11. PEYGAMBER EFENDİMİZ SAS
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi hakka hamdihî, nahmeduhû bi-cemii mehàmidih… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tàhirîn…
Aziz ve sevgili mü’min kardeşlerim!
Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne sonsuz hamd ü senâlar eylerim. Üzerimizde sayılamayacak kadar nimetleri ortada… Onun Habîb- i Edîb-i Muhammed-i Mustafa’sına salât ü selâm, tahiyyat ve ihtiramlarımı arz ederim.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, biz Ademoğullarına hak yolu göstermek, rızasına uygun yaşamı öğretmek, bize en güzel örnek olmak üzere; en seçkin kulu, peygamberlerin serveri Muhammed-i Mustafa’sını peygamber ve elçi olarak göndermiş. Bizim hayatımızda tutturmamız gereken yol, Peygamber SAS Efendimiz’in yoludur. Biz, Peygamber SAS Efendimiz’i takip etmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’i bize bildiren, Kur’an-ı Kerim üzerine vahyedilen, Kur’an-ı Kerim’in açıklamasını bize hayatıyla, icraatıyla gösteren Peygamber SAS Efendimizdir.
Onun için, Peygamber Efendimiz’in her şeyi, hayatındaki sözleri, davranışları, sükûtları, harekâtı, sekenatı, bizim için bir delildir. Bir örnektir, nümûne-i imtisâldir. Biz, Efendimiz SAS Hazretlerine her yönden uyarsak. Dünya ve ahiret saadetine erişiriz, felah buluruz. Peygamber SAS Efendimiz’den ayrılırsak,
sünnetinden uzaklaşırsak, şaşırırız. Çünkü sünnetin dışı olan, sünnete aykırı olan yola bid’at yolu derler.
Bid’at dalalettir. Her bid’at, onu çıkartan sahibi’yle beraber cehenneme götürücüdür, cehennemliktir... O bakımdan, bizim aslımız, esasımız, dinimizin ana fikri: Peygamber Efendimiz’in
sünnetine uymaktır.
Bizim Hocamız Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri’nin, (Cennet mekân, rahmetu’llàhi aleyh, rahimehu’llahu rahmeten vâsiah) şeyhinin şeyhi olan Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Hazretleri, İslâm aleminde tanınmış bir hadis bilgini idi. Eserleri, ismi, hayatı, Arapça kaynak kitaplara da geçmiş bir büyük alimdir. Geçen asrın en büyük alimidir. Bizim tekkemizde Onun yazdığı hadis kitabı okunur. Bitirilince, yeniden başına başlanır. Biz hadis-i şerif yolunda yürüyelim diye, Hocamız bize bu hadis-i şerifleri seçmiştir. Biz de onları okuyoruz.
Eserinin sonuna, Peygamber SAS Efendimiz’in hayatıyla ilgili bir bölüm eklemiş: Şemâil-i Şerîfesi. Yani, Efendimiz’in yüzü nasıldı, cemâli nasıldı, hareketleri nasıldı, adeti nasıldı? Bunları anlatan bir bölümü var... “Rasûlüllah Efendimiz şöyleydi. Rasûlüllah Efendimiz SAS söyle yapardı, böyle yapardı.” dediği ayrı bir bölüm var, şemâil bölümü var. Şimdi oradan, 533. sayfadan kısmetinize çıkmış olan, kur’ada çekilmiş olan hadis-i şerifleri, şemâil hadislerini size okuyacağım.
a. Ramazan’da Peygamber SAS Efendimiz
İlk hadis-i şerif:36
كَانَ إَذَا دَخَلَ رَمَضَانُ تَغَيهرَ لَوْنُهُ، وَكَثُرَتْ صَلاَتُهُ، وَابْتَهَلَ فَي
الدُّعاءَ، وَأَشْفَقَ لَوْنُهُ (هب. عن عائشة)
(Kâne izâ dehale ramadànu tegayyere levnühû, ve kesüret salâtühû, ve’btehele fi’d-duài, ve eşfaka levnühû.)
Hazreti Aişe Validemiz, Peygamber Efendimiz’in zevcesi, mü’minlerin annesi. Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz’in mübarek
36 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.310, no:3625; Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.82, no:18062.
kızı… Peygamber Efendimiz’in hayatını iyi bildiği için, o rivayet ediyor:
Ramazan ayı girdiği zaman, Efendimiz’in rengi değişirdi. Ne olurdu? Peygamber Efendimiz sararıp solardı. (Ve kesüret salâtühû) “Namaz kılması çok olurdu Peygamber Efendimiz’in.” Çok çok namaz kılardı. (Ve’btehele fi’d-duài) Duada çok gayretlenirdi. Çoğaltırdı duasını, tazarru ve niyazını arttırırdı.
(Ve eşfaka levnühû) “Rengi şafak rengine, yani sapsarı renge bürünürdü.” İbadetten, oruçtan dolayı…
Muhterem kardeşlerim. Ramazan’a on gün kadar bir şey kaldı. Bu sayfa kur’a ile çıktı. Benim hangi konuyu anlatacağım belli değilken, kur’ada bu sayfa çıktı. Yani, Allah-u Teàlâ Hazretleri size Ramazan’ı ihtar ediyor. Efendimiz böyle yapardı, haberiniz olsun, aklınızı başınıza toplayın, hazırlanın mânâsına geliyor bence bu konunun çıkması... Zaten Peygamber Efendimiz Üç Aylar girdiği zaman, daha bundan iki ay önce; Receb ayı girdiği zaman, Receb’in hilâlini gördüğü zaman buyururdu ki:37
اَللههُمه بَارَكْ لَنَا فَي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ، وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ (طس. هب.
حل. كر. والديلمي عن أنس)
(Allàhümme bârik lenâ fî recebe ve şa’bân, ve belliğnâ ramadàn.) “Yâ Rabbi, sen bize Receb ayını ve Şa’ban ayını mübarek eyle; Ramazan’a da sıhhat afiyetle ulaştır. O on bir ayın sultanına da kavuşalım!” derdi Üç ay önceden, iki ay önceden Receb ayı girince böyle dua ederdi.
37 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.259, no:2346; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.IV, s.189, no:3939; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.375, no:3815; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.269; Bezzâr, Müsned, c.II, s.290, no:6494; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXX, s.57; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.485, no:1985; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.161, no:309; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.138, no:18049; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.211, no:554; RE. 532/10; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXIII, s.24, no:35704, 36125.
Ve buyurmuşlar ki:38
رَجَبُ شَهْرُ الِلَّ، وَشَعْبَانُ شَهْرَي، وَرَمَضَانُ شَهْرُ أُمهتَي
(أبو الفتح في أماليه عن الحسن مرسلاً)
RE. 289/2 (Recebü şehru’llàh) “Receb Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ayıdır. (Ve şa’bânü şehrî) Şa’ban ayı benim ayımdır. (Ve ramadànu şehru ümmetî) Ramazan da ümmetimin ayıdır.”
Ayların hepsi Allah’ın da, Receb ayının Allah’ın ayıdır demesi ne mânâya geliyor? Receb ayında Allah-u Teàlâ Hazretleri halini düzenleyen, tevbe eden müslümanları affeder. Affının çok olduğu aydır. Allah’ın bağışlamasının çok olduğu aydır. Geçti, kırk gün kadar oldu. Bir cuma günü Regaib kandiliyle başladı, Receb ayı bitti.
Receb ayından sonra, Şa’ban ayı işte geldi. Şa’ban ayının da, (leyletün nısfı min şa’bân) Şa’ban’ın yarısı gecesi, yâni Berat gecesi çok mübarek bir gece idi. Kulların bir senelik mukadderatının tesbit edildiği, tasdik edildiği bir geceydi. Peygamber SAS’in çok ibadet ettiği bir geceydi, Berat gecesi. Hanımından izin isteyip de, bana müsaade eder misin? Ben bu geçe Rabbime ibadet etmek istiyorum?” diye namaza durduğu geceydi. Sabahlara kadar secdede dua ettiği geceydi. O da geçti. İki gece evvel Berat gecesini geçirdik.
Berat gecesinde, bir dahaki Berat gecesine kadar kim hacca gidecek, kim yaşayacak, kim ölecek; kim ehli saadet olacak, kim ehli şekàvet olacak; kim Allah’ın sevdiği kul olacak, kim Allah’ın sevmediği kul olacak; bunların mukadderatının tasdikinin yapıldığı gece olduğundan, o gece çok dua etmek lâzımdı.
38 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.275, no:3276; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.114, no:210; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.374, no:3813; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.556, no:35164; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.341, no:1358; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.109, no:12682.
Allah-u Teàlâ Hazretleri âşikâre eylemiş bu geceyi, bu gecede ben tasdik edeceğim. Dua edenin duasını kabul ederim buyuruyor. Onun için, o gece Allah’ı çok zikreden, Allah’a çok rukû, secde edip namaz kılan, o gece Allah’a çok dua eden, o gece çok affını isteyen, mağfiret isteyen; o gece Allah’tan muradını isteyene, istediğini vereceği geceydi.
Ümmet-i Muhammed’den müslüman olup da, kusurlarından dolayı cehenneme girmeyi hak etmiş olan birçok insanı affettiği geceydi. Ne kadar çok? Benî Kelb kabilesinin sürülerinin, koyun sürülerinin postlarının kılları sayısınca insanı affettiği geceydi. O geceyi de kazanan kazandı. O geçe yalvaran yalvardı. O geceyi ihya edene ne mutlu. O da geçti.
Şimdi geldik, önümüzde bir buçuk hafta sonra Ramazan geliyor. Ramazan ayında diyor Peygamber Efendimiz: Ramazan girdi mi rengi değişirdi Efendimiz’in, namazı artardı. Muhterem kardeşlerim. Allah bizi iyi kul olmamız için, günde beş defa huzuruna çağırma ibadetine bağlamıştır. Günde biz beş defa Allah’ın huzuruna gidip, Allah’a söz verip, Allah’tan hidayet isteyip, Allah’a secde edip, dua edip, günde beş defa müslümanlığımızı dergâh-ı izzette tazeliyoruz. Allah’ın divanında tazeliyoruz.
“—Ben senin kulunum ya Rabbi. Senden yardım istiyorum, sana ibadet ediyorum!” diyoruz. “Bana hidayet ver ya Rabbi!” diyoruz, secde ediyoruz, rükû ediyoruz. Yani, bir insanın iyi bir kul olması için, günde beş defa bir yenilenme bu…
Bu namaz dinin direğidir. Namazı kılan, dinini yerine getiriyor demektir. Namazı kılmayan, dinini yere sermiş demektir. Yıkmış, harab etmiş demektir. Ahirette insanların ilk defa Mahkeme-i Kübra’da sorgusu, suali, namazından olacak;
“—Namazlarını kılar mıydın? Atlatmadan, kaçırmadan namazına müdâvemet ediyor muydun?”
Ondan sonraki hesap kolay... Namazı kılmayanlara şiddetli cezalar geleceği bildiriliyor.
Peygamber SAS Efendimiz namazı, namaz kılmayı çok severdi.
Namaz konusunda;39
قرهةُ عَيْنَي فَي الصهلاَةَ
(Kurretü aynî fi’s-salâh) buyuruyor. “Gözümün şenliği, gönlümün süruru namazda…” diyor.
Tabii, namazı bu tarzda kılacak hale gelmemiz lâzım hepimizin… Yani, namazı bir angarya olarak, günlük bir zorunlu vazife olarak, mecburiyet olarak, sıkıntılı bir iş olarak görmemek lâzım! Namazı bir nimet bilmek lâzım! Namazda gözünün, gönlünün şenlenmesi lâzım! İnsanın içinin açılması, nurlanması
lâzım! Bu, kemal alâmetidir.
Namazı zorla kılıyorsa, noksanlık alâmetidir. Dinde olgunlaşmadığının, ekşi turşu olduğunun alâmetidir. Namazı hiç kılmıyorsa, dinini yıkmış demektir.
Peygamber Efendimiz Ramazan ayı girince, namazlarını da arttırırdı. Tabii biz de biliyoruz, biz de arttırıyoruz, Efendimiz’in yolunda gittiğimiz için… Ne kılıyoruz akşamları? Teravih namazı kılıyoruz.
Arabistan’da bir güzel ihya ediyorlar ki, mâşâallah şimdi Ramazan ayını… Teravihi hatimle kılıyorlar. Aceleye getirmeden, tadını çıkarta çıkarta... Bir de geceleyin toplar patlıyor, millet erkenden kalkıyor, yani sahur vaktinden evvel kalkıyor; on rekât da geceleyin bir öyle yine hatimle tadını çıkarta çıkarta, Kur’ an-i
39 Neseî, Sünen, c.VII, s.61, no:3939; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.128, no:12315; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.174, no:2676; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.V, s.241, no:5203; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.199, no:3482; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.78, no:13232; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.280, no:8887; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.398; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.371, no:6812; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.303; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.III, s.135, no:1234; Ukaylî, Duafâ, c.II, s.160, no:666; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LX, s.454; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.143, no:2733; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.449, no:18912, 18913; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.73, no:1089; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.496, no:8916.
Kerim bülbül gibi okuna okuna, bir de gece namazı kılınıyor.
Çok namazlar kılıyoruz. Aslı neymiş? Peygamber Efendimiz namazını çok kılıyordu, Ramazan’da… (Ve’btehele fi’d-dua) çok dua ve tazarru ve niyaz ediyordu. Muhterem kardeşlerim. Bizim yadırgadığımız, doğru bilmediğimiz meselelerden birisi de, duadır. Biz duayı sonuç sanıyoruz. Bir ibadet yaptık mı, sonunda Allah’tan ücretimizi istemek sanıyoruz. Halbuki, duanın kendisi de ibadettir. Namaz ibadet olduğu gibi, oruç ibadet olduğu gibi, hac ibadet olduğu gibi, zekât ibadet olduğu gibi; dua etmek de ibadettir. Yani, insan bir kenara otursa, alsa eline listeyi veya kafasından başlasa sıralamağa:
“—Ya Rabbi, senden sıhhat istiyorum, para istiyorum, afiyet istiyorum, çocuklarımın iyi çocuk olmasını istiyorum, aile mutluluğu istiyorum...”
Allah Allah, adam başladı istemeye, boyna devam ediyor. Yarım saattir, kırk beş dakikadır Allah’tan boyna istiyor. Dua etmek ibadettir. Allah-u Teàlâ Hazretleri dua edilmesini sever, dua edilmesine kızmaz.
Dünya zenginleri, dünyadaki zengin insanlar, varlıklı insanlar; kendisinden çok istemeğe başladın mı, yavaş yavaş kızmağa başlarlar. Bir defa istersen, zengin, verecek tabii. Sadaka verecek, hayır verecek... Verir.
Bir daha istersen bir duraklar, bir daha istersen kaşları çatılır, bir daha istersen hatta belki huzurundan kovar;
“—Yahu, başka para verecek insan yok mu? Git biraz da başkasından işte!” der.
Cami için bile gidiyorsun da, zenginden parayı alıncaya kadar; kendin için istemiyorsun, sende Allah rızası için sevap kazanayım diye nihayet Allah rızası için gidiyorsun. Adam kaşını çatıyor. Mektep olsaydı verirdim de diyor, okul olsaydı. Cami olunca vermem diyor, git diyor..
Veya, çok komik bir rakam veriyor. “Yahu, ben onu çocuğuma harçlık diye veriyorum. Ne bu böyle?”
Neyse, Allah istenmesini sever. Çok enteresan bir hadis-i şerif
söyleyeceğim burada şimdi size, bantlara da girsin:40
مَنْ لَمْ يَدْعُ الِلَّ غَضَبَ الِلُّ عَلَيْهَ (حم. ش. عن أبي هريرة)
(Men lem yed’ullàhe gadıba’llàhu aleyhi) “Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazab eder.”
Kime gazap eder Allah? Kendisine dua etmeyene gazap eder. İsteyeni sever, istemeyene gazap eder. Bak. Dünya zenginleri istemeyenden memnun olur. Oh iyi, kimse gelmedi, kaçtım kenara kurtuldum, Bugün başım biraz dinlenir der. Fazla isteyince kızar. Allah-u Teàlâ Hazretleri, fazla istemesini seviyor. İstenmemesine kızıyor, dua edilmemesine kızıyor.
Bakın, Ramazan ayı gelince Peygamber SAS Efendimiz ne yaparmış? Dua da gayrete gelir, çok dualar etmeğe başlarmış Ramazan’da. Tamamen duaya girişirmiş.
(Ve eşfaka levnühû) “Rengi de sararıp solardı.” Biliyorsunuz, Berat gecesinde de sabaha kadar ibadet ettiği zaman ayakları şişmiş de namaz kılmaktan; Peygamber Efendimiz’in ayaklarına Hazreti Aişe validemiz masaj yaparken, diyor ki:
“—Allah senin günahlarını affetmedi mi, ya Rasûlallah.? Allah seni en sevgili kulu yapmadı mı, ya Rasûlallah? Allah sana zaten dünya ve ahiretin hayırlarını vermedi mi? Niye kendini bu kadar helâk ediyorsun? Niye böyle ayakların ağrıyacak kadar, masaj yapmak gerektirecek kadar böyle çok dua ediyorsun? dediği zaman; Efendimiz SAS diyordu ki:41
40 İbn-i Mâce, Sünen, c.XI, s.278, no:3817; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.443, no:9717; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.22, no:29169; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.II, s.394; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafà, c.VII, s.295; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.68, no:3160; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.404, no:23844.
41 Buhàrî, Sahîh, c.IV, s.292, no:1062; Müslim, Sahîh, c.XIII, s.440, no:5044; Tirmizî, Sünen, c.II, s.187, no:377; Neseî, Sünen, c.VI, s.125, no:1626; İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.341, no:1409; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.255, no:18269; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.9, no:311; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.419, no:1009; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.336, no:2154; Beyhakî, Şuabü’l-İman,
أَفَلاَ أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا؟
(Efelâ ekûnü abden şekûrâ?) “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?”
Allahım bana bu kadar nimet verdiğine göre; ben ona çok şükreden bir kul olmak istiyorum, ondan yapıyorum. Yâni,
c.IV, s.124, no:4523; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.16, no:4508; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.418, no:1325; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.156; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.200, no:1182; Hamîdî, Müsned, c.II, s.335, no:759; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.95, no:693; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.III, s.50, no:4746; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.109, no:203; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.36, no:107; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Şükür, c.I, s.28, no:73; Harâitî, Fazîletü’ş-Şükür, c.I, s.48, no:50; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.384; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIV, s.306, no:7618; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.135, no:957; Mugîre ibn-i Şu’be RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.XIII, s.442, no:5046; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.115, no:24888; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.387, no:620; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.IV, s.138, no:3810; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.128, no:190; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.497, no:4399; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.V, s.317; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.141, no:971; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.VIII, s.289; Hz. Aişe RA’dan.
İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.341, no:1410; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.185, no:1495; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.II, s.201, no:1184; Bezzâr, Müsned, c.II, s.401, no:8002; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1234; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XIV, s.100, no:7445; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.141, no:970; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VII, s.86; Tirmizî, Şemâil-i Muhammediyye, c.I, s.222, no:263; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gàbe, c.I, s.1294; Ebû Hüreyre RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VI, s.41, no:5737; Ebû Ya’lâ, Müsned, c,V, s.280, no:2900; Bezzâr, Müsned, c.II, s.346, no:7290; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.368, no:499; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.331, no:2150; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XX, s.132, no:352; İbn-i asâkir, Mu’cem, c.II, s.138, no;1355; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VII, s.265, no:3748; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.IV, s.140, no:969; Ebû Cühayfe RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.350, no:3374; Taberânî, Mu’cemü’s-Sağîr, c.I, s.205. no:327; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.VII, s.197, no:3662; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VII, s.174, no:7199, Nu’man ibn-i Beşîr RA’dan.
Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.185, no:1496; Ebû Seleme RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.179, no:18580; Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.552, no:3632-3636; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXIII, s.85, no:35834.
sevgisinden, içinden geldiğinden, şükründen yaptığı anlaşılıyor.
Muhterem kardeşlerim! Peygamber SAS Efendimiz’in halini biliyoruz, duymayan kalmamıştır. Peygamber SAS Efendimiz, Peygamberlerin serveridir. Yani, Peygamberlerin hepsi Allah’ın en sevgili kulları ama; Peygamber Efendimiz’ de onların en yükseğiydi. Cennette cennetlik insanların en yüksek makamı, en yüksek rütbe, derece, en birinci mevki Makam-ı Mahmud’dur. O, Peygamber Efendimizindir. Peygamber Efendimiz’in makamı: Makam-ı Mahmud’dur.
Günahları yoktur, günahlardan korunmuştur, masumdur. Peygamber Efendilerimizin hepsinin ismet sıfatı vardır. Günahlardan müberradır, masumdurlar. Zaten günah işlemezler mübarekler. Mübarek insanlardır, Allah’ın koruduğu, günahlara bulaştırmadığı insanlardır. Ufak-tefek hataları olsa da, “Allah-u Teàlâ Hazretleri senin geçmiş ve gelecek her günahını affetti diye, Fetih Sûresi’nde ayet indirmiştir.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
إَنها فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبَينًا. لَيَغْفَرَ لَكَ الِلّهُ مَا تَقَدهمَ مَنْ ذَنْبَكَ وَمَا
تَأَخهرَ وَيُتَمه نَعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدَيَكَ صَرَاطًا مُسْتَقَيمًا. وَيَنْصُرَكَ الِلُّ
نَصْرًا عَزَيزً ا(الفتح: ١-٣)
(İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ. Li-yağfira leke’llàhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhara ve yütimme ni’metehû aleyke ve yehdiyeke sırâtan müstakîmâ. Ve yensurake’llàhu nasran azîzâ.) [Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.] (Fetih, 48/1-3) diye, günahlarını da affettiğini bildiriyor. Ama Peygamber Efendimiz zevkinden,
şükründen, sevgisinden, aşkından, muhabbetinden, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne böylesine güzel ibadet ediyor, böylesine tazarru ve niyaz eyliyor.
Şimdi buradan çıkan, bizim çıkartmamız gereken ders şudur: O günahsız, biz günahlara batmışız. O, Allah’ın en sevgili kulu, biz Allah yanındaki makamımızın ne olduğunu bilmiyoruz. O günahlardan korunmuş, günah işlememe durumunda olan bir insan; bizim günahlarımız var. Onun duası makbul, ibadeti makbul; bizim ibadetlerimiz kabul edildi mi, edilmedi mi belli değil.
İşin mantıklı tarafı, doğru tarafı, bizim gece gündüz ağlamamız, ibadet etmemiz, dua etmemiz lâzım. Onun şöyle bir kenarda durması lâzım. Nasıl olsa benim bir günahım yok, nasıl olsa beni sevmiş Allah. En yüksek makama çıkartmış. Nasıl olsa gelmiş, gelecek, olmuş olacak her günahını bağışladığını bildirmiş diye sakin durması lâzım!
O çalışıyor, o uykusuz kalıyor, o dua ediyor, o ibadet ediyor, o iki ay önceden Ramazan’a hevesleniyor:
“—Ya Rabbi, bizi Receb’e eriştirdiğin gibi, Receb’i, Şa’ban’ı mübarek eyle de Ramazana ulaştır!” diyor.
Biz? Biz bunca günahımızla ne yapmamız lâzım, o zaman? Daha fazla yapmamız lâzım, affımız için yalvarmamız lâzım! Ramazan’a hazırlanmamız lâzım, namazı sevmemiz lâzım! İbadete, taate, Allah yoluna gayretimizin artması lâzım!
Bu hadis-i şeriften, bu dersi çıkartıyoruz. Nihayet, on gün sonra Ramazan başlıyor. Tabii, ihtarı, tavsiyeyi, sözü, iş olmadan önce söylemek lâzım! Sonradan söylersen, derler ki:
“—Ooo oh, iş işten geçtikten sonra söyledin. Niye söylemedin önceden, be adam? Hani, Berat gecesinin bu kadar kıymetli bir gece olduğunu bilseydim, ben de o gece uyumazdım, bende o gece kahveye gitmezdim. Ben de o gece hatta izin alırdım iş yerinden Hocam. Niye Berat gecesini önceden haber vermedin? Keşke önceden haberim olsaydı.” der.
Biz de şimdi El-hamdü lillâh, önceden haber veriyoruz; Radyolarımızda da öyle yapıyoruz.
Bizim Türkiye’de de, Almanya’ya, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya, Türkiye’ye yayın yapan Radyomuz var. Önceden, haberlerimizin hepsi önceden; diyoruz ki: Bak, ileride şöyle sevaplı bir şey geliyor, Fırsat geliyor, aman gözünüzü açın, dikkat edin! Aman söyle yapın-böyle yapın! Aman, oruç tutun! Aman, ibadet eyleyin!
Regaib Kandilinde ihtar ettik önceden, Berat Kandilinde önceden hatırlattık, ihtar ettik, tavsiye ettik, söyledik. Şimdi de gene adetimize denk düştü, Ramazan’dan on gün öncesinden size söylüyoruz. İşte bir buçuk hafta kaldı, ondan sonra ayın yirmisinde, yirmi birinde hilâle bakacağız, Ramazan girecek. Hazırlanalım, Ramazan çok önemli bir aydır. Bu Şa’ban ayı da, Peygamber Efendimiz’in ayıdır.
Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyurmuş ki:
“Receb, Allah’ın ayıdır.” Yâni, Allah kullarını çok affediyor. “Şa’ban, benim ayımdır.” Yâni, Peygamber Efendimize sevgimizin artması lâzım, salât u selâmı çok yapmamız lâzım! Rasûlüllah’ın hayatını çok okumamız lâzım! Rasûlüllah’a bağlılığımızı arttırmamız lâzım! Bu ay o ay…
Onun için, kur’a da ne çıktı karşımıza? Rasûlüllah ne yapardı, hali nasıldı, yüzü nasıldı, huyu nasıldı, sıfatı nasıldı? O bölüm çıktı. Yani bakın, Rasûlüllah’ın ayında Rasûlüllah’ın nasıl olduğunu görün diye, sevgimiz, hayranlığımız artsın diye Allah kur’ada karşımıza bu hadisleri çıkardı.
b. Ramazan’ın Son On Günü
İkinci hadise geçiyorum:42
كَانَ إَذَا دَخَلَ الْعَشْرُ شَده مَئْزَرَهُ، وَأَحْيَا لَيْلَهُ، وَأَيْقَظَ أَهْلَهُ
42 Buhàrî, Sahîh, c.VII, s.153, no:1884; Hz. Aişe RA’dan.
(خعن عائشة)
RE. 533/2 (Kâne izâ dehal’el-aşru şedde mi’zerehû, ve ahyâ leylehû, ve eykaza ehlehû)
Bu da Aişe Anamız’dan… Çok mühim kaynaklarda rivayet edilmiş. Buhari’de, Müslim’de, Ebû Davud’da Neseî’de İbn-i Mâce’de var... Yani, beş tane büyük hadis koleksiyonunda, en kıymetli hadis koleksiyonunda olan bir şey.
Peygamber SAS Efendimiz, Ramazan’ın son on günü girdiği zaman artık iyice, eteğini beline toplamak derler; yani eskiden uzun etekli giyiyordu ya insanlar. Cübbe giyiyordu, böyle uzun kıyafet giyiyordu; hızlı bir iş yapacağı zaman, bu eteği takılmasın diye ne yapardı? Şöyle eteğini toparlardı, paçasını kıvırırdı. Hani iş yapacağımız zaman kollarımızı kıvırıyoruz ya… Bir yerde ayaklarımızla iş yapacağımız zaman paçalarımızı da kıvırıyoruz ya... Peygamber SAS Efendimiz de eteğini derler-toparlardı, yani daha daha çok gayrete gelirdi... Ramazan’ın son on günü gelince.
Acaba neden? Kadir Gecesi var. Ramazan’ın son on günü içine Allah Kadir Gecesini saklamış.
لَيْلَةُ الْقَدْرَ خَيْر مَنْ أَلْفَ شَهْرٍ (القدر:٣)
(Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehrin) “Kadir Gecesi öyle bir gecedir ki, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir, 97/3)
“—Bin ay kaç sene eder Hocam?”
Basit bir matematik sorusu… On ikiye böleriz, anlarız. Bini on ikiye bölersen, seksen küsür eder... Seksen küsür senelik ömre bedel bir gece…
“—Hocam tamam. Bana ipucunu verdin, teşekkür ederim, Allah razı olsun. Ben, Ramazan’ın son on gününde bu geceyi yakalarım.” “—Nasıl yakalarsın?” Camiye gelirim, camiden çıkmam. On gün, on gece camide
ibadet ederim, Kadir Gecesi’ni yakalarım.”
Tamam, zaten müslümanlar da böyle yapıyorlar, Peygamber
Efendimiz de öyle yapardı. Ramazan’ın son on günü girdiği zaman, elini eteğini iyice topluyor... Yani, evine bile gitmiyor artık, camide i’tikâfa giriyor.
İ’tikâf ne demek? İbadet için camiye gelip camiyi mekân tutunmak, camiden eve bile gitmemek demek. Eve bile gitmez, hanımının yanına bile yanaşmaz; camide yatar kalkar gece gündüz ibadet eder. Bilhassa gece ibadet eder, geceleri ihya eder. Neden? Gecelerin hali başka, gecelerin sevabı çok, gecelerde mükâfat büyük olduğundan.
Muhterem kardeşlerim. Ben kendim eskiden çok utangaç bir insandım. Birisiyle tanışsam, ne söyleyeceğimi şaşırırdım. Beni böyle bir okulda konuşmaya filan görevlendirseler, ödüm patlardı. Konuşmaktan çok utanırdım, heyecanlanırdım amma; işte bir takım şeyleri yapınca, onlardan büyük faydalar olacağını bildiği zaman insan; ona göre tedbir alıyor, ona göre hazırlık yapması lazım geliyor.
Biz de Ramazan’ın son on günü girdiği zaman, böyle hareket etmeliyiz. Bu sünnettir. Hem de öyle bir sünnettir ki, sünnetler ikiye ayrılıyor, onu da bu arada söyleyelim. Farz-ı kifaye denildiği gibi… Farz-ı ayın, her müslümanın kendisinin boynuna farz olan... Farz-ı kifâye: Bazı müslümanlar yaptı mı, ötekilerin boynundan kalkan vazife… Meselâ, cenaze namazı nedir? Farzdır. Kime farzdır? Bütün Wollongong’daki insanlara farzdır desek, hapı yuttu herkes…
Çünkü herkesin işi var, gücü var, cenazeye herkes gidemiyor. On on beş kişi, yirmi kişi, elli kişi cenazeyi kaldıracak; ötekiler fabrikada filan. Haa, birileri yaptı mı, ötekinin boynundan farz kalkıyor. Farz-ı kifâye… Vazife yapıldı mı, tamam. Vazife yapılmazsa, bütün Wollongongular mes’ul. Şurada bir müslümanın cenazesi kalsa, hiç defnedilmese, namazı kılınmasa;
bütün Wollongonglular farzı yapmadığı için günahkâr olur. Ama, bir grup cenazeyi yıkar, namazını kılar, defnederse; ötekilerin
boynundan kalkar. İşte bu cenaze namazı kılmak.
Ramazan’ın son on gününde i’tikâfa girmek de, sünnet-i kifâye… Bazı insanlar yaparsa, toplumdan ceza kalkar, sorumluluk kalkar. Hiç kimse yapmazsa? Hepsi sorumlu olur.
Wollongong’da Bazı insanların bu camide, Ramazanın son on gününde evine gitmeden i’tikâf etmesi lâzım geliyor. Hiç birisi yapmazsa, bütün Wollongong’lular niye Efendimiz’in sünnetini yapmadınız diye sorumluluk altında kalacaktır. Bazıları yaparsa, ötekileri kurtaracak. Onun için, emeklilerden durumu müsait olanlar i’tikâfa niyet etsinler Ramazan’ın son on gününde...
Sonra ne yapardı Peygamber Efendimiz? Ramazan’in son on günü girdi mi, eteğini derler toplar gayrete gelirdi. Camiye gelirdi, ibadete vakfederdi kendisini; (ve ahyâ leylehû) gecesini ihya ederdi. Geçeyi ihya etmek ne demek? Geceyi ihya etmek,
canlandırmak ne demek? Geceyi ibadetle geçirmek demek, uyumamak demek. İnsan uyuduğu zaman, gecesi gider.
Geceyi ihya etmek demek, geceleyin uyumayıp, o güzel vakitlerde tesbih çekmek, tevbe etmek, namaz kılmak, Kur’an okumak suretiyle sevap kazanmak demek. Bir de düşünün, ibadet etmiyor. Uyusa, sorumsuz olacak. Netice itibariyle nötr olacak. Yani, ibadet etse sevap kazanacak. Uyursa nötr olacak.
Uyumuyor, günah işliyor bir de… Vay mendebur vay... Yani, uyusa bari günahtan kurtulacak. Uyumak da nisbeten onun için hayırlı. Uyumuyor da, sabaha kadar kumar oynuyor. Sabaha kadar içkili lokantada içki içiyor. Sabaha kadar şu kötülüğü, bu kötülüğü yapıyor. Vay mendebur vay! Hem uyumuyor, hem de günah işliyor bir de üstelik, o daha fena tabii.
Peygamber Efendimiz ne yapardı? (Ahyâ leylehû) “Gecesini ihya ederdi.” Yani, ibadet ve taat ile gecesini değerlendirirdi, sevapları tonlarla., tonlarla kazanırdı. Tamam. İnşâallah, biz de böyle yapalım. Bir şey daha geldi arkasından, bir cümle daha, onu
da okuyalım:
(Ve eykaza ehlehû) “Ailesini de uyandırırdı.” Kendisi böyle yapardı, ailesini de uyandırırdı. Ehlehû demek, ailesi demek. Bundan hem karısı anlaşılır. Kalk hanımcığım, hadi benim iki gözümün nuru, abdestini al da, sen de ibadet et. Tamam, karısı da anlaşılabilir, çoluk-çocuğu da anlaşılır. Ehli beyti demek, yani evinde olan herkes. Çocuğu var, erkek çocuğu, kız çocuğu, teyzesi var, ihtiyar annesi var... Tamam, bunlar da o evin ehli değil mi, ailesi değil mi ahalisi değil mi?.. O manaya da gelir. İlk başta, ilk anlaşılan, karısı... Ondan sonraki mânâsı da, evinde olan herkes... O evin kendisi reisi, herkesi uyandıracak...
Bir de bu vardır, muhterem kardeşlerim. Mü’min erkek, hanımının da güzel ibadet etmesinde ona zaman zaman destek olur ve onu da ibadete kaldırır. Hanım da, erkeği kaldırır. Meselâ, ben turşu gibi yatarım. Gece iki buçukta ayağımdan sürükleseler, bir şey duymam. Konuşulurken, şey yapılırken böyle radyo çalsalar, gürültü olsa, kalabalık olsa, Tren istasyonu olsa; çok yorulduğum için yattım mı uyurum. Üç dakikada en derin uykuya varırım. Aşağıya. En aşaga asansörle inerim, uykunun en derin yerine varırım. Rahat..
Bizim hanım uyumaz, uyandırır, Allah razı olsun. Bazen, yani hanım uyandırır, bazen erkek uyandırır... Uyandıracak, ehlini de uyandıracak. İşte. Biz, bunu da yapmalıyız.
Aman Hocam. Sen şimdi tehlikeli bir şey söyledin. Biz hanımın yanına gitsek, kalk desek, evde kıyamet kopar.
Haa, o zaman senin ev yönetiminde kusur var. Hocamızın bir sözünü burada zikredeyim, Mehmed Zâhid Hocamız (cennet mekan, rahmetli) bir söz söylerdi, büyük söylemek gibi olmasın, Hocamızın sözünü nakledeyim:
“—Bir karıyı idare edemeyen adama ben adam mı derim!” derdi. E, nasıl idare edeceğiz
Hocam.? Bizim karı çok öyle idare edilecek bir karı değil.
Vallah işte. Bu bir kocalık hüneridir. Yüzük alırsın, bilezik alırsın, söyle yaparsın, böyle yaparsın, allem edersin, kallem edersin, hanıma kendini sevdirirsin; gönlünü alırsın, istediğin noktaya da getirirsin.
Hanım. Sen gece ibadete kalk, ben de seni yarın falanca yere götüreceğim filan, neyse.
Bu bir politikadır. Yani, evin içindeki politika, Türkiye’yi idare etmekten daha zordur; kolay bir şey değil, mühim bir şey bu. Aile mutluluğu. Bunun için Ev Politikası’ Fakültesi açmak istiyorum ama daha hükümetten izin alamadım. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin yanına, bir de Ev Politikası Fakültesi açmak lâzım ki, insanlar hanımı nasıl idare etmek gerektiğini öğrensinler.
Benim akrabamdan bir babayiğit insan vardı, beş kişiyi döver ha… Bizim mahalleden geçmeyin, çok kuvvetlidir karışmam; beş kişiyi döver ha... O bizim akraba… Fakat yenge hanım, Allah razı olsun, bir basiretli, dirayetli politikacı hanımefendi ki, o efeyi tam böyle gayet güzel bir şekilde idare ediyordu. Bu da hanımın hüneri…
Hanım bunu nasıl yapacak? Bizim efendi söz dinlemez. O da işte, fakültede öğretilecek derslerden birisi de o... Bey, hanımın gönlünü almayı öğrenmeli! Hanım da, beyinin gönlünü almayı öğrenmeli!
Nasıl olur bu Hocam?
Bak, kitapları okursan, çok şey öğrenirsin. Peygamber SAS Efendimiz’in ashabından bir ailenin bir çocuğu ölüverdi. Küçük çocuk… Olur ya, hastalık, bilinmiyor. O zaman hastahane yok, eğitim, tedavi şeyleri çok iyi değil, çocuk ölüverdi. Çocuk öldü. Kadın, çocuğun öldüğünü efendisine söylemedi.
Efendi eve geldi, hanım güleç yüzle açtı kapıyı. Bir de süslenmiş, giyinmiş, donanmış, güzel yemekler yapmış, müstesna iltifat ve sâire filan… Muhabbetli bir gece geçti. Ondan sonra, tam her şey tamam olduktan sonra dedi ki:
“—Efendi, (İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciùn) Maalesef yavrumuz vefat etti.” Hii, eyvah, bilmem ne…
“—Yahu sen beni dedi tam böyle dedi, hem çocuğum vefat etmiş, hem de beni bu geceyi böyle zevkle filan geçirttin dedi, niye önceden söylemedin?” dedi,
Peygamber Efendimiz’e şikâyete gitti. Ama, Peygamber Efendimiz o hanımı daha çok beğendi. Yani bak, birden kapıdan girer girmez, evin efendisi kapıdan içeri girer girmez; zaten Yorgun, zaten fabrikada çalışmış, canı burnuna gelmiş; hık dese aşağıya düşecek, canı çıkacak. Yorgun argın üzüntülü, sabahtan- akşama kadar sekiz saat kolay değil, çalışmış filan… Kapıdan girer girmez, hanım bir acı haberi pat yüzüne söylediği zaman, ortalık karışır. Bir politika lazım, zamanı lâzım bu işin, usulüyle söylemek lazım.
Bak. Kadın cenazeyi öbür tarafa saklamış, güzelce yedirmiş, doyurmuş, dinlendirmiş, gönlünü hoş etmiş. Ondan sonra efendi demiş, Allah. Ne yapalım? İşte. Allah veriyor, Allah alıyor.
Sabredelim. Allah evlâdımızı aldı demiş.
Tabii, Allah onlara daha hayırlı evlât vermiş sonra tabii ama; bir felaketli olayı o hanımın Efendisine yumuşak bir tarzda anlatış zamanı önemli. İşte bunlar birer aile mutluluğuyla ilgili politikadır.
Öyle bir politika güdeceksin ki, muhterem kardeşim. Hanıma dini yönden istediğini seve seve yaptıracaksın. Yaptıramıyorsan, senin notunu kırarım. Hocamdan öyle aldım ben icazeti, senin notunu kırarım. Sen ne biçim kocasın ki, bir kadını idare edemiyorsun? Dört tanesiyle evleniyordu eskiler, dördünü idare ediyordu. Sen bir tanesini idare edemiyorsun!
Bizim Edebiyat mecmualarımızda birisi neşretmiş. Böyle şeyleri de neşretmeyi seviyor millet:
İbrâhim Hakkı Erzurûmî Hazretleri var, biliyorsunuz. Ma’rifetname sahibi. Çok büyük bir zat yani İbrâhim Hakkı Erzurûmî, Ma’rifetname isimli çok güzel bir eser yazmış; Hem şair, hem edip, hem alim, hem fazıl, hem kâmil, hem evliyaullahtan bir şeyh. Bir kâmil zât…
Bu zatın, bir Edebiyat araştırıcısı, alimi, profesörü, mektuplarını neşretmiş. Özel mektupları. Yani, insan tahmin etmez, bir gün yazdığı mektubun başkasının eline geçeceğini, neşredileceğini düşünmez ama oluyor. Hayatta böyle şeyler başına geliyor insanın. Onun için, özel mektuplarınıza bile dikkat edin. Bir gün gelir bakarsınız, birisinin eline geçer de; okunur, neşredilir.
İbrâhim Hakkı Erzurûmî Hazretleri İstanbul’a gitmiş. İstanbul’dan hanımlarına mektup yazıyor. Tabii, seyahat uzun sürüyor... Şimdiki gibi uçak yok ki, Erzurum’dan uçağa binsin, o gün İstanbul’a gelsin. Ondan sonra, bir hafta sonra dönsün. Aylar sürüyor. Belki altı ay, belki daha fazla sürüyor. İstanbul’dan Erzurum’a dört hanımına, dört mektup göndermiş. Aynı zarfın içinde, hepsinin de gönlünü almış. Hepsine de gayet güzel sözler, vaadler, bilmem neler... Size hediyeler aldım ve sâire ve saire... İşte oraya geldiğimiz zaman inşâallah çermikte beraber çimeriz diyor. O cümlesi hatırımda kaldı. İşte baş başa veririz, ilahi okuruz diyor bilmem ne diyor.
Dört kadını idare etmiş. Sen bir kadını idare edemezsen, bir kadına namaz kıldıramazsan, bir kadını teheccüde kaldıramazsan; demek ki sende, politikanda bir kusur var. Bu da kendi aramızda eksiğimiz.
Aynı şekilde hanım için de durum böyle. Bir beyi o idare edebilir. Basiretli bir hanımefendi beyini çeker çevirir, ibadete getirir, doğru yola çeker. Böyle hanımları da biliyoruz. Sarhoş kocasını tevbe ettiren, yanlış yolda yürüyen efendisini doğru yola çeken, hacca götüren; sonunda sàlih bir insan yapan insan biliyoruz.
Allah hepimize hayırlı eşler versin. Evlenecek çocuklarımıza da hayırlı eşler versin…
İnsanın eşi insanı cennete de sokar, Allah korusun cehenneme de götürmeye vesile olur. Anam rahmetli, bir kitapta okumuş, o anlatırdı:
Evliyaullah’tan birisi varmış, keramet sahibi bir kimse. Demircilik yaparmış. Demiri ocakta ısıtırmış, kıpkırmızı hale getirirmiş. Keramet sahibi ya, eliyle alırmış demiri, yumruğuyla dövermiş.
Ne yapacaksa o demirden, döve döve yapılır. Ben gördüm, demirci dükkânlarına gider seyrederdim. Hoşuma giderdi onların o yaptığı işler… Demir tavında dövüle dövüle şekle girer: Nal olur, bıçak olur, çakı yüzü olur, kılıç olur, anahtar olur, başka şey olur.
Yani, ısıtırsın, sıcacık hale, kıpkırmızı hale getirirsin; döve döve bir hale getirirsin ama maşayla tutulur, balyozla dövülür.
Şimdi bu mübarek zat, keramet ehli olduğundan, ocağa elini sokarmış, kıpkırmızı yumuşacık demiri ateşin içinden alırmış, yumruğuyla dövüp öyle şekil yaparmış. Belki bu bir sembolik hikâyedir ama önemli… Önemli olduğu için anlatıyorum.
Hanımı bir gün demiş ki:
“—Sen tamam, demiri böyle elinle tutuyorsun, yumruğunla şekillendiriyorsun amma; dövüyorsun ama keramet sende mi, bende mi?” demiş.
Şakalaşmışlar yani, böyle iddialaşmışlar biraz: “Keramet sende mi, bende mi?” demiş.
Tabii, keramet Allah’tan… Keramet, ikram demek. Evliya’ya keramet kimdendir? Allah’tandır. Neden? Allah’ın iyi kulu da, Allah ona ikramda bulunuyor. O keramet oluyor. Allah’ın ikramı, olağanüstü bir durum. Keramet Allah’tan ama, işte her halde ben aciz, naciz kulunu sevdi de, bir kerameti nasib etti filan demiş.
Pekiyi demiş kadın, olur, tamam. O, ertesi gün işine gitmiş, gene ocağı yakmış, gene demiri eritmiş, gene çalışıyor... Eliyle tutuyor, yumruğuyla dövüyor filan.
O sırada eve sütçü gelmiş. Sütçü geldiği zaman eskiden kadın, süt diye bağırdığı zaman kapıyı açarmış, tencereyi koyarmış. Kapatırmış. Şırrrrr, yarım okka süt, bir okka süt verildikten sonra; sütçü gidince, kapıyı açar, alırmış... Ne sesi duyulurmuş, ne kendisi görülürmüş.
O gün kapıyı açmış, eliyle kabı uzatmış sütçüye: “—Sütçü baba, iki okka süt ver!” diye elini uzatmış.
O zaman kadının nerden nereye örtünmesi lâzım? Bileklerine kadar örtünmesi lâzım kolu. Yüzü hariç, bütün başını örtmesi lâzım. Boynu filan görünmeyecek, bol şekilde ayaklarına kadar her tarafını örtmesi lâzım. İslâm’da kadının örtünmesi böyledir.
“—Hocam, işte ben o kadar uzun giyemiyorum da…” diyorsa, kadınlar dinliyorsa bunu; galiba dinliyor. Ben o kadar uzun giyemiyorum ama naylon çorap giyiyorum.
Naylon çorap tesettürü sağlamaz. Ne kadar yerini naylon çorapla örtüyorsan, orası açık demektir gene; Neden? Altı görünüyor. Benin varsa ben görünüyor, kılın varsa kıl görünüyor. Rengi belli, her şeyi belli. Olmaz.
Nasıl olacak? Tesettür nasıl olacak? Altını göstermeyecek şekilde olacak, bol olacak. El-ayak-yüz hariç, bütün vücudu güzelce örtecek.
Şimdi, “Tencereyi al sütçü baba!” diye elini uzattığı zaman, birazcık eli görünüvermiş. Eli görününce, dükkânda kocası demiri eliyle tutuyormuş; tam vururken, demir eline yapışıvermiş. Uhh, yanmış eli, bırakmış işi, elini sarmış, sarmalamış, yandı eli... Akşam eve gelmiş, eli sargılı.
Hanım sormuş:
“—Hayrola, geçmiş olsun! Eline ne oldu?”
“—Vallahi bilmiyorum. Bugün saat on bire doğru, gene böyle demiri döverken, elimle vururken; demir bu sefer yapıştı elime…” demiş.
Tam kadının sütçü babaya kabı uzatıp da elini gösterdiği zaman... Yani, erkeğin evliyalığında bile tesiri vardır hanımın... Namusunu koruması lâzım! Balkona kısa kolla çıkmaması lâzım! Çamaşırı asarken, dikkat etmesi lâzım! Eğilmesine, kalkmasına dikkat etmesi lâzım!
Ben bizim hanımla pazaryerine giderdim, yeni evlendiğimiz
zamanda…
“—Bak hanım, mantolu diyorsun ama şu kadına bak!” derdim. “Ben bakmıyorum, sen bak!”
Kadın eğiliyor, patlıcanın iyisini seçiyor aşağıdan... Biberin dolmalık cinsini seçiyor ama eğildiği zaman manto kâr etmiyor. Taa neresine kadar görünüyor. Ya da çömeliyor, çömeldiği zaman karşıdan görünüyor görünmemesi gereken yerleri...
“—Bakın, bunlar tesettür olmuyor. Bunları örtecek şekilde örtünmek lâzım!” diye söyleye söyleye, göstere göstere, uygulamalı olarak kapanmayı öyle sağlamıştık.
Siz de hanımınıza tesettürü sağlayacaksınız. Hanımınıza, ehlinize, çoluk çocuğunuza ibadeti yaptıracaksınız. Geceleyin teheccüde kaldıracaksınız, hem de gönül hoşluğuyla... Tatlılıkla, muhabbetle bu işi sağlayacaksınız.
Nasıl sağlanır? Ev içi, dahilî politikasıyla, siyasetiyle sağlanır. Bu da Allah’ın önemli bir şeyi… Buna da dikkat edin.
c. Peygamber Efendimiz’in Duası
Gelelim üçüncü hadis-i şerife... Peygamber Efendimiz’in hadis- i şeriflerinden bunlar çıktı bahtınıza:43
كَانَ إَذَا دَعَا لَرَجُلٍ، أَصَابَتْهُ الدهعْوَةُ، وَوَلَدَهُ، وَوَلدَ وَلَدَهَ
(حم. عن حذيفة)
(Kâne izâ deà li-raculin, esàbethü’d-da’vetü, ve veledehû, ve velede veledihî.) Ahmed ibn-i Hanbel, Huzeyfe RA’dan rivayet etmiş bu hadis-i şerifi. Bu da, dua ile ilgili bir hadis-i şerif. Peygamber Efendimiz
43 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.385; no:23325; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.X, s.396, no:30357; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VIII, s.480, no:14000; Huzeyfe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.72, no:18012.
hakkında, Ahmed ibn-i Hanbel’in rivayet ettiğine göre; Huzeyfe RA, Huzeyfetü’bnü’l-Yeman’dir bu. Şöyle buyurmuş:
(Kâne iza deà li-raculin) “Peygamber Efendimiz bir kişiye bir dua ettiği zaman, (esàbethü’d-da’vetü) dua tutardı. O adam hakkında duası kabul olurdu, o adam ihya olurdu. (Ve veledehû) Duasının hayrı adamın çocuğuna da geçerdi, çocuğu bile hayra ererdi. (Ve velede veledihî) Çocuğunun çocuğuna bile duası geçerdi. Peygamber SAS Efendimiz’in duası böyle makbuldü.”
Demek ki, bir kimse duasına mazhar oldu mu Peygamber Efendimiz’in; kendisi de ihyâ oluyor, çocuğu da ihyâ oluyor, çocuğunun çocuğu da ihya oluyor.
Bazen böyle mübarek insanların nazarları, himmetleri, teveccühleri, insanın ailesine tesir eder. Çocuğunun hayırlı olmasına sebep olur, ileriye doğru tesir eder.
Peygamber Efendimiz’in duasının kabul olduğunu bir olay olarak, hadise olarak, misal olarak anlatayım size:
Bir keresinde uzun bir kuraklık oldu Medine-i Münevvere’de, topraklar çatladı, otlar bitti. Hayvanlar ot yemediği için zayıflamağa başladı, bir deri-bir kemik kalmağa başladı, ölmeğe başladılar. Hani, su Afrika’da filan görüyoruz ya, büyük kuraklıklar oluyor, telefat oluyor. Hayvanlar ölüyor, insanlar ölüyor. Çocuklar zayıf kalıyor, sinekler yüzlerine konuyor filan.. Böyle büyük bir kuraklık oldu, sular kesildi.
Peygamber Efendimiz cuma hutbesi okurken, minberdeyken yani, hutbe okurken; Bedevi’nin birisi kalktı dedi ki:
“—Yâ Rasûlallah! Susuzluktan topraklar çatladı, hayvanlarımız ölüyor. Dua et de, Allah yağmur yağdırsın!” dedi.
Tabii, Bedevi bu, dışarıdan gelmiş, âdâbı bilmiyor. Minbere çıktığı zaman imamla konuşulmaz, imamla öyle konuşma olmaz amma bu Bedevi, dışarıdan gelmiş, saf insan...
Peygamber Efendimiz’in ashabı Peygamber Efendimizi çok sevip çok saydıkları için, yüzüne bile bakamazlardı. Peygamber Efendimiz camiye geldi- mi, herkesin başı önünde; başını kaldırıp
da, yüzüne bakamazdı Peygamber Efendimiz’in. Diyor ki, sahabeden birisi:
“—Rasûlüllah’a saygımdan, onun heybetinden, yüzüne doyasıya bakamadım hiç…”
Bakamaz, bakmağa tahammülü olmazdı. Birisi diyor ki:
“—Rasûlüllah’ın yüzü kılıç gibi pırıl pırıl parlardı.” Ötekisi diyor ki:
“—Git oradan yahu, ne kılıç gibisi? Ay gibiydi, Güneş gibiydi.” diyor.
Yüzü çok nurluydu Peygamber Efendimiz’in ve çok güzeldi Rasûlüllah SAS Efendimiz. Şimdi adam bilmiyor tabii, bilmediğinden söylüyor. Sahabe-i kiram saygılı olduğundan, söyleyemezdi. Sahabe-i kiram derlerdi ki, yabancı birisi gelse de, Rasûlüllah’a bir şeyler sorsa; çekinmediği için, bilmediği için; biz
de dinlesek, istifade etsek derdi. Yani, kendileri soramazlardı utançlarından, saygılarından; birisi gelse de sorsa derlerdi. Şimdi bu adam tabii sahabe, müslüman kimse… Kalktı: “—Yâ Rasûlallah, hayvanlarımız kuraklıktan ölüyor, kuyularımız kurudu, topraklarımız çatladı. Allah’a dua et de, Allah yağmur versin!” dedi.
Peygamber Efendimiz tebessüm buyurdu. O öyle isteyince,
elini açtı, dua etti:
“—Yâ Rabbi, bize yağmur ihsan eyle!” dedi.
Raviler söylüyorlar, muhterem kardeşlerim! “Gökyüzü masmaviydi, bir tek bulut yoktu. Bir dağ adı söylüyor, Medine’nin civarındaki bir dağ adını söylüyor; o dağın arkasından atlı kovalıyormuş gibi bir bulut hızla geldi. Hızla. Neden? Rasûlüllah dua etti yahu, mühim olay bu... Hızla geldi bir bulut ve şakır şakır, şakır şakır, şakır şakır rahmet yağmağa başladı. Yağmur yağmağa başladı, şakır şakır şakır…
Efendimiz’in duası böyleydi: “Yâ Rabbi, yağmur ihsan eyle deyiverince, mavi gökyüzünden, dağın arkasından atlı kovalıyormuş gibi bulut gelip, şakır şakır o anda yağmur yağmağa başladı.
Ne zamana kadar yağdı? Oradan dağıldılar, günler geçti. Bir daha hutbeye çıktığı zaman Peygamber Efendimiz. Minbere, hala yağmur devam ediyordu. Aynı Bedevi kalktı dedi ki: “—Yâ Rasûlallah, tamam! Rabbine dua et de, yağmur kesilsin...” Efendimiz dedi ki:
“—Yâ Rabbi, çevremize yağdır!” Kesilsin demedi, söze dikkat ediyor. Kesilsin dese, yeryüzüne bir daha yağmur yağmaz. Duası makbul Efendimiz’in. Edepli söylüyor:
“—Çevremize yağdır ya Rabbi!” dedi. Yani, “Bizim üzerimizden artık başka taraflara naklet!” dedi.
Orada yağmur kesildi, başka taraflara yağmağa başladı. Peygamber SAS Efendimiz’in duası böyleydi.
Bedduası da öyleydi. Beddua ettiği bir kimse helâk olurdu. Bir keresinde Mekke’nin müşriklerinden, azılı kâfirlerden birisinin oğlu, Rasûlüllah’ı çok üzdü. Çok üzdü ama. Çok böyle Hani namaz kılarken boynuna işkembe koyarlarmış ve sâire böyle birçok edepsizlikler yaptı. Peygamber Efendimiz dedi ki:
“—Sana ne diyeyim, Allah sana canavarlarından birisini
musallat etsin!” dedi, bu kadar.
Yani, beddua etti. Küstü, üzüldü Peygamber Efendimiz. O da azılı kâfir, müslümanlara çok eza cefa eden bir kimse… Babası ya Ebû Cehil, ya Ebû Leheb, bilemiyorum. Böyle beddua ettiğini babası duyunca:
“—Eyvah, bizim oğlan hapı yuttu!” dedi.
Bak, kâfir kendisi… Babası da kâfir, müşrik, oğlu da kâfir
müşrik… Ama baba uyanık, dedi ki:
“—Eyvaaah, Hazret-i Muhammedin bedduasını aldı bizim oğlan… Bizim oğlan hapı yuttu.” dedi.
Anladı işi, fark etti. Domuz gibi biliyorlar, muhterem kardeşlerim, tilki gibi biliyorlar.
O Medine’nin Yahudileri de, evlâtlarını bilir gibi Peygamber
Efendimiz’in hak peygamber olduğunu biliyordu. Müşrikler de biliyorlardı. Bildi hapı yuttuğunu. Oğluna dedi ki:
“—Oğlum sen şimdi bu bedduayı aldın, başına mutlaka bir şey gelir. Sen buralardan arkadaşlarını al, kaybol!” dedi.
Oğlan da anladı işin vahametini, felâketini, birkaç arkadaşıyla, on kişi kadar grup halinde Mekke’den atlandılar, develendiler, neyse gittiler. Tabii, nereye gidecek? Gittiler gittiler, yoruldular, çölde bir yerde mola verdiler. Şöyle grup halinde yattılar.
Geceleyin, muhterem kardeşlerim, bir arslan geldi, bütün kafileyi kokladı, kokladı, kokladı. Bu herif-i nâ-şerifi, müşrik oğlu müşriki parçaladı, gitti. Yalnız onu parçaladı. Neden? Peygamber Efendimiz, “Allah canavarlarından birisini sana musallat etsin!” dediği için. Efendimiz’in duası böyleydi.
d. Hans’ın Peygamberimize Selâmı
Bir de zamanımızdan misal vereceğim, bitireceğim. Yani, sözü fazla uzatmayı da sevmiyorum ben aslında ama zaman da geniş tabii. Yatsı olmasına kadar epeyce vakit var ama dinlenmeniz de lâzım, abdest tazelemeniz de lâzım! Bir olay anlatacağım:
Almanya’dan işçi kardeşlerimizden bir tanesi, ben bu olayı çok anlatıyorum, olmuş bir olaydır. Şu kulaklarımla duydum, bizzat işçinin kendisinden duydum. Patronunun yanında itibarı çok olan çalışkan bir işçi kardeşimiz, fabrikada ustabaşı... Patrona gidip diyor ki, patronunun adı Hans imiş. Umumiyetle Almanların meşhur isimlerinden birisi, hatırımda kaldı onun için. İsmi Hans... Demiş ki:
“—Ben, Ağustos ayının şu gününden şu gününe tatil istiyorum!”
Müdür bey demiş ki:
“—Olmaz, veremem. Tam bizim fabrikanın harıl harıl çalıştığı zamanda, sen işi bırakacaksın, tatile gideceksin. Olmaz, veremem!” “—Mecburum, gitmem lâzım!”
“—Olmaz demiş yahu, iş aksar. Başka bir zamana al tatili, Eylüle al, Ekime al, Aralığa al ve sâire…”
“—Hayır demiş, Ağustos’un şu gününden şu gününe kadar olacak.”
“—Vermiyorum.” demiş.
“—Vermezsen de gideceğim!” demiş.
“—Yâhu, işinden olursun, atarım işten…” “—İşimden atılsam da gideceğim. En iyisi güzellikle ver!”
demiş.
“—Yahu, niye böyle ısrar ediyorsun?” demiş o zaman. Seviyor da tabii. Baktı ki tehdit para etmedi, “Niye böyle ısrar ediyorsun?”
Demiş ki:
“—Bizim dini bir seyahatimiz var, biz hac yapıyoruz. Hac mevsimi işte bu günlerde oluyor, ben bu günlerde ancak gidersem hac olur... İşte, Arafat’a çıkılma günü belli, Kurban bayramı günü belli, bu vazifeyi yapma bu tarihlerde olduğu için istiyorum.
“—Haa, madem öyle dini bir sebep var, pekâlâ!” demiş. “O zaman müsaade ettim. Ne yapayım artık? Senin yokluğunu telafi etmeğe çalışırım, başka insanlar bulurum. Kendim gelirim, kendim çalışırım. Pekâlâ, sen dini vazifeni yap!” demiş.
Adam gitmiş hazırlanmış hacca, nihayet seyahate çıkacağı gün
buna gelmiş demiş ki:
“—Allah’a ısmarladık. Ben hacca gidiyorum. (Affuder zehiyn) diyor Almanlar. Yani, tekrar görüşmek üzere. İngilizler ne der bilmiyorum, (See you again) diyorlar galiba; onun gibi bir kelime bu (Affuder zehiyn). Ben gidiyorum. Ha demiş gidiyorsun, hani o hacca mi gidiyorsun, ibadete mi? Evet. İbadete gidiyorum.
“—Tamam, git, güle güle git! Muhammed’e benden selâm söyle!” demiş.
Hans, Muhammed’e benden selâm söyle demiş, bu işçi kardeşimize...
Bu işçi kardeşimiz gitmiş Mekke’de haccını yapmış, gelmiş Medine’de Peygamber Efendimiz’in türbesini ziyaret etmiş. Tam.
Türbenin böyle bir koridoru vardır, gidenler bilirler, resimlerden de bazen bilinir; Peygamber Efendimiz’in türbesinin önüne geliniyor, parmaklıklar var, orada durulur; salat u selâm getirilir, dua edilir filan... Tam orada aklına gelmiş, Hans’in selâm söyle dediği. Gözünü kapatmış, demiş ki:
“—Yâ Rasûlallah. gayr-i müslimin selâmını getirmek doğru mudur, yanlış mıdır, iyi mi yapıyorum bilmem ama… Hani, selâm emanettir derler, yani selâmı da söylemek lâzım. Onun için, Hans sana selâm söyledi yâ Rasûlallah!” demiş.
Yani, neticede selâmı söylemiş. Türkiye’ye gelmiş. Türkiye’de bana anlattı:
“—Hocam, vallahi daha Almanya’ya gitmeden, Hans’ın Almanya’da müslüman olduğu haberi geldi.” dedi. “Hans’in İslâm’a girdiği, müslüman olduğu haberi geldi.” dedi.
Neden? Ben şöyle tahmin ediyorum. Bu, Peygamber Efendimiz’in türbesinin karşısında:
“—Yâ Rasûlallah, Hans sana selâm söyledi.” deyince,
Rasûlüllah ne yapmıştır?
“—Ve aleyküm selâm!” demiştir. “Haydi ona da selâm olsun. Madem bana selâm göndermiş, güzel bir şey yapmış, haydi ona da selâm olsun!’ demiştir.
(Ve aleyküm selâm) ne demek? “Ona selâm olsun, o da selâmete ersin!” demek. Bak, o selâmın bereketine adamın gönlü yumuşuyor da, İslâm’a giriyor. Neden? Rasûlüllah’ın duası makbul da ondan.
Bu önemli bir olay muhterem kardeşlerim! Önemli olduğu için, ben vaazlarımda bunu yeri gelirse anlatıyorum. Bak, salât ü selâm, Rasûlüllah’ın iade-i selâmı olacağı için, duasını almağa bir vesiledir.
Sen ne diyorsun:
“—Es-salâtu ve’s-selâmü aleyke ya rasûla’llah!” diyorsun, melekler götürüyorlar.
Götürür mü? Evet, hadis-i şeriflerde bildiriliyor ki, anında, sen salevat getirdiğin zaman, Rasûlüllah’a senin adınla, (Wollongong) dan Hacı Hasan’ın oğlu Mehmet sana selâm getirdi diye adınla söyler melekler. Hadis-i şerifte bu böyle bildiriliyor.
O da seni isminle bilir. Rasûlüllah Efendimiz. Sen salat u selâm getirdin diye, tabii salat u selâmın da karşılığını verir.
Onun için, Peygamber Efendimize salevat getirmek çok sevaplıdır. Hele bu ay. Şa’ban ayı, yani bu Ramazan gelinceye kadarki günler Sa’ ban ayı Peygamber Efendimiz’in ayı olduğundan; bu ay da yapılacak işlerden birisi nedir? Peygamber Efendimize çok salevat getirmektir. Çok salevat getirin, Peygamber SAS Efendimiz Hazretlerine. Uc tane hadis yeter, bu kadar konuşma yeter. Allah hepinizden razı olsun. Allah hepinızı Peygam- ber Efendimiz’in duasına mazhar eylesin. Allah hepinızı Peygamber Efendimiz’in yolunda yürüyenlerden eylesin…
Kim, Peygamber Efendimiz’in yolunda yürürse, Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılırsa, Peygamber Efendimiz’in sünnetini, Ümmetin bozulduğu, şaşırdiği devirde ihya ederse; yani
tatbik ederse, uygularsa kendi hayatında; ona şehid sevapları verilecek.
Onun için hayatınızı, giyiminizi, kuşamınızı, adetinizi, yemenizi, içmenizi, düğününüzü, bayramınızı, evlenmenizi, çalışmanızı, gecenizi, gündüzünüzü Rasûlüllah’ın sünnet-i seniyyesine uygun yapmağa çalışın.
Şu arkadaş sakal bırakmış. Neden?
Sakal bırakmak sünnet…
Şu arkadaşın cebinde misvak denilen bir çomak var. Ucu tellenmiş, dişlerine böyle böyle yapıyor. Neden?
Sünnet.
Bu arkadaş geçe teheccüde kalkıyor. Neden?
Sünnet.
Bu arkadaş düğünü bizim gibi yapmadı, içkili, danslı, calgılı olmadı; Hatim indirerek camide oldu. Neden? Sünnet. Yani, giyimimiz, kuşamımız, örfümüz, adetimiz nasıl olacak? Rasûlüllah’ın bize öğrettiği şekilde olacak.
Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere’ye geldi de, orada onların bir takım böyle bayram hazırlıkları içinde olduğunu gördü. Festival yapıyorlar.. Develeri süslemişler- hazırlamışlar- giyinmişler renkli kuşamlar ve sâireler..
Ne oluyor dedi, hayrola bu ne?
Dediler ki:
“—Ya Rasûlallah. Bu (Nevruz)’dur, Nevruz bayramıdır bu. Biz Nevruz bayramını kutlarız.”
Medine’de kutlarlarmış. Bak. Hani, şimdi Türkiye’de de bahis konuşu oluyor.. Nevruz kutlanacak mı, kutlanmayacak mı filan diye. Araplarda varmış, İranlılardan bulaşma bir adet bu. İranlıların tesiri. İranlıların idaresine geçti bir ara, Sasanî İmparatorluğu zamanında Arabistan da… Yemen’e filan Vali gönderdiler. Peygamber Efendimiz’in hayatında Yemen’de İran Valışi vardı, Peygamber Efendimizle mektuplaştı ve sâire... Hatta müslüman oldu.
Şimdi, ne bu? dedi. Nevruz kutlaması.
Peygamber Efendimiz dedi ki:
“—Allah size bu cahiliye bayramları yerine, bunlardan daha hayırlı iki bayram ihsan eyledi. İkram eyledi. Birisi Ramazan bayramıdır, birisi Kurban bayramıdır dedi, onları kaldırttı.
Mesele çözülüyor mu?
Bitiyor, çözülüyor. Bak. Günümüzün bir meselesi bitiyor. Öyle artık nevruz inadi-minadi olmaması lâzım. Neden? Çünkü, Peygamber Efendimiz diyor ki:
Müslümanın iki bayramı vardır. Ramazan’ın sonunda Ramazan bayramı, Kurbanda Kurban bayramı… Zilhicce’de Kurban bayramı, Sevval’de Ramazan bayramı. Bak, değiştiriyor adetleri...
Peygamber Efendimiz değil bayramları değiştirmek, ibadetleri bile değiştirirdi. Müslümanın nasıl ibadet etmesi lâzım geliyorsa, sen böyle yapacaksın. Yahudiye benzemeyeceksin. Sen böyle yapacaksın. Mecusiye benzemeyeceksin derdi. Meselâ, güneş doğarken biz namaz kılmıyoruz. Nedir? Vakt-i kerahettir.
“—Namaz kılacağım, güzel bir şey yapacağım.”
İyi ama, o zamanda mecusiler güneşe tapınırlarmış. Onun için, sen bu zamanda kılma, biraz sonra kıl! Neden? Kafirlere
benzememek esas da, onun için.
İşte Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılmak böyle olacak. Her şeyimizle, giyimimizle, kuşamımızla, sarığımızla, sakalımızla, misvağımızla, evimizle, barkımızla, oturmamızla, kalkmamızla, her şeyimizle... Rehberimiz, önderimiz, Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa SAS Efendimiz olacak.
Böyle yapana ne sevap var? Böyle yapana yüz şehid sevabı verilecek. Bir insan bir şehid sevabı kazanırsa, şehid olursa cennete girer. Bir tanesi yeter insanı ihya etmeye. Bir insan bir şehid sevabı kazansa, ne olur? Cennetlik olur. Bitti. Bir şehid, şehid cennete girecek. Hem de şefaat ederek. Yakınlarından Bazılarına sende gel, sende gel... Ya Rabbi, bunu da affet, bunu da affet, bunu da affet... Bunu da istiyorum, bunu da seviyorum,
şefaat edecek. Bazılarını yanında beraber cennete sokacak. Yüz şehid sevabı var Efendimiz’in sünnetine sarılana…
Siz burada eriyip gidersiniz, kaybolursunuz. İki nesil sonra, üç nesil sonra her şeyinizi unutursunuz. Ne dininiz kalır, ne İslâm kalır, ne başka bir şey kalır. Ne yapacaksınız? Dininize, örfünüze, lisânınıza sımsıkı sarılacaksınız. Efendimiz’in sünnetine uyacaksınız, çocuklarınızı da öyle yetiştireceksiniz ki, beraber böyle kıyamete kadar neslimiz müslüman olsun. Onlarla beraber cennete girelim. Bizden sonra evlâtlarımız şaşırmasın, sapıtmasın…
O bakımdan hepinize Sünnet-i Seniyye-i Nebeviyye’ye sarılmanızı vasiyet ederim, tavsiye ederim, ikaz ederim, ihtar ederim, ihbar ederim. Allah-u Teàlâ Hazretleri hepinizi, Peygamber Efendimiz’in yolunda eylesin… Peygamber Efendimiz’in şefaatine nail eylesin. Ahirette, Peygamber Efendimize komşu eylesin… Cennetiyle Cemaliyle müşerref eylesin…
Ümmet-i Muhammed’e de umûmen rahmeylesin… Hastalarımıza şifa, dertlilerimize deva ihsan eylesin. geçmişlerimize rahmet eylesin. Evlâtlarımızı hayırlı evlâtlar eylesin… Kıyamete kadar nesillerimizi müslüman nesiller eylesin... Bizden daha iyi müslüman olsunlar, bizden daha çok İslâm’a hizmet etsinler, bizden daha çok İslâm’ı yaysınlar. Bu diyarlara Allah’ın emirlerini öğretsinler, bu diyarlara İslâm’ı öğretsinler...
Bi-hürmeti esmâihi’l-hüsnâ, ve bi-hürmeti habîbihi’l-müctebâ, ve bi-hürmeti sehri şa’bân el-mübârek,ve bi-hürmeti esrari sûreti’l- fâtihah!
07. 01. 1996 - Vollongong Camii
Vollongong / Avustralya.