30. ALLAH’IN SEVDİĞİ VE SEVMEDİĞİ KULLAR
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn... Emmâ ba’d:
a. İhlâs Sûresi’ni Seven Kimse
عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهَا: أنَّ رَسُولَ الله صَلَّى اللهَُّ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ
رَجُلًَ عَلَى سَريَّةً، فَكَانَ يَقْرَأُ ِلَْصْحَابِهِ فِي صَلََتِهِمْ فَيَخْتِمُ بـِقُلْ هُوَ
اللهُ أَحَدٌ. فَلَمَّا رَجَعُوا ذَكَرُوا ذٰلِكَ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهَُّ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ،
فَقَالَ : سَلُوهُ لَِِْيِّ شَيْءٍ يَصْنَعُ ذٰلِكَ؟ فَسَأَلوُهُ، فَقَالَ : لَْنَّهَا صِفَةُ
الرَّحْمٰنِ، فَأَنَا أُحِبُّ أَنْ أَقْرَأ بِهَا . فَقَالَ رَسُولَ اللهُ صَلَّى اللهَُّ عَلَيْهِ وَ
سَلَّمَ: أَخْبِرُوهُ، أنَّ اللهَ تَعَالَى يُحِبُّهُ (مُتَّفَقٌ عَلَيهِ)
(An aişete radıya’llàhu anhâ. Enne rasûla’llàh SAS bease racülen alâ seriyyeten, fekâne yakrau li-ashabihî fî salâtihim feyahtimu bi-kul hüva’llàhü ehad. Felemmâ raceû zekeru zâlike li- rasûli’llàh SAS, fekàle: Selûhu fî eyyi şey’in yasnau zâlike. Feseelûhu, fekàl: Liennehâ sıfatü’r-rahmâni, feene ühibbu en akraa bihâ. Fekàle rasûlü’llah SAS: Ahbirûhû, enna’llàhe teàlâ yuhibbuhû.) Müttefekun aleyh.55
55 Buhàrî, Sahîh, c.XXII, s.366, no:6827; Müslim, Sahîh, c.IV, s.244, no:1347; Hz. Aişe RA’dan.
İmam Buharî ve Müslim bu güzel hadis-i şerifi kitaplarına almışlar, sahihtir diye beğenmişler, seçmişler. Onların seçmesi de güvenilir olduğunu gösteren bir işaret bizim için. Hazret-i Aişe-i Sıddîka Vâlidemiz bu sahih hadis-i şerifte anlatıyor ki:
(Enne rasûla’llàh SAS bease racülen alâ seriyyeten) “Peygamber SAS Efendimiz ashabından bir kişiyi, bir askeri birliğin başına emir tayin etmiş. ‘Sen bunların başkanısın, reisisin!’ diye başına tayin etmiş. (Fekâne yakrau li-ashabihî fî salâtihim) O şahıs namazda onlara… Cehren kıraat olan namazlar sabah namazı, akşam namazı, yatsı namazı... Namazda onlara, Kur’an-ı Kerim’den okuyacağını okur okur da, en sonunda da Kul hüva’llàhu ehad’ı okur, ondan sonra Allahu ekber dermiş.
Her kıraatin arkasında Kul hüva’llàhu ehad’ı okurmuş,
(Felemmâ raceù zekerû zâlike li-rasûli’llâh SAS) “Bu askeri birlik görev yapıp döndükten sonra, vazifelendirildikleri yere gidip, işi yapıp döndükten sonra, bu durumu Peygamber SAS Efendimiz’e bildirdiler:
‘—Bu adam her namazda Fatiha’dan sonra biraz Kur’an okuyordu, ondan sonra ille bir Kul hüva’llàhu ehad okuyordu, ondan sonra bitiriyordu.’ dediler.” Yâni biraz şikâyet gibi… Biraz hoşlanmamışlar, biraz garipsemişler. Ondan şikâyet gibi yâni sanki.
Peygamber Efendimiz SAS buyurdu ki, bakın ibretli bir şey:
(Selûhü li-eyyi şey’in yasnau zâlike) “Ona bir sorun, neden böyle yapıyormuş bakalım! Önce bir savunmasını alın!”
“—Ahmed Bey sen suçlusun!” Dur ya, bir savunmasını al! Niye suçlu, suçu ne? Sorun bakalım ne sebepten böyle yapıyormuş?
(Feseelühû) “Ona dediler ki:
‘—Sen niye böyle yapıyordun? Kul hüva’llàhu ille her kıraatin arkasına niye ekliyordun?’ (Fekàle) Cevap olarak dedi ki:
(Li-ennehâ sıfatü’r-rahmân) “Bu sûrenin içindeki bilgiler
Rahmân olan Rabbimin vasıfları...” Rabbimi anlatıyor bu sûre:
قُلْ هُوَ اللهَُّ أَحَدٌ. اللهَُّ الصَّمَدُ. لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ. وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ
(الإخلَص:١-٤)
(Kul hüva’llàhu ehad. Allِٰàhu’s-samed ) [De ki: O, Allah birdir.
Allah sameddir.] Ehadlığını söylüyor, Samedliğini söylüyor... (Lem yelid, ve lem yûled) [O, doğurmamış ve doğmamıştır.] Öyle Allah’ın oğlu filan ne demek? Yok öyle şey! Allah’ın oğlu filan olmaz. Hristiyanlar yanılıyor, yok öyle bir şey! (Ve lem yekün lehû küfüven ehad) “Ona denk hiç bir varlık yoktur. Yerin göğün sahibi, hàlikı odur.” (İhlâs, 112/1-4)
“Rabbimin, Rahmân Mevlâmın sıfatlarını ihtivâ ediyor bu sûre... (Feene uhibbu en akraa bihâ) İşte bu sebeplerden, ben Kul hüva’llàhu okumayı seviyorum, onun için ekliyordum.” (Ve kàle rasûlü’llàh SAS) Peygamber SAS ne dedi biliyor musunuz? (Ahbirûhu) “Gidin, o zâta haber verin ki, bildirin ki, (enna’llàhe teàlâ yuhibbuhû) Allah-u Teàlâ Hazretleri de o kulu seviyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin onu sevdiğini gidin ona müjdeleyin, bildirin!” dedi.
b. Allah’ı Sevmediği Kullar
Neden? Cenâb-ı Hak kuluna onun duygularına göre muamele eder. O Allah’ı seviyor, Allah’ın sıfatlarını seviyor, kelâmını seviyor, sûresini seviyor, ihlâsı seviyor, Allah da onu seviyor. Allah’ı seveni Allah sever. Daha çok seveni daha çok sever. En çok seveni en çok sever. Kulun durumuna göre...
Sevmeyeni sevmez, unutanı unutur. Allah unutmaz ama Allah’ı unutana da Allah rahmetini vermez, unutmuş gibi muamele eder. Kavuşmayı isteyeni kendisine kavuşturur. Kendisiyle buluşmak, kavuşmak istemeyenin kendisinin huzuruna gelmesini de istemez. Sevdiği kula nasib eder, namaza,
niyaza, camiye getirir. Sevmediği kulu camiye yanaştırmaz. Sevmediği kulun ağzına ismini söylemeyi nasib etmez. Allah dedirtmez. Şarkı söyler, türkü söyler, şeytanın maskarası ıslık söyler, küfür söyler, yalan söyler, her şeyi söyler. Allah zikrini yaptırmaz.
“—Sevmiyorum bu kulu, sevmiyorum.”
Neden? O kulun halinden. O kulun aklına şu kadarcık Allah geliyor mu? Allah’ın kendisine bu nimetleri verdiği geliyor mu? Yok... Öleceği aklına geliyor mu? Yok... Yaptığı haksızlıklardan dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkacağı aklına geliyor mu? Yok... Cehenneme tıkılacağı geliyor mu? Günahı işleyip duruyor, haksızlığı, zulmü yapıp duruyor. Doldurmuş hâneler dolusu haram malı, hâlâ haram mal doldurmaya çalışıyor. Hâlâ hazineyi hortumluyor, hâlâ fakir milletin parasını yiyor.
Mercedes’le geziyorsun, her türlü nimeti tıkınıyorsun, patlayıncaya kadar yiyorsun, içkini içiyorsun, horuldayarak yatıyorsun... Her şeyin var... Hırsızlığa, haksızlığa ne lüzum var? Bu zavallı verem olan halka, şu zelzeleden evi barkı yıkılmış insanlara hiç mi acımıyorsun? Niye Avrupalıların casusluğunu yapıyorsun? Niye vatana hainlik ediyorsun? Niye dine hıyanet
ediyorsun? Sevmez Allah.
Ve kàle teàlâ: Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
وَالذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا
بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا (الْحزاب:٨٥)
(Ve’llezîne yü’zûne’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti bi-gayri me’ktesebû fekadi’htemelû bühtânen ve ismen mübînâ.) Bu ayet-i kerime Ahzâb Sûresi’nde... Rabbimiz Tebàreke ve Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:
(Ve’llezîne yü’zûne’l-mü’minîn) “Mü’minleri üzenler, müslümanları üzenler...” Denk geldi, sıradan okuyorum. Denk getirdi Cenâb-ı Mevlâ. “Mü’minleri üzenler...” Neden dolayı? (Ve’l-
mü’minât) “Mü’mir erkekleri, mü’min kadınları üzenler, ezâ verenler, onların kalbini kıranlar, iftira atanlar, haksızlık yapanlar (bi-gayri me’ktesebû) işlemedikleri suçları işlemiş gibi söylerek, işlemedikleri günahları işlemiş gibi söyleyerek iftira atarak… Yapmadılar öyle bir şey, öyle iftirayla, yalanla, dolanla onları şereflerini lekelemeye, gölgelemeye çalışarak o mü’min erkekleri, o mü’min kadınları üzen kimseler, (fekadi’htemelû bühtânen) sırtlarına bühtân yüklenmişlerdir, iftira yüklenmişlerdir, iftira vebalini yüklenmişlerdir; (ismen mübînâ) ap aşikâr, ayan beyan, açık seçik günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb, 33/58)
“—E bir şey yapmadım ki, canını acıtmadım ki, kafasını kırmadım ki, kolunu, bacağını kırmadım ki, bıçak saplamadım ki...” “—İyi ama üzdün, iftira ettin, şânını gölgelemeye çalıştın, şerefine gölge düşürmeye çalıştın, ona karşı olan sevgiyi azaltmaya çalıştın, o vebâli sonra çekersin.” Fekàle teàlâ:
فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلََ تَقْهَرْ وَأَمَّا السَّائِلَ فَلََ تَنْهَرْ (الضحى:٩-٠١)
(Feemme’l-yetîme felâ takhar. Ve emme’s-sâile felâ tenhar) [Öyleyse yetimi sakın ezme! El açıp isteyeni de sakın azarlama!] (Duhâ, 93/9-10)
Duhâ Sûresi’nde de Cenâb-ı Hak Teàlâ buyuruyor ki:
(Feemme’l-yetîme felâ takhar) “Madem Cenâb-ı Hak sana öyle dünya ve ahiretin şereflerini vermiş, seni insanların en azîzi en şerîfi, en kıymetlisi kılmış ey Rasûlüm, o halde sen de yetime kahr yapma, yetimi kahredecek muamele yapma, yetimi ezme!” Yetim himayesiz, babası yok... Önüne gelen itiyor, kakıyor. “Sen öyle kahretme, kahırlı muamele yapma! Yetimin malını yemek, dövmek, sövmek gibi bir şekilde yetime karşı haksızlık etme!”
Peygamber SAS Efendimiz yetimleri kollar, gözetir, hediyeler
verir, okşardı, çok riâyet ederdi.
(Ve emme’s-sâile felâ tenhar) Sâil, isteyen, dilenen demek Arapça’da... “Dilenene de, bir şey isteyene de azarlama yapma!”
Azarlayıp kovarlar, “Allah versin, git!” derler. “Sen öyle azarlama yapma! İsteyeni kötü muamele edip kovma!”
c. İsteyeni Boş Çevirmemek
Peygamber SAS Efendimiz’in isteyenlerle ilgili tavsiyeleri çok:56
لِلسَّائِلِ حَقٌّ وَإِنْ جَاءَ عَلٰى فَرَسٍ (د. ق. عن علي)
RE. 350/12 (Li’s-sâili hakkun ve in câe alâ feresin) “El açıp isteyenin, dilenenin bir hakkı vardır, at üstünde gelse bile...” Evet, at üstünde gelir ama, olur ki bir şeyi yoktur. Atı var ama, atı kesip de yesin mi yâni? Heybesi boş, bir şeyi yok... “Atın üstünde gelse bile, isteyene biraz bir şeyler verin, boş çevirmeyin!” diyor Peygamber Efendimiz.
Belki hakikaten muhtaçtır. Belki dilenciliği meslek edinmiş de çok da bilmem ne de filan... Yâni öyleleri de var. Var ama onun belgesi, delili varsa nasihat eder, güzelce söylersin. Yâni zor bir şey.
Medine-i Münevvere’de avluya dizilmişler sırayla. Kucaklarında sümüklü çocuklar... Çıplak üç dört tane çocuk
56 Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.522, Zekât 3/33, no:1665; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.201, no:1730; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.109, no:2468; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.130, no:2893; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XII, s.154, no:6784; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.353, no9823; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.VII, s.23, no:12983, Hz. Hüseyin RA’dan.
Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.522, Zekât 3/33, no:1666; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.23, no:12984 Hz. Ali RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.203, no:535, Hirmas ibn-i Ziyad RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.346, no:15986; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XVII, s.484, no:18678.
etrafında... Oraya oraya koşuşturuyorlar... Saçı başı dağınık, elbisesi yırtık pırtık, para istiyorlar... Şimdi ben orada cebimden ayırdığım paralardan bir tanesini verdim böyle bir kadına… Çoluk çocuğunu gördüm.
Zengini istesen de zorlasan da böyle gelip dilenmez. “Yok ya, benim param var, böyle şey eksik olsun.” der yani. Muhtaçtır diye verdim ben gene… Evet, orada meslek edinmiş, çok da kazanıyor.
Belki diğer dilencilerin on mislini, yirmi mislini filan kazanıyor
filan ama...
Şimdi ben böyle verince, oradan bir iki kişi yanımdan geçiyor, kalabalık, namaza doğru gidiyoruz...
“—Hâzâ haram, hâzâ haram!” dedi.
Ne demek? “Senin bu yaptığın haram!” diyor bana. Şaşırdım... Yetiştim arkasından, dedim:
“—Hangi şey haram yâ, niye haram?”
Dedi:
“—Onlara para verme!” Dedim:
“—Sadaka veriyorum.”
Dedi ki:
“—Kardeşim, bunlar şebeke, dilenci şebekesi…” Yâni, (hâzâ haram) dediği, “Bunlara vermen doğru olmuyor!” demek istiyor ama, o da Suud hükümetinin suçu. Yöneticiler öyle şebekeleri takip etsin, yakalasın. orada icrâ-yı faaliyet yapmaya fırsat tanımasın! Dilenenler muhtaçsa, kendisi doyursun veya muhtaçlara müsaade etsin; biz de seve seve verelim! Zekât vermek, sadaka vermek istiyoruz biz…
Ben kendim de gözümle gördüm, Mekke’de Avâli tarafından böyle cadde yüksekten geçiyor, merdivenlerden aşağı iniliyor. Harem-i Şerif’e çok yakın böyle. Bir de üstten merdivenler yapmışlar, üst kata geçiş oluyor o tarafta… Mesfele tarafı değil, beri taraf yüksek orada yol. Yolun hizası Harem’in üst katı hizasına geliyor. Oradan merdivenle geçiliyor. Şimdi orada yolun kenarında ben duruyorum, bizimkileri bekliyorum.
Adamın birisi aşağıya bağırıyor. “Neye bağırıyor?” diye bir de baktım, aşağıdaki dilencileri konuşlandırıyor, yerleştiriyor.
“—Sen şurada dur, sen üç metre öteye git, sen üç metre daha öteye git!”
Dilencilerin reisi, yukarıdan onları üçer metre, dörder metre arayla konuşlandırıyor, yerleştiriyor. Dilenme stratejisini kuruyor orada, cephesini… “Bir kimseyi geçirmeyin, herkesin ille yakasına yapışın, ille bir şeyler alın!” der gibi.
Bu da var. Harem-i Şerif’te bu işi yapıyorlar. Ama hakikaten muhtaç olanlar da çok. Yâni, böyleleri var diye insan hayır vermekten geri mi duracak... Ne yapacak? En iyisi hakîki, sessiz, iffetli fakiri arayıp bulacak; bulunca verecek.
Bazen adamın giyimi, kuşamı düzgün gibi oluyor, evine gidiyorsun yüreğin parçalanıyor.
Babam bayramda birisine bir şeyler vermiş, bayram diye. Adam ağlayarak almış, sevinerek.
“—Onun giyimi, kuşamı iyiydi, ben onun o kadar perişan olduğunu tahmin etmemiştim.” diyor babam.
Tabii adam dilenci değil, fakirliğe sabrediyor. Ama evine gidince bakıyorsun, perişan…
Bu sefer Mekke’de bir çocuk bize çok yakınlık gösterdi. Tatlı dilli, güleç yüzlü… Hocam dedi, evine davet etti. “—Pekiyi, bir fırsat bulup senin evine ziyarete geleceğim!” dedim.
Bir akşam kalktık, gittik arkadaşlarla... Ama böyle şişman kendisi… Güzel cübbesi var, şâhâne sarığı var. Yakışıklı, konuşması güzel! Yâni albenisi var. Mostralık meyva gibi...
Şimdi, evine gittik, nasıl acıdım çocukcağıza, nasıl acıdım. Perişân yâ... Belli değil halinden ama çok perişan... Yüreğim parçalandı. Hanımı hasta, çocuğu hasta, evi perişan, bulaşıklar yığılmış, temizlik yok... Ağlayacağım geldi.
Belli olmaz. Onun için arayıp, bulup hakîki muhtaca yardımcı olmaya çalışmak lâzım!
d. Allah’ın Velîsine Düşmanlık Etmek
Buyurmuş ki Peygamber SAS Efendimiz:57
إن اللهََّ قَالَ: مَنْ عادَى لِي وَلِيًّا، فقد آذَنْتُهُ بالحَرْب (خ . عن أبي هريرة)
(İnna’llàhe kàle: Men a’dâ lî veliyyen fekad âzentühû bi’l-harb)
İmam Buhàrî, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet etmiş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(İnna’llàhe kàle) “Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur: (Men a’dâ lî veliyyen fekad) Benim evliyâmdan, dostlarımdan birisine kim düşmanlık yaparsa, onu üzecek düşmanca muameleyi kim yaparsa; (fekad âzentühû bi’l-harb) ben ona harb ilan ederim.”
“—Sen benim dostuma, sevgili kuluma düşmanlık yapıyorsun ha, sana harb ilan ediyorum! Ben seninle savaşacağım, çarpışacağım, seni kahredeceğim!” der.
Cenâb-ı Hakk’ın karşısında kim durabilir? O kul hapı yuttu.
Onun için, tâ eskiden beri, büyüklerimiz Allah’ın mübarek kullarına saygı göstermişlerdir. Hocaya sevgi ondandır, din alimine sevgi ondandır, şeyh efendiye hürmet ondandır. Çünkü Allah’ın dinini öğretiyorlar.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah’ın bir kulu sevmesi hakkında Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:58
57 Buhàrî, Sahîh, c.XX, s.158, no:6021; Ebû Hüreyre RA’dan.
58 Buhàrî, Sahîh, c.X, s.486, no:2970; Müslim, Sahîh, c.XIII, s.86, no:4772; Tirmizî, Sünen, c.X, s.436, no:3085; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.341, no:8481; Mâlik, Muvatta’, c.V, s.1390, no:3506; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.85, no:364; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.296; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.VIII, s.289, no:3198; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.II, s.208, no:1517; Bezzâr, Müsned, c.II, s.431,
إِذَا أَحَبَّ اللهُ عَبْدًا نَادٰى جِبْرِيلَ: إنَّي قَدْ أحْبَبْتُ فُلََنًا فَأَحِبَّهُ، فَيُنَادِي
فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تُنْزَلُ لَهُ الْمَحَبَّةُ فِي أَهْلِ اْلْرْضِ، فَذٰلِكَ قَوْلُهُ تَعَالٰى: إِنَّ
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا . وَ إِذَا أَبْغَضَ
اللهُ عَبْدًا نَادٰى جِبْرِيلَ : إنِّي قَدْ أَبْغَضْتُ فُلَنًا، فَيُنَادِي فِي السَّماءِ،
ثُمَّ تُنْزَلُ لَهُ الْبَغْضَاءُ فِي اْلَْرْضِ (ت . عن أبي هريرة)
RE. 25/6 (İzâ ehabba’llàhu abden nâdâ cibrîl) “Allah-u Teàlâ bir kulu severse, Cebrâil AS’a şöyle seslenir: (İnnî kad ahbebtü fülânen feehibbehû) ‘Ben filanı sevdim, sen de onu sev!’ (Feyünâdî fi’s-semâ’) Cebrâil AS da aynı şeyi semâda nidâ eder. (Sümme tünzelü lehü’l-mahabbetü fî ehli’l-ard) O kimsenin muhabbeti sonra arz ehline indirilir.
(Fezâlike kavlühû teàlâ) İşte bu, Allah Teàlâ’nın şu kavlinin ifadesidir: (İnne’llezîne âmenû ve amilü’s-sàlihati seyec’alü lehümü’r-rahmânü vüddâ) ‘O kimseler ki, iman edip sàlih ameller işlediler; çok merhametli olan Allah, onlar için gönüllerde bir sevgi yaratacaktır.’ (Meryem, 19/96)
(Ve izâ ebgada’llàhu abden nâdâ cibrîl) Allah-u Teàlâ bir kula buğz ederse, Cebrâil AS’a şöyle seslenir: (İnnî kad ebgadtü fülânen) ‘Ben filana buğz ettim!’ (Feyünâdî fi’s-semâ’) Cebrâil AS da aynı şeyi semâda nida eder. (Sümme tünzelü lehü’l-bağdàü fi’l- ard) Sonra o kimse için buğz arza indirilir.”
Allah bizi sevdiği kul eylesin... Buğz ettiği, sevmediği kul eylemesin... Bir de kendisinin aşkını, sevgisini, muhabbetini duymayı, hissetmeyi nasib eylesin...
no:8392; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.319, no:2436; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.416, no:7747; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XI, s.94, no:30760; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.437, no:6635.
e. Sevmenin Sebebi
E bazı insanlar bazı şeyleri severler... Çocuklar çikolatayı severler. Bazı şeyleri çok seviyorlar, kapışıyorlar. Bir tanesi var fıstıklı, ballı... Onun markası neyse, ondan alındığı zaman çocukların yüzleri gülüyor, böyle hoşlarına gidiyor.
Bazı şeyleri insanlar sever. Biz de düşünelim, biz de bazı şeyleri severiz. Neyi severiz? Çocuğumuzu severiz, babamızı severiz, filanca arkadaşımızı severiz filan... Yâni sevmek, böyle insanın gönlünün bir şeye meyletmesi var.
Neden severiz? Sevginin sebepleri var tabii. Güzelliğinden severiz, huyundan severiz, yakınlığından severiz... Sevilecek şeylerin hepsini, bütün çeşitlerini sıralayın! Ne kadar sevilecek şey varsa: Benim minik yavrum... Benim mübarek, ak sakallı babam... Benim sevgili eşim vs. vs... Sevdiğiniz, bilmem kaymaklı kadayıf, fıstıklı, ballı çikolata, ne varsa neden sevdiğinizi düşünün!
Güzel bir sıfatı var da ondan seviyorsunuz. Bu zât da Kul hüva’llàhu ehad’ı içinde güzel sıfatlar var diye sevmiş.
Bütün güzel sıfatların hepsini kendisinde toplayan kim? Cenâb-ı Hak.
وللهَِِّ اْلَْسْمَاءُ اْلحُسْنٰ ى فَادْعُوهُ بِهَا (الْعراف:١٠٨)
(Ve li’llâhi’l-esmâü’l-hüsnâ fed’ùhü bihâ) [Esmâü’l-hüsnâ, en güzel isimler Allah’ındır. O halde, ona o güzel isimlerle dua edin!] (A’raf, 7/180) diye, Kur’an-ı Kerim’de de bildiriliyor.
Hüsnâ ne demek? En güzel demek... Sıfatların en güzeli ondandır. Artık nasıl anlatacaksın? Baldan, kaymaktan da güzel mi diyeceksin, nasıl söyleyeceksen, haydi bakalım buyur, anlatabilirsen anlat. İşte o şuuru versin Allah…
Millet neyi seveceğini bilmiyor, yalan yanlış şeyleri seviyor. Şimdi biz müslümanız, kitap da okuyoruz, ayet, hadis, fıkıh, kelâm okuyoruz. Adamların sevdiği şeylerin, ben çoğundan nefret
ediyorum.
“—Emirgân’a gidelim, Boğaz kenarında bir gazinoya varalım! Canlı balık lokantasında balıkları kızartalım, ondan sonra meze yapalım! İçkilerin pahalılarını getirelim, boğaza karşı mehtapta kafayı çekelim!” “—Niye yapıyorsun?” “—Çok güzel!” Allah kurtarsın... Allah ıslah etsin...
“—İşte çalgı, işte bak büyük oryantalist, dansöz...” Ben sevmiyorum.
Haaa, demek ki güzelliklerin hepsi aslında güzel değil. Şeytan bazı şeyleri güzel gösteriyor. Güzel bir noktaya geldik: Şeytan bazı şeyleri boyayıp çirkin şeyleri, eski püskü, pis, perişan, mikroplu, aidsli, frengili şeyleri güzel gösteriyor. Pis olan şeyi şeytan güzel gösteriyor.
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنْ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ
الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَاْلَْنْعَامِ وَالْحَرْثِ، ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا، وَاللهَُّ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ (آل عمران:٤١)
(Züyyine li’n-nâsi hubbü’ş-şehevâti mine’n-nisâi ve’l-benîne ve’l- kanâtîru’l-mukantarati ve’l-hayli’l-müsevvemeti ve’l-en’ami ve’l- hars, zâlike metâu’l-hayâti’d-dünyâ, va’llàhu indehû hüsnü’l- meâb.) [Nefsanî arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.] (Âl-i İmran, 3/14)
(Züyyine) “İnsanlara süslenildi, püslenildi, (hubbu’ş-şehevât) şehvetlerin tatlı görülmesi.” Yutturuluyor insana hap gibi, şeytan kandırıyor:
“—Bak işte bunu yapmak güzel, gel bunu yap!” O günah, haram o...
“—Ama çok güzel, çok tatlı… Bir dene bak!” diyor.
Adamın birisi arkadaşını namaza çağırıyormuş: “—Gel camiye, namaz kıl! Gel camiye namaz kıl!” “—Yâhu, gel şu camiye… Kırk vakit namaz kılsan, alışırsın, sen de namaz ehli olursun!” demiş.
O da şeytan şeytan gülmüş, arkadaşına demiş ki:
“—Yâhu ne diyorsun? Sen bir vakit bırak, bak bir daha namaza başlayabilir misin? Beynamazlığı seversin!” demiş.
Evet, doğru söylemiş kepâze... Şeytan insana günahı sevdirtir, günahı istettirir.
“—Namaz kılmayı canım istemiyor...”
Şeytan istetmiyor. Sabaha kalkmak istetmiyor. Namaza
kalkmak istetmiyor. İ’tikâfa girmek istetmiyor. Geliyor, musallat oluyor:
“—Yâ sen i’tikâfa ne diye gireceksin; çoluk çocuğun var, işin var, gücün var... Her sene mi gireceksin, bu sene girmeyiver yâ, şart mı yâni girmek?”
Neden? Biliyor i’tikâfa girince ibadet edecek, sevap kazanacak. Onu engellemek için uğraşıyor. Kaç kişiyi kandırdı, sokturtmadı. Girenler de ne kadar mücadeleden sonra girdi.
Şeytan kötü şeyi süsler, püsler, insana yaptırmaya çalışır. İyi şeyi de kötüler, karalar, boyar, nefret ettirip yaptırtmamaya çalışır. Şeytana kanmamak lâzım!
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi şeytana kanmayanlardan eylesin...
El-fâtihah!
2000 - Avustralya