23. ALLAH’IN RIZASI VE GÜZEL AHLÂK
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ
hayri halkıhî muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîn…
Emmâ ba’du feyâ eyyühe’l-ihvân! Kàle rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve sellem:
لاَ عَقْلَ كَالتَّدْبِيرِ فِي رِضَى اللَِّ، وَلاَ وَرَعَ كَالْكَفِّ عَنْ مَحَارِمِ اللَِّ،
وَلاَ حَسَبَ كَحُسْنِ الخُلُقِ (كر. أبو الحسن القدوري، وابن النجار عن أنس)
RE. 482/1 (Lâ akle ke’t-tedbîri fî rıda’llàh, ve lâ verâ’a ke’l-keffi an mehârimi’llâh, ve lâ hasebe kehüsni’l-huluk) Sadaka rasûlüllah, fi mâ kàl, ev kemâ kàl.
a. Akıl, Verâ ve Asâlet
İbn-i Neccâr’ın, İbn-i Asâkir’in, Ebü’l-Hasan el-Kudûrî’nin Peygamber Efendimiz’in senelerce hizmetinde bulunmuş olan mübarek sahabi Enes RA’dan rivayet ettiklerine göre, Peygamber SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:57
57 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.343;
Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.179, no:7889; Ali ibn-i Ebî Tàlib RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.121, no:44137; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.440, no:17216.
لاَ عَقْلَ كَالتَّدْبِيرِ فِي رِضَى اللَِّ، وَلاَ وَرَعَ كَالْكَفِّ عَنْ مَحَارِمِ اللَِّ،
وَلاَ حَسَبَ كَحُسْنِ الخُلُقِ (كر. أبو الحسن القدوري، وابن النجار عن أنس)
RE. 482/1 (Lâ akle ke’t-tedbîri fî rıda’llàh, ve lâ verâ’a ke’l-keffi an mehârimi’llâh, ve lâ hasebe kehüsni’l-huluk)
Akıl; hepimizin hürmet ettiği bir kavram. Hepimiz aklı severiz, akıllıyı severiz, akıllı olmayı temenni ederiz. Bir insana akıllı dediler mi, ona karşı saygı duyarız. Akıl büyük bir nimet.
Peygamber SAS Efendimiz diyor ki:
(Lâ akle ke’t-tedbîri fî rıda’llàh) “Allah’ın rızasını kazanma konusunda, kafasını çalıştırıp, tefekkür edip, çâreleri arayıp bulmaktan büyük akıl olmaz.” Asıl akıl o...
Yani, akıl insana dünyada para kazandıran, insanı mevki- makam, itibar sahibi yapan bir şey değil. Allah’ın rızasını kazandırabiliyorsa, akıl kıymetli. Aklını orada kullanmıyorsa, o adamın kafası, kafa değil. Allah’ın rızasını kazanmadıktan sonra, ne yapacak? Şu mülkün sahibi Mâlikü’l-mülk, Rabbü’l-âlemîn olan, yeri göğü yaratan, bize nimetleri veren Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmıyor ve o hususta tefekkür etmiyor, çareler aramıyor. Ona akıl mı denir?
Bazıları sinirleniyor, bu gibi durumlarda:
“—Onun aklına turp sıkayım!” vs. diyorlar.
Allah’ın rızasını kazanamadıktan sonra, akıl değil ki. Allah’ın rızasını kazanmak akıllılık. Allah’ın rızasını kazanmak konusunda tefekkür etmek kadar güzel akıl olmaz. Kafayı buna çalıştıracağız. Sabahtan akşama, geceden gündüze, “Nasıl hareket edersek rızasını kazanabiliriz?” diye var gücümüzle tefekkür edeceğiz. “Şu kâinatın sahibi, şu mülkün sahibi, Mâlikü’l-Mülk olan Allah’a, nasıl sevgili kul olabiliriz?” diye, çaresini arayacağız.
Ne kadar para kazanırız? Nasıl daha çok kazanırız? Dünya için böyle düşünüyoruz; gecemizi, gündüzümüzü harcıyoruz; ondan daha önemli olan bu! Ne güzel bir tavsiye. Allah aklımızı öyle kullanmayı nasip etsin.
(Ve lâ verâa ke’l-keffi an mehârimi’llâh) Verâ’ dediğimiz şey, takvânın ileri mertebesi… Takvâ sahibi olan bir insan, günahlardan, haramlardan sakınır. Verâ’ sahibi insan, daha titizdir, şüpheliden de kaçınır. Şüpheli şeyin yanına da yanaşmaz. Bir şeyin haram olma ihtimali varsa, onun yanına bile gitmez. Ona verâ’ sahibi deniliyor.
Efendimiz buyuruyor ki: “Allah’ın sevmediği, yasak ettiği şeylerden, insanın elini çekmesi kadar, haramlardan uzak durması kadar kuvvetli verâ’ olamaz, takvâ olamaz.” En güzeli bu...
Aklın en güzeli, Allah’ın rızasını kazanmak için çalışan akıl; verânın en eşsizi, emsâlsizi, en mükemmeli de, haramlardan, günahlardan, insanın kendisini koruyabilmesi. İçki içmiyor, faize bulaşmıyor, ne güzel! Başkasının kul hakkına bulaşmıyor, üzerine almıyor, ne güzel! Şüpheli gıdaları yemiyor, sözüne vaadine dikkat ediyor, alış-verişine, satışına, alışına ölçüsüne-tartısına dikkat ediyor. Haram olan her şeyden kaçınıyor. İşte, çok güzel bir vasıf…
Efendimiz’in bu hadis-i şerifte bize tavsiye ettiği çok mühim, dinin direği gibi önemli üç noktanın üçüncüsü de;
(Lâ hasebe kehüsni’l-hulük) “Güzel huyluluk, iyi ahlâklılık kadar da asalet olmaz.”
Bu hadis-i şerifi, hepimizin çok iyi öğrenmesi, yazması, evinin duvarına yazdırtması lâzım!
Demek ki, “İnsanların yanında kıymetli olan şeyler nedir?” diye düşünecek olursak, akıl kıymetlidir. Akıllı insanı herkes sayar, sever, hürmet eder. Sonra dindarlık, takvâ kıymetlidir. Sonra, soyluluk kıymetlidir. İnsanlar bir soy güzelliği, bir huy güzelliği, kalp güzelliği arıyor; bir de, kafasının çalışmasını, aptal,
manyak, geri zekâlı olmamasını arıyor.
Efendimiz bu üç güzel vasfın, hangi yolda çalışması gerektiğini söylüyor.
Allah’ın rızasını araştırmak ve onu düşünmekten daha üstün akıl olmaz. Demek ki, aklın asıl vazifesini anlamış oluyoruz. Bu çok güzel, tamam.
İkincisi; Allah’ın haram kılmış olduğu şeylerden, el çekmekten daha güzel verâ olmaz. En güzel dindarlık bu.
Üçüncüsü; soyluluk. En güzel soyluluk da güzel huyluluk. Yani, “Babası falanca eşraftan, filanca sülâleden” demiyor. Padişah-zâde, sultan-zâde demiyor. Huyu güzelse, asildir o kimse. O bakımdan, bu üç şeye, çok dikkat edelim!
Tekrar söylüyoruz; dikkat edeceğimiz üç şey var.
1- Kafamızı, aklımızı, fikrimizi, Allah’ın rızasını kazanmakta harcayacağız, kullanacağız, çalıştıracağız!
2- Tüm dindarlığımızla, olanca gücümüzle, Allah’ın haram kıldığı şeylerden kaçınacağız! Hangi şey haramsa, yasaksa, Efendimiz tarafından “Yapmayın!” diye, öğütlenmiş, tavsiye edilmişse, yapmamağa dikkat edeceğiz!
Bu neyi gerektiriyor? Hadisleri okumayı gerektiriyor. Kur’an’ı okumayı, öğrenmeyi; çalışmayı gerektiriyor. Okul talebesi gibi çalışmamız lâzım. Cami cemaati olarak, sizler ve bizler,
hanımlarınız ve çocuklarınız, müslüman olduğu için müslümanlığı öğrenme çalışması yapmamız gerekiyor. Eline kalemi alacak, yazacak: “Şu haram, şu haram, şu haram. Efendimiz şunu, şunu, şunu yasak etti!” Bunları öğrenecek, ezberleyecek, tekrar edecek… Çok önemli”. 3. En güzel soyluluk da güzel huyluluktur. Güzel huyun emsali yoktur.
b. Güzel Huylu Olmanın Mükâfatı
Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:58
58 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.668 no:4798; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.90, no:24639; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.128, no:199; Beyhakî, Şuabü’l-İman,
إنّ الرَّجُلَ لَيُدْرِكُ بِحُ سْنِ خُلُقِهِ، دَرَجَاتِ قَائِمِ اللَّيْلِ صَ ائِمِ النَّهَارِ
(حم. ك. عن عائشة)
(İnne’r-racüle leyüdrikü bi-hüsni hulukıhî, derecâti kàimi’l-leyli sàimi’n-nehâr) “Bir müslüman, güzel huyluluğu sayesinde, geceleri uyumayıp sabahlara kadar seccadede ibadet eden, namaz kılan; her gün de, gündüzleri yaz demeyip, kış demeyip, uzun gün, sıcak gün, zor tutulur demeyip, her gün sabahtan akşama oruç tutan bir insanın; gündüz sàim, gece kàim, bir insanın derecesine çıkar.”
Böyle bir dereceye bir insan, nasıl ulaşır? Güzel huyu sayesinde. Ahlâk-ı hasenesi, hamîdesi, hüsnü hulüku sayesinde... Onun için, sizler, hanımlarınız, çocuklarınız ve bizler, bütün müslümanlar güzel huylu olmağa dikkat edeceğiz.
Güzel huyluluğu da yazacağız. Bir güzel huyluluk defteri alalım veya aldığımız defterde birkaç bölüm olsun. Haramları yazdığımız bir bölüm olsun, duydukça yazalım oraya. Bir güzel huylar bölümü olsun, güzel huyları yazalım. Neler güzel huysa, kimden, nasıl bir güzel davranış ve huy duymuşsak, öğrenmişsek, görmüşsek onu yazalım.
Allah’ın rızası nereden kazanılır? Nasıl kazanılabilir? Fa-lanca
ne yapmış? Filanca ne yapmış? Filanca zeki, âlim, fâzıl, akıllı, kurnaz insan. Allah’ın sevgili kulu olmak için, ömrünü nasıl geçirmiş? Bir de onu yazalım. Allah’ın rızasını kazanma yollarını, Rıza-i Bârî’yi tahsil etme yollarını öğrenelim!
Hepimiz talebeyiz, öğrenciyiz, araştırıcıyız, araştırmacıyız,
c.VI, s.237, no:7998; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.194, no:731; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.VI, s.313; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.468, no:3785; İbn-i Adiy, kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.220; Ukaylî, Duafâ, c.IV, s.464, no:2098; Hz. Aişe RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.4, no:5147; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.290, no:6322.
incelemeciyiz; bunları inceleyeceğiz. Güzel huylar, nelerdir? Yazacağız.
Allah’ın haramları, Peygamber Efendimizin yasakladığı şeyler nelerdir? Bunları öğreneceğiz. Allah’ın rızasını kazanmak için ne gibi güzel şeyler yapmamız lâzım! Namaz mı kılacağız, tesbih mi çekeceğiz?
“Sabah namazından sonra şunu okursan şu sevap, cuma namazının arkasından şöyle yaparsan bu sevap. Cuma namazından evvel yıkanırsan böyle bir sevap... Fakire şöyle sadaka verirsen, şu zamanda, şöyle sevap; şu hayrı yaparsan böyle; yetimleri gözetirsen şu kadar sevap…” demiş Peygamber Efendimiz.
Parmaklarını birbirine yanaştırarak; “Yetimleri gözeten kimse cennette, benimle böyle olacak” demiş. Yani, o insan Peygamber Efendimizin yanında olacak. O zaman, bir yetimi alıp bakıvermek lâzım!
“—Bizim bir arkadaşımız vardı. Doğum yaparken kız kardeşi öldü; arkada dört beş tane küçük çocuk kalıverdi. Yetim.” Annesiz, babasız kalıveriyor çocuklar; bu durumda yakınları bakacak. Hem de, ona annesinin, babasının olmadığını hissettirmeyecek şekilde, iyi muamele etmesi lâzım! “Bu nasıl olsa anasızdır, babasızdır” diye bakmalı değil; güzel muamele etmesi lâzım! İnşaallah hepimizin bir defteri olur da, bunları yazarız ve her duyduğumuzu da uygularız.
Ben bir kere size şimdiden belirteyim ki, Allah’ın rızasını kazanmak için en güzel, en kıymetli çalışmalardan birisi ilim öğrenmektir. Şu anda bizim yaptığımız şey, en kıymetli çalışmadır. Ben söylüyorum, siz dinliyorsunuz. Söyleyen, dinleyen, fark etmez. İkisi sevapta müşterektir. İlim, hadis okuyoruz, öğreniyoruz. Bunun sevabı çok.
Âlimlerden birisine sormuşlar:
“—Allah sana yarın öleceksin bir günün kaldı diye malûm etseydi, ne yapardın?”
Demiş ki:
“—İlimle meşgul olurdum, ilimle…”
“—Bir gün sonra öleceksin, kafandakilerle kabre gireceksin.”
“—Olsun. İlimle meşgul olmak, en büyük sevap olduğu için, ilim öğreneceğiz.” Kur’an’ı öğreneceğiz Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek sevap. Kur’an- ı. Kerim’den bildiği sûreleri, âyetleri unutmak da, çok günah. “Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini unutmak kadar büyük günah yok” diyor, Peygamber Efendimiz.
“—Küçükken ezberlemiştim ama, şimdi söyleyemem.” “—Şu sûreyi oku!” “—Kusura bakma, şimdi okuyamam.” “—Neden?” “—Tereddüdüm var; unuttum, gevşettim, yıprattım, hâfızam hepsini tam toparlayamaz.” Çok büyük günah... “Kur’an’ı unutmaktan, büyük günah yok” diyor, Peygamber Efendimiz. Onun için, hayırlı işlerden birisi olarak, Kur’an öğrenmeğe, ilim öğrenmeğe gayretli olun. Ahlâkın güzellerini öğrenmek gerektiği kadar, çirkinlerini de öğrenmek lâzım. Çünkü çirkinlere de düşmemek gerekiyor. Üzerimizde varsa çirkin huyları da atmak gerekiyor.
Gümüşhaneli Hocamız Ahmed Ziyaeddin Efendi Hazret- lerinin, (Kaddesa’llahu sirrahu’l-azîz, Allah şefaatine erdirsin!) “Tarikatlarda Usûl” kitabında nefsin kötü huylarını sıralamış. Bunların teksirini yapalım ve arkadaşlara dağıtalım. Herkes okusun. Hem kendisinde bu kötü huylar varsa atsın; hem de, çevresindeki insanlar, buna göre baksın, değerlendirsin.
“—Falanca adam nasıl? Gör bakalım. Şu huyları var mı yok mu, üzerinde?”
Yoksa, iyi insan. Varsa, bu çirkin huylar, iyi değil; o adamın kötü olduğu anlaşılıyor. İnşaallah bunların teksirini yaptıralım! Asıl Arapçası olsaydı da, Arapçasına baka baka tashih etseydik, daha iyi olurdu ama, ilk önce, hayırlı işte acele etmek lâzım derler - hemen teksir ettirelim!
c. Günahta Adak Adamak
Bir hadis-i şerif daha izah edelim:59
لاَ نَذْرَ في مَعْصِيَةٍ وَلاَ غَضَبٍ، وَكَفَّارَتُهُ كَفَّارَةُ يَمِينٍ (ن. عن عمران بن حصين)
(Lâ nezre fî ma’siyetin ve lâ gadabin, ve keffaretühû keffâretü yemîn) İnsan adak adıyor. Meselâ, “Şu gemiden, şu dalgalardan kurtulursam bir kurban keseceğim. Sahil-i selamete çıkarsam, şu fırtınadan kurtulursam, bir kurban keseceğim.” Buna ne diyoruz biz? Adak diyoruz. Arapça’da ne deniliyor? Nezir deniliyor.
Ama, bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz ne buyuruyor:
(Lâ nezre fî ma’siyetin ve lâ gadabin) “Müslüman, günah olan bir şeyi adamışsa veya kızgınlıkla, gazapla öfkeyle bir şey adamışsa, o zaman, ona o adağını yerine getirmek gerekmez.” Meselâ, adam diyor ki, şu hastalıktan kurtulursam, bir ziyafet çekeceğim. Kebap isteyene kebap, meyva isteyene meyva, içki isteyene içki. İyi ama, içki içmek de günah, sunmak da günah. Ne oldu? Günah olan bir şeyi nezretti. Nezri hatalı yaptın. Herkesin gönlü hoş olsun. Sarhoşu da memnun edeceksen, olmaz.
(Ve keffaretühû keffâretü yemîn) Günah nezredilmişse, onu yerine getirmemek tavsiye ediliyor. Getirmek değil de, getirmemek tavsiye ediliyor. Yemin keffareti verilecek, yani on fakire sadaka-i fıtır miktarı para verecek, fakat o işi yapmayacak. “Söz verdim artık, yapacağım!” demeyecek. Yani, kötü olan şeyi
59 Neseî, Sünen, c.XII, s.182, no:3787; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.IV, s.443, no:19999; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XVIII, s.164, no:364; İmran ibn-i Husayn RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.713, no:46482; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.456, no:17259, 17260.
adamışsa, yapmamalı... “Ahdediyorum ki, nezrediyorum ki şu kötü işi yapacağım!” diyen insan, onu yapmayacak. Bunu bilin!
d. Gerçek Mü’min Olmanın Şartı
Bir başka hadis-i şerif:60
لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَلَدِهِ، وَوَالِدِهِ، وَالنَّاسِ
أَجْمَعِينَ (خ. م. ن. ه. حم. در. حب. ع. هب. عن أنس)
(Lâ yü’minü ehadiküm hattâ ekûne ehabbe ileyhi min veledihî, ve vâlidihî, ve’n-nâsi ecmaîn.) “Beni annenizden, babanızdan, evlâdınızdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam mü’min olamazsınız!” buyuruyor.
Çok mühim bir hadis-i şerif. Hatırımızda tutmamız gereken bir konu. Peygamber Efendimiz diyor ki:
“—Ben, kendisine oğlundan, babasından, diğer insanların hepsinden daha sevgili bir durumda olmadıkça sizden biriniz gerçek mümin olamaz; mümin-i kâmil olamaz.” Hepimizin, Rasûlüllah’ı, çocuğumuzdan da, babamızdan da, sevme durumunda olduğumuz bütün insanların hepsinden de daha çok sevmemiz lâzım! Bu olmazsa, o insanın imanı eksik kalır. Rasûlüllah’ı sevmeyi öğrenememiş, kalbine Rasûlüllah’ın sevgisini yerleştirememiş. Bu zamanın insanlarının zaten kusurlarının çoğu buradan kaynaklanıyor. Rasûlüllah’ı tanımıyor ve sevmiyor, sevemiyor. Sevmek istemiyor mânâsına değil de, o
60 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.14, no:15; Müslim, Sahîh, c.I, s.67, no:44; Neseî, Sünen, c.VIII, s.114, no:5013; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.26, no:67; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.177, no:12837; Dârimî, Sünen, c.II, s.397, no:2741; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.405, no:179; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.23, no:3258; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.129, no:1374; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.534, no:11744; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.355, no:1175; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.29, no:70; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.490, no:17360.
konuda çalışmamış, tefekkür etmemiş, düşünmemiş. Sanıyor ki, kulaktan dolma bilgilerle müslümanlığı tamam oluyor, imanı tamam oluyor.
Müslüman, Rasûlüllah’ı herkesten daha çok sevecek. Çünkü Allah’ın emirlerini getiriyor. Allah’ın sevdiği bir kimse. Çünkü Kur’an’ı o getirmiş; dinimizi o tebliğ etmiş. Çünkü Allah, kendisine ittibâ etmemizi, Kur’an-ı Kerim’de emretmiş. O bakımdan, hepiniz onu en üstün insan olarak göreceksiniz; sünnetini öğreneceksiniz, yolunca yürüyeceksiniz, rızasını kazanmağa, sevgisini kalbinizde pekiştirmeğe çalışacaksınız. Allah nasip etsin!
Allah, Rasûlüllah SAS’ın sevgisini gönlünüze yerleştirsin! O’nun da, sevdiği razı olduğu ümmet olmayı, sizlere de, sevdiklerinize de nasip etsin!
Bi-hürmeti esrarı sûreti’l-fâtihah!..
08. 04.1991 - Melbourne / AVUSTRALYA