• /
  • Kütüphane
  • /
  • Anılarla Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
  • /
  • 21. HİÇ KİMSEYİ KIRDIĞINI GÖRMEDİM
20. AHLÂK ABİDESİ ÖRNEK BİR İNSAN

21. HİÇ KİMSEYİ KIRDIĞINI GÖRMEDİM



Ahmet Mithat COŞAN


Soru:

Hocaefendi Hazretleri’nin vefatı sırasında yanında kimler bulunuyordu?


Ben vardım. Torun Ahmed vardı. Daha başka 3-5 kişi de vardı

orada. Ahmed’i de şuradan hatırlıyorum: Hocafendimiz son nefeslerini vermişti. Ahmed de o zaman, oradakilere: “—Gürültü etmeyin, uykuya daldı, Hocamız çok yorgun, biraz uyusun, dinlensin!” dedi. Ancak Hocamız uyumamış, ruhunu teslim etmişti. Aradan çok zaman geçtiği için orada kimlerin bulunduğunu tam olarak hatırlayamıyorum. Sadece orada sekiz-on kişinin olduğunu hatırlıyorum. Ama tek tek söyleyemiyorum.


Soru:

Hocaefendi hakkında unutamadığınız anılarınız?


Yıllar önce, dükkânımız vardı ve orada çalışıyordum. Halimiz

iyiye doğru gidiyordu o vakitlerde. Bana bir gün “Bazı kitaplar var ve bunların taşınması gerekiyor” dediler. O vakitlerde benim de bir Volkswagen arabam vardı. “Kitapları yerine götürüvereyim!” dedim. Ertesi gün o kadar sıkı bir iş oldu ki, gelememe durumunda kaldım.

Kitapları gideceği yere götürmem mümkün değildi, ancak söz de vermiştim. Arabaya atlayıp Hocamız’ın yanına kadar gittim.

246

Mazeretimi arz edecektim. İçeriye girdim. Biraz oturduk.

Daha ben konuşmadan Hocaefendimiz yüzüme doğru baktı: “—Oğlum sen bugün bu kitapları götürme, başka bir gün götürürsün” dedi.

Ben de hiçbir şey demeden oradan ayrıldım.


Hocaefendimiz son derece nazik, kibar, hiç kimseyi kırmayan; çok tatlı, mütebessim çehre ile bakan güleç yüzlü bir insandı.

Yesiltekke’deki evimizde otururken Kur’an okuyordum. Tam olarak iyi okuyamadığım için babam yanlış okuduğum yerleri düzeltirdi. Okumamı iyice ilerlettiğim zamanlarda Kur’an okumaktan çok büyük haz duyuyordum. Adeta coşuyordum.

Bir gün Hocaefendimiz bizim eve gelmiş, kapıyı çalacakmış ki, bakmış içeride Kur’an okunuyor. Durup biraz dinlemiş ve içeri girince: “—Aman ne güzel Kur’an okuyorsunuz. Harfleri çok iyi çıkartıyorsun, aferin” dedi.

Ben o zaman çok mutlu olmuştum.


Başka bir olay daha anlatayım. Bir keresinde Beykoz tarafına gezmeye gitmiştik. Orada kalabalık bir grup oturuyordu. İlahiler söyleniyordu, sohbetler yapılıyordu.

Orası çok büyük bir araziydi. Orada bir erik ağacı vardı. Ben de 3-5 tane toplamıştım. Bunları tam yiyecektim ki Hocaefendimiz

bana öyle bir masum ve manalı bir gözle baktı ki ben utandım, içim yandı. Hatamı anladım ama çok ezilmiştim. Hemen erikleri yere bıraktım ve kendi kendime: “—Bu eriklerin benim olmadığı kesin, öyleyse nasıl alıp yemeye yeltenirsin!” diye içimden geçirdim ve büyük bir pişmanlık duydum.

Hocamız’ın hiç kimseyi kırdığını görmedim. Sert bir dille sözler

sarf ettiğini de duymadım, görmedim. Ama bazen hatalar yapılırsa aile efradına biraz kızarmış. Ama ben buna da hiç şahit olmadım.

247

Kendisi az yer ve yedirmeyi severdi.

Bana bazen av hikâyeleri anlattırırdı. “Benim abim de avcıydı.” derdi. Cemaat arasında muhabbetin artmasını ister ve bizi de teşvik ederdi.

“—Avcılık yapılabilir mi?” diye kendilerine sorduğumda; “—Yapılabilir, mubahtır.” dedi.

Ama avlanırken her harekette besmele çekilmesini söylerdi.

Ancak katliam yapar gibi avlanmaya karşıydı. Bunu tasvip etmiyordu. Makul, yiyebileceği kadar avlanmalı derdi.


Soru:

Hocaefendimiz merhumla seyahatiniz oldu mu?


Beraber hacca gittik. Yaklaşık 17 araba ve 51-52 kişi

civarındaydık. Arabalar İskenderpaşa Camii önünden kalktı. Babam arabaya binerken: “—Oğlum birbirinizi hoş görün, şimdiye kadar küçük şeytanlarınız vardı simdi büyük şeytan geldi. Kendisi idareyi eline aldı. Hacca gittiğinizde göreceksiniz ve şaşıracaksınız ki, hayret edilecek kadar ters şeyler yapacak müslümanlar birbirlerine. Çünkü büyük şeytan idareyi eline aldı” dedi.

Yola çıktık ve yolda babamın bu tebliğinin ne kadar yerinde

olduğunu başımıza gelen olaylar vesilesiyle anladık. Zaman zaman birbirimize kırılacağımız anlar olacaktı ki hemen tembihleri hatırladık ve kendimize geldik.


Bir kısım arabalar Şam’dan hacca gidecekti. Bir kısmı da Bağdat vizesi alabilmiş ve Bağdat’tan gideceklerdi. Biz de Şam’dan gideceklerin arasında idik. Hocaefendimiz’in varlığı sebebiyle gezimiz çok tatlı geçti. Nereye uğradıksa büyük ilgi gördük. Hayırlara vesile oldu. Ayrılık vakti geldi, bir kısım Bağdat’a, bir kısım da Şam’a gidecektik. Vedalaşmaya başlıyorduk ki Hocamız, “Ne oluyor?” diye sordu. Biz de bir kısmımızın Bağdat’tan gitmesi gerekiyor dedik. “Olmaz öyle şey, yolculukta arkadaşlık böyle yapılmaz. Hepimiz Şam’dan gideceğiz” dedi.

248

Hepimiz ayni yoldan gittik ve hiç bir aksilik olmadı.


Yolda da dikkatimi çeken bazı olaylar meydana geldi. Arabalarla muhtelif yerlere gittik. Cafer (Tatlıbal) diye bir kardeşimiz vardı. Kendisi doktordu, ancak vizesi yoktu. Bizim ardımızdan geldi ve Hocaefendi’yi Maraş’a davet etti. Bize bir yemek yedirdi. Cafer bizi evine aldı. Annesi ve iki kardeşi

(zannedersem) doğuştan âmâ imişler. Bizim için son derece güzel içli köfteler yapmışlar. Gözleri görmediği halde güzel yaparlarmış. Hepimiz 50 kişiydik. Evde sofraya oturduk ama ancak 30 kişi oturabildi.

Burada Hocaefendimiz çok üzüldü, sofraya sığmayan insanlar varken, diğerleri yiyorlar, içiyorlar; “Şunu da sünnetle, bunu da sünnetle!” diyorlardı. Hocamızın buna morali bozuldu. Neticede millet doyunca kalktı ve öbür gruptakiler de bir şeyler yediler.


Hocaefendimiz yolculuk yaptığı için son derece yorgundu. İstedi ki, biz oradan kalkalım, gidelim; biraz rahat etsin, abdest falan tazelesin. Pencereye doğru bakarak, çevrenin güzelliklerinden bahsetti. Hiç kimse anlamadı veya vurdumduymazlık yaptılar.

Ben arkadaşlara:

“—Gelin hep beraber kalkalım, biraz dolaşalım!” dedim.

Dışarı çıkınca: “—Sizde hiç utanma yok mu? ‘Yoruldum, biraz dışarı çıkın da istirahat edeyim!’ mi diyecekti size?” dedim.

Daha sonra biraz dolaştık. Ben buradan anladım ki ihvanlarımız biraz daha ince fikirli olmalı ve düşünmeli, vurdumduymaz olmamalı. Gelişigüzel büyüyen yabani ot gibi olmamalıyız. Orada, Hocaefendimiz bize sezdirmeden bizim düşünüp dışarı çıkmamız gerekiyordu.

Ancak şunu da eklemek istiyorum. Şimdi bile (M. Es’ad Coşan) Hocaefendimiz’in yanında, bazen hiç yok yere 5-6 saat oturanlar var. Bir de, “Şu kadar zaman Hocamız’la beraberdim!” diyorlar. Hâlâ o ince sezgiden ve anlayıştan mahrum kardeşlerimiz var

249

maalesef… Ben buna çok üzülüyorum. Onun da bir insan

olduğunu ve ihtiyaçlarının var olduğunu düşünmüyorlar.


Soru:

Hocaefendi Rahmetullahi Aleyh ile haccın dışında başka yolculuklarınız oldu mu?


Evet oldu. Yine bir defasında Hocaefendimiz’i ziyaret edeyim

demiştim. İskenderpaşa’daki evine gidip elini öpeyim diye düşündüm. Evine gittim, o an: “—Aa, Mithat da geldi” dedi.

Orada Es’ad Hocamız ve Valide Hanım da vardı. Daha sonra: “—Haydi Es’ad, ağabeyine de bir bilet al da gel!” dedi.

Ben bir kulak kabarttım, ne bileti alıyorlar diye. Meğer Ankara’ya bir seyahat varmış. Ben bir şey diyemedim. İşim de o an müsaitmiş ki bırakabilmişim. Boynumu büktüm, “Pekiyi efendim!” dedim. Beraber Ankara’ya gittik.

Hocaefendimiz’in hizmetinde bulunan Vahdettin Erimoğlu vardı. Erimoğlu o an Ankara’da yoktu ve seyahat süresince Hocaefendimiz’e ben hizmet ettim. Nereye gitti ise beni yanında götürdü. 17-18 gün boyunca hizmet etmeye çalıştık.

Hocaefendimiz de sonunda:

“—Allah razı olsun, Mithat ne güzel hizmet etti!” diye beni övmüşlerdi.

Bu övgü de beni çok duygulandırmıştı. İnsan o günlerin

geçeceğini ve bir daha eline geçmeyeceğini bilmeli ve o anki firsatları en iyi şekilde değerlendirmelidir.

O gün Mehmed Zâhid Efendi vardı bugün Es’ad Efendi var. Ben ağabey olarak Hocaefendimiz’in büyüğüyüm ama her şeyimle

Hocamız’ın hizmetindeyim. Hocamız’a gece gündüz hizmet etmek isterim. Bu kişilerin duaları muhakkak geçerlidir. Onun bir hayır duası bizi ihya eder.


Allah bana, babama da hizmet etmeyi nasip ediyor. Onun özel şoförü gibi bir yerlere gidip geliyoruz. Bu benim için bir nimet...

250

Elimden geldiğince hizmet etmeye çalışıyorum ve hepimiz de babalarımıza hizmet etmeye çalışmalıyız. Allah kusur işlemeden

hizmet etmeyi herkese nasip etsin…

Bu konuda, babamla olan bir hatıramı aktarayım. Çanakkale Ahmetçe Köyü’nden İstanbul’a kat’i dönüş yapıyorduk. “Bursa yolu üzerinden dönelim!” dedi babam. Bursa yolu ile geliyoruz. Ben de sabahları erken yola çıkmayı severim. Sabahleyin erkenden yola çıktık. Bandırma sapağını 3-5 kilometre geçtik. Babam dedi ki: “—Oğlum ben Bandırma’yı görmek istiyorum. Bandırmadan gidelim!”

“—Yahu baba!” dedim, “Bandırmadan gidecektik de neden söylemedin? Bak, 15-20 kilometre geçtik.”

Babam hâlâ Bandırma’yı görmekte ısrar ediyordu. Biraz yüzümü buruşturarak:

“—Bu kadar yol kat ettikten sonra mi Bandırma’yı göresin geldi?” dedim.

(Deminki kusur etmeden hizmet etmeliyiz sözümü hatırlayın!)

251

Oflaya poflaya geri döndük. Geri dönerken benzinciye uğradık. Benzinci, “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Benzinciye feribota

gideceğimizi söyledim. Benzinci de bana “2 saat önce gidenler hep geri döndü. Hiç boş yer yokmuş.” dedi. Kızgınlığım bir kat daha arttı. Babam ise hiç anlamaz gözükerek, hiçbir söz söylemeden: “—Haydi oğlum, Bursa yolundan gidelim!” dedi.

Gene “Lâ havle...” çekerek döndük. Yalova’ya geldik. Uzaktan

bakınca yolların dolu olduğu görülüyordu. Baktık 5-6 saat bize sıra gelmeyecek. Biz de Karamürsel yönüne saptık. Bir müddet sonra yollarda yüz iki yiz metrede bir süpürülmüş cam öbekleri gördük. Anladık ki 1-1.5 saat önce zincirleme trafik kazası olmuş ve 40-50 araba birbirine girmiş.

Kafama odunla vurulmuş gibi oldum. Başımızdan geçen olayı düşündüm. İçimden: “—Ah! Mithat ah! Bir de babana kızıyorsun, dosdoğru sapmadan gelseydik tam da bu kazanın içine düşecektik. Sen hâlâ ne şaşkınlıklar yapıyorsun. Kafanı çalıştır, bundan sonra bir şey söylediği zaman babanı üzme, bir hikmet olduğunu düşün ve ‘Pekiyi baba!’ de…” diye de kendi kendime de karar verdim.


Size bir de babamın anlattığı bir anıyı anlatayım. Aziz Efendimiz’in Ümmügülsüm Camii’inde sohbetleri olurmuş:

“—Odada 5 kişi olduğumuz halde Aziz Efendi 9 bardakla geldi. İbretle, ‘Neden böyle yapıyor?’ diye kendi kendimize sorduk. Çayları içmeye başlayınca birkaç kişi daha geldi, baktık ki

mevcudumuz tam 9 kişi olmuş, ne bir eksik ne bir fazla” dedi.

Allah hepimize Hocaefendilerimize, ilim adamlarına, Allah’ın sevgili kullarına layıkıyla hizmet edebilmeyi nasib etsin. Onların bize ters gelen davranışlarında dahi, bir incelik, bir hakikat vardır.


İslâm Dergisi, 1997

(Röportaj: Mehmet Elmaz)

252
22. RÜYALARIMDA GÖRDÜĞÜM KİŞİ