49. GERÇEKTEN BİR LİDERDİ
Mehmed GÜNEY73
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn…
Değerli büyüklerim ve kıymetli kardeşlerim!
Hocaefendi Hazretleri gibi bir deryâdan, bizim gibi acizlerin bazı yönleriyle bile olsa bahsetmeleri ve bu cesareti göstermelerini, “Câhil cesur olur.” şeklinde mütalaa ediyorum.
1972 yılında biz İskenderpaşa’da Hocaefendi Hazretleri’yle müşerref olduk. Bir dönem lütfettiler, tekkede de kaldık. O süre içerisinde biz Hocaefendi Hazretleri’ni, tasavvufî yönüne ilâve olarak ilmî yönüyle, ekonomik ve sosyal yönüyle bir bütünlük içinde gördük. Hayatı bütün olarak
73 Mehmet Güney: 1952 yılında Ordu’nun Aybastı ilçesinde dünyaya geldi. Ortaokulu ve liseyi Denizli’de, ağabeyinin yanında okudu. 1972 yılında İDMMA (Yıldız) İnşaat Bölümü’nü kazandı, İstanbul’a geldi. İlk sene İDMMA’da gayretli, samimi kimselerle tanıştı. 2. ve 3. sınıftayken İskenderpaşa Camii Yurdunda kaldı.
1976 yılında MTTB Akıncı ayrışması oldu. İslamcı gençlik daha çok Akıncılara rağbet etti. 1977 yılında Akıncılar Derneği genel başkanı oldu. 12 Eylül 1980 ihtilalindan sonra yurtdışına çıktı. Pakistan’da, Afganistan’da bulundu. Ruslara karşı Hizb-i İslâmî, Cemaat-i İslâmî gibi muhtelif gruplarla birlikte savaştı. 1986’da kolundan yaralandı. O yıl Ağustos ayında hacca gitti.
Hac esnasında M. Es’ad Coşan Hocamızın teşvik ve destekleri ile evlendi. Evlendikten sonra dört yıl Pakistan ve Afganistan’da kaldı. Daha sonra 1990’da Türkiye’ye döndü. Özel sektörde çalışan arkadaşları kendisine destek oldular.
Şu günlerde İnsan Medeniyet Hareketi adı altında sosyal çalışmalarını sürdürmekte, gençlere faydalı olmaya çalışmaktadır.
değerlendiriyor, aşırılıklardan sürekli bizleri muhafaza ediyor, ifrat ve tefritten hep alıkoyuyordu. “Aziz kardaş! Bir istikamet bin kerâmetten evlâdır.” dediklerini belki bin kere işitmişizdir.
Burada bulunan kardeşlerim ve ağabeylerim de mutlaka hatırlayacaklardır; Hocaefendi Hazretleri bir lider ve idareci olarak, onun yoluna lâyık olmasa bile, kendisine gelen herkesi gerçekten idare ediyordu. O insanlara yerine göre güleryüz, tebessüm, ikram, davetlerine icabet gibi durumlarda bulunuyordu. Ama aslâ taviz vermiyordu. Hocaefendi gerçekten bir liderdi ve eseri de cemaatimiz...
1980 yılı öncesinde şehid edilen Zeytinburnu İmam-hatip Okulu Öğretmeni Sedat Yenigün Ağabey’in çocuğunu Hocaefendi Hazretleri’ne getirmişlerdi. Annesi dedi ki:
“—Efendim! Çocuk dört yaş, dört ay ve dört günlük olunca İslâmî eğitiminin başlaması gerekirmiş. Ben de bir elifbâ cüzü ile birlikte size getirdim. Siz başlatır mısınız?”
Biz bir köşede dururken, daha beş yaşına gelmemiş bir çocuk, her şeyiyle çocukluk vasıflarını taşıyor... Hocaefendi Hazretleri, “Elif... Be...” diyor, çocuk demiyor.
Orada odasında, bir cami maketi vardı merhumun... Çocuk Hocaefendi Hazretleri’ne sordu:
“—Bunun ışığı nereden yanıyor?” dedi.
Kalktı, onu çocuğa gösterdi:
“—Buradan yanıyor.” dedi.
Sonra çocuk:
“—Okurum ama kamyon isterim!” dedi.
“—Peki, oku o zaman, bu amca sana kamyon alsın!” dedi.
Bize yönelerek:
“—Alır mısın?” dedi.
“—Tabii alırım!” dedim.
Ondan sonra çocuk besmeleyi çekti, okumaya başladı.
Akıncılar Derneği’nde beraber vazife yaptığımız, Arif Altınbaş kardeşimizle, özel bir meselesi için kendilerini ziyarete gitmiştik. Uzunca oturduk herhalde ki, Arif’in ayakları uyuşmuş; ayağa kalkınca dengesini kaybetti ve düştü.
Hocaefendi merhumun, —ağır bir ameliyat geçirmelerine rağmen— bir annenin bir babanın şefkatinden çok daha öte, “Aman evlâdım!” diye koluna girip, elindeki bastonunu, “Buyur, sana vereyim!” diye uzattığını hatırlıyorum.
Yine bir vesîle ile kendilerini ziyarete gittiğimde, Tekirdağlı bir amca sabah erkenden Hocaefendi Hazretleri’nin huzuruna gelmiş, “Efendim, bu gece şu rüyâyı gördüm!” diye bir kelime atlamadan onu anlatmaya çalışıyordu. Rahmetli o kadar ilgi gösteriyordu ki, “Ey Amcabey, daha... Ey Amcabey, daha...” diye o ihtiyarın gönlünü hoş ediyordu.
Hocaefendi’nin çocukla çocuk oluşu, gençle genç oluşu, yaşlı ile yaşlı oluşu; bize Allah Rasûlü’nün hâliyle hallendiğini gösteriyor.
Akıncılar Derneği yönetiminde bulunduğumuz zamanlarda, kendileri ile istişare ettiğimizde:
“—Şu meseleyi şöyle yapın ama, gidin falanca ağabeyinize de bir danışın!” derlerdi.
Bu bizi çok tedirgin ediyordu. O ağabey diye bizi gönderdiği insanlar, belki de bizim o yaşadığımız dönemi ve hâlet-i rûhiyemizi bilmeyen insanlardı. Birkaç defa böyle tekrarladıktan sonra, bizim rahatsızlığımızı hissettiler ki:
“—İrtibatınız olsun diye istiyorum Mehmed!” buyurmuşlardı.
Eski nesillerle yeniler arasında bir kopukluk olmamasını, gerçekten cemaat olmamızı arzu ederlerdi.
Akıncılar Derneği’nin bölge toplantıları için Konya, Maraş vs. yerlere gitmeden önce duasını almak ve elini öpmek için ziyaretine gittiğimde:
“—Haa, öyle bir yere mi gidiyorsun, genç insanlarla mı muhatab olacaksın? O zaman, her gittiğin yerde genç kardeşlerine şu ayeti oku!” diye, Sure-i Feth’in son ayetini baştan sona okudu. Orada geçen mü’minlerin vasıflarından;
“—Mü’minin vasfı kâfirlere karşı şiddetli ve azametli, mü’mine karşı yumuşak ve şefkatli olmaktır. Bunu her gittiğiniz yerde söyleyin!” buyurdular.
Sonra, Tasavvufî Ahlâk’ta değişik yerlerde zikredildiği gibi:
İçme düşman elinden su, ol su kandırmaz seni;
Korkma düşman’dan, ateş olsa yandırmaz seni!
diyerek, genç adam olarak bizi bir kere daha motive ettiler.
Sekseni aşmış yaşlarına rağmen, genç insanlar olarak her gittiğimizde, Hocaefendi’yi kendimizden bir adım daha ilerde bulurduk. Gerçekten o bir öncüydü ve gerçekten bir kuşatıcıydı, idare ediciydi. Hepimizin üzerinde emeği çok büyüktür.
Mekânı cennet olsun... Başta Rasûlüllah SAS Efendimiz olmak üzere, onun yolunda giden silsile-i sâdâtımızın, bütün meşâyihle birlikte bu kutlu yolu izleyen büyüklerimizin şefaatlerinden Rabbim cümlemizi hissedâr eylesin... Allah hepinizden râzı olsun...
Ve âhirü da’vânâ eni’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn…
14. 11. 1996 - Hâcegân / İSTANBUL