24. İSLÂM’DA BARIŞ VE KARDEŞLİK

25. ALİMİN ÜSTÜNLÜĞÜ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d. Fekàle’n-nebiyyü SAS:


a. Alimin Abide Üstünlüğü


Peygamber SAS Efendimiz buyuruyorlar ki:97


فَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ، كَـفَـضْلِي عَلَى أَدْنَاكُمْ . إِنَّ اللهََّ عزَّ وجلَّ،


وَمَلاَئِكَتَهُ، وَ أَهْلَ السَّمّٰوَاتِ وَ اْلأَرَضِ، حَتَّى النَّمْلَةَ فِي جُحْرِهَا، وَ


حَتَّى الْحُوتَ فِي الْـبَحْرِ لَيُصَـلُّونَ عَلّٰى مُعَلِّمِ النَّاسِ الْخَيْرَ (ت. طب.

عن أبي أمامة)


ME. 811 (Fadlü’l-àlimi ale’l-àbidi, kefadlî alâ ednâküm.

İnna’llàhe azze ve celle, ve melâiketehû, ve ehle’s-semâvâti ve’l-ard, hatte’n-nemlete fî cuhrihâ, ve hatte’l-hûte fi’l-bahri leyusallûne alâ muallimi’n-nâsi’l-hayr.) Sadaka rasûlü’llàh fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Cemaat toplanıncaya kadar, Peygamber SAS Hazretleri’nin mübarek hadis-i şeriflerinden bir demet okuyalım, tefeyyüz



97 Tirmizî, Sünen, c.V, s.50, no:2685; Dârimî, Sünen, c.I, s.100, no:289; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.233, no:7911-7912; Temmâmü’r-Râzî, el- Fevâid, c.II, s.98, no:1243; İbn-i Hacer, Ravdatü’l-Muhaddisîn, c.VIII, s.269, no:3440; Ebû Ümâme el-Bâhilî RA’dan.

Hàris, Müsned, c.I, s.55, no:38; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.145, no:28740; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.86, no:1828; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.442, no:14687; RE. 323/1.

484

edelim, Peygamber Efendimiz’in şefaatine nâil olalım diye konuşmaya başlıyoruz. Rabbimiz, Peygamber SAS Efendimiz’in şefaatine cümlemizi nail eylesin...

Tirmizi’nin rivayet ettiğine göre SAS Hazretleri buyurmuşlar ki: (Fadlü’l-àlimi ale’l-àbidi kefadlî alâ ednâküm.) “Alimin ibadet eden bir kimse üzerine üstünlüğü; bilen insanın sadece ibadetle meşgul olan, ilimle meşgul olmaksızın sadece ibadetle meşgul olan bir kimse üzerine üstünlüğü, benim sizden en aşağı bir kimsenin üzerine olan üstünlüğüm gibidir.”

(İnna’llàhe azze ve celle, ve melâiketehû, ve ehle’s-semâvâti ve’l- ard,) “Hiç şüphe yok ki, Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ Hazretleri ve onun cümle melekleri, yeryüzünün ve semâların ehli olan varlıklar, (hattâ en-nemletü fî cührihâ, ve hattâ el-hùtü fi’l-bahri leyüsallûne alâ muallimi’n-nâsi’l-hayr.) hatta deliğindeki karınca, hattâ denizdeki balık bile, insanlara hayrı öğreten kimseye dua ederler, salât ü selâm eylerler.”

Onun için, müslümanın her şeyden önce ilimle meşgul olması gerekiyor.


Muhterem kardeşlerim, muhtelif ülkeler gezip gördünüz, ben de gezdim gördüm. Avrupa’daki ülkeleri gördüm, Ortadoğu ülkelerini gördüm, İran’ı gördüm, Suriye’yi, Irak’ı gördüm, Suudi Arabistan’ı gördüm, Mısır’ı gördüm, Libya’yı gördüm ve şunu anladım ki, insanlar arasındaki fark, bilgiden, bilginin farklılığından kaynaklanıyor. Yani bilen insanlar ileriye gidiyorlar, cahil kalan insanlar geride kalıyorlar.

Onun için, dinimizin bu ilme dair teşviklerine çok kulak vermeliyiz. Bizim dinimiz bizi ilme teşvik etmiş. Peygamber SAS Efendimiz peygamber olduğu zaman, bulunduğu şehirde on on beş kişiden fazla okuma yazma bilen yokmuş. Sadece okuma yazma bilmek de meseleyi halletmiyor biliyorsunuz. Okuma yazma bilen insan yokmuş ama, İslâm geldiği zaman ilme çok önem vermiş. Hatta, Bedir harbinde esir alınan müşriklerin bir kısmı fidye-i necat ödemiş, ailelerine geri verilmiş. Bir kısmına da Peygamber SAS şart koşmuş; “Okuma yazma bilen müşrik esirlerden, kim on

485

müslümana okuma yazma öğretirse, o kurtulacak; yâni esirlikten çıkacak ve memleketine gönderilecek!” diye bildirmiş ki, herkes ilim öğrensin...


Kadınlar da ilim öğrenmeli! Hazret-i Aişe Validemiz’e kendisi ilim öğretmiş, yazı öğrettirmiş ve Hazret-i Aişe Validemiz, sahabe- i kiram arasında hatırı sayılır bir alim olmuş. Onu için bu hadis-i şerifi ve açıklamalarını dinleyen hanım kardeşlerimizin de örnekleri, nümuneleri, Hazret-i Aişe Validemiz’dir. Nasıl Hazret-i Aişe Validemiz tefsir biliyordu, hadis-i şerif biliyordu, fıkıh biliyordu, feraiz ilmini biliyordu, tıp ilmini biliyordu, rüya tabiri ilmini biliyordu, daha başka ilimleri biliyor idiyse, bizim hanımlarımızın da ilme çalışması, öğrenmesi uygun olur.

Hanımlar ilme çalışır da beyler yerinde kalırsa yakışık alır mı?

Hiç yakışık almaz. Onun için beylerin de ilme olanca gücüyle çalışmaları lazım geliyor. Evimizdeki kitapların içinde o kadar güzel bilgiler var ki, insan o sayfaları açıp okumaya başladığı zaman, dışarıdaki güneşi, çayırı, çimeni, çiçeği gözü görmüyor. İçerisi daha güzel, sakin, günlük, güneşlik bir yer gibi oluyor; daha tatlı oluyor. Onun için mutlaka ve mutlaka ilme çalışalım!

“—Hocam benim şimdi gözüm biraz zor görüyor, yaşım da biraz ilerlemiş... Çocukluk çağında da değilim, okula da gidecek halim yok... Ben şimdi şuracıkta çok namaz kılayım, çok tesbih çekeyim, sevabı öyle kazanayım!” derse bir insan, böyle düşünen insanın muhakemesine karşı, Peygamber Efendimiz’in bu hadis-i şerifi tam bir cevap oluyor.

Diyor ki:

—İbadet edene alim olanın üstünlüğü çok fazla!

—Ne kadar fazla?

—Peygamber SAS Efendimiz sahabesinden ne kadar yüksekse, o kadar... Sahabesinden, ashabından en aşağı tabakadaki bir kimseye Peygamber Efendimiz’in üstünlüğü ne kadarsa, alimin de üstünlüğü o kadar... Evet, namaz kılmak sevap, tesbih çekmek sevap ama, ilim çok daha fazla sevap...

486

Onun için, biz şimdi meselâ arkadaşlar toplanıncaya kadar durup tesbih çekseydik veya namaz kılsaydık, şu hadis-i şerifi öğrenirken kazandığımız sevabı alamazdık. İftarda biraz keyifli iftar ediyor insan, kalkamıyor. “Ooo, yatsıya on dakika kalmış, beş dakika kalmış!” filan derken, evinden zar zor çıkabiliyor. Arabasına atlıyor, yollarda ışıklar var, trafik var; buraya gelinceye kadar, on beş dakika gecikiyor. Biz, o kardeşlerimiz namazdan mahrum kalmasınlar diye burada biraz bekleyeceğiz, bekliyoruz. Ama, “Beklerken tesbih çeksek, Kur’an okusak ya!” veyahut, “Namaz kılsak ya!” derseniz, işte bütün bunlardan hadis okumak daha sevap... Çünkü ilim öğrenmek daha sevap!

Onun için, ilim öğrenmeye başka zaman da gayretli olun! İlim öğrenenin fazileti yüksek olduğundan ve gökteki, yerdeki her varlığın, meleklerin, hattâ Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin lütfuna, keremine erdiğinden, hep ilim öğrenmeye koşturun!


Sonra, en son cümleye dikkat edin ki: (İnnallàhe azze ve celle,

487

ve melâiketehû, ve ehles semâvâti vel ard, hattâ ennemletü fî cührihâ ve hattâ elhùti fil bahri leyüsallûne alâ muallimin nâsil hayr.) “İnsanlara hayır öğretenlere, bütün bu varlıklar dua eder.” diyor Peygamber Efendimiz... Demek ki, insan ilim öğrenecek.

İki şeyle, iki sebeple insan ilmi öğrenmeli.

1. Öğrendiği ilimleri, bilgileri tatbik etmek...

“Yalan söyleme!” demiş Peygamber Efendimiz; “Sûizan etmeyin, gıybet etmeyin, iftira olmasın!” demiş Peygamber Efendimiz... Tamam duyduğumuzu tatbik edeceğiz.

2. Bildiğimizi başkalarına da öğreteceğiz.

“Hocam, şimdi ben kalkıp da öğretmenlik yapacak durumda değilim!” demeyin; etrafınızdaki hanımınıza öğretseniz kârdır, çocuğunuza öğretseniz kârdır. Çocuklar sizden öğrenecekler, görgüyü sizden alacaklar, ilmi sizden öğrenecekler. Hanımlar sizden öğrenecekler, Siz teşvik ederseniz, siz sıkı tutarsanız işi, onlar da iyi yetişir, kaliteli yetişir. Sonra yüzünüz güler, el-hamdü lillâh dersiniz. Evlâdınızın hayrını görünce, yükseldiğini görünce, yüksek mertebelere, maddi, manevi bakımdan iyi derecelere vasıl olduğunu görünce iftihar edersiniz.


Onun için ilmi öğrenin, tatbik edin, başkalarına da öğretin! Kime, ne kadar insana öğretebilirseniz, kârınız o kadar çok olur. Hazret-i Ali Efendimiz’in sözü aklınızdan çıkmasın:

“—Bana bir harf öğretenin, ben kölesi olurum!” buyurmuş mübarek, Emirel mü’minîn Hazret-i Ali (RA ve KV)...

Bir harf bile öğretmek, yani az bir şey de öğrense, o kadar üstün oluyor.

O bakımdan, şu Ramazan’da lütfen zaman ayırın! Din kitaplarımızın dişinize göre, seviyenize göre olanlarını da kütüphaneden çekin, okuyun! Çoluk çocuk okuyun veya kendiniz okuyun! Cebinize cep kitaplarından koyun, okuyun! Bizim bu Avrupalılardan ve diğer milletlerden farkımız, okuma alışkanlığımızın az olması... Çok ayıp ama, söyleyeceğim.


Konya’dan bizim arkadaşlardan bir tanesi, bir Japon gelin

488

almış. Japon kız Beyoğlu Müftülüğü’ne gitmiş, kendiliğinden müslüman olmuş. O da ondan sonra o müslüman olan Japon kızını oğluna almış. “Hocam, öyle memnunum ki, o kadar terbiyeli ki, hayret edersin!” diyor, bana anlatırken... “Bizim hanımdan daha itaatli... Bizim hanımın arada biraz bana böyle sert çıktığı olur. Bakıyorum onda hiç bir tepki yok... Gayet güzel edep ve terbiyeli...” diyor. Bir de:

“—Hocam, çok okuyorlar. Bizim oğlan gelinle beraber Japonya’ya gitti; Yüznumaralarında bile kitap rafı varmış.” diyor.

Yüznumaralarında kitap rafı var ne demek, tuvalet ihtiyacını görürken bile okuyorlar demek... Yani ayıp dediğim nokta burası... Bre insaf deriz, hey Allah’ım deriz, şaşırırız değil mi? Şaşırılacak bir şey! Yani orada bile, iki dakikası var, o iki dakikası boş geçmesin diye zamanını, dakikasını hesaplarken; biz de dakikaları, saatleri, ayları, yılları su gibi boşuna harcasak ne olur? Arazi paylaşılır. Onlar Ay’a, yıldızlara gitmeye kalkışırlar, biz yerimizde sayarız. Böyle olur, olacağı bu...


İsterlerse bizi toz ederler, tozumuzu havaya savururlar. Gene onlar biraz demokratik filan davranıyorlar da, saldırmıyorlar. Yoksa daha kuvvetliler. Neden? Çok okumuşlar, öğrenmişler. Televizyonu biz bulamadık, onlar buldu. Radyoyu biz bulamadık, onlar buldu. Arabayı biz bulamadık, onlar buldu. Uçağı biz bulamadık onlar buldu. Öyle değil mi?

Bir zamanlar bizim dedelerimiz iyi çalışmışlar. Fatih Sultan Mehmed havan topunu bulmuş... Bilmem Osmanlı alimlerinden filâncası arkasına fişekler takmış, ateşlemiş, havalarda uçmuş, kanatlarıyla bilmem nereye inmiş. Topkapı Sarayı’nda bir gösteri yapmış padişahın önünde vızzz, havalara bir çıkmış füze gibi bir şeyle; ondan sonra inmiş selam vermiş padişaha... Bir de demiş ki:

“—Semâvât ehlinden sana selam getirdim ey devletli padişahım!” diye bir de latife yapmış yani...

Nerede? Galata Kulesi’nden uçmuş, Üsküdar’daki Doğancılar meydanına inmiş. Hani nerede? Biz geliştirmemişiz, okumamışız. Şimdi Computer çıktı, elektronik cihazlar çıktı, her şey

489

dokunmayla yapılıyor. Japonlar bir araba yapmışlar, anahtara lüzum yok. Parmak izini gösteriyorsun, araba onun sahibi olduğunu anlıyor, çalışmaya başlıyor.

Hattâ öyle şeyler yapmış ki, “Dur! Kalk! Git!” ağzıyla komut verince, yerine getiriyor. Yâni bu hale getirdiler ilmi... Maskaraya çevirdiler, kukla gibi oynatıyorlar her şeyi, ellerinden geldiği gibi... Biz de daha bir şey yapamıyoruz. Yani, onların yaptığını takipten gözümüz yılıyor. Yani, gözümüzle bile takip etmekte

yetersiz kalıyoruz. Çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız. Yani çok çalışmamız lâzım dinimiz için...


Din ilimlerini de bilmiyoruz. Hadi mesela din ilimlerini çok iyi bilsek, “O öyle uçarsa, ben de kerametle uçarım!” deriz. Dinini de bilmiyor ki. Eski büyüklerimiz anlatırlar. Birisinin arazisini gasb

ediyormuş başkaları; adam da iyi hocaymış. Öyle sıradan bir hoca değilmiş. Yeğeni demiş ki:

“—Amca, ben çifteyi alacağım, bu adamları öldüreceğim, bizim arazileri işgal ediyorlar, yerleşiyorlar. Bak buralar tapulu malımız, ama onlar dinlemiyorlar. Hepsinin hakkından geleceğim!” demiş.

“—Evladım, şu ocaktan maşayı al bakalım!” demiş.

Almış maşayı; “—Bırak elinden maşayı şimdi!” demiş.

Maşayı bırakmış. Bırakmış ama, maşa düşmemiş yere... Maşa havada duruyor.

“—Bak evlâdım! El-hamdü lillâh ibadetle, tâatle Allah yolunda karınca kararınca yürümem sayesinde, Allah bana bu imkânları nasib etti. Bak sen maşayı bırakıyorsun elinden, maşa havada duruyor, düşmüyor. Yâni keramet yoluyla ben onu düşürttürmüyorum. İstesem onları durdururum ama, sabretmek daha iyi!” demiş.

Yâni, sabretmek iyi olduğundan, Allah’tan korktuğundan işi Allah’a havale ettiğinden elindeki mânevî imkânı kullanıp durdurmuyor. Hiç olmazsa öyle alim olalım!

490

Allah’ın öyle sevgili kulu olsak... Meselâ: “Bas ayağımın ucuna ve yum gözünü!” demiş, yummuş. “Şimdi aç gözünü!” demiş, açmış. Bir de bakmış, Mekke-i Mükerreme’de... Yâni böylelerini duyuyoruz; oluyor, olduğunu biliyoruz. Karşısındakinin gönlünden geçeni biliyor. Biz de o da yok, bu da yok... Çalışmayınca olmaz ki...

Yâni din kitaplarının da okunması lâzım! Okumadan, çalışmadan, dirsekler masaya dayana dayana çürümeden ilim gelmez ki... İlim kolay gelemez ki insana... Onun için ilme çalışalım, dinimizi öğrenelim, dünyamızı öğrenelim; Allah yolunda edeple, tevazu ile, terbiye ile Rabbimizin rızası yolunda gayretli olalım! Başka bir hadis-i şerifte Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:98



98 Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.341, no:3641; Tirmizî, Sünen, c.II, s.341, no:3641; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.81, no:223; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V,

491

فَضْلُ العَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ ، كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلّٰى سَائِرِ


الْكَوَاكِبِ (حل. عن معاذ)


RE. 323/4 (Fadlü’l-àlimi ale’l-àbidi kefadli’l-kameri leylete’l- bedri alâ sâiri’l-kevâkib.) “Alimin àbid üzerine üstünlüğü, dolunayın olduğu gecede, gökyüzünde dolunay ne kadar büyükse, öbür yıldızlar ne kadar sönük kalırsa, o kadar daha fazladır.” Birisi pırıl pırıl, öbürleri küçücük nokta halinde… Onun için, ilme gayret gösterelim!


b. Kur’an-ı Kerim’in Üstünlüğü


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:99


فَضْلُ الْقُرْآنِ عَلَى سَائِرِ الْكَلاَمِ، كَفَضْلِ الرَّحْمّٰنِ عَلّٰى سَائِرِ خَلْقِهِ

(ع. في معجمه، هب. عن أبي هريرة)


812. (Fadlü’l-kur’âni alâ sâiri’l-kelâmi, kefadli’r-rahmâni alâ sâiri halkıhî.) “Kur’an-ı Kerim’in diğer sözlere üstünlüğü, Rahman


s.196, no:21763; Dârimî, Sünen, c.I, s.110, no:342; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.289, no:88; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, c.II, s.262, no:1696, 1697; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.II, s.224, no:1231; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.I, s.398, no:368; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXV, s.247; İbn-i Ebî Şeybe, Müsned, c.I, s.51, no:47; Ebü’d-Derdâ RA’dan.

Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IX, s.45; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.129, no:4347; Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.X, s.258, no:28746 ve s.275, no:28795; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.841, no:1848; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIV, s.442, no:14686 ve c.XX, s.403, no:22469; RE. 323/4.


99 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.II, s.404, no:2208; Ebû Ya’lâ, Mu’cem, c.I, s.310, no:89; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.516, no:2301; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.445, no:14693.

492

olan Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin sâir mahlûkata üstünlüğü gibidir.” Çünkü, Allah yaratandır, ötekiler mahluktur. Çünkü, Kur’an Allah’ın kelâmıdır, ötekiler mahlûk kelamıdır.

Onun için bu faziletli Kur’an-ı Kerimi, bu mübarek Ramazan ayında güzelce okuyalım; mânâsını, tefsirini, meâlini takip edelim. El-hamdü lillâh, hafız kardeşlerimiz ikindide oturdular şurada...

“—Hangi cüz okunacak hocam?”

“—İkinci cüz...”

Başladı, gözünü yumdu, ikinci cüzü okudu. Ne güzel, ezberinden gayet güzel okudu. Biz de böyle baklavayla börek yermiş gibi kemâl-i afiyetle, dikkatle, lezzet ala ala dinledik, feyzyâb olduk. Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemizi Kur’an-ı Kerim’in şefaatine nail eylesin...


c. Gece Namazının Üstünlüğü


Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:100


فَضْلُ صَلاَةِ اللَّيْلِ عَلَى صَلاَةِ النَّهَارِ، كَفَضْلِ صَدَقَةِ السِّرِّ عَلَى صَدَقَةِ الْعَلاَنِيَةِ (ابن المبارك، طب. حل. عن ابن مسعود)


ME. 815 (Fadlü’s-salâti’l-leyli alâ salâti’n-nehâri, kefadli sadakati’s-sirri alâ sadakati’l-alâniyeti.) Bir gece namaz kılmak var, bir gündüz namaz kılmak var... Gece namaz kılarsa, evinde kimse görmez. Gündüz namaz kılarsa camide, herkes görür.



100 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, s.205, no:8998; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.502, no:4426; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.130, no:3098; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.II, s.271, no:6672; Abdürrezzak, Musannef, c.III, s.47, no:4735; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.II, s.519, no:3518; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.130, no:4349; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.8, no:23; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.IV, s.167; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.788, no:21411; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.450, no:14703.

493

Dışarda herkes: “Hà, bu adam ibadet ediyor, mâşâallàh!” filân diye, ibadet ettiğini anlar. Ötekisi gizli, berikisi aşikâr... Bunlar arasındaki fark nasıldır? Gizliden sadaka vermenin sevabı nasıl çoksa, herkesin gözü önünde vermekten gizli vermek ne kadar çok sevaplıysa, geceleyin namaz kılmanın sevabı da gündüz kılmaya göre o kadar fazladır.

Onun için, Allah-u Teâlâ Hazretleri nasib etmiş bize, Peygamber Efendimiz’in sünneti olarak, el hamdü lillâh Ramazan’da oturuyoruz, Terâvih namazını kılıyoruz. Gece namazı faziletli... Sahura kalktığımız zaman da teheccüd namazını kılarız evimizde... Gece namaz kılıyoruz diye, o sevaplara nail oluyoruz.

Sadakalarımızı da, hayrât ü hasenâtımızı da gizli vermeye gayret edelim! Sadakalarımızı kimse görmeden gizli verirsek, sessizce fakirin eline tutuşturuverirsek, onun da daha sevaplı olduğunu bilelim! Gizli vermeyi aşikâre vermeye tercih edelim!


d. Firdevs Cenneti

494

Peygamber SAS Efendimiz’in bu hadis-i şerifi, cennet hakkında biraz bilgi veriyor. İnşâallah bizler de görürüz, Allah’ın lütf u keremiyle...

Buyuruyorlar ki:101


فِي الْجَنَّةِ مِائَةُ دَرَجَةٍ، مَا بَيْنَ كُلِّ دَرَجَتَيْنِ كَمَا بَيْنَ السَّمَاءِ


وَالأَرْضِ، وَالْفُرْدَوْسُ أَعْلاَهَا دَرَجَةً، وَمِنْهَا تَفَجَّرُ أَنْهَارُ الحَنَّةِ


الأَرْبَعَةُ، وَمِنْ فَوْقِهَا يَكُونُ الْعَرْشُ، فَإِذَا سَأَلْتُمُ اللهَ فَاسْأَلُوهُ


الْفِرْدَوْسَ (ش. حم. ت. ك. عن عبادة بن الصامت)


ME. 818 (Fi’l-cenneti mietü derecetin, mâ beyne külli dereceteyni kemâ beyne’s-semâi ve’l-ardı, ve’l-firdevsü a’lâhâ dereceten, ve minhâ tefecceru enhârü’l-cenneti’l-erbaatü, ve min fevkıhâ yekûnü’l-arşü, feizâ seeltümu’llàhe fes’elûhü’l-firdevse.) Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

“Cennette yüz derece vardır. Her derece arasında yüz kademe vardır, her kademenin arası yerle gök arası gibidir. Firdevs-i A’lâ dediğimiz Firdevs Cenneti, cennetin en yüksek yerindedir. Cennetin o Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen pırıl pırıl akan süt ırmakları, bal ırmakları, cennet şaraplarının ırmakları o Firdevs’ten çıkar, aşağılara şaldır şaldır akar. Cennet ehlinin



101 Tirmizî, Sünen, c.IX, s.75, no:2454; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.316, no:22747; Abd ibn-i Humeyd, Müsned, c.I, s.93, no:182; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.153, no:269; Ziyâü’l-Makdîsî, el-Ehàdîsü’l-Muhtâre, c.III, s.337, no:394; Ubâde ibn-i Sâmit RA’dan.

İbn-i Mâce, Sünen, c.XII, s.392, no:4322; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.240, no:22140; Muaz ibn-i Cebel RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.459, no:39258; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIV, s.479, no:14774.

495

köşklerinin önünden akar gider. Bu Firdevs Cenneti’nin üstünde de, Arş-ı A’lâ bulunur. Onun için, Allah’tan bir şey istediğiniz zaman, Firdevs’i isteyin!” diye Peygamber SAS tavsiye eylemiş.


Yâ Rabbi, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesine uygun olarak biz de senden, yüzümüzün karasına bakmadan, elimizin boşluğuna bakmadan, geçmiş ömrümüzdeki kusurlarımıza, günahlarımıza bakmadan, onlar için senden afv ü mağfiret dileyerek, senden Firdevs-i A’lâ’nı dileriz. Sen bizi Firdevs-i A’lâ’na, sevdiğin kullarla beraber dahil eyle yâ Rabbi!.

Rasûlüllah SAS Efendimiz’den bin dört yüz sene sonra dünyaya geldiğimiz için, ona hasretiz; ahirette bizi ondan ayırma yâ Rabbi! Onun sohbetine ermeyi, cemâlini görmeyi, kelâmını duymayı bize nasib eyle ya Rabbi!

Kullarının has olanları, ayın on dördünü seyreder gibi Firdevs- i A’lâ’da cemâlini seyrettikleri zaman, bizi de o sevdiğin kullarla beraber senin cemâlini de gören bahtiyarlar arasına lütfunla, kereminle dahil eyle yâ Rabbi!

Bi-hürmeti esmâike’l-hüsnâ ve bi-hürmeti habîbike’l-müctebâ muhammedini’l-mustafâ ve bi-hürmeti esrâri sûreti’l-fâtihah!


19. 04. 1998 - Coburg Camii

Melbourne / AVUSTRALYA

496
26. İLİM VE AMEL