• /
  • Kütüphane
  • /
  • Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
  • /
  • 43. MÂNEVÎ TASARRUFUNU HER ZAMAN HİSSEDERDİK
42. NE GÜZEL GÜNLERDİ O GÜNLER!

43. MÂNEVÎ TASARRUFUNU HER ZAMAN HİSSEDERDİK



Rüstem ALTINBAŞ71


Okuldaki bir ağabeyimiz vasıtasıyla, ilk defa 1968 yılında Hocaefendimiz’i ziyaret ettim. Bir kaç kere sohbete devam ettikten sonra, ders aldık.

Biz Ortaköy’de oturuyorduk. Müsait olduğumuz günlerde, Ortaköy’den İskenderpaşa’ya sabah namazına giderdik. Vasıta yok, dolmuş yok... Bir de Galata Köprüsü açılıyordu, karşıya geçiş kayıklarla mümkün oluyordu.

Evden çıkardık arkadaşlarla, aşağıya inerdik. Sanki bir araba bizi bekliyor olurdu; ona binerdik, o kadar rast gelirdi ki işlerimiz... Karşıya geçerdik, karşıdan da zikrede zikrede İskenderpaşa’ya giderdik. Biz Karaköy’den



71 Rüstem Altınbaş: 1948 yılında Ankara’da, Sincan’a bağlı Polatlar köyünde dünyaya geldi. Babası Mehmet Efendi, annesi Kezban Hanım’dır. Ailesi çiftçilikle meşgul olan kimselerdi.

Ortaokulu Ankara Gazi Mahallesi’nde, Liseyi İzmir Tire Sanat Okulu’nda yatılı olarak okudu. 1967 yılında İstanbul DMMA Makine Bölümünü kazandı. 1972’te Makine mühendisi olarak mezun oldu. Akademi’de okurken Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin sohbetlerine devam etti.

Mezun olunca, iki yıl ticaretle meşgul oldu.1974-1980 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. 1980-1985 arası Sanayi Bakanlığı’nda, 1985-1999 DPT’de uzman olarak çalıştı. 1999-2004 yılları arası Sincan’da Belediye Başkanlığı yaptı. 2005- 2016 yılları arasında Enerji Bakanlığında müşavir olarak görev yaptı. 2016’da emekli oldu.

Muhtelif derneklerde ve vakıflarda sosyal faaliyetlerde bulundu. Halen hizmetlerini devam ettirmektedir.

369

Eminönü’ne geçince, sabah ezanları da okunmaya başlardı. Camiye yaklaştıkça halimizde bir değişiklik olurdu; Hocaefendi’nin mânevî tasarrufunu daha çok hissederdik.

Sabah namazının İskenderpaşa’daki zevki bambaşkaydı. Hocaefendi Hazretleri, namazı kıldırırdı. Sonra Evrad okunurdu. İlk zamanlar Evrad kitabı yoktu. Hocaefendi kendisi ezberden okurdu. Cemaat dinlerdi. İşrak namazından sonra ayağa kalkınca, koşar elini öperdik. Bazı günler ayakta hilâl şeklinde halka olunurdu. Ayakta bir dua ederdi, çok feyizli olurdu, çok duygulanırdık.

Es’ad Coşan Hocamız, o yıllarda daha çok cumartesi-pazar günleri gelirdi. Es’ad Ağabey gelmiş diye yanına gider, musafaha ederdik. Bazan sohbet ederdi, dinlerdik. Her Ankara’ya gelişimizde, “Bizim Es’ad’a selâm götürün!” diye Hocaefendimiz selâm gönderirlerdi.

Bartın eski müftüsü Seyyid Toscuoğlu Amca vardı. O da çok tatlı sohbetler ederdi. Rahmetli Hocaefendi Hazretleri için, “Büyük pehlivan” derdi. “Mâneviyat aleminde herkesi yıkar bu...” derdi. Her zaman gelir Hocaefendi’nin sohbetinde bulunurdu.


1973 Yılı’nda köyümüze davet ettik. Elli-altmış kişilik bir yemek hazırladık. İki yüz, üç yüz kişi geldi.

“—Köye gidiyoruz bir kardeşimizin evine...” diye, duyanlar çıkmış gelmişler.

Biz telaşlandık. Hocaefendimiz:

“—Biraz kalabalık geldi ya, inşaallah yeter!” dedi.

Yemek yendi, yetti de arttı bile... Yemekten sonra:

“—Ben Rüstem’e vekâleten size müsaade ediyorum. Cebinize de bu köy ekmeğinden alıp, evlerinize götürebilirsiniz!” dedi. Ekmeklerden evlerine bile götürdüler.

Yemekten sonra çay yapacaktık, evde çay kalmamış, çay

aldırmayı unutmuşuz. Komşulardan alalım filan derken, Hocaefendi’nin getirdiği tencereyi açınca, bir de baktık, şekerle çay getirmiş Hocaefendi gelirken...

Daha sonraki yıllarda birkaç kere daha köyümüze geldiler. Bir

370

seferinde kuraklık vardı, köylüler yağmur duası yapmasını istediler. Yağmur duası yaptı. Biraz sonra köyden Ankara’ya giderken, yağmur yağmaya başladı.


Millî Nizâm’ın ve Millî Selâmet Partisi’nin kuruluşunun Hocaefendi’nin talimatıyla olduğunu biliyoruz. Bize de, “Gidin, çalışın, bizim partimiz...” dedikleri için, biz de bilfiil çalıştık. Daha sonraki yıllarda, Osman Ağabey’den, “Necmeddin bizi dinlemiyor.” diye yakındıklarını duymuştum. Bir de o ayrılanlar için, “Niye gücendirildi onlar?” diye üzüldüklerini biliyorum.

1977 seçimlerinden sonra ikinci MC koalisyonu kurulmadan 10-15 gün önce Rahmetullàhi Aleyh Hocamız Ankara’ya teşrif etmişlerdi. Ankara’da, Adalet Partisi ileri gelenlerinden birisinin Çankaya’daki evinde toplantı olacak denildi. Biz de o eve, “Hocaefendi’yi ziyaret edelim!” diye gittik. Meğer orada özel toplantı varmış. Elini öperken Hocaefendimiz:

“—Bir daha böyle toplantılara gelirken Kenan Ağabeyinizle görüşün, öyle gelin!” dediler.

O toplantıda Mehdi Paşa vardı. Adalet Partisi milletvekili Vefa

371

Tanır vardı. Osman Çataklı vardı, Yahya Oğuz vardı. Orada bu mevzular görüşüldü ve ilk temel orada atıldı.


Orada Hocaefendi:

“—Sizler niye böyle katı davranıyorsunuz? Müslüman insanlarsınız, müslümanların dâimâ birlik beraberlik içerisinde olması gerekir. Ayrılık yapmak doğru değil, MSP ile beraber olun!

Onlar da sizin kardeşiniz, siz de onların kardeşisiniz. Siz de aynı fikriyatı paylaşan kişilersiniz.” dedi.

O zaman Vefa Tanır:

“—Doğru söylüyorsunuz Hocam! Siz bizim büyüğümüzsünüz, size hürmetimiz var...” diye son derece saygılı, edepli konuştu. “Bu işte Erbakan biraz keskin hareketler yapıyor, biz de yanaşamıyoruz.” dedi. “Halbuki, mülâyim davransa, elbette bir araya geliriz.” dedi. Erbakan’ı orada suçladı.

Hocamız:

“—Biz söyleriz Necmeddin’e... O da inşaallah uyumlu olur.”

372

dedi. “Bu koalisyon kurulsun, ülke kötü durumda...” dedi.

Neticede ilk temel o zaman atıldı. Daha sonra Osman Ağabey Demirel’le de görüştü. Ondan sonra da hükümet kuruldu.


Hocaefendimiz son yıllarında rahatsızdı. 1980 yazında Çanakkale’de istirahat ediyordu. Bir grup arkadaşla ziyaretine gittik. Yol olmadığı için arabayı Ahmetçe köyüne bıraktık, yürüyerek Yalı’ya gittik. Hocaefendimiz’i ziyaret ettik, elini öptük. Memnun oldu ama çok halsizdi. Günlerden de cuma günüydü. Cuma namazı için camiye beraber gittik. Bir koluna Es’ad Efendi Hocamız girdi, bir koluna da ben girdim; beraberce camiye götürdük. Yanımıza da, üşürler diye bir battaniye aldık. Camide otururken dizlerini onunla örttük.

Namazı kıldıran kardeşimiz çok güzel hutbe okudu. Namazdan çıkarken:

“—Rüstem, hutbeyi beğendin mi?” dedi.

“—Efendim, çok güzeldi.” dedim.

“—Ne kadar güzel, bak din adamı olmak... Bir kişinin hidâyetine vesîle olsa, dünya ve dünyanın içindeki zînetlerin

373

hepsinden hayırlı... Ne büyük saadet!” dediler.

Es’ad Efendi Hocamız’ın işi çıkmıştı, eve dönerken yanında yalnız ben vardım. Ben o zaman şu suali sordum:

“—Efendim, bazı problemlerimiz oluyor, bu problemlerimizi siz olmayınca kime danışalım, kimi tavsiye edersiniz?” dedim.

“—Es’ad’a danışın!” buyurdu.

Ben o zaman, Hocaefendi’den sonra Es’ad Efendi Hocamız’ın vazife yapacağını anladım. Aklıma öyle bir fikir geldi.

Vefat ettikleri zaman Ankara’daydım. Bir grup kardeşimizle birlikte İstanbul’a gidip, cenazesine katıldık. Çok büyük bir üzüntü içindeydik. Ama kısa zamanda gördük ki, dergâhımız faaliyetini sürdürüyor, cemaatimiz genişliyor ve hizmetlerimiz muntazaman gelişiyor.

Es’ad Efendi Hocamız’ın gayreti ve himmeti sınır tanımıyor. Gecesi gündüzü yok, hasta oluyor, sıhhatini kaybediyor ama

dünyanın her yerinde tebliğ ve irşad çalışmalarına devam ediyor.


Bir arkadaşımız var, kendisi hafız ve başka bir hocaefendiye mensub... Bir gün beni çağırdı, bir olay anlattı:

“—Bir akşam yatarken iki rekât hacet namazı kıldım ve dua ettim:

‘—Yâ Rabbi, senin evliyalarını bana tanıt, göster! Biz de onlara hürmet edelim, sevgi gösterelim!’ dedim.

O gece rüyamda Es’ad Efendi’yi gösterdiler.” dedi.

Ondan sonra da:

“—Sizi tebrik ederim, Hocanızın kıymetini bilin!” dedi.


28. 09. 1995 - Sincan / ANKARA

374
44. ÇOK FARKLI BİR DERGÂH