24. DİNİMİZİN TEMELLERİ
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm. El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ecmaîne’t-tayyibine’t-tàhirîn… Emmâ ba’d;
a. Allah’ın Emirleri
Aziz ve muhterem kardeşlerim.
Uykumuzu terk ettik. Daha istirahat ihtiyacı varken içimizde, hava aydınlanmadan abdestlerimizi aldık, buraya geldik. Sebep? Allah-u Teàlâ Hazretleri şu vakitte, sabah namazını kılmamızı bize farz kılmış, farz eylemiş. Bu vakitte kalkacağız ve bu ibadeti yapacağız. Yorgun da olsak, uykumuz da olsa, gece geç de yatmış olsak, bu vakitte kalkacağız. Saati kuruyoruz; ikide yatmış oluyoruz, sohbet etmiş oluyoruz; üçte yatmış oluyoruz, yolcu oluyoruz ama bu saatte kalkıyoruz.
Neden? Güneşin doğmasından önce bu sabah namazının kılınması lâzım! Bunun gibi öğle namazımız var, ikindi namazımız var, akşam namazımız var, yatsı namazımız var. Günde beş defa Cenâb-ı Mevlâ’nın huzuruna, mü’minin Mi’racı olan namaz ile çıkıyoruz. Huzur-u Rabbü’l-izzet’te divana duruyoruz, dua ediyoruz, münâcaat ediyoruz, niyaz ediyoruz, Mevlâmız’dan hidayet istiyoruz. Onun kelamıyla, onun Kur’an’ını okuyarak dileklerimizi, isteklerimizi arz ediyoruz. Rükû ediyoruz, sücud ediyoruz, ibadetimizi tamamlıyoruz.
Bunlar Allah’ın emri olduğundan, farz olduğundan; zorlansak da, yeni müslüman olanlar da, eski müslüman olanlar da; çocuklar da, büyükler de, hayatımızı Allah’ın emrine uygun bir hale getirmeğe çalışıyoruz.
Diğer hareketlerimizde de böyleyiz. Hoşumuza giden bir şeyler
olsa bile, günah ise, “Bunu yapmamam lâzım!” diyoruz. İçimiz istiyor, aklımız engelliyor. İçimizdeki meylimize, arzumuza, isteğimize rağmen; istediğimiz şeyi yapmıyoruz. Kendi kendimizi tutuyoruz, engelliyoruz, yapmıyoruz. Çünkü, Allah-u Teàlâ Hazretleri bazı şeyleri haram eylemiş. Onların yapılmasının günah olduğunu bildiğimiz için, onlardan uzak durmağa çalışıyoruz. Haramlardan uzak duruyoruz, kısaca. Bu haramların, incelendiği zaman hepsinin insanın sağlığına veya topluma, aileye zararlı olduğu görülüyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri kötü bir şey emretmediği gibi, iyi bir şeyi de asla ve kat’a yasaklamamıştır. Yasakladığı bir şey, kötü olduğu için yasaklanmıştır. İlim de, irfan da, akıl da, o yasaklanan şeyin yasak olması gerektiğini, yapılmaması gerektiğini bize öğretiyor.
Zaten yasaklama işlerini biz kendimiz de yapıyoruz. Yani, biz insanoğulları da bazı şeyleri yasaklıyoruz. Trafikte, şuradan gitme… Neden? Olmaz. İşte buradan gitmeyeceksin, gidersen çarpışırsın. Buradan sağa dönmeyeceksin, buradan sola dönmeyeceksin. Şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın; yığınla yasaklar... Neden bu yasaklar? Trafik düzgün olsun diye, hayat muntazam olsun diye, kimse kimsenin hakkını çiğnemesin diye.
Demek ki, yapılmaması gereken işler var. Allah bize bunları genel hatlarıyla söylemiş Kur’an-ı Kerim’de… Rasûlüllah SAS de hadis-i şeriflerinde bildirmiş. Biz de onları yapmıyoruz. Meselâ, içki içmiyoruz. Herkes su gibi içki tüketirken bu ülkede, biz müslümanlar içki içmiyoruz. Polis bizi çevirdiği zaman yolda, diyoruz ki: Biz müslümanız, alkol muayenesi yapmana lüzum yok, biz içki içmeyiz diyoruz.
İçkinin kötü olduğu bunların toplumunda da ortaya çıkmış ki, geçen sene içki içmekten dolayı yılbaşında polisle bile çatışmaya girdiklerinden; bu sene devlet çapında bir gayret gösteriliyor. Şehirlerde içki içilmeyecek, elinde bir şişe içki bulundurana şu kadar ceza... İşte şöyle olacak, böyle olacak… Bir takım yasaklar.
Yahu, benim dinim bin dört yüz yıl önceden bunun kötü olduğunu ortaya koymuş ve içmeyin diye emir buyurmuş. Şimdiki Yirminci Yüzyıl’ın hiç bizim baskımız olmayan toplumu, hiç bizim tesirimizin altında kalmamış olan toplumu ve bunu yapmakta olan toplumun şimdi bunun zararlı olduğunu görüp; polisiyle engelliyor. Bizim yılbaşı gecesinde vardığımız kasabada, kasabanın ortasında geniş sapkalı üç tane resmi elbiseli polis duruyordu; ellerinde cihazlar, alkol muayenesi yapacaklar.
Bunun gibi her yasağın, her harâmın isâbetli olduğunu ilim ve irfan gösteriyor. Akıl, mantık ve tecrübe gösteriyor.
Bir de yapılması emredilmiş olan görevler var, işler var; bunlar da bize zor gelebiliyor. Yahu, bunu yap denildi amma zor... Yorgunluk, zahmet, sıkıntı, tehlike, meşakkat, üzüntü... Ama, yap diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri... Bunda da fayda var.
Namazlar, oruçlar... Orucu düşünün: Allah Allah... Param var,
evimde yiyecek de var. Yeme! Niye yemeyeyim? Yeme işte. Yasaklamış Allah-u Teàlâ Hazretleri… Yılda bir ay, önümüzde yiyecek olduğu halde, yememe idmanı yapıyoruz, egzersizi yapıyoruz. Bu bir egzersiz bir bakıma... Neyi öğretmeğe çalışıyor dinimiz bize?
“—Canının her istediği şeyi yapma, yapmamak için de iradeni kuvvetlendir. Bak, su içmek senin hakkın başka zaman, yemek yemek senin hakkın başka zaman, evlilik ve sâire senin hakkın başka zaman ama; şu Ramazan’da bunları yapmamaya kendini bir alıştır bakalım! On bir ayda yaptığın şeyleri yapmamaya bir alış bakalım!” diye, aslında dinimiz bizi çok mükemmel bir şekilde terbiye ediyor.
İrademizi terbiye ediyor. Kötü huylardan bizi kurtarıyor, iyi alışkanlıklar edinmemizi sağlıyor. Ruhumuzu kuvvetlendiriyor, aklımızı kuvvetlendiriyor, bedenimizi kuvvetlendiriyor, toplumumuzu kuvvetlendiriyor, aile bağlarımızı kuvvetlendiriyor; o bakımdan yani emirleri de, yasakları da hepsi, anlayan insan için son derece güzel, son derece kıymetli.
Anlayan sadece müslümanlar mı? Hayır! İslâm’ın güzel dediği şeylerin güzelliğini, dünyadaki herkes anlıyor. İslâm’ın kötü dediği şeylerin kötülüğünü de dünyada herkes anlıyor. El-hamdü lillâh…
b. Kur’an ve Sünnet
Tabii, bize bunları öğreten Allah-u Teàlâ Hazretlerinin elçisi... Yani, Allah’tan bize bilgi getiren elçi…
Bir elçi ne yapar? Bir devletin temsilcisi olarak öteki devletin makamlarına gider, temsil ettiği devletin isteklerini söyler. Rasûlüllah SAS Efendimiz ne yapıyor? Allah-u Teàlâ Hazretleri kendisini seçmiş. Mustafa ne demek? Safîleştirilmiş, seçilmiş demek. Mücteba, seçilmiş demek. Muhtar, seçilmiş demek. Allah-u Teàlâ Hazretleri seçmiş, hazırlamış, güzel bir elçiyi bize göndermiş.
Çünkü biz hepimiz doğrudan doğruya Allah-u Teàlâ
Hazretleri’nin emirlerini, yasaklarını anlayacak durumda olmuyoruz. Yanlış yolda oluyoruz, gafil oluyoruz, cahil oluyoruz, kör oluyoruz; basireti kapalı oluyoruz, kalbi kati oluyoruz, içi paslı oluyoruz. Böyle insanlara, yani mesajı alamayan bozuk insanlara bir güzel şahsın, Allah’ın emirlerini bildirmesi lâzım!
Peygamber SAS Efendimiz Allah’ın emirlerini bizlere getirmiş. İki türlü bilgi var, Peygamber SAS Efendimiz’den:
1. Allah-u Teàlâ Hazretlerinin kendisine vahiy yoluyla gönderdiği kelimesi kelimesine, harfi harfine hiç değişmeyen sözler var. Buna Kur’an-ı Kerim diyoruz.
Peygamber Efendimiz, bu mesaj kendisine geldiği zaman devenin üstünde olsa, deve ayakta duramazdı, çökerdi ağırlığından. Böyle arı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Deve dayanamazdı, çökerdi. Demek çok muazzam bir şey oluyor, yani tahammül edilmez.
Sahabeden birisi diyor ki:
“—Bir keresinde çok kalabalıktık, oturmuştuk. Rasûlüllah SAS Efendimiz’in dizi benim dizime değiyordu, biraz dizimin üstünde gibiydi; Vahiy geldi. Öyle fena oldum ki, sanki dizim parçalanacak gibi oldu.” diyor.
Demek ki, olağan ustu bir şeyler oluyor. Kur’an-ı Kerim geliyor. Vahiy oluyor. Vahyin çeşitleri var. Peygamber Efendimiz, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin kelâmını insanlara bildirdi. Etrafındaki insanlar bunu kaydettiler. Etrafında bu işi kaydetmekle vazifeli kimseler vardı, bunlara vahiy kâtipleri deniliyordu. Meşhurlarından bir tanesi: İstanbul’daki meşhur sahabi Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleridir. O da vahiy kâtiplerinden birisiydi. Vahiy geldi mi, hemen yazarlardı
Peygamber SAS’e gelen vahyi...
2. Bir de Peygamber SAS Efendimiz, kendisine gelen bu vahiylerdeki emirleri ve yasakları ilk önce kendisi uygulardı. En başta kendisi uygulardı, en güzel kendisi uygulardı, en tam şekilde kendisi uygulardı. Ondan sonra da öteki müslümanlara
bunun uygulanmasını öğretirdi.
Onun için, Peygamber SAS Efendimiz’in sözleri çok önem taşıyor, hareketleri çok önem taşıyor. Bunlardan, Peygamber SAS Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi dediğimiz dini bilgiler meydana gelmiş oluyor, toplanmış oluyor.
Tabii, Peygamber SAS Efendimiz’in dinî olmayan, günlük, her insanın yapmakta olduğu bir takım faaliyetleri de vardı. Bunlar, asıl sünnetten ayrılır. Normal beşeri, herkesin yaptığı olağan olaylar olarak…
Dinimizin ana menbaı, pınarın asıl çıktığı yer Kur’an-ı Kerim’dir. Ondan sonraki bilgiler, Peygamber SAS Efendimiz’in sözleri ve hareketleri, hatta sükûtudur.
Çünkü, Peygamber Efendimiz yanlış bir şey yapıldığı zaman hemen söylerdi. Yanında yanlış bir şey yapılsa, yanlışın yapılmasına susmazdı. Susuyorsa, demek ki yapılan şey yanlış değil diye bir kaide çıkabilirdi yani. Ama yanlış bir şey oldu mu, “Hayır öyle yapmayın!” diye derhal anında müdahale ederdi. Efendimiz’in âdeti buydu, vazifesi böyleydi. Yanlış bir şeye susmak yoktu Peygamber Efendimiz’de…
Onun için, Efendimiz’in bazı olaylar karşısında ses çıkartmaması bile delil olmuştur. Efendimiz böyle bir şey yapıldı da yanında, bir şey demediyse, demek ki mahzuru yok! Mahzuru olsaydı, derdi. Buna da takrirî sünnet deniliyor. Yâni, kavlî sünnet, sözleri; fiilî sünnet, hareketleri; takrirî sünnet de yanında yapılan olaylara karşı reaksiyon göstermemesi, müdahale etmemesi, durdurmaması, yasaklamaması…
“—Efendimiz bir şey demedi, ne olacak yani? Efendimiz bir şey demediyse, sen ne hakla diyorsun? Sen de diyemezsin!” gibi böyle bir mânâ çıkıyordu.
Peygamber SAS Efendimiz’in bize hadis-i şerifleriyle tavsiye ettiği veyahut kendisinin uygulayarak sergilediği bir günlük yaşam programı var, yaşam tarzı var. Tabii, Allahu Teala biz de yirmi dört saatimizi yaşarken ne yapmalıyız? Peygamber SAS
Efendimiz’in hareketleri gibi yapmağa çalışmalıyız. Bu en normal, en güzel, en mantıklı, en yerinde olan şey…
Efendimiz geceleyin teheccüd namazına kalkardı. Teheccüd namazı, imsak kesilmezden önce, imsaktan önce kılınan bir namazdır. Kur’an-ı Kerim’de vardır. Bize farz değildir amma, çok sevaptır. Yani mecburiyet değil ama çok sevap... Efendimiz her gece kalkardı, hayatının her gecesinde teheccüd namazını kılardı. Biz belki ayda bir, yılda bir yapıyoruz. Belki bazıları hiç yapmıyor, Bazılarının belki de adetidir içinizde, teheccüde kalkıyorlardır, Allah kabul etsin…
Teheccüd namazı çok güzel bir vakitte kılınan, duaların kabul olduğu vakitte kılınan, çok güzel bir namazdır.
Bir keresinde, çok rahat bir döşek getirdiler Peygamber Efendimize. Sahabeden bir hanım, baktı ki Peygamber Efendimiz çok basit bir yerde, çok sert bir yerde yatıyor; güzel bir yatak hazırladı.
Yani onlar güzel yatağı bilmezler mi, güzel yemeği bilmezler mi, güzel yaşamasını bilmezler mi? Zenginleri yok mu içlerinde? Var. Efendimiz’in eline para geçmedi mi? Ohooo, böyle örtüyü yere yayarlardı, üstüne para yığılırdı. Böyle bir şey dökmüş gibi tepelemesine, avuç avuç dağıtırdı Peygamber Efendimiz paraları, hayırları…
Para geçmedi mi eline? Çok para geçti. Peygamber SAS Efendimiz isteseydi saraylar yaptırırdı, isteseydi dünyanın en güzel yerlerinde yaşardı. Eline para geçtiği zaman, geçerdi daha güzel bir yere, daha manzaralı bir yere, daha rahat, daha konforlu bir yere; yani her şeye imkânı vardı.
Rahat döşek getirdiler, o gece çok rahat yattı Peygamber Efendimiz. Mışıl mışıl, tatlı tatlı uyuyoruz ya biz de yataklarımızda… Ama o gece teheccüd namazına kalkamadı. Uyku çok rahat ya… Yatak sert değil, çok rahat... Teheccüd namazına kalkamayınca, dedi ki:
“—Bu yatağı benim altımdan alın, kaldırın götürün!” dedi. “Bu
benim gece namazımı engelledi, kaldırın bunu!” dedi, rahat istemedi yani.
Bakın, elinde rahat yaşama imkânı var ama, tercih etmiyor. Müteaddit defalar kendisine teklif edildi: Ya Rasûlallah, istersen şöyle olsun, böyle olsun… Allah-u Teàlâ Hazretleri ne dese kabul edecek. Duası makbul. Cebrail AS’ geldi:
“—İstersen sana su şehrin iki tarafındaki dağları altın yapacak Allah-u Teàlâ Hazretleri.” dedi.
“—İstemem!” dedi Peygamber Efendimiz.
Biz olsak isteriz. Paramız olsun da yapılacak bir sürü şey var... Cami yaparız, okul yaparız ve sâire filan deriz. Efendimiz istemedi.
Peygamber Efendimiz’in Peygamberlik vazifesini yapmasından rahatsız olan insanlar baktılar ki, yeni bir şeyler söylüyor Peygamber Efendimiz. Bazıları da inanıyorlar, etrafında kenetleniyorlar, sımsıkı sarılıyorlar Rasûlüllah SAS Efendimize. Bazı itibarlı adamların, ama bozuk işler yapan adamların menfaatleri, mevkileri, makamları, şöhretleri, kıymetleri kalmıyor; Allah Allah. Mekke’nin düzeni bozuluyor. Dediler ki:
“—Vaz geç sen bu davadan! Karıştırma ortalığı, bırak bu işleri... Ne istiyorsun? Ana maksadın ne? Bunları yapmaktan asıl maksadın ne? Zengin olmak istiyorsan, dökelim önüne parayı, zengin ol!”
“—İstemem!” dedi.
“—Başkan olmak istiyorsan başkan yapalım ama, düzen bozulmasın, aynen devam etsin!” dediler.
“—Hayır, istemem!” dedi.
“—En güzel kızlarımızı sana nikâhlayalım?” dediler.
“—Hayır, istemem!” dedi.
Şöyle yapalım, böyle yapalım... Ne teklif ettilerse, buyurdu ki Peygamber Efendimiz:
“—Bakın, bir elime güneşi verseniz, bir elime ayı verseniz; veremezsiniz ya, yani o kadar büyük işler yapsanız, yine bu davamdan vaz geçmem!” dedi.
Çünkü Onun davası, Allah’ın varlığını, birliğini insanlara öğretmekti. Allah var, şeriki, naziri yok; puta tapmak yok! İnsanların bâtıl inançlara saplanması doğru değil; yaratanını bulması lâzım, bilmesi lâzım! Ona ibadet etmesi lâzım! Bunu anlatması gerekiyordu Peygamber Efendimiz’in.
Onun için: “—Ben dedi davamdan vazgeçmem! Ne yaparsanız, ne teklif etseniz tesir etmez bana; ben davamdan vazgeçmem!” dedi.
O dava uğruna devam ettiği için, hayatı tehlikeye girdi. Öldürmeye kasdettiler.
“—Artık bunu öldürelim! Ama, nasıl öldürelim? Tek başımıza öldürsek, başımıza dert açılır. Benî Haşim kabilesi, Kureyş kabilesi bizi takip eder, intikam alır. Nasıl yapalım? Ortaklaşa bütün hepimiz birleşelim, katilliği beraber yapalım! Her kabileden bir kişi gelsin, hepsi birden saldırsın! Herkes vursun kılıcı, herkes
ölümünde pay almış olsun! Herkes katillikten hisse almış olsun. Hepimizle uğraşamazlar ki, herkes birden vurdu. O zaman işte kan parasını, can diyetini de öderiz, kurtuluruz.” dediler.
Biliyorsunuz, Efendimiz onun üzerine Mekke-i Mukerreme’den, Medine-i Münevvere’ye Allah’ın emri üzere hicret etti.
c. Sabah Namazından Sonra Camide Oturmak
Peygamber Efendimiz işte böyle geceleri, rahatını terk ederek teheccüde kalkardı. Çünkü, gecenin o vakti kıymetliydi. Sabah namazına gelirdi camiye… İşte el-hamdü lillâh biz de gelmeğe çalışıyoruz. İnşâallah teheccüdü de yaparız. Allah nasib eder bundan sonra…
Sabah namazından sonra da, Peygamber Efendimiz camide oturup ibadetle, zikirle meşgul olmayı bize tavsiye ediyor. Kendisinin de adetiydi, böyle yapardı. İmam Ebû Dâvud Rh.A, büyük hadis alimi. Altı meşhur hadis kitabından birisinin yazarı...
Peygamber SAS Efendimiz’in adetinin bu olduğunu yazıyor.
Altı meşhur hadis kitabından bir diğerinin yazarı İmam Tirmizî, Enes RA’dan bir hadis rivayet ediyor. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:71
مَنْ صَلهى الْفَجْرَ فَي جَمَاعَةٍ، ثُمه قَعَدَ يَذْكُرُ الِلَّ حَتهى تَطْلُعَ
الشهمْسُ، ثُمه صَلهى رَكْعَتَيْنَ، كَانَتْ لَهُ كَ أَجْرَ حَجهةٍ وَعُمْرَةٍ
تَامهةٍ، تَامهةٍ، تَامهةٍ (ت. حسن عن انس)
71 Tirmizî, Sünen, c.II, s.481, no:586; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.9; Enes ibn-i Mâlik RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.808, no:21508; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.496, no:22727.
RE. 426/14 (Men salle’l-fecre fî cemâatin) “Kim sabah namazını cemaatle camide kılarsa, (sümme kaade yezküru’llàhe hattâ tatlua’ş-şems) sonra Allah’ı zikrederek zamanını değerlendirmek sûretiyle, güneş doğup kerahat vakti çıkıncaya kadar oturursa... (Sümme sallâ rek’ateyn) Kerahat vakti geçtikten sonra, kalkıp iki rekât namaz kılarsa; (kânet lehû keecri hàccetin ve umretin tâmmetin, tâmmetin, tâmmeh) böyle oturmak, bu ibadeti yapmak, ona o gün tam bir hac ve umre yapmış gibi sevap kazandırır; tam bir hac ve umre yapmış gibi, tam bir hac ve umre yapmış gibi...” buyurmuş
(Men salle’l-fecre fî cemâatin) “Kim sabah namazını cemaatle kılarsa...”
Demek ki cemaatle kılacak, camide kılacak. Mü’min erkek namazını camide kılar. Camide kılmak, cemaat olmak çok önemlidir. Cemaati, cumayı terk etmemek çok mühimdir İslâm’da... Cemaatle kılındığı zaman namaz, yirmi yedi kat daha sevaplı olur.
Kuvvetli bir sünnettir namazı camide kılmak. İnşâallah bizde bundan sonra camiye devam ederiz, müdavim oluruz.
Bir insan cami komşusu olur, evinde namaz kılarsa, “Cami komşusunun evinde namazı olmaz!” diye Efendimiz’in hadis-i şerifleri vardır.
Camiye gidecek, fedakârlık yapacak. Üşenmeyecek, tembellenmeyecek, sabah namazından sonra Allah’ı zikreder bir halde camide oturacak, zikirle meşgul olacak.
d. Zikri Allah Emrediyor
Muhterem kardeşlerim! Zikir uygulamasını belki içinizden Bazı kardeşler ilk defa dün akşam gördü. Yâni, biz burada yatsı namazından sonra biraz zikrettik de... Haa, demek ki tarikatçılar,
dervişler zikri böyle yapıyorlarmış. Hah, öğrenmiş oldum. Orijinal bir şey diye belki ilk defa görenler olmuştur. Belki zaten eskiden beri yapıp bilenler vardır içinizde… Zikir namaz gibi, oruç gibi bir ibadettir amma, bizim bu yaşadığımız devirde bir ara yasaklanmış
olduğundan. Yasaklı bir devrede sadece namazla-oruçla vakit geçirildiğinden, millet zikri unutmuştur.
Halbuki, Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:
يَاأَيُهَا الهذَينَ آمَنُوا اذْكُرُوا الِلّهَ ذَكْرًا كَثَيرًا. وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصَيلاً (الأحزاب:١٤-٢٤)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikran kesîrâ. Ve sebbihùhu bükraten ve esîlâ.) “Ey iman edenler Allah’ı çok çok zikredin! Sabah akşam Allah’ı tesbih edin!” (Ahzab, 23/41-42) buyruluyor.
Bunun gibi çok ayet-i kerimeler var:
وَاذْكُرْ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصَيلاً (انسان:٥٢)
(Ve’zküri’sme rabbike bükreten ve asîlâ) “Sabah akşam Rabbinizi zikredin, Allah Allah deyin!” (İnsan, 76/25) buyruluyor.
وَالذهاكَرَينَ الِلّهَ كَـثَيرًا وَالذهاكَرَاتَأَعَده الِلّهُ لَهُمْ مَغْفَرَةً وَأَجْرًا عَظَيمًا (الأحزاب:٥٣)
(Ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) “Allah’ı çok zikreden o erkekler ve Allah’ı çok zikreden o hanımlar var ya; (eadda’llàhu lehüm mağfireten ve ecran azîmâ) işte Allah, onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/35)
وَاذْكُرُوا الِلّهَ كَثَيرًا لَعَلهكُمْ تُفْلَحُونَ (الجمعة:١٠)
(Ve’zküru’llàhe kesîran lealleküm tüflihùn) “Allah’ı çok zikredin ki, felâha eresiniz!” (Cuma, 60/10) diye ayetler var. Yâni, çok ayet-i kerime var. Bir tane olsaydı bile yeterdi. Bir tek ayet olsaydı, “Böyle emrediyor Allah!” derdik, yeterdi. Ama çok ayetler var. Allah’ın emridir zikir, devletin Allah’ın zikrini engellemeye hakkı, salâhiyeti yoktur. Hiç bir kimsenin Allah’ın emrini yaptırmamağa hakkı ve salâhiyeti yoktur. Muhterem kardeşlerim. Hiç bir kimsenin, “Allah böyle demiş ama yapmayın!” demeğe hakkı yoktur. “Allah bunu yapmayın demiş ama şunu yapın!” demeğe de hakkı yoktur. Yani, Allah’ın emrine karşı çıkmağa hiç bir kulun hakkı yoktur. Çünkü bu dinin bir gereğidir.
Dine müdahale etmek, hele din hak din olduktan sonra; hak dine müdahale etmek kimsenin hakkı değildir, haddi değildir; böyle bir şeye girişmemesi lâzım. Girişilse bile, bu hakkın sahiplerinin bu hakkını çiğnetmemesi lâzım.
‘—Yahu sen ne hakla karışıyorsun? Sana ne? Allah Allah! Sana ne yahu? Zikredeceğim ben. Allah Kur’an-ı Kerim’de emretmiş, zikredeceğim!” demelidir.
Ama denilmemiştir. Ondan sonra, sanki dine müdahale etmek bazı kimselerin salâhiyeti dairesindeymiş gibi sanılmağa başlanmıştır. Sanki Allah bazı şeyleri emretse bile, yapılmasa olurmuş gibi bir yanlış kanaat insanların içine yerleşmiştir. Yahu, Allah emretmiş ama ne yapalım? Omuz silkmeğe başlamıştır millet. Emretmiş ama, ne yapalım?
Ne yapacaksan yapacaksın. Aklın yok mu? Allah’ın huzuruna varmayacak mısın? Yarın mahkeme-i kübrâ yok mu, mahşer yok mu, Allah’ın divanında hesap vermek yok mu? Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin cezası, azabı, gazabı yok mu? Cehennem yok mu? İyi kullarına mükâfatı yok mu?
Sen nasıl Allah’a karşı gelebilirsin? Sen nasıl olur da Allah’ın emrini tutmazsın, yasağını işlersin? Polisin bile yasakladığı şeyi yapmaktan korkarken, Allah’tan nasıl korkmuyorsun sen? Polis söyle yapma diyor, yapmıyorsun. Niye yapmıyorsun?
“—Hocam, onu öyle yaparsam, dokuz yüz dolar ceza yazıyor.”
diyor.
Yapar mı? Para gidecek diye, para gitme korkusundan yapmıyor. Ağır cezalar koymuşlar. Kim burayı kirletir pisletirse,
beş yüz dolar; ceza demekmiş. Ben onu güzel mânâsına geliyor sanıyordum, güzel bir ceza yani, okkalı bir ceza; beş yüz dolar... O zaman kimse bir şey yapmıyor. Çöpünü alıyor torbasına, evine götürüyor.
“—Al çöpünü evine götür, burada çöp bırakma!” diyor.
Baş üstüne… Millet çöpü bile yanında taşıyor. Biz olsak camı açarız, cump dışarıya... Bizim (high way)’lerimizi kirletme diyor, kirletmiyor millet. Yani, utanmıyor mu insanoğlu, Allah emrettiği zaman dinlememeye? Birbirinin sözünü dinleyen insanoğlu, Allah emrettiği zaman Allah’ın emrini dinlememeye utanmıyor mu, korkmuyor mu? Allah’la harp mi edecek? Allah’tan korkmuyor mu? Allah’ın cezasının büyüklüğünü idrak etmiyor mu?
Kimsenin Allah’ın emrine karşı gelmeye, karşı gelmeyi tavsiye etmeye hakkı yoktur; babanın da hakkı yoktur. Hakkımı helâl etmem diyormuş. Bazı babalar var, evlât geliyor soruyor:
“—Ben sizin emrettiğiniz gibi iyi müslüman olmak istiyorum ve yapmağa çalışıyorum. Babam kızıyor bana…” Allah Allah, niye kızsın? Memnun olması lâzım!
“—Aferin, bizim oğlan, delikanlı mâşâallah içkici değil, kumarbaz değil, ayyaş değil, sarhoş değil, kötü değil... Bizim oğlan namazlı, niyazlı…” demesi lâzım!
Hayır, istemiyormuş. Beyefendi istemiyormuş. Soruyorum:
“—Baban nasıl, namaz kılar mı?”
“—Kılmaz. İçki içer, biraz münkirdir. Evde bağırır, çağırır, anamı döver, bilmem ne... Namaz kılmaz.
Bir de öğrenmiş, ana-baba hakları… İslâm’da önemli olduğunu öğrenmiş, diyormuş ki:
“—Hakkımı helâl etmem!” Köpeğin duası kabul olsa, gökten kemik yağar. Onun hakkı yok, Allah’ın emrini yaptırtmamağa hakkı yok. Allah’ın hakkı,
babanın hakkıyla kıyas kabul etmeyecek kadar büyük.
“—Seni dinlemem babacığım!” diyecek. “Babacığım, Allah’ın karşısına çıkma, şeytana tapma!” diyecek.
Ne dedi İbrâhim AS:
يَاأَبَتَ لََ تَعْبُدْ الشهيْطَانَ (مريم:٤٤)
(Yâ ebeti lâ ta’budü’ş-şeytàn) “Ey babalığım!” Babası değil, babalığı… “Ey babalığım! (Lâ ta’budü’ş-şeytàn) Şeytana tapma!” (Meryem, 19/44) dedi.
Sen böyle kırk türlü, bin türlü emir söylesen; ben senin evlâdınım, ben seni severim. Emret omuzuma alayım gezdireyim, emret her istediğini yapayım. Kölen olayım, kulun olayım amma; bana Allah’ın ibadetini yapmamayı tavsiye etme babacığım. Kendini yakıyorsun.
Ben seni dinlemem zaten de, kendini de yakıyorsun demesi lâzım. Milletin de bunu böylece bilmesi lâzım. Ana hakkı, baba hakkı, koca hakkı, vali hakkı, kaymakam hakkı, komutan hakkı… Böyle herkesin haddini bilmesi lâzım, Allah’ın emrine karşı
kimsenin çıkmaması lâzım!
Çıkıyorlar:
“—Hocam, ne yapacağız şimdi?”
Hakkını çiğnettirmeyeceksin! İbadet hakkını, inanç hürriyetini zedelettirmeyeceksin, sattırmayacaksın, attırmayacaksın; o da bir vazife, o da bir vazife…
Bizim memleketimiz şehid diyarıydı, sonradan bu hale geldi. Neden? Senin gibilerin ses çıkartmamalarından, öteki zalimlerin de büyük zalimlere yardakçılık etmesinden. İki sebepten: Dalkavuklardan ve neme lâzımcılardan bu hale geldi. Dalkavuklar zalimlere yardakçılık ettiler, ötekiler de neme lâzım dediler. Kimisi neme lâzım demedi, tabii cezasını da çekti. Yani ceza olarak asıldı, kesildi filan… Zor günler geçti, anti- demokratik, hürriyetlere karşı yönetimler oldu, bitti.
Şimdi biz onların hepsini bırakıyoruz, yanlışlığını söyleyip geliyoruz hadis-i şerife…
(Sümme kaade yezküru’llàh) Sabah namazını kıldı mı bir insan, oturup Allah’ı zikredecek. Allah’ı zikretmeyi tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz. Onun için söyledim bu kadar sözü. Neden söyledim? Zikir hakkında bir anti patiniz var. Nereden geliyor? Eğitiminizden geliyor. İnsan yanlış eğitilince, doğru şeyleri yanlış sanır.
Ülkemizde de birçok kimse öyle, yani doğru ve güzel olan şeyleri yanlış sanıyor; gericilik bu diyor, yobazlık diyor, sofuluk diyor, bilmem ne. Ne var yani bunlarda?
“—İşte bunlar kötü…”
Yaaa beyefendi, senin yaptığın mı iyi?”
Plajda gezmek mi iyi, meyhanede sarhoş olmak mı iyi, faiz yemek mi iyi? Seninki mi daha iyi? Sen çok mu matah yaşıyorsun? Her şeyi çok mu bildin?
“—Sen bana karışma, benim hürriyetim var!”
Aaa, senin hürriyetin var da, benim hürriyetim yok mu? Senin canın can da, benimki patlıcan mı? Öyle şey mi olur?
“—Sen bana karışma! Ben istediğim gibi giyinirim, kırıtırım, donanırım, boyanırım, soyunurum. Sayın bayan değil, soyun bayan... Yaparım ben böyle, memlekette hürriyet var!”
Aaa, nerede satılıyor o? Demek hürriyet var. Hürriyet varsa, bende o zaman ibadetimi yaparım.
“—Hayır yapamazsın!”
Niye yapamam?
“—Sakal bırakamazsın, sakalını kazıyacağım. Başını örtemezsin, başını açacağım. Zikir yapamazsın, namaz
kılamazsın, cumaya gidemezsin!”
Allah Allah, sen benim başıma belâ mısın? Sana ne yahu? Sen yapmıyorsan, cehenneme kadar yolun var... Hadi sen git cehenneme. Bana ne karışıyorsun?..
Kimse bunu anlayamıyor, yani şu yaptığım muhakeme tarzını
ortaya koyamıyor.
“—Efendim, işte gericiler seçimi kazanırsa, yönetimi onlara vermeyiz.”
O zaman ne diye cumhuriyet diyorsun, demokrasi diyorsun? Deme! O zaman demek ki, seçimi de yapma! Yâni, halkın istediğini beğenmedikten sonra, seçimi ne diye yapıyorsun? Bu kadar trilyonlarca masraflar, seçmen kütükleri, sandıkları, müşahitleri ve sâireleri... Bu oyunlar niye? Otur işte başımıza, ondan sonra har vurup harman savur; ye iç, yan gel, keyfine bak! Doyuncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar ye…
Eğer halkın istediğini kabul etmeyeceksen, niye seçim yapıyorsun? “—Efendim, halk aptal, halk cahil, o işin doğrusunu seçemez!”
O zaman seçimi yaptırma! Bak, sen çok akıllısın madem, o zaman sen idare et, seçimi yaptırma! “—Yok, Avrupalılar beğenmez bizi o zaman. O zaman Avrupalılar bize diktatör der. Olmaz!” Ne olacak? Hem Avrupalıların gözünü boyamak için seçimi yapacağız, hem de halkın dediğini yapmayacağız. Hem o Avrupa’nın dediği olacak, hem benim dediğim olacak. Amma, Allah’ın dediği olmayacak. Sübhànallah, estağfirullah! Yahu şu mantığa bak; Kur’an’a uymayacak, Allah’ın emrini tutmayacak. Öyle şey olur mu?
Ne yapacağız? Sabah namazını camide kılacağız. Sonra oturup zikrullahla meşgul olacağız. Zikrullah kötü bir şey değil, Allah emrediyor. Namaz kötü bir şey değil, Allah emrediyor. Zikrullahı
Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor. Oturacaksın, Allah’ı zikredeceksin; (sümme sallâ rek’ateyn) sonra kalkıp iki rekât namaz kılacaksın.
Kim böyle sabah namazını cemaatle camide kılarsa; evde değil... Sonra oturup, zikrullahla meşgul olarak zamanını sevaplı geçirirse; sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsa; (kânet lehû keecri hàccetin ve umretin tâmmetin tâmmetin tâmmeh) Allah ona o
kadar sevap verecek ki, tam bir hac ve umre yapmış kadar, tam
bir hac ve umre yapmış kadar, tam bir hac ve umre yapmış kadar…” diye Peygamber Efendimiz teşvik ediyor.
Tirmizî, hadis alimi… Bu hadis-i şerife, (hadisün hasenün) hasen hadis buyurmuş. Hadisle ilgilenenler bilirler bu kelimenin ne mânâya geldiğini, rivayetin nasıl olduğunu anlarlar; yani zayıf filan değil.
Daha başka hadis-i şerifler de var: Efendimiz’in adeti böyleydi. Bazı şeyleri Efendimiz, biz yapmak istediğimiz zaman siz yapmayın derdi, siz dayanamazsınız derdi. Allah bana kuvvet vermiş, Allah beni doyuruyor, kuvvet veriyor; siz takat getiremezsiniz benim yaptığım ibadete derdi. En çok ibadet edeniydi sahabenin. Başkalarının Rasûlüllah’ın ibadeti gibi ibadet yapmağa tahammülleri yoktu, o kadar çok ibadet ederdi. Siz o kadar yapmayın derdi. Bazen aşkından, şevkinden, sahabe-i kiram onun yaptığını aynen yapmak isteyince, o ibadeti yapmayıverirdi, adet olacak diye.
Ramazan’da çıktı camiye teravih kıldı, çıktı camiye teravih kıldı, çıktı camiye teravih kıldı. Herkes etrafında toplanıyorlar, aman Rasûlüllah camiye geldi, ne güzel! Hadi kılalım şu namazı filân derken, ondan sonra çıkmayıverdi. Neden?
“—Farz oluverir size, sonra da yapamazsınız diye korktum!” dedi.
Mi’rac’dan dönüşte Mûsâ AS’ın yanından geçerken, Mûsâ AS’ soruyor:
“—Allah senin ümmetine ne vazife verdi?”
“—Elli vakit namaz kılmak vazifesi verdi Rabbim benim ümmetime!” dedi.
“—Ben bu halkı senden önce tanıdım, ben bu insanların huyunu suyunu bilirim. Nasıl tembeldir, nasıl dönektir, nasıl kaypaktır, nasıl böyle üşengeçtir, ben bunları bilirim. Git Rabbine söyle, bu kadarını yapamaz senin ümmetin, azaltsın bunu…”
Rabbine tekrar dönüp müracaat ediyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri on tanesini eksiltiyor; kırk vakit... Bir daha aynı şeyler söyleniyor, on tane daha eksiltiyor; otuz vakit… Bir daha; yirmi
vakit… Bir daha; on vakit… Bir daha; beş vakte indiriliyor.
Tekrar geldiği zaman, Mûsâ AS diyor ki:
“—Kaç oldu?” “—Beş vakit emretti artık.”
“—Yâ Muhammed! Ben bu insanları bilirim, bunu da yapmaz bunlar… Söyle de, Rabbin bunu da azaltsın!” dedi. Peygamber SA de diyor ki: “—Artık gidemem! Ben rica ettim, dua ettim, niyaz ettim; Rabbim bu kadar indirdi.”
Böylece beş vakit namaz, Mi’rac’ta bize hediye olarak, Allah’ın emri olarak getirilmiş oluyor; ama Allah elli vaktin sevabını veriyor. “Elli vakit diye emrettim; beş vakit namazı kılanlara elli vaktin sevabını vereceğim.” buyuruyor.
(Sümme kaade yezküru’llàh) Oturup zikrullah’la meşgul olup, sonra iki rekât namaz kılarsa; Ne olur? Allah bir hac ve umre sevabı verir. Muhterem kardeşlerim. Allah CC kâfirlere bile neler veriyor. Nemrutlara, Firavunlara, kâfirlere bile neler veriyor. Zaten yediğimiz, içtiğimiz, yaşadığımız, yaşamamız için gerekli eşya,
çevre nereden? Her şey Allah’tan... Meyvalar Allah’tan, hava Allah’tan, güneş Allah’tan, yer Allah’tan, sıhhat Allah’tan, hayat Allah’tan, akıl Allah’tan, her şeyimiz Allah’tan değil mi? Zaten veriyor, herkese veriyor, bol bol veriyor. Ücret istemiyor. Ücreti, Allah’a iman edip kulluk etmek... Allah’a kulluk edene, Allah
büyük mükâfatını verecek. Ne olacak yani, veriyor zaten. Böyle yapana, bir hac ve umre sevabı verir.
Kàdir Gecesi’ne isâbet edene de bin ayın sevabını veriyor:
لَيْلَةُ الْقَدْرَ خَيْرٌ مَنْ أَلْفَ شَهْرٍ (القدر(٣:
(Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehr) [Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.] (Kadir, 97/3)
Bir Ramazan tutup, altı gün de Sevval’den oruç tutana bir sene
ibadet etmiş sevabını veriyor. Bir Kurban Bayramı arafesi günü oruç tutana, bir geçmiş senenin, bir gelecek senenin oruçla geçirilmiş gibi sevabını veriyor. Allah’ın hazinesi çok, lütfu çok, rahmeti çok, ikramı çok, ihsanı çok... Bir hac ve umre sevabı veriyor.
Ne zaman kılınır bu namaz? Ne kadar oturacak da sabah namazından sonra kılacak bu namazı? Yirmi beş dakika filan geçtikten sonra kerahet vakti çıkar, o zaman kılınabilir.
Güneşin doğmasından yirmi beş dakika, otuz dakika geçtikten sonra. Şimdi ben saatime bakayım. Kırk dakika geçmiş. Yani, şimdi biz iki rekât namaz kılabiliriz.
Bazıları bu işin sevabının ne olduğunu bilemeden, seccadesini dürüp kalktı gitti. Tabii, sözün sonunu dinlemediler. Dinleselerdi, bir hac ve umre sevabı alacaklardı. Bazılarının işi vardır. Mazereti olana bir şey demiyoruz. Tabii, sonra farz da değil. Kiminin midesi rahatsız olur, kusacak gibi olur, bulanır, başı döner ve sâire… Ağrısı olur, mazereti olur. Farz olmadığı için, zorlama yok.
Neden? Farz değil amma; yaparsa, bir hac ve umre sevabı kazanıyor. Vakit de doldu. Şimdilik dağılalım istirahat yerlerimize…
Allah hepinizden razı olsun… Allah bizi sevdiği kul eylesin... Sevdiği şekilde yaşamayı nasib eylesin… Huzuruna yüzü ak, alnı açık, sevdiği kul olarak varmayı nasib eylesin... Cennetiyle cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin…
Bi-hürmeti esrarı sûreti’l-fâtihah!..
02. 01. 1996 İşrak Sohbeti Canberra / AVUSTRALYA