• /
  • Kütüphane
  • /
  • Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
  • /
  • 61. NE MUTLU ONU GÖRMEDEN MUHÎB OLANLARA!
60. EĞİTİM VE ÖĞRETİM

61. NE MUTLU ONU GÖRMEDEN MUHÎB OLANLARA!



Hacı Ali ERKAYA85


Aile büyüklerimin intisablı olması hasebiyle, kendisinden çok bahsettikleri için gıyaben tanı- dığım, teyp kasetlerinden sesini, konuşmasını ilgiyle dinlediğim ve yüzünü çok merak ettiğim Hoca Efendimizi ilk defa 1973 Mayısında gördüm. İlkokul son sınıfta okuyordum, 11 yaşındaydım.

Hoca Efendimiz Ankara’ya gelmişlerdi. Rüstem Ağabeyin davetiyle, Polatlar Köyü’ne de geldiler. Bir bahçede ağaçlar altına uzunca yer sofrası açılmış, misafirler etrafında oturmuşlardı. Hoca Efendi sohbet ederken elini öptüğüm an, bir fotoğraf karesi


85Hacı Ali Erkaya: 1962 yılında Ankara Sincan’a bağlı Çiçektepe köyünde dünyaya geldi. 1969’da Sincan’a taşındılar. Babası Mehmet Erkaya ticaretle ve çiftçilikle iştigal ediyordu. İlkokulu ve ortaokulu Sincan’da okudu. 1979’da Sincan Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul’da İDMMA (Şimdiki Yıldız Üniversitesi) İnşaat Bölümünü kazandı. 1983 yılında okulu bitirdi, inşaat mühendisi oldu.

Öğrencilik yıllarında Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’nin, sohbetlerine devam etti, onları teyple kaydetti. Onun vefatından sonra M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin sohbetlerine devam etti. 1984 yılına kadar sohbetleri teybe aldı. Onun tavsiye ettiği vakıf ve öğrenci faaliyetlerine katıldı.

Mezuniyetten sonra Sincan’da ticaretle meşgul oldu. Bir ara müteahhitlik yaptı. Hakyol Vakfının çalışmalarına katıldı. Ferda Kolejinin kuruluşunda yönetici olarak çalıştı.

1991’de Metin Erkaya ile birlikte Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’den Özel Sohbetler kitabını hazırladı. 1994-2001 yılları arasında Son Uyarı dergisini çıkardı, dergide yazılar yazdı. 2001 yılında M. Es’ad Coşan Hocamız hakkında Hocamızın Ardından kitabını hazırladı.

Halen Ankara’da ticaretle meşgul olmaktadır.

450

gibi yıllarca hafızamda canlı kalmıştır. İkinci görüşmemiz 1977 yılında oldu. Hoca Efendimiz hac dönüşü Ankara’ya gelmişlerdi. Mahalli seçimlerden bir hafta sonraydı. 18 Aralık 1977 Pazar günü parti lokalinde oturuyordum. Hasan Hüseyin Ağabeyim yanıma geldi. Rüstem Ağabeyin, Sincanlı gençleri Hoca Efendi’yi ziyaret için, bir minibüsle Ankara’ya götüreceğini haber verdi. Çok sevindim ve heyecanlandım. İhvandan bir ağabeyin evine gittik. Elini öptük, dizinin dibine sıralandık. Ders tarif ettiler. Üçer İhlâs, birer Fâtiha okuduk, dua ettiler.

O gün Hocamızdan ders alarak, liseye başladığım çok fırtınalı bir dönemde, Hoca Efendi’nin güvenli limanına sığınmanın huzur ve mutluluğunu yaşadım.


Hatırladığım ilk nasihatleri:

“—Mümkün oldukça devamlı abdestli olmaya gayret edin! İki vazifeniz var; Allah’ın emirlerini yapmak, yasaklarından uzak durmak… Haramları terk etmek, sevaplı işleri yapmaktan daha mühimdir. Günahlardan aslandan kaçar gibi kaçın. Günahların küçük olduğuna değil, kime karşı işlendiğine bakın…”

Dualarından aklımda kalanlar:

“—Aman ya Rabbî!.. Bizi affet, bize mağfiret et… Bizi nefsimizle baş başa bırakma… Nefsin ve şeytanın şerrinden koru... Hıfz u himayende daim eyle… Hüsn-ü hatime ihsan eyle... Az ağrı, âsan bir ölüm, kâmil bir iman ile ahirete göçmeyi nasib eyle... Kabir azabından, mahşer gününün sıkıntılarından, cehennem azabından koru... İlk girenlerle beraber bi-gayri hisab Cennetine koy... Peygamber Efendimizin Havz-ı Kevseri başında sevdiklerinle beraber toplanıp, senin cemalinle müşerref olmayı bizlere nasib eyle...”


1979 Şubat tatilinde Sincan MTTB’den birkaç arkadaşla birlikte trenle İstanbul’a gittik. Hasan Hüseyin Ağabeyim bizi Haydarpaşa’da karşıladı. İlim Yayma Yurdu’nda kaldık. Metin Ağabeyim de aynı yurtta kalıyordu.

Hoca Efendimizi İskenderpaşa Camii’nde ilk ziyaretimiz o zaman gerçekleşti. Hocamızın bulunduğu caminin mânevî havası müthiş etkileyici idi. Başka bir dünya gibiydi…

451

Üniversite giriş sınavında tercihlerimin tamamını İstanbul’dan yapıp, Hocamızın yakınında olmak için dua ettim.


1979 yazında Hoca Efendi, Rüstem Ağabeyin köyü Polatlar’a tekrar geldi. Ankara’dan çok sayıda ihvan oradaydı. Recai Kutan şalvar giyinmiş, mütevazi bir derviş haliyle misafirlerle ilgileniyordu. Bir bahçede ikramlar yapıldı. Mehmet Altınbaş’ın evinin avlusunda Rüstem Ağabey’in, elinde ibrik ve havlu ile beklerken, Hoca Efendi’nin abdest aldığını ve bir ara bana doğru başını çevirip baktığı anı hiç unutamam.

Camide namaz kılındıktan sonra, sofralar kuruldu. Hoca Efendimiz, camide yemek yenilebileceğini Harem-i Şerif’ten örnek vererek anlattı. Saati sağ kola takmayı, gayr-ı müslimlere muhalefet etmeyi tavsiye etti. “Size hediye getirdim!” diyerek ders tarifi yaptı. Bir hafta sonra da Ankara’da bir evde Hocamızı ziyarete gittik. Yemek ve namazdan sonra Hocamız sohbet ederken, Erbakan ve MSP’li vekillerden bir grup, hatırlayabildiğim kadarıyla Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan, Hasan Aksay, Temel Karamollaoğlu, Lütfi

452

Doğan ziyarete geldiler. El öptüler, kalabalık salonda diz çöküp oturdular. Hocamız hükümet ve siyasetle ilgili bazı tavsiyelerde bulundu. O gün de benim için unutulmaz bir gün oldu.


1979 sonbaharında Yıldız İnşaat’ta okula başladım. İlim Yayma Yurdu’nda kalıyordum. Perşembe akşamları yatsı namazına, pazar günleri de ikindi namazına İskenderpaşa camiine gidiyorduk. Namazdan sonra hadis sohbetlerini Esad Coşan Hocaefendi yapıyordu. Çok büyük bir katılım oluyordu. Caminin içi, dışı doluyordu. Gençlerden çok yoğun bir ilgi vardı. Ders sonunda kalabalık dağılmıyor, dışarıda kendi aralarında sohbetler devam ediyordu.

Müezzin Sıtkı Amcanın ilginç tarzda kamet ve ezan okuyuşu, imam Hüseyin Efendi’nin kıraati, Hatm-i Hacegân esnasındaki salevât-i şerifeler, dualar asla unutulmayacak hatıralardı.


Hoca Efendimiz 11 Ekim 1979’da hacca gitmişti. Uzun süre kalacağı söyleniyordu. Kendilerini hasretle bekliyorduk. 1980

453

Şubatında ağır hasta olarak Türkiye’ye döndü. Mart 1980’de mide ameliyatı oldu.

İlim Yayma Yurdu ile İskenderpaşa Camii arası on dakikalık bir mesafe idi. Sık sık İskenderpaşa’ya gidiyorduk. Bir gün Hoca Efendi’nin ziyaretçi kabul edeceğini öğrendik. Çok heyecanlandık. Caminin avlusundaki evlerinde, bir odada sedir üzerine oturuyordu. Ameliyatın etkisiyle halsiz ve yorgun görünüyorlardı. Elini öptük, “Cezâke’llàhu hayran kesîrâ” diyerek duada bulundular.

Herkes çıkınca, hizmet eden kişiye seslendi:

“—Mehmet, öyle saçı başı dağınık kimseleri içeri almayın! Peygamber SAS almazdı.” diyerek ikaz etti.


Hocamız hızla iyileşti. Cuma namazlarına camiye geleceğini duyunca, okuldan erken çıkıp İskenderpaşa’ya geliyorduk. Şadırvanın yanında, içinde incir ağacı da bulunan gül bahçesinin demir parmaklıkları boyunca; camekânla kaplı revaklar önünde sıralanıp Hocamızın evinden çıkıp gelişini, sarığı ve cübbesiyle, selâm vererek ilerleyişini heyecanla izliyorduk. Hocamız çok heybetli ve etkileyici bir görünüme sahipti. Serapa nurdu. Gül yüzü ve mütebessim bakışlarıyla gönülleri kuşatıyordu.

Camiye girişinde cemaat ayağa kalkıyor, yol açılıyor, sağ tarafta, müezzinlik kısmında pencere önüne geçip oturuyordu. Namazdan sonra da cemaat etrafında toplanıyor, ayaktan kısa bir konuşma yaparak tekrar caminin avlusunda bulunan evine geçiyordu.


Uzak yerlerden ziyarete gelenler ve ders almak isteyenler bekliyorlar, eve alınıyorlardı. Evin büyük salonunda halka halka diz çöküp bekleniyor, biraz sonra Hoca Efendi selâm vererek içeri giriyor ve kanepe üzerine oturuyor, misafirlerle ilgileniyor, sohbet ediyor, sonra da ders tarifi, Hatm-i Hacegân yaptırıyorlardı. İnşirah Sûresi’ni “Elem neşrah leke… sadreke...” diyerek kelime kelime okutuyorlardı.

Bir ziyaretimizde Esad Coşan Hocamız, katlanır bir masada çalışma yapıyordu. Hatme başlayınca, o da halkaya katılmıştı. Bir keresinde yuvarlak taşlarla Hatm-i Hacegân yaptırmıştı. Ziyaretimizin birinde de yazmakta oldukları Ana Baba Hakları

454

kitabından okutturmuşlardı.

Hocamız ameliyatlı olmasına rağmen devamlı ziyaretçiler geliyor, ev sürekli dolup boşalıyordu. Bir keresinde Muhammed Kutub da Emin Saraç’la birlikte Hocamızı ziyarete geldi.


Ameliyattan sonra, Regaib Kandilindeki (16 Mayıs 1980) kısa konuşmalarında şöyle söylemişlerdi:

“—Aşağı yukarı 85 defa bu Regàib Gecesini geçirmişiz. Yine ama yine yerimizde sayan aciz bir kuluz. Allah'ın rahmetine kavuşmak isteyenler, nefsiyle mücahedeye alışmalı! Memleketin müdafaası nasıl mücâhedeye bağlıysa, insanların da nefislerinin kemâli mücahedeye bağlıdır. Oruç ve ibadetler, zikrullahlar bunun anahtarıdır. Allah cümlemizi bu yolda dâim eylesin...”

Mi’rac gecesinde (13 Haziran 1980) camiye girişimde, Ali Rıza Temel Hoca’nın köşedeki mermer vaaz kürsüsünde sohbet ederken; Hocamızın gelişiyle ayağa kalkışını hatırlarım.

Hocamız o gün: “—Mi'racı isteyen mümin kardaşlar, evvelâ nefislerini islah edip onu yola getirmeli! Beş vakit namazı güzelce kılmaya çalışmalı! Oruçlarını öyle güzelce tutmaya çalışmalı! Herkese de kardeş gözüyle bakıp, onu himayesine almalı, onu sevmeli!” demişlerdi.


Berat Gecesi (27 Haziran 1980) Hoca Efendi mihrab önüne getirilen sandalyeye oturarak kısa bir konuşma yaptı:

“—Mü'minler (ke’l-cesedi’l-vâhid) hepsi bir cesed gibidir, bölünemez. Bölünmesine imkân yoktur. Bugünkü bölünme, bizim kolsuz bacaksız kalışımızın alâmetidir. Kolsuz bacaksız insanın hali neyse, bugünkü halimiz de ondan ibarettir. Allah hepimizin kusurunu affetsin...” buyurdu.

Berat duasını cemaate, “Allàhümme… in künte… ketebte ismî…” diye kelime kelime tekrar ettirip, sonra da kendisi dua etti..

Hafız Necati Özer ve Hafız Mustafa Sabri Erdoğdu bu programlarda Kur’an okurlardı. Ramazanla birlikte İskenderpaşa’da akşam namazından sonra iftar veriliyordu. Çorba, pilav, zerde ikram ediliyordu. Öğrenciler, uzaktan gelen misafirler yemekten sonra hatimle teravih namazı

455

için beklerken, Hoca Efendi de ilk günlerde camiye gelerek, ön safta minber yanında sandalye üzerinde teravih kılmışlardı. Sonraki günlerde evden cemaate iştirak etmişler. .

Yazın okul tatil olunca biz Ankara’ya döndük. Sonbaharda tekrar İstanbul’daydık. 12 Eylül 1980 ihtilalini İlim Yayma Yurdunda yaşadık.

Hocamız 2 Ekim 1980 günü hacca gittiler. Arabistan’da iken hastalığı nüksetmiş olarak, 6 Kasım 1980 Perşembe günü

Türkiye’ye döndüler. Cemaatte yoğun bir hüzün vardı. İyileşmesi için dualar ediliyordu.

13 Kasım Perşembe günü okuldan yurda geldiğimde ürkütücü bir sessizlik hakimdi. Metin Ağabeyimin 12 numaralı odasına geldiğimde, Hocamızın vefatını öğrendim. Çok büyük bir üzüntü kaplamıştı dünyamızı… O akşam İskenderpaşa’ya gittik. Kuran okunuyor, hatimler yapılıyor, dualar ediliyordu. Ertesi gün, 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camii haziresine defnedileceğini öğrendik. İhtilalden sonra iki ay geçmişti, sıkıyönetim vardı. Haberleşme ve ulaşım vasıtaları bugünkü gibi değildi. Yine de çok büyük bir katılım oldu. Sincan’dan Rüstem Ağabey, Osman Amcam ve Hacı Abdullah Gezer trenle gelmişlerdi.

Musalla başında beklerken, Esad Coşan Hocamızla karşılaştık. Cenaze namazını onun veya Necati Amcanın kıldırmasını bekliyorduk. Caminin içi, dışı, çevresi dolmuş; cemaat ara sokaklara taşmış, trafik durmuştu.


Cuma namazından sonra cenaze namazı kılındı. Hocamız, kendi hocalarının; Mustafa Feyzi Efendi KS ve Ömer Ziyaeddin Efendi KS kabirleri yanına defnedildi. Kabristan dışında kalan cemaat, defin işleminden sonra ilk kabir ziyaretlerini yaparak oradan hüzünle ayrılıyordu.

Artık sabahları yurttan yürüyerek Süleymaniye üzerinden Eminönü’ne, oradan otobüsle Yıldız’a gidiyorduk. Bu vesile ile Hocamızın kabrini her gün ziyaret imkânı oluyordu. Kabristan değişik yerlerden gelen ziyaretçilerle doluyordu.

Bir süre sonra, Es’ad Coşan Hocamızın vazifeli olduğu ilan edildi. Es’ad Coşan Hocamız da cemaat faaliyetlerini geliştirerek

456

devam ettirdi. Her yıl 13 Kasım’da Hoca Efendi, vefat yıldönümü dolayısıyla çeşitli etkinliklerle anıldı. 1990 Yılında 9-10 Kasım günleri Aya İrini’de, yapılan program en çok ses getireniydi. Bir dergide Es’ad Coşan Hocamız’ın şöyle dediğini yazmışlardı:

“—Sevgili şeyhimiz, kutbü’l- arifin ve gavsü’l-vâsılîn, es-seyyid Muhammed Zâhid Kotku ibn-i İbrahim el-Burûsevî Hazretleri, 13 Kasım 1980 tarihinde biz bendegânına vedâ ve irtihal-i dâr-ı bekà eylemişlerdi. O zamandan beri her sene onun için Kasım ayında anma törenleri, mevlidler, konferanslar, vaazlar, toplantılar, sempozyumlar, hatim cemiyetleri, zikir meclisleri tertipler, ona olan bağlılık ve ihvanlığımızın, medyun-ı şükranlığımızın, hürmet ve muhabbetimizin gereğini yapmaya çalışırız.” Cennet mekân Hoca Efendilerimizin hatıraları gönlümüzde dipdiri duruyor. Konuşmaları, nasihatleri aklımızdan çıkmıyor. Vefatlarından sonra Allah’ın onlara bir ikramı olsa gerektir ki, başka hiçbir beşere nasib olmayacak şekilde, Kur’an ve sünnete uygun olarak devamlı anılma halindeler… Cenab-ı Hak bizi onlarla cennetinde buluştursun… Ne mutlu onlara yetişip mürîd olanlara!.. Ne mutlu onları görmeden muhîb olanlara!..


12 Ekim 2017 - Ankara

457
62. İLME ÇOK ÖNEM VERİRDİ