52. EN BÜYÜK ESERİ
Prof. Dr. Hüseyin Gazi BAŞ77
Hocaefendi Hazretleri’ni tanı- mama, bir lise hocam vesile oldu. Üniversiteyi kazandığımı söyledi- ğimde:
“—İstanbul’a gittiğin zaman orada, Fatih’te bir cami var; adı İskenderpaşa, imamının adı da Mehmed Efendi... Onu mutlaka ziyaret et! Üniversitedeki hocala- rından da oraya gidenler vardır.” dedi.
Bugünkü müktesebâtımla değerlendirdiğim zaman, o lise hocamın Hocaefendi Hazretleri’nin bir müridi değil, bir muhibbi olduğunu görüyorum. Daha yazımın başına bu kısa hatıramı koymamın sebebi, insan hayatında küçük gibi görülen telkin ve yönlendirmelerin, o insanlar için ne büyük ve hayırlı neticeler doğurabileceğini vurgulamak içindir.
Anadolu’nun orta büyüklükteki bir şehrinden kalkıp İstanbul’a
77 Prof. Dr. Hüseyin Gazi Baş: 1955 yılında Çorum’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Çorum’da tamamladı. 1972 yılında Çorum İmam-Hatip Lisesi’nden, 1973 yılında Çorum Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl İTÜ İnşaat Fakültesi Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümüne başladı.
Üniversite öğrenciliği yıllarında Vefa’da İlim Yayma Vakfı’nın yurdunda kaldı. Öğrenci temsilciliği, gece memurluğu görevlerinde bulundu. İskender- paşa’da Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin sohbetlerine devam etti.
İTÜ’den 1978 yılında mezun oldu. Sakarya DMMA’nde asistan olarak göreve başladı. Bu arada 1978-1980 yılları arasında İTÜ’de master eğitimini tamamladı, 1980’de Yüksek Mühendis oldu. 1980-1985 yılları arasında İTÜ’de doktora çalışmasını tamamladı. 1986 yılında Yardımcı Doçent, 1988 yılında Doçent ve 1994 yılında Profesör ünvanını aldı. Halen Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliğini sürdürmektedir.
gelirken ve Hocaefendi ile tanışmayı not defterimin bir köşesine yazdım. O günkü bilgi ve kültürüm içinde ne bir şeyh, ne bir veli ve ne bir mürşid vardı; sadece bir cami imamı Mehmed Efendi vardı. 1973 Yılında bu duygular içinde camisine, kapısına gelip tanıştığım Mehmed Efendi Hazretleri’nin, bir velî ve bir mürşid-i kâmil olduğunu zaman içinde öğrendim.
Tanıdığımız, daha doğrusu tanımaya çalıştığımız Hocaefendi Hazretleri, bugün de bazılarının görmek istedikleri gibi; yâni, post, hırka, tesbih üçlüsüne sıkışmış klasik mânâda bir hocaefendi değildi. Cemiyetin her türlü dünyevî uhrevî, maddî mânevî meseleleriyle ilgilenen, gayretli bir zât-ı muhteremdi.
Bilindiği gibi ülkemizde son asır içinde, din cami denilen mekâna hapsedilmek istenmiş, cemiyet içinde yaşayan bir olgu olmaktan çıkarılmak istenmiştir. Buna bağlı olarak aynı dönemde tekkeler ve zaviyeler de kapatılmış; dinin en canlı ve dinamik pratiğini ortaya koyan, kişinin nefis terbiyesini ve rûhî olgunlaşmasını esas alan tasavvufî çalışmalar yok edilmek istenmiştir.
İşte böyle sıkıntılı bir dönemde Hocaefendi Hazretleri durumu tam tersine çevirmiş, tasavvufî çalışmaları en canlı, en dinamik ve en gerçekçi konumuna taşımış; o fetret döneminde, memleketin geleceğini kucaklayacak bir neslin yetişmesini sağlamıştır.
Yaşadığı çağı, dönemi çok iyi anlamış, kavramış ve içinde yaşadığı toplumun, üzerinde yaşadığı ülkenin meselelerine müşahhas çözümler teklif etmiş; onları hayata geçirmede de önderlik yapmış aksiyoner bir zât idi. Hem çok olgun bir teorisyen, hem de çok başarılı bir pratisyendi. Öz tabiri ile hâl ehli idi. Kâmil idi ama, aynı zamanda mükemmil idi. Yenilikçi idi ama, modern değildi. Klasik üslûbu aşarak, etrafındakileri çağın ve toplumun icab ve ihtiyaçlarına göre eğitiyor ve yetiştiriyordu.
Bugün İslâmî hareketin sahip olduğu birçok kurum ve kuruluşun ilklerinin telkin ve tatbikçisi Hocaefendi Hazretleri olmuştur. Basın ve yayının önemi üzerinde durmuşlar, bu konuda
yapılan bazı çalışmaları bizzat başlatmışlardır. İktisâdî ve sınâî gücün ehemmiyetini telkin etmişlerdir. Bunu:
“—Şimdi cephelerde döğüşmeye pek lüzum yok; iş hemen paraya dayanıyor. İktisâden paralara hakim olan, dünyaya da hakim olur.” cümleleri ile eserlerinde ve sohbetlerinde vurgulamışlardır.
Bir başka yerde de:
“—Çalışmak, ticaret ve sanat erbabı olmak, el ele verip şirketler kurmak; güzel güzel büyük fabrikalar tesis ederek, iç ve dış ticarette büyük işler başarmak lâzım!” cümleleri ile yarım asır önceden etrafındakileri bugünlere hazırlamışlardır.
Hocaefendi Hazretleri’nin dünyasında eğitim, genç neslin yetiştirilmesi ve onlara sahip çıkılması oldukça önemli bir yer işgal ediyordu. Bunu etrafındakilere yarım asır öncesinden telkin ederek, bu mânâda çölleştirilen ülkede vâhâlar kurdurmaya çalışıyorlardı. Şöyle diyorlardı:
“—Asil, temiz ibadetlerden birisi de: Sâdık ve ihlâslı müslüman çocuklarını bulup, onları yurtlara yerleştir! Tahsil-lerini hattâ en
yüksek derecesine kadar yaptır! Sonra, devlet makinesindeki yerini alıncaya kadar onları destekle! Her türlü tehlikeden ve fitnelerden, icabında tehlikeyi dahi göze alarak koru!” Diğer taraftan, din alimlerinin çok yetiştirilmesi, onların mümkün olduğu kadar dünyaya meyilden alıkonması ve mideleri için çalışmaktan kurtarılması üzerinde de çok durmuşlardır.
Bir başka müceddidî yönleri de müslümanları aktif siyasetle tanışmalarını sağlamalarıdır. Birçok toplum önderinin gündeminde olmamasına, bazılarının da siyasetle ilgilenmeyi hor görmelerine rağmen; Hocaefendi Hazretleri, kendi irşad halkaları içinde eğittikleri birçok insanı bu yönde teşvik etmişlerdir. Bunun sonucunda, millî ve mânevî değerlere bağlı insanların bir siyâsî dinamik halinde toplumda yer almalarını sağlamışlardır.
Hocaefendi Hazretleri’ni anlatmak ve tanıtmak için kelimeler ve ifadeler yetersiz kalır. O büyük velîyi, kâmil ve mükemmil mürşidi en iyi anlatacak ve tanıtacak olan şeyin bıraktıkları eserleri olduğunu düşünüyorum. Bu mânâda en büyük ve kalıcı eserleri, kendilerinden sonra gelecek nesillere kendi müceddidî misyonunu taşımakla vazifelendirdikleri Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendi olsa gerektir.
Zîra, bugün görüyoruz ki, Hocaefendi Hazretleri’nden devralınan bayrak, Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendi ve dergâha gönül vermiş on binlerce bağlıları tarafından daha yüksek burçlara ve daha geniş coğrafyalara taşınmaktadır. Bayrak yerde ve yerinde kalmamıştır.
İslâm, Kasım 1995