05. DEVR-İ MUHAMMEDî VE ORUÇ

06. DÜNYA HAYATI BİR İMTİHANDIR



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden kesîran tayyiben mübâreken fih… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn muhammedini’l-mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d: Çok aziz ve muhterem kardeşlerim!

Allahu Teâlâ Hazretlerinin selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun! Rabbimiz, şu mübarek ayın feyzinden bereketinden istifade etmeyi sizlere ve bizlere ve sevdiklerimize; cümle müminin ü

müminâta nasip eylesin!


a. Orucun Farz Oluş Sebebi


Ramazan orucu, Allah CC Hazretleri’nin, Kur’an-ı Kerim’de yer almış olan emri ile bize farz olmuştur:


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ


مِنْ قَبلِكُمْ لَعَـلَّكُمْ تَتـَّقُونَ (البقرة:٣٨١-٤٨١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenû kütibe aleykümü’s-sıyâmu kemâ kütibe ale’llezîne min kabliküm lealleküm tettekùn) “Ey iman eden kullar, ey iman edenler! Oruç size yazıldı, eski ümmetlere yazıldığı gibi; ola ki sizler sakınırsınız; yâni kendinizi vikàye edersiniz, korursunuz, müttakîlerden olursunuz.” (Bakara, 2/183) “—Sizden önceki ümmetlere, insanlara da bu vazife verilmişti. Bu ibadet, onların da vazifesiydi. Sizin boynunuza da bu vazife yazıldı. Siz de orucu tutacaksınız!” diye ayet-i kerime indi. Bir ay boyunca müslümanların gündüzleri fecr-i sadık’tan, sabah vakti

121

girdiği zamandan güneşin batmasına, akşam vaktine kadar, sahur vaktinden akşam namazı zamanına kadar oruç tutmaları emredildi.

Bunun sebebi ne? Niye Allah-u Teâlâ Hazretleri bütün yeryüzündeki nimetleri bizlere ihsan etmiş, hepsini bizler için yaratmış, hepsinden istifadeyi bize nasip etmiş, hepsini bizim emrimize sunmuş da, âyet-i kerimelerle bildiriliyor bu, şimdi bu müsaadeyi kaldırıyor?


اَن اللَّٰه سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى اْلاَرْضِ (لقمان:٢٠)


(Enne’llàhe sehhare leküm mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-ard) [Allah göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkânları sizin emrinize verdi.] (Lokman, 31/20)

Allah yerdeki, gökteki her şeyi, biz istifade edelim diye, verdiğini bildiriyor Kur’an-ı Kerim’de; bu belli. Eşref-i mahlûkat,

en yüce yaratık olduğumuz için, en kıymetli yaratık olduğumuz, için Allah’ın en sevdiği, en önem verdiği mahlûku olduğumuz için; Allah öteki bütün varlıkları bizim emrimize vermiş.


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنى اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ


وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَثيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً (الإسرا:٠٧)


(Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhüm fi’l-berri ve’l- bahr) [Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. (Ve rezaknâhüm mine’t-tayyibâti) Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık. (Ve faddalnâhüm alâ kesîrin mimmen haleknâ tafdîlâ) Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.] (İsrâ, 17/70) ayeti ve diğer birçok ayet-i kerîmelerden, bunu net olarak biliyoruz.

Kurbanları kesmenin, balıkları yemenin, kuşları avlamanın, sebzeleri, meyvaları yemenin; güneşten, aydan, rüzgârdan,

122

yağmurdan istifade etmenin; hepsinin insanoğlu için olduğu bildiriliyor. Neden bu nimetleri Allah bize ikram etmiş de, şimdi yasak ediyor? Neden, bu nimetleri verdiği halde, şu vakitte yemeyeceksiniz diyor? Bu, çok önemli.


Bakara Sûresi’nin 154. âyet-i kerîmesi şehidlerle ilgili; Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


وَ تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللََِّّ أَمْوَاتٌ، بَلْ أَحْيَاءٌ وَلٰكِنْ


لاَ تَشْعُرُونَ (البقرة:٥١٤)


(Ve lâ tekùlû li-men yuktelü fî sebîli’llâhi emvât, bel ahyâün velâkin lâ teş’urûn) [Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin! Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.] (Bakara, 2/154)


b. Belânın Büyüğü Peygamberlere


Ondan sonraki âyet-i kerîme’de, Allah-u Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor:


وَلَنَبْلُوَنَّـكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ اْلأَمْوَالِ وَاْلأَنْـفُسِ


وَالثَّمَرَاتِ، وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ (البقرة:٥٥١)


(Ve leneblüvenneküm bi-şey’in mine’l-havfi ve’l-cûi ve naksin mine’l-emvâli ve’l-enfüsi ve’s-semerât, ve beşşiri’s-sàbirîn.) (Bakara, 2/155) (Ve leneblüvenneküm) Bu ne demek? “Biz muhakkak ve muhakkak; mutlaka, hiç şeksiz şüphesiz, tereddütsüz sizleri imtihan edeceğiz. Mutlaka hepiniz imtihanlardan geçeceksiniz. Biz sizi deneyeceğiz, yoklayacağız!” demek.

“—Bu muhakkak mânâsı nereden geliyor?”

(Ve leneblüvenneküm) derken, başında bir “le” geldi mi; buna

123

lâm-ı te’kid derler Arapçada. Yani, muhakkak olacak şeyler. Sizin başınıza muhakkak gelecek. (Ve leneblüvenneküm) “Biz, sizi muhakkak imtihan edeceğiz.” Muhakkak mânâsı, bu başında gelen te’kid edici sözden geliyor.

Bir de sonunda nûn-u te’kid-i müşeddede var. (Neblüve) demiyor, (neblüvenneküm) diyor. İki nun, sonunda şeddeli nun yer alıyor. Yani, kurtuluş yok, çare yok; Allah’ın kanunu böyle. Herkes imtihan olacak. Allah, “Hepinizi imtihan edeceğim!” diyor.


Sen de imtihan olacaksın, ben de imtihan olacağım. Bizden önceki ümmetler de imtihan oldu, bizden sonraki insanlar da imtihan olacak. Peygamberler de, sahabe-i kirâm da, evliyâullah da, sàlihler de; bütün insanlar imtihan oluyor. Bu imtihanın muhakkak olacağını bildiriyor, bu âyet-i kerîme.

Neden? Bakalım, sàdıklar kimler imiş, âşıklar hangileriymiş? Bakalım sabırlılar hangileriymiş? Cevr ü cefâ görünce, yolu yarıda bırakmayanlar, döneklik etmeyenler hangileriymiş? Mertler, babayiğitler, kahramanlar hangileriymiş? Bu anlaşılsın diye, imtihanın Allah’ın kanunu olduğunu görüyoruz.

Hatta Peygamber SAS Efendimiz, bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:12



12 Muhtelif lafızlarla: İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.30, no:4013; Buhàrî, Edebü’l-Müfred, c.I, s.179, no:510; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.99, no:119; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.312, no:1045; Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.V, s.460, no:2476; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.142, no:9774; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.372, no:6325; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Tirmizî, Sünen, c.VIII, s.417, no:2322; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.172, no:1481; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VII, s.160, no:2900; Hàkim, Müstedrek, c.III, s.386, no:5463; Dârimî, Sünen, c.II, s.412, no:2783; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.II, s.143, no:830; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.352, no:7481; Begavî, Şerhü’s- Sünneh, c.III, s.26; Bezzâr, Müsned, c.I, s.205, no:1159; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.29, no:215; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.78, no:146; Tahàvî, Müşkilü’l- Âsâr, c.V, s.189, no:1832; Sa’d ibn-i Ebî Vakkas RA’dan.

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.369, no:27124; Hàkim, Müstedrek, c.IV, s.448, no:8231; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXIV, s.244, no:626; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.142, no:9776; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.352, no:7482; İshak ibn-i Râhaveyh, Müsned, c.V, s.259, no:2413; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.212, no:808; Ebû Ubeyde ibn-i Huzeyfe, halası Fatıma bint-i Yemân RA’dan.

124

أَشَدُّ الْبَلاَيَا عَلَى اْلأَنْبِيَاءُ


(Eşeddü’l-belâyâ ale’l-enbiyâ’) “En büyük belâlar, musîbetler, beliyyeler peygamberlere gelmiştir.” Allah’ın en sevgili kulları kimler? Peygamberler. Ama, imtihanların en ağırları da yine peygamberlere verilir. En şiddetlileri, en zorları... Başkası tahammül edemez. Yıkılır, yığılır kalır. Sarsılır, tereddüde düşer. “Acaba?” der, pişmanlık duyar.

Peygamber SAS Efendimizin hayatını inceleyen, şarklı, garplı bütün müsteşrikler, bütün tarihçiler ittifak ediyorlar ki; Peygamber SAS Efendimiz, ömrü boyunca hiçbir zor hadisenin karşısında sarsılmamış, kat’iyyen sarsılmamış. Diyorlar ki:

“—Bu kadar azimli, bu kadar kararlı, yapmak istediği şeyi bu kadar şuurlu yapan ve onun uğrunda bu kadar sebat gösteren bir adam, bir zat, bir babayiğit gösterilemez.”


Avrupalı tarihçiler de yazıyor. Müslümanlar, zaten Peygamber Efendimizin kıymetini biliyorlar. Ama, başka dinlere mensup insanlar bile bunu söylüyor. Peygamber Efendimizin Uhud harbinde çektiklerini bir okusanız... Uhud harbinde doğrudan doğruya Peygamber Efendimizi öldürmeğe kasdettiler: “—Nerede o Muhammed!” diye, ellerinde kılıçlarla, gözleri dönmüş kâfirler, Efendimiz’in olduğu yere doğru hücum ediyorlardı.

Herkes bir tereddüde düşüp darmadağın olduğu zaman da, Efendimiz metânetini kaybetmedi. Yanında otuz kadar kahraman; canını dişine takmış ve hayatını Rasûlüllah’a vakfetmiş, vücudunu onun vücuduna siper etmiş insanlar birer birer şehid oldular.

“—Ona mızrak, ok gelmesin, bize gelsin!” dediler.

Ama Rasûlüllah Efendimiz’de hiçbir tereddüt emaresi


Mecmaü’z-Zevâid, c.III, s.12, no:3740; Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.326, no:6778- 6784; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.130, no:371; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.420, no:3468-3473.

125

görülmedi. Şehidleri, yaralananları, dizine yatırdı. Vefat edinceye kadar, onları teselli etti. O acı durumlarda, bile hiç tereddüt göstermedi.


En şiddetli, en büyük zorluklar; en acı, en tehlikeli şeyler; peygamberlere, ondan sonra evliyâullaha geliyor. “Allah, dağına göre kar verir.” demiş büyüklerimiz. Hani dağ büyük olduğu zaman, üstündeki karlar da fazla oluyor. Dağ küçük olduğu zaman, üstüne kar bile yağmıyor. İşte en şiddetli belâlar peygamberlere gelmiş.

Ama küçükler de, yani sizler ve bizler de, geçmişler de, gelecekler de, imtihandan uzak olmayacak. Herkes, imtihan olacak. Ya karısından, ya çocuğundan, ya vücudundan, ya hastalıktan, ya sıhhatten, ya paradan puldan, işten iflastan, alacaktan, borçtan; ya damattan, ya gelinden, ya çocuktan... Bir sıkıntı oluyor. Ne yapacak? Bütün sıkıntıların karşısında Rabbine olan bağlılığında bir sarsıntı meydana gelmeyecek.

126

Ne olabilir sıkıntılar? Âyet-i kerîmede bildiriliyor ki:

(Ve leneblüvenneküm) Biz, sizleri muhakkak imtihan edeceğiz. Neyle, nelerle? Çeşitlerini sayıyor:


c. Korku ile İmtihan


Bi-şey’in mine’l-havfî) Yâ korku cinsinden bir şeyle... Korku cinsinden nasıl imtihan olur? Cihad olur. Cihad, korku işi, can pazarı… Düşmandan korkarsan, kaçarsan? İslâm’daki en büyük günahlardan birisi savaş günü, düşmandan kaçmaktır.

Ya bir savaş hilesi olarak, manevra olarak çekilme, veyahut ta, arkadaki birliğe birleşmek maksadıyla olursa, o zaman mazur olur ama, onun dışında, düşmandan kaçmak yok. Ecdadımız kaçmamış.

Bugün ne? Bugün 18 Mart… Bugün ne olmuş? 1915’in 18 Mart’ında, Çanakkale’de öyle savaşlar olmuş ki, Fransa’nın, İngiltere’nin orduları, donanmaları, pare pare gemilerle, kruvazörlerle, muhriplerle Çanakkale Boğazı’nı doldurmuşlar; Kumkale’ye, Seddü’l-Bahir’e, amansız bir hücum, bomba yağmuru… “Bin yüz adet bomba atıldı.” deniyor. Esaslı, muazzam hücumlar yapmışlar.

Ama, ne yapmış bizim fedakâr kardeşlerimiz, fedakâr büyüklerimiz, ecdadımız, akrabalarımız, dayımız, amcamız, yakınlarımız? Allah mekânlarını cennet etsin! Ne yapmışlar? Pişman etmişler, düşmanı geri döndürtmüşler. Gemilerini batırtmışlar, hezimete uğratmışlar.

Onlar mayın toplamışlar aşağı tarafta; bizim Nusret mayın gemisi canını dişine takmış, onların anlamadıkları yerlere yeni mayınlar döşemiş. Bütün donanmayı perişan etmiş, yeni döşenen mayınlar. Onlar mayınları topladık diye hücuma geçmişler. Halbuki, kısa bir zamanda, en umulmadık bir zamanda, bizimkiler mayınları yine döşemişler, ehl-i iman… Düşmanı muazzam bir hezimete uğratmışlar.

Bak onlar korku ile imtihan olmuşlar. Siperlerde adım adım, göğüs göğüse çarpıştıklarını söylüyorlar.

127

Biz, Çanakkale’ye gittik de Anafartalar’da bir köye uğradık.

“—Burada savaşlar olmuş.” dedik.

“—Evet, ben de katılanlardan biriyim!” dedi, yaşlı bir hacı amca.

“—Nasıldı?” dedik.

“—Tariflere sığmaz ki evlât. Böyle sözle anlatılacak bir şey değil ki. O, seni öldürmek üzere silahını almış, gelmiş; sen silahına sarılmışsın. Ya öleceksin, ya öldüreceksin. Tarif edilmez duygular içinde, muazzam bir cana can, dişe diş mücadele...” diyor. Ne kadar zor bir şey olduğu anlaşılıyor.


(Ve leneblüvenneküm bi-şey’in mine’l-havfi) “Korku ile imtihan eder Allah…”

“—Haydi bakalım savaş var, cihad var; Allah yolunda can vermek var!” diye. O zaman korkuyla bir imtihan olur. Peygamber Efendimiz de olmuş, sahabe-i kiram da olmuş.

128

Bedir Harbine, Amr ibn-i Cemûh RA’ı, evlâtları göndermemişler.

“—Baba senin ayağın sakat, senin yerine biz çarpışırız. Sen Bedir Savaşı’na gitme!”

Nasıl üzülmüş, nasıl üzülmüş; o savaşa gidemediği için. Uhud savaşında diyor ki:

“—Evlatlarım, beni Bedir savaşına katılmak şerefinden mahrum ettiniz, bırakın da bari Uhud Savaşı’na katılma şerefine ereyim!”

Diyorlar ki:

“—Seni Allah mazur tuttu.”

Ayağı sakat olanlar savaşa gitmeyebilir diye âyet var. Hastaya, ayağı topala, savaşa gitmeme müsaadesi var.

Diyor ki:

“—Hayır, olsun, ben gene gideceğim!”

Peygamber SAS’e geliyor, diyor ki:

“—Evlatlarım beni Bedir Savaşı’na katılmaktan men. ettiler; gidemedim.” Peygamber Efendimiz diyor ki:

“—Allah, seni mazur tutmuştur ya Amr! Sen ayağı sakat bir insansın…” “—Yâ Rasûlallah! Benim aksak aksak, topal topal cennet bahçelerinde dolaşmamamı, cennete girmemi istemez misin?” Peygamber Efendimiz: “—İsterim!” diyor.

“—O halde bana müsaade buyur, ne olur. Anam, babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü!” diyor.

Onun üzerine, Peygamber SAS evlatlarına diyor ki:

“—Babanıza mâni olmayın! Mani olmağa hakkınız yok, bırakın!” Ellerini açmış, Kâbe-yi Müşerrefe’ye dönmüş:

“—Ya Rabbi! Beni şu Uhud Savaşı’ndan, hor ve zelil olarak evime döndürme. Bana şehidlik rütbesini nasib et, ya Rabbi!” diye dua etmiş.

Uhud Savaşı’nda Amr ibn-i Cemûh şehid oluyor. Oğlu, kayın

129

biraderi şehid oluyor. Mübarek karısı Hind RA araştırıyor. Haber çıkmış, diyorlar ki:

“—İslâm ordusu perişan oldu, galip gelmişken, söz dinlenmediği için, okçular yerinden ayrıldığı için savaş aleyhe döndü. Hatta Peygamber Efendimiz bile öldürüldü.”


Medine’ye bu haber gelince, Medine’nin kadınları yollara dökülüyorlar, Uhud’a doğru gidiyorlar. Yollarda soruyor, Hind RA; ilk sorduğu şey, Peygamber Efendimiz.

“—Peygamber Efendimiz nasıl?”

Diyorlar ki:

“—Sağdır, sâlimdir, el-hamdü lillâh sıhhattedir. Ona bir zarar gelmemiştir. Ama senin kocan öldü, oğlun öldü. Evlatlarından birisi öldü, erkek kardeşin öldü.” diyorlar.

Diyor ki:

“—O, sağ olsun da, ondan sonra bana bütün musibetler kolay gelir. Hazret-i Peygamber sağ olduktan sonra gam yemem!” Mübarek kadının anlayışına ve peygamber sevincine bak. Gidiyor:

“—Gösterin bana!” diyor.

Huzuruna kadar götürüyorlar:

“—İşte sağ. Bak! Sözümüz doğru, Rasûlüllah sağ!”

Diyor ki:

“—Ya Rasûlallah! Seni sağ gördüm ya, bana bütün musibetler kolay gelir artık. Varsın ölsün; kocam, evlâdım; Allah yoluna feda

olsunlar. Dua et, ben de cennette onlarla beraber olayım!”


Demek ki, peygamberler böyle sıkıntı çekmişler; mübarek sahâbe-i kirâm, cennetlik insanlar böyle sıkıntılara uğramışlar. Savaş, böyle bir sıkıntı olabilir. Müslüman, savaş olduğu zaman, Allah yolunda canını vermekten kaçınmaz. Çünkü bu bir imtihandır; dünya hayatı bir imtihandır.


وَلَنَبْلُوَنَّـكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ اْلأَمْوَالِ وَاْلأَنْـفُسِ

130

وَالثَّمَرَاتِ، وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ (البقرة٥٥١)


(Ve leneblüvenneküm bi-şey’in mine’l-havfi ve’l-cûi ve naksin mine’l-emvâli ve’l-enfüsi ve’s-semerât, ve beşşiri’s-sàbirîn.) (Bakara, 2/155) (Ve leneblüvenneküm bişey’in mine’l-havfi) “Allah böyle korkulu işlerle, imtihan eder.”


d. Açlıkla İmtihan


İkincisi, (ve’l-cûi) Allah açlıkla da imtihan eder. Açlıkla imtihan nasıl olur? Bakarsın bazı sene bolluk; bazı sene kıtlık olabilir. Kıtlık olunca, hırsızlık mı yapacak? Sabırsızlık mı gösterecek? Sabredecek. Açlıkla terbiye olduğu zaman, dayanacak. Ya da, bizim şimdi meselâ Ramazan ayındaki durumumuz nedir?

131

Ramazan ayında oruç, bu da bir çeşit açlıkla imtihandır. Allah, bize “Yemek yemeyin!” diyor. “Aç durun!” diyor, “Susuz durun!” diyor; Allah rızası için sabredeceğiz. Yemeğimiz, içeceğimiz, paramız var; etrafımızda bolluk var, ama gene yiyemeyiz. Neden? Allah, “Şu anda yemeyin!” demiş.

Müslümanın terbiyesi işte bu. Ye dediği zaman yiyor; yeme dediği zaman, elinde olsa da yemiyor. “Uyu!” dediği zaman, uyuyacak müslüman; “Kalk, uyan bakalım!” dediği zaman, uyanacak. “Sabah namazı vaktidir, kalk uyan!”, kalkacak. “Hadi şimdi yatabilirsin!”, yatacak. Uyku zamanında uyku; uyan dendiği zaman uyanmak.

“—Tam benim uykumun en tatlı zamanıydı, uyanmasam, sonra kalksam, sonra kılsam olmaz mı?” Olmaz. Müslüman söz dinlemeğe alışacak, vücudunu da alıştıracak. Vücudu uykuya esir olmayacak; uyku kendisinin elinde olacak. Uyuyacağı zaman uyuyacak, kalkıp namaz kılması gerektiği zaman da, güneşi üstüne doğdurtmayacak. Güneş üstüne doğmayacak. Erkenden kalkacak, camiye gelecek namazını kılacak.

Açlıkla da terbiye ve imtihan olabilir. Bizim şimdi şu Ramazan ayında terbiyemiz neden oluyor? Açlıktan yana oluyor. Bakalım, aç durabilecekler mi, kullarım? Sabredebilecekler mi?


e. Mallardan, canlardan noksanlık


وَنَقْصٍ مِنَ اْلأَمْوَالِ وَاْلأَنْـفُسِ وَالثَّمَرَاتِ، وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ (البقرة:٥٥١)


(Ve naksin mine’l-emvâli ve’l-enfüsi ve’s-semerât) “Bazan mallara noksanlık gelir; bazan canlara rahatsızlık, noksanlık gelir. Bazan mahsûlâta, hubûbâta, ekinlere zarar ve noksanlık gelir. İşte o da bir imtihan.” Allah-u Teàlâ Hazretleri, Kur’an-ı Kerîm’inde, kendi kelâmıyla diyor ki:

132

(Ve beşşiri’s-sàbirîn) “Ey Rasûlüm! Sabredenlere müjde ver! Sabredenler, Allah’ın mükâfatına erecekler. Onlara müjde ver!” (Bakara, 2/155) buyuruyor.


Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, sevdiği bütün güzel huylara sahip eylesin… Nimetlerini görünce, nimetlerine erince, nimetlerini yiyince, şükredenlerden eylesin… Sabretmek gerektiği zaman da sabredenlerden eylesin…

Yemenin, içmenin karşısında sabretmek kolay. Bir de evli bile olsa, yaklaşma yasağı var oruçta… Yani, kadınla koca arasında nikah olduğu halde, şu vakitten şu vakte kadar sabır olacak. Orada da bir imtihan var. O da imtihanın bir başka türlüsü… Müslüman, bu imtihanları geçecek ve bunlardan başarı kazanacak. Canı çekiyor, istiyor bile olsa, kendisine hakim olabilecek.

Biliyorsunuz, aziz ve muhterem kardeşlerim; İnsanın aklındaki, içindeki, en kuvvetli duygulardan birisi nedir? Seks duygusudur. Çok kuvvetli bir duygudur. Gençleri delikanlı yapan nedir? Seks duygusudur. İnsanları günahlara atan nedir? Seks duygusudur. Namazı kıldırtmayan, camiye getirtmeyen, cünüb gezdirten, çeşit çeşit hatâları işlettiren hep seks duygusudur.

İşte onu terbiye ettiriyor, Ramazan. Onu terbiye ettiriyor. Harama bakmayacak, helâle bile elini uzatmayacak. Harama bakmayacak, helâle karşı bile sabretmeği öğrenecek. Neden? Ben dayanamam, ben sabredemem! Öyle şey yok. Dayanacaksın, sabredeceksin. Sabretmeyi, nefsini yenmeyi öğreneceksin.

Nefis arslanı, senin karşında susuverecek. Kırbacını şaklattın mı, “Şıraâk!” diye havada, arslan terbiyecisinin karşısında arslanın titrediği gibi, nefsin sana mutî olacak. Eğer öyle olmazsa, yani nefsin gemi azıya alırsa, seni kayadan kayaya çarpar, günahtan günaha götürür, kurtulamazsın.


f. Nefse Hakim Olmak


Birçok kardeşimiz var, birçok müslüman evladı var,

133

kendileriyle dertleşiyoruz; geliyorlar bize; problemlerini dinliyoruz.

“—İyi insan olmak istiyorum hocam! Olamıyorum.” diyor.

İyi insan olmak kolay değil. Nefsine hakim olmak, içkiyi içmemek kolay değil. Sigarayı bile bırakamıyor. Şu kadarcık kâğıt parçasına, kâğıt dürümüne yeniliyor. Şu kadarcık kâğıt koca koca babayiğitlerin, hepsinin sırtını yere, mindere yapıştırıyor. Şu kadar, beyaz, bir santimden küçük, küçük parmaktan daha ince, bir kâğıt parçası, bizim pos bıyıklı, ak sakallı babayiğitleri, küt küt minderde yere yatırıyor, yeniyor. Bunun karşısında bunu içmeyeceğim diyemiyor. “Bu kadar işte! Git be!” dese, üf dese, uçup gidecek. Ama, sigara hepsini yeniyor. Bak, işte gör!

Sigara seni yenerse, seks duygusu da seni yener. Açlık duygusu da, öteki duygu da, beriki duygu da yener. Sonunda günahlara dalarsın, cehennemi boylarsın. Bu olmasın; insanlar bu günahlara düşmesin diye, yılda bir ay, bir ay az değil; otuz gün

Allah talime çekiyor bizi; hepimizi… Hepimizin işi var, gücü var; memuruz, işçiyiz, esnafız, tüccarız. Hepimizi bir ay talime çekiyor ki, nefsine hâkim olmayı öğren, yememeyi öğren, içmemeyi öğren, bakmamayı öğren, günaha dalmamayı öğren. Helâli bile tatmamayı, sabretmeyi öğren diye sabrı öğretiyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:


وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ (البقرة٥٥١)


(Ve beşşiri’s-sàbirîn) “Sabredenleri müjdele, ey Rasûlüm! Sabredenlere müjdeler olsun.” (Bakara, 2/155)

Yiyebilirdi, oruç tutmayabilirdi ama tuttu; müjdeler olsun!

İçebilirdi, ama içmedi, oruç tuttu; müjdeler olsun!

Oruç tutmayıp başka işler karıştırabilirdi, karıştırmadı. Helalleri bile yapmadı; müjdeler olsun!

Allah sabredenleri seviyor.


إِن اللَََّّ مَعَ الصَّابِرِينَ (البقرة:٣٥١)

134

(İnna’llàhe mea’s-sàbirîn) Ne demek? Hep duymuşsunuzdur. “Muhakkak ki Allah sabredenleri sever ve onlarla beraberdir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)


وَاللََُّّ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ(آل عمران: ٦٤١)


(Va’llàhu yuhibbü’s-sàbirîn) “Allah sabreden kulları sever.” (Âl-i İmran, 3/146) diye de başka bir âyette geçiyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri dünyada nimet, ahirette cennet; çeşit çeşit, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin aklına, hayaline sığmayan türlü türlü ikramın, ihsanın hepsini sizlere, sevdiklerinizle beraber nasib eylesin!

Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin!

Bi-hürmeti esrâr-ı sûreti’l-fâtihah!



18. 03. 1991 - Coburg

Melbourne/AVUSTRALYA

135
07. İSLÂM’IN BEŞ AMACI
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2