden Zikir Ehlidir


Diğer hadis-i şerifte Peygamber SAS buyuruyor ki:69



69 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.154, no:413; İbn-i Abdi’l-Ber, el-İstîàb, c.I, s.491; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1101; İbn-i Asâkir, Târih-i Dımaşk, c.IV, s.286; Vâkıd RA’dan.

535

مَنْ أَطَاعَ الله فَقَدْ ذَكَرَ الله، وَ إِنْ قَلَّتْ صَلََتُهُ، وَصِيَامُهُ، وَ تِلََوَتُهُ


الْقُرْآنِ؛ وَمَنْ عَصَى الله فَلَمْ يَذْكُرْهُ، وَإِنْ كَثُرَتْ صَلََتُهُ، وَصِيَامُهُ،


وَ تِلََوَتـُهُ لِلْقُرْآنِ (الحسـن بن سفيان، طـب .كـر. عن واقد؛ ض. هـب. عن ابن أبـي عـمران مرسلَ)


RE. 405/4 (Men etàa’llàhe fekad zekera’llàh, ve in kallet salâtühû ve sıyâmuhû, ve tilâvetühü’l-kur’ân ve men asallahe fe lem yezkürhu ve in kesret salâtühû ve sıyâmuhû ve tilâvetehü’l- kur’ân.)

Taberânî, ibn-i Asâkir, Vâkıt’tan; diğer kaynaklar Ali ibn-i ebî İmrân’dan ve başka kaynaklar da başka şahıslardan nakletmişler bu hadis-i şerîfi. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:

(Men etàa’llàhe fekad zekera’llàh) “Kim Allah’a itaat ediyorsa, emirlerini tutuyorsa bu Allah’ı zikredenler zümresinden sayılır.” Çünkü itaat ediyor. Bu haram, bunu yapmayım, Allah bunu emretmiş, bunu yapmayayım; Allah bunu emretmiş, bunu yapayım. Aklında hep Allah var, Allah’ı zikredenler zümresinden sayılır, Allah’ı zikretmiş olur. (Ve in kallet salâtühû, ve sıyâmuhû, ve tilâvetühü’l-kur’ân) “Nafile namazları, oruçları, Kur’an okuması az olsa bile.” Çünkü hep itaat ediyor, hiç isyan etmiyor. Namazı fazla kılabiliyorsa bile, farzlardan ayrı sevaplı namazları. Ramazan’ın dışındaki oruçları çok tutamıyorsa bile. Kur’an-ı Kerim’i çok okuyamıyorsa bile, o Allah’a itaat eden kişi Allah’ı zikredenler zümresinden sayılır ve zikrullahın sevabını alır.

Aksine, buna karşılık: (Ve men asa’llàhe felem yezkûrhu) “Kim


Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.I, s.452, no:687; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.17, no:70; Saîd ibn-i Mansùr, Sünen, c.II, s.630; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.561, no:5761; Hàlid ibn-i Ebî Umran Rh.A’ten.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.671, no:1924; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.486, no;21295.

536

Allah’a isyan ediyorsa, günahları işliyorsa, haramları yiyorsa, emirleri tutmuyorsa, yasaklara dalıyorsa... Bu da Allah’ı zikretmeyen kimselerden sayılır, o zümreye katılır. (Ve in kesüret salâtühû, ve sıyâmuhû, ve tilâvetehû li’l-kur’ân) Namazı, nafile namazları, nafile orucu, Kur’an okuması çok olsa bile.”


Biliyorsunuz, zikrullah çok kıymetli, çok sevap, çok şerefli, çok önemli, mükâfâtı çok büyük. Zikrullahın en bilinen şekli, eline tesbih alıp da Allah demek, Lâ ilàhe illa’llàh demek. Ama sadece bundan ibaret değil zikrullah… Allah derse sevap, Lâ ilàhe illa’llàh derse sevap, tesbih çekerse sevap ama Kur’an okumak da zikrullahtır.

Kur’an okursan o da zikirdir. Namaz kılarsan, namaz da içinde kaç çeşit zikir olan bir zikirdir. Sübhâneke zikirdir, El-hamdü

li’llâh zikirdir. Sübhàne rabbiye’l-azîm, Sübhàne rabbiye’l-azîm zikirdir. Sübhàne rabbiye’l-a’lâ zikirdir. İçinde okunan Kur’an-ı Kerim zikirdir. Yâni zikirler dolusu zikirdir namaz... Namaz kıldı mı bir insan, çok zikrediyor demektir.

Ama bütün bunların hepsinden esas maksat, yâni zikrullah, kelime olarak Allah’ı hatırında tutmak, Allah’ı unutmamak demek… Eğer Allah’a itaat ediyorsa, tamam unutmuyor, zikrullahı yapıyor sayılır. Ama Allah’a âsî ise, namaz da kılıyor, oruç da tutuyor, Kur’an da okuyor olsa, Allah hatırında değil ki bu günahları işliyor. Hatırında olsa yapar mı? Allah gönlüne girmemiş, hatırına girmemiş. Onun için, Allah’ı zikreden kullardan sayılmaz diyor.

Bunu bize öğreten bir hadis-i şerîf bu… Yâni zikrullahın sadece tesbihle olmadığını, ana temelin, esasın Allah’a itaat olduğunu gösteriyor.

O halde dervişler de, ben dervişim diyen insanlar da esas itibariyle, ahlâk yapısı itibariyle ne olacak? Allah’a itaatli olacak. Allah’a itaat etmiyor ise, yâni günahları işliyorsa, âsiyse o zaman ne olmuş oluyor? Esas itibariyle zikri de yapmamış sayılıyor. Bu çok önemli... Bilmem, vurgulayabildim mi işin önemini?

Derviş olan Allah’a itaat edecek. Ele geleni yerse, dile geleni

537

derse olmaz. Huylarını, ahlâkını düzeltmezse olmaz. İbadetleri yapmayınca olmaz.


c. Açı Doyurmanın Mükâfâtı


Üçüncü hadis-i şerif:70


مَنْ أَطْعَمَ أَخَاهُ مِنَ الْخُبْزِ حَتَّى يُشْبِعَهُ، وَسَقَاهُ مِنَ الْمَاءِ حَتَّى يُرْوِيَهُ،


بَعَّدَهُ اللهُ مِنَ النَّارِ سَبْعَ خَنَادِقَ، كُلُّ خَنْدَقٍ مَسِيرَةُ سَبْعِمِائَةِ عَامٍ

(ن. طب. ك. هب. والخرائطي عن ابن عمرو)


RE. 405/8 (Men et’ame ehâhu mine’l-hubzi hattâ yüşbiahû, ve sakàhu mine’l-mâi hattâ yerviyehû, ba’adehu’llàhu mine’n-nâri seb’a hanâdika, küllü handakin mesîretü seb’imieti âm.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemà kàl.

Abdullah ibn-i Amr ibnü’l-Âs RA’dan, Taberânî ve Hâkim ve Harâitî zikretmişler, nakletmişler ki:

“—Bir kimse müslüman kardeşine ekmek yedirirse, ekmek ikram eder, doyuncaya kadar ekmek yedirirse ve sudan da kanıncaya kadar su ikram edip içirirse, Allah-u Teàlâ Hazretleri onu cehennemden yedi hendek uzaklaştırır, her bir hendek yedi

yüz yıllık mesafedir.” Başka bir hadis-i şerif daha var. Aynı şekilde:71



70 Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.144, no:7172; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.217, no:3368; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.320, no:6518; İbn-i Şâhin, et- Tergîb fi’l-Fadàil, c.I, s.417, no:373; Taberânî, Mekârim-i Ahlâk, c.I, s.197, no:159; Dûlâbî, el-Künâ ve’l-Esmâ, c.III, s.32, no:481; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.III, s.576, no:5807; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.I, s.301; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XVIII, s.93; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.II, s.456, no:1846; Zehebî, Mîzânü’l-İtidal, c.II, s.46, no:2764; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.424, no:16373; Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.320, no:4720; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.488, no:21301.

538

مَنْ أَطْعَمَ مُؤْمِنًا حَتَّى يَشْبِعَهُ مِنْ سَغَبٍ، أَدْخَلَهُ اللهُ بَابًا مِنْ أَبْوَابِ


الْجَنَّةِ لََ يُدْخِلَهُ إِلََّ مَنْ كَانَ مِثْلَهُ (طب. عن معاذ)


RE. 405/9 (Men et’ame mü’minen hattâ yeşbiahû min sağabin) “Kim bir mü’mine yemek ve ziyafet verir, doyuncaya kadar yedirirse, açlığını giderirse, Allah-u Teàlâ Hazretleri onu cennetin kapılarından öyle bir kapıdan cennete sokar ki, ancak onun gibi yapanların, yâni açları doyuranların girdiği kapıdan...”

Taberânî’nin Muaz RA’dan rivayeti.


Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz’in zamanında ve diyarında, yaşadığı yerde ve zamanda şartlar, bizim şu andaki zamanımızda bildiğimiz şartlardan çok farklıydı. Su bulmak meseleydi. Giderlerdi, Yahudilerin kuyularından kovayla su alırlardı. Her kova için para verirlerdi. Hazret-i Osman’ın satın aldığı kuyu Yahudilerindi, biliyorsunuz. Su bir sorun idi.

Yemek yoktu. Yemek bir sorun idi. Aylarca sadece orada yetişen hurmadan alırlar, sudan içerlerdi, öyle geçinirlerdi. Eti çok bulamazlardı. Eğer devesi olan filan olursa süt sağarlardı, süt içerlerdi.

Peygamber SAS evine geldiği zaman, “Yiyecek bir şey var mı hatunlar?” diye sorduğu zaman “Yok yâ Rasûlallah.” derlerse, “Ben de zaten oruca azmetmiştim, niyetlenmiştim, niyetlenivereyim, oruç tutayım bari bugün.” derdi. Aylarca bacasından yemek pişirmek için ateş yakılmadığından duman tütmezdi Peygamber Efendimiz SAS’in.


71 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.85, no:162; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VI, s.479, no:8974; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.III, s.259, no:2208; Zehebî, Mîzânül-İtidal, c.III, s.291; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.118; Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.424, no:16374; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.338, no:1087; Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.320, no:4722; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIX, s.489, no:21303.

539

Sahabe-i kiram açlıktan karnına sıcak, yassı taş koyar, bağlardı. Şöyle bastırsın da karnının açlıktan sancısı, zil çalması dursun diye. Bir keresinde Peygamber Efendimiz’e birisi:

“—Yâ Rasûlallah çok açım.” dedi, karnını gösterdi, taş bağlamış. Peygamber Efendimiz de karnını açtı, gösterdi; iki tane taş bağlamış. Elinde olanı yedirirdi zaten, olmadığı zaman da ne yapsın... Şimdi tabii böyle bir zamanda çok önemli olan husus; aç olan kimseye bir şey yedirmek. Çünkü yemeyen insan ölür. Gözleri kararır, böyle takatleri kalmazdı sahabe-i kiramın, açlıktan... Yemek yedirmek çok önemli.


O zamanın şartları içinde, bu hadis-i şerifi öyle değerlendirerek, doyuruncaya kadar ekmek veren, kanıncaya kadar su içiren bir kimseye Allah cehennemden yedi hendek uzaklaştırıyor, her bir hendek yedi yüz yıllık yol. O zaman yedi kere yedi kırk dokuz... Yâni, dört bin dokuz yüz yıllık mesafe oluyor cehennemden uzaklaşması. Öteki hadis-i şerifte de cennete girer diye bildiriyor.

Tabii şimdi şartları yine böyle olan ülkeler vardır: Somali, Çeçenistan, Kosova, Kuzey Irak, pek çok yerler... Duyuyoruz; hanımı öğleyin yemek yiyor, bey dışarıda yemek yemiyor. Akşam sofraya oturdukları zaman, eve gelince bey yemek yiyor, hanım yemiyor. Çünkü “Ben gündüz yedim.” diyor. Oturup da muhabbetli, hep birden yemek yiyemiyorlar, bir öğün yemek yiyorlar. Biz buralara koyunlar gönderdik vakıflarla, kurbanlar kestik, dağıttık. Çok böyle mahrumiyetli yerler var.


Afrika’da biliyorsunuz, resimlerini televizyonlarda görüyorsunuz açlıktan insanlar deri kemik kalmış, çocuklar ölme durumuna gelmiş, çocuk burada ölmek üzere bekliyor, akbaba da orada ölsün de şunu parçalayayım diye arkada bekliyor. Öyle bir resim de hatırlıyorum ben.

540

Öyle bir resim çekmişler. Akbaba çocuğun ölmesini bekliyor. Ölse de hemen tepelesem diye. Su yok, hayvanlar ölüyor. Ot yok, hayvanlar beslenemiyor...

Tabii buradan ne çıkar? Bir kere bizim Allah’a çok şükretmemiz gerektiği çıkar. İkincisi oralara yardımcı olmamız gerektiği çıkar.

El-fâtihah!


2000 - Avustralya

541
34. ALLAH’A TEVEKKÜL EDİN!