14. HOCAMIZ VE MEMURİYET
Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN
Soru:
Hocaefendi Rh.A. müridlerini sürekli olarak serbest teşebbüs ve ticarete teşvik ediyordu. Fakat kendisi imam olduğu için bir devlet memuru idi. Bunu nasıl izah edersiniz?
Memuriyeti herhalde biraz gruplandırmak lâzım: Bunların bir kısmı devlet dairelerinde çalışıyorlar; geçimleri, maaşları devlet dairesinden. Tabii devletin işinin çok güzel yürütülmesi lâzım, yürütülmediği zaman çok vebal oluyor. Çünkü toplumun o alandaki sorumluluğunu üstüne almış oluyor. O görevin hakkını yerine getiremezse, bütün toplumun kendisine hakkı geçiyor. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz’in zamanından beri memuriyet istenmemiştir. Yani, “Ben memur olacağım da, şu kadar maaş alıp geçimimi sağlayacağım!” diye düşünülmemiştir.
Peygamber SAS Efendimiz’in zamanından beri, ancak ısrar edilirse, devlet talep ederse, memur olunmuştur. Memurluğa insanın kendisinin talip olması uygun görülmemiştir. Denilmiştir ki, hadis-i şeriflerde de bu böyledir:
“—Bir insan kendi isteği ile memur olursa, ‘Haydi bakalım, nasıl iş yapacaksan yap!’ diye Allah onu kendi başına bırakır. Yâni tevfikat-ı samedaniyesini ihsan etmez, yani yardımcı olmaz. Ama matlub olursa, yani istenen insan olursa, Allah’ın tevfikı refik olur. Allah ona yardımcı olur.” deniliyor.
Onun için İmam-ı Azam gibi büyüklerimiz ve tarihteki daha başka kimseler devlet memuriyeti gibi, kadılık gibi, müftülük gibi hizmetlerden kaçınmışlar. Ama bu hizmetler kötü olduğundan değil, buradaki hizmetler iyi olmazsa vebali olur diye kaçınmışlar.
Bu genel mantıktan dolayı iş talep edilmez, ancak yöneticiler “Sen lâzımsın!” diye talip olurlarsa yapılır. Bu bir İslâmî terbiyedir, haramdan kaçmak duygusundandır. Bunun bu mânâda anlaşılması lâzım. Esas itibariyle, devlet hizmeti hiç yapılmasın mânâsına değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz, bazı kimselerin bazı devlet hizmetlerini yapmasına hem müsaade etmiştir, hem emretmiştir, hem de teşvik etmiştir.
İmamlık mesleği de tabii dinî bir hizmet olduğundan Hocamız bu görevi bir geçim için, şu kadar Yasin okuyayım, şu kadar Mevlid okuyayım, şu kadar para alırım diye yapmıyordu. Dinî bir hizmet olduğu için, daha doğrusu kendisinin irşad hizmetinin bir alanı olduğu için bu vazifeyi almıştı. Ondan dolayı bu vazifeyi yapıyordu. Ve tabii bunu daima teşvik etmiştir.
Meselâ ben hatırlıyorum, Yüksek Islâm Enstitülü kimseler kendisini ziyarete gelmişti. Onlarla konuşmasında,
“—Şimdiki gençler hep mebus olmak filan istiyorlar, halbuki imamlık ne kadar güzel!” demişti.
Yani imamlıkta dinî bakımdan hizmetler ne kadar güzel yapılır demişti. O kadar methetmişti ki, ben de sohbetten sonra:
“—Baba emredersen ben de üniversiteden ayrılayım, imam olayım!” demiştim, çok hoşuna gitmişti.
Bana tebessüm ederek:
“—Yok, sen üniversitede kal” dedi.
Bana da zaman zaman:
“—Profesörlük ne zaman?” diye de sorardı.
Hocamızın hayatındaki davranışlarını genel olarak incelersek, memuriyeti bir geçim vasıtası olarak düşünüp ona talip olmayı istemiyor, ama içtimaî ve dinî faydası olacak bazı memuriyetlere kendisi teşvik ediyor.
Hocamız maaş alırdı. Maaşa çok ihtiyacı vardı. Başka iş yapmazdı çünkü. Ben bir keresinde hayretler içinde kaldım:
Bursa’ya gitmiştik. Bursa’da kendisinin evi vardı. Evinde büyük damadı kalırdı. Dükkân vardı Valide Hanım’ın. Bu evinden kira almazdı ve dükkândan da kira gelmezdi kendisine. Hocamız da bir şey demezdi. Bir gün Trabzonlu Hafız Haydar Efendi’yi de götürmüştü misafir olarak, seviyordu onu… Benim yanıma yanaştı, dedi ki:
“—Es’ad, yanında fazla para var mı? Benim yanımda misafir ağırlayacak para kalmadı.”
Ben hayretler içinde kaldım. Mali durumunu bilmiyordum tabiî… Ben de asistandım o zaman. Kısacası geçimini temin etmesi gerektiği için maaşı alıyordu. Bunda Hocamızın bir mahzur gördüğünü sanmıyorum.
Hani şimdi bazıları diyorlar ya, devletten maaş alınmaz, dinî bakımdan alınmaz veya devlet laik olduğundan alınmaz filan gibi.
Hocamız öyle görmüyor meseleyi. Bir hizmettir. Bu hizmeti yapan da hakkıyla, namusuyla yaptıktan sonra Devletin uygun gördüğü bir maaşı almayı mahzurlu görmüyordu. Çünkü bu, maslahatın gereği. Çoluk çocuğunu nasıl besleyecek? Dilenmesi mi iyi, yoksa devletten onurlu maaş alması mi iyi? Bunu tabii görüyordu. Yani bu hususta böyle radikal düşünceleri yoktu Hocamız’ın.
Emeklilik ikramiyesi nasib olmadı. Söyle: Hocamız emekli olmak istedi, dilekçesini de verdi. Diyanet emeklilik islemlerini geciktirdi, geciktirdi, ki işlemler bitti geldi ama işlemlerin imza tarihi Hocamız’in vefatından bir gün sonra idi. Böylece Hocamız emeklilik ikramiyesini alamadı. Bu da devlete bağışı oldu.
Soru:
Sanat okulunda okumuş birisi... Sanatı var mıydı?
Hocamız sanat okulunda okumuş, kendisi çeşitli kazanç yollarını da kullanmış. Meselâ ipekçilik yapmış. Bursa’nın o ma’ruf mesleğini de yapmış. Evleri de ipekçilik yapmağa uygun bir tarzda inşa edilmiş. Arıcılık yapmış. Saat yapmaktan, tamir etmekten anlardı, ama bunu bir meslek olarak, tamircilik olarak yaptığını sanmıyorum.Genç yaşında dergâha intisab etti ve hocalarının emriyle hemen dünyevî bir meşgale ile vakit harcamadan irşad hizmetiyle meşgul olmak için imamlığa geçti. Ve uzun zaman babasının da imamlık yaptığı İzvat köyünde imamlık yaptı. Sonra Bursa merkezine Üftade Camii’ne geldi. İstanbul’a gelinceye kadar orada vazife yaptı. Yani ayrı bir dükkân, sanatını icra edecek bir işyeri kurmadı. Yapabilirdi. Sanat okulunu bitirdiğine göre, bir ticaret yapabilirdi ama sanıyorum hocalarının işaretiyle manevî bir hizmet yolunu tercih
etti.
Soru:
Hocaefendi’nin biriktirdiği paralarla birilerini yetiştirmek için eğitime harcama yaptığı olmuş mudur?
Hocamızın öyle kısıp da biriktirecek bir geliri olduğunu sanmıyorum. Çünkü bir imamın maaşı çok azdır. Çok mütevazı bir para ile geçinirdi. Oradan ne arttırsın ki... Evine bin bir misafir gelir ve her akşam sofrasında misafir olur. Kahvaltıya misafir çağırır, öğleye misafir çağırır, akşama misafir çağırırdı. Yani bir şey arttıracağını sanmıyorum. Herhangi bir para arttırdığını görmedim.
Hocamız yalnız eğitimin çeşitli kademelerine çok önem verirdi. İhvanımızın üniversitelerde asistan kalmalarını çok teşvik ediyordu. Şimdi biz de aynı şekilde bunu yürütüyoruz. Bir insan ilim kademelerinde yürüsün, kendi mesleğinde en yüksek olsun diye teşvik ediyoruz. Meselâ, bir seferinde bizim İlâhiyat’tan mezun olmuş bir öğrenci ziyaretine gelmişti. Tanışınca, İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda çalıştığını öğrenince memnun olmadı. Yâni, niye ilahiyatçı olarak kendi mesleğini yapmıyor diye memnuniyetsizliğini izhar etti. Vazifesini yapmamasından dolayı onu azarlar gibi bir tavır taksindi.
Hocamız dinî hizmete çok önem verirdi. Bir keresinde de
bakanlar ve milletvekilleri olan ihvanımız tekkeye ziyarete geldiği zaman,
“—Bırakın şu dünya işlerini de biraz tekkeye insan kazanmaya çalışın, yani eğitim çalışmalarına yönelin!” dediğini hatırlıyorum.
Yani bakan vs. olmayı çok önemli görmüyordu da, asıl önemli olarak şaşırmış insanları iyi yola getirmeyi görüyordu.
Soru:
Bilindiği gibi aile toplumun temel taşlarından biridir. Hocaefendi’de gördüğümüz, sosyolojik tabirle, çekirdek aileye daha çok önem verdiğidir. Siz bu konuda ne dersiniz?
Hocamız güngörmüş bir insan olarak, arif, kâmil bir insan olarak ailelerin meselelerini biliyordu. Gelin-kaynana sıkıntılarını, gençlerin çektiklerini; büyüklerin, gençlerin kendileriyle ilgilenmediklerinde düştükleri sıkıntıları biliyordu.
Kendisi de bir ara tabii, kendi annesini yanında bulundurmuştu. Kendi annesi ile kendi hanımı arasındaki sıkıntıları filan hepsini biliyordu. Sanıyorum bu hayat şartlarına da bakarak gençlerin biraz daha serbest olmalarını uygun görüyor.
Tabii anne babaların da evlatlarının mürüvvetlerini görmesi lâzım, yaşlılara hizmet gerekir, onların da yardımsız bırakılmaması gerektiğini tabii olarak görüyordu. Bu bakımdan hakları korumak, insanların birbirlerine zulmetmemesini sağlamak bakımından bu davranışı çok tabii. Hem gençleri ezdirmek istemiyor, hem de yaşlıların bakımsız ve ilgisiz kalmamasını sağlıyor.
Hocamızın sizin sormadığınız bir yönünü daha söyleyeyim. Hocamız, bir hanımla yaşadı. Yani Valide Hanım’la. Daha önce bir hanımı olmuş ama o, doğumda vefat ettiği için, aynı anda iki hanımla evli olmamıştır. Bir kaç hanım almak gibi bir düşüncesi olmadığı gibi, hanımına karşı da çok latif davranırdı. Örnek olacak şekilde davranırdı. Hukuka riayet ederdi. Bir de
hanımından gelecek şeyleri de olgun bir şekilde göğüslemeyi bilirdi. Onu da hoş karşılardı. Göğüslerdi.
Ben onu şuradan biliyorum. Hocamızın vefatından sonra Valide Hanım’la biz daha yakından karşı karşıya kaldığımızda, Valide Hanım’ın bir takım psikolojik problemleri olduğunu gördük. Bu problemleri nasıl göğüslediği ve nasıl hiç sızdırmamış olduğu anlaşıldı. Yani çok vefalı bir insandı. Aile içi idare kabiliyeti yüksek bir insandı. Çok mütehammil, baskıları sıfıra indiren bir tabiatı vardı. Bu da çok büyük bir başarı. Herkes bunu sağlayamıyor. Yani hanımından gelen birtakım ruhsal durumlara karşı herkes tahammül edemiyor.
Valide Hanım, Hocamızı çok severdi. Yani Hocamızın bu bir başarısıdır. Valide Hanımın Hocamıza hizmeti tarif edilmeyecek kadar mükemmeldi. Tarif edilemeyecek kadar fedakârdı ve bunu çok candan bir şekilde yapardı. Ben bunda Hocamızın büyük başarısı olduğu kanaatindeyim. Yani, kendisini sevdirme ve saydırma kabiliyetine bağlıyorum. Valide Hanım böyle saçını süpürge edercesine tamamen Hocamıza hizmet etmeye yoğunlaşmıştı. Böyle ne zaman çay içmeyi sever, ne zaman elinin silinmesi lâzım, ıslak bez ne zaman gidecek, meyve ikramı ne zaman olacak, seyahatte ne lâzım olur vs. bunları en ince detayına kadar Valide Hanım aşk ile yapardı.
Bir keresinde bir hac dönüşü gecikmesi anında Valide Hanımın davranışlarını inceleme imkânı gördüm. Hocamız geç geldi, Valide Hanım da onu vefat etti sandı. Birileri karşılarken havaalanından alıp evlerine götürmüşler Hocamızı. Eşyaları geldi ama Hocamız gelmedi.
Valide Hanım, “Siz beni aldatıyorsunuz, vefat etti de söylemiyorsunuz!” gibi bir duyguya düştü. O üzüntüleri karşısındaki davranışlarını da izleme imkânı buldum. Yani Hocamızın başarısı, kerameti ve kemâlâtı diye düşünüyorum.
Çünkü vefatından sonra onu idare etmenin ne kadar zor olduğunu yakınları gördüler. Nasıl gördüler, meselâ Valide Hanım kendisine hizmet eden hanımları, kendisine ziyarete gelenleri de
çok sert bir şekilde karşılardı. Biz buna hayret ederdik. Tabii ihtiyarlıktan belki ama onu senelerce Hocamızın idare ettiğini görüyoruz.
Hocamız böyle kendisinin göstermesi gereken tahammülleri son derecede, örnek derecede gösterirdi, kendisi aşırı derecede iyilik yapardı, ailede kadının haklarını korumaya önem verirdi.
Aile içi ilişkilerinde Islâm’ın emrettiği her hak sahibinin hakkını vermek konusunda çok güzel bir nümunedir.
Soru:
Hocamız evlilik konusunda ne düşünüyordu?
Hocamız evliliği teşvik ediyordu. Erken evliliği teşvik ediyordu. Yani erken evliliği, gecikmemeyi, kart olmamayı teşvik ediyordu. Ki aracılık hadiseleri de mevcut. Bu hususta Valide Hanım da gayretliydi. Meselâ, Bursalı bazı kimseleri biliyorum, Hocamız:
“—Git falancanın kızını al!” demiş.
O şahıs da:
“—Madem Hocamız göndermiş, tamam…” deyip tahkik bile etmeden vermiş.
Yâni, Hocamız bu konularda aracı olur, evliliği teşvik ederdi.
İstanbul, 1996
(Röportaj: Mehmet Elmaz)