18. ALLAH NE YAZDIYSA, O OLUR
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tàhirîn…
Emmâ ba’dü, fa’lemû eyyühe’l-ihvân... Feinne efdale’l-hadîsi kitâbu’llàh... Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla'llàhu aleyhi ve sellem... Ve şerre’l-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesetin bid’ah... Ve külle bid’atin dalâleh... Ve külle dalâletin ve sàhibehâ fi’n-nâr... Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n- nebiyyi salla'llàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:
لاَ تَقَيسُوا الدِّينَ، فَإَنه الدِّينَ لاَ يُقَاسُ، وَ أَوهلُ مَنْ قَاسَ إَبْلَيسُ
(الديلمي عن علي)
(Lâ takîsu’d-dîne, feinne’d-dîne lâ yükàsü, ve evvelü men kàse iblîs.) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kal.
Mübarek cuma gecesinde, akşam namazımızı kıldık. Yatsıyı bekliyoruz. (Neveytü’l-i’tikâfe fî hâze’l-mescid, ilâ vakti’l-işâ) “Yatsı vaktine kadar bu mescidde i’tikâfa niyetlendim.” diyelim. İnsan bir namazdan öbür namazı beklerse, camide durmakla çok büyük sevap kazanır. Mevlâmız bizi de, o sevaba nâil eylesin… Erelim.
Hadis-i şerifleri okuyacağız. Hadis-i şeriflerin okunmasına başlamadan önce, şu mübarek gecede bizden dua bekleyen cümle geçmişlerimizin ruhlarına; Peygamber Efendimiz’den, asırlar boyu vazife görüp, yaşayıp, ahirete göçüp; Hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî Hazretleri’ne kadar, turuk-u aliyyemiz ve evliyaullah, mürşid-i kâmil büyüklerimizin ruhları için ve her birimizin ahirete göçmüş olan müslüman âba u ümmehât, ecdâd u ceddât, akraba u taallûkàt, ihvân u ehavât, evlâd ü zürriyyâtlarının ruhları için; bizim de dünya ve ahiret saadet ve selâmetine nâil olmamız için, bir Fatiha, üç İhlâs-ı şerif okuyup, geçmişlerimize
bağışlayalım, öyle başlayalım, buyurun! Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r- rahîm:
…………………………….
a. Dinde Kıyas Yapmayın!
Demin okuduğum hadis-i şerif, Hazreti Ali Efendimiz RA’dan rivayet edilmiştir. Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs’ine yazmış. Peygamber SAS Efendimiz bu hadis-i şerifinde buyuruyor ki:65
لاَ تَقَيسُوا الدِّينَ، فَإَنه الدِّينَ لاَ يُقَاسُ، وَ أَوهلُ مَنْ قَاسَ إَبْلَيسُ
(الديلمي عن علي)
(Lâ takîsu’d-dîne, feinne’d-dîne lâ yükàsü, ve evvelü men kàse iblîs.) Dini, kendiniz akıl yürüterek, mukayeseler yaparak, kendi akıl yürütmenize maruz tutmayın; dinde kıyas yapma- yın! Benzetmeye, ölçmeye, biçmeye, akıl yürütmeye kalkmayın!
(Feinne’d-dîne lâ yükàsu) Çünkü, din Allah’ın sistemidir, ahkâmıdır. Hükümleri Allah tarafından indirilmiştir. Hikmetlerini Allah daha iyi bilir. Kullar hikmetlerini, ibadetlerin hikmetlerini ya anlar, ya anlamazlar. Anlayamadıkları takdirde, yanlış bir fikir ve akıl yürüttükleri zaman berbat olurlar, çok büyük günaha girerler. Onun için, din kıyasa gelmez. Kıyas etmeye, akıl yürütmeye, mantık oyunları yapmaya gelmez; o tehlikeli bir iş olur.
(Ve evvelü men kàse iblis) “Böyle din konusunda ilk kıyası yapan; akıl yürütmeyi, mantık oyunu yapmayı ilk yapan; cennette İblis aleyhi’l-lâ’ne idi. Oradan, ondan ibret alın demek istiyor Peygamber Efendimiz. İlk önce onu hatırlayalım.
İblis ne kıyası yapmıştı cennette? Kur’an-ı Kerim’den biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz’in talimatından, tebligatından, öğretmesinden biliyoruz ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri, Adem AS’ı
65 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.57, no:7450: Hz. Ali RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.209, no:1049; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, no;316.
yarattığı zaman, meleklere, Adem’e secde etmelerini emretti:
وَاَذْ قُلْنَا لَلْمَلٰئَكَةَ اسْجُدُوا لآَ دَمَ فَسَجَدُوا اَلاه اَبْلَيسَ ،كَانَ مَنَ الْجَنِّ
فَفَسَقَ عَنْ اَمْرَ رَبِّهَ (الكهف:٠٥)
(Ve iz kulnâ li’l-melâiketi’scüdû li-âdeme fesecedû illâ iblîs) “Hani biz meleklere: ‘Âdem'e secde edin!’ demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. (Kâne mine’l-cin) İblis cinlerdendi; (fefesaka an emri rabbihî) Rabbinin emrinden dışarı çıktı.” (Kehf, 18/50)
Şeytan da kendisine emredilenler arasındaydı. Allah böyle secde edin diye emredince, o secde etmedi.
اَبٰى اَنْ يَكُونَ مَعَ السهاجَدَينَ (الحجر:١٣)
(Ebâ en yekûne mine’s-sâcidîn) “Secde edenlerin arasında olmaktan imtina eyledi.” (Hicr, 15/31) Allah’a karşı geldi, secde etmedi. Allah-u Teàlâ Hazretleri:
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلاه تَسْجُدَ اَذْ اَمَرْتُكَ، قَالَ اَنَا خَيْر مَنْهُ خَلَقْتَنَى مَنْ نَارٍ
وَخَلَقْتَهُ مَنْ طَينٍ (الأعراف:٢١)
(Kàle mâ meneake ellâ tescüde iz emertüke) “Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (Kàle ene hayrun minhü) İblis dedi ki: ‘Ben ondan daha hayırlıyım. (Halaktenî min nârin ve halaktehû min tîn) Çünkü beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın!’ dedi.
Kıyas yaptı orada. Yani, bir mukayese yaptı, bir akıl yürütme yaptı, bir mantık yürüttü ileriye... Mendebur. Sen mi bileceksin kimin daha hayırlı olduğunu
İlk akıl yürütmek, işte şeytanın Allah’ın buyruğuna karşı akıl
yürütmesi bu... Aslında hepsi tepeden tırnağa mantıksız… Yani, kim söyledi sana ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu? Nereden çıkarttın, ne biliyorsun?
Sonra, Allah secde edin dedikten sonra, artık bunun ötesi, berisi itirazı olur mu? Olmaz. Yani, kul olan, kulluğu güzel yapmak isteyen, Allah’ın rızasını kazanmak isteyen, ne yapacak? Allah’ın buyruğunu tutacak.
Şimdi ilk defa şeytanın yaptığı bu hatayı, insanoğlu da yaparsa hayatı boyunca... Allah içki içmeyin demiş.
“—Canım ne varmış içkide? Yani, üzümü sıkıyoruz, şırasını içiyoruz da şarabı niye içmeyecekmişiz?”
Mendebur, şimdi işte akıl yürütmeğe kalkma! Üzümün şırası bir şey yapmaz ama, üzümün şarabı aklı alır. İnsanı sarhoş eder, arabayı duvara çarparsın. Kolun, bacağın kesilir, sakat kalırsın, topal olursun. İnsanları ezersin, bir çok kimsenin zararına yol açarsın.. Veya aklın bozulur, doğru düzgün ölçemezsin, olmadık şeye kızarsın; kalkarsın karşındaki arkadaşını öldürürsün. Beraber içki içtiğin kimseyi öldürürsün. Gazetelerde bunların misallerini görmüyor muyuz?
Yani, sen nereden çıkartıyorsun? “İkisi de üzümün sıkılmasından yapılmış. Ne varmış yani?” mantığı saçma, ama işte bir mantık yürütüyor. Din böyle mantık yürütmeye gelmez. Neden? İnsanoğlunun mantığı doğru çalışmayabilir de onun için...
Şimdi Wollongong’da yeni bir Budist tapınağı yapmışlar. Çok geniş bir araziyi, yamacı tutmuşlar. Elli altı milyon Avustralya doları harcayarak, kocaman bir tesis, birçok binadan müteşekkil bir tapınak yapmışlar. Bizim arkadaşlar da dediler ki:
“—Hocam, bu ibretli bir şeydir, gidelim görelim!”
Bugün biz kalktık gittik. Bahçede bir ablak süratli kocaman budist heykeli, göğsü çıplak, yüzü yuvarlak… Güya erkek ama sakal yok, bıyık yok. Örtülü, şişman, göbekli bir heykel…
İçeriye girdik ve o heykelden bilmem kaç tane… Bir heykel gördük, bir sürü eli var, bir sürü gözü var... Yani, insan şeklinde ama yengeç gibi bir sürü, istakoz gibi, deniz mahlûkları gibi bir sürü eli var filan. Bir sürü masrafı lüzumsuz yere yapmışlar. Din diye ortaya atmışlar bir şeyi, aslı-esası yok…
Biz bir binaya girdik, kapıda:
“—Lütfen pirinç alınız!” dedi.
Heykele sunmak üzere bir naylon poşete otuz kırk tane pirinç koymuşlar, “Lütfen bunu alın!” dedi. Söyle ben bir ters Baktım, yürüdüm. Thank you desem, thank you bile demeğe lüzum yok. Niye diyeyim, thank you’mu niye harcayayım ona?.. Thank you
bile demedim, yürüdüm.
Geziyorum ben, ibret almak için. Elimde tesbih, tesbihi çıkarttım. Ondan sonra, (Sübhàna’llàhi ve bi-hamdihi, sübhàna’llàhi’l-azîm, ve bi-hamdihi estağfiru’llàh) diyerek, Allah’ı tesbih ederek geziyorum. Yani, oraya istediğimden gitmiyorum ki…
Ona para vereceğim, dinlerine yardım etmiş olacağım. Pirinci alacağım, heykelin önüne koyacağım. Saçma-sapan şey… Yani, kendi ibadetine, bâtıl inancına beni de bulaştıracak. Gezdim dolaştım, çıktım. Ama, bir ibret oldu benim için. Yani, çok büyük bir ibret…
Benim çıkarttığım en büyük ibret, yani el alem cehennem yolu uğruna, bâtıl inançlar uğruna ne paralar harcamışlar... Biz hak yolun yolcuları müslümanlar, dinimize hizmette ne kadar gevşeğiz; ben onu çıkarttım.
Çünkü, muhteşem bir tesis. Yani putperestlerin, müşriklerin bir tesisi olmasa, çok muazzam bir tesis… Çok temiz, çok güzel, çok bakımlı, çok iyi düşünülmüş. Mimarisi, malzemesi, her şeyi güzel… Bir yerde baktım, diyor ki:
“—Burada diz çok, gözlerini kapat, içinden bir dilek dile... Ondan sonra yanındaki çekici al, önündeki çana vur!”
E, ne olacak? Tramvaycılık mı oynuyoruz, ne oluyor?
“—İstediğin olur.”
Niye olsun? Yani, onunla ne ilgisi var onun
Hàsılı, bir taraftan böyle bir ibret aldık, bir taraftan da üzüldük. Bu adamlar bu dine nasıl razı oluyorlar? Yani, ahiretleri mahvoluyor. Bâtıl bir inanç. Allah’ın gazab ettiği, sevmediği bir yoldalar... Yani, nasıl razı oluyorlar? Bir mantıkla, bir akılla ama; al o aklı, Vollongong denizine savur, köpek balıkları yesin. Yani, o akıl akıl değil ki, yanlış çünkü... Ben pirinci alacağım da, onun önüne koyacağım da ne olacak?
Koca heykelin önüne bir kasa elma koymuşlar, kırmızı. Bir tane iri karpuz koymuşlar, dört-beş tane ananas koymuşlar... Ne olacak? O onu akşam yiyecek mi? Yok. Ondan sonra çürüyecek, onu alacaksın atacaksın.. Veya sen alacaksın, içeride yiyeceksin. Yemediğini biliyorsun, orada durduğunu biliyorsun.
Yani, bunun anlamı ne? O pirincin anlamı ne? O meyvaları oraya koymanın anlamı ne? Karşıda kocaman heykel, put… Duvarlarda da, dört duvarda toplam On iki bin tane küçük put var diyor. Saymadım da, verdikleri resimli şeylerden aldım, orada okudum. On iki bin tane, böyle hücre hücre, küçük küçük; duvarlara üst üste sıralamışlar. Bir sürü… Kimisi elini böyle yapmış, kimisi böyle yapmış.. Kimisi şöyle tutmuş, kimisi böyle tutmuş… Onların her birinin her halde dinlerince bir anlamı var.
Bir şey dikkatimi çekti yalnız, duvara yazmışlar:
“—Bir yılda bir aile…”
Ondan sonra, aşağıya yazmışlar:
“—Bir yılda bir kişi…”
Bu kadar, başka bir izah yok… Her halde, demek istiyor ki:
“—Ne yapın yapın, hiç olmazsa bir yılda bir aileyi bizim bâtıl dinimize çekmeğe çalışın! Onu da yapamazsanız, hiç olmazsa bir kişiyi çekmeğe çalışın!” Böyle yazmışlar.
Hasılı, el alemin müşriki, yanlış mantıkla, milyarlar harcayarak; o ne kadar Türk parası eder? Elli altı milyon Avustralya doları, dört buçuk trilyon eder. Hesapladık, iyice çarptık, böldük filan... Bir sıfırları ekledik, üçer üçer ayırdık. Milyarlar da bitiyor, trilyonlara geçiyor paralar...
Afrika’da bir sürü aç var yahu.. Paralar oraya gitse, insanoğlundan kaç tanesi doyacak. Yani, bir hayırlı bir şey yapılsa... Çin’de bile vardır aç, yani bir sürü aç vardır. Buda çok acımış da fakirlere, ondan böyle bu inancı koymuş ortaya diyorlar... Ee, sen de acısana! Paraları buraya harcayacağına…
Hasılı, din kıyasa gelmez. Dini Allah indirdiği için, Allah’ın emrine itaat edilir. Eğer insan kendi mantığını ortaya koyarsa, işte böyle saçmalıklar çıkar.
Dinler ikiye ayrılıyor: İlâhi dinler, beşeri dinler.
İlâhi dinler: Peygamberler tarafından bildirilmiş olan, Allah tarafından gönderilmiş Peygamberlerin ortaya koyduğu dinler: Yahudilik, Hristiyanlık gibi.
Ama onlar da bozulmuş zamanla… Onlar da, Hazreti İsâ’nın dediğinden çıkmış, Hazreti Musa’nın dediğinden çıkmış.. Hatta, Hazreti Musa’nın hayatında dediğinden çıkmışlar. Musa AS’ Tur dağına gidince, kavminin geri kalanları içinden Samirî diye bir adam çıkmış:
“—Verin bakalım bilezikleri, yüzükleri!”
Herkesten toplamış ziynet eşyalarını, ateşi kızdırmış, aleti edevatı ısıtmış, neyse… Bir öküz heykeli yapmış.
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عَجْلاً جَسَدًا لَهُ خُوَار (طه:٨٨)
(Feahrece lehüm iclen ceseden lehû huvâr) [Bunun üzerine, onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu.] (Tàhâ, 20/88)
Böyle içi boş, ağzı açık; bir tarafından rüzgar bir girdiği zaman, ağzından vuuuu diye ses çıkarıyor. Yani, böğürtüsü olan bir öküz heykeli yaptı. Öyle usturuplu, hani kavala üflediğin zaman, ses çıkıyor. Veyahut, rüzgârlı havada borular bazen ötüyor, teller ötüyor filan... Böyle bir şey yapmış. Demiş ki:
(Hâzâ ilâhiküm) “İşte sizin tanrınız bu! (Ve ilâhi mûsâ) Musa’nın tanrısı da bu!” demiş.
Tabii, Harun AS’ demiş ki:
“—Ey kavmim, yapmayın, etmeyin; bu müşrikliktir!”
Sonra, Mûsâ AS’ Tur Dağı’ndan gelince, o yapılan heykeli yakmış ve Kızıl Deniz’e attırmış. Ondan sonra da, suçluları cezalandırmış.
Yani, peygamberin hayatında başlıyor. Mûsâ AS’ın sağlığında başlamış sapıtma, ondan sonra büyümüş.
Hristiyanlıkta da haç yok aslında, haça tapmak yok, trinite yok… İsâ AS, Allah’ın birliğinden başka bir şey söylemiş değil, ama onlar onları çıkartmışlar.. Demek ki, insan aklına kaldı mı,
insanın aklı yalan yanlış şeyleri ortaya koyuyor. İlahi dinleri bile bozuyor.
Bir de, ilâhî olmayan dinler var. Onlar artık işte bu putperestlerin, müşriklerin kendiliklerinden ortaya koydukları uydurma bir takım merasimler…
Meselâ, eski Mısır’da böyle… O Firavunların piramitleri, ehramları ne kadar büyük masraflarla yapılmıştır. Yüz elli metre yüksekliğinde. Yüz elli metre ne demek? Yani, üç metre olsa bir kat, elli katlı bina demek, altmış katlı bina demek. Altmış katlı bina yüksekliğinde taş yığmışlar. Her birisi somya, karyola kadar… Böyle ehramları, piramitleri meydana getirmişler. Bir kimsenin ölüsünün içine tıkılması için...
Piramit neden yapılıyor? İçinde Firavun yatacak. Onun da yanına yemekler filan koyarlarmış. Kalkacak yiyecek diye. Aynı şey yani… Din kıyas edilmez.
Dini kıyasa tabi tutmayınız, din kıyas edilmez. İlk defa kıyası kullanan İblis’tir diyor. O halde, ne yapacağız hocam, ne yapmamız lâzım? Kur’an-ı Kerime sarılmamız lâzım, Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılmamız lâzım! Orada var bilgiler… Kur’an-ı Kerim’de var bilgi… Peygamber Efendimiz’in sözleri içinde, hadis-i şeriflerde bilgiler var... İzahlar orada…
b. Zikrullah Dışında Çok Konuşmayın!
Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:66
لاَ تُكْثَرُوا الْكَلاَمَ بَغَيْرَ ذَكْرَ الِلّهَ، فَإَنه كَثْرَةَ الْكَلاَمَ بَغَيْرَ ذَكْرَ الِلّهَ
قَسْوَةُ الْقَلْبَ، وَإَنه أَبْعَدَ النهاسَ مَنَ الِلّهَ الْقَلْبُ الْقَاسَي (ت . هب .
66 Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.433,, no:2335; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.İV, s.245, no:4951; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.65, no:7475; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.439, no:1895: Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.320, no:16876.
عن ابن عمر
478/11 (Lâ tüksirü’l-kelâme bi-gayri zikri’llâh, feinne kesrete’l- kelâmi bi-gayri zikri’llâhi kasvetü’l-kalb, ve inne eb’ade’n-nâsi mina’llàhi el-kalbü’l-kàsî)
(Lâ tüksirü’l-kelâm) “Kelâmı, sözü çok söylemeyin! (Bi-gayri zikri’llâh) Allah’ın zikri dışında, Allah’ın zikri hariç, Allah’ın zikri olmadan çok söz söylemeyin! (Feinne kesrete’l-kelami bi-gayri zikri’llâh) Çünkü, Allah’ın zikrinin dışındaki çok sözler, Allah’ın zikri hariç çok söylenen laflar; (kasvetü’l-kalb) insanın gönlünü karartır. Gönlünün karalığına, sertleşmesine, katılaşmasına sebep olur.”
(Ve inne eb’ade’n-nâsü mina’llàh) “İnsanların da Allah’tan en uzak olanı, (el-kalbu’l-kàsî) gönlü kasvetli olan, kaskatı olan kimsedir.” Allah’tan en uzak olan kimse kimdir? Kalbi en kasvetli, en katı olan kimsedir.
Kalbi katı olmak ne demek? İnsanın duygularının olmaması demek, duygusal yönünün olmuş olması demek. İç aleminde merhamet, insaf, sevgi-saygı, şükür, ve sâire…
Bu çeşit şeyler hiç te’sir etmiyor, tınmıyor adam. Böyle kalbi olmuş, hayatiyet yok, canlılık yok; gönlü bu gibi şeylerle ilgilenmiyor. Şimdi zikrillah, zikrullah hariç deniliyor. Çünkü, zikrullahın çok yapılmasını, Kur’an-ı Kerim tavsiye ediyor.
Allah’ı çok zikredenler, felah bulacak insanlar arasında zikrediliyor:
وَالذهاكَرَينَ الِلّهَ كَثَيرًا وَالذهاكَرَاتَ (الأحزاب:٣٥)
(Ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) “Allah’ı çok çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar...” (Ahzâb, 33/35)
Allah’ı çok zikretmek emrediliyor:
يَا أَيُّهَا الهذَينَ آمَنُوا اذْكُرُوا الِلّهَ ذَكْرًا كَثَيرًا (الأحزاب:١٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikran kesirâ) “Ey iman edenler, Allah’ı çok zikrederek, zikrini çok yaparak zikrediniz!” (Ahzab, 33/41) buyruluyor.
Çünkü öyle öyle ne olur? Çok zikirden, çok sevap hàsıl olur. Allah’ın rızasına ulaşılıyor. Allah’ın razı olması üzerine, insanın gönül gözü açılır. Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ma’rifetullahı nasib olur. Gerçekleri görmesi mümkün olur. Aşkullah, muhabbetullah gönlüne yerleşir.
İnsan Allah’ı sevdi mi, Allah da insanı sever. Allah’ın kulları sevmesi, insanın Allah’a olan saygısına bağlıdır, ibadetine bağlıdır. “Senin Allah indindeki mertebenin ne olduğunu merak ediyorsan, senin Allah hakkındaki kanaatin nedir? Onu kolla, Onu düşün, ona bak!” diyor Peygamber Efendimiz.
Yani, sen Allah için fedakârlık yapabiliyor musun? Allah için zahmet çekebiliyor musun? Allah için malını mülkünü verebiliyor musun? Canını verebiliyor musun? Allah’ı seviyor musun? Allah
deyince, tüylerin diken diken oluyor mu? Allah’ın kelamını seviyor musun? İbadet yaparken memnun musun? Namaz kılarken, aşk ile sevk ile mi kılıyorsun? Gaf ilmi kılıyorsun, aklın başka yerde mi? Namazın Mi’rac olduğunun farkında mısın? Allah’ın huzurunda el pençe divan durduğunu anlıyor musun? Meleklerin, Huri kızlarının iki tarafa dizildiğini, göğün kapılarının açıldığını, cennete kadar, cennet kapılarının açılıp da; yolun böyle dümdüz açıldığını anlıyor musun anlamıyor musun? Tabii, bunları ölç bakalım, Allah’a karşı senin vaziyetin nasıl? O zaman Allah’ın seni sevip sevmediğini anlarsın.
Zikrullah’a müsaade edilmiş. Zikrullah’a dahil olabilecek konuşmalar da yapılabilir. Yani, konuşmanın mahiyeti hayırlıysa, dine faydalıysa, imanı takviye ediciyse; o zaman konuş... Yani, hayır ise, hayırlıysa konuş.. Allah’ın zikri babında ise konuş. Allah’ın zikri babında değilse, çok konuşma. Çünkü, çok konuştukça, çok hata yaparsın.
Sükût da ibadettir. İslâm’da. Birçok kimsenin bilmediği bir nokta… Susmak da, lüzumsuz konuşmaktansa, konuşmayayım diye susmak da ibadettir. O da bir çeşit ibadet. Namaz, oruç ibadet olduğu gibi; malâyâni, veyahut günah, veya haram, veya hata, veya zevzeklik, gevezelik, dedikodu, gıybet ve sâire babındaki konuşmalar da günahtır. Onları yapmamak için, kendisini tutmakta sevap oluyor. Mukabilinde.
Onun için, ya Allah’ı çok zikredeceğiz. Ya, Allah’ın zikri babında hayırlı yolda konuşmalar olacak. Onun dışında çok konuşmayacak müslüman, sükûttan sevap kazanacak. Konuşmak hayırlı olduğu zaman konuşacak. Oradan sevap kazanacak. Zikrullah babında ise konuşması, konuşacak.
Bazı konuşmalar zikrullah babındandır. Meselâ, neden? Ulum- u diniyye zikrullah babındandır. Yani, biz şimdi hadis okuyoruz, bu zikrullah sayılır. Hepimiz zikir halindeyiz şu anda… Ben söylüyorum, siz dinliyorsunuz; hepimiz topluca zikir yapıyor gibiyiz. Kur’an-ı Kerim zikrullahtır. Böyle olursa, bunları konuşabilir insan.
İmam Nevevî’nin hayatını okudum. Günde on iki ders görürmüş. Birer saat olsa, on iki saat ders... Yani, harıl harıl dinî
bilgisini arttırmağa çalışıyor. O hocadan o hocaya, o hocadan o hocaya koşuyormuş mübarek… Kırk dört yaşında vefat etmiş. Ama, çok güzel eserler bırakmış. Çok da sevap kazanıyor boyna... En çok sevap kazananlardan birisi, İmam Nevevî. Çünkü, herkesin evinde kitabı var.. Herkes okuyor. Kıymetli kitabı var, sahih hadisleri toplamış.
İmam Gazali de, elli elli beş yaşında vefat etmiş. Çok değil yaşı ama, o da çok sevap kazanıyor. Boyna İhyâu Ulûm’u okunuyor, Kimyâ-yı Saadet’i okunuyor, Eyyühe’l-Veled’i okunuyor. “Ey Oğul!” kitabı okunuyor ve sâire… Oradan boyna sevap kazanıyor.
c. Üzülme, Allah’ın Takdiri Ne İse Olur
Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan, ve diğer başka kitaplarda da başka sahabeden rivayet edilmiş olan bir hadis-i şerif. Kısa, fakat mühim bir nasihat:67
لاَ تُكْثَرْ هَمهكَ، مَا يُقَدهرُ يَكُنْ، وَمَا تُرْزَقُ يَأْتَكَ (هب. عن
مالك عن عبادة؛ البيهقي في القدر عن ابن مسعود)
RE. 478/13 (Lâ tüksir hemmeke, mâ yukadderu yekün, ve mâ türzeku ye’tike)
(Lâ tüksir hemmeke ) “Tasanı, üzüntünü çoğaltma; boşuna kafanı yorma, boşuna kalbini üzme, boşuna tasalanma, kaygı çekme!” Neden?
(Mâ yukadderu yekün) “Allah tarafından ne takdir olunmuşsa, o mutlaka olacak.” Sen tasalansan da, tasalanmasan da olacak. Yâni, acaba olmayacak mı diye tasalanma! Çünkü takdir edilmişse, olacak; tasalanmağa lüzum yok.
E, peki, tasalanmamanın adı nedir? Allah’a tevekkül etmektir,
67 Beyhakî, el-Âdâb, c.III, s.66, no:775; Beyhakî, Kaza ve Kader, c.I, s.194, no:180; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.68, no:1188; Şeybânî, el-Âhâd ve’l-Mesânî, c.V, s.7, no:2806; Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-Sahàbe, c.VII, s.115, no:2205; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.416, no:8602; Hàlid ibn-i Râfi’ Rh.A’ten.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.109, no:505; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.319, no:16874.
kadere razı olmaktır, itiraz etmemektir, Allah’a teslim olmaktır. Rıza ve teslimiyet makamıdır.
(Ve mâ turzeku ye’tike) “Allah’ın sana rızık olarak yazdığı şey de, sana mutlaka gelecek. Korkma!”
Peygamber Efendimiz başka hadis-i şeriflerde söylüyor, bildiriyor: Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da sana doğru geliyor, o da seni arıyor. Bulacak seni. Sen dursan, o gene gelip bulacak. Sen gideceğim, rızkımı bulacağım diye koşturuyorsun ama, o da sana doğru geliyor, çarpışacaksınız. Çare yok… Pat diye karşı karşıya, burun buruna geleceksiniz; rızkını bulacaksın. Başka çaresi yok... Onun için, tasalanmamak lâzım!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Rızkını, gecikti diye telaşlanıp, harama sapıyor insanlar… Yani, böyle yapmayın. Allah ne yazdıysa, o olacak. Harama sapmayın!
“—Ayy, acaba evdeki çocuklar aç mı kalır? Ver şu rüşveti, koy cebime... Masanın üstündeki dosyanın altına yerleştir, yan cebime koy!”
E, ne telaşlanıyorsun? Allah ne yazdıysa, o gelecek. Yani, rızkın ne kadarsa, o gelecek. Fazlası gelmez.
“—Yok Hocam, öyle değil… Biraz rüşvet alınca, kesedeki para artıyor.”
Artıyor gibi görünüyor ama, dibi delik… Öbür taraftan çıkıp gidecek. Ya hastalık olacak, ya kaza olacak, ya belâ olacak, ya ceza olacak, ya yanlış is yapmış olur.
Bu hususta çok güzel bir hikâye var. Hazret-i Ali Efendimiz’in bir güzel menkabesi var, radıyallahu anh... Küfe mescidine atlı, binekli gelmiş, atından inmiş, şöyle etrafına bakınmış, orada bir adam duruyor: “—Şu atı tutuver! Namaz kılacağız!” demiş, mescide girmiş.
Yanında da hizmetkârı var… Beraber girmişler namaz kılmışlar. Çıkarken cebinden kesesini çıkartmış, bineğini tutan adama bahşiş ayırmış, eline verecek. Keseden ayırmış, dışarı çıkmış bakmış ki: adam yok, at da yok, bineği de yok. At veya Deve, ne idiyse artık, yok ortada... Allah Allah, nereye gitti? Bakmışlar yok, yok…
Araştırınca biraz, ileride atı bulmuşlar. Tamam, at bulundu
ama, atın dizgini yok. Ağzından atın dizginini sıyırmış, kafasından Çıkarmış, çalmış adam gitmiş. Allah Allah… Hizmetçisine, “Git, bir yeni dizgin al bari!” demiş.
Hizmetçisi gitmiş, çarşıdan bir dizgin getirmiş. Fakat bakmış ki, üzeri işaretli kendi dizgini… Demiş nerden geldi, nerden buldun bu dizgini, nasıl getirdin? Ben demiş dükkâna girdim, bir dizgin lâzım dedim. Tamam. Az önce birisi bir dizgin getirdi sattı, al dedi. Baktım,
“—Aa, bu dizgin bizim çalınan dizgin!”
“—Öyle mi?”
“—Evet, o çalınan dizgin… Eh, o zaman beş dirhemi ben sana vereyim. Sen dizgini bana ver.”
Bu çalıntıydı, beş dirhemi vermiş almış. Hırsız beş dirheme sattı, hırsızın cebine beş dirhem girdi. Bu, beş dirhemi vermiş, dükkâncıdan almış getirmiş. Atın başına takarken; Hazreti Ali demiş ki:
“—Kaça aldın?”
“—Beş dirheme…”
Avucunda da beş dirhem vardı, hırsıza verecek. Orada toplanan insanlara demiş ki:
“—Bakın ey cemaat! Bakın, bu olayda bir büyük ibret var... Çok büyük bir ibret var, dikkat edin!” demiş. “Bu adama Atı tuttu diye bahşiş olarak beş dirhem ayırmıştım, verecektim. Adam gönül hoşluğuyla verdiğim beş dirhemi benim bahşişim olarak ve emeğinin karşılığı olarak, helâl bir para olarak alacaktı. Fakat, acele etti. Biz namazdayken kaçtı, çaldı, götürdü sattı. Beş dirhem kazandı.
Demek ki, beş dirhem onun kısmeti. Eğer harama sapmasaydı, ben helâlinden beş dirhemi verecektim. Harama saptı, gene beş dirhem aldı. Onun rızkı değişmedi, yalnız haramdan aldı, günaha girdi. Ben de benim kesemden beş dirhemi çıkaracağım, bahşiş olarak vereceğim diye ayırmıştım. O olmayınca, elimde dirhemler kaldı. Ama, hizmetçim dükkâncıya verdi beş dirhemi... Demek benim kesemden de beş dirhem çıkacakmış. Çıktı ama, işte dükkâncıya gitti. Yani, dükkâncı aldığı fiyata sattı. Dükkâncıda bir değişme yok. Beş dirheme aldı, beş dirheme sattı; değişme yok. Bakın bu adam acele ettiği için, helâl kazancını harama çevirdi.
İbret alın. Böyle yapmayın!” demiş.
İşte bu hadis-i şerifle bağlantılı olarak, meseleyi tekrar ele alırsak:
İnsanın rızkı gelir. Rızkı bellidir. Acele etsen de gelir, etmesen de gelir. Çıkacak masraf da çıkar. Kazanılacak kazanç da neyse, gelir. İnsanın acele edip de, harama yönelmemesi lâzım! Yani, kısmetini insan ya haramdan alır, ya helâlden alır. Dikkat ederse, sakınırsa, korunursa; haramdan korunursa, kısmeti helâl kapıdan gelir kendisine… Korunmazsa, acele ederse, haram kapıdan gelir. Kısmet bir tane, değişmiyor. Miktar değişmiyor ama, geliş kapısı değişiyor. Ona göre sevap veya günah alıyor insan.
Çok mühim bir olay bu, önemli bir olay! Mühim bir bilgi olduğu için, bunu bu hadis münasebetiyle söylüyorum. Evet, telaşa lüzum yok, Allah’ın takdiri olacaktır. Ne rızık yazdıysa, o da sana gelecektir diyor. Peygamber Efendimiz.
Evet, yatsı oldu. Onun için, sohbeti burada kesiyorum. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi arif kullarından eylesin… Olayları basiretle takip etmeyi nasib eylesin… Haramlardan korunmayı nasib eylesin... Kazancımızı helâl yoldan iktisâb etmemizi nasib eylesin…
Bu, bizim seçmemize bağlı. Tercihimiz, helâli istiyorum dersek, helâl geliyor. Yani, harama eyvallah dersek, olur dersek, haramdan gelir. Yok, ben haramı istemem dersen; dönüp-dolaşıp, helâlinden gelir.
Kur’an-ı Kerim’den misal de bunu, bu bilgiyi, aynı sonucu çıkartan Yusuf AS’ın hikâyesi… Yusuf AS, Zeliha kendisine àşık oldu, üstüne saldırdı. “Haydi evde yalnızız, gel!” dedi. O da hayır deyince, çekinince, üstüne saldırdı, gömleğini yırttı. Yusuf AS’ın Mısır’daki hikâyesini biliyorsunuz.
وَلَقَدْ هَمهتْ بَهَ وَهَمه بَهَا، لَوْلاَ أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهَ (يوسف:٤٢)
(Ve lekad hemmet bihî) “Andolsun ki, kadın ona meyletti.” Zeliha, Yusuf AS’a olan aşkından, sevgisinden dengesini
kaybediyor, saldırıyor. Onunla buluşmayı, beraber olmayı istiyor ama, nikâh yoluyla değil de, haram yolla...
(Ve hemme bihâ) “O da kadına meyletmişti.” Yusuf AS’ın da canı istemiş, o da ona gayretlenmişti. (Lev lâ en raâ burhàne rabbihî) “Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi…” (Yusuf, 12/24) diye geçiyor Kur’an-ı Kerim’de. Görünce toparlamış kendisini...
Ne görmüş?.. Diyorlar ki, tefsir kitapları: Babası Ya’kub AS’ın hayali gelmiş gözünün önüne... Kolay değil bu gibi durumda insanın kendisini tutması… Fakat, babasının hayalini görmüş. Babası böyle parmağını ısırıyormuş, “Oğlum, ne yapıyorsun? Senin gibi bir peygamber evlâdına böyle şey yakışmaz!” gibilerden.
Toparlamış kendisini, vaz geçmiş, kaçmağa çalışmış. Kaçarken, ötekisi arkasından koşmuş, gömleğinden tutmuş, “Gitme!” diye. Caaart diye gömlek yırtılmış. Tam o sırada kapı açılmış, kocası gelmiş.
Zeliha’nın evli olduğu Mısır’ın azizi adam gelince, bu sefer kadın fena bir durumda yakalandığı için, hemen o anda bir yalan kıvırmış, demiş ki:
“—Ey efendi! Senin hanımına tasallut etmek isteyen, kötü fikirler besleyen bir kölenin cezası hapse atılmak ve feci bir işkenceye uğratılmaktan başka ne olabilir? Bu bana böyle
tasalluta kalkıştı.” demiş.
İftira tabii. Yusuf AS kaçtı kendisi, arkasından cart diye gömleği yırtıldı. Yusuf AS demiş ki:
“—Hayır, böyle bir şey yok efendim! O bana saldırdı, ben de kaçtım.” demiş.
Şimdi acaba hangisi doğru söylüyor? Kadın mı doğru söylüyor, Yusuf AS mı doğru söylüyor? Düşünürken, Zeliha’nın kocası Aziz’in yakınlarından birisi demiş ki:
“—Efendim, eğer gömlek on taraftan yırtılmışsa; demek ki, erkek kadına saldırmış. Kadın da olmaz, etme filan derken, gömleğini yırtmış. Önden yırtılmışsa gömlek, kadın haklı… Yok, eğer gömlek arkadan yırtılmışsa, o zaman demek ki, erkek kaçmış gerçekten; arkası dönük. Kadın da arkadan onun gömleğini tutmuş. Gitme, etme filan derken, cart diye yırtılmış. Demek ki, o
zaman erkek haklı, kadın haksız…”
Böyle bir mantık yürütünce, bakmışlar ki gömlek arkadan yırtılmış. Saldıran insanın gömleği arkadan mı yırtılır? Demek ki, kaçarken ötekisi tutmuş besbelli. O zaman, Yusuf AS’ın haklılığı anlaşılmış. Yani, o olayda suçsuzluğu anlaşılmış.
Şimdi, bunu niçin anlatıyoruz? Zeliha validemiz kendisini tutamamış. Yani, validemiz diyoruz. Neden? Anlatacağım öyle olduğunu. Tutamamış, şeytana uymuş. Yusuf AS’ın güzelliği karşısında bir günah işlemeye teşebbüs etmiş. Yusuf AS’ da kaçmış. Ama aradan seneler geçiyor, aziz ölüyor. Yusuf AS, Zeliha validenin eşi oluyor.
Yusuf AS’ zindanda senelerce kalıyor. Haksız yere zindanda kalıyor. Ama olsun, Allah’ın takdiri öyle, Medrese-i Yusufiye diyorlar ya, işte orada kalıyor. Sonra hükümdar bir rüya görüyor. O rüyanın yorumu için, kim yorabilir rüyayı diyorlar.
Diyorlar ki:
“—Zindanda böyle rüyaları çok güzel yoran bir insan var.”
Yusuf AS’a rüyayı yorduruyorlar, güzel yorumluyor. Bunun üzerine hükümdar:
“—Getirin şunu, göreyim!” diyor.
Huzuruna getirdikleri zaman, konuşunca bakıyor ki, melek gibi bir insan; peygamber çünkü. Yüzü güzel, sözü güzel, hali güzel, huyu güzel…
“—Nedir bu mesele?” diyor.
“—Efendim, işte böyle bir iftira oldu.”
Mesele tahkik ediliyor. O zaman Zeliha diyor ki:
“—Evet, ben yeltenmiştim bu işe, kusur benimdir; onun suçu yok!” diyor.
Yusuf AS’ın suçsuzluğu ortaya çıkıyor.
Sonunda ne oluyor? Sonunda, Zeliha Valide Yusuf AS’ ile evleniyor. Demek ki, kaderde evlenmeleri var. Evlilik var. Kaderde var amma; eğer ilk başta olsaydı, zina olacaktı, büyük günah olacaktı, mahvolacaktı iki taraf da… Ama çekindi, harama sapmadı Yusuf AS… Allah ona yazmış onu, o kadınla evlenecek. Evleniyor, evlilik oluyor gene. Bu da, Kur’an’dan misal.
Yani, insan helâlini ararsa, her şeyde haramdan korunmaya
dikkat ederse; gene olacak olur. Gene iş o sonuca varır, ne olacaksa o olur. Başkası olmaz, çırpınmak işi değiştirmez. Acele edip harama saparsa, haramdan elde etmiş olur. Acele etmeyip, frene basıp helâlde durursa; sonun gene öyle olur, böyle olur, her olaya göre değişir ama; o olur.
Onun için, bu hadis-i şeriflere göre, bu anlattıklarıma göre biz ne yapacağız? Daima her şeyin hayırlısını, helâlini, Allah’ın rızasına uygun olanını yapmağa çalışacağız. Her işte Allah’ın rızasını düşüneceğiz.
“—Allah’ın rızasına uygun olmayan bir şeyi istemem!” diyeceğiz. “Hayır istemem, istemiyorum.”
“—Yâhu, bu işin içinde çok para var; çok para kazanacaksın!”
“—İstemiyorum, haramı istemiyorum!” diyeceğiz.
Öyle dersek, günahtan kurtulmuş oluruz. Yoksa rızık kesilmez, kazanç eksilmez, aynen gelecek o... Sadece haramdan kurtulmuş oluruz, günahtan kurtulmuş oluruz. Akıllı insanın işi budur. Akıllı insan böyle yapar. Aklı varsa, bir müslümanın da böyle yapması lâzım!
Herkesin başına böyle olaylar gelebilir. Bir arkadaşın bir olayını anlatayım, bu arkadaşımız sizin de tanıdığınız bir kimse. Bakanlık yapmış bir insan. Bir yerde Genel Müdür iken, veya Bölge Müdürü iken bir dairede; taşınması gerekiyor. Vazife nakloluyor bir başka yere, taşınacak. Evde konuşuyorlar, diyorlar ki: Çanağı-çömleği yerleştirmek için kasalar- sandıklar lâzım. Dairenin de marangozhanesi var. Kaç tane kasa lâzım, kaç ebatta olması lâzım?.. Konuşuyorlar evde. İşte bilmem yetmiş santim boyunda, Kırk santim eninde, altmış santim derinliğinde, şu kadar kasa olursa, şu eşyayı şuraya koyarız, bu eşyayı buraya koyarız.
Çağırıyor marangozu, diyor ki: Şu ebatta tahtadan, şu kadar sandık istiyorum senden. Şu vasıfta sandık istiyorum, bunları yap getir. Adam yapıyor, getiriyor. Diyor ki, hesabı söyle. Yani, ne kadar para ediyor bu? Çünkü, o daire dışarıya da iş yapıyormuş. Yani, dışarıdan sipariş geldiği zaman; dairenin atölyesinde dışarıya da iş yapılıyormuş. Yani, parayla iş yapılıyormuş. Şimdi ustaya diyor ki:
“—Yaptığın sandıkların kaça olduğunu hesapla! Parasını ödeyeceğim.”
Usta diyor ki:
“—Efendim, parası yok.
“—Öyle şey olur mu? Parası neyse, tahtasını, ustalığını, masrafını, dairenin kârını ekle, söyle! diye zorluyor. “Ben öyle parasız istemiyorum!” diyor.
Efendim bu dairenin de bir zararı yok. Bu işte Amerika’dan gelen makinelerin kasalarını çözerken usturuplu sökmüştüm. Ambalaj için çakılmış şeyleri, tahtaları ziyan etmemiştim, onlardan yaptım. Malzeme atılacaktı zaten, veya yakılacaktı, veya hurdaya gidecekti. Kendim de seni çok sevdiğim için, işte mesai saatleri dışında senin için ben kendim uğraştım yaptım. Benim hediyem olsun diye yaptım. Paraya ihtiyaç yok demiş.
Dairenin kasası var. Normal hesabını yap. Yabancı bir insana yapıyor gibi, gelir olarak kaydedeceksin bunu. O da o günün parasıyla işte demiş ki, meselâ iki milyon, bu günün parasıyla söyleyelim, iki milyon altı yüz bin lira… “Şu kadar tuttu.” demiş. O da cebinden çıkartmış, vermiş. Daireye gelir olarak, girdi olarak kaydedilmiş.
Kendisi anlatıyor bana bu olayı. Çok ibretli bir olay bu da… Biraz sonra, muhasebe müdürü elinde kâğıtlarla, kalemiyle gelmiş, demiş ki:
“—Efendim, siz buradan ayrılıyorsunuz diye, sizin bordrolarınıza, maaş bordronuzu tetkik ettim, hesapları kontrol ettim. Bir yanlışlık yapılmış. Siz aslında maaşınızdan az almışsınız. Burada şu kadar sene, şu kadar ay çalıştınız... Her ay şu kadar farktan, toplam şu kadar almanız gerekiyor.” demiş.
Ne kadar? Tam o ustaya verilen para kadar. “Şu kadar alacağınız varmış, buyurun parayı!” diye muhasebeci getiriyor veriyor. Ne kadar para getiriyor? Sandıklara hesap ettirip verdiği kadar...
Bak, oraya verdi helâlinden, sandıklar helâlinden geldi kendisine… Bu tarafta da, helâlinden, yanlışlık yoluyla almamış olduğu para geldi. Şimdi arkadaş diyor ki:
“—Eminim ki, adım gibi biliyorum ki, yüzde yüz kanaatim şu ki: Eğer ben o sandıkların parasını vermeseydim, gevşek
davransaydım; ‘Tamam, mademki sen hakkını helâl ettin, mademki ambalaj tahtalarından yapılmış.’ deseydim, o muhasebeci de o farkı bulmayacaktı.” diyor.
“—Ben onu vermeseydim, o da gelmeyecekti. Yani, cebimde değişen bir şey yok; verdim-aldım. Öteki türlü de değişen bir şey yok ama, sandıkları beleşten kullandığım için, devletin hakkı üzerime geçecekti, benim hakkım da devlete kalacaktı. Öteki haksızlığı yaptığım için, o da oradan sıfırlanacaktı.” diyor.
Onun için, aziz ve muhterem kardeşlerim! Bin bir tane olay vardır. Kendiniz de kendi hayatınızdan misal bulabilirsiniz. Haram’a, günaha sapmayın, helâlinden isteyin! Allah helâlinden verir. Allah Celle Celâluhû, cenneti isteyene cenneti verir, onu cennete sokar. Cehennemden sakınanı, Allah cehennemden korur, cehenneme atmaz. İsteğinize bağlı, çalışmanıza bağlı...
“—Ben haram istemiyorum yâ Rabbi!” deyin, “Helâlinden istiyorum!” deyin, helâlinden gelir.
“—Haram mı, helâl mı fark etmez; kasaya gelsin de, nerden gelirse gelsin!” derseniz; kasaya haramdan, helâlden gelir geldiği kadar, öbür taraftan gider. Daha fazlası gider, cezalı olarak gider; veya burnunuzdan fitil fitil gelir. Hastalık olur, veya kaza olur, veya başka bir şey olur.
Benim de hayatımdan misaller var ama, sözü uzatmak istemiyorum. Allah bizi helâl rızıkla merzuk olanlardan eylesin... Harama el uzatmayanlardan eylesin… Hayatımızı rızasına uygun geçirmemizi nasib eylesin… Sevdiği kul olmamızı nasib eylesin… Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmamızı, cennetiyle, cemaliyle müşerref olmamızı nasib eylesin…
Bi-hürmeti esrâri sureti’l-fâtihah!..
19.12.1996 – Sydney/Avustralya
(Mehmed Zâhid KOTKU Dergâhı)